23 Haziran 2010 Çarşamba

KURAN DİYEN TOPLUMLARIN HALA KAVRAYAMADIKLARI MESELELER



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


Uzun uzadıya günümüze kadar, Kuran'ın inmeden önce toplumlardaki sapmalardan bahsetmeye çalıştım. Çok şükür Allah'a ki insanlar unutulmuş olan Kuran'a yönelmeye başladılar. Ve asırlardır. Terk edilmiş Kuran tekrar gündeme gelmeye başladı. Ama şimdi de Kuran'daki geçen kelime ve ayetlerin ne demek istediğinin anlaşılması problemleriyle karşı karşıyayız.

Otuz Yıllık Kuran'ı anlama konusundaki ısrarlı çalışmalarımdan tekrar örnekler vererek Kuranda geçen kelime ve ayetlerin nasıl anlaşıldığını, Kuran'dan örnekler vererek anlatma ihtiyacı hissettim.

Şimdi bunları başlıklar halinde Kuran'ı anlamada engel teşkil eden engellerden bahsetmeye çalışayım.

KURANDAKİ AYETLERİ MEALLENDİRİRKEN YAPILAN YANLIŞLIKLAR..

Önce Kuran'ı anlamak Arapça bilmek demek değildir. Arapça bilmek ayrı bir ilimdir.Kuran'ı anlamak ayrı bir ilimdir. Nasıl Türkçe bilmekle edebiyatı anlayamıyorsak veya Türkçe bilmek matematik biyoloji, kimya ve tıp ilmini anlamak olmuyorsa, Arapça bilmekle de Kuran anlaşılmıyor.

Kuran: Peygamberimizin peygamber oluşu ile başlayıp, peygamberlik tarihinin bitişi arasında kullanılan bir edebi anlatım sanatını yansıtır. Kuran'da geçen bir kelimenin ne anlama geldiğini veya kıssalarda anlatılan olayları anlatırken nasıl bir anlatım sanatı kullandığını anlamak gerkir. Biz kıssaları,dışarıdan alatılnlardan değil, Kuran'ın kendi Bütünlüğü  içerisinde anlamamız çözmemiz gerekiyor.

İşte Meal yapan mütercimler Kuran'da geçen kelime ve ayetleri tercüme ederken, Geçmiş olan yanlış din anlayışı onların Ayetleri tercüme ve  meallerine yansıtmışlardır.

Bir Dilde yazılan eserlerin başka dillere tercüme edilirken, tercüme edilen dilde karşılığı olmayan kelimlerin aktarmak mümkün olmamaktadır. Hele o dilde kullanılan deyimlerin ne anlatmak istediği anlaşılmamışsa tercüme ederken çok büyük sorunlar çıkarmakta kelime ve ayetlere tamamen kendi anlatmak istediği anlamlar dışında anlamlar yüklenmektedir.

Mesela Türk kültüründe kullanılan bazı sanatsal üslupla kullanılan kelime ve deyimler eğer onun kullanılış amacı ve anlatmak istediği mana yakalanmadığı zaman tamamen yanlış bir anlam ortaya çıkmaktadır. Bir örnek verecek olursak,

” Orta doğu ısınıyor” bu deyim İngilizce veya başka bir dile çevrilirken kelime kelime tercüme edilir. Cümlede geçen “0rtadoğu ısınıyor” Türk kültüründe bir savaş hazırlığı Anlamında kullanılmıştır. Ama bu cümlenin başka bir dile çevrilirken aynen orta doğu ısınıyor.” Olarak tercüme edilir. Burada savaştan filan söz edilmez. Biz ancak bu deyim sık sık bizim kültürümüzde yer ettiği için, biz rahatlıkla anlayabiliyoruz.
 
İşte Her dilde Anlatım sanatı kullanıldığı gibi Kuran'da da bu anlatım sanatları kullanılmıştır. Mütercimler Kuran'ı tercüme ederlerken, ayeti moto mot tercüme etmesi gerekir. Orada kendi yorumu varsa kendi yorumunu kısacık parantez içerisinde kullanması gerekir. Kelimelere verilen yanlış yorum ayetlerin ve kısaların Yanlış anlaşılmasına neden olmktadır. 

