19 Aralık 2011 Pazartesi

KURAN'IN GLOBALLEŞEN DÜNYAYA VERDİĞİ MESAJ.


DÜNYA TOPLUMLARINDA ÖNE ÇIKAN DİN
LAİKLİK
ÖZGÜR ANSİKLOPEDİDEN ALINTI!

Laisizm veya Laiklik (Fransızca: Laïcité), devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir. Fransızca'dan Türkçe'ye geçmiş olan "laik" sözcüğü, "din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk" anlamına gelen Latince "laicus" sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din adamlarına "Clerici" din adamı olmayanlara da "Laici" adı veriliyordu.

Kavram [değiştir]

Laik kelimesi Yunanca laos ismi ve laikos sıfatından gelir, Latincesi laicus’tur. Laos: halk, kalabalık, kitle demektir ve zıttı kleros’tur. Laikos: halka ait, ruhban olmayan demektir. Laicus: dinsel olmayan, demektir ve Osmanlıcada bu terim ladini ile karşılanmış fakat bu tutmamış, Fransızca laik kelimesi Türkçeye girmiştir. Laos/kleros karşıtlığı MÖ 3. yüzyılda, din yönetiminde iki sınıfı belirtmek üzere kullanılmıştır. Hıristiyanlığın ilk yüzyılından itibaren kilise adamlarına klerikoi (Latince clerici), bunların dışında kalanlara laikoi (Latince laici) denilmiştir. Bu adlandırma, ruhani ve cismani bir ikiliğe de işaret eder. 

Yeniçağda laik terimi, felsefi ve hukuki, siyasal bir anlamla genişleyerek devlet ve din ilişkilerine ait bir tarzı ifade etmeye başlamıştır . Fransa’da 3. cumhuriyette laicisme kelimesi dile girmiştir. İngilizcede, papazdan başka bütün halka lay, laity denir ve laic, secular kelimeleri de cismaniliği ifade eder. Latince saecularis’ten gelen secular, özellikle İngiliz ve Alman toplumunda kullanılır.

Kavramı felsefi açıdan tanımlayanlara göre laiklik “insana, insan aklına, beşerin ebedi tekamülüne iman getirmektir.” Buna göre, laik devletin dine karşı oluşu ile tarafsız olması arasında bir fark görmeyenler, dinle ilgisi olmayan anlamının hepsini dinsizlik olarak tanımlamışlardır. Bazı düşünürler insan eylemlerini dinli, dinsiz, dindışı şeklinde üçe ayırmışlar, buna örnek olarak ibadet etmeyi dinli, dindarları hor görmeyi dinsiz, yürümek konuşmak gibi eylemleri dindışı olarak görmüşlerdir.

Siyasi anlamı üzerindeki tartışmalarda ise laiklik, liberalizmin dini kaynağı sayılır ve siyasi kudretin dini kudretten ayrılmasını ifade eder. Teokratik devletten demokrasiye geçerken devlet otoritesiyle din otoritesi sınırlandırılmış, laiklik klasik demokrasinin gerekliliğinin bir icabı olmuştur. Buna göre kavram, çağdaşlaşma ve insan hakları ile yakın bağlantılıdır. Buna mukabil, İsrail gibi bir din devletinde de demokrasi 1948 senesinden beri hiçbir askeri darbe ile kesintiye uğramadan başarıyla uygulanmaktadır.

Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır'. Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte dinlerin düzenini bozacak davranışlarını da önlemekle yükümlüdür.

Kavramın tarihsel gelişimi Katolik Avrupa ile Anglosakson Avrupa arasında bir nüans yaratmıştır. Katolik ülkeler laik, diğerleri sekülerdir. Laik ülkelerde daha çok din devletin denetimi altındadır; buna mukabil seküler ülkelerde din ile devlet özerk iki alandır. 

Protestan ve Anglikan ülkelerdeki sekülarizm, günlük hayatı belirleyen dünyevi bir yaşama tarzını ifade eder ve dünyevi işlerde dini dışarda bırakmak anlamını edinir. Bu ülkelerde milli kiliselerin Roma Kilisesinden ayrılmışlığı, Kraldan ayrı özerk kurum oluşu da kavrama etkinlik kazandırmıştır. Bu aynı zamanda uluslaşma ve burjuvazinin ortaya çıkışıyla da ilgilidir. 

Laikliğin Bizans sezaropapismine ve elitist hakimiyete, sekülarizmin ise Roma paganlığına ve vicdan özgürlüğüne yakın olduğu belirtilmiştir.

Devlet ve din arasındaki ilişkilere bir temel sağlayan laiklik, bu ilişkiler açısından üç özellik gösterir: Devlet dine bağlıdır (teokrasi, Tibet); din devlete bağlıdır (imparatorluk, Bizans, Osmanlı, İngiltere, Rusya); ikisi de özerktir (demokrasi, ABD, Avustralya, Belçika). Laik devleti Duguit şöyle tanımlar: 

“Din konusunda kendisi tarafsız olup, mensupları bir dini taşımakla birlikte kendisi devlet olmakla hiçbir dini özellik göstermeyen ve hiçbir din ayini yapmayan ve kendi namına yaptırmayan devlet.” Bugün bütün dünyada, cismani ve ruhani ayrılık anlamındaki temel ilkeler kabul görmekle birlikte, her devletin toplumuna ve kültürüne has özellikler de kavrama girmiştir. 

Türkiye’de laik devlet ile Müslüman toplum arasında cumhuriyetin kuruluşundan beri bir gerilim vardır ve devletin özel siyasal bir kavramı olan irtica kavramı, laiklikle birlikte anılır olmuştur. Devlete göre irtica, dinin sahtesi ve taassuptur. İrtica kavramının hukuki mi ideolojik mi olduğu tartışmalıdır.Atatürk'e göre “her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmak irticadır”.

İrtica, devletin laikleşmesiyle ilgili olarak kanun koyucunun hukuki normlarına aykırı hareketler, devletin dayandığı ana değerlere aykırı görüşleri bu açıdan etiketlemesi şeklinde tanımlanmakla beraber, dini kamuoyundaki dini vecibeleri yerine getirme davranışları ile bu anlayış sıklıkla karıştırılmakta, hatta seçimle işbaşına gelse dahi eğer bu aykırılık görülürse devlet en başta ordu kurumu olmak üzere müdahale edebilmektedir. 

Burada devlet, demokratik açıdan her türlü düşünceye geçit verse bile, bu düşüncelerin dine dayanıp dayanmadığı noktasında laikliğe aykırı hareketler kapsamında irticayı temel terim olarak benimsemiştir. Buna karşın irtica tanımının içeriği tam olarak doldurulamamaktadır. Türkiye laikliği, dünyada uygulanan laiklikten farklı olarak kemalist bir çizgide ilerlemektedir. Aslen Hıristiyanlık terminolojisine ait olan Ruhban sınıfı kavramının ve ruhban olmayan (laik) kesimin İslâm inancında yer almaması bu sorunun temelini oluşturmaktadır.

Tarihçesi [değiştir]

Eski çağlardan beri din, insanların, günlük yaşamında, toplumsal düzende ve devlet yönetiminde etkili oldu. Özellikle Hıristiyanlık Avrupa'da ortaçağ sonlarına kadar her alanda söz sahibiydi. Papalar krallara hükmedebiliyor, papaz, rahip, ya da keşiş gibi din adamları Hıristiyan dininin kurallarına göre insanların yaşamını yönlendiriyorlardı.

Zamanla değişen ve gelişen ticaret ilişkileri, kentlerin zenginleşmeye başlaması, Hıristiyan olmakla birlikte ayrı mezheplerden olanların çoğalması gibi etkenler Hıristiyan dininin dönemin yeni koşullarına göre gözden geçirilmesini gerektirdi. 16. yüzyılda dinde Reform hareketi oldu. Edebiyat, sanat ve bilimde Rönesans diye adlandırılan canlanma ve atılım dönemi de 15. ve 16. yüzyıllarda gerçekleşti. 

Böylece Hıristiyan dünyasında din, yaşamın birçok alanında etkisini yitirmeye başladı. Özellikle eğitim ve öğretim alanında yenileşmeler oldu. Din kurallarına uygun eğitim yapan kurumların yani sıra özgür düşünceye ve inanç özgürlügüne dayanan eğitim kurumları devlet tarafından açılmaya başlandı. 1789 Fransız Devrimi'nden sonra laiklik yavaş yavaş devletin bütün kurumlarında ve toplumda kendini kabul ettirdi.

En son 2008'de Türkiye'de parti kapatma davalarıyla ilgili olarak Avrupa Birliği, jakoben laiklik yerine demokratik laiklik kavramını tercih ettiğini belirtmiştir.[1],[2]
****

LAİKLİĞE KURAN’IN PENCERESİNDEN BİR BAKIŞ;

LAİKLİK: 

Bizim kültürümüze yansıyan yanı, Devletin, dini emirlerden arındırılmasıdır. Bir başka ifadeyle, Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderdiği mesajları kabul etmeyip, insanların kendi koydukları yasalarla hayatın anlamlaştırmasıdır. Bir başka deyişle Allah’ın insan hayatındaki emir ve yasaklarının tedavülden kaldırılarak, insanların kendi akıllarından çıkardıkları kanunlarla halkın yönetilmesidir.

İnsan: Kâinatta Allah’ın özene bezene yarattığı en mükemmel varlıktır. O varlık halife unvanıyla kâinatta bulunan bütün varlıklara hükmedebilme yeteneği ile düşünme sorgulama doğruya ve yanlışa gidebilme eğilimi ile güçlü bir donanıma sahiptir. İnsan; Yeryüzünde ve kâinatta sorumlu olan tek varlıktır.

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Buradaki emanet Allah’ın kendi katından vahyi ve evrensel yasalarla insana öğrettiği bilgilere uygun olarak yaşamalarını istemesidir. Yeryüzünü ve kâinatı, Allah’ın düzene koyduğu şekilde muhafaza etmesidir yeryüzünde ekini ve nesli bozarak yok etmemesidir.

7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.

İnsanlar iki birbirine zıt yolda yürüyebilme yeteneği ile diğer varlıklardan ayrılmaktadırlar. Onlar Kuran’da genel ad olarak melek ismiyle tanımlanmaktadırlar. Bu sebeple dağlar taşlar ve kâinatta ne varsa insanların dışındaki bütün varlıklar melektirler. Bu sebeple melekler Allah’ı vermiş olduğu emre muhalefet etmezler. İstisnasız yerine getirirler.

59/21- Şayet Biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.

Allah insanlara iki kanaldan bilgi vermektedir. Birisi vahyi bilgiler, ikincisi de evrensel olan eşyanın yasalarına sırlarına ulaşılan bilgilerdir.

VAHYİ BİLGİLER;

Allah’ın insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa insanlar içerisinden nebiler ve resuller seçerek insanlığa dünya hayatında nasıl yaşam sürüleceği hakkında sunduğu dünyayı kullanma kılavuzu ile ilgili bilgilerdir. 

İşte laik anlayış Allah’ın gönderdiği yaşam kılavuzunu reddetmekle dini sadece vicdanlara hapsederek ahlak olarak sınırlamıştır. Oysa deist ve ateist seküler toplumların anlayamadığı bir gerçek var ki; İlahi mesajın insanların hayatından kaldırılmasıyla bir takım sosyal ve psikolojik rahatsızlıklar toplumu bir virüs gibi sarmakta eşyanın ve toplumun yapısı bozulmaktadır.

2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

İnsan yaratılış olarak iki boyuttan meydana gelmiştir. Birisi topraktan yaratılan et kemik olan beden, ikincisi de o bedenin yaratılış gayesine uygun şekillenmesini temin eden ruhtur. Beden ve ruhun ihtiyaçları karşılanırsa ancak insan rahat ve huzura kavuşur. 

Laisizm insanın vahiy bilgileriyle iletişiminin kesildiği bir hayat tarzı yaşam biçimidir. Bunun kaynağı batıdır. Batı kendi dinleri olan Hıristiyanlığın birçok olumsuz taraflarından kaynaklanan öğretileri tepki olarak yaşamdan kaldırmışlardır. Günümüzde bu toplumların adı deist seküler, pozitivist, rasonalist laik isimleriyle karşımıza çıkmaktadır.

Batının Yahudilik ve Hıristiyan anlayışının bir benzeri de İslam toplumlarına sıçramış ve onların içerisinden büyük bir kısmı batıya özenerek laiklik sevdasına düşmüşlerdir.

Laiklik; din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması dinin devlete devletin de dine karışmamasıdır. Evet, laiklik dinsizlik olmayabilir ama, dini kabul etmek de değildir.

Vahyi bilgileri insan hayatından söküp atarsan insan gece karanlığında kalakalır. Vahyi bilgileri kabul etmemek Allah’ın rabliğini de kabul etmemek demektir. Allah’ı dünya üzerinde kabul etmeyen insan sayısı yok denecek kadar azdır. Ama Allah’ı kabul etmek onun rab olduğunu kabul etmedikten sonra, bir işe yaramaz. Tıpkı susuzluktan yanan bir kişinin suya inanıp da onu içmemesi gibidir. Suyu içmeyen insanın suyu kabul etmesi bir işe yaramaz.

Allah’ın rabliğini kabul etmek de onun nebiler aracılığı ile gönderdiği dünya hayatında insanlar için vahiylerin çerçevesinde inanıp ve yaşamakla olur. İnsan o yaşamla ancak dünya hayatında huzur ve sükûna erer. İşte bu gün dünya hayatında toplumların o yaşamı kabullenip hayatlarına koymadıkları için, toplumun dengesi bozulmuş. Adam öldürme hırsızlık gasp soygun intihar fuhuş yağmalama açlık sefalet alabildiğine kol gezmektedir.

Allah peş peşe dizdiği nebilerle insanları dünya hayatında düzgün yaşamaya davet etmiş kurallara uymayanları ahret âleminde cezalara çarptırılacağını uyarmıştır. Rab olan Allah yerleri ve gökleri yaratmış ve insan en tenha ve en karanlık anda yapmış olduğu yanlış davranışların kaydını yapmaktadır. 

Bu bilinçaltında olan toplumlar ancak Allah’tan korkar ve suç işlemekten kendilerini uzaklaştırabilirler. Dikkat ederseniz suç işlemeler hep insanlardan gizli yerlerde işlenmektedir. Oysa bir Müslüman için Allah’ın gözetlemediği hiç gizli bir yer yoktur. O yapılan her kötülüğü yazmakta işlenen faili meçhul her cinayeti bilmektedir. Hatta insanların kalplerinden geçen çirkin kurmak istediği planları da bilmektedir.

6/59- Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.

2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.

Deizmim böyle bir ilahi mesajı kaybetmekle ve kabul etmekten kaçınmakla, çok büyük bir yanlış yaptıklarının farkına varmalıdırlar. Yerleri ve gökleri yaratan insanı şekillendiren Allah’ın insanlara vahyi bilgi vermeden başıboş bırakması olacak şey değildir. Kuran; Allah’ın insanlara vahyi bilgiler gönderdiğini, kabul etmeyen toplumlara şöyle uyarıda bulunmaktadır.

6/91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar.

Evet, Allah insanlara nebiler aracılığı ile dünya hayatında dünyayı ve kâinatı nasıl kullanılacağına nerde nasıl davranılacağına neyin haram nelerin helal olduğunu bildirerek vahiylerin çizgisinde yürüyenlerle yürümeyenleri imtihan etektedir.

İşte vahyi kendisine rehber edinen toplumlarda, toplumların kendi içlerinden seçtikleri devlet başkanının Allah’ın emirleri içerisinde insanları yönetmek çizgiden sapanlara yaptırım uygulayarak toplumu düzenlemesidir. Allahın emirlerinin Allahın emrettiği şekilde yaşanan bir toplumun yönetim şeklinin adı hilafettir.
HİLAFET

Ehli kitap ve İslam toplumlarında Allah’ın göndermiş olduğu dini güç ve otorite haline geldiklerinde kendi siyasi emellerine alet etmişlerdir. Bu yadsınamaz bir gerçektir. Bu vahyi bilgilere inanan toplumların af edilemez yanlışlarıdır. Ama her şeyin bir yanlışı varsa, bir de mutlaka doğrusu vardır. İslam toplumları nefsanî arzularına uyarak Allah’ın dinini adalet ölçülerinden saptırarak saklamaları gizlemeleri, Hâşâ Allah’ın kusuru değil, Müslüman’ım deyip de uygulamayanların kusurdur. 

Allah doğru bir din ve yaşamın örnekliğini peygamberler aracılığı ile ortaya bir model olarak koymuş Ve bununla kendisinden sonra gelecek kuşaklara kıble olmuşlardır. Fert halinde bir insan yaşayışından başlamak üzere devlet ve otorite haline gelen toplumların nebi olan resulle bizzat tatbikini örnek olarak göstermiş ve kendisinden sonra gelen kuşaklara siz de böyle yaşayın demiştir.

Bu şekilde kabul eden ve yaşayanlar kazanmış bunun dışına sapanlar da kaybetmişlerdir.

2/142- Birtakım beyinsiz insanlar: "Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da Allah'ındır, batı da. O dilediğini doğru yola yöneltir."

2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

İşte son nebi ve resul ile ortaya koyduğu hayat örneği kurandaki yaşam biçimidir. İslam toplumlarının bu Kuran’ı anlama ve uygulama konusundaki yapmış oldukları tahribatlar ve yanlışlar, Allah’a fatura edilmektedir. Oysa Allah nasıl kâinata kusursuz bir düzen verip yaratmışsa, İnsanların nasıl yaşayacaklarının kurallarını da kusursuz olarak göndermiş olduğu kitaplarla ortaya koymuştur. Bu kuralları kabul edip hayatlarına geçirenler hem bu dünyada hem de ahret âleminde kurtulmuşlardır.

KURAN’DA DEVLET YÖNETİMİ!

İslami Devlet: takvanın galebe çaldığı İslam toplumlarında, otoritenin vahyin getirdiği Kurallara göre halkı yönetmesidir. İslam toplumlarında Bir devlet başkanı kendi aklından çıkardığı veya toplumların veya bir zümrenin veya tağuti güçlerin ortaya koyduğu hükümlerle bir toplumu yönetme hakkı yoktur. 

İktidara geçen her devlet başkanı Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde bulunduğu sürece halktan biat istemekte, halk da devlet başkanı Allah’a ve onun getirdiklerine uyduğu sürece itaat edeceğine dair söz vermektedirler. Bir başka ifadeyle devlet başkanı Allah’a itaat ettiği sürece halk ona itaat etmekle yükümlüdür. Halk ile devlet başkanı arasında bu bir sözleşmedir. Anlaşmadır,akittir.

4/59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahret gününe iman ediyorsanız, Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

İman: Allah’a, Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlere kitaplara, meleklere ve ahret âleminde tekrar diriltilip hesap görüleceğine inanmak demektir. İşte gönderilen kitapların getirdiği kurallar çerçevesinde de hayatı yaşamak Salih ameli oluşturur.

Her iman eden kendi bulunmuş olduğu konumda kendi üzerine yüklenmiş olduğu görev ve sorumluluğu yerine getirmekle görevlidir. Kim Allah’ın koyduğu kurallara Allah’ın tanımladığı şekilde uyarsa kendi iyiliği kendi menfaati içindir. Her yapılan güzel davranışlar kişinin kendi lehine, her yapılan kötü ve yanlış davranışlar da kişinin kendi aleyhinedir.

41/46- Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük ederse, o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir.

Allah’a İtaat onun koyduğu kurallara itaattir. Resullere itaat, Onlar O kuralları Allah’tan getirdikleri, vahyi emrettikleri için onlara kesin bir itaat vardır. Devlet başkanlarına itaat de nüans farkıyla peygamberlere itaatten ayrılmaktadır. Onlar Allah’a ve resulüne itaat ettikleri sürece onlara itaat şartı koşulmaktadır.

Peygamberlere itaat Allaha itaatle aynı konumda anılmaktadır. Çünkü peygamberlerin söyledikleri ve yaşadıkları vahyin ölçüsündedirler. İslam toplumlarında yanlış anlaşılan peygamber kavramı sanki Allah’ın gönderdiği vahiyler eksikmiş gibi peygamberlerin sünneti ve hadisleriyle tamamlanıyormuş gibi bir anlayış ortada dolaşmaktadır.

33/36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

4/65- Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.

Görüldüğü gibi peygamberi diğer insanlardan ayıran, onun vahiy konuşması vahyin ölçüleri içerisinde yaşamasıdır. Peygamberlere itaatin hep Allah ile beraber anılması onların vahyin dışında bir şey söylem ve eylemlerde bulunmamasından dolayıdır. Vahiyleri peygamberlerden kaldırıp atarsan peygamberler de diğer insanlardan farkı kalmazdı.

69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

69/48- Çünkü o (Kuran, Allah'tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür.

İslam bütün insanları Allah’ın dışında tapınılan putları kaldırarak sadece ve sadece yerleri ve gökleri yaratan Allah’a kulluk ve ibadet etmeyi öğütlemektedir. Deneme sürecinde olan insanların kendi özgür iradeleriyle farklı yollarda yürümeleri Allah'ın ayetlerindendir. 

Allah insanları isteseydi tek bir ümmet ve şeriat içerisinde yaratmasını bilirdi. Farklı seçim sadece insanlar içindir. Rab yolu bir tanedir bu yolda olalar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisindedirler. Gayrı rabbani yol ise yüzlerce binlerce ümmet ve şeriat içerisindedirler. Allah insanları Rab yolunda birlik ve beraberliğe çağırmaktadır. Kim Rab yolunda seyrini sürdürürse Allah'ın helal ettiklerini helal bilip haram ettiklerinden kaçınırsa kurtuluşta olan onlardır.

Vahyin gölgesinde hayat sürmek isteyenler ancak iman eden ve Salih amel işleyenlerdir. Ne peygamberlerin ne de insanlar içerisinde herhangi birilerinin kanun koyma hüküm koyma hakkına sahip değildir. Kim Allah’ın koyduğu kanunlarla yönetmezse onlar bilsinler ki kâfir olanlar ve gerçeği örtenlerdir.

5/44- Gerçek şu ki, Biz Tevrat’ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabı’nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır.

Nebiler yanlış yaptıklarında onlar Allah tarafından düzeltilmişlerdir. Ama nebiler dışında yanlış yapanların yanlış yaptıkları ancak gönderilmiş olan vahiylere uyup uymadığı ile ölçülür.

22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde son nebi ve resulünü bir fert halinde müşrik bir toplum içerisinde nerde nasıl davranması gerektiğini vahyin gözetiminde onunla beraber olanları eğiterek ve yönlendirerek devlet olma konumundaki durumunu da anlatarak kendisinden sonra gelecek olan toplumlara örnek olmuştur. İslam’da devlet yok olmaz diyenlere Alın size güzel bir örnek diye Allah bize haber vermektedir. 2/43

İnsan kendisi içerisinde bile kendi iktidarını kurmaktadır. Her insan kendi özgür iradesiyle ya iblisin ve şeytanın sözünü tutar, kâfir ve müşrik iktidarını kurar ve onun emirleri doğrultusunda yaşar. Ya da takvanın teklifi sonucunda Muttaki iktidarını kurarak vahyin emirleri doğrultusunda yaşar. Kuran Muttaki olanların yol göstericisi olan bir kitaptır.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

Nasıl olur ki; Muttaki olanlar halkın çoğunluğunu teşkil ettiği halde idareciler müşrik ve kâfir olsunlar? bu olacak şey değildir. Muttaki insanın yol göstericisi kuran ise Muttaki toplumların yol göstericisi de kurandır. Onlar idare edenler ancak Kuran’ın getirdiği kurallar çerçevesinde hareket ederler ve etmek zorundadırlar.

İslam devleti halkıyla beraber Allah’ın yasak ettiklerine karşı birlik ve beraberlik içerisinde savaşmakta birleşmektedirler. Onlar hayır olan şeylerde birbirlerini destek olurlar. Kötü ve yanlış olanlarda ise asla birbirlerine destek olmazlar. 

Devlet başkanları kendisiyle beraber kurduğu ekiple hiçbir zaman Allah’ın helal kıldığı bir şeyi yasalaştırıp, topluma dayatıp haram kılamaz, Allah’ın haram kıldığı bir şeyi de topluma helal kılamaz. Bu gün halkın içerisinden Allah’ın haram kıldıkları suçları fertlerden işleyebilirler ama devlet bunlara karşı yaptırım uygulayarak toplumu yanlış gidişattan korumakla görevlidir.

Eğer Allah içki içilmesini yasaklamışsa bir devlet başkanı bir içki fabrikası kurarak halka satamaz. Onun servis yapılmasını teşvik edemez, Allah namahrem olan bir erkekle namahrem olan bir kadının kendi özgür iradeleriyle zina yapmalarına izin veremez.

5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

5/92- Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.

Allah İçkiyi Şeytanın işi ifadesini kullanırken İslam toplumlarında içki fabrikalarının kurulması her mahallede her köşeye meyhane açılarak insanlara servis yapma ruhsatı verilerek mazlum halkı şeytanın yoluna teşvik etmeleri neyin nesidir?

60/12- Ey Peygamber, mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (gayri meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma'ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere, sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret iste. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Zina Kuran’da Yasaklanan büyük günahlar içerisinde yer almaktadır. Allah’ın yasak ettiği bütün şeyler insanlara ve toplumlara Zaralı, helal ettiği bütün şeyler de topluma faydalı olan şeylerdir. İslam toplumlarında bir devlet başkanı kalkıp da Allah’ın yasak kıldığı bir zinayı, kanun düzenleyip helalleştiremez. Zina; toplumda fesadın fitnenin yaygınlaşmasına kim kime ait olduğu bilinmeyen bir nesil üremesine yol açar.

Bu gün öldürme ve öldürülmeleri cinayetlerin büyük bir kısmı bu zina yüzünden kaynaklanmaktadır. Allah insanların fıtratına Allah’a inanmasa bile bu kendisine ait olan bir eşin başkası tarafından atlatılması boşanma sebebi olmaktadır. Sen bir devlet olarak kal da bir genel evi aç! bizzat Allah’ın yasakladığı bir fiilin teşvikçisi ol. bu doğru değildir.

Kuran bazı zorunlu nedenlerle zina yapmamak toplumda fesadın yaygınlaşmasını engellemek için peygamberlerde sınırsız bir evliliğin, diğer Müslüman erkeklerde dörde kadar Müslüman kadınlarla evlenme ruhsatı vermiştir. Konumuz bu olmadığı için detayına girmeyeceğim. Ama hem peygamberlere hem de Müslüman erkeklere böyle bir ruhsatı Allah kendi yarattıklarına verirken kimin bu ruhsat kaldırma hakkı olabilir?

Bu gün laik ülkelerde birden fazla evliliği resmen yasaklayarak Allah’ın zorunlu şartlarda hem kadınların hem erkeklerin rızasıyla evlenmelerin önüne geçilmesi Allah’ın insanlara verilmiş olan özgürlük haklarına müdahale edilmesi demektir.

4/3- Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu, sapmamanıza daha yakındır.

33/50- Ey Peygamber, gerçekten Biz sana ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini ve Allah'ın sana ganimet olarak verdikleri (savaş esirleri)nden sağ elinin malik olduğu (cariyeler) ile seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını helal kıldık. Bir de, kendisini peygambere hibe eden ve peygamberin kendisini almak istediği mümin bir kadını da, -müminler için olmaksızın yalnızca sana has olmak üzere- (senin için helal kıldık). Biz, kendi eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) konusunda onlar (müminler) üzerine neyi farz kıldığımızı bildik (size bildirdik). Böylelikle senin için hiçbir güçlük olmasın. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Allah Böyle bir düzen sistem kurmuş. İşine gelirse kabul et, sonucunda hem dünyada hem de ahret âleminde mutluluğu elde et. İşine gelmezse reddet hem dünya hayatında hem de ahret hayatında mutsuz ve bedbaht ol. O senin bileceğin bir şeydir.

Allah Dünya hayatında başkalarına zulüm edilmediği sürece inananlara başka dinde olanlara saldırma izni vermiyor. Dünya hayatı bir deneme salonudur. Allah dininden inancından dolayı kimseye savaş açılmasını emretmez. Ancak dininden dolayı savaş açanlara savaşla karşılık verilmesini emreder.

2/192- Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.

2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.

2/194- Haram ay, haram aya karşılıktır; hürmetler (de) karşılıklıdır. Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah, muhakkak ki korkup-sakınanlarla beraberdir.

İslam; Ayrı dinlerdeki insanları kendi dinlerini özgürce yaşamalarına ortam hazırlayan bir dindir. Yoksa insanları Müslüman etmek değildir. İslam olduğu zaman, insanlar rahat bir nefes almanın ortamını yakalamışlardır. Ve öyledir. Bellerine intihar bombaları bağlayıp mazlum insanların üzerinde patlatmak ne Allah’ın emridir. Ne de cihattır. Olsa olsa bu bir zulümdür Allah’ın yasakladığı bir eylemdir.

Bizi ve kâinatı yatan Allahtır. Neyin nasıl olacağına o karar verir. İstersen Allah’ın emirlerine uymayacaksan veya beğenmiyorsan onun mülkünden çık. Kendi çiftliğini kendin kur. Sen kendine göre dünyada bir ideoloji ortaya koy. Yapabiliyorsan sen kendi yarattığını yönet.

İKİNCİ BİLGİ KÂİNATIN VE EŞYANIN YAPISINA ALLAH’IN KOYDUĞU BİLGİLER!

Kâinatta yaratılmış Her varlık, Allah Tarafından kotlanmış bilgilerle donatılmışlardır. Bu bakmadan o bilgilere ulaşmak Allah ile konuşmaktır. Kuran’ın “Perde arkasından konuşur” ifadesi; Allah’ın kâfir olanlara bile eşyanın bilgilerine yönelenlere bilgilerini açması demektir.

42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahy etmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Her insan Allah ile ya nebiler aracılığı ile gönderilen vahiylerle konuşur. Ya da vahiyleri kabul etmeyenler evrende yaratılmış eşyanın bilgisine ulaşmakla konuşurlar. Peygamberlere gelen vahiylere iman etmeyen fakat eşyanın yapısını inceleyen ve o bilgilere ulaşanlar, Kuran’da “ya da perde arkasından” konuşur ifade edilen bir konuşmadır.

Yerlerde ve göklerde insanlar dışında yaratılmış olan, bütün varlıklar insanların hizmeti için yaratılmışlardır. Bunun kuran'da genel adı melektir. Melek Allah’ın eşyaya yüklediği bilgiler kesinlikle insanları yanıltmazlar. O bilgilere ulaşıp dünya hayatını süsleyenler dünyada üstün olanlardır. 

Bu bilgiler insanlığın var oluşuyla beraber öğrenilmeye başlayan bilgilerdir. İnsanlığın ilk yaratılışlarında sıfır olan bilgi, deneme yanılma yoluyla öğrenmeler-le bu günkü bilgisayar ve uzay çağına insanları taşımıştır. İnsanlara, Allah’ın bilmedikleri konularda bilgi iletmesi ve ilham gelmesi bunu göstermektedir.

Gemiler uçaklar, tramvaylar motorlu taşıtlar, bilgisayarlar, elektriğin icadı, fabrikalar, mucitler tarafından icat edilmemiş olsaydı, insanların ilk yaratılışlarındaki gibi bilgisiz kalırlardı. İşte âdeme isimlerin öğretilmesinin Kuran’da anlatılan karşılığı budur.

2/ 31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.

İsimlerin öğretilmesi insanlar eşyaya yöneldikçe onlardaki sırları çözdükçe kendilerine yararlı ve zararlı hale dönüştürmeleridir. Bir ağacın bilgisine ulaşarak ondan yaralanma, bir ineğin süt vermesinin en verimli hale getirilmesi, bir binanın inşaatında kullanılan malzemelerin en mükemmellerini elde ederek insanları barındıracak ev yapmaları, madenlerin yardımını alarak havada uçacak hale gelinmesi Allah’ın hep insanlara Bilmediklerini insanlar yöneldiklerinde öğretmesiyle mümkün olmaktadır.

İşte Batı bu bilgilere ulaşmakla Üstünlüğü sağlamıştır. Mehmet Akif’in söylediği gibi “Avrupalının dini var, bizim işimize benzer, oların işi var bizim dinimize benzer” demekle isabetli bir söz söylemiştir. Allah kim hangi işe gereği gibi sarılıp çalışanlara istediklerini verir. İnanların dini vahiyle hem dem olmadır ama o din İslam toplumlarında yok o din insanlara eşyanın bilgisine gereği gibi sarılarak inanların güçlü olmasını istemektedir.

Güç ve kuvvet olmayı Allah başkalarına zulüm ve baskı aracı olarak kullanmayı değil, başkalarının yaptıkları zulümlere karşı boyun eğmemek onurlu ve dik duruşu korumak için Allah istemektedir. Batı bunu başarmış. Yiğidi öldür hakkını yeme derler. Onların Dünya üzerinde büyüklenme  kibirlenme güçlü olmalarından kaynaklanmaktadır.

Doğu ise Maalesef Mistik teolojik tasavvufi bilgilerden öteye geçememiş kendilerine gelen vahyi bilgileri de anlayamamışlar. Bu yüzden devamlı batının müstemlekesi durumunda kalmışlardır.

Kuran hem doğuya hem de batıya şu mesajı vermektedir. Ey batı; sen Allah’ın sana gönderdiği nebiler ve resullerle vahyi bilgileri kabul etmemekle bir takım telafisi mümkün olmayan yanlışlıklara düşmektesin sende Ahret inancı yok. Allah ise nebi ve resuller aracılığı ile bu büyük haberi size vermişti. 

Ahret âlemini kabul etmemekle ne büyük bir gaflet içerisine girdiniz. Dünya hayatında Allah’ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da harmanlamakla dünyada ekini ve nesli yok ederek fesat çıkardınız. 

Kuran’a yönelin hem eşyanın yapısına hem de vahyi bilgilerle donatılarak beden ve ruhunuzun istediklerini yerine getirin. Beden ruhsuz ruh bedensiz bir anlam taşımadığı gibi, Madde ile mananın kucaklaşmasıyla ancak dünya hayatı sükûna kavuşur. Fırtınalar diner.

Kuran doğuya da şu mesajı vermektedir. Ey! Doğu sen eşyanın bilgisine ulaşmayı ihmal etmekle çok şeyler kaybettin. Batı seni güç ve kuvvet kullanarak böldü parçaladı ve yuttu. 

Kendi dinini ayakta tutabilmek için güçlü olmalıydın. Onların silahlarına karşı silahlar hazırlamalıydı. Kadercilik anlayışından kurtularak bizzat kaderin bir aktör ve aktirist olduğunun bilincinde olmalıydı. Vahyi doğru anlamakla bir takım mezheplere fırkalara ayrılmakla birbirlerinize düşman oldunuz, 

zayıfladınız küfrün senin üzerinde oynadığı oyunlara istemeseniz de göz yumdunuz veya göz yummak zorunda kaldınız. Uyanın bilin ki kâfirler karşısında eşyanın bilgisine ulaşmakla melekleri kendi lehine hizmet ettirmekle ancak küfrün karşısında onurlu ve dik duruşunu koruyabilirsin.

Kuran diyor ki; Ey Batı ve doğu; gelin kardeş olun. Herkes ürettiklerini paylaşsın. İnfak edin ki, öksüzler yetimler, yoksullar yolda kalmışlar isteyip dilenenler bayram etsin. kazandıklarını yığıp biriktirmekle kendinden sonraki gelenleri birbirine düşürme. 

“Ne verirsen elinle o gider seninle “ Ölen ahret âlemine güzel amellerden başka bir şey götürmeyecek, biriktirip yığmakla o malları kendin için yürek acısı yapma. İnsanları öldürmeyin, hırsızlık yapmayın, zina etmeyin, kimse kimseye dininden dolayı zulüm ve işkence yapmasın. Allah’a şirk koşmayın, içki ve kumarla aranızın açılmasına fırsat vermeyin faiz almayın. Dünyada güzel güzel yaşamak varken savaş Dünya’yı yeri haline getirmeyin diye mesaj vermektedir.

Allah; Vahyi bilgileri göndermekle Dünya hayatında insanların nerde nasıl kendilerine uygun söz davranış ve eylem yapacaklarının Kurallarını prensiplerini en ince ayrıntılarla öğretmektedir. İnsanları cehaletten aydınlığa karanlıklardan nura, bilgilendirmeye sevk etmektedir.

Batının vahyi bilgileri inkâr etmekle, peygamberliği kitaplarını ahreti de inkâr etmelerine neden olmaktadır. O mükemmel bir insanın böyle kısacık bir zaman dilimi içerisinde yaşaması ve ölmesi yok olması düşünülemez. O kendisine ayrılmış zaman dilimi içerisinde sonuçlarına katlanmak koşulu ile iki seçenekten (rabbani yol Tağuti yol) her hangi birini seçmeyi, kendi özgür iradesine bırakmıştır.

76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur, ya da nankör.

Bu söylemle insanlar diğer yaratıklardan ayrılmış, dünya hayatında kendilerine ayrılmış bir zaman dilimi içerisinde eceline kadar denenmektedirler. Kim bu dünya hayatında kendisine Allah tarafından gelmiş nebi ve resullerin getirdiklerini kabul eder, ve o kurallara göre hayatlarını düzenlerlerse Bu dünyanın bitişiyle beraber onun için ebedi meşakkatsiz bir cennet ile hayat devam edecektir.

İblisin yaratılması ve insanı bu ebedi cennetten alı koymayı teklif sunması içindir. Ama aklını kullanan insan basit dünyalık zevkler uğruna ebedi saadetini terk etmemeli onların vesveselerine karşı doğru yollarını muhafaza etmelidirler.

7/ 20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Şeytan; iblisin tekliflerinin ilkeleşerek insan üzerinde aktifleşmesi ve icraata geçmesidir.” : "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Eğer İnsanın fıtratında insanı kötülüklere doğru sürükleyen bir eğilim olmamış olsaydı İnsanlar da diğer meleklerden farkları kalmazdı. Melekler kendilerine kotlanmış olarak verilen görevler dışına çıkmamaktadırlar. Ama insana gelince insan kendi kendisine karar vererek kendi yolunu kendilerine sunulmuş alternatifler içerisinde seçme yetkisine sahiptir.

İblisin ve şeytanın teklifini yerine getiren insanlar, bu dünya hayatında bedbaht ahret hayatında da badbahtırlar. Bu sebeple şeytan insanları ebedi cennet yaşamından alıkoymakla görevlidir. “ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

İşte insanların sadece yaşam olarak dünyayı olarak görmeleri, şeytanın insan üzerindeki hegemonyasının bir tezahürüdür. Oysa İnsan ebedi bir yaşamın sınavını vermek için dünyada vardır.

67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

İnanan insan vahyi kendisine rehber edinen insandır. Allah’ın ayetlerini bir menfaat karşılığında satmayan gizlemeyen başına bundan dolayı bir takım ölüm de dâhil gelecek olanlara karşı hazırlıklı olmayı gerektirir. Bu sebeple kendisine varilmiş olan görevleri hem söylem hem de eylem olarak yerine getirip getirmemesindeki hassasiyete göre insanlar ödüllerini alacaklardır.

Batı; deist, seküler, laik, pozitivist ateist, Marksist rasyonalist anlayışlarla vahiyden uzaklaşmakta, doğu da tasavvuf, tarikat mezhep meşrep mistik anlayışlarla akıl ve evrene koyduğu bilgilerden uzaklaşmaktadır. Kuran’ın sunduğu din ise Vahiyle eşyanın bilgisinin bir arada olduğunu öğütleyen bir dindir. Söyleyen güzel söylemiş “ ilimsiz bir din kör, dinsiz bir ilim de topaldır.”

30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

30/ 43- Öyleyse sen, Allah'tan (bir takdir olarak) geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce, yüzünü dimdik ayakta duran dine çevir. O gün parça parça bölünecekler.

