26 Şubat 2009 Perşembe

HAZRETİ MUSANIN DENİZİ YARMA OLAYI NASIL OLDU



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!



Hazreti Musa Peygamberin Firavunun karşısında mücadele verirken denizin kenarında sıkışıp kaldığında Hazreti Musa peygamberin askerleri eyvah yakalandık deyip şaşırdıklarında. Hazreti Musa Allah bizimledir. Allah bize mutlaka bir çıkış yolu gösterecektir. Dediğinde Allah’ın yardımı geliyor. Ey Musa Asanı denize vur diyor. Musa da  asasını denize vurduğunda deniz ikiye ayrılıyor ve inananlar hazreti Musa ile beraber kuru bir yol açılarak geçince Arkasından takip eden Firavun ve Askerlerini deniz kavuşup boğuyor.Firavun Boğulurken ben de Musa'nın Allah'ına inandım dediği anlatılıp duruluyor.

Bu Konuda bazı müfessirler bu olayı gerçek anlamda algılamış bazıları met cezir olayı ile açıklamaya çalışmış. Fakat Kuran'ın anlatım sanatı, Bir başka ifadeyle konuşma dili, çözülemediğinden Ayetlerdeki anlatılmak istenen gerçek  alam yakalanamamıştır.

Devamlı üzerine ısrarla basa basa vurgulamak ve Kuran'daki bazı ayetlerin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Bunların bilinmesi lazım ki Kuran'daki anlatılanları çelişkisiz bir şekilde anlayabilelim.

1-Kuranda Çelişki Yoktur.

4/82- Onlar hala Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.,18/1- Hamd, Kitab'ı kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.

2-.Kainatta Çelişki Yoktur.. 

67/3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum� (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk� (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.


3-Allah’ın Evrene koyduğu yasalarla,  Allah'ın Din Olarak gönderdiği vahiy yasaları arasında çelişki olmaz işte Allah’ın insanlara sunduğu dinin adı budur.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Bu Olayları kavramak için bazı ilim dallarının verilerini gözden geçirmek gerekir. İlimler ve ilim ehli olanlar, Kuran'ın anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Son peygamber Olan Hazreti Muhammed’e Gönderilmiş olan vahiylerin Allah’tan olduğunu vurgulamak ve Kuşkularını gidermek için düşünen ve aklını kullananları zikir ehline sormaya yönlendirmektedir.

10/94- Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir, şu halde kuşkuya kapılanlardan olma.

21/7- Biz senden önce de kendilerine vah yettiğimiz erkekler dışında elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline sorun.

3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

4- Dünya hayatında Allah İnsanlara davranış ve suç işlemelerinden dolayı özel bir ceza vermiyor. Ceza Ahret alemine erteleniyor. 

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

18/58- Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır 

10/.11- Eğer Allah, onların hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi, insanlara şerri de çabuklaştırsaydı, mutlaka ecellerine hüküm verilirdi. İşte Bize kavuşmayı ummayanları Biz böylece taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakırız.

9/52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

5-Dünya hayatında yapılan yanlışlıklar ve suçlar nedeni ile Allah’ın Özel bir müdahalesi yoktur. Ancak insanların bir birlerine müdahale sonucu yeryüzünde düzeni sağlar.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

6- Peygamberlerde gönderilmiş olan vahiylerin dışında olağan üstü harikulade bir mucizeleri yoktur. Mucizeler Allah katındandır.

17/91- "Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın."

17/92- "Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin."

17/93- "Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?

17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir.

17/95- De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.” 

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.

7- Allah söylediğine muhalefet etmez, Bazıları Allah’ın Evrene koymuş olduğu, Yasaları çiğneyerek gerektiğinde değişiklikler Yaparak Koyduğu yasalara muhalefet edebileceği inancındadırlar. Öyle ileri gidiyorlar ki, Sen Allahlı Koymuş Olduğu Kanunlara uymaya mecbur mu ediyorsun diyorlar. 

Hayır Allah Söylediğine muhalefet etmez. Bunlardan bazı örnekler verelim. Allah Dünya Hayatında ölenler tekrar dünyaya geri gelmez diyor. işte belgesi!

21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Bular Hazreti İsa Peygamberin Ölüleri Dirilttiğini Örnek Veriyorlar.

5/110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrail oğulları�na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrail oğulları�nı senden geri püskürtmüştüm."


Allah Her Nefis Ölümü Tadacaktır diyor.

29/57- Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz,

3/185- Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.

Bunlar Hazreti İsa Peygamberin Ölmediğini Göğe yükseltildiğini söylüyor ve inanıyorlar.

4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah Bir taraftan Ateşi yakmak için görevlendirirken, Hazreti İbrahim Peygambere gelince vadinden tövbe haşa dönüyor Yakmıyor,

21/68- Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun."

21/69- Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol "

Allah Peygamberlere kendi peygamberliğini göstermek için olağan üstü harikulade mucizeler vermediği halde Hazreti Salih peygamberin dağdan deve doğurtturması inancı,

7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar" dedi.

Hazreti Musa’nın Asasının Yılan ejderha Olması!

7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.

107, 27/1020/6,26/32,44,63, Hazreti Musa Peygamberin şimdiki Konumuzla İlgili Olan Asasını vurarak denizi ikiye ayırması.

Eğer Bu Ayette geçen hazreti Musa peygamberin asasıyla denize vurduğu zaman deniz ikiye ayrılıp iman edenlere kuru bir yol açılarak kurtulmuş olsalardı, ayette geçen ifade mecazi anlamda değil de, gerçek anlamda kullanılmış olsaydı, Aktarmış olduğumuz onunla ilgili ayetleri siler süpürür, geçerliliği kalmazdı. 

Bir taraftan Allah’ın insanları denemek için dünyaya getirdiğini söylesin, bir taraftan da denenme anında insanların suç işleme nedeniyle cezalandırsın. Bu Allah'ın gönderdiği çelişkisiz dinine çelişki olur. Denenme bitinceye kadar imtihanın devam etmesi gerekir.

Yine diğer bir yanlış Anlama. Allah cezayı dünya hayatında insanlar aracılığı ile verip dünyada düzeni sağlıyor.22/40-9/52 

Eğer Kuran'ın vermiş olduğu ayet örneklerindeki anlayış doğru olmamış olsaydı, Şimdi de yanlışlık ve suç işleyen insanlar toplumlar, Helak olurlardı. Ama bir toplumun veya kavmin cezasını Eğer güçleri yeter ve duyarlılıkları açık ise başka toplumlar veya kavimler yerine getirerek fesadı önlemektedir. 

Düşünüldüğü zaman her devlet kendi toplumları içerisindeki asayişi kendilerinin çıkarmış oldukları bir takım yasalarla sağlamaya çalışmaktadır. Öyle zulmedenler oluyor ki, öldürme yaralama gasp kesme asma fuhuş vs. bunların cezalarını her devlet kendilerinin koymuş oldukları yasalara göre vermektedirler. Düzenlerini böyle korumaktadırlar. 

Fakat öyle faili meçhul cinayetler var ki, bunlar devlet tarafından yakalanamadığı zaman, mazlum olanın zalim tarafından yapmış olduğu zulüm, ahiret aleminde Allah’ın o zalime verecek olduğu ceza olmamış olsaydı, zalimin zulmü yanına kar kalacaktı. Ama dünya üzerinde adalet ancak Allah adına iş gören ve Allah’a inanıp, Onun yolunda hayatını düzenleyenler tarafından ancak tesis edilebilir. 

Kafir olanlar iş başına geçtikleri zaman ekini ve nesli yok ederler. Ama iman eden ve salih amel işleyenler iş başına geçtikleri zaman da orayı mamur hale getirir ve adaleti tesis ederler.

Kuran Bunun Örneğini Hazreti Musa ile firavun arasında geçen olayları, sembolik anlatımla. Her toplum ve kavimlerde olağan şeyleri bize haber vermektedir. Dünya üzerinde firavun ve Musa Bir tane değildir. Her an be an firavun ve Musa oluşmaktadır. Ve asırlardır bunlar olmuştur. Bu gün de vardır.  ve kıyamete kadar da var olmaya devam edecektir. Bu Allah’ın bir sünnetidir.

Firavun ve Hazreti Musa kıssasında ki temel özellikleri Kuran şöyle anlatmaktadır. Kasas suresinde geçen hazreti Musa ve firavun arasında geçen olayı naklederek okuyucularla beraber düşünüp doğru bir anlayışı yakalamaya çalışmak istiyorum. Belki de konunun uzun anlatılması okuyucuları sıkabilir ama bunlar kavrandığı zaman Kuran'daki müphem olan çok şeylerin anlaşılacağı kanaatindeyim.

28/3- Mü'min olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun'un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.

28/4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.

28/5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.

28/6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde 'iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım', Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.

28/7- Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik).

28/8- Nihayet Firavun'un ailesi, onu (ileride bilmeksizin) kendileri için bir düşman ve üzüntü konusu olsun diye sahipsiz görüp aldılar. Gerçekte Firavun, Haman ve askerleri bir yanılgı içindeydi.

28/9- Firavun'un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz." Oysa onlar (başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi.

28/10- Musa'nın annesi ise, yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü'minlerden olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu) açığa vuracaktı.

28/11- Ve onun kız kardeşine: "Onu izle," dedi. Böylece o da, kendileri farkında değilken onu uzaktan gözetledi.

28/12- Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Kız kardeşi:) "Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi size bildireyim mi?" dedi.

28/13- Böylelikle, gözünün aydın olması, üzülmemesi ve gerçekten Allah'ın va'dinin hak olduğunu bilmesi için, onu annesine geri vermiş olduk. Ancak onların çoğu bilmezler.

28/14- O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir 'hüküm ve hikmet' ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz.

28/15- (Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi.

28/16- Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir.

28/17- Dedi ki: "Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım."

28/18- Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: "Sen açıkça bir azgınsın."

28/19- Sonunda ikisinin de düşmanı olan (adam)ı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: "Ey Musa dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun."

28/20- Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: "Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim."

28/21- Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: "Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar" dedi.

28/22- Medyen'e doğru yöneldiğinde de: "Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip iletir" dedi.

28/23- Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler.

28/24- Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım."

28/25- Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. "Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: "Korkma" dedi. "Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun."

28/26- O (kadın)lardan biri dedi ki: "Ey babacığım, onu ücretli olarak tut; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı gerçekten o kuvvetli, güvenilir (biri)dir."

28/27- (Babaları) Dedi ki: "Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum; şayet on (yıl)a tamamlayacak olursan, artık o da senden. Ben sana zorluk çıkarmak istemem; beni de inşaAllah salih olanlardan bulacaksın."


28/28- (Musa) Dedi ki: "Bu, benimle senin aranda olan (bir antlaşma)dır. Bu durumda iki süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı bir haksızlık söz konusu olamaz. Allah, söylediklerimize vekildir."

28/29- Böylelikle Musa, süreyi tamamlayıp ailesiyle birlikte yola koyulunca, Tur tarafında bir ateş gördü. Ailesine: "Siz durun, gerçekten bir ateş gördüm; umarım ondan ya bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm" dedi.

28/30- Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi.

28/31- "Asanı bırak." (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı. "Ey Musa, dön ve korkuya kapılma. Şüphesiz güvendesin."

28/32- "Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşetten yana kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin-kanıt (mucize)dır. Gerçekten onlar, fasık bir topluluktur."

28/33- Dedi ki: "Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum."

28/34- "Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum."

28/35- (Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız."

28/36- Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: "Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik" dediler.

28/37- Musa dedi ki: "Rabbim, kimin Kendisi'nden bir hidayetle geldiğini ve bu (dünya) yurdun(un) sonucunun kime ait olacağını daha iyi bilir. Gerçekten, zulmedenler, felah bulmazlar."

28/38- Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum."

28/39- O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.

28/40- Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
28/41- Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.

28/42- Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır.

28/43- Andolsun, ilk nesilleri yıkıma uğrattıktan sonra, Musa'ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye.

28/44- Musa'ya o işi (ilahi vahyi verip) gerçekleştirdiğimiz zaman, sen (Tur'un) batı yanında değildin ve (buna) şahid olanlardan da değildin.

28/45- Ancak Biz birçok nesiller inşa ettik de onların üzerinde (nice) ömür(ler) uzayıp geçti. Ve sen Medyen halkı içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak (bu bilgileri sana) gönderen Biziz”

Kuranda Hazreti Musa ve firavun ile ilgili kıssayı buraya nakletmeye çalıştık. Musa ve firavun ile ilgili olaylar daha Kuran'ın bir çok surelerine serpiştirilmiş olarak, anlatılmaktadır. Kuran'da bahsedilen müteşabih ayetler Kıssada kastedilen manaları gizlenmektedir. Hangi konunun uzmanları olursa olsun kendi konuları ile uzmanlıklarında olayların neden ve niçinlerini en ayrıntılı bir şekilde tahlil ederek, o konu ile düzgün verileri ortaya çıkarıp karara varabiliyorlar.

Tek kelime ile uzun zaman çalışmalarının neticesini izah edebilmektedirler. Ama o ayrıntıları ancak o konunun uzmanları anlayabilir. Bir örnek vereyim. On on beş gün kadar Ankara'da tam teşekkülü olan bir hastanede kaldım. Bir tane hasta günlerce sebebi belli olmayan bir rahatsızlık nedeniyle yediğini dışarı çıkarıyor. Bir türlü vücudunda incelemedik yer koymadılar. En sonunda boğazından hortum Attılar sorun boğazda imiş. Teşhis gırtlak kanseri. 

Kanser demek için belki bir ay uğraş verdiler. Son kelime kanser. Bu kelimeyi kim anlar. O konuda uzman olanlar ve uğraş verenler anlarlar. Aynen onun gibi Kuran olayları Anlatırken detayına girerek anlatmaz. Kainatın oluşumunu anlatır . Ol dedik oluverdi der. Kuran Hazreti İsa peygamberin oluşunu anlatır. Ol dedik oluverdi der. İnsanların kötü yola gidişlerinden söz eder helak ettik der. Kuran dağlardan madenlerin çıkarılışını anlatır. Dağlar Hallaç Pamuğu Gibi atıldığından söz eder. 

Kuran suyun ayrıştırılarak arabalarda yakıt olarak kullanılmasını denizler tutuşturulduğunda ifadesini kullanır Kuran insan oğlunun eşyanın esrarını çözerek, kendi hayatlarının sona ermesini buluşlarını izah ederken yıldızlar döküldüğünde güneş köreltildiğinde ifadesini kullanır. daha neler neler. İşte Kuran'da geçen olayları kavrayabilmek için onunla ilgili gerekli tahlil ve incelemeleri yapmak gerekmektedir.

Hazreti Musa peygamberin Hayat hikayesinden bir bölümünü ayetlerden nakletmeye çalıştık.  

Denizin gerçek anlamda öyle ya da böyle yarılması anlamında oluyor. O zaman Kuran'daki Şu ayeti koyacak bir yer bulunamaz

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Ayete baktığımız zaman yurtlarından sürülen rabbim Allahtır diyen adamlar eğer doğa veya Allah’ın Dünya hayatında müdahalesi olmuş olsaydı onlara da bir doğa veya Allah onlara müdahale edecek bir şey bulurdu. Allah’ın müdahale ettirecek askerleri mi yok? Ama Burada denemeye tabi tutulan insanlar Ancak biri birlerini engellemeleri neticesinde ancak yapılan yanlışlar engellenip veya körüklenmektedir. 

İhsan kardeş mucizelerin her an oluştuğunu ve devam etmekte olduğunu üzerine basa basa vurgulamaktadır. Ona aynen katılıyorum.insan oğlunun var oluşuyla başlayan Habil ve kabil mücadelesi aynen devam edip gelmektedir.

İnananlarla inanmayanlar veya menfaatini ön planda tutanlarla tutmayanlar. Devamlı biri birleriyle mücadelelerini devam ettirip durmuşlardır. Günümüz Meselesi olan, İsrail ve Filistin olayında. Eğer Allah’ın Zulmedenlere yaptıklarına karşılık Allah’ın Özel bir Müdahalesi Dünya hayatında Olmuş Olsaydı. Şimdiye kadar İsrail ve onu destekleyenler yerle bir olmuştu. 

Ama Bunların yaptıkları zulümleri Takva sahibi veya vicdanının sesini dinleyen insanlar gerek silahla gerek psikolojik olarak protesto etmekle engelleyebilirlerse engelliyorlar. Yoksa insanların müdahalesi olmadan, sadece, İsrail'in Filistin'e Fosfor bombalarını ile değil dünyayı aynı bombalarla yok etse Allah yine müdahalede Bulunmaz. 

O zaman Hazreti Musa Peygamberin kıssasını anlatırken Asası İle vurdu denize deniz ikiye ayrıldı. İman edenler kurtuldu. İman etmeyenler de suda boğuldu. Diye geçen ayeti, başka türlü bir anlamının olduğunu düşünmek gerekiyor. Buradaki anlatılan deniz büyük su kütlelerinin oluşturduğu deniz değil, Hayat denizi anlamındaki denizdir. Denizin yarılması da İnsanların Musa'nın getirdiği vahiyle İnananlar ve inanmayanlar diye ayrılarak safların netleşip, küfür denizi ve hak yolunda olanların denizi diye ayrılması anlamında düşünmek gerekiyor.  


Asa Kelimesi Dayanılan destek anlamındadır. Kuran'da Anladığım Kadarıyla temel olarak iki Anlamda kullanılmıştır. Birincisi Dayandığı Dünyalık Güçler anlamındaki malıyla servetiyle aşiretiyle var olan dünyalık her şeyi anlamındaki asadır. 

20/18 "Sağ elindeki nedir ey Musa?"Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."

20/22- "Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın."

20/23- "Öyle ki, sana büyük mucizelerimizden (birini) göstermiş olalım."

20/24- "Firavun'a git, çünkü o azmış bulunuyor."

20/25- Dedi ki: "Rabbim, benim göğsümü aç."

20/26- "Bana işimi kolaylaştır."

20/27- "Dilimden düğümü çöz;"

20/28- "Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar."

