RAHMAN VE
RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!
Aşağıda bir
alıntı olarak naklettiğimiz Kur’an’ı anlama konusunda üç farklı görüş olduğunu
görmekteyiz.
1-TARİHSELCİ
GÖRÜŞ!
2-EVRENSELCİ
GÖRÜŞ!
3-KUR’AN HEM
TARİHSEL HEM EVRENSEL DİYEN GÖRÜŞ!
Biz Kur’an’ı kendi bütünlüğü içerisinde tarihselciliğe
evrenselciliğe ve hem tarihselciliğe hem de evrenselciliğe hangi bakışla, nasıl
baktığını, kendi anlatışından, örnekler vererek anlamaya ve anlatmaya çalışalım.
1-TARİHSELCİ
GÖRÜŞ!
İslami hükümlerin, İslam’ın gelmiş olduğu coğrafyayı ve çıkmış olduğu tarih dilimini ilgilendirdiği görüşüdür. Bunun için de bazı deliller getirmişlerdir. Bunların bir kısmını ele alalım:
1. İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek bir sorun olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun olmadığı için üzerinde durmamıştır.
2. İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir. İslam, neticede tarihin bir diliminde ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu hükme bağlamamış olması tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve coğrafik ve hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları zorunlu hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.
3. İslam hukukunda nesih kavramı, hükümlerin daha peygamber zamanına bile tarihsel olduğunun en büyük delilidir. Peygamber döneminde dahi hükümler birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki dönemlerde hükümlerin birbirini yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir. Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kur’an’da geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.
4. Sosyal değişme insan hayatında her zaman olacaktır. Devamlı değişen şartlar ve durumlara aynı hükmü bindirmek insanlığın geleceğini duraklamak olabileceği gibi üretimi de durdurur.
1-TARİHSELCİ GÖRÜŞÜN KUR’AN’LA
KIRİTİĞİ!
Yukarıda dört şık altında ele
alınmış olan, tarihselci görüşün nerelerde hata yaptıklarını, nerelerde doğru
söylediklerini her şıkkı ayrı ayrı ele alarak, incelemeye çalışalım.
1-İslam ortaya çıktığı zaman,
ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun
olanları sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek
bir sorun olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun
olmadığı için üzerinde durmamıştır.
Birinci şıktaki şu ifadeye
bakın.” İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve
yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer sorunlara
değinmemiştir.”
En büyük yanılgı, İslam’ın sadece
Kur’an’nın indiği döneme hasredilmesidir. Oysa İslam’ın hükümleri İnsanlık tarihinin
başlangıcı ile birlikte ilk peygamberle beraber, gelmeye başlamıştır. Son
peygamber gelinceye kadar peş peşe gelen peygamberler, tıpkı bir ağacın
büyüyüşü gibi büyüyerek gelmiştir. Ağaç, bir çekirdeğin topraktan patlayıp çıkarak
patlayıp çıkışı, filizlenip kök salması ve meyvesini verip olgunlaşması gibi,
bir süreç içerisinde, filizlenip olgunlaşarak meyvesini fıtrata ters düşmeden
vererek tamamlanmıştır.
48/29- Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar
da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku
edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve
ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir.
İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur: İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir
ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra
sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu
örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip
salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.
İslam’ın ilk temeli ilk
insan topluluğunun var oluşu ile ilk peygamber olan Âdem ile birlikte atılmıştır.
İlk insan topluluğunda bilgi, sıfır idi! Ancak, İnsanların ihtiyaçları onunla
birlikte paralel olarak arttıkça bilgiler ve sorunlar da artarak devam ede
gelmiştir. İşte bu bilgi Allah Tarafından iki farklı şekilde insanlara
gelmiştir. Birincisi, vahyi bilgiler, ikincisi eşyanın bilgisine ulaştıkça
gelen evrensel bilgilerdir.
2/31- Ve
Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru
sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi
bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
2/33- (Allah:) “Ey Adem,
bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber
verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben
bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
Kur’an, Âdeme, isimlerin
öğretilmesini, ilk insan yaratılışının başlangıcından, son insan yaratılışına
kadar geçen süreç içerisinde, geçmişi, anı ve geleceği, aynı anda kullanma
sanatı yaparak, gerek teknolojik bilgilerin gerekse de vahyi bilgilerin
eksiksiz bir şekilde hepsinin öğretilmesini kastetmektedir. Vahyi bilgiler ilk peygamber
olan Âdem ile birlikte peş peşe gelen elçilerle son nebi ve resule kadar devam
etmiştir. Ama teknoloji ile ilgili bilgiler kıyametin sonuna kadar öğretilmeye
devam edecektir.
33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O,
Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
Eşyanın
isimlerinin öğretilmesi hala öğretilmeye devam etmekte ve kıyamete kadar
insanlar eşyanın bilgisini öğrenmeye yöneldikçe, öğretilmeye devam edecektir.
Ancak Peygamberlerle gelen vahyi bilgiler artık son peygamberle noktalanmış,
Allah nebilik ayetini nesh ederek, yeni bir dönem yeni bir çağ başlamıştır.
2/106- Biz,
daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez
(hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah,
gerçekten her şeye güç yetirendir.
Nesh etme
olayını genelde İslam müfessirlerinin büyük bir çoğunluğu tarafından yanlış
olarak, algılanmış ve yanlış anlatılmıştır. Allah ayeti nesh etmeden söz
ederken iki farklı anlama gelmektedir. Birincisi, gönderilen, peygamberlerin getirmiş
olduğu vahyi bilgilerle gelen haramlar ve helaller yozlaştırılarak orijinalinden,
saptırılarak Allah’ın haram kıldıkları bazı şeyleri helal, helal kıldıkları
bazı şeyleri de haramlaştıran din anlayışlarını kaldırıp, yerine yeni bir
peygamberle doğrusu ile düzeltilmesi anlamında kullanılan neshtir.
İkinci anlamı
ise Teknolojik gelişmelerde gelişim devamlı başlangıçtan rakamların birden
basamaklar halinde yükselmesi gibi devam eden süreçte, sayılara ihtiyaç
duyuldukça rakamların sayısının artması gibidir. Bir örnek verecek olursak,
Eskiden tarihi kalıntılardan kaleleri, genelde, dağların tepelerine
kuruyorlardı. Bunun sebebi kaleler saldırılara karşı en güvenli olan yer
dağların tepeleri idi. Ancak şimdi olsa bu çok anlamsız olurdu. Bunun sebebi
ise savaş uçakları on bin metre kadar yüksekliğe çıkabilmekte en yüksek olan
Everest tepesi bile deniz seviyesinden yüksekliği sekiz bin sekiz yüz seksen
beş metredir. Kaleler o tepeye yapılsa bile havadan rahatlıkla
bombalanabilmektedir.
İşte artık
uçaklar icat edilince kaleleri dağların tepelerine yapmanın hiç bir anlam ve
önemi yoktur. Şimdi yeni bir Kur’an gelmiş olsaydı Allah, kaleleri dağların
tepelerine kurulmasını nesh ettik derdi.
Aynen Onun
gibi, Kur’an’ın korunması, yazı kültürü sanatı ve teknolojinin gelişmesiyle
gündeme gemleye başladı. Bir taraftan yazının bulunuşu yeni bir çağ açarken,
bir taraftan yazının belgelenmesi ve koruma altına alınması da yeni bir döneme
yeni bir çağa imzasını atmıştır. Eğer yazı icat edilmeseydi ve onu yazıp
koruyan iman eden Müslümanlar olmasaydı, bu Kur’an nasıl korunacaktı?
15/9- Hiç
şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten
Biziz.
Elbette Kur’an
Allah tarafından indirilmiş bir kitaptır. Allah Evrende her şeyi bir sebep ve
sonuç ilişkisine göre düzenlemiştir. Halife olan insan eğer yola gitmede kendi
iradesini kullanarak, gerek rabbani yolda, gerekse şeytani yolda, yolunu kendi
özgür iradesi ile seçerek yürümektedirler. Kur’an’ı koruyup korumamak da
insanlar eliyle ve iradesi ile olmaktadır. Bunu bir ayet örneği ile biraz daha
açıklamaya çalışalım ki, Kur’an’nın konuşma dili çözülüp, anlaşılabilsin.
8/17- Onları
siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama
Allah attı. Mü’minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için
(yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
Yeryüzünde, yetkili
ve sorumlu tek varlık insandır. Eğer İnsan bir kötülük yapmak ister ve yaparsa,
onun kötülük yapabilme eğilimini ve malzemelerini yaratan Allah’tır. Kim iyilik
yapmak ister ve yaparsa, onun iyilik yapma eğilimini ve malzemelerini yaratan
da Allah’tır. İşte Kur’an iyilik yapanlara ve kötülük yapanlara onu ben yaptım
demesindeki hikmet budur. İki Ayet ile Kur’an bu olayı şöyle izah etmektedir.
4/77-
Kendilerine; “Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin” denenleri
görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan
Allah’tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar
ve: “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana
ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise
muttakiler için daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir
iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.”
4/78- Her nerede olursanız,
ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile.
Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük
dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki
bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?
Bu ayet kendilerinin Müslüman
olduğunu söyleyip de Müslüman’ım demenin bedelini ödemeye gelince bu riski
üslenmeyip sözünden caymak isteyen münafıkların durumunu fotoğraflayıp, ortaya koymaktadır.
Elbette savaş dünyevileşen insanlar için çok ürkütücü ve korkutucu bir olaydır.
Dikkat ederseniz ayette onlar için şu ifade kullanılır.
“Oysa savaş üzerlerine
yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi- hatta daha
da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: “Rabbimiz, ne diye savaşı
üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler.”
Allah’tan korkan ve kendisinin
Müslüman olduğunu iddia eden bir kişinin kitabında bu yoktur. En çok Allah’tan
korkan insanlar, En çok Allah’ın sözünü dinleyen ve yaşayan insanlardır.
Yetmiş sekizinci ayette
anlatılmak istenen şudur.
” Onlara bir iyilik dokunsa:
“Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler.”
Bu Münafık olanların peygambere
iman ettim dediği halde Peygamberin verdiği bir emir yüzünden başlarına bir
felaket geldiğinde bu sendendir senin yüzünden başımıza bu felaket geldi
derler. Oysa O peygamber kendi istek ve arzusuna göre konuşmaz ve bir emir
vermez. O bir emir verip ve o emirden dolayı sana bir kötülük gelmişse O emri
sana Allah verdi ve sana o kötülük Allah’tan geldi. Eğer, Onun verdiği bir
emiri yerine getirip de size bir iyilik gelmişse Yine o Allah’ın verdiği bir
emirle o emri size vermişti.
“Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne
oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?”
O peygamber Allah’ın bir
kelimesi ve Allah’tan bir ruh’tur. O Allah neyi emretmişe onu söyler ve yaşar.
Dolayısı ile size gelen kötülüklerde iyiliklerde, onun size eksisi ve artısı
yoktur. Tüm kötülükleri ve iyilikleri yaratan Allah’tır. Mesajı verilmektedir.
4/79- Sana iyilikten her ne
gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni
insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.
Bu ayette geçen ifade, Bir
önceki ayetin muhalifi gibi görülse de başka bir konumu ele almaktadır. “Sana
iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da
kendindendir.” Allah, hem kötülük yoluna gidebilecek eğilimi ve malzemeleri yaratmış,
hem de iyilik yoluna gidebilecek eğilimi ve malzemeleri yaratmıştır. Ancak
Allah Sana kötülük yoluna gitmeyi tercih etmeni emretmemiştir. Allah, İman edip,
Salih ameller işleyip, iyilik yolunda gitmeni istemiştir.
Sen Kötülük ve kötülük yolunu
tercih etmenle başına gelen felaketler senin seçiminle olmuştur. Bu Allah’tan
değil kendi seçimin neticesinde kötülük başına gelmiştir.
İslam toplumlarında en büyük
yanlışlıklardan birisi, peygamber şeraitlerinin farklı şeraitler içerisinde olduğu,
anlayışıdır. İnsanlar, hayata bakışlarını böyle kurguladıkları ve
algıladıklarından dolayı, tarihselcilik anlayışı ön plana çıkmıştır. Oysa farklı
şeriat ve farklı ümmet içerisinde olanlar, peygamberlerin şeriatları ve
ümmetleri değil, Peygamber şeriatlarından nasiplerini almamış olan insanların
şeriat farklılıklarıdır.
5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı
ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse
aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva
(istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir
yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak
(bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız.
Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size
haber verecektir.
“Sizden her biriniz için
bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet
kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir.”
Kur’an içerisinde yaklaşık dört
ayette şeriat kelimesi geçmektedir. Ümmet ve şeriat kelimesine Kur’an, ne anlam
yüklemişse bizim onun dışında bir anlam yüklemek haddimiz değildir. Şimdi Bu
iki kelimeyi Kur’an’daki ayetlerden ona ne anlam yüklediğini doğru olarak
anlayabilirsek Tarihselcilerin görüşlerinin Kur’an ile ne kadar çeliştiğini
rahatlıkla görüp, anlayabileceğiz.
Şeriat nedir?
42/ 21- Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın
izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri’ ettiler (bir şeriat
kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar)
verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır.
45/ 17- Ve
onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten
sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecavüz ve azgınlıktan’ dolayı ihtilafa
düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü
aralarında hüküm verecektir.
45/18- Sonra seni de bu emirden
bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve
tutku)larına uyma.
Kur’an’da tanımlanan şeriat,
Vermiş olduğum ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlık tarihinin başlangıcı
ile başlayan, Allah’ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu hayat tarzı
yaşam biçimlerinin vahiylerle nerde nasıl davranılacağının yolunu yöntemini
belirleyen ilahi mesajla hayatı anlamlı hale getirmektir.
Ümmet Nedir?
Kur’an içerisinde yaklaşık
olarak elli dört yerde ümmet kelimesi geçmektedir. Bunlardan birkaç tane ayeti
naklederek Kur’an’nın ümmet kelimesine yüklemiş olduğu anlamı yakalamaya
çalışalım.
2/213-
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler
gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler
konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine
apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve
kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden
başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri
gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
6/38-
Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi
ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar
Rablerine toplanacaklardır.
16/120- Gerçek
şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden
bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.
Ümmet;
Kelimesi vermiş olduğumuz ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Gerek insanlardan gerekse
de hayvanlardan aynı yol yöntem üzerinde yol edinen insanlar ve hayvanlar için
kullanılmış bir kelimedir.
Ümmet
kelimesini biraz daha anlaşılır hale getirirsek, insanlar ilk yaratıldığı zaman
hepsi istisnasız “Rabbim Allah’tır” demişlerdi.
7/172- Hani
Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine
karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar:
“Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan
habersizdik” dememeniz içindir.
Tek bir ümmet ve tek bir şeriat
içerinde olanlar bu yolda olanlardır. Bu yolda olanların yaşam biçimlerini
hayat tarzlarını vahiyler belirler. Yani siyasi hayatta, eğitimde, idare edende,
idare edilende, evlilikte kadının ve erkeğin bulunmuş olduğu konumlarda kimin
nerede nasıl davranacağının yolunu yöntemini vahiyler belirler.
Ama, vahyin dışında yol alanlar her biri o
tevhitten uzaklaşmış kendi aralarında parça parça olarak farklı ümmet ve farklı
şeraitlere ayrılarak, din farklılıkları oluşturmuşlardır. Maide suresinin kırk
sekizinci ayette bahsedilen, “Sizden her biriniz
için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek
ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir.”
Farklı şeriat,
peygamberlerin getirdikleri şeriat değil, Peygamberlerin dışında yol alan diğer
insanların, kendi aralarında uyguladıkları din ve yaşam biçimi anlamındaki
şeraitlerdir. Yani olayın özü peygamberlerin getirdikleri şeraitler tek bir ümmet
tek bir şeriattır. Peygamberlerin dışındaki olanlar, farklı ümmet, farklı
şeraitlerde olanlardır.
Kur’an’ın dışından gelen
bilgiler, gerek ehli kitabın, gerekse puta tapıcıların etkileşimi ile Kur’an’da
olmayanları Kur’an adına sanki Kur’an’dan’mış gibi söylemeleri Kur’an’daki
ayetlerin, hikmet ve mantık ölçüleri içerisinde, anlaşılmasına gölge
düşürmektedir.
Genel olarak bütün
müfessirlerde Maide suresi kırk sekizinci ayetteki, “sizden her biriniz için farklı şeraitler ve
farklı ümmetler kıldık” ayetini sanki peygamberler arasında uygulanan şeraitler
farklılığı anlamında anlamışlardır. Bu anlayış tamamen Kur’an’ın anlatışına
terstir. Hem yerleri ve gökleri yaratan bir tane Allah olsun; Hem Allah
peygamberler aracılığı ile gönderdiği din ve şeraitlerinde farklılıklar
bulunsun. Bu anlayış düşünen aklını kullanan insanlar için olacak şey değildir.
Peygamberler arasındaki şerit farklılığı anlayışı, Kur’an’da geçen bazı
ayetlerin de yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Örneğin Adem peygamberin
şeraitinde kardeş evliliği helal, Nuh
peygamberden sonra gelen peygamberler şeraitinde haram kılınmıştır, inancını getirmişlerdir.
Tevrat’ta recim cezasının olduğunu ama Kur’an ile bu cezanın kaldırılıp, yüz
değnek vurulması kuralının getirildiği inancını ortaya koymuşlardır.
Çift tırnaklı hayvanlar
Yahudilere haram, Müslümanlara ise helal, domuz, Hıristiyanlara helal
Müslümanlara haram anlayışını, getirmişlerdir. Daha örnekleri dilediğimiz kadar
çoğaltabiliriz. Oysa Allah temiz ve güzel olan bütün şeyleri bütün
peygamberlere helal, pis ve murdar olan bütün şeyleri de istisnasız bütün
peygamberlere haram kılmıştır.
2-TARİHSELCİ GÖRÜŞÜN İKİNCİ
ŞIKKININ, KUR’AN’LA KRİTİĞİ!!!!
2. İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir. İslam, neticede tarihin bir diliminde ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu hükme bağlamamış olması tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve coğrafik ve hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları zorunlu hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.
İkinci şıkta dikkat çeken en
önemli nokta şurasıdır.” İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin
tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir.”
Tarihselcilerin düştükleri en
büyük yanlışlıklarından birisi, Kur’an ayetlerinin anlatmak istediklerini
Kur’an’dan değil, peygamber ve sahabeler tarafından uygulandığı zannedilip tarihi
rivayetlerden aktarılanı belge olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Oysa Kur’an kendisinden başka
belge kabul etmez.
2/134- Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları
kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından
sorumlu değilsiniz.
Dikkat
ederseniz, hadisler ve içtihatlar Kur’an’ın indiği dönemden iki yüz, iki yüz
elli sene sonra gündeme gelmeye başlamıştır. Eğer Kur’an’dan olmayan vahyin
orijinlinden sapmış olan bir din anlayışını getirip de Kur’an’ın ortaya koyduğu
orijinal bir din anlayışı gibi görürseniz, böyle yanlış algılama ve sorunlarla
karşılaşırsınız.
Kur’an,
Müslüman olanların anayasa kitabıdır. Tarihi de, sosyolojiyi de, psikolojiyi de,
savaşı da, barışı da, evrenin yaratılışının ne zaman olduğunu, kıyametin
sonunun ne zaman geleceğini, en güzel bilen Allah’tır. Tarihselcilerin
düştükleri en büyük hatalardan birisi de, Vahyi belgeye dayanmadan tarihi
rivayetlerden esinlenerek, olaylara bakmalarıdır. İlim, belge ister, delil
ister. Bana tarihi bir olay söyleyin ki, o konuda uzman olduklarını iddia eden
birkaç tane tarihçi, o tarihi olayı biri birinden etkilenmeden anlatarak, aynı
görüşü paylaşabilsinler. Paylaşamazlar. Çünkü insan eksiktir. Çünkü insan
nankördür, bundan dolayı bu anlayış, insan yapısına terstir.
Kur’an Geçmişte, anda ve gelecekte, olmuş
ve olabilecek olayları gayb haberi sözü ile ifade ederek örnek bir peygamber ve
o peygamberin önderliğinde, örnek bir toplumun yaşamış olduğu hayatı, kıble
olarak almamızı ister.
2/143-
Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet
kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun
(yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin
geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete
ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa
çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Vermiş olduğum ayet, doğru
olarak anlaşılabilmiş olsaydı, Kur’an’ın dışından gelen uydurma rivayetlerle
din ortaya koