19 Aralık 2013 Perşembe

KURAN TEFSİRİ





RAHMN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA.

ÖNSÖZ

Kuran; Birçok müfessirler tarafından tefsir edilmeye çalışılmıştır. Ama ne yazık ki Kuran’daki ayetlerin anlatmak istediği manayı, Kuran’daki ayetlerle değil, Kuran’ın dışından gelen bilgi ve ön yargılarla kuran tefsir edilmeye çalışılmıştır. Oysa Her ilim ve her ideoloji kendi sistematiği içerisinde kendisini tanımladığı gibi, kuran da kendini kendisi tanımlamış ve açıklamıştır. Kuran’ın dışından gelen bilgiler ve anlatışlar Kuran’ı tanımlamaya ve anlatmaya hakkı olmadığı gibi yetkisi de yoktur.

Kuran; Peygamberimizin peygamber oluşuyla birlikte başlayan anlatım ile peygamberimizin peygamberlik tarihinin bitişi ile son bulan bir kültürün bir edebiyatın dili, Kuran’da yansıtılmıştır. Kuran’da geçen bir kelime Kuran’da geçen başka ayetler içerisine anlatılmıştır. Herkes kuran hakkında bir tanımlama getirmeye çalışmıştır. Ama her şeyin bir doğrusu olduğu gibi bir de yanlışı vardır.

Kuran’a kuran dışından gelen yaklaşımlar Kuran’ı doğru açıklamaya uygun değildir. Kuran’daki bir ayetin doğru anlaşılabilmesi için önce Kuran’da geçen diğer ayetlerle çelişmemesi, İkinci olarak evren yasalarıyla çelişmemesi, Üçüncüsü olarak akılla çelişmemesi gerekir. Dördüncü olarak da ayet doğru anlaşılmışsa pratik hayatta verim ürün alınması gerekir.

Peygamberlere verilen hikmet budur. Allah kendi vahyini nebilere vahy ederken onlara aynı zamanda bu vahyi anlama feraseti ve yeteneği vererek doğru düşünmenin metodunu da vermiştir. Kâinatta yaratılmış her bir varlık, bir yere konmuş ona Allah tarafından bir değer biçilerek ait olduğu yer belirlenmiştir. Kuran’da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi. Kâinatta yaratılmış hiçbir varlık da hiçbir varlığın yerine konulmamıştır.

Bir ağaç üzerinde ne kadar yaprak varsa, hiçbir yaprak hiçbir yaprağın aynısı değildir. Yağan kar ve dolu daneleri de hiçbir kar ve dolu taneleriyle aynı değildir. Dünya üzerinde bu güne kadar gelmiş geçmiş insanların parmak uçlarının çizgileri hiç birbirine benzemediği gibi kıyamete kadar var olacak olan insanların da parmak uçları da hiç birinin aynısı olmayacaktır.

75/4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

Kuran’ı doğru anlamanın önünde Temel olan engel Kuran’ı okurken ve anlamaya çalışırken, ön bilgi ve önyargılardan uzaklaşarak Kuran’ı sadece Kuran’da geçen kelime ve ayetlerle Kuran’ı anlamaya çalışmak lazımdır. İşte Müessirler Kuran’ı tefsir ederken genelde müteşabih ayetlerin anlaşılmasında sıkıntıya düştükleri zaman O ayetleri peygamber anlar anlayışıyla peygamberden olmayan hadisler peşine düşmüşler ve o Kuran’ı anlama sihri orada bozulmaya başlamıştır.

Çünkü hadisler bir belge ve ilim niteliği taşımaz taşıyamaz da. Hadislerin büyük bir kısmı, ehli kitap tarafından uydurulmuştur. Kuran’ın inişiyle hadislerin gündeme gelmeye başlaması arasında yüz elli iki yüz sene gibi bir zaman geçmiştir. 

Ağızdan ağza dolaşan hele hele çok cahil ve zalim olan insanların eline de düşerse bunlardan ne kadarı doğru olarak kalabilir? Yüz binlerce hadisler içerisinde Kuran'daki bir ayetin kastettiği manayı arayıp bulmak da ayrı bir dert olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten peygamber de gelen vahye göre hayatını düzenlemiş ve Kuran’ın dışına çıkmamıştır. Kuran bunu bize şöyle anlatmaktadır.

69/40- Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?

69/42- Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Görüldüğü gibi, peygamberleri kutsallaştıran ona itaat etmeyi sağlayan olgu onun kendisinden bir vahiy uydurmadığı o sadece Allah’ın söylediklerini söylemesi ve onu pratik olarak yerine getirmeleriyle diğer insanlardan onları ayrı bir konuma taşımaktadır. Ona itaatin Allah’a itaat olması ona itaatsizliğin Allaha itaatsizlik olması bu sebepten kaynaklanmaktadır. Elçiye zeval olmaz derler ya o kendisinden uydurmuyor o sadece Allah’ın verdikleri emir ve yasakları aktarıyor.

Bir mümin kadın ve erkek her hangi bir konuda bunu ben kabul etmiyorum deme hakkına sahip değildir.

33/ 36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

İnsan ya iman eder. Vahyi emirler, hem söylemde hem de yaşamda onun hayatını şekillendirir. Ya da iman etmez kendi aklına ve diğer insanların peşine takılarak hayatını şekillendirir. Elbette ne şeytanın ne de nebi ve resullerin insanlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur. 

Her insan bu dünyada yetki ve sorumluluk sahibidir. Kimse kimsen üzerinde yola gitmede ne bir kurtarıcı ne de sorumluluğu üstlenme pozisyonunda değildirler. Hiçbir insan kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler onu ne doğru yola ne de yanlış yola götüremezler. Sadece teklif sunarlar.

Kuran’ın doğru anlaşılması üzerinde tefsircilerin yanılmış oldukları bazı konuları başlıklar halinde kısa kısa açıklayarak benim Kuran’ı tefsir ederken anlattığımı okuyucular okurken kolay anlamada önemli bir katkı sağlayacağını umuyorum.

ALLAH DÜNYA HAYATINDA İNSANLARIN YAŞAM BİÇİMLERİNE MÜDAHALE ETMEZ.

Belki Bu başlık ilk olarak bu güne kadar geleneksel olarak anlatılan ve anlaşılan İslam anlayışını silkelemektedir. Ama göreceksiniz ki Kuran’ın doğru anlaşılmasının önünde ilk sırayı bu yanlış anlayış oluşturmaktadır. Dünya hayatı bir imtihan ve Allahın gözetleme yeridir.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Dünya hayatında Allah insanlara aklını takvasını ve fıskını vermiş ve insanlar her iki yola gitmek istediklerinde her iki yolda da yürüyebilecek malzemeleri de vererek her insanı bir fert olarak bir zaman dilimi içerisinde kendi özgür iradeleriyle denemeye tabi tutmuştur. Ve hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Asıl yapılan suçların cezası din günü olan ahiret âleminde verilecektir.

35/ 45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Bu konunun anlaşılması biraz zaman alacaktır.. Çünkü bu kuranda geçen bu anlatımlar edebiyat dilinde mecazi kuran dilinde de müteşabih olarak geçmektedir.

Müteşabih: kelimesinin asıl anlamı benzeşen ve karmaşık olan ayetler anlamını ifade eder. Bunu anlayabilmek için de kuranda geçen diğer ayetler hakkında derin bir bilgiye sahip olmak gerekir. Bazı örnekler vererek bunları kısacık da olsa bilgi vermeye çalışalım.

Hazreti İsa’nın ölüleri diriltmesi kuranda geçmektedir. İlk olarak kurana iman etmiş bir insana hazreti İsa Hayati fonksiyonunu yitirmiş bir insanı ve canlıyı diriltemez. Böyle bir olay olmamıştır. Desen hemen seni ayeti yalanlamakla suçlarlar. Hâlbuki Kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birisi canlı olduğu halde duyarsız insanları vahiyden uzak insanları kastetmektedir. Diğeri ise hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölülerden bahsetmektedir.

Bu ayetin hangi konuda ve Kuran’da ne anlama geldiğini Kuran’da geçen diğer ayetlerin sınırlarını ihlal etmeden anlamını orada yakalamak lazımdır. Eğer bir okuyucu o ayeti okurken şu ayeti de beraberinde düşünebilmiş olsaydı o anlayışından hemen vazgeçerdi.

21/ 95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Kuran çelişkisiz bir kitap olduğunu söylerken bir taraftan hazreti İsa’nın öleni diriltsin hem de Allah ölenin dünya hayatında geri gelmeyeceğini söylesin. Bu çelişki olmayan bir kurana çelişki meydana getirmez mi?

Bir ayette Allah dünya hayatında İnsanların suç işlemesiyle cezalandırmayacağını söylüyor. Bir ayette de suç ve zulüm işlemeleri dolayısıyla helak ettiğini söylüyor bir ayette de hem kâinatın hem de gönderilmiş olan kitabın çelişmezliğin-den söz ediyor. 