Allah'ın insanlara sunduğu din, Kuran'la kuranın, kâinatla kâinatın ve kuranla kâinatın çatışmadığı bir dindir. Yani bir söylem ve eylemin doğruluğunu test edebilmek için şu dört şartla uyum halinde olması gerekir. 

KURAN, İLİM AKIL, PRATİK HAYAT.

Maalesef ne Kuran’ın anlattığı bir din, ne de Kuran’a göre yaşayan dünya üzerinde ne bir toplum ne de bir devlet vardır. Asırlardır kuran mahcur bırakılmış sadece mezarlıklarda ölülerin arkasında yüzünden toplumun anlamadığı bir dille okunup durmuştur.

Artık Dünya yeni bir kuran anlayışıyla sarsılacak ezberler bozulacak, daha ilk inişinde çatlamış topraklara yarılmış dudaklara su olarak inerek susuzluğu giderecek bir anı sabır ve hararetle beklemektedir.

İslam toplumları zan ve tahminle ortaya koyup vahyin dışındaki din anlayışlarını terk etmedikçe, batı toplumları da Kuran’ın verdiği ilahi mesaja kulak tıkamaya devam ettikçe bu dünya layık olduğu düzene asla kavuşamayacak, öldürme gasp saldırı, intihar zulüm işkence daha sayılamayacak kadar insana yakışmayan nahoş hadiseler görülmeye devam edecektir.

Laiklik anlayışı; yanlış din anlayışlarının ortaya getirdiği bir takım menfi sorunlara karşı teki göstermekle, Ortaya çıkmıştır. Oysa Allah’ın gönderdiği din insanların incelenip detaylı bilgilere eriştiklerinde insanın istediklerinin tam bir karşılığı olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Kurna’nın anlattığı din insanların uydurdukları dinlerden ayrılarak yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın ortaya koyduğu kurallar ve yasalardır. Başka dinlerdeki yanlışlıklara kuranın anlattıklarını da karıştırarak büyük bir haksızlık yapılmaktadır. Allah insanı yaratsın yaratan kabul edilsin fakat Allah’ın insan üzerindeki tasavvuru elinden alınsın. Bu anlayış mucidi kabul edip icadının üzerindeki tasarrufunu yasaklamak gibidir.

İman sahibi hiçbir kimse ben laikim diyemez. İnsanlara bunu tavsiye de edemez. Ben laikim demek peygamberliği kitaplarını ahreti inkâr etmek demektir. Bir başka ifadeyle Bağcıyı kovup üzümünü yemektir, bir başka ifadeyle Allah’ın insan üzerindeki tasarrufunun elinden alınması demektir.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAAN
MERSİN ANAMUR
http//kuranianlamametodu.blogspot.com

5 Aralık 2011 Pazartesi

24-ABESE SURE'SİNİN TEFSİRİ.


Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla!

Abese suresi nüzul sırasına göre yirmi dört, Kuran sıralamasına göre de sekseninci ayet olup, kırk iki ayetten ibarettir. Mekke de nazil olmuştur.

80/1- Surat astı ve yüz çevirdi;

80/2- Kendisine o kör geldi diye.

80/3- Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak?

80/4- Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak.

Bu ayetler; Allah resulünün yaptığı bir yanlışı hatırlatarak, malı mülkü olmayan vücut azaları arızalı olan bir insana yapılan yanlış bir davranışı kınayarak devrim niteliğinde bir mesaj vermektedir. 

Allah, insanın malına mülküne güzelliğine çirkinliğine cinsiyetine ırkına kabilesine bakmadan insandaki takvasına bakar. ona göre insanları değerlendirir. İnsanların farklı karakter ve farklı cinslerde yaratılması, Bilenler için Allah’ın ayetlerindendir.

49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.

Mal ve mülk Allah’a aittir. İnsanların bazılarının zengin, bazılarının fakir, bazılarının kör topal, bazılarının sağlıklı oluşları, Allah katında hiçbir zaman avantajlı ve dezavantajlı değildir. Üstünlük ancak kendi konumunda kendi üzerine düşen görevi en hassas şekilde yerine getirmekle sağlanabilir.

 Her insan dünya hayatında bir tiyatroda aktör ve aktirist gibi birer rol üslenmişlerdir. Önemli olan kişinin hangi rolde bulunması değil, kişilerin rollerini en güzel bir şekilde oynayıp, Allah’ın Rızasını kazanarak ebedi bir saadetin ve mutlulğun zeminini hazırlamaktır.

Abese suresinde bahsedilen, ama birinin arınmak için gelmesine yüz buruşturup burun kıvıran resulün şahsında Bu davranışta bulunan bütün insanlar kınanmaktadırlar. Kuran’da peygamberlerden yanlış davranışta bulunanların yanlışlıklarını Allah düzeltmekte yanlışlar kaldırılarak doğrularıyla değiştirilmektedir.

22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

22/53- Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler.

Her insanda mutlaka insanları yanlışa isyana başkaldırmaya iten bir iblis ve akabinde onun teklifleri kişide ilkeleşerek insanları saptırmaya yeltenen bir olgu vardır. Peygamberlerin dışındaki insanlar şeytanın katmalarını ancak vicdani sorgulama ve nebilere gönderilen vahiylerden anlayabilirler. ve düzeltebilirler. Ama Peygamberlerde olan yanlışlıklar, hemen Allah tarafından vahiyle düzeltilerek şeytanın katmaları çıkartılıp Allah kendi ayetlerini pekiştirmektedir.

Kuran’da birçok peygamberin yaptığı yanlış davranışlarından ve düzeltilmiş bazı yanlışlardan örnekler verilmektedir.

7/ 150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: "Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) "Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)" dedi.

Hazreti Musa peygamberin kardeşine niçin benim kavmimi saptırdın? Deme hakkı yoktu. Çünkü İnsanın kendisi istemedikçe başka insanların onu ne saptırmaya ne de doğru yola getirmeye güçleri yetmezdi.

Bu serzenişi kuran, levhaları attı. Kabaran öfkesi ifadesiyle vahyin gözetiminden çıkarak ona kovulmuş şeytanın musallatlığından söz etmektedir. Bakınız aynı surenin devamında tekrar vahyin kontrolüne girmeyi kuran nasıl anlatıyor?

7/ 151- (Musa yalvarıp) Dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." 

7/152- Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, 'yalan düzüp-uyduranları' böyle cezalandırırız.

7/153- Kötülük işleyip bunun ardından tövbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tövbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.

7/154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı).

Kuran, son nebi ve resulün bir yanlışlığından daha bahsetmektedir.

66/ 1- Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Bir peygamberin Allah’ın helal kıldığı bir şeyi, haram kılma hakkı yoktur. Bu konumuzla ilgili bir mesele değil ama yeri ve zamanı geldikçe Allah’ın peygambere helal kılıp da kendisine haramlaştırdığı şeyin ne olduğunu detaylarıyla anlatacağım inşallah. Burada şu kadarını söylemeliyim ki; müfessirlerin anlattığı gibi peygamberin hanımlarının hatırı için Allah’ın kendisine helal kılıp haramlaştırdığı şey, bal şerbeti zencefil değildi. Konunun diğer kalan kısmı, konuyla ilgili açıklanana kadar kalsın.

Ümmü mektum olayını toparlayacak olursak, Allah resulünün kendisine ama olarak gelen ümmi mektumun gelişinden rahatsız olduğunu ve Mekke’nin ileri gelenlerine, bir başka ifadeyle müstekbirlerine zenginlerine, Bir şeyler anlatma ve onlarda yankı uyandırma peşine düştüğünü Allah eleştirmektedir. Zaten alttaki ayetlerde bu yanlışlığın sebeplerini açıklanmaktadır.

80/5- Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sana n) ise,

80/6- İşte sen, onda 'yankı uyandırmaya çalışıyorsun.

80/7- Oysa onun temizlenip-arınmasından sana ne?

Peygamberlerin veya rabbani yolda olanların, birilerini Müslüman etme veya İslam’ı kabul ettirme diye bir görevleri yoktur. Allah her insana doğru yola gidebilecek şekilde donanımını vermiştir. Sadece nebi ve resullerin görevi onları, yaptıkları yanlışlara karşı uyarmaktır. Geri kalan görev uyarılanlar üzerinde bir sorumluluktur.

Bu ayetler çağımızda makam sahibi, mal mülk sahibi arabası evleri yatları olanlara değer verilip de, belki içi Allah korkusuyla yanıp tutuşan insanlara değer vermeyen toplumların yanlış davranışlarına şamar gibi gelmektedir.

2/ 272- Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır, olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir.

Kim olursa Olsun Mutlaka uyarılmalıdır. Ama her şeyin bir ölçüsü ve dozajı vardır. Allah Zalim olan ve halkı fırkalara ayırıp zayıflatarak köleleştiren kendisine karşı çıkanlara bile bir uyarının usulüne uygun olarak yapılmasını istemektedir.

20/41- "Seni Kendim için seçtim."

20/42- "Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.

20/43- "İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."

20/44- "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar."

Ama Hiçbir zaman bu uyarma firavun gibilerinin o arınmak isteyen bir âmâdan daha önemli olduğunu göstermez.

Bütün insanlarda bu hastalık maraz halinde berrak bir şekilde görülmektedir. İnsanlara değer verilirken malına mülküne makamına koltuğuna şöhretine bakarak değer verilmektedir. Eğer bir kişi Allah’ın en sevdiği kul olsa bile o bu özelliklere sahip değilse toplum nazarında o kişinin anlam ve önemi yoktur.

80/8- Ama koşarak sana gelen ise,

Buradaki yapılan yanlışlık, Nasrettin hocanın kürk meselesi gibi yanlışlıktır. Ona yapılan iltifat kendisine değil onun giyim ve kuşamına yapılan iltifattır. Peygamberimizin müstağni onlara yapılan iltifat onların makam ve koltuklarına yapılmaktadır. Belki o değer vermediği kör topal aksak olan fakat arınmak isteyen şahıs, Müstekbir, burunları havada olan, makam mevki sahibi onlardan, Allah katında daha sevimli ve daha değerlidir. 

Şu bir gerçek ki; İnsanlar malda makamda ilerledikçe Allah’tan uzaklaşmakta, mal ve makamı kaybedince de Allah’a yaklaşmaktadırlar. İnsanlardaki kibir ve gurur onların kendilerini ihtiyaçsız hissetmelerinden kaynaklanmaktadır. İnsanların Allah’a en yakın oldukları an, Dünyalık her şeylerini kaybetme veya kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları andır.

10/22- Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir. Onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız."

10/23- Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz bizedir. Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.

80/9- Ki o, 'içi titreyerek korkar' bir durumdadır;

Belki onun malı mülkü şatafatlı bir hayatı yok. ama o altın gibi bir kalbe sahiptir. O kendisine verilen imkânlarla doğru yolu bularak arınmak istemektedir. Asıl senin ilgilenmen gereken seni dinlemek ve sana tabi olmak isteyenlerdir.

50/45- Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kuran ile öğüt ver. 

27/80- Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.

27/81- Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.

Yukarda verdiğim ayet örnekleri mesajın kime dinletilip dinletilmeyeceği ile ilgilidir. Dinlemeyene kaçana, saygısıza değer vermeyene değer verip zaman harcayacağına senden bir şey öğrenmek temizlenmek arınmak için yanıp tutuşanlara tebliğini yap.

Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmazmış. Ahrete iman etmeyen bir adama Allah seni cehennemde cezalandıracak dersen gülünç olmaz mı? İnanmadığı bir şeye onun için neler söylesen fark etmez.

2/6- Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.
80/10- Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun.

Zaman dar yapılacak iş çok. Sana verilmiş olan süreyi en güzel biçimde değerlendir. Sen o kıymetli zamanını sana arınmak için gelenle değil senden uzaklaşmak kaçmak isteyenlerle geçiriyorsun.

80/11- Hayır; çünkü o (Kuran), bir öğüttür.

Kuran doğru yolda yürümek isteyenler için bir öğüttür. Bir yaşam kılavuzu hayat projesidir. 

80/12- Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.'

Bu konu İslam toplumlarında yanlış anlaşılan konular içerisinde en önde gelen konular içerisinde yer almaktadır. Dilediğim ve dileyen ile ilgili birkaç tane ayet örneği verdikten sonra dilemenin ne demek olduğunu Kuran bütünlüğü içerisinde konuşlandığı yeri yakalamaya çalışalım.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

16/93- Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız.

Ayet içerisinde “ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir.” İfadesi, sapma ve hidayete erdirme kişilerin kendileriyle yakından ilgilidir. Ayeti doğru anlamak için Kuran’ın onunla ilgili ayetlerin bütününe bakmak gerekir. Eğer Allah insanlardan herhangi birini dileyip saptırıyorsa aynı zamanda herhangi birini de dileyip hidayete erdiriyorsa, o zaman insanların suç işleme ve güzellikte bulunmaları neticesinde mükâfat ve ceza verme olayı da olmaması gerekirdi.


Düşünüldüğünde saptırma ve hidayete erdirme Allah’ın elinde olan bir şeydir. Oysa Allah kişi kendisi sapmak istemedikçe saptırmaz. Kişi kendisi hidayete ermek istemedikçe de hidayete erdirmez. Sapmayı ve hidayete getirmeyi yaratan Allah’tır. İnsanlara her iki yola gitme eğiliminin özgürlüğünü veren de Allah’tır. 

7/ 28- Onlar, 'çirkin bir hayâsızlık' işlediklerinde: "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin hayâsızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"

Allah Âdemin şahsında bütün insanlara “yasak ağaç” ifadesiyle pis, murdar insanlara zarar ve haram olan şeyleri yasaklamış. Güzel ve temiz olan şeyleri de helal kılmıştır. Allah hiç kimseye zulüm yapmaz. İnsanlar ancak kendi kendilerine zulmederler. Allah, bir hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar insanlara haksızlık yapmayacaktır.

4/ 77- Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."

'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."

Eğer Allah insanların gittikleri yolda, sapma ve hidayete ermede bir müdahale etmesi olayı olmuş olsaydı, insanların denenmelerine ihtiyaç da kalmazdı. Oysa Allah sadece yeryüzünde insanları belirli bir zaman dilimi içerisinde denemeye tabi tutup, ceza ve mükâfatı ahret âlemine saklamaktadır.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

O zaman Allah kimseyi saptırmaz kimseye hidayet vermez kimseyi bağışlamaz. Ancak Allah sapmayı hidayete gelmeyi ve bağışlanmayı yaratır. Denemek için yarattığı insanların önüne koyar. İnsanlar Özgür iradeleriyle dileyen sapar. Dileyen bağışlamak ister. dileyen de hidayete erer. Kuran içerisinde saptırma ve hidayete getirme ifadesi ve anlaşılması gereken de bu olmalıdır.

“Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.” Ayeti yukarıdaki anlattıklarımızı teyit etmektedir.

80/13- O (Kuran), 'şerefli-üstün' sahifelerdedir.

Kuran Hakkında detaylı bilgilere sahip olmayanlar kuranın değerini anlayamayan ve İnanmayanlar, ileri geri aslı astarı olmayan laflar etmişlerdir. En önemli olanı Kuran Allah tarafından indirilmiş olup o kovulmuş şeytanın katıştırmalarından uzak oluşudur.

15/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.

Nedir kuranın Allah tarafından indirilip Allah tarafından korunmasının anlamı?

TEVRAT VE İNCİL NEDEN KORUNMADI DA KURAN KORUNDU?

İslam dünyası ile Yahudi ve Hıristiyan toplumlarının epey bu düşünce kafalarını karıştırmıştır. Kuran’da Kuran’ın Allah tarafından indirilip koruma altına alındığını söylediği halde, İncil ve Tevrat için böyle bir koruma söz konusu olmamıştır. Neden? Hep insanların kafasını bu sorular işgal etmiştir.

15/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.

Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa devamlı insanlara kendi içlerinden nebiler ve resuller göndermiştir. Nebi vahye muhatap olan insanların, Allah’ın gönderdiği vahiyleri insanlara ulaştıran elçilerdir.

İnsanlığın başlangıcı Allah’ın evrende yarattığı insanların dışındaki varlıkların hepsinin eksiksiz var olmasıyla, başlamaktadır. Yani İnsanlar, kâinatta yaratılmış olan varlıkların en son olarak yaratılanıdır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti. 

İnsan hem yeryüzünde hem de kâinat içerisinde yaratılmış olan varlıkların en mükemmelidir. Kâinatta insanın özelliklerinin bir benzeri insanların dışında yaratılmış olan hiçbir varlıkta yoktur. Ama insanın yaratılış biçimi kâinattaki yaratılmış olan bütün varlıkların özelliklerini taşımakla insan bir kâinat veya kâinatın küçültülmüş bir hali diyebiliriz.

İnsanların dışındaki yaratılmış olan bütün varlıklar, kendilerine özgü bilgi kotlanmasıyla görev alanları içerisinde secdelerini yapmaktadırlar. Kâinatın yaratılışında insanların dışında yaratılmış olan varlıklar hangi bir görev Onlara kotlanmışsa onu yerine getirmişlerdir. Arı bal yapıyorsa ilk yaratılışında milyarlarca yıl geçmesine rağmen bu bal yapmada bir değişiklik olmamış, bal yapmaya devam edip değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş, ve kıyamete kadar da bal yapmaya devam edecektir.

Hayvanlardan bitkilerden aklına hangi bir varlık gelirse hepsi ilk kâinatın yaratılışında insanların yaratılışlara müdahale etmeleri hariç aynı görevi yapmaktadırlar. Ama insan ilk yaratılışında sıfır bilgi ile evrendeki gizli sırları çözmek için aday olmakla halife unvanında yeryüzünde anılmaktadır.

İnsanlar bir taraftan Allah’ın evrene koyduğu bilgileri çözmeye aday olurken, bir taraftan da diğer varlıklardan farklılaşarak, denenmeye tabi tutulmasıyla yaptığı her işin attığı her adımın sorumluluğunu taşımaktadırlar. İşte Allah burada insanla diğer varlıkları temel olarak ayırmak için şöyle bir ifade kullanmaktadır.

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Kuran burada insanların dışındaki yaratılmış olan varlıklarla, insan’ın yaratılış gayesini tamamen farklı kılarak insanların dünya hayatında yaşamanın, halife olmanın bir sorumluluğu bir yükümlülüğü olduğunu açıklamaktadır. İnsanların dışında yaratılmış olan varlıklar içerisinde insanlara yaratılış olarak en yakın varlık hayvanlardır.

İnsanın biyolojik yapısını incelediğimiz zaman, hayvanların biyolojik yapısıyla hemen hemen aynıdır. Fakat insanlarda hayvanlara ait olmayan üç farklı özellik bulunmaktadır. Akıl, takva ve fısk fücurdur. İşte bu üç farlı özellik diğer yaratıklardan fiziki olarak daha güzel bir donanıma sahip oluşu ve manevra kabiliyetinin en güzel biçimde donatılması, insanı diğer varlıklardan farklı bir konuma taşımaktadır.

95/4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.

İnsan: Günah işleyen ve günahından dolayı tövbe eden, sevap işleyen, soru soran, sorgulayan, üzülen sevinen, ağlayan, gülen, merhameti olan, zalimleşen, savaşan, ölen, öldüren, karşısına çıkan problemleri çözen, Allah’a ibadet eden Ve sorumluklarının yükünü taşıya bilecek donanıma sahiptir. Başka bir ifadeyle, Allah’ın iki eliyle özenip bezenerek yarattığı, mükemmel bir varlıktır.

38/75- (Allah) Dedi ki: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"

Bu kadar insan ile ilgili ön bilgilerden sonra, İnsanın karşısında iki yükümlülük beklemektedir. Birincisi Yol seçerek gittiği yolda hizmet vermesidir. Bu yol ya rabbani yoldur, ya da şeytani yoldur. İkinci görevi ise evreni çözmek Allahın evrene koyduğu yasaları sırları çözerek dünya hayatında kendi hayatını kolaylaştıracak teknolojiyi üretmektir.

İnsan, İlk Yaratıldığında ilim ve teknoloji sıfır idi. Ama insan kendisine verilen akıl ve iradeyle, Allah’ın yeryüzüne insanların yararlanmaları için yerleştirdiği, ihtiyaç duyduğu ne varsa, gerekli gayretini gösterdiğinde her ihtiyacını bulabileceği yerleri ve gökleri yaratmasıdır. Her aradığında bulabileceği şeyleri Allah insanların cömertçe önüne koymuştur. 

Bakınız kuran bütün insanların özelliklerini bir tipleme olarak âdemin iki oğlundaki iki yol farklılığını anlattığı gibi, dünya hayatında insanların yeryüzünde yaratılmış olan varlıklara yönelmesiyle kendilerine gerekli bilgileri sunacağını açıklamaktadır.

5/27- Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."

5/28- "Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

5/29- "Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur."

5/30- Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.

5/31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu.

Kuran kısa ve öz anlatım tarzıyla insanların iki zıt yönde düşünen ve yaşamak isteyen iki tip insanın oluşunu özetlerken aynı zamanda, bir problem karşısında hayvanlara veya eşyanın bilgisine yöneldiği zaman onlara kotlanmış olan bilgiler öğretilmektedir. Aynı zamanda, dünya yaşamında bilgilere nasıl ulaşılacağının şifrelerini insanlara sunmaktadır. 

Konumuzu ilgilendiren asıl yönü insanlara Allah’ın verdiği akıl ile karga örneği verilip, hem insan hayvanlara yöneldiği zaman bilgiler öğrenebileceğini, hem de yanlış davranışlarda bulunması nedeniyle hayvanlar seviyesine hatta daha da aşağı konumlara düşerek büyük bir eleştiri almaktadırlar.

25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.

Âdemin iki oğlu kıssasında anlatılmak istenen temel mesaj şudur. Ey insanlar, siz eşyanın yapısına yöneldiğiniz zaman hem doğru yolda gidebilecek, hem de yanlış yolda gidebilecek örnekler görürsünüz. Ve onlara gerekli bilgi kotlanmıştır. onlar insanlardan talep beklemektedirler. 

Ve onlar insanlara secde etmek insanların dünya hayatında hangi yöne giderse gitsinler, o gitmiş oldukları yönde onlara yolları kolaylaştırmaktadırlar. Başka bir anlamı da insanların halife oluşuyla iki yol ve iki amaç karşısında insan dilediğini seçme özgürlüğü verildiğini vurgulamaktadır.

İnsan yaşamaya devam ediyor. Âdemin iki oğlu için verilen iki değişik yaşam biçimine sahip olan insan ilk yaratılışta vardı şimdi de vardır. Ve kıyametin kopuş anına kadar da var olmaya devam edecektir.

5/31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu.

Kuran’da verilen âdemin iki oğlundan birisinin kardeşini öldürerek ne yapacağını herhalde karga ağzında bir ölü kuşu getirip ey ahlaksız adam! Ben de bir kuş öldürdüm. Bak ben onu öldürdüğüm zaman ne yapacağımı biliyorum. ve sana gösteriyorum demez. Ama hayvanlarda insanlar karşılaştıkları zaman böyle karşılaştıkları problemlerde yöneldikleri zaman bilgilere ulaşabileceklerinin sinyalini vermektedir.

Allah’ın âdeme bütün isimleri öğretmesinin ifadesinin altında bu yatmaktadır.

2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.

İşte İnsanoğlunun yaratılışıyla başlayan öğrenme bilgi edinme ve evrenin esrarını çözme maratonu İnsanların ilk yaratılışı ile başlamaktadır. İnsanın ilk yaratılışı ile başlayan bilgi öğrenme ve öğrendikleri bilgileri kendisinden sonraki kuşaklara devrederek yeni kuşakların yeni bilgiler edinmesine zemin hazırlamışlardır. 

İnsanlığın ilk başlangıcında sıfır olan bilgi, kar topağının yuvarlandıkça çığlara neden olacak şekilde büyümesi gibi büyümektedir. Yani insanlar ilim ve teknolojide ilerlerken sayıların birden başlayarak sona ulaşmasındaki tirent gibi ilerlemektedir. İşte Kuran’ın “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti” ifadesiyle insanoğlunun var oluşuyla başlayan öğrenmeyi, yok oluşuna kadar geçen süreci geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yaparak özetlemiştir. 

İlk yaratılan insanların hayata tutunabilmeleri ve üzerlerinin çıplaklıktan kurtularak giyinebilmeleri kendilerini, soğuktan ve sıcaktan koruyabilecek evler yapmalarını, demiri ve diğer madenleri kullanarak hayatlarını kolaylaştıracak bir şeyler icat ederek rahatlamalarını, rahatladıkça daha çok rahatlayacak bir şeyler üretmeleri, binlerce yıl almıştır. 

Siz de takdir edersiniz ki; insanoğlunun yaratılışından bu tarafa daha yeni yakın zamana kadar elli bin yıl geçtiği söylenirken, bu gün bu rakamın yüz binlere ulaştığına kulaklar şahit olmaktadır.

İnsanın yaratılışıyla beraber başlayan öğrenme iki kanaldan gelmektedir. Birinci kanal, Allah’ın insanlar arasından nebi seçerek her dönemde her çağda istisnasız insanların her çağda oluşan ve insanlara nelerin haram, nelerin helal olduğunu peygamberler aracılığı ile öğretmesidir. 

İkinci bilgi ise, insanların evrendeki varlıkları inceledikçe eşyanın bilgisine ulaştıkça, onlara yerleştirilmiş bilgilere varıldıkça, onlardan öğrenilen bilgilerdir. Bu bilgilere ulaşanlara, ressamın resmi konuşturması şairin kelimeleri dizerek, edebi bir söylemin zevkini tatması, mucidin kendi sahasındaki varlıkların bilgisine ulaşarak bir şeyler icat etmesi insan hayatının güzelleşmesini renklendirmektedir.

Bu zevkler ve renklilikler içerisinde dolaşan insanlara peygamberler çağın şartlarında vahiy bilgisi ile hangi üretilen şeylerin insanların zararına hangi üretilenler insanların faydasına olduğunu insanların hayatta yürürken nerde nasıl davranacağını her peygamber kendi çağındaki insanlara ilahi mesajlarla doğru yolu göstermektedir.

Dikkat edilirse her peygamber kendi çağlarına bakan yönünü kavimlerine açıklamışlardır. Peygamberler bir biyolog değil. Ama bir biyologun getirdiği imi verilerle, vahiy bilgisi tezat teşkil etmeyecek bir söylemi ortaya koymaktadır. Yani kuran hangi konu ve ilim dalına ait genel bir kanun vaaz etmişse ilmin getirdiği verilere ve söylemlerle tezat teşkil etmemiştir.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa elli bin yüz bin yıl geçmiş olmasına rağmen, gelen rivayetlere göre yazının icat edilişi milattan üç bin beş yüz yıl öncelerine rastlamaktadır. Bir siteden yazının ilk bulunuşu ile ilgili bir makaleyi aktarıyorum.
Yazı ne zaman bulundu? ******

İlk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir.

Sümercenin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle benzerlik gösterse de dil bu gruba dâhil edilemez. Sümerce bugün yapılan pek çok araştırma Hint-Avrupa Dil Ailesi'nden çok sondan eklemeli yapısı sebebiyle Japonca, Korece, Moğolca ve Türkçe ile yakın akrabalıkları tahmin edilmektedir.

Bu konuda araştırmalar yapan yazar İbrahim Okur, Sümercenin Türkçe ile olan yakınlığını çeşitli kaynaklar göstererek göz önüne sermiştir. Her ne kadar Sümer halkı iktidarı daha sonraları başka halklara bıraksa da, her zaman en yaygın konuşulan dillerden olmuştur. 

Özellikle dini kayıtlarda büyük bir öneme sahip olmuştur. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ..Çünkü Sümer diliyle Türkçe arasında o kadar benzerlik var ki... Mesela Sümerce alım-Türkçe alımlı, bab-baba, dim-dimdik, es-esmek, gim-kim, güles-güleç, ib-ip, ir-er, kıya-kıyı, ulu-ulu, kusu-koşmak gibi...[kaynak belirtilmeli]sözleriyle Sümerce-Türkçe arasında bir akrabalık olduğunu savunmaktadır.

Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti denebilir. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu. Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikâyesi’dir. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. 

(Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır. Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. Akadlar tarafından egemenliklerine son verilmiştir.

*******************************************************


Pozitif bilimlerin açıklamasına göre teknoloji; tikelden tümele doğru bir büyüme trendi içerisinde büyüdüğünü söylemektedir. Bu da gösteriyor ki; genel olarak bir önceki döneme göre bir sonraki çağ daha medeniyette kültürde bilgide teknolojide ilerlemiş olarak karşımıza çıktığı anlamına gelmektedir.

Kuran’da bu konu ile ilgili ayetin nesh edilmesi bir başka boyutu bunu anlatmak istemektedir.

2/ 106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti nesh etmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.

Bu ayet konu içerisinde Tevrat ve İncil sahiplerinin gönderilen vahye uymayışlarını, onların yapmış oldukları yanlış davranışın kuranla düzeltilmesi anlamında söylediği halde bir başka anlamı da insanların ürettikleri teknolojik bilgilerin yenileri gelince tedavülden kaldırılması anlamı, ait olduğu yerini almaktadır.

Yazı icat edilmeden önce insanlar peygamberlere gelen vahiylerle, doğru ile yanlışı hak ile batılı haram ile helâlı bilebiliyorlardı. Ne zaman her örnekten bir örnek verildi. Hiçbir eksik bırakılmadı ve Allah’tan gelen vahiyleri belgeleyecek bir ortam oluştu, artık Allah peygamberlik ayetini nesh ederek peygamberlere gelen vahiylerin kuranla zapt rapt altına alınmasıyla artık bütün kavimlerde kıssası oluşan peygamberlerin hayat hikâyelerinin de bütünleştiği bir kitapla yeni bir dönem yeni bir çağ başlamıştır.

Her peygamber, Kendisine gelen vahiylerle bulunmuş olduğu toplumlara mesajını ulaştırmaktadır. Elde yazılı ne bir metin var? ne de bir kitap, sadece Ben Allah’tan gönderilmiş peygamberim bana itaat ediniz diyerek karşılarına çıkmışlardır.

Peygamberlerin alınlarında peygamber olduklarına dair ne bir mühür ne de ellerinde kendilerinin peygamber olduğunu söyleyen sihirli bir değnek var. Sadece ondan süzülüp gelen konuştukları zaman vahiy konuşan Allah’ın gönderdiği bilgilerle hayatlarını düzenleyen engin ahlak abidesi bir insandırlar.

Fakat iman etmeyen toplumların peygamberlerden olağan üstü harikulade bir şov yapabilecek bir gösteri yapmasını istediklerinde Allah peygambere şöyle cevap vermesini istemektedir.

17/ 93- "Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"

İşte, Allah’ kâfir olanların isteklerine karşı peygamberlerden söylemesini istediği cevap,” De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"

Yazı yazacak malzemelerin kâğıdın kalemin bulunmadığı dönemlerde insanlar kendilerinden sonraki kuşaklara peygamberler ölünce mesajlarını nasıl ulaştıracaktı? Peygamber söyledi denilip de istismarcıların soyguncuların din satıcıların haram yiyicilerin ağzında bir sakız gibi koz olarak yamultularak masallara hikâyelere dönüşecekti.

Ama Yazı kültürü gelişti. Kalem kâğıt ortaya çıktı. Allah peygamberlik ayetini nesh ederek peygamberlik ayetinin yerini kuran ayetiyle değiştirdi.

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

YENİ BİR ÇAĞ YENİ BİR DÖNEM BAŞLAMAKTADIR.

33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

Kuran gelinceye kadar, peş peşe gelen nebilik artı sona ermiş bir daha nebi gelmemek üzere yeni bir dönem yeni bir çağ başlamıştır. İşte Allahın onu biz indirdik onun koruyucuları bizi dediği ifade insanlar eliyle yazılıp belgelenen ve her örnekten bir örnek verilerek hiçbir eksiğin bırakılmadan kendisinden sonra gelecek kuşakların yol göstericisi olarak yazılarak ve ezberlenerek insanlar eliyle Allah’ın koruma altına aldığı önümüzde bir kitap beklemektedir.

 

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

39/27- Andolsun, Biz bu Kuran’da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik.

Artık insanlar vahiyle muhatap olmayı bundan sonra kuranla sürdüreceklerdir. Nebilik son buldu ama resullük devam edecektir. Resullük de kuranın doğru anlayan ve doğru yaşayanların elçiliğidir.

ORJİNAL OLAN TEVRAT, ORJİNAL OLAN İNCİL İLE, KURAN ARASINDA FARK YOKTUR. 

Kuran’da geçen bazı ayetlerin konu ve kuran bütünlüğü içerisinde düşünülüp doğru anlaşılmadığından anlam kargaşası çıkmaktadır. Şimdi kurandan İncil ve Tevrat hakkında söylenmiş olan bazı ayetleri naklederek ne anlatmak istediğini anlamaya çalışalım.

5/47- İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.

Şimdi ayetin içerisinde bahsettiği “İncil sahipleri” ifadesi bu gün dört tane insanların yazdığı kitap olan İncil mi? Yoksa Allah’tan Hazreti İsa peygambere gelen vahiy orijinli saklanmayan gizlenmeyen satılmayan İncil mi? Önce bu hususun aydınlatılması gerekir.

Allah peygamberlik halkası ile kendi gönderdiği dinini korumuştur. Her peygamber kendisinden öncekileri doğrulamış ve tasdik etmiş ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemiştir.

61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmet" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.

Peygamberlerin kendilerinden önce gelen peygamberleri nasıl doğrular? Ve tasdik eder? Onların getirdikleri mesajların ilkelerini haramların ve helallerin ne olduğunu söylemek yaşamakla ve o ilkeleri devam ettirmekle onları tasdik eder ve doğrular. Bu anlayış, insanların ilk yaratılışındaki rabbim Allah’tır sözüyle örtüşen bütün peygamberlerin getirdikleri din anlayışındaki birliği tevhidi sağlayan bir ifadedir.

Bu rabbani yolda olan bütün insanların tek bir ümmet tek bir şeriat olduğunu gösterir. Allah bu peygamberlerin getirdikleri dinin adına İslam kelimesi koymuştur. Allah katında hüsnü kabul görecek olan dinin adı da İslam’dır.

5/3-Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim.

Allah’ın gönderdiği vahiy orijinli Tevrat ve incimdeki mesajlar da bunların aynısıdır. Allah bütün temiz olan şeyleri, bütün kavim ve topluluklara helal, pis ve murdar olan şeyleri de haram kılmıştır. Yoksa Allah, Tevrat ve İncil sahiplerine haram ve helal olanları kuran sahiplerine de haram ve helal kılmıştır.

16/118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Muhammet peygambere bütün yasaklanan haramlar kendisinden önce gelen Yahudi ve Hıristiyan ve daha önce gelmiş olan diğer kavimlere de haram edilmiştir. Helal olan bütün şeyler de kendinden önce gelmiş olan kavimlere de helal edilmiştir. 

6/146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.

Şunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Allah sapmayı hidayete gelmeyi ve bağışlanmayı yaratır. Halife olan inana da sapmaya hidayete ve bağışlanmaya yönelecek yeteneği de verir. Önüne, hem sapmaya hem hidayete gelmeye hem de bağışlanmaya yöneldiğinde istedikleri yönde malzemeleri vererek kişilere seçme hakkını kedi özgür iradelerine bırakır.

İşte Allah Peygamberler aracılığı ile İnsanların haram olanlardan yememelerini ve yapmamalarını, temiz ve helal olanlardan yemelerini ve yapmalarını bildirir. ve dünyada insanları imtihan eder.

İşte Kuran’da kullanılan dilediğimi saptırırım dilediğimi hidayete getiririm bağışlarım ifadesinin anlamı budur. Yoksa Allah birini dileyip saptırırsa birini dileyip hidayete getirirse Allah’ın adil sıfatıyla uyuşmaz. Böyle olursa birine zulüm olur. birine de iltimas olur. Allah katında bütün insanlar eşittirler ve hiç kimseye Allah zulmetmez insanlar ancak kendi kendilerine zulmederler.

Ayette geçen ifadeye dikkat ederseniz” 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.”

Yani bunlar Allah’ın tanımladığı ve kelimelere yüklediği manayı yerinden oynatarak Allah onlara güzel ve temiz olan şeyleri helal kıldığı halde onlar kendilerine haram kılmışlardır. Böylece zalim olmuşlardır.

5/44- Gerçek şu ki, Biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbani yun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidiler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır.

“Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbani yun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahitler olduklarından (onunla hükmederlerdi.)”

Allah Kendi dinini dikkat ederseniz peygamberler ve bilginler ve yöneticilerle koruyormuş. Peygamberler ve bilginler ölünce onlara gelen rabbani olan yol yazılma saklanma belgelenme olmayınca saptırılarak mitolojilerde anlatılan menkıbelerle sonradan kaleme alınıp insanlar arasında dolaşmasına neden olmuştur.

Allah’ın önerdiği, emirlerin koruna bilmesi için iki şart vardır.1- Onu kabul eden insanların olması gerekir 2-Gelen vahiyleri kabul eden insanlar, onu yazarak ve belgeleyerek saklaması gerekir.

Eğer insanların yazma belgeleme sanatı yoksa peygamberler öldükten veya öldürüldükten sonra çarpıtılarak kasıtlı veya kasıtsız olarak insanlar arasında dolaşmaya başlar. İşte bozulma bu sebeple olmaktadır. Yoksa Allah gökten melek gönderip mucizevî bir şekilde koruma altına almaz. İnsanlar korursa Allah ona korudum ifadesi kullanır.

5/ 5- Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır."

Sonuç olarak. İnsanlar; yeryüzünün ve kâinatın içerisinde bulunan varlıklardan farklı olarak, her türlü manevra kabiliyetine sahip olmakla, onu halife konumuna taşımaktadır. Allah sadece halife olan insanlara kendinden bilgilerle peygamberler aracılığı ile dinleyenlere itaat edenlere kılavuz olarak kitaplar veya vahiyler göndererek teklif sunar. Ama insanları sunduğu bu teklifi kabul edip etmelerini kendi özgür iradelerine bırakır.

Ama Allah, insanlara bu dünya hayatında işledikleri suçlarından dolayı özel bir ceza vermez. Cezayı ahret alemine erteler.

35/ 45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Ceza ve mükâfatın karşılığının ahret âleminde verileceğini de hatırlatarak insanlara karşılaşmanın ve hesaplaşmanın ahret âleminde olacağını bildirir.

Bu sebeple, kitabı koruyanlar da insanlardır. kitabı bozanlar da insanlardır. Yoksa Allah kurandan önce gelmiş geçmiş bütün vahiy orijinli kitapların korunmasını ihmal edip de kurana özgü bir özellik arz etmez diğer kitapları son nebi ve resule inen kitapla onları zaten koruma altına almıştır.

Onların korunmuş hali kurandadır. Artık Allah kendi katından gönderdiği bilgileri kuranla toparlayarak kurandan sonra rabbani yolda yürümek isteyenlere insanlar eliyle korunan ve insanların ezberlemeleriyle indiği şekliyle ayakta duran bir kitap bulunmaktadır.

Artık peygamberlik dönemi bitmiştir.

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. 

Her örnekten bir örnek verilen hiçbir insanın arayıp da bulamayacağı eksiklik bırakılmadan ve her çağda teknolojinin getirdiği şartlara göre çağa hitabeden peygambersiz, kuranla vahiy iletişimin kurulduğu bir dönem başlamıştır.

1/3- Din gününün malikidir.

Oysa Allah yerleri ve gökleri yaratan olduğu halde burada o kelimeye yüklenen mana sorgulama ve hesap günündeki bir tehdidi anlatmaktadır. Yesin içsin çalsın çırpsın öldürsün güldürsün Allah insanların hiçbir zaman gidişatına müdahalede bulunmamıştır.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Allah şükreden kedi göndermiş olduğu peygamberler ve ona itaat edenlerle yeryüzünde bozgunculara zalimlere karşı mücadeleyi vermeleri dışında özel bir müdahalede bulunmamıştır.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Elbette Bütün nebilere ve resullere gelen kitaplar Allah tarafından indirilmiştir. Ama neden kuran korunmuş da diğer kitaplar korunmamış diye soru akla gelebilir. Kurna’nın korunmasında etken olan iki neden vardır. En önemli neden peygamberlere gelen vahiylerin yazılması ve ezberlenmesidir. 

Kurandan önce gelmiş kitaplar yazı kültürü ve sanatının gelişmemesi nedeniyle yazılıp belgelenecek teknoloji gelişmemişti. İkinci neden vahiylerin gelişiyle beraber onu yazan peygamberi destekleyen güçlü bir insan ordusunun olmasıydı. İşte son peygamberle bu ortam oluşmuş gelen vahiyler bir taraftan ezberlenmiş bir taraftan da kâğıtlara yazılarak belgelenmişti.

25/4- İnkar edenler dediler ki: "Bu (Kur'an) olsa olsa ancak Onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve Ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur." Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5- Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır."

25/6- De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

Kuran üzerinde ileri geri konuşsalar da kuranın günümüze kadar değiştirilmeden gelmesi ezberlenme ve yazılıp belge haline getirilmesiyle korunmuştur. Allah’ın Kuran’ın korunmasında özel bir müdahalesi yoktur. Eğer insanlar gelen vahiyleri kâğıtlar üzerine yazarak ve zaptı rap altına alıp korumamış olsalardı kurandan önce gelmiş olan kitaplar gibi ağızdan ağza aktarılan bir takım eksiltmeler ve katıştırmalarla gündemdeki yerini alacaktı.

İnsanlara aklını ve duyarlılığını veren ve onun korunması için deriler ve kâğıtları yaratan da Allah’tır. Bu sebeple “Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” Bu ifade kuranın anlatım sanatıdır. Bakınız insanların kâfirlerle yaptıkları savaşta ok atmalarını “siz atmadınız onu Allah attı” ifadesi kullanmaktadır.

8/ 17- Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

Böylece Kuranın korunup da diğer semavi kitaplar neden korunmamış sorusunun cevabını vermiş olduk.

80/14- Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış.

Yukarıdan bu tarafa izah etmiş olduğumuz kuranın korunma yöntemi, Allah’ın melek diye tanımladığı kâğıtlar ve derilerdir. Kuran aynı zamanda ilk yaratılışta rabbine karşı vermiş olduğu rabbim allatır sözünde sadakat gösterenleri de melekler kategorisi içerisinde zikretmiştir.

3/124- Sen mü'minlere: "Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım-iletmesi size yetmez mi?" diyordun.

3/125- Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır.

3/126- Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. 'Yardım ve zafer (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ın Katındandır.

Melek kavramının ne olduğunu Daha önce insanların dışında kendilerine kotlanan bilgilerin dışına çıkmayan akıl ve iradeleri olmayan varlıklar olarak tanımlamıştık. İşte insanlar yaratılırken rabbim Allah’tır diyecek pozisyonda yaratılıp insana denenmek için kötülüğü teklif ve yapma dürtüsünün verilişi ile insan bu sözden caymakta, dünya tutkusu onu aldatmaktadır. 

İşte dünya tutkusu aldatmayan rabbim Allah’tır sözünün arkasında duran insanları Allah melek kategorisine yerleştirmiştir. Bedirdeki üç bin beş bin melek ifadesi o karaktere sahip insanlardan söz etmektedir.

80/15- Kâtiplerin ellerinde. 

İşte o tip kâtiplerle bu kuran zaptı raptı altına alınarak hem yazılmış hem de ezberlenmiştir. Yazılan kâğıtlar ve deriler de meleklerdir. Onu yazan ve hiçbir şekilde eğip bükmeyen kâtipler de birer melek hükmündedirler.

80/16- (Ki onlar,) Üstün değerli, 'iyilik ve dürüstlük sembolü.'
Ortada gerçek görülmektedir. Kuran korunmuştur bozulmaya uğramamıştır. Bütün dünyada okunan kuranların aynı olması bunun bir kanıtıdır.

80/17- Kahrolası insan, ne kadar nankördür. 

İnsan; İki yöne eğilimli olarak yaratılmış bir varlık olduğu halde genelde kötülük kıskançlık fesat inkâr isyan nankörlük yönündeki eğilimi seçmesi onun cehaletini ortaya koymaktadır.

80/18- (Allah) Onu hangi şeyden yarattı?

Mümin un ve hac suresinde insanın bir sünnet olarak yaratılışını Allah şöyle açıklamaktadır.

22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

23/12- Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.

23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.

23/14- Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.

23/15- Sonra bunun ardından siz gerçekten ölecek olanlarsınız.

23/16- Sonra siz gerçekten kıyamet günü diriltileceksiniz.

Evet yaratılış şeklini kuran bize haber vererek insanların dünya hayatında özgürlük verildi diye azgınlaşarak yaratıcısına karşı nankörlük etmektedirler.

80/19- Bir damla sudan yarattı da onu 'bir ölçüyle biçime soktu.'

Bir Damla sudan yaratılan insan anne karnında üç aya girince Allahın ona kendi ruhundan üflemesiyle iki yola gidebilme seçeneğine sahip bir insan ortaya çıkmaktadır. Bu insan üzülen sevinen düşünen sorgulayan ağlayan ve gittiği yolda kendi sorumluluğunu yüklenebilen bir insan olarak karşımıza çıkmaktadır.

80/20- Sonra ona yolu kolaylaştırdı.

Allah insanı ergenlik çağına gelinceye kadar bir geçiş sürecinde diğer ergen insanların himayesinde büyütmektedir. Bu hem o kişileri denemekte hem de kendi yolunu kendisi seçebilecek donanıma sahip olmakla kendisi denenmektedir. 

İnsan kendisi içerisinde birbirine zıt iki teklif sunucuyla karşı karşıyadır. Birisi nefis bunun başka bir adı iblis veya fısk ve fücur. Diğeri ise takva olgusudur. Şems suresinde bunu kuran şöyle açıklamaktadır.

91/7- Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',

91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

İsyan etme süslü şeylere tutkulaşma insana iblisten, yanlış olanlara karşı sakınma ve korunma duygusu da takvadan gelmektedir. Bu iki dürtü insanın yol seçiminde etken rol oynamaktadır. Kim iblisin nefsin tutkularından kendisini koruyup arınırsa o kurtulmuştur kim ise nefsin azgın dalgalarında boğulup giderse o da yıkıma uğramıştır.

İnsan; Her iki yola gidebilme eğiliminde olan nötr bir varlıktır. İnsan her iki yoldan hangisini seçerse ve o yolda yürümek isterse o yanlış yol olsa da Allah o yolu ona kolaylaştırmakta. Doğru yol olsa da o yolu Allah kolaylaştırmaktadır. Leyl suresinde bu olayı Allah şöyle açıklamaktadır.

92/4- Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.

92/5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,

92/6- Ve en güzel olanı doğrularsa,

92/7- Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. 

92/8- Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,

92/9- Ve en güzel olanı yalan sayarsa,

92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

80/21- Sonra onu öldürdü, böylece kabre gömdürdü.

İnsanları bir zaman dilimi içerisinde yaratıyor. Yaşatıyor. Deneniyor. Ve her insan kendisinin önüne sunulmuş doğru ve yanlış olan yollardan kendi özgür iradesiyle seçerek ve hangi safta olduğunu yaşam ve söylemleriyle belirginleştirerek dünyada kendisine ayrılmış süre bitince de ölüyor. Fakat ahret inancı olmayanlar veya dünyevileşenler, dünyayı tabulaştıranlar için ölüm hiç istenmeyenlerdir.

2/96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.

80/22- Sonra dilediği zaman onu diriltir. 

30/55- Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.

30/56- Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: "Andolsun, siz Allah'ın Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz."

30/57- Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir
Her ölen insan kabirde veya nerede ölmüşse orada insanların Dünya hayatında bütünüyle denenmesi bittikten sonra kıyamet kopacak ve onlar Allah’ın emriyle kabirlerinden çıkacaklar herkesin Dünya hayatında seçmiş oldukları yollardan hangisi ise, o yolda olanlar saflara ayrılıp gidecek oldukları yerlere sevk edileceklerdir.

80/23- Hayır; ona (Allah'ın) emrettiğini yerine getirmedi.

Dünya hayatında asıl insanın yaratılış gayesi Allaha ibadet ve kulluk olması gerekirken, insanların büyük bir çoğunluğu dünyevileşme nedeniyle bu görevinden saparak şeytanın yolundan gitmişlerdir. Asıl insan dünya hayatında ibadet ve kulluk için yaratılmışlardır.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Ama maalesef insanlar, kendilerine özgürlük verildi diye Allah’a ibadeti değil, çok az bir kısmı dışında putlara ibadet etmeyi seçerek dünyevileşmişlerdir.

80/24- Bir de insan, yediğine bir bakıversin;

İnsan aklı ile iradesiyle diğer varlıklardan farklı yaratılarak onları düşünmeye aklını kullanmaya davet etmektedir. İnsanın önünde genellemesi bile sayılamayacak kadar nimet çeşitleri önünde beklemektedir. Bu değirmenin suyu nerden gelmektedir? Diye insan bir düşünmez mi?

80/25- Biz şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık,

Canlıların yaratılışının Ana kaynağı sudur. Su olmadığı zaman insanın yaşaması mümkün değildir. Ve dünyanın dörtte üçü sulardan meydana gelmiştir bu oran aynen insana da yansımaktadır. İnsanın da dörtte üçü sudandır.

80/26- Sonra yeri yardıkça yardık;

Toprak ile su bir birlerine, bedenin ruha ruhun bedene ihtiyacı olduğu kadar muhtaçtırlar. Su olmasa toprak verim vermez. toprak olmasa su verim vermez. İşte ayet buna dikkat çekmektedir.

22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

80/27- Böylece onda taneler bitirdik,

Aşağıda suyun toprakla kucaklaşması neticesinde neler nelerin meydan geldiğini sıralamaktadır.

80/28- Üzümler, yoncalar,

80/29- Zeytinler, hurmalar,

80/30- Boyları birbiriyle yarışan ve içiçe girmiş ağaçlı bahçeler.
80/31- Meyveler ve otlaklıklar,

80/32- Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere.

Buradan itibaren kıyamet sahnesi ve ahret âlemi tasvir edilmektedir. Bu kadar nimetleri Allah insanlara verirken İnsanları herhalde oyun eğlence olsun diye yaratmadı. İnsanlar üzerine Allah dünya hayatında bir sorumluluk ve bir görev yüklemiştir. Kim bu görevden kaçar ve kendi sorumluluklarını yerine getirmezse öldükten sonra yeni bir dirilişle diriltilerek ahret âleminde yaptıklarının hesabı sorulacaktır. 

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

İşte insanların yeniden bir diriliş olduğunu sanmadıklarından dünya hayatında iman etmeyenler fütursuzca nahoş davranışlar sergileyebilmektedirler.

Nebilerin geliş gayelerinin başında en önemli olanlarından birisi ahret âlemine karşı insanları uyarmaktır.

80/33- Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman,

Ayette Ahret âlemi ile ilgili bir tasvir yapılmaktadır. İnsanların dünya hayatında depremlerde nasıl yer sarsılıp insanlar o anda ne yapacaklarını bilemiyorlarsa, herkes kendisini kurtarma kendi derdini düşünme durumuna geliyorsa, ahret âlemindeki insanların başlarına gelebilecek tehlikeler karşısında kıyas yapılarak uyarılmaktadırlar. Kuran’da Kıyamet sahnesi kıyamet suresinde şöyle tasvir edilmektedir.

75/1- Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim.

75/2- Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.

75/3- İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?

75/4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

75/5- Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.'

75/6- "Kıyamet günü ne zamanmış" diye sorar.

75/7- Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,'

75/8- Ay karardığı,

75/9- Güneş ve ay birleştirildiği zaman;

75/10- İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der.

75/11- Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.

75/12- O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin katıdır.

75/13- İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. 

75/14- Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.

75/15- Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.

80/34- Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar;

Artık her bir nefis kendi yaptıklarının karşılığını orada görecektir. Sadece kendi yükünü kendisi taşımak üzere yalnızlaşmaktadır.

80/35- Annesinden ve babasından,

Dünya hayatında başına bir iş geldiği zaman koşup o derdine derman olan anne ve babası orada derman olamayacaktır.

80/36- Eşinden ve çocuklarından,

Bir fayda verecek dünya hayatında hiçbir yakını orada onların azap çekerken yardım ve desteği olmayacaktır. Buna birbirlerine durulup eş ve çocukları da dâhildir.

80/37- O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır.

Evet, bu kaçış onların kendilerine gelen belalardan başkalarıyla ilgilenecek bir konumda olmayışlarındandır. İşte bu tasvir dünya hayatında kendilerine gelen elçilere karşı duyarsız kalan müşrik ve kâfirler için yapılmaktadır.

Dünya hayatında rabbani yol kendilerine nebiler ve resullerle bildirildiği halde ve ahret âleminde acıklı bir azaba karşı uyarıldığı halde uyarılara kulak tıkayanlarla şöyle bir konuşmayı kuran bize fotoğraflamaktadır.

6/128- Onların tümünü toplayacağı gün: "Ey cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz" (diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: "Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık." (Allah) Diyecek ki: "Allah'ın dilediği dışta olmak üzere, ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir." Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.

6/129- Böylece Biz, kazandıkları dolayısıyla zalimlerin bir kısmını bir kısmının başına geçiririz.

6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

6/131- Bu, halkı habersizken, Rabbinin ülkeleri zulüm ve helak edici olmadığındandır. 

80/38- O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır;

Nasıl bir öğretmenin vermiş olduğu dersi veya ödevi hassasiyetle çalışıp yerine getiren öğrenciler, öğretmeni dinlemeyen saygısıca ona isyan eden bir öğrencinin sene sonunda almış olduğu karneler birinin yüzünü güldürüp, diğerini ağlatıyorsa. 

Ahret âleminde de Allah’ın insanlara vermiş olduğu görevleri yerine getirip iman edip Salih amel işleyenlerle inkâr edip zalim olanların yüzleri de farklı olacaktır. Allah her ikisini orada ayıracaktır.

16/75- Allah, (Kendisi'ne ortak koştuğunuz ilahlar konusunda) hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden kimseyi örnek olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah'ındır; fakat onların çoğu bilmezler. 

16/76- Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?

16/77- Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir. 

80/39- Güler ve sevinç içindedir.

İman eden ve Allah’ın göndermiş olduğu nebiler aracılığı ile vahiylerle hayatlarını bütünleştirenlerin yüzleri aydınlık içerisinde olacaktır.

80/40- Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür.

İnkâr eden ve hem kendisine hem de insanlara zulmeden insanların ise yüzleri zindan gibi olacaktır.

80/41- Bir karartı sarıp-kaplamıştır.

Belli ki; onları dünya hayatında Allah’ın ayetlerine inanmayışları ve zulmedişleri sonucunda iyi bir sonuç olmadığını onlarda bilmişlerdir.

80/42- İşte onlar da, kâfir, facir olanlardır. 

Bu kötü sonuç ancak inkâr eden ve suç işleyen kafir ve müşriklerindir.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
http//kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com





25-KADİR SURESİNİN TEFSİRİ!

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA;

Kadir suresi, nüzul sırasına göre yirmi beş Kuran sıralamasına göre de doksan yedinci sure olup, beş ayetten ibarettir.
97/1- Gerçek şu ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik.
İslam toplumlarında müfessirlerin de katkısı ile Kuran’ın kadir gecesinde indirildiğini bu da ramazan ayının son on günü içerisinde aranması gerektiğini söylerken, bazıları da ramazan ayının yirmi yedinci gecesi indirildiği konusunda ağırlık olarak birleşmektedirler.
Bu geceyi sabaha kadar ibadetle geçirenlerin geçmiş bütün günahları silinerek anadan doğmuş gibi tertemiz oldukları inancı, vahiy orijinli Kuran’ın yaşam biçimi hayat tarzı olmaktan çıkarılmış senede bir gece ibadet etmekle kurtuluşa erişeceği inancı toplumlardan toplumlara miras olarak aktarılıp durmuştur.
Hele hele günler geceler kandiller ortaya atılarak insanları vahiyle yaşamdan uzaklaştırılmış yaşamı sadece bir geceye hapsederek kurtuluşu gecede arayışları düşünen akıl sahiplerini hayrete düşürmektedir.
Şimdi Bu ayet Kuran ve evren yasaları bütünlüğü çerçevesinde nasıl anlaşılmalı? Kuran’ın vermek istediği mesajı anlamaya çalışalım.
“onu kadir gecesinde indirdik.” Burada ayet içerinde geçen dört kelimenin (onu, kadir, gece, indirmek)  kuran bütünlüğü içerisinde ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.
Onu ifadesinden kastedilen mana nedir?
2/ 185- Ramazan ayı… İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.
Demek ki ayette bahsedilen onu kelimesinden kastedilen mana Kuran olduğu anlaşılmaktadır. Kuran ama Kuran içerisinde altı bin iki yüz otuz altı ayet geçmektedir. Bu ayetler otomatik olarak tabancadan atılır gibi atılsa bile bu kadar ayetlerin inişi bir geceye sığdırılamaz. Oysa Kuran dura dura zamana şartlara olaylara göre yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde indiği herkes tarafından bilinmektedir.
Kuran’ın Peygambere vah yedilmesi ve uygulanış şekli hakkında kıyamet suresinde şöyle anlatılır.
75/ 16- Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.
Son nebi ve resulün kendisine yüklenen emanet ve sorumluluk bilincinin kendisinde oluşturduğu tedirginliği Allah yatıştırarak O Kuran’ı okutmak unutturmamak yani belgelenerek saklanması ve onun yaşam hayatına nasıl konulacağı konusunda sen endişe etme biz senin nerede ne yapacağını nasıl bir yöntem uygulayacağını bildireceğiz sen de uygulamaya koyacaksın ifadesi kullanmaktadır.
Demek ki, Bir fert halinde başlayan bir serüven kendisine iman edenlerle birlikte mekkede uzun bir tebliğ ve mücadelenin arkasından sürgün edilerek Medine’de güç ve otorite haline gelen Muhammed’in yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı anlatılmaktadır. Öyleyse Kuran bir gecede indirilmedi. Peki, bu ayette gece kelimesi hangi anlamda kullanılmış? İsterseniz bu kelimeyi ayette geçen kadir kelimesi ile beraber açıklamaya çalışalım.
Kadir gecesi ne demek?
Gece kelimesi, Kuran içerisinde yaklaşık olarak doksan beş yerde geçmektedir.  İki farklı anlama gelmektedir. Birincisi Güneşin batışı ile Güneşin doğuşu arasında olan karanlık bölge, diğeri ise Vahiy yolunun dışında Yolda yürüyenlerin cehalet karanlığında debelenip durduğu batıl yoldur. Şimdi Kuran’dan örnekler vererek Bu iki farklı gecenin ne olduğunu açıklamaya çalışalım.
Güneşin batışı ile doğuşu arasında kalan geceye örnek!
17/ 78- Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kur’an’ı, işte o, şahid olunandır.
10/ 67- O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.
Güneşin batışı ve doğuşu arasındaki geceye İki ayet örneği vermeye çalıştık, Şimdi de Cehalet karanlığını bildiren geceden örnek vermeye çalışalım.
97/1- Gerçek şu ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik.
27/ 49- Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: “Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim.”
44/ 2- Apaçık Kitab’a andolsun;
44/3- Gerçekten Biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten Biz uyaranlarız.
44/4- Ki onda (o gecede) her hikmetli iş ayrılır.
93/ 1- Kuşluk vaktine andolsun,
93/2- ‘Karanlığı iyice çöktüğü’ zaman geceye,
93/3- Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı.
Bu ayetlerde geçen gece kelimesi, Cehalet karanlığı, batıl, gizli işlerin planlanıp düzenlendiği, İnkâr edenlerin İman edenlere karşı yaldızlı sözlerle aldatılan anlamlara gelmektedir.
Kadir kelimesinin Kuran’daki karşılığı!

36/81- Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir.
Öyleyse, Gece kelimesi Kadir suresinde Cehalet, kadir kelimesi de cehaleti Kuran’la delen yanlışlıkları doğrularla değiştiren hakla batıl iyi ile kötüyü Biri biri birinden ayırarak inkar edenlerle, iman eden ve Salih amel işleyenlerin net ve ayırt edilir bir biçimde ayrıştırılması anlamında Olan gecedir.  Şimdi bu açıklamalardan sonra Kadir suresinin diğer ayetlerinin açıklanması kolaylaşacaktır.
97/2- Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
Şimdi, Allah resulüne Kadir gecensin ne olduğunu soruyor ve alttaki ayette de onu cevaplıyor.
97/3- Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
Allah Yaklaşık olarak bir insan ömrünün Bin ay bunun da Yaklaşık seksen küsur seneye tekabül ettiğini anımsatarak şöyle diyor.
Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerle yaşamını bulan hayat, vahiylerle yaşanmayan hayattan daha hayırlıdır.
97/4- Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
Vahiyle yaşanan bir hayatı Güncellemek için Her örnekten bir örnek verildiği hiçbir eksiğin bırakılmadığı Kuran gibi muttakiler için yol gösteren bir kitabı ortaya çıkarmak için melekler ve ruh seferber olmuşlardır. Şimdi ayet içerisinde geçen iki kelimenin Kuran tarafından hangi anlamı kullandığını anlamaya çalışalım.
Melek; İnsanların psikolojik ve biyolojik yapısı da dâhil olmak üzere, insanların dışındaki insanların emirlerine hizmet etmek için yaratılmış olan bütün varlıkların genel adıdır.
Melek kelimesi, Kuran’da yaklaşık doksan üç yerde geçmektedir. Şimdi konumuzla ilgili olarak bir ayeti nakletmeye çalışalım.
33/56- Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de O’na salat edin ve tam bir teslimiyetle O’na selam verin.
Allah’ın ve meleklerin salât etmesi herhalde, namaz kılması anlamında değildir. Allah peygamberi bilgilendiriyor. Meleklerde peygamberin istediği ve dilediği yolda onlara kucaklarını açıyor. Meleklerin tıpkı âdeme secdesi gibidir.
2/34- Ve meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.
Ruh; Kelimesi Kuran içerisinde yirmi iki yerde geçmektedir. Ruh kelimesinin her geçtiği yerde o konuya ve ayete farklı bir anlam kazandırmıştır. Şimdi ruh geçen birkaç tane ayeti naklederek ayeti nasıl farklı bir boyuta taşıdığını görelim.
4/171- Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘OL’ kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve elçisine inanınız; “üçtür” demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah’tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
Bu ayette geçen ruh kelimesi nebi anlamında kullanılmıştır. Nebiler bu kutsal göreve geldiklerinde söylem ve yaşamları vahiyledir.
32/9- Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?
Burada kullanılan ruh kelimesi insanlara yüklenen iki farklı eğilime gidebilme yeteneği verilerek kendi yolunu ister takva yolunda isterse de iblisin yolunda tercihini kullanarak özgür iradesi ile kendi kararını kendisi vererek yol seçmesi anlamında kullanmıştır.
42/52- Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.
Buradaki ruh kelimesi insanlar için hidayet rehberi olan kitap kuran anlamında kullanılmıştır.
17/85- Sana ruhtan sorarlar; de ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.”
Yukarda örneklerini vermiş olduğum ayetlerde Asıl kaynağı yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın kendi gücünün ve kuvvetinin o varlıklar üzerinde tecelli etmesidir. İşte Biz Allah hakkında ancak bize bildirdikleri kadar anlayıp kavrayabiliyoruz. Allah hakkında bilmediğimiz demek ki daha çok şeyler var.
O zaman ayeti, bu vermiş olduğum ayetler ışığı altında tekrar değerlendirip anlamaya çalışalım.
97/4- Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
Peygamber, Müşrik olan toplumlarda yapılan yanlışlıkları her bir örnekten bir örnek verilip hiçbir eksiğin kalmayıncaya kadar, tek tek açıklayarak Ahiret âleminde inkâr edenlerin inkârlarının gerekçesini ortadan kaldırmak için, Allah bir peygamber ve ona bağlı olan bir topluluğu örnek olarak vahiylerle besleyerek yaşatmıştır.
2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Kuran inkar edenlerin durumlarını şöyle anlatır.
30/56- Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: “Andolsun, siz Allah’ın Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz.”
30/57- Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir.
30/58- Andolsun, Biz bu Kuran’da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: “Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz” derler.
30/59- İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler.
97/5- Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.
Bu ayette bahsedilen Ve atıf yapılan Kuran’dır. Kim bu Kuran’ın yolunda sapmadan yalpalamadan giderse o kuran Onları Ölüp de tekrar dirilme gününe kadar yol gösterici bir ışıktır ve nurdur.
Fecir kelimesinin bir adı da sabahtır. Kuran bu kelimeyi iki anlamda kullanmıştır. Birincisi gece karanlığının bitişi ve arkasından gündüzün başlangıcı anlamında, ikincisi de dünya hayatının bitişi ve arkasından ahiret hayatının başlaması anlamında kullanılmıştır.
2/187- Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.
Bu ayette bahsedilen geceden sonra gündüzün başlaması anlamındadır.
28/82- Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz” demeye başladılar.
Bu ayette ifade edilen sabah ahiret âleminde her şeyin ayan beyan net olarak ortaya çıkacağı ve inkâr edenlerin zararda iman eden ve Salih amel işleyenlerin ise esenlik içerisinde bulunacağı ahiret âlemi kastedilmektedir.
50/20- Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
50/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”
50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/ 26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
Allah’ın Kuran’da Ahiret hayatı ile vermiş olduğu bilgilere iman etmeyenlere Ahiret alemi ile ilgili söylediklerini onlara ispat etmekte yalanladıkları cehenneme onları sürüklemektedir.
Sonuç olarak yukarıda ayetlerden örnekler vererek açıklamış olduğumuz kadir suresini özetleyecek olursak şunları sıralayabiliriz.
1-Kadir gecesi, Ramazan ayının yirmi yedisine rastlayan gece değil, Kadir gecesi vahyin cehaleti tek tek delerek aydınlattığı, hak ile batılın doğru ile yanlışın ayırt edildiği vahiyle yaşanan hayatın ta kendisidir.
2-vahyin güdümü veya Rehberliği ile yaşanan hayat vahyin rehberliğinden uzak yaşanan hayattan daha hayırlıdır.  Çünkü vahiysiz hayat en çok dünya hayatında insanları yaşatır. Ama vahiyle yaşanan hayat ise hem dünya hayatında mutlu mutmain bir yaşamla onu ahiret hayatında ebediliğe taşır.
3-Allah melekler peygamberler ve yaratılıştaki vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözüne sadakat gösteren mümin insanlar bu yolun argümanlarıdır.
4-Kuran kendisine tabi olanlara ahiret hayatı gelinceye kadar bir ışıktır bir nurdur bir selamdır bir rahmettir bir esenliktir.
En doğru olanı Allah bilir. Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN-ANAMUR