RAHMAN VE RAHİM OLAN
ALLAH’IN ADIYLA!
Kur’an; Söylemle eylemin
buluştuğu doğru bir yaşam biçimi doğru bir hayat tarzını, insanlar için ortaya koyan Allah’ın bir
projesidir. Her dilin ve her edebi sanatın kendisine göre bir konuşma dili ve anlatım
sanatı varsa, Kur’an’ın da kendisine göre bir konuşma dili ve anlatım sanatı
vardır. Eğer, Kur’an’da geçen kelime ve ayetlerin konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde
o kelimeye ve o ayete, yüklemiş olduğu anlam anlaşılamazsa Kur’an’da geçen,
kıssalar ve konuların da doğru anlaşılması mümkün değildir. Bu gün elinize
herhangi bir tefsir veya herhangi bir fıkıh kitabı alın, hep kendi içerisinde
çelişkiler halinde olduğunu, rahatlıkla görebilirsiniz.
Ama Kur’an, hem kendi içerisinde
çelişkisiz bir kitaptan bahsederken, Hem de evrenin çelişkisizliğini göz ardı
etmeden evren yasaları ile Kur’an’da geçen ayetlerin, bir başka ifadeyle vahiy
yasalarının, tam bir mutabakat içerisinde olan, bir din ortaya koyar. Genelde
yazmış olduğum makalelerin hepsinde şu değişmez kuralları rahatlıkla, görebilirsiniz.
Kur’an’ın anlattığı din, Kur’an ile Kur’an’ın kâinatla kâinatın ve Kur’an’la kâinatın
çatışmadığı Allah’ın insanlara sunduğu dindir. Şimdi bu konu ile ilgili dört ayeti
nakletmek istiyorum.
4/82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o,
Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar
(çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat)
içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir
‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir;
herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4-
Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu
kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak
dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır.
Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din
(budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
Bu ayetleri sürekli vermemin sebebi, Her şey bu kurala bağlı
olarak düzenlenmiştir. Ağırlığı tartan bir terazi, uzunluğu ölçen metre,
basıncı ölçen barometre varsa doğru yolu ölçen de Kur’an vardır. Şimdi Kur’an’ı
doğru anlamanın önünde, en büyük engel, mucize ve helak kavramlarının,
Kur’an’ın anlattığının dışında anlaşılmış olmasıdır. Şimdi; Kur’an’ın anlatmış
olduğu mucize ve helak kavramlarını açıklayarak, Kur’an içerisinde geçen
kıssaları anlamaya çalışalım.
MUCİZE VE HELAK NEDİR?
Kur’an’ın orijinal olan metninde mucize kelimesi yerine
genelde ayet kelimesi kullanılmıştır. Meallerde ayet kelimesini mütercimler ve mealciler
mucize diye tercüme etmişlerdir.
Kur’an içerisinde meallerde farklı rakamlar olsa da yaklaşık
olarak yirmi dört yerde ayet kelimesi yerine kullanılan mucize kelimesi
geçmektedir. Örnek olsun diye Bir tanesini hem Arapça metnini hem Türkçe
okunuşunu hem de mealini, vermeye çalışalım.
7/ 132- Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her
ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler.
وَقَالُواْ مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ
مِن آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
7/132-Ve kâlû mehmâ te’tinâ bihî min âyetin li tesharenâ bihâ fe
mâ nahnu leke bi mu’minîn(mu’minîne).
Dikkat ederseniz, mucize kelimesi Kur’an’ın orijinal olan
metninde ayet olarak geçer. Ama toplum dilinde ve algılayışında Mucize veya
ayet kelimesi işittiklerinde Peygamberlerin kendi peygamberliklerini iddia ve
ispat etmek için, fizik kurallarını alt üst eden bir gösterilerinden söz edilir
veya algılanır.
Oysa Kur’an’a göre peygamberlerin insanlara belge olarak
getirdikleri sadece vahyi bilgilerdir. Kur’an’da peygamberlerin getirdikleri
vahyi bilgiler dışında gösterdikleri hiçbir mucizeden bahsedilmez.
29/ 50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler
(birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca
Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
29/51- Kendilerine
okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman
eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.
17/ 92- “Veya öne sürdüğün
gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri
karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.”
17/93- “Yahut altından bir evin
olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap
indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim;
ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
İnkâr eden kâfirler, peygamberden
mucize istiyor. Peygamberin de verdiği cevap, “De ki: “Ayetler (mucizeler)
yalnızca Allah’ın Katındadır. “De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir
beşerden başkası mıyım?”
Ben
ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
Bazı
Kur’an müfessirleri, demişler ki, Bizim peygambere mucize verilmedi. Fakat
bizim peygamberden önce gelen bütün peygamberlere mucize verildi. Bizim peygambere
mucize ahiret hayatında ümmetinin kurtuluşu için verilecek sözü ile her yanı çelişkilerle
dolu bir anlatımla Kur’an’dan delillerini, şu ayetle ortaya koymaktadırlar.
17/ 59- Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin
onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür (bir
mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş
oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
Kur’an’da
mucize kelimesi yerine kullanılan kelime ayet, delil, belge beyine kelimeleridir.
Ayet kelimesine Kur’an iki farklı anlam yüklemektedir. Önce ayet kelimesini
Kur’an’ın nasıl tanımladığını bir yorumlamaya çalışalım.
Ayet;
Allah’ın Göndermiş olduğu vahyi bilgileri içine alan, kelimelerden ayetlerden
surelerden tutun da, onların kitap haline gelmiş olanlara ayet ismi verildiği
gibi, Allah’ın evren ve evrende yaratmış olduğu varlıkların, zerreden küreye
kadar içine alan, aynı zamanda, insan
yaşamında olumlu veya olumsuz sosyolojik psikolojik biyolojik olayların tümüne
verilen bir isimdir.
O zaman
bu tanıma göre Kur’an’da geçen helak kelimesi bir ayet olduğu gibi, evrende
yaratılmış güneş bir ayettir. İnsan bir ayettir. Savaş bir ayettir. Barış bir
ayettir. Sinek bir ayettir. Hayvanlar bir ayettir. Deve bir ayettir. İnek de bir ayettir. İşte Ayet
kelimesi insanları aciz bırakan, Bütün insanların toplanıp da bir araya
gelseler, yapamayacağı şeylerin adıdır.
Örnek
olarak arı bir ayettir. Bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler
bir arı yaratamazlar. Domates bir ayettir, bütün dünyadaki insanlar toplanıp
bir araya gelseler bir domates yaratamazlar. Ankebut suresi elli birinci ayette
anlatılmak istenen odur.” Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz
onlara yetmiyor mu?”
2/ 23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’dan
şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru
sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz
yardımcılarınızı) çağır.
Bu açıklamalar ve vermiş olduğum ayet örneklerinden sonra,
açıklamak için verdiğim İsra elli dokuzuncu ayetin ne demek istediğini kısacık
anlatmaya çalışalım.
17/ 59- Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin
onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür (bir
mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş
oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
İsra suresinin elli dokuzuncu ayetini, bir makale olarak
enine boyuna uzunluğuna genişliğine web sayfamda anlatarak yayınladım. Fakat
burada üç bölüm halinde ayette geçen ifadelerin ne demek istediğini kısacık
anlatmaya çalışacağım.
1-“Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu
yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı”
Bu ayetin muhatabı son peygamberdir. Kur’an eylemle söylemin
bir toplum halinde yaşanıp kendisinden sonra gelecek olan nesillere peygamber
ve onu destekleyen Müslümanların istisnasız her konuda, Kur’an’ın emrinin
uygulanır halde yaşandığı bir toplum arzulamaktadır.
Eğer Geçmiş peygamber kavimlerde olduğu gibi, peygamberleri inkâr
ve iman edenlerin söylem ve yaşamları insanların çoğunluğu tarafından
engellenmiş olsaydı, seninle de biz bu dini yaşanılır hale dönüştürmezdik. Ama
öyle olmadı seni etten duvarla ören insan topluluğu, seni desteklediler ki İslâm’ı
yaşanılır hale getirdik.
2-“ Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak
gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular.
Kur’an geçmiş kavimlerden Salih kavminin nasıl helak
edildiğini örnek olarak verir. Allah deveyi insanlar için etinden sütünden
derisinden yük taşımasından tutun da, daha sayamadığımız birçok yönünden
yararlansınlar diye yarattığı halde Salih kavmi devenin bu yararlarından
istifade etme yerine, o yararlardan uzaklaşarak dişi deveyi, tapınılır hale
getirmişlerdir. Bir başka ifadeyle onu ilah edinmişlerdir.
Bu olay Musa kavminde Samiri’nin önderliğinde buzağıyı
ilahlaştırmaları gibi Allah’ın insanlara hizmet için yarattığı hayvancağızı
ilalaştırmışlardır. Allah Kelimeleri konuldukları yerden kaldırıp onu başka bir
yere koyanlara zalim ifadesi kullanmaktadır.
4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’
saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek:
“Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ‘Raina’ bizi güt, bize bak”
derler. Eğer onlar: “İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’
deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat
Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü
dışında, inanmazlar.
Kelimeleri konuldukları yerden oynatmak demek Allah’ın
koyduğu bir değeri değerinin altında ve değerinin üstünde bir yere taşımak
demektir. İşte Salih kavmi aynen Yahudilerin yaptığı gibi deveye, Allah’ın
koyduğu bir değeri, değerin üzerinde bir değer vererek kelimeleri yerinden oynattıkları
için vahye karşı gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri mühürlenmiş olmaları
haline Kur’an Helak ettik ifadesi kullanmaktadır.
3-“ Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.”
Ayetin Bu bölümünde, Allah’ın insanlara
verdiği Güç ve kuvvette ayet ifadesi kullanmaktadır. Allah azı insanlara vermiş
olduğu güç ve kuvveti, insanlara zulüm yapmak için değil, güç ve kuvveti mazlum
olanlar üzerinde işkence aracı kullananların üzerine korku salarak mazlumu
zalimin elinden kurtarmak için verdiğini dile getirmektedir. Yani Allah bir
topluluğa güç ve kuvvet üstünlüğü vermişse o gücü insanlara zulüm yapmak için
değil, zulüm yapmak isteyen bozguncuların zulmüne son vermek ve adaleti tesis
etmek için verdiğini anlatmaktadır.
Yeryüzü; Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü
Allah’ın halife olan ve güçlü olan insanlara adaletle davranıp davranmayacağının
imtihana tabi tutulduğu yerin adıdır.
Mucize kavramı ile ilgili sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah
bir peygambere İslam müfessirlerinin anlattığı gibi, mucize vermişse diğer
peygamberlere de vermiştir, bir peygambere mucize vermemişse diğer
peygamberlere de vermemiştir. Çünkü Kuran’a göre peygamberler arasında hiçbir
ayırım yoktur.
2/ 136- Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim,
İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile
peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden
ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.”
Evet, Allah katında bütün peygamberler arasında hiçbir
farklılık yoktur. İslam toplumlarının
anladığı ve algıladığı gibi Allah hiç bir peygambere vahyi bilgiler dışında evren
yasalarını altüst eden mucizeler vermemiştir. Onların peygamberliklerinin
kanıtı getirmiş oldukları vahyi bilgilerle yaşamlarının tutarlılığı ve gayıp
haberleri ile ilgili söylediklerinin istisnasız sonuç vermesidir.
İnsanların, geçmiş peygamber kıssalarında anlatılan bazılarının
ölüleri diriltme, bazılarının ateşte yanmaması, bazılarının denizi asası ile
yarması gibi Kur’an’a göre müteşabih, edebi sanatlara göre mecazi olarak
anlatılan olayları mucize gibi görmelerinden kaynaklanan yanlış bir
algılamadır. Şimdi Kur’an kıssalardan bu gibi algılamaların neden yanlış olduğunu
Allah’ın gönderdiği vahyi bilgiler ve yarattığı, evrensel yaslar çerçevesinde
örnekler vererek belgelemeye ve anlatmaya çalışacağım inşallah.
KUR’AN’DA GEÇEN KISSALAR KUR’AN DİLİYLE NASIL ANLAŞILMALIDIR?
1-MUSA PEYGAMBERİN DENİZİ YARMA OLAYI NASIL GERÇEKLEŞTİ?
6/ 63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye
vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir
dağ gibi oldu.
Ayette geçen deniz kelimesi konu içerisinde hangi anlamda
kullanıldığının mutlaka, anlaşılması gerekir. Kur’an kendi kültürü ve kendi
anlatım sanatı içerisinde bir kelimeye hangi anlamı yüklemişse,
anlayabildiğimiz zaman o ayet ve konuyu ancak doğru olarak anlayabiliriz. Bir
de Ayet içerisinde geçen asa kelimesini, Kur’an’ın o konuda o ayette yüklediği
anlamı yakalamak gerekir. Dilerseniz önce Kur’an’da asa ve deniz kelimelerinin
hangi anlamda kullanıldığını Kur’an bütünlüğü içerisinde sörf yaparak, Kur’an
kültürü ile çözmeye çalışalım.
KUR’AN’DA ASA KELİMESİNİ HANGİ ANLAMLARDA KULLANMIŞ?
Allah; yerlerde ve göklerde yarattığı bütün şeyleri çiftler halinde
yaratmıştır. Önce bununla ilgili ayeti naklederek çift kelimesinin ne demek
olduğunu anlamaya çalışalım
51/ 49- Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt
alıp-düşünürsünüz..
İnsanlar yaratılırken, erkek ve kadından
yaratılmışlardır. Konunun iyi
anlaşılması açısından birkaç örnek vermeye çalışalım. Gece- Gündüz, erkek dişi,
dünya ahiret, iyilik kötülük, mikrop anti mikrop, hastalık sağlık gibi örnekler
verebiliriz.
Asa; Genel anlamı Güç ve kuvveti temsil eder. Kur’an genel
olarak asa kelimesini iki farklı anlamda kullanmıştır. Birinci anamı, Dünyalık
dayanılan onu ayakta tutan güç, anlamında olan asadır. İkincisi de, vahyi bilgiler
anlamında kullanılan asadır. Şimdi Kur’an içerisinde, bu iki anlama gelen asayı
Kur’an’da geçen ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.
DÜNYADA DAYANILAN GÜÇ ANLAMINDA KULLAILAN ASA;
20/17-
“Sağ elindeki nedir ey Musa?”
20/18- Dedi ki: “O, benim
asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak
düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.”
20/19- Dedi ki: “Onu at, ey
Musa.”
20/20- Böylece, onu attı; (bir
de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Belki ayetler içerisinde geçen
kelimelerde ufak tefek çeviri hatası olsa da, konu içerisinde geçen ayetlerden
Musa’nın dünya hayatında onu ayakta tutan ve yaşamını kolaylaştıran, dünya
yaşamını temsil eden mallardan mülklerden söz edildiği rahatlıkla
anlaşılmalıdır.
Asa kelimesi her zaman her
konuda dünyalık dayandığı güçleri temsil etme anlamına gelmez. Biz ancak Asa kelimesinin
dünyalık dayanılan güç anlamında mı? Yoksa vahiylerden aldığı güç anlamında mı?
Kullanıldığını konu içderisinde geçen ayetlerden,
anlayabiliyoruz. Dilerseniz asanın, dünyalık güç anlamına gelen bir ayet örneği
daha verelim.
34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü,
onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o,
yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş
olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Genelde İslam müfessirlerinin büyük çoğunluğu, bu ayette
geçen asa kelimesini meşe ağacından veya andız ağacından yapılan ve dayanılan
değnek anlamında asa olarak anlamışlardır. Ayeti yorumlarken, asaya yüklemiş
oldukları anlama göre yorumlamışlardır.
Oysa Ayette tamamen farklı bir olay anlatılmaktadır. Belki
konu uzayacak ama okuyucuların beni bağışlamasını istirham ediyorum. Bunlar
anlaşılmazsa Kur’an’da geçen kıssaların da anlaşılması mümkün olamaz.
Burada geçen asa kelimesi devlet gücü ve otoritesi anlamında
kullanılan bir asadır. Şimdi bu ayeti ayrı şıklarla açıklamaya çalışalım.
1- “Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman.
Ayetin bu bölümünde Süleyman peygamberin her türlü imkâna sahip,
güç ve kuvvet sahibi bir devlet otoritesinin çöküşünü sembolize etmektedir.
2- “ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan
başkası haber vermedi.”
Ayetin Bu bölümünde Süleyman peygambere yürekten bağlı olup
itaat eden halkın itaatsizleştiğini sembolize etmektedir.
3-“ Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki,”
Ayetin bu bölümünde Süleyman’ı ayakta tutan halk Süleyman’a
desteğini çekince Süleyman’ın sözü dinlenmez hale gelişi anlatılmaktadır.
4-“ şayet
cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde
kalıp-yaşamazlardı.”
Cinlileri
gözlerinde büyüten halkın, Gayptan haber veremeyeceğini eğer gayıp tan haber
Vermiş olsaydı Süleyman’ın öldüğünü(debdebeli hayatın çöküşünü) bilmiş
olsalardı ölmeden, önce haberleri olup istemeyerek çalıştıkları ordudan
çekerler giderlerdi ifadesi kullanılmaktadır.
34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü,
onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o,
yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş
olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı
Süleyman
peygamberin yukarıda dört şıkta anlatılmak istenen olayı özet olarak şöyle
toparlayabiliriz.
Süleyman’ın
ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümüne onu etten duvarla destekleyen inanmış
Müslüman olanlar desteklerken halkın yozlaşıp, bozularak, bakanlıkların, Genel
müdürlüklerin ve müdürlüklerin yozlaşması ile Otoritenin sarsılarak sözünün
dinlemez hale gelmesi anlatılmaktadır.
Asa, ayet
içerisinde devlet otoritesini temsil etmektedir. Ağaç kurdu, halkı, temsil etmektedir. Yıkılıp
düşmesi de Artık debdebeli hayatın, imparatorluğun çöküşünü haber verilmektedir.
Süleyman’ın
tahtı çökmeden önce cinlerin tahtının çökeceğini bilememesi, Gayptan haber
verdiği sanılan cinlerin sanıldığı gibi, cinlerin gaybı bilemediklerini Kur’an
bize haber veriyor. Dikkat edilirse cinler burada beş duyularla algılanamayan
varlıklar değil, yaratılışta vermiş olduğu “Rabim Allah’tır “ sözünden cayarak gayrı
rabbani yolda yürüyen kitap ehli ve puta tapıcı insanlardır.
VAHİYİ
BİLGİLER ANLAMINDA KULLANILAN ASA,
7/103- Sonra bunların
(peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen
çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte
bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
7/104- Musa dedi ki: “Ey
Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
7/105- “Benim üzerimdeki
yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık
bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”
7/106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer
gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir
(bakalım).”
7/107- Böylelikle (Musa)
asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
7/108- (Bir de) Elini sıyırdı,
o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
7/109- Firavun kavminin önde
gelenleri dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”;
7/110- “Sizi topraklarınızdan
sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”
7/111- Dediler ki: “Onu ve
kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de
toplayıcılar yolla”;
7/112- “Bütün bilgin büyücüleri
sana getirsinler.”
7/113- Sihirbazlar Firavun’a
gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan)
var, değil mi?”
7/114- “Evet” dedi. “(O zaman)
Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”
7/115- Dediler ki: “Ey Musa
(ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”
7/116- (Musa:) “Siz atın” dedi.
(Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete
düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
7/117- Biz de Musa’ya: “Asanı
fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün
uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
7/118- Böylece hak yerini
buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
7/119- Orada yenilmiş oldular
ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
7/120- Ve sihirbazlar secdeye
kapandılar.
7/121- “Alemlerin Rabbine iman
ettik” dediler.
7/122- “Musa’nın ve Harun’un
Rabbine�”
7/123- Firavun: “Ben size izin
vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak
amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne
yapacağımı) bileceksiniz.”
7/124- “Muhakkak ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”
7/125- (Onlar da:) “Biz de
şüphesiz Rabbimiz’e döneceğiz” dediler.
7/126- “Oysa sen, yalnızca,
bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden
intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak
öldür.”
Kur’an’da en çok bahsedilen
kıssa Musa kıssasıdır. Şimdi olayı Kur’an’dan başka surelerde geçen onunla
ilgili kıssaları da bütünleştirerek halkın anlayabileceği şekilde anladığım
kadarı ile güncellemeye çalışayım inşallah.
Öncelikle Musa ve Firavun’un
büyücülerinin attıkları ağaçtan değnek olan asanın yılan ejderha olması değil,
Kur’an bunları edebi sanatlarda anlatılan mecazi anlatım, Kur’an’ın anlatım
şekli ile müteşabih bir anlatımdır. Genelde bütün müfessirler sihir büyü olarak
anlamışlar ve anlatmışlardır. Bir peygamber sihirbaz değildir. Peygamberlerin Allah’tan
aldıkları vahyi bilgiler dışında bir mucizeleri de yoktur.
Daha önceki Musa’nın attığı asa
yılan olup Musa korkuya kapılıp ondan kaçmıştı. Ama bu attığı asa, Musa vahyi bilgilerle
donatılıp firavun ve yandaşlarına karşı kardeşi Harun’la beraber vahyi
bilgilerle çıkmaktadırlar. Olay şöyle gelişmektedir.
20/42- “Sen ve kardeşin
ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
20/43- “İkiniz Firavun’a gidin,
çünkü o, azmış bulunuyor.”
20/44- “Ona yumuşak söz
söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.”
20/45- Dediler ki: “Rabbimiz,
gerçekten, onun bize karşı ‘taşkın bir tutum takınmasından’ ya da ‘azgın
davranmasından’ korkuyoruz.”
20/46- Dedi ki: “Korkmayın,
çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum.”
20/47- “Haydi ona gidin de
deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğulları’nı bizimle birlikte
gönder ve onlara (artık) azap verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam,
hidayete tabi olanların üzerine olsun.”
20/48- “Gerçekten bize
vahyolundu ki: Doğrusu azap, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir.”
20/49- (Ona gidip aynı şeyleri
tekrarladıklarında, Firavun onlara) Dedi ki: “Sizin Rabbiniz kim ey Musa?”
20/50- Dedi ki: “Bizim
Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.”
20/51- (Firavun) Dedi ki: “İlk
çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?”
20/52- Dedi ki: “Bunun bilgisi
Rabbimin Katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.”
20/53- “Ki (Rabbim), yeryüzünü
sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi;
böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.”
20/54- “Yiyin ve hayvanlarınızı
otlatın. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.
20/55- Sizi ondan yarattık, ona
geri vereceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.
20/56- Andolsun, Biz ona
ayetlerimizin tümünü gösterdik; fakat o, yalanladı ve ayak diretti.
20/57- Dedi ki: “Ey Musa, sen
bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”
20/58- “Madem böyle, biz de
sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’
tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun”
dedi.
20/59- (Musa) Dedi ki: “Buluşma
zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti
(olsun).”
20/60- Böylelikle Firavun
arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) biraraya getirdi,
sonra geldi.
20/61- Musa onlara dedi ki:
“Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile
kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”
20/62- Bunun üzerine, kendi
aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.
20/63- Dediler ki: “Bunlar
herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek
olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”
20/64- “Bundan ötürü,
tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük
sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.”
20/65- “Ey Musa” dediler. Ya
sen (asanı) at veya önce biz atalım.”
20/66- Dedi ki: “Hayır, siz
atın.” Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları
kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.
20/67- Musa, bu yüzden kendi
içinde bir tür korku duymaya başladı.
20/68- “Korkma” dedik.
“Muhakkak sen üstün geleceksin.”
20/69- “Sağ elindekini atıver,
onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü
hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.”
20/70- Bunun üzerine büyücüler,
secdeye kapandılar: “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” dediler.
20/71- (Firavun) Dedi ki: “Ben
size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten
büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak
keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin
azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”
20/72- Dediler ki: “Bize gelen
apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.” Neyde
hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya
hayatında hükmünü yürütebilirsin.”
20/73- “Gerçekten biz
Rabbimiz’e iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı
zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha
süreklidir.”
20/74- “Gerçek şu ki, kim
Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem
vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir.”
20/75- “Kim O’na iman edip
salih amellerde bulunarak O’na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek
dereceler vardır.”
Araf ve Taha suresinden Musa ve
firavunun mücadelesi konusunda iki alıntı yapmaya çalıştık. Dikkat ederseniz
konuya girerken Allah şöyle buyurur.
7/103- Sonra bunların
(peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen
çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte
bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
Mucize konusunu bu konulara
girmeden önce anlatmaya çalışmıştım. Peygamberlere vahyi bilgiler dışında hiçbir
mucize verilmemiştir. Ayette dikkat ederseniz,” Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a
ve önde gelen çevresine gönderdik” bu ifade geçmektedir. Peygamberler büyücü
sihirci değildir. Oks pokus yapmakla eğer toplumlar yenik düşürülmüş olsaydı,
hiçbir peygamber öldürülemez ve hiçbir peygamber hiçbir zaman, yenik
düşürülemezdi. Musa peygamber Firavun ve önde gelenlerin karşısına Allah’tan
almış olduğu vahyi bilgilerle çıkmaktadır.
Büyü ve sihir karşıdaki
kişileri sözle etkileyerek onu kendi tesiri altında bırakmak demektir. Bununla
ilgili olmuş bir olayı anlatarak kıssanın anlaşılmasına yardımcı olmaya
çalışalım.
Bir gün şöhretli bir adamın
kızı, psikolojik olarak hastalanır. Çevreden nefesi büyüsü sihri güçlü bir
hocaya gitmesini tavsiye ederler. Adam da kızını alır o hocaya götürür. Hoca
iğneden ipliğe kadar geçmiş başından neler geçtiğini sorar ve not alır. Sonunda
hoca der ki senin kızına çok büyük bir büyü yapılmış, ben bunun altından
kalkamayacağım der ve kendisinin de üzerinde daha bilgili, bir hocaya gitmelerini
önerir. Adamcağız yine tavsiye edilen hocanın yanına varır. Zaten daha önce o
hocaya gelecek olan adam ve kızı hakkında telefonla not aldığı iğneden ipliğe
kadar bilgiler verilir.
Hoca adama kızına kapıdan girer
girmez ismini söyler ve daha önceki hocadan almış olduğu bilgilerle, kızın
başından geçen olayları onlara anlatınca şok olurlar. Artık ondan sonrası
kolaylaşmıştır hoca ne derse yalan yanlış inanacak konuma gelirler. Gerçekten
olayın çözüm yolunu bu hocanın bildiğini sanırlar ne yazarsa eline muska diye
yazıp verdiği kâğıt o kızcağızı iyileştirmek için yeterli bir sebeptir. Kızcağız
o psikolojik rahatsızlıktan kurtulur. Siz olsanız sizden başka hiç kimsenin
bilmediği başınızdan geçen şeyleri en ince ayrıntılarına kadar size birisi
bildirse ne düşünürsünüz? Onlar o şok olma olayında kendi verdikleri bilgilerle
önceki gittikleri hocadan o bilgileri almış olduklarını akıllarına bile
getirmeden tam bir teslimiyetle teslim olup inanmaktadırlar.
İşte sihir büyü, bilgilerle
karşısındaki etkileme metodudur.
Musa ile Firavun’un bilginleri
ve büyücüleri arasında da Dünya yaşamı konusunda bir bilgi yarışması
olmaktadır. Musa önce asanızı siz atın demekle Hayata ve dünya yaşamına nasıl
bakmakta olduklarını onlara sorar. Ve halk da onların söyledikleri dünya yaşamı
ile verdikleri bilgiler karşısında büyülenirler. Ve büyücülere karşı önce
inanırlar.
Daha sonra sıra Musa’ya gelir,
aralarında şöyle bir an yaşanır.
20/67- Musa, bu yüzden kendi
içinde bir tür korku duymaya başladı.
20/68- “Korkma” dedik.
“Muhakkak sen üstün geleceksin.”
20/69- “Sağ elindekini atıver,
onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü
hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.”
Burada Musa’nın sağ elindeki
attığı asa vahyi bilgilerdir. Firavun’un bilgin ve büyücülerinin attığı asa da
kendi dünyalık ideolojileri ve görüşleridir. Dikkat ederseniz Musa’nın getirmiş
olduğu vahyi bilgiler karşısında teslimiyetleri Musa’ya değil, Musa’ya o
bilgileri veren Allaha’dır. Kur’an, kıssaları ve olayları anlatırken bir roman
ve hikâye gibi anlatmaz. Konunun ipuçlarını verir diğer yerlerini o konuda
uzmanlaşmış insanlara bırakır. Asıl konunun can alıcı noktası, Firavun ve
büyücülerle aralarında geçen şu konuşmalardır.
20/70- Bunun üzerine büyücüler,
secdeye kapandılar: “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” dediler.
20/71- (Firavun) Dedi ki: “Ben
size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten
büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim
ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha
şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”
20/72- Dediler ki: “Bize gelen
apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.” Neyde
hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya
hayatında hükmünü yürütebilirsin.”
Peygamberler mucize
getirmezler. Peygamberler Allah’ın ayetlerine mucizelerine insanları yöneltmeye
çalışırlar. Daha önce de bahsettiğim gibi, Peygamberlerin fiziki yasaları alt
üst eden olağan üstü bir mucizeleri yoktur. Göstermemişlerdir de. Ancak
Peygamberler Allah’ın göndermiş olduğu vahyi bilgilerle sünnetullah olan
mucizelerine insanları yöneltirler.
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin.
Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine
de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası
mıyım?”
Allah peygamberin yerini ve
konumunu şöyle tanımlıyor.
“Rabbimi yüceltirim;
ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Peygamberlerin kâfirlerin
istedikleri gibi mucizeleri, vahyi bilgilerden başka olmamıştır. İşte Allah ile
diğer insanlar arasında peygamberler sadece bir elçidirler. Dileyen
getirdiklerini kabul eder ve vahiylerle hayatını yaşamını düzenler. Hem dünya
hayatında, hem de ahiret hayatında mutlu olur. Dileyen de inkâr eder yaşamını
ve hayatını vahyi bilgiler dışında sürdürür. Hem dünya hayatında, hem de ahiret
hayatında mutsuz olur. Allah insanlara böyle muazzam bir özgürlük vermiştir.
Sonuç olarak, Firavun’un
büyücüleri ve Bilginlerinin atıp da yutulan asası ağaçtan olan asası değil,
onların dünyalık ideolojileridir. Musa’nın atıp da ejderha olan asası da vahyi
bilgilerdir. Bilginler o bilgilerin insan sözü olmadığını ve olamayacağını
anladıklarından dolayı Musa ve Harun’un rabbine biz de teslim olduk diyerek
Firavun’a karşı cephe alıyorlar. Anladığım kadarıyla olayın özü budur. *****
1-MUSA PEYGAMBERİN DENİZİ YARMA OLAYI NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Kur’an’da geçen asa kelimesinin
hangi anlamlara geldiğini Kur’an’ın konuşma dilinden anlatmaya çalıştım. Şimdi de,
Asa ile denize vurunca denizin yarılıp ikiye ayrılması iman edenlerin kurtulup
Firavun ve askerlerinin suda boğulması ne anlama geliyor onu anlamaya
çalışalım.
26/52- Musa’ya: “Kullarımı gece
yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz” diye vahyettik.
26/53- Bunun üzerine Firavun
şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
26/54- “Gerçek şu ki bunlar
azınlık olan bir topluluktur;”
26/55- “Ve elbette bize karşı
da büyük bir öfke beslemektedirler.”
26/56- ‘Biz ise uyanık bir
toplumuz” (dedi).
26/57- Böylelikle Biz onları
(Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık;
26/58- Hazinelerden ve soylu
makam(lar)dan da.
26/59- İşte böyle; bunlara
İsrailoğulları’nı mirasçı kıldık.
26/60- Böylece (Firavun ve
ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
26/61- İki topluluk birbirini
gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler.
26/62- (Musa:) “Hayır” dedi.
“Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.”
26/63- Bunun üzerine Musa’ya:
“Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de
her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
26/64- Ötekileri de buraya
yaklaştırdık.
26/65- Musa’yı ve onunla
birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
26/66- Sonra ötekileri suda
boğduk.
Asa kelimesinin ne anlama
geldiğini Kur’an bütünlüğü iççisinde anlamaya çalıştık. Şimdi de deniz
kelimesinin ne anlama geldiğini anlamamız lazım ki konu düzgün olarak
anlaşılabilsin.
DENİZ KELİMESİ HANGİ ANLAMLARA
GELMEKTEDİR.?
Kur’an’a göre deniz kelimesi
iki anlama gelmektedir? Birincisi su kütlelerinin toplanıp içerisinde
balıkların yaşaması ve gemilerin yara yara gezmesi anlamına gelen denizdir.
İkincisi de dünya hayatı anlamına gelen içerisinde her türlü insanın yaşayıp
imtihana tabi tutulduğu denizdir. Şimdi bunların her birine Kur’an’dan örnekler
vererek açıklamaya çalışalım.
BİRİNCİ ANLAMI;
16/14- Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve
giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara
yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve
şükretmeniz içindir.
54/24- Denizde
koca dağlar gibi yükselen gemiler O’nundur.
Kur’an
içerisinde yaklaşık olarak, kırk dört ayette deniz kelimesi geçmektedir. Deniz
kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde
eşyanın yaratılış biçimine ters düşmeden anlaşılması gerekir.
Allah
İnsanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklara melek tabirini
kullanmaktadır. Öyleyse deniz de bir melektir. Eğer deniz kendisine kodlanmış
olan bilgilerle hareket ediyorsa, deniz kendisine verilen bir emiri yerine
getirir, öyle de olması gerekir. Bakınız size iki biri birine zıt gibi görülen
ayet hakkında bilgi vermeye çalışalım.
45/12-
Allah; Kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O’nun fazlından ararsınız diye,
sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
45/13- Kendinden (bir nimet
olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz
bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Yine burada Kur’an’ın melek
kelimesine ne anlam yüklediğini bir hatırlamaya çalışalım.
Melek; insanların fiziki ve
psikolojik yapısı da dahil olmak üzere, insanların lehinde ve aleyhinde
insanların emrine amade olarak yaratılmış, zerreden küreye kadar insanlar
dışında bütün varlıkların genel adıdır.
“sizin için denize boyun
eğdirdi.” Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin
için boyun eğdirdi.”
Dikkat ederseniz deniz kelimesi
de yerlerde ve göklerde olan varlıklar içerisinde yer almaktadır. Gökler ve yer
insanlar için boyun eğdirilmişse Deniz de insanlar için boyun eğdirilmektedir.
Öyleyse deniz Kendisine yaratılırken nasıl bir bilgi kodlanmışsa kendisine verilen
o bilgi çerçevesinde görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Deniz, Müslüman
geçerken yarılıp açılması, inkar edenler geçerken de kapanıp boğulmaları
Kur’an’da mecazi bir anlatımdır.
DENİZ KELİMESİNİN İKİNCİ ANLAMI;
10/90- Biz,
İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve
düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun):
“İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlah’tan) başka İlah olmadığına inandım
ve ben de Müslümanlardanım” dedi.
Bu ayette
bahsedilen dünya haayatı anlamında olan denizdir. Ölüm anı geldiği zaman artık
Allah’tan başka sığınacak kurtarıcı olmadığını anladığı zaman artık Musa’nın ve
Harun’un rabbine ben de inandım dedi. Ancak ondan kabul edilmedi. Bu ayet bütün
insanlar ölüm anında ahiret alemi onlara gösterilmekte iman etmediği ahiret
alemine, iman eder duruma gelmektedir. Ne yazık ki ölüm anındaki tövbe ve
şirkle gidiş Allah katında asla kabul görmeyecektir.
4/ 159-
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet
günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır.
4/ 18- Tevbe;
ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi
gerçekten tevbe ettim” diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil.
Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.
26/63- Bunun
üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz
hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
DÜNYA
HAYATINDA İNSANLARA CEZA İKİ KAYNAKTAN GELMEKTEDİR.
Kur’an’a göre
suç işleyenlerin cezası ahiret aleminde verilecektir. Önce bu ifadenin altı
kalın çizgilerle çizilip bilinmesi gerekir. Şimdi söylediğimiz bu ifadeyi
Kur’an’da geçen ayetlerle ispat etmeye çalışalım.
Kur’an’ın
doğru anlaşılmasını engelleyen konulardan en önemlisi Helak edilme konusudur.
Konumuzla ilgili Kur’an kıssalarında anlatılan Nuh kavmi, semut kavmi Lut kavmi
Musa kavminin helak edilme olayının temelini bu anlayış oluşturmaktadır.
Öncelikle Dünya hayatında suç işleme nedeniyle Allah’ın özel bir cezası
olmadığı gibi, sevap işleme nedeniyle de Allah’ın onlara özel bir mükâfatı da
yoktur. Dünya hayatı bir deneme ahiret hayatı ise bu denenmenin sonucunda mükâfat
veya ceza alma yeridir.
76/ 2-
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz.
Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik;
(artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
76/4- Doğrusu Biz kafirlere
zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık.
76/5- Şüphesiz ki iyiler
(ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler.
Dünya hayatında insanlar halife
olarak yaratılmışlardır. Allah yerlerde ve göklerde yaratılmış olan bütün
varlıkları insanoğlunun emrine vererek kendilerine ayrılan bir zaman dilimi
içerisinde denenmektedirler. İnsanlara yukarıda verdiğim ayet örneklerinde
olduğu gibi Allah insanlara iki farklı yol göstermiştir. Birincisi yerleri ve
gökleri yaratan Allah’ın insanlar için çerçevesini peygamberler aracılığı ile çizdiği
yol, Kur’an buna rabbani yol der. İkincisi de Rabbani yolun dışında olan yollardır.
Rabbani yolda olanlar insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa kendilerine
gönderilen peygamberlerin getirdiği vahiy orijinli mesajlarla hayatlarını
düzenlerler. Bu yolda olanların dinine İslam teslim olanların adına da Kur’an, Müslüman
ismini vermiştir.
5/
48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir
şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında
Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve
tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.
Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle
sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’a’dır.
Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Ayette geçen”
Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” Derken
peygamberler arasındaki şeriat ve yöntem farklılığı değil peygamberler yolunun
dışında olanlar, için ayrı şeriat, ayrı yol yöntem farklılığı anlamını
taşımaktadır.
İnsanlık
tarihinin başlangıcından bu tarafa rabbani yolda olanların yol çizgisi Allah
tarafından belirlenir. Onların ölümü dirimi, yaşamı namazı hayatları ibadetleri
yerleri ve gökleri yaratan Allah içindir.
6/ 162- De ki:
“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.”
Bütün
Müslüman’ım diyenler böyle söyleyip yaşadığı zaman tevhit oluşur. Otorite ve
söz sahibi sadece ve sadece Allah’tır. Onun sözünden başka hiçbir söz orada
geçerli değildir.
Farklı ümmet
ve farklı şeraitler içerisinde olanlar gayrı rabbani yolda olanlardır. Bunlar
Allah’ı ya reddedenlerdir ya da Allah’a ortak koşanlardır. Yani Allah’ın
verdiği bir emir karşısında başka emirleri de kabul edip kendilerine yaşam
biçimi hayat tarzı olarak kabul edenlerdir.
Allah katında
hüsnü kabul görecek olan din, sadece kendisinin ortaya koyduğu dindir. O dinin
adı insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa İslam, teslim olanların adı da Müslüman’dır.
Maalesef bu dinde olanlar sürekli çok azınlığı teşkil etmiştir, sürekli de az
olmaya devam edecektir bu Allah’ın sünnetidir. Kur’an’a göre, en doğru en güzel
yol İslam olduğu halde bu yolu sahiplenenler maalesef çok azı teşkil etmiştir.
6/ 116-
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan
şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle
yalan söylerler.’
1-İNSANLAR
ELİYLE GELEN CEZALAR.
35/45- Eğer
Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı,
(yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş
bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz
Allah Kendi kullarını görendir.
Bu ayet
gösteriyor ki, Suç işleyenlerin cezası ahiret aleminde verilecektir.
22/40- Onlar,
yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından
sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi
(yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah
Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü
olandır, Aziz olandır.
Bu Ayette de
anlatılmak istenen İnsanlar dünya hayatında suç işleyip işlememekte söz
sahibidirler. İnsanlar içerisinde kendi özgür iradeleri ile rabbani yolu seçen
ve bu yolda yürüyenler mazlum olanları zalim olanlara karşı koruyup gözleme
güçlü olan Müslümanlar tarafından yeryüzünde adaleti tesis etme aç olanları
yedirip giydirip doyurma Allah’ın yeryüzüne serdiği nimetlerle olmaktadır.
Yani Yeryüzünü
bozan da insanlardan olmaktadır. Yeryüzünü koruyan mamur eden de insanlar
eliyle olmaktadır. Allah’ın insanların zulmüne ve mazlumları korumasına özel
bir müdahalesi yoktur.
42/14- Onlar,
kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’
dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar
geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde
ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
42/21- Yoksa
onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden
kendilerine teşri’ ettiler (bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı,
elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir
azap vardır.
Vermiş olduğum
ayetler gösteriyor ki, Allah dünya hayatını bir deneme salonu, ahiret hayatını
ise bir mükâfat ve ceza salonu olarak yaratmıştır.
67/2- O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah bir
taraftan dünya hayatını bir deneme salonu yaptım desin, bir taraftan da dünya
hayatında deneme anında daha deneme bitmeden insanları cezalandırsın. Asırlardır
tefsirlerde anlatılan, Lut, Nuh, semut, Salih,
Ve Musa kavminin helak edilmesi, başka bir anlamı ifade etmektedir.
2- EVREN YASALARINA UYMADIĞIN
ZAMAN EVRENDEN GELEN CEZALAR.
Kendisine ehliyet verilen bir
sürücü, Eğer yollarda trafik kurallarına uygun olarak seyrini düzenlemezse ya
arabasını bir yardan aşağı atarak ölür, ya da arabasını başka bir araca
çarparak kendi canı ile beraber onun canını da yakar. Trafik işaretleri,
sürücülerin gerek ışıklarda nasıl bir tutum takınacaklarını belirlerken, bir
taraftan da yol çizgi ve işaretleri kişilerin nerede sollayıp nerede sollamayacakları
en ince ayrıntılarına kadar düzene koymuştur.
Kırmızı ışık yandığı zaman
durulur, sarı ışık yandığı zaman hazır olunur, yeşil ışık yandığı zaman da
geçilir. Genelde çok kazalar, Kurallara uyulmadığından meydana geldiği
görülmektedir. Aynen onun gibi, Allah evrende İnsanların düzgün yaşayabilmeleri
için bir yasa koymuştur.
Sen evrende yaşarken doğanın
getirdiği olumlu veya olumsuz olan şartlara göre kendini hazırlaman gerekir ki,
başına felaket gelmesin. Zarar görmeyesin diye Allah sana o felaketlere karşı
koruna bilme bilinci yerleştirmiş.
Dünya insanlar için kendilerine
verilmiş bir zaman dilimi içerisinde yaşama yeridir. Dünyanın her yeri aynı
değildir. Bazı yerler çok soğuk bazı yerler çok sıcak bazı yerler deprem
bölgesi, bazı yerler çok yağışlıdır. İşte Her insan yaşamış olduğu bölgeye göre
kendisinin düzgün yaşayabilmesi için donanımını şartlara göre hazırlaması
gerekir.
Sürekli deprem olan bölgelerde
depremin şiddetine göre yapacağı evleri inşa etmesi gerekir. Eğer. Sekiz
şiddetinde deprem olan bir bölgede evinin dayanıklılığını sekiz şiddetinden az
dayanacak şekilde yaparsan deprem olduğu zaman sen deprem şiddetine dayanamayan
evin göçüğü altında kalır ölürsün. Demek ki bu başına gelen felaket Allah’ın
sana iyilik yapmandan veya kötülük yapmandan dolayı gelen bir cezası değil, sen
evini depreme dayanıklı şekilde yapmaman sonucu gelen bir cezadır.
Deprem bölgesinde yaşayan Allah
düşmanı ve Allah dostu iki kişi olsa deprem olduğu zaman deprem o iki kişiden
birisine sen Allah’ın dostusun seni ben göçük altında bırakmam. Birisine de sen
Allah’ın düşmanısın seni göçük altında bırakayım diye bir tercihi olabilir mi? Deprem
senin iyi adam kötü adam olduğuna değil, senin kendisine karşı sağlam tedbir
alıp almadığına bakar. Eğer binanı kendisine karşı dayanıklı şekilde yapmışsan
sana dokunmaz, eğer dayanıklı şekilde yapmamışsan seni göçük altında bırakır.
Denizde gemilerin sağlıklı bir
şekilde seyir edebilmeleri için gemileri denizde yüzme kuralları vardır.
Gemilerin fırtınalara karşı ne kadar dayanaklı olup olmadığını, ne kadar yük
atılıp atılmayacağını bilmeden denizde yüzmeye kalkarsan gemiyi denizde
batırırsın.
Eğer yüzmek bilmeden denize
girersen denizde boğulursun. Birisine sordum. Bir peygamber gemiden denize
düştü yüzmek de bilmiyor. Deniz o peygamberi boğar mı dedim? Adam hiç böyle bir
soru ile belli ki karşılaşmamış bocaladı bir cevap veremedi. Ben de dedim ki
bir deniz bir insanın peygamber olup olmadığını nereden bilsin? Yüzmek
bilmiyorsa deniz onu, elbette boğar. Deniz onun peygamber mi, firavun mu
olduğuna bakmaz onun yüzmek bilip bilmediğine bakar yüzmek biliyorsa kurtulur,
yüzmek bilmiyorsa boğulur.
Konunun iyi anlaşılması için,
bir örnek daha verelim. İki tane Muz serası olan adamın birisi Müslüman, diğeri
ise ateist veya deisttir. Allah’ı inkâr eden adam, serasına gereğine uygun
şekilde ilacını gübresini ısı donanımını en itinalı bir şekilde yerine getiriyor.
Diğer Müslüman adam ise bunların hiç birisini gereği gibi yerine getirmiyor.
Soruyorum size Allah Müslüman
olanı mı serada başarılı kılar daha fazla gelir alır? Yoksa Müslüman olmayanı
mı başarılı kılar? Elbette Kim bahçe yetiştirmenin kurallarına uyarsa başarılı
olan odur. Bahçe kendisi ile iyi diyalog kurulup kurulmadığına bakar onun
Müslüman olup olmadığına bakmaz.
Daha örnekleri çoğaltabiliriz.
Demek ki Allah Evrene değişmez bir yasa koymuş, Kim evrenin yasalarına uygun
şekilde hareket ederse Allah onu dünya hayatında başarılı kılar. Kim evren
yasalarına uygun olarak hareket etmezse o da inansın veya inanmasın başarısız
olur.
42/ 20- Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar
yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette
bir nasibi yoktur.
Demek ki,
Dünya hayatında Allah rızkı yaymış kim gereği gibi bu rızıklara yönelir ve
gerekli çabayı gösterirse Allah kişilerin gösterdiği performansa göre rızkı,
insan ayırımı yapmadan vermektedir.
Konu
içerisinde yazdıklarımızı özetleyecek olursak, Allah’ın insanların doğru yola
ve yanlış yola gidişlerinde gönderdiği peygamberler ve saptırıcılar dışında
özel bir müdahalesi yoktur. İnsanlara
müdahale iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi insan olma yasalarına uymadığın
zaman müdahale insanlardan gelmektedir.
Bu müdahaleyi
Kur’an yine iki kısma ayırmaktadır. İnsanın hiçbir suçu olmadığı halde
yeryüzünde sadece “ Rabbim Allah’tır” dediği için sürülüp öldürenler vardır. Bu
müdahale şekli inkâr edenlerin yanlış tutum ve davranışları sonucu ekini ve
nesli yok etmektedirler. Allah bunların cezasını eğer iman edenler güç ve
kuvvet haline gelirlerse insanlardan dünya hayatında görecekler Ahiret
hayatında da Allah cezalarını ayrıca verecektir.
9/ 52- De ki:
“Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında
başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim
elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun,
kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Ayette o kadar
güzel olay izah edilmiş ki, Dünya hayatında inkar edenlerin cezası Müslümanlar
eliyle eğer güçleri yeterse, eğer Müslüman olanların gücü yetmeyip de
yenilirlerse kafir olanların zulümlerinin cezası ahiret aleminde Allah
tarafından verilecektir.
İkinci ceza,
dünya hayatında ceza Sünnetullah dediğimiz Allah’ın evrene koyduğu yasalara
uymama sonucunda gelen cezalardır. Bu cezalar iman eden veya iman etmeyen diye
ayırım yapmadan, kim o kurallara uyarsa başarı ödülünü evrenden alır. Kim o
kurallara uymazsa da evrenden cezasını izah edildiği gibi görür.
Şimdi
Kur’an’da geçen helak edilmiş kavimlerin doğru anlaşılmasında en büyük etken
yukarıda saydığımız kurallara uygun olarak anlaşılması gerekir. Yoksa kelimeler
yerinden oynatılıp, gerçek anlayış özünden saptırılmış olur. Şimdi ilgi
alanımızı oluşturan Musa peygamberin denizi yarması nasıl olmuş onu anlamaya
çalışalım.
AYETTE GEÇEN
ASA İLE DENİZE VURULUP DENİZİN YARILMASI NE ANLAMA GELMEKTEDİR?
26/63- Bunun
üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz
hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Asa kelimsinin
ne anlama geldiğini daha önce izah etmiştim. Tekrar anlamını yaparak konuyu
anlamaya çalışalım. Asa kelimesi Kur’an dilinde, güç ve kuvvet anlamını temsil eder.
İki anlama gelmektedir. Birincisi Dünyalık dayanılan güç anlamındadır. Ama
verdiğimiz ayet örneğinde, dünyalık dayandığı güç anlamını ifade etmez. İkinci
anlamı ise Allah’tan aldığı vahiyi bilgi gücü anlamında kullanılan asadır,
demiştik. İşte bu ayette bahsedilen asa Vahyi bilgiler anlamında kullanılan
asadır.
Çünkü bu
ayette bahsedilen asanın denize vurulup da denizin ikiye ayrılması Kur’an
dilinde müteşabih, edebi sanatlar dilinde mecazi anlam taşımaktadır. Kur’an’da
bahsedilen bir ayetin doğru anlaşılabilmesi için Şu şartların birbirleri ile
çatışmaması gerekir. 1- Kur’an, 2- evren yasaları, 3- akıl, 4- pratik hayat.
Kur’an’da
anlatılan bütün kıssalar genelde aynı özellikte anlatılmışlardır. Eğer Bir
kavim işlemiş olduğu suç nedeni ile Dünya hayatında cezalandırılacak olmuş
olsaydı Şu ayetle çelişirdi.
35/45- Eğer
Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı,
(yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş
bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz
Allah Kendi kullarını görendir.
Kur’an’da konu
şöyle anlatılmaktadır.
26/60- Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin
doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
26/61-
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten
yakalandık” dediler.
26/62-
(Musa:) “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol
gösterecektir.”
26/63-
Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz
hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
26/64-
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
26/65-
Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
26/66-
Sonra ötekileri suda boğduk.
Kur’an
bütünlüğüne serpiştirilmiş olan Bu konu ile ayetlere baktığımız zaman,
Firavunun güçlü bir ordusu, şatafatlı bir zenginliği var. Hiçbir peygamber
müşrik olan topluluklara geldiklerinde davul zurna ile karşılamamışlardır.
Onlar ya dövülmüşler ya sürülmüşler ya da öldürülmüşlerdir. Dünya hayatında
Allah kendi yolunda giden kullarına ve peygamberlerine vahyi bilgilerden başka
özel bir yardımı olmamıştır. Bunun karşılığında da inkar edenlere karşı da
zulümlerine karşılık özel bir cezası da olmamıştır. Yine konumuzu aydınlatan
bir ayeti nakletmeye çalışayım.
42/14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca
aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer
Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından
kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt
içindedirler.
Ayette geçen şu bölüm dikkat çekicidir.” Eğer Rabbinden, adı
konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak
aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
İslam toplumlarında Önde gelen müfessirlerin de dahil
yanıldıkları konulardan en önemli olanı, suç işleyen kavimlerin suç
işleyişinden dolayı Allah’ın Dünya hayatında onları tabiat kuvvetleri ile yerle
bir etmesi olayıdır. Allah izin verirse, Kur’an’da geçen helak edilmiş
kavimlerin helak edilişinin ne anlama geldiğini Kur’an’ın kendi dili ve üslubu
ile ayrı ayrı anlatmaya çalışacağım.
Asırlardır, Kur’an tozlu raflarda saklanmıştır. Eğer açılıp
okunmuşsa da, ya ölülere sevap olsun diye okunmuş ya da güzel namelere
dönüştürerek müzik olsun diye okunmuştur. Kur’an yerleri ve gökleri yaratan
Allah’ın kendisine iman edenler için bir yaşam kılavuzu ve hayat kitabıdır. Şu
Anda bu nesil geçmiş nesillerin anlamak için ellerine alsalar da kirli bilgiler
yüzünden anlamada büyük meşakkatler çekmektedirler.
Ata dini mensuplarının din anlayışları ve yollarının
yanlışlığını fark eden Bazı Kur’an okuyucuları, yeni Kur’an’ı okuma ve anlama
sarhoşluğu içerisinde sadece geçmiş olan din anlayışına karşı çıkmak adına
doğru ve yanlış demeden hepsini çöpe atarak tepkilerini göstermişlerdir. Oysa
geçmiş bilgilerden doğru olanları ve yanlış olanları da bulunmaktadır. Bütün
peygamberler geldikleri zaman geçmiş bilgilerin doğru olanlar aynı kalmak
koşulu ile yanlış olanları doğrularıyla değiştirmişlerdir.
7/ 157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de
(geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul)
uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor,
temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini,
üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar,
yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa
erenler bunlardır.
Ayette Tevrat ve İncil ehli olanlardan hanif olanların
konumları bize anlatılmaktadır. Şu anda insanların vahyin orijinlinden sapmış
olan kendi elleri ile İznik konsülünde, eski ahit (Tevrat) yeni ahit (İncil)
diye yazdıkları kitaplar Allah’ın Musa’ya ve İsa’ya göndermiş olduğu kitap değildir.
Bütün peygamberlerin getirmiş oldukları dinin adı İslam teslim olanların adı da
Müslüman’dır. Birisine helal edilmiş olan bir şey diğerine de helaldir birisine
haram edilmiş bir şey diğerine de haramdır.
Kendilerinin Tevrat ve İncil ehli olduklarını zanneden bazı
Yahudiler ve Hıristiyanlar, Allah’ın helal kıldığı bazı şeyleri haram, haram
kıldığı bazı şeyleri de helal kılıyorlardı. İşte son peygamber onların helal
olduğu halde haramlaştırdıkları bazı şeyleri helal haram olduğu halde helal
ettikleri bazı şeyleri doğru yerine koyuyordu.
6/ 146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık.
Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe
karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka
tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru
olanlarız.
Allah bir kavme helal ettiğini başka bir kavme haram etmez.
İşte Kur’an’ın konuşma dilini eğer çözemezsek bu ayeti doğru olarak anlamamız
mümkün değildir. Allah Yahudilik dini diye bir din göndermediğini ve dolayısı
ile Allah’ın Yahudi onlara helal kıldığı temiz şeyleri haram kılmayacağını,
bilmek gerekir. Onlar ayette zikredilen şeyleri Müslüman olanlara Helal kıldığı
halde Yahudi olanlara haram kılmasının anlamı onlar kendi kendileri helal olan
şeyleri yememekle haram kılmışlardır.
2/ 168- Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz
olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık
bir düşmandır.
Demek ki, tez olan şeyler helal pis ve murdar olan şeyler de haramdır.
İstisnasız herkes için bu böyledir.
Kavimlerin helakı ile ilgili konuya üçüncü makalemde devam edeceğim
inşallah.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
20-2-2016