Kuran’da anlatılan kıssalar olaylar arasında bir tutarsızlık varsa ateistler ve deistler burada haklı çıkmış olurlar. Kuran’ın Muhammedin tecrübi bir bilgi sonucu kendi yazdığı ve yazdırdığı kitap hükmüne girmiş olurdu. Hayır, ben Kuran’ın yerleri ve gökleri yaratan Allah tarafından insanlar içerisinden seçtiği bir elçiye ve nebiye vahy ederek gönderildiğine iman ediyorum. Biz kuran anlayışımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Kuran’da ve kâinatta da hiçbir çelişki ve tutarsızlık yoktur. Çelişki ve tutarsızlık bizim yanlış anlayışımızdadır. Yine konumuza geri dönecek olursak Allah evrene insanoğlunu halife olarak koymuş ve kendisi insan için sermaye olabilecek her türlü malzemeyi vermiş ve vermeye devam ederek insanların özgür iradelerine hiçbir zaman dünya hayatında müdahale etmemiştir.

Ama insanlar evrende düzgün yolda yürümedikleri zaman, ceza gibi algılanan fakat bunlar Allah’ın cezası değil insanların kendi ellerinden dolayı başlarına gelen felaketlerdendir. Birisi evrenin yasalarına uymadıkları zaman başlarına gelen felaketler. Bunlar deprem sel afetleri, ateş denizler, yırtıcı hayvanlara olan iletişim kurallarına uymadıkları zaman bir takım zararlar görmektedirler.

Deprem kaç şiddetinde süregelen bir sünnet olarak o bölgede oluyorsa o olagelen şiddetten daha dayanıklı binalar yapılması lazım ki o sarsıntı geldiğinde zarar görülmesin. İşte bu felaketlerin insanların iman edip etmemeleriyle alakası yok insanların evrensel kurallara uyup uymamalarıyla alakası vardır.

Olaylarda görüldüğü gibi depreme karşı dayanaklı binalar yapan ülkeler burnu bile kanamadan o sarsıntıları atlat maktadırlar. Bu yasalar insan yaşamında her alanda aynıdır. Trafik kurallarına uymayanların başlarına gelen felaketler, denize girme kurallarına uymamanın sonuçları, ateşin kurallarına uyulmadığı zaman sonuçlar, hep bunlar Allah'ın dünyayı kullanma kılavuzunun içerisinde bilenler için mevcuttur.

İkinci bir felaket insanların insanlar elleriyle verilen cezalardır. İnsanlar eğer bir insanı öldürürse veya zulmederse Allah zalim olanlara müdahalede bulunmaz. Ancak bu müdahaleyi diğer insanların fıtratlarına yerleştirir. Ve onlar birbirlerine müdahale eder ve zarar verirler. Ayette de onu anlatıyor.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Öyleyse Kuran’da geçen Nuh Tufanı ad, sem ut Salih ve diğer kavimlerin başlarına gelmiş gibi anlatılan felaket ve helakler edebiyat dilinde mecazi kuran dilinde müteşabih olarak anlatımlardır. Helak denemeye tabi tutulan insanların dersine çalışmayıp da oyun eğlenceyle vakit geçiren öğrencilerin sınıfta kalarak dünya hayatında rezil olmaları gibidir. 

İnsanlar imtihanı kaybedenler ahiret âleminde cezalandırılacaklardır. Kuran bunları kıssalarla olacak olan olayları, olmuş gibi anlatmaktadır. Bunları surelerde ve ayetler konu içerisinde geçtikçe detaylı olarak Allah ömür verirse anlatmaya çalışacağım.

MUCİZE KAVRAMININ YANLIŞ ANLAŞILMASI

Kuran’da mucize kelimesi geçmez ama bizim kültürümüze Kuran’da ayet olarak geçen kelimeler mucize olarak tercüme edilmiştir. İnsanları yanıltan Allah’a ait olan ayetlerin sanki peygamber tarafından insanları iman etmeleri için onlara verilen oğlan üstü haller olarak anlatılmıştır.

Kuran’da geçen ayet kelimesi kâinatta Allah’ın yaratmış olduğu zerreden küreye kadar ne varsa hepsinin yaratılışı için kullanılmış bir kelimedir. Kuran’ı anlayışta bir inek ayet olduğu gibi bir savaş da ayettir. Bir insan bir deve de ayettir. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik onların söylediklerinin vahiy olmasıdır. İşte Allah’ın peygamberlere verdiği bizim kültürümüzde mucize geçen olay budur.

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

İslam toplumlarının anladıkları ve algıladıkları gibi Allah peygamberlere, On parmağından su akıtarak askerlerini sulaması kuru çeşmeyi sulandırması ölüleri diriltmeleri ellerinde sihirli bir değnekle istediklerini yapmaları için olağan üstü mucizeler vermemiştir. Allah’ın peygamberlere verdiği mucize sadece vahiyler ve kitaplarıdır.

Eğer Kuran “İşte size mucize bir deve “ dediği zaman bunu Salih peygamberin insanları iman ettirmek için mucize olarak dağdan deve doğurttu olarak anlarsak o zaman Allaha ait olan ayetlerin peygamberlerde zuhur etmesi anlamına gelir ki, İsa peygamberin ilahlaştırılması gibi diğer peygamberler de ilah konumuna sokulmuş olurlar. Allah Kendi bilgilerinin insanlara nasıl ulaştığı konusunda Kuran’da anlatmıştır.

Ne yazık ki ayet kelimesi geçen ayetler, yalnızca Kuran’daki sureleri meydana getiren ayetler olarak anlaşılması Kuran’ın doğru anlaşılmasını önemli ölçüde engellemiştir. Evrende yaratılmış olan hangi bir organizmayı insanlar toplanıp bir araya gelseler yapabilirler? İnsanları aciz bırakan mucize olan onların kendileridir. İşte peygamberlerin yaptıkları o mucizelerin Allah’a ait olduklarını insanlara göstermektir. Yoksa hiçbir peygamberin Allah'a ait olan bir varlığı mucize olarak yapması ve göstermesi olacak şey değildir.

İnsanların yanıldıkları konulardan birisi de Kuran’da kıssalar anlatılırken kelimelerin mecazi anlamda mı yoksa gerçek anlamında mı kullanıldığı konusunda ayırım yapılamamasından kaynaklanmaktadır. Bazı kuran okuyucu ve savunucusu kardeşlerimin yanıldıkları noktalardan birisi de Kuran’ın indiği toplumların tarihi sosyal kültürel yapılarının bilinmesiyle ayetlerin anlaşılmasına doğrudan etki edeceği inancındadırlar.

 Hâlbuki tarih bir insanın olaylara bakış açısının belgelenmesi anlamdadır. O zaman hiçbir tarihçi Allah’ın baktığı gibi bakabilme onların iç yüzünü kavrayabilme yeteneğine sahip değildir. Bu tarihi bilgileri kuran anlayışına bir delil olarak getirilip konulursa doğru bir anlayış olmaz kanaatindeyim.


Kuran o kültürü saf ve yalın bir biçimde kendi sistematiği içerisinde anlatmış zaten. Biz Kuran’dan doğru bir anlayışı ancak kavramakla anlayabiliriz.

Kuran’ı insan kitabından uzaklaştıran Olgulardan birisi de gayp haberleriyle ilgili bilgilerdir. Asıl peygamberlerin peygamber olduğu bu bilgilerle anlaşılabilir. Zaten cemaat liderlerini kendi cemaatine saygınlığını kazandırmak için böyle gaybi bilgiler sunarak onları kendilerine itaat etmesini sağlamışlardır. 

Onların gayba ait söyledikleri zan ve tahmindir. Hatta vahyin dışında peygamberlerin de bilgi vermesi mümkün değildir. Ancak Allah’ın peygamberlere kuranda bahsedilen gayıp haberleri vahiyle bildirilen gayp haberleridir.

Kuran iki gayıp haberinde peygamberleri bilgilendirmiştir. Birsi insanlar dünya hayatında yaşarlarken sonucuna varılan gayıp haberi ikincisi de insanlar dünya hayatında hiçbir zaman ulaşamayacakları gayıp haberleridir. Bir peygamberin kendisinden sonra gelecek olan ve gelmemiş olan bir peygamberi müjdelemesi onun kendisine ait bir gayıbi bilgi olamaz.

Çünkü gelecekte kimin peygamber olacağı konusunda insanın bilgi sahibi olması insan yaratılışına uygun değildir. Bir başka gayıp haberi de kendi sahasında uzman olmadığı halde o sahada uzmanların toplanıp da verdiği bilgi konusunda fikir birliği edinmeleridir. Hiçbir ilim kendi dalıyla ilgili Kuran’dan bir bilgi verilsin de onun ilmiyle çelişsin bu olmamıştır.

Bir insanın bütün ilimlere karşı söylemiş olduğu bir söylemin tıpatıp uyuşması onun insan sözü olmadığını gösterir.