 Kuran'da geçen kelime ve  ayetler yanlış meallendirilirse onunla ilgili geçen bütün ayetler ve kıssalarda tercümenin  yanlışlığını hissettirmiştir.

Şimdi Kuran'da bir kelimenin yanlış meallendirilmesi sonucunda ne arızalar ortaya çıkardığını bir örnekle izah etmeye çalışayım.

Şimdi iki tane mütercimin meallerine nasıl tercüme ettiklerine bir bakalım.

15/27- Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.

15/27-Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.

Bir de buraya Ayetin orijinal olan metinde geçtiğine bakalım.

15/27-Velcânne ḣaleknâhu min kablu min nâri-ssemûm(i)

Velcânne Ayetin orijinal metninde geçen canne kelimesi insan edenini ayakta tutan diri tutan enrji olan can'dan bahsetmektedir. Ayette geçen can kelimesini cin kelimesi olarak kullanıldığında Ayette anlatmak istenilen mana tamamen değişmektedir. Can kelimesi enerjidir enerji dumansız ateşten yaratılmıştır. Ama bu tanım Kuran'da anlatılan cin keimesi ve  tanımı ile kesinlikle uyum sağlamamaktadır. Şimdi Kuran'da geçen cin kelimesine örnek vermeye çalışalım.

34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

 
34/14- Felemmâ kadaynâ ‘aleyhi-lmevte mâ dellehum ‘alâ mevtihi illâ dâbbetu-l-ardi te/kulu minseeteh(u)(s) felemmâ ḣarra tebeyyeneti-lcinnu en lev kânû ya’lemûne-lġaybe mâ lebiśû fî-l’ażâbi-lmuhîn(i)

Bakınız cinler kelimesini burada Cinnü olarak aktarılmış eğer cin kelimesi can anlamında kullanmış olsaydı burada da canı diye geçmesi gerekirdi. O zaman cin kelimesi ile can kelimesi tamamen bir birinden farklı kelimelerdir.

Allah, Anlaya bilenler için, Kuran'da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Yani Kuran'da bir kelime geçsin ki başka bir kelime onun yerine kullanılsın. Bu asla olmamıştır. Bir kelime başka başka ayetlerde başka bir meseleyi izah etmek için kullanılmış ama aynı kelimenin yerine başka bir kelime kullanılmamıştır.

Bu Yanlış tercüme yapılmasını Kuran anlayışındai yapmış olduğu tahribatına bakalım.

İslam toplumlarında genel olarak anlaşılan cin: Beş duyularla anlaşılamayan gözle görülmeyen fakat Allah'a ibadet ve kullukla sorumlu varlıklar olarak anlaşılmıştır.

Ama Kuran'da geçen kelimeler Kuran'ın tanımladığı gibi anlaşılırsa, Her insanın yaratılışta vermiş olduğu "Rabbim Allah'tır" sözünden cayarak ilisi teklifleri ile rabbin yolunundan çıkmış olan insanların genel bir adıdır.

 Kuran'da geçen "Cin" kelimesi doğru anlaşılmış olsaydı, onunla ilgili geçen  ayetler ve  kıssalar da doğru anlaşılmış olurdu. Ve insanların müteşabih olan ayetler peşine takılarak insanların maddi kaynaklarını sömüren bir araç olmaktan çıkardı.

Kurana göre kâinatta temel olarak iki varlık vardır. Bunlardan birisi Halife olan ve yaptığı her davranıştan Allah'a karşı dünya hayatında sorumlu olan kendi kendisine gidecek olduğu yolda yetki ve sorumluluk sahibi insanlar vardır. İkinci varlık da İnsanların fiziki ve psikolojik yapısı da dahil olmak üzere, yerlerde ve göklerde ne varsa insanoğlunun emrine amade olarak verilmiş melekler vardır.

36/36- Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir.

Nereye bakarsanız bakın kâinatta yaratılmış olan varlıklar içerisinde halife olan ve dünya hayatında yaratanına karşı ibadet ve kulluğunun farkında olan aklıyla takvasıyla diğer yaratıklardan ayrılan âdemoğlu şemsiyesi altındaki insanlar vardır. Diğeri de âdemoğlu şemsiyesi altındaki varlıkların hizmetine, sunulmuş  olan melekler vardır.

Eğer kâinatta var olan varlıkları bu anlamda tanımlayamazsak onun üzerine bina edecek olduğumuz konuları yanlış yere koyarız ve kâinat anlayışı fesada uğrar.

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu Ayetin içeriği Kuran bütünlüğünde iyi anlaşılabilirse kâinatta var olan varlıkların iki ana çatıda olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Yani kâinata hükmedebilen Allah adına dünya hayatında diğer varlıklara yön verebilen insanlardır. diğer varlıklar da meleklerdir.

Kuran' da geçen diğer isimler ya insanlardan sıfatlar alarak isimler alan  varlıklardır. Yâ da meleklerden sıfatlaşarak simler alan, varlıklardır. Bunların hangi konumda olduğunu konu ve Kuran bütünlüğünde anlamak gerekiyor.

Şimdi Bu tarife göre, Cinler insanlardan olan,varlıklar mı? yoksa meleklerden olan varlıklar mı? olduğunu birkaç ayetle izah etmeye çalışayım.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

2/96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.

Burada İki Ayette de İnsan kelimesi geçmektedir. Kuran'da geçen kâfirler Müslümanlar, münafıklar, şeytanlar, cinler, de insan olduğu halde neden insan kelimesini burada özellikle ayırmıştır? Eğer bu kavranamazsa Kuran'da geçen insan kelimesi ile ilgili ayetler anlaşılamaz.

İnsan: Kuran'ın diğer ayetlerini de bir araya getirip düşündüğümüz zaman Allah'a ibadet ve kullukla yaratılmış takva yönüne ve  fısk ve fücur yönüne gitme eğilimi ile, İbadet ve kullukla sorumlu  nötr bir varlıktır.

Öyleyse İnsan olan varlıktan, Yola giderken tercihini, hem Allah'a ibadet ve kulluk etme hem de  şeytnın ylunda tercihini kullananlar da bulunacaktır.  İşte Kuran'da geçen Allah'a ibadet ve kulluk ile sorumlu olan varlıklar, yaptığı davranış biçimlerine göre kimliklere göre isimler almıştırlar. Öyleyse Halife olan insanları ve melekleri tanımlarken Dünya hayatında insan oğluna sınırsız bir özgürlük vererek İstediğini istediği gibi yapma serbestîsiyle Bütün kâinatı insanların emrine vermiştir.

45/13- Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

Tekrar, Zari at suresi elli altıncı ayetinde bahsedilen insanlar ve cinler insanlardan başka ayrı ayrı varlıklar olmadığını bakara suresi doksan altıncı ayette bahsedilen Yahudiler şirk koşanlar ve insanlar da aynı Allaha ibadet ve kullukla sorumlu varlıklar oldukları halde ayrı ayrı zikredilmişlerdir. 

Bu da gösteriyor ki, bunların da insan olduğu anlaşılmaktadır. Öyleyse cin beş duyularla algılanamayan varlıklar değil, insanın dünya hayatında Yaratılışta verdiği "Rabbim Allah'tır." sözünden cayarak, ilim ve teknolojide genelde ileri giderek insanları hayrete düşüren varlıklar kategorisinde değerlendirmek grekir.
 
KURAN KISSALARINDA GEÇEN ANLATIMLARININ KAVRAMA YETERSİZLİĞİ!

Kuran'da anlatılan kıssaların kastettikleri manaların ne anlama geldiğini yine Kuran'da geçen kelime ve ayetlerin doğru anlaşılıp doğru algılanması ile ancak Mümkün olabilmektedir.

Kuran'da geçen kelimeler çift anlamlı kullanılmışlardır. Gerçek anlamında ve mecazi anlamında olmak üzere. İşte kıssalarda ve konular'da bu kelimelerin ne anlamda kullanıldığını konu ve kuran bütünlüğüne akla ilme ve pratik hayata vurduğumuz zaman onu anlayabiliyoruz. Kuran'da geçen bir kıssayı örnek olarak verelim ve ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

7/159- Musa'nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır.

7/160- Biz onları (İsrailoğulları’nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) "Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

7/161- Onlara: "Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin ve kapısından secde ederek girin, (Biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) artıracağız" denildiğinde,

7/162- Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten 'iğrenç bir azap' indirdik.

7/163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

7/164- Onlardan bir topluluk: "Allah'ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği diye bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde "Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler " dediler.

7/165- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık.

Kuran'da geçen Hazreti Musan'ın kavmi ile ilgili bir kıssa anlatılmaktadır. Biz burada asıl konumuzu oluşturan ayeti tekrar naklettikten sonra ayette anlatılmak istenileni yakalamaya çalışalım.

7/163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Kıssada geçen bundan önceki ayetlere baktığımız zaman, Hazreti Musan'ın kavmi yer yer vahiy çizgisinde hareket tarzını düzenledikleri gibi yer yer de vahyin rotasından saparak samiri örneğinde olduğu gibi insanlar Allah'tan başka ilah olarak taptıkları buzağıyı örnek vermektedir.

Kuran burada bize geçmiş kavimlerin yapmış oldukları davranış biçimlerinden son peygamber aracılığı ile kesitler sunarak onların yapmış oldukları yanlış davranışı yapmamamızı doğru olan davranışları ise örnek olarak almamızı istektedir.

Araf yüz atmışüçte bahsedilen cumaertesi yasağı ile ifade edilen Hazreti musa peygamberde Allahın ortaya koyduğu helal ve haramları temsil etmektedir. Yani Allahın Hazreti musa peygamer aracılığı ile göndermiş olduğu vahiylere toplumların uyup uymama konusunda başlarına gelen feleketlerden ve güzelliklerden bahsetmektedir.

Şimdi kuranda geçen diğer peygamberlerden örnekler vererek bunların ne demek istediğini yakalamaya çalışalım.

ADEM VE EŞİNDE

Adem ve eşi sözcüğü ile İnsanların genelini temsil eden yasaklanan ve serbest edilen bütün yapması helal ve yapması haram olanlardan bahsetmektedir.

7/19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

LUT KAVMİ İLE İLGİLİ HARAM VE HELAL OLANLARIN ANLATIMI!

11/78- Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemekteydiler. "Ey kavmim" dedi. "İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık Allah'tan korkun ve beni misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan (reşid) bir adam yok mu?"

Burada bahsedilen “işte benim kızlarım “ derken lut peygamber kendi kızlarını ahlak bozukluğuna uğramış olan kavimlere peşkeş çektiği anlaşılırsa yanlış olur. Bu anlayış ne peygamberlerin gönderiliş gayesine uygun düşer ne de kuranda tanımlanan helal ve haram ölçülerine uygun düşer.

Ayette anlatılmak istenen ey kavmim Allah size her şeyin helal olanını ve haram olanını ortaya koymuş ama haram olanları yapmamanızı helal ve temiz olanlardan yemenizi ve içmenizi emrediyor. Anlamında anlaşılması gerekir.

SALİH PEYGAMBERİN DEVESİ İLE İLGİLİ HARAM VE HELALLER

7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar" dedi.

Nedir? Salih peygamberin deveye kötülükle yaklaşmaları

91/14- Fakat onu yalanladılar, deveyi yere yıkıp öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla 'onları yerle bir etti, kırıp geçirdi'; orasını da dümdüz etti.

Bu Ayette anlatılmak isteneni geniş geniş anlatmayacağım. Önceki anlattıklarımı biliyormuş gibi kabul edip burada Allahın murat ettiğini anlatmaya çalışacağım.

Deve Müfessirlerin anlattıkları gibi Salih peygamberin dağdan doğurttuğu mucize bir deve değil. Oradaki anlatılan deve Allah'ın bir ayet olarak bilinen bir deveden bahsetmektedir. Kâinatta yaratılan ve vahiy olarak Allah'ın gönderdiklerinin hepsi ayet beyine delil burhandır. Bizim anladığımız dille mucizedir.

Kâinatta yaratılmış bütün varlıklar daha önce de anlattığım gibi insanoğlunun emrine verilmiştir. Deve de insanın emrindedir. Deve de insanların hizmetleri için etinden sütünden gübresinden yükünden istifade edilmesi için Allah bize vermiştir.

İnsanları helake götüren olayların en başında Allah'ın evrene koyduğu varlıklara koymuş olduğu değerin üzerinde ve altında bir değer biçmek onları öldürmek oluyor.

91/13- Allah'ın elçisi onlara dedi ki: "Allah'ın (deneme için size gönderdiği) devesine ve onun su içme-sırasına dikkat edin."

Bu ayette anlatılmak istenen devenin su içme hakkına riayet edin derken onlara Allahın koyduğu değer kadar değer verin demektir. Allah insanları Allaha ibadet ve kulluk için yaratmış ve dünya hayatında onları halife konumuna yerleştirmiştir. Hayvanları ve kâinattaki bütün varlıkları da insanların emrine amade kılmıştır.

İnsanların ibadet ve kulluk edeceği ona tapacağı tek varlık Allah tır. Eğer insanlar Allah'a olan sevgiyi ve ihtiramı Allah'a olan sevgi ve ihtiramdan çok varlıklara verirse onlara tapmış onları kendilerine ilah edinmiş olurlar.

Burada Kuran'ın vurgulamak istediği insanların deveye saygıyı sevgiyi aşırı boyutlara ulaştırarak Şirke düşmeleridir.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bna aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN-ANAMUR.
kuranianlamametodu.blogspot.com

10 Haziran 2010 Perşembe

KURAN APAÇIK BİR KİTAP MI?



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


36/69- Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran'dır.

Kuran'ın Apaçık bir kitap olduğunu Kuran'ın kendisi söylüyor. “Apaçık bir kitap” derken Kuran neyi anlatmak istiyor? Onu anlayabilmek lazımdır. Önce Kuran gerçekten apaçık bir kitap ise neden bir ayeti herkes okuduğu zaman aynı şekilde anlamıyor? Neden yüzlerce binlerce din anlayışı ortaya çıkıyor? Neden Kuran'ı tefsir eden müfessirler ayetleri tefsir ederken farklı farklı tefsir ediyor? 

Elbette Kuran ne bazılarının söylediği gibi ilim sahibi olmayanlar bu kitabı anlar. Ne de Kuran bazılarının söylediği gibi anlaşılmaz muamma bir kitaptır. Evet, Kuran apaçık bir kitaptır onu anlamak için yoğunlaş-anlara apaçık bir kitaptır. Yoksa Kuran üzerinde detaylı anlamak için araştırma yapmayanlar Kuranı anlayamazlar. Çünkü kurandaki ayetleri kuran iki kısma ayırmaktadır.

MUHKEM VE MÜTEŞABİH AYETLER.

3/7- Sana Kitap’ı indiren O'dur. Ondan, Kitap’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

39/23- Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.

Önce Kuran'ı doğru bir şekilde anlayabilmek için Kuran'da geçen her kelimenin ne anlama geldiğini Kuran'da geçen ayetlerden ve konulardan anlamamız gerekiyor. Şimdi bu iki ayette geçen muhkem ve müteşabihin ne olduğunu anlamaya çalışalım.

Müteşabih: Ali İmran suresinin yedinci ayeti kerimesinde,” Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. 

Burada müteşabih ayetin karmaşık, benzeşen, farklı anlamlara gelebilen kötü niyetli olan insanların kendi kötü emellerini gerçekleştirebilmek için, bu ayetleri tercih ettiklerini Allah bize bildirmektedir. Kurt bulanık havayı sever derler ya! Kötü niyetli olanlar müteşabih ayetlerden yararlanarak yapmak istedikleri kötülükleri yaparlar.

insanların anlattıklarını veya ortaya koyduklarını gizlemeye saklamaya veya karmaşık olduğundan incelemeye ve tahlil etmeye ihtiyaç duyulan demektir. Yani söylenenin  dışında başka anlamları da ifade edebilen bir anlam taşıması anlamında kullanılmıştır. Yine zümer suresinin yirmi üçüncü ayetinde, 

“Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. 

Öyleyse müteşabih karmaşık inceleme ve tahlil gerektiren anlamında kullanıldığı gibi aynı ikişerli anlamında kullanılmış olduğu görülmektedir.

Kuran'da geçen hiçbir kelime ve hiç bir ayet, kurandan bağımsız olmadığı gibi, kâinattan da bağımsız değildir. Kuran kâinatın konuşan dilidir. Kâinat içerisinde çözülmesi anlaşılması zor ve karmaşık olan olaylar ve ayetler olduğu gibi Kuran içerisinde de çözülmesi ve anlaşılması zor olan konular vardır.

Dikkat ederseniz kâinatta insanoğlunun ortaya çıkardıkları bilim dalları, her ilim kendi içerisinde nasıl tutarlı ise diğer ilimler arasında da bir tutarlılığı vardır. Yani hiçbir ilim kendi içerisinde çelişmediği gibi hiçbir ilim diğer ilimlerle de çelişmez. Aynı zamanda Kuran^'daki ayetlerle de çelişmez. İşte bir kelimeyi eğer doğru anlamışsak kuran içerisinde geçen diğer kelime ve ayetler içerisinde uyum halinde olur. O zaman kuran, ilim, akıl ve pratik hayatın kucaklaştığı anlayış veya din doğru olan dindir.

İşte Kuran'da geçen muhkem ve müteşabih olan ayetlerin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için bizim Kuran'dan bazı ön bilgilere ihtiyacımız vardır. Müteşabih kelimesini ayetlere baktığımız zaman hem karmaşık hem de ikişerli bir anlam taşıdığı bir gerçektir. Şimdi Kuran içerisinde geçen müteşabih olan ayetlerden örnekler vererek kastedilen manayı anlamaya çalışalım.

13/3- Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.

Kâinatta yaratılmış hiçbir varlık yoktur ki tek yaratılsın, her varlık mutlaka çift yaratılmıştır. Birkaç tane örnek verecek olursak, erkek ve dişi, gece gündüz, inanan inanmayan, aydınlık karanlık, canlı ve ölü, takva ve fısk, savaş ve barış vs. her varlık zıtlarıyla beraber yaratıldığı gibi Kuran'da kullanılan kelimelerde çift anlamda kullanılmıştır. Biz bir kelimenin ne anlamda kullanıldığını ayet ve o kelimenin geçtiği konu içerisinde anlamamız gerekir. 

Her dilde olduğu gibi kuranda genelde kelimeler iki anlamda kullanılmıştır. Mecazi anlamda ve gerçek anlamda olmak üzeredir. Bir kelimenin mecaz anlamında mı yoksa gerçek anlamında mı kullanıldığını hem kuranda geçen diğer ayetlerden hem de kâinat yasalarına uygun olup olmadığını anlamak zorundayız. Kurandan müteşabih bir ayetin nasıl anlaşılması gerektiğini örneklendirerek anlatmaya çalışalım.

2/ 72- Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.

2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.

Burada konu anlatımına baktığımız zaman bir topluluğun öldürdükleri kişiyi müfessirlerin de anlattığı gibi kesmiş oldukları ineğin bir parçası ile vurmalarıyla ölünün dirildiğinde söz etmektedirler. Eğer Kuran'da geçen ölü kelimesinin iki anlamda kullanıldığı anlaşılmazsa ayetin anlatmak istediği gerçek anlamında anlatmak istediği mana yakalanamaz. 

Kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birinci anlamda kullandığı ölü hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamda anlatılan ölüdür. Bu ölü dünya hayatında bir daha geri gelmeyen sadece ahret âleminde diriltilecek olan ölüdür. Bu ölüye kurandan bir örnek verelim.

2/94- De ki: "Eğer Allah Katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, (ve) doğru sözlüyseniz, öyleyse hemen ölümü dileyin."

Bu anlamdaki kullanılan ölü hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamında bahsedilen ölüdür. Bunlar ölürse bir daha dünya hayatında dirilmeyeceklerdir.

21/ 95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

İkinci anlamdaki ölü mecazi anlamda kullanılan ölüdür. Bu ölü hayatta yaşadığı halde asıl dünya hayatına ne için geldiğini unutmuş vahiylere karşı duyarsızlaşarak dünyayı kendilerine put edinenlerin yaşasa da onlara ölü kelimesi kullanılmıştır. Vermiş olduğumuz ayet örneğinde anlatıldığı gibi gerçek anlamında ölen bir ceset inek bacağı vurmayla asla dirilmez. Hazreti İsa peygamberin ölüleri diriltmesi hayati fonksiyonlarını kaybetmiş ölü değil vahye karşı duyarsız olanları vahye karşı duyarlı hale gelmesi anlamındaki ölüdür.

5/ 110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm."

İşte burada kastedilen hazreti İsa'nın” Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun.” Diye bahsedilen ölü vahiylere karşı duyarlılığını kaybetmiş anlamındaki ölülerdir.

Bir de Hazreti İbrahim peygamberin Allah'ın örnek olarak dirilttiği ölü de aynı anlamda kullanılmıştır.

2/ 260- Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

“Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler.

İşte buradaki ölü hazreti İbrahim’in, kestikleri kuşları diriltmesi kesip parçaladığı değil, duyarsız olan hayvanları duyarlı hale getirmesi anlamında bahsedilen ölüleri dirilmedir. Köpeklerin insanların alıştırılıp eğitilerek eroin esrar depremlerde insan aramaları gibidir. Veya güvercinlere teknolojinin gelişmediği dönemlerde mektup taşımacılığı öğretilmesi gibidir.

Müteşabih olan ayetler, hem evrende vardır. Hem de Kuran'da vardır. Kuran'daki müteşabih olan bir ayeti anlayabilmek, dağlardaki madenlerin ayrıştırılıp insanoğlunun önüne mamul olan bir madde haline getirmek gibidir. Veya insan vücudundaki bir hastalığın insandaki kanın laboratuvarda tahlil edilerek bulunup teşhis ve tedavisinin yapılması gibidir. 

Her hastalık genelde oluşmaya başladığında insana sinyaller verir. Mutlaka belirtileri olur. Tıp uzmanları bu belirtilerden yola çıkarak hastalığı önce tanırlar. Daha sonra teşhis ederler ve tedavinin kurallarını öğrenirler ve ilaç uygulaması yaparlar. Biz bu konulardaki bilgileri o konunun zikir ehline uzmanlara bırakalım.

Kâinat ve Kuran birbiri içerisine girmiş bir ağacın çapakları gibidir Ne kuran kâinattan bağımsız ne de kâinat kurandan bağımsızdır. Kurandaki bir kelime kuran ve kâinatta bulunan bütün kelime ve varlıklardan bağımsız düşünülemediği gibi, kâinatta bir madde de kâinat ve kurandan bağımsız olarak düşünülemez. Bir insan vücudundaki bir kan damlası insan vücudunun bütün özelliklerini yansıtıyorsa kâinatın da özelliklerini içerisinde barındırır.

Öyleyse Kuran'da geçen bir müteşabih bir ayetin, doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için sadece ayetin yüzeysel anlamından yola çıkarak ayette böyle diyor deyip de ortaya ulu orta bilmeden bir şeyler söylenmeye kalkışılırsa yanlış olur kanaatindeyim.

Kuran'da Genel bütünlük içerisinde İnsanların yol seçme konusunda değişik olan konularda ve ayetlerde bir şeyler anlattığı halde o ayetler göz önünde bulundurulmadan bir yorum yapmak ayet hakkında böyle diyor demek doğru olmaz. Kuran'daki müteşabih bir ayetin ne söylediğinden çok ne söylemek istediğinin yakalanmasıyla anlaşılabilir.

2/26 Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, 'Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?' derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz

Ayette saptırma hidayete getirme ve başka ayetlerde dilediği insanları bağışlama ifadesi geçmektedir. Eğer Allah bir kulunu dileyip saptırıyorsa dileyip hidayete getiriyorsa ve dileyip bağışlı yorsa saptırdığı ve bağışlamadığı insanlara bu zulüm ve adaletsizlik olurdu. Allah yarattığı kullarına eşit mesafededir. Allah kendi kendisine zulüm etmedikçe Allah o kullarına zulüm yapmaz.

Bu konu hakkında eğer ön bilgimiz olmazsa elbette bu ayetleri anlayamayız. Kuranın diğer ayetlerine baktığımız zaman Ancak kuranın o konu hakkında Allah'ın neyi murat ettiğini ancak anlayabiliriz. Kuranın ana çatısından süzülerek gelen ayetlerden neyi anlatmak istediğini yakalamak lazımdır.

Dilediğimi hidayete getiririm. Dilediğimi saptırırım. Dilediğimi de bağışlarım. İfadelerini doğru anlamak için şunların bilinmesi gerekir. Allah kimseye zulmetmez, Allah adalet sahibidir. Allah dünya hayatında torpil geçmez. O zaman bu ayetlerden anlamamız gereken şudur. 

Allah insana aklını takvasını ve fısk ve fücur-unu vermiş. Ve iki yola da gitme özgürlüğüne sahip olan insanın hangi yola giderse o yollara gidecek malzemeleri de vermiştir. yaptığı doğru ve yanlışın mükafat ve cezasını vereceğini de vaat ederek dünya hayatında dilediği yolu seçmeyi kişinin kendi özgür iradesine bırakmıştır.

Allah birini dileyip saptırmaz, birini dileyip hidayete getirmez, birisini dileyip bağışlamaz. Allah Halife olarak yarattığı insanın önüne sapmayı hidayete gelmeyi ve bağışlanmayı yaratır. Kişinin özgür iradesine bırakır. Kişi Kendisi isterse sapmayı sapar kişi hidayete gelmeyi isterse hidayete gelir. Kişi kendi yaptıklarına pişman olup yolunu düzeltmek isterse bağışlanır yoksa dünya hayatında Allah insan gidişatına kesinlikle müdahale etmez.

O zaman Kuran okuyanlara sesleniyorum. Kuran'da geçen bazı kavramlar anlaşıldığı zaman konular ve müteşabih dediğimiz ayetler çözülmeye başlayacaktır.

Ayet Kelimesi Allah'ın kâinatta peygamberlere göndermiş olduğu vahiylerde dâhil olmak üzere Allah'ın kâinatta yaratmış olduğu zerreden küreye kadar bütün varlıkların adıdır. Eğer ayeti bu anlamda anladığımız zaman Kuran'da geçen bir çok konuların ve kıssaların rahatlıkla anlaşıldığı görülecektir. Müfessirlerin ayet kelimesi yerine peygamberlerin kendi peygamberliklerini göstermek için Allah'ın onlara vermiş oldukları harikulade gösterdikleri olağan üstü haller anlaşılırsa. 

Elbette Kuran'ın anlaşılmasında en büyük engel teşkil eder. Kuran'ı değişik yerlerinde peygamberler bir insan bir beşerdir. Onları diğer insanlardan ayıran sadece vahye muhatap olarak Allah anlattığı halde Peygamberlere Allah'ın vermediği hasletleri yükleyerek onları tapınılır hale getirmek peygamberlere zulümdür. Kuran'ı doğru anlamak için şu üç dört ayeti doğru anlamak lazımdır. Birincisi, kuran çelişkisiz bir kitaptır.

4/82- Onlar hala Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

İkincisi kainat çelişkisiz olarak yaratılmıştır.

67/3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Üçüncüsü Allah’ın gönderdiği vahiylerle bir başka deyişle gönderdiği Kuran’la kâinatın yasaları arasında çelişki yoktur.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”

Kuran'daki müteşabih olan ayetleri anlamaya çalışırken bu üç hasleti beraber düşündüğümüz zaman ancak doğru bir anlayışı yakalayabiliriz.

Mesela Kuran’da geçen kavimlerin helaki ile kuranda anlatılan kıssaları okuduğumuz zaman Kuran'da anlatılan çelişki-sizlikle kainatta yaratılan çelişkisizliği yakalamamız gerekir. Kuran bir taraftan dünya hayatında zulmedenlerin cezasını ahret alemine erteleyeceğiz desin, 35/45 

Bir taraftan da suç işemeleri nedeni ile Nuh kavmini sem ut kavmini ad kavmini yapmış oldukları zulümler nedeniyle helak ettik ifadesi kullansın. Allah bir taraftan düşünmeyen, akletmeyen insanlara davarlar gibidir hayvanlar gibidir desin. 

Bir taraftan ebabil kuşlarının ebrehe ordusuna pişmiş taşlarla üzerine yağdırsın, yine Allah bir taraftan da balıklara Yahudi olanların ibadet yasağına uyup uymadığını denetlesin. 

Bunlar Kuran'da anlatılan müteşabih ayetlerdendir. Onunla ilgili diğer ayetleri bir araya getirdiğimiz zaman anlatmak istediği manayı yakalayabiliyoruz. Daha Kuran'dan bu konularla ilgili hem Kuran'ın kendisi ile ilgili hem de kainat ile ilgili bir çok çelişkili gibi görülüp de inceleme ve tahlil yapıldığı zaman çelişkisiz olduğu ancak anlaşılabilen bir anlatımı yakalamak mümkün olacaktır.

Doğrularım Allah'a yanlışları ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN -ANAMUR.




Kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com
0554 912 92 75