20/29- "Ailemden bana bir yardımcı kıl,"

20/30- "Kardeşim Harun'u"

20/31- "Onunla arkamı kuvvetlendir."

20/32- "Onu işimde ortak kıl,"

20/33- "Böylece Seni çok tespih edelim."

20/34- "Ve Seni çok zikredelim."

20/35- "Şüphesiz Sen bizi görüyorsun

İşte Kuran'ın buradaki bahsettiği asa dünyalık kazandığı asadır. Mal ile kendini oyalamış birine sen mallarının hepsini Terk edeceksin desen , onda bir an soğuk duş etkisi yapar. İşte o anı  Kuran hızla koşan bir yılanla tasvir etmektedir.

Diğer bir asada " Allah’tan aldığı ve dayandığı vahiy asası anlamındadır. Buna da kurandan bir örnek verelim.

7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."

7/105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrail oğulları’nı benimle gönder."

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).

7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür";

Ayetlerdeki anlatıma dikkat ettiyseniz Allah’tan apaçık belgelerle geldiğini söyleyince firavunun onu ispat et demesiyle Hazreti Musa'nın Allah’tan aldığı vahiyleri ve kainattaki varlıkların Allah’ın tasarrufu altında olduğunu, yerleri ve gökleri yaratan Allah olduğunu, ibadet ve kulluğun  sadece,Allah’a yapılması gerektiğini, insanları köleleştirmek le yeryüzünde haksızlık yaptığını topluma ve firavuna anlatınca Firavunun kandırmaca olarak insanlara anlattığını insanlara kulluk yapılması gereken kendisinin olduğunu anlatmanın yanlış olduğunu firavun görünce Asayı atıp ejderha oluşunu böyle mecazi bir anlatım sanatı kullanarak olayı özetlemiştir. 

İşte firavunun karşısındaki asayı atıp da ejderha oluşu vahiyler karşısında beşeri sistemlerin çöktüğünü iflas ettiğini, Hazreti Musa Peygamber çıkmasa daha Halkı köleleştirerek kendisine kul etmeye devam edeceğini anlatmaktadır. İsterseniz o konu ile ilgili olan ayetlere devam ettiğimiz zaman olay daha iyi anlaşılacak kanaatindeyim.

7/110- "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?"

7/111- Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla";

7/112- "Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler."

7/113- Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?"

7/114- "Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız."

7/115- Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"

7/116- (Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.

7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.

7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.

7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.

7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.

7/121- "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.

7/122- "Musa'nın ve Harun'un Rabbine�"

7/123- Firavun: "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz."

7/124- "Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim."

7/125- (Onlar da:) "Biz de şüphesiz Rabbimize döneceğiz" dediler.

7/126- "Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür."

7/127- Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: "Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?" (Firavun) Dedi ki: "Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz."

7/128- Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir" dedi.

7/129- Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi.

7/130- Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.

7/131- Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu bizim için" dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.

7/132- Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler.

7/133- Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular.

7/134- Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: "Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, Andolsun sana iman edeceğiz ve İsrail oğulları�nı seninle göndereceğiz.

7/135- Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine antlarını bozdular.

7/136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.

Bir Taraftan azaba uğratılan işkence çektirilen bölünen Halk diğer taraftan, fırkalara ayrılan doğru olanları gördüğü halde firavun ve askerlerinin baskısı yüzünden gıklarını çıkaramayan mustazaf kitlesi. bir taraftan da firavunun baskı ve zulmünden korkarak firavun’un yanında yer almak ona kul olan hamanlar. ve yalak-acılar İşte böyle bir ortam içerisinde Hazreti Musa onları örgütleyerek çoğalıp firavuna karşı güç olmaya çalışan mazlum olanların ezilmesine işkence yapılmasına razı olmayan Musa peygamber. 

Uzun yıllar sabır ve kanaatle kendi yanına topladığı rahman olana ibadet ve kulluk yapmayı kendisine ilke edinmiş olanların güçlenerek firavunun karşısına çıkarak onun zulmüne son verdirerek köleleştirilmiş olan halk nefes almaya başlamış olmasıdır.İşte kuran bir bütünsellik içerisinde anlaşıldığı zaman her güç sahibi olan Müslümanların mustazaf olan mazlumun yanında yer alarak zalimlere ezdirmemesi gerekmektedir. Tamam Allah insanları özgür iradesine bırakarak herkes kendi dinlerini özgür olarak yaşamalarını emrediyor ama. Onları özgür olarak dinlerini yaşamak isteyenler zulmedilmesine de taraftar değildir iman eden Müslüman olan güçlere bunlara engel olmaya davet etmektedir.

4/ 75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?

Olayları çok geniş anlatıyorsun diye eleştiriler alıyorum. Keşke insanlara anlattığım zaman leb demeden leblebiyi anlayacak kapasitede olsalar da. Leb demeyle işi  bitirip anlatabilsek! Ama öyle olmuyor. Bazı temel olan meseleler bilinmesi gerekiyor. Bunlar bilinmedikçe o bütün olarak söylenmiş olanlar kavranamaz. İşte Kuran'daki bir ayet. Belki binlerce cilt dolu kitaplar yazsan o kastedilen manayı yine anlatamazsın veya anlatmak istediklerini bitiremezsin. Bakınız kuran ne diyor.

18/109- De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi.

31/27- Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ama Allah her konu ile ilgili bir uzmanlık alanı oluşturarak o konu ile ilgili uzman olanlar kendi konuları ile ilgili ilmi ortaya çıkararak. O konudaki Allah’ın ilmini şavkartmaktadır Şimdi bu genel bilgilerden sonra. Hazreti Musa peygamberin denize asasıyla vurarak ikiye ayırması mecazi bir anlatımdır. Deniz kuranda iki anlamda kullanılmıştır. 

Biricisi Yaşanılan hayata deniz ifadesini kullanmış. İkinci deniz de geniş birikmiş olan su kütleleridir.. Buradaki hazreti Musaın asasını vurup da inananları kurtardığı deniz. Hayat denizidir. Yani. Vahiylerin kontrolünde yaşanılan hayat denizidir. Vahiylere uygun yaşanan bir hayat ancak peygamberler önderliğinde yaşanan bir hayatın örnek alınmasıyla ancak doğru bir yaşam olabilecektir. 

Bu yaşam ancak insanları ebedi bir yaşam yolculuğuna götürebilir. İşte Hazreti Musan'ın hakla batılı doğru ile yanlışı çirkinle güzeli iyi ile kötüyü ayrıştırarak kendisini rehber edinenleri sağ salim dünya hayatındaki karmaşıklıklardan çıkararak. Onları ahiret alemindeki ebedi olan cennete götürmeye vesile olmasıdır. 

İşte şeytan ve taraftarlarının gerek zorlamayla gerekse özgür iradelerine tekliflerde bulunarak insanları mucura kapılmalarına karşı, onları bu mucurdan kendisine tabi olanları, diğerlerinden ayırarak, onları arındırması pisliklerden uzaklaştırması hem dünya hem de ahiret hayatlarını mutlu bir sona ulaştırılmasıdır. Buradaki asa Dünya hayatlarının sona ererken ellerindeki diplomalarla imtihanı kazanmış olmanın mutluluğu içerisindeki sevinç gözyaşlarıdır. 

Buradaki asa meleklerin onları selamla karşılamaya vesile olan asadır., Buradaki asa geride kalanlara. Düzgün bir hayat vasiyet edilen asadır. Buradaki asa cehennemin acı çığlıklarından kurtaramaya vesile olan asadır Buradaki asa. Allah’a kavuşma sevincinin yaşandığı ve her istediklerinin dünyada kazandığı say ve gayretinin katlanırcasına verilmesine vesile olan asadır.

Kuran Ebabil kuşlarıyla mecaz anlatım sanatı kullanarak ebrehe ordusu derken Hıristiyan ve Yahudi mezaliminini ortadan kaldırılışını Son Peygamber tarafından yenik ekine dönüştürülüp yerine bütün dünyaya Allah’ın dinini duyurulması anlamında dır.
Bazı insanların taptıkları cinler Süleyman peygamberin uhdesinde kullanılması Süleyman peygamberin hizmetinde kullanılması yine aynı anlama gelmektedir.

Sonuç Olarak diyebiliriz o zaman.

1-Hazreti Musa gerçek anlamda asası ile denizi yarmamıştır. Yardığı deniz hayat denizidir. İnananlarla inanmayanları ayırmıştır.

2_ Kuru bir Yolu Kuran vahiy yolu olarak. Anlatmıştır.

3-Karaya çıkarmayı. Denizin kenarındaki ada ve ya suların dışındaki yer anlamında değil ahiret alemindeki mükafat alınan yer anlamındadır.

4-Firavunun suda boğulması küfür denizinde kafir olarak ölmesi anlamındadır. Yoksa. Dünyada cezası hemencecik verilmesi olurdu bu verdiğimiz ayet örnekleriyle çelişirdi.

5-bedenini kurtarılması da. Cesedi anlamında değil, dünya hayatında dünyalık piramitlerdir. Dünyadaki kazandıklarıdır. Şu anda firavundan bahsedilmesi gibi!

Doğru anladıklarım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR

18 Şubat 2009 Çarşamba

KABİRDE AZAP YOK AMA, AZAP CEHENNEMDE VAR.

KABİRDE AZAP OLMAZ
Bakınız toplumların ve alimlerin yıllardır anladığı ve anlatıldığı dinden önce kimyayı saadetten aktarılma kabir azabı ile ilgili bir yazıyı aktarayım daha sonra da Kuran'da geçenleri anlatmaya çalışayım inşallah.


Kabir Hayatı
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir.

Kabirlerde bulunan kimselerin tamamı "Berzah" hayatı ile diri olup;
• Bilirler,
• Akıl ederler,
• Duyarlar,
o "Hiç şüphe yok ki, ölü defnedilip arkadaşları, yanından ayrıldıkları zaman; yanından ayrılırken cenazesini kaldırıp kendisini ahirete yolcu edenlerin ayak seslerini işitir. (6)

o Peygamber efendimiz (s.a.v) Bedir'de öldürülen kâfirlerin içi taşlarla örülmemiş bir kuyuya atılmasını emretti. Ölümlerinden günlerce sonra gelip başında durdu ve son ferdine kadar, onları teker teker ey falanca oğlu falan şeklinde, isimleri ve babalarının isimleri ile çağırarak onlara şöyle buyurdu: "Siz Rabbinizin size va'dettiği azabın hak olduğunu gördünüz mü? Hiç şüphe yok ki ben; Rabbimin bana va'dettiği zaferin hak olduğunu gördüm." Bunun üzerine Hazret-i Ömer; "Yâ Resulallah! Sen, leş olmuş bir kimselerle mi konuşuyorsun, dedi". Bunun üzerine Peyganber Efendimiz de cevaben : " Beni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki siz, beni onlardan daha iyi duymuyorsunuz dedi." (7)

• Görürler,

• Kendilerini ziyaret edenleri tanırlar,

o Herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar, o ölü onunla arkadaşlık eder ve ona karşılık verir. (8)

• Selam verenlerin selamlarını alırlar,

o Bir adam, tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiğinde, ona selam verirse, selmını alır. Bir adam da tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiği zaman selam verirse o da, onun selamını alır. (9)

Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. "Ölü yardım yapamaz." diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; 

"Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol." demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah'tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. 

Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır. Evet, evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. 

Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır. Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her müslüman bilir ve inanır. (15)


Kabir Azabı

Kabir azabının aslı nedir?

Dünya sevgisidir. Fakat şiddet derecesi ayrıdır. Azlığı, çokluğu Dünya sevgisine göre değişir. Azap, kalbin Dünyaya bağlanmasının sonucudur. İtaat erbabı için kabir azabı yoktur. Ancak kabrin şiddet ve azametini hisseder.

Kafirlerin kabir azabı
Kafirlerin kabir azabı, kıyamete kadar devam eder. Yalnız Cuma ve Ramazan günleri kalkar.

Asilerin kabir azabı

Asilere gelince bunlar için kabir azabı vardır. Ancak kıyâmete kadar devam etmez. Cuma günleri kalkar. Hatta cuma gecesi ölen asi, bir saat kabir azabı görür.

Resulullah (sav) in dilinden kabir azabı

Kabir ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir.

Kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir.

Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.

Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!.
Resulullah (a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında:

"Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" buyurmuşlardır.

Hz. Adem zamanında ölen ile Hz. Muhammed zamanında ölen aynı azaba mı çekecek?

Daha sonra ölen daha avantajlı mı oluyor?

Her şeyden önce “Allah’ın adaleti” meselesinin basit ölçülerle ele alınamayacağını belirtelim. Bu dünyada 50, 60, bilemediniz 100 senelik bir ömür süresince küfür içinde yaşayanların, bunun karşılığında sonsuz bir azaba çarptırılması hangi maddî/beşerî adalet ölçüsüyle izah edilebilir?

Kabir azabının, kabirde kalış süresiyle bağlantılı düşünülmesi bu bakımdan ayrıca izaha muhtaçtır. Mesele böyle ele alındığında, daha önce ölenin azabının biraz daha hafif, sonra ölenin daha ağır tutulup, aradaki zaman farkının azabın şiddetiyle dengelenmesi şeklinde cevaplar verildiğini biliyoruz.

Keza kişinin kabirde gördüğü azabın şiddetine bağlı olarak cehennemdeki azabının şiddetinin değişiklik göstereceği söylenmiştir. Yani kabirdeki azabı şiddetli olan, kabirde daha kısa süre azap görene oranla cehennemde biraz daha hafif azaba çarptırılacaktır. Ancak bunların aklî izahlar olup kesinlik arz etmediğini unutmamak gerekir. (16)

Azabı sadece ruh mu çekecek?

Bir kısım alimler kabir azabını sadece ruhun, bir kısmı da ruh ve cesedin birlikte göreceğini söylemiştir. İkinci görüşün Ehl-i Sünnet kaynaklarının geneli tarafından benimsendiğini belirtelim.

Ancak Ceset toprağa konulduktan bir süre sonra çürüdüğüne göre nasıl azap görmeye devam edecektir?" sorusu önemlidir. İşte burada kabirdeki azabın mahiyeti meselesi gündeme gelmektedir. Kelam alimleri genellikle bu soruya, "mahiyetini ancak Allah Teala bilir" diye cevap vermiştir. Buna göre Allah Teala kabirdeki insana bir nevi hayat verecektir. Bu hayat, bizim bu dünyada yaşadığımız hayat boyutundan farklı olacaktır. Dolayısıyla oradaki farklı hayatta tadılan farklı bir azap söz konusu olacaktır.

Bu soruya, kabirde cesedin bir kısmına hayat verilecektir. Dolayısıyla azabı da, hayat verilen kısım tadacaktır şeklinde de cevap verilmiştir. (16)
******************************************************

KABİR AZABININ OLUP OLMAYACAĞINI BİR DE KURANDAN DİNLEYELİM!

35/40- De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vaat etmiyorlar.

İşte Kuran'ın dışındaki bize gelen haberler. Mutlaka kuran terazisiyle tartılmalıdır. Yoksa. Doğru bir yol oluşturulamaz. Kuran Her örnekten bir örnek verdiği, ve hiç bir eksik bırakmadığı halde Ölçü Olarak alınmamıştır. Peygamberin yaşadıkları ve söyledikleri Kuran'dandır . o zaman Kuran'dan ise onun söyledikleri zaten kuran'da vardır. Eğer söylenenler. Kuran'a uygun değilse. Onu peygamber söylemez o zaman peygamberleri kuranın dışında bir atmosfere taşıyıp da. Yalanlar uydurup peygamber söyledi deyip de insanları kandırmayalım.


Fıkıh kitaplarında daha önce de belirttiğimiz gibi Bilginin kaynağı kuran olarak belirtilmemiştir. Bilginin kaynağı asrı saadet döneminden yüzeli sene sonra.mezhepler dönemindeki dinin bu güne kadar doğru bir şekilde aktarılıp gelenleri ,ilim diye sunmuşlardır. Asıl Orijinalliği bozulmayan ve kıyamete kadar da bozulmayacak olan bir kitap göz ardı edilmiştir. Yani Hadis ilmi diye yanlış mı doğru mu geldiği sorgulanması gereken bilginin üzerine bir bilgi aktarma ilmi kurulmuştur.

Zaten Müslümanlar Medine de devlet kurdukları zaman. Devletin nimetlerinden nemalanmak için münafıklar alabildiğine çoğalmıştı. İşte münafıkların en büyük silahı olan Hadis adı altında peygamber arkasına sığınarak-, ve onu kalkan olarak kullanarak, bir çok hadis olmadığı halde hadis uydurarak. Saf ve doğru olan Kuran bilgisinin bozulmasına çaba harcamışlardır. İşte Yahudi dönmesi olan Abdullah ibni sebe dört yüz tane hadis uydurdum bu Müslümanların bozulmasına yeter ve artar bile demiştir. 

Akıllı olan her Müslüman, devamlı uyanık olmalı. Kendisine gelen bilgileri akıl süzgecinden geçirerek, Allah’ın Garantörlüğü altındaki kuran terazisiyle tartarak karar verip doğru olan olan yola yönelip, yürümelidir. İyi bilmelidir ki peygamber ne söylediyse Kuran'dan söylemiştir. Eğer o Kuran'ın dışında bir davranış ve sözde bulunamıyorsa, onun söyledikleri. Kuran'dır. Çünkü Kuran'da her örnekten bir örnek verilmiştir. Ve hiçbir eksik de bırakılmamıştır. 

Eğer o söyledi deyip de, söylenen sözler Kuran'da varsa ki vardır. O zaman. Allah’ın telif hakkını bir başkasına vererek zulüm yapılmış olacaktır. Diyebiliriz ki peygamberin her söylediği Kuran'dan ise. O zaten kuranda var. Eğer peygamber söyledi diye peygamberin söylemediği bir şeyse. O Kuran'da yoktur. Onu peygamber söylememiştir.

Tövbe Haşa Allah’ın karşısında başka bir Allah daha varmış gibi, sanki başka bir Allah’ın dini dolaşıyor ortalarda. Akıl eden herkes iyi bilir ki yerleri ve gökleri yaratan bir tek Allah vardır. O Allah çelişkisiz bir kainat ve çelişkisiz bir kitap göndererek,insanlara sorumluluk yüklemiş. Ve her gün yeni bir yaratılışla bir şeyler yaratmaya devam eden, insanları öldüren ve dirilten, ve her şeye çeki düzen verendir.

Ki O Allah insanların var oluşuyla birlikte kendisi ile insanlar arasında ardı arkası kesilmeyen elçiler ve resuller seçerek, çelişkisiz bir dinin göndericisi ve takipçisi olmuştur. İşte insan oğlunun ağır ağır yüklenmiş olduğu görev ağır ağır sona doğru yaklaşırken, göç yolunun ayak seslerinin tıkırtıları duyulmaya başlamıştır. Son Görevini yapan insan oğluna peygamberlik hayatının sona ererek noktalandığı ve yerine Allah İle diyaloğun devamı Kuran gibi bir kitapla sağlanmıştır.

33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

Tabi ki Allah İnsanlara özgür iradeyi, Takvayı fısk-ı ve akılı vererek, gidilmek istenilen yola da gerekli malzemeyi de koyup, seçme hakkını sonucuna katlanmak koşulu ile, kendisine vermiştir. Ama kendisine inanan kullarına nerede ne yapacağına kılavuz olarak peygamberler ve kitaplar göndererek, velisi olduğu kullarına bilmediği ve karşı karşıya kalacağı cehennemin acı sonuçlarına karşı uyarmıştır.

İşte bugünkü insanların içerisinden Allah'ı veli edinen kulların Yol Göstericisi ellerindeki çelişkisiz ve orijinalliği bozulmamış ve kıyamete kadar da bozulmayacak olan kuran olmuştur. Kim bu kuranı sahiplenmişse Helal ve haram doğru ve yanlış onun tarif ettikleridir. Kim de helalı ve haramı doğruyu ve yanlışı kuranın dışında bir yerlerde ararsa o düpedüz bir yoldan sapmıştır.

Bakınız Kuran Kabir hayatının azap ve işkence yeri olmadığını, söylerken, Kuran'ın dışında yolda yürüyenlerin Kuran'a Rağmen kabirde azap olduğunu söylemesi.Allah’tan başka bir Allah’ın olduğunu ve Allah’ın sözünün üzerine söz koymalarıyla Allah’a Ortak Koşmuyorlar mı? İşte Kuran Kabir ile ilgili neler söylüyor bir bakalım.

36/51- Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler.

36/52- Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın vaad ettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş"

Önce şu meseleyi iyi kavramak lazım. İnsan beden can ve ruhtan meydana gelmiştir. Bedenle can bir araya gelmeden hiç birisi tek başına ne bir günah ne de bir sevap işleyebilir. Ve aynı zamanda mükafat ve ceza da göremez. Su Bardağı içinde su olduğu zaman , Arabalar, çalışır halde oldukları zaman, bir anlam ifade ederler. Bir ampul cereyan geldiği zaman ışık veriyorsa. İnsanı ayakta tutan can olduğu zaman doğru olan yola ve yanlış ola yol gidebiliyorsa, Can ve ruh ortadan kalkınca. Beden bir et ve kemik yığınından başka bir şey değildir. O ölüdür.

Kuran İnsanın yaratılışından bahsederken, şöyle bahsediyor.

15/26- Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

15/.27- Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.

Ayetlere baktığımız Zaman insanın iki boyutundan bahsetmektedir. Birisi beden ham maddesi toprak. Diğeri ise candır. İşte bedenle can bir arada olduğu zaman o beden konuşur yer gezer hayat sürer diridir. Ama bedendeki can ortadan kalkarsa, giderse. Geriye ölü bir ceset ortada kalır. O topraktan geldi ve tekrar toprak olacaktır yeni bir yaratılışla yaratılıncaya kadar. İşte Kuran Onu Şöyle açıklıyor.

56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık.

Bedenlerle canlar birleşerek azabı tatmaya, mükafatı da hissetmeye başlayacak. Bu da daha önce izah ettiğim zaman mefhumu ölçüler içerisinde gerçekleşecektir.

Diyorlar ki Hocalar telkin verdikleri zaman,Cenaze başını kaldırır saptırma taşına vurduğu zaman öldüğünü anlar. Bunlar ellerinde bir belge olmadan zan ve tahminle böyle konuşuyorlar. Ve devam ediyorlar. nen kir ve münker melekler geliyormuş sorguya başlıyormuş ve Anlatıyorlar. Kaynak göstermeden anlatayım. 

Çünkü toplumlardaki genel anlayış budur. Hazreti Ömer öldüğü zaman. Kiramın katibin melekleri sorguya çekmeye başlayacakları zaman hazreti Ömer birini sağ eliyle birini de sol eliyle tutuyor. Siz ne kadar yoldan geldiniz. Dediğinde seksen bin yıllık yoldan geldiklerini söyleyince hazreti Ömer siz seksen bin yıllık yoldan geldiniz de rabbinizi unutmadınız. Be ise daha biraz önce geldim Rabbimi unuttum mu diyerek onların sorgulamalarına fırsat vermediği anlatılmaktadır.

Gördüğünüz gibi toprağın altına giren birini böyle şekillendirip kendi kafalarına göre konuşturup duruyorlar. Eğer onu peygamber biliyorsa o kuranda bildirilmiştir. Eğer o gayıp haberini peygamber bilmiyorsa o Kuran'da bildirilmemiştir. Bakınız Kuran'da bildirilen bir gayıp haberinden bir örnek verelim.

3/44- Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.

Eğer gayıp haberini Kuran'da bildirmemişse peygamber onu bilemez.

7/187- Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır. Onun süresini O'ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir." Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Allah'ın Katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler."

Tarih boyunca çeşitli ırklardan ve milletlerden zan ve tahminle konuşarak yanlış anlayışlı olan insanlar sürekli ola gelmiştir. İşte bunların vahye uygun olanları doğru vahiylere uygun olmayanları ise yanlıştır. Bundan otuz beş sene önce lisede beraber okuduğum arkadaş beni ziyarete geldi. Arkadaş materyalist görüşlü idi. Allah Peygamber kavramları ona gülünç geliyordu. Bana sordu sen dindar birisin. Ve seni de seviyor ve beğeniyorum. Ama din konusundaki görüşlerine katılmıyorum dedi. 

Ben de dedim ki Hangisine dedim. Sorduğu soru kabir azabı ile ilgili idi. Dedi ki insanoğlu ne zaman  var oldu. dedi. Ben de bu konuda kesin bir bilgi yok ama. Zamanımızdan tahminen elli bin yıl önce dedim.. peki kıyamet ne zaman kopacak dedi. Onu da Allah bilir dedim çünkü o konuda da bir bilgi yok dedim yine haydi o da zamanımızdan elli bin sene sonra kopsun dedi. 

Tamam dedim. Peki o zaman insanoğlunun var oluşu ile ölen ve yanlış yolda giden bir adamın kabir azabı ölmesiyle beraber başlıyorsa, kıyametin kopuş anındaki yanlış yolda giden bir adamın ölüp kabir azabı çekmemesi ve diriltilmesi adaletsizlik değil mi diye sordu. Ben de dedim ki neden adaletsizlik olsun dedim. Dedi ki birisi yüz bin sene kabir azabı çekiyor birisi hiç kabir azabı çekmiyor. İkisi de aynı yanlış yolda oldukları halde. Dedi. Arkadaş haklıydı böyle bir soruyu sormakta. Çünkü. Alışılagelmiş gerçek hedefinden saptırılmış Allah’ın dinini böyle anlatıyorlardı.

Ben de dedim ki. Kabir Azabı diye bir şey Kuran'ın anlattıklarında yoktur. Kabir azabını Kuran'ın dışındaki Allah’ın dini ile alakalı olmayanlar Uydurmuş. Beynini Kuran terazisiyle tartarak yol bulanlar, Asla böyle saçma sapan şeylere inanmazlar dedim. İnsanlar öldükleri zaman bedenle can biri birinden ayrılmıştır. Hiçbir zaman ne beden cansız, ne de can bedensiz yalnız başına bir anlam taşımaz. Sevap ve günah işlerlerse de beraber işlerler azap veya mükafat görürlerse de beraber görürler dedim bak kuran ne diyor dedim.

35/22- Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise işittirecek değilsin.

36/70- (Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir).

Öldükten sonra ahiret aleminin olduğuna inanmak, herkese ait bir olay değildir. Zaten buna inananlara Kuran iman eden diyor. İşte aklını kullananlar Allah’a inanır ve bulur. Allah'ı bulanlar da. Allah’ın gönderdiği kitap ve peygamber doğrultusunda inanır ve yaşar. O kitaplar ve peygamberler. Bir Ahiret aleminin olduğundan bahseder.

2/4- Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

İşte bu ayetler ışığında olayları değerlendirdiğimiz zaman, Kabir Zaman durdurularak, Dünya hayatından ahiret hayatına geçişin isterse aynı an ile. Milyarlarca yıl olsa bile bir andır. Ahiret hayatına geçişin ilk adımıdır. Yani imtihan edilen hayatın bitişi ve hesap görülecek yani ceza ve mükafatının başlangıcıdır. Orada artık zaman kavramı tekrar ortadan kaldırılarak ya ebedi bir ceza ya da ebedi bir mükafat vardır. İşte birinin adı cehennem diğerinin adı da cennettir.

Bu Sadece iman edenler için olan bir olaydır. Bu gayıp olan bir haberdir bu günkü deyimle Allah’ın Kuran'da ortaya attığı bir teoridir. İspatını Allah Ahiret aleminde yapacaktır. Ama şu bir gerçektir ki. Allah'ın Kuran'da Bahsettiği iki türlü gayıp haberi vardır. 

1- İnsan kültürünün araştırdıkça ve kainatın esrarını çözdükçe bulabilecekleri gayıp haberleridir. Mesela peygamber döneminde.Bilinmeyen ve Kuran'ın bahsettiği gayıp haberleri!

36/38- Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir.

Daha dünyanın o dönemden çok uzun zaman geçmesine rağmen düz tepsi şeklinde olduğuna inanan Hristiyan dünyası. Güneşin de döndüğünü ve bilinmeyen bir yere doğru akıp giden bilgiyi Allah’tan alan bir peygamberin varlığına inanmıyorlardı işte o peygamber, zamanımızdan bin beş yüz yıla yakın bir zaman  önce bunları söylemişti. Bu gün de bu günkü teknoloji bunu keşfetti. İşte insan oğlunun keşfettiği gayıp budur 

2- İnsan kültürünün keşfedilemeyeceği Kuran'ın bahsettiği gayıp haberlerinden birisi de . Öldükte sonra diriliş ve hesaba çekilme ile ilgili bir haberdi. Bunu insanlığa peygamberler getirdikleri zaman delilik mecnunluk ve cinlenmişlikle suçlanmışlardı. 

Elbette bu ispat olunmamış bir gerçek ama. Onu söyleyen yerleri ve gökleri yaratan Allahtır. Ben kendime ait konuşuyorum ben o varlığa inanıyor ve güveniyorum şimdiye kadar söylediklerinde bir tek bile yanlış bulamadım o da doğru olduğuna aynel yakin halkkel yakin ve ilmel yakin inanıyorum. Ve ben öyle bir Allah’a inanıyorum ve ona kul oluyorum.

Sonuç olarak, Beden can ile birlikte olunca o diri olur. Ona ruh üflenince Bütün organlar aktif bir rol alarak her hücre ve organ kendilerine verilmiş görev alanı içerisinde faaliyet gösterirler. Erginlik yaşına gelince onlarda ruh iki yöne eğilimli olan insanın karar verdiği yönde ruh insanı sürükler.

Yani Beden, can , ve  ruh hiç bir zaman ayrı ayrı bir anlam taşımazlar bunların üçü bir araya geldiği zaman insan günah ve sevap işlerler. Yine öldükten sonra tekrar diriltilip bir araya geldikleri zaman da  azap veya mükafatı hissedeceklerdir.

O zaman kabir azabından bahsetmek beyhudedir. Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN ANAMUR