İkinci Gayıp ve en önemli gayıp bilgisi de budur. Ahiret âlemi ile bilgilerdir. Evrenin hiçbir yerinde ahiret âlemi ile bilgiye ulaşılamaz. Zaten peygamberlik olgusunu kabul etmeyen ata dini mensupları onun için ahiret âlemini kabul etmemektedirler. Bu bilgiyi peygamberlerden başka bilen yoktur.

Onlar aracılığı ile ahiret inancı toplumlara yerleşmiştir. Peygamberler de kendilerinden üretmezler onlara Allah bu bilgiyi verir.

Kuran’ın anlaşılmasında önemli olanı Kuran’ın ne söylediğinden ziyade Kuran’ın ne söylemek istediğinin yakalanması gerekir. Allah dilediğimi saptırırım ifadesinde yol seçme özgürlüğü verilen insanlardan dileyeni saptırırım anlamının yakalanması gerekir. “Allah bana borç verin” İfadesinde, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığının bilinmesi borcu ihtiyaç sahipleri için cennet karşılığında Allah için vermek anlamında olduğunun çıkarılması gerekir.

Kıssalarda anlatılan helak edilen kavimlerin helakinin tabiat kuvvetleriyle yok edilmesi anlamında değil, ahiret âleminde onları korkunç cezalandırılması olduğunun bilinmesi gerekir. Adam Allah’a küfrediyor, Allah’tan bir ses yok, adam küçücük kızlara tecavüz edip öldürüyor. 

Allah’tan yine bir ses yok. Adam öldürüyor. Allah’tan yine bir ses yok bu sefer adam Allah’ın bir ceza vermeyeceği anlayışına kapılıyor. Bu yapılan zulümler karşılıksız kalmayacak ya insanlar eliyle ya da Allah’ın ahiret âleminde cehennem azabı ile bu cezalar mutlaka verilecektir.


Belki de yakın zamana kadar, genel olarak bakıldığında duyulmamış konuları dile getirmeye çalışacağız. Şimdiye kadar Kuran’ın bakış açısının dışında bir bakış açısıyla bakılarak bir takım tefsirler yapılmıştır. 

Ancak Kuran’ı Kuran’la anlatan ve insanlara nebilerin sanki ayaktaymış gibi diri olarak insanlara sunulan bir tefsir karşınıza çıkmamıştır. İnşallah Kuran’ın çağımızda nasıl dinleyenleri ve kendisine tabi olanların dirildiğine dünya şahit olacaktır.

Kuran her çağa hitabe diyor. Bu çağımıza da hitabe diyor. Ve kıyametin sona kadar onun diriliği inananları diri tutacaktır. Raflarda saklanan tozlanan Kuran’ın raflardan inecek ve insanlar cehalet karanlığından aydınlığa kavuşacaktır. 

Tekrar cehalet karanlığına düşen insanlar onu okudukça onda dirilecekler ve İslam toplumu ezilmişlikten yanlış olan kader anlayışından kurtulacaklardır.

Doğru bir anlayışla yeniden dirilecekler. Mustazaf olma yerine güç ve iktidar olacaklar ve ekini ve nesli yok etme yerine adaleti ihsanı emredecekler. insanlar tekrar hangi dinden hangi meşrepten olurlarsa olsunlar akın akın İslama yani güvenilen emin ve esenlik içerisinde olan yere sığınacaklardır.

Yeni başladığım kuran tefsirini, yıllarca çalışmamın bir ürünü olan kuran anlayışımı Allah yaşım ilerlemesine rağmen, inşallah ölmeden insanlarla paylaşma fırsatı verir. Dünyada Allah’ın bana ayırdığı zaman dilimi içerisinde ona iyi bir kul olmayı kovulmuş Şeytanın zulmüne uğramadan bana son nefesime kadar sadece kendisini rab edindiğimi hem insanlara şahit hem meleklere şahitlik ettirir. Kendi huzuruna çıktığım zaman beni mahcup etmez edilmesine de müsaade etmesin niyazında bulunuyorum.

İnsan olmak hata yapabilme olgusunu ve dürtüsünü de beraberinde taşımaktadır. Elbette bu tefsirimde gerek gaflet sonucu gerek idrakte eksilik sonucu yaptığım tüm hatalar ve yanlışlar bana aittir. 

Doğrularım ise hatadan eksiklikten münezzeh olan saygının hürmetin ihtiramın hamdın övgünün sadece ve sadece layık olan Allah’a aittir.

Ali Rıza Borazan
Mersin- Anamur
19.12.2013


Hiç yorum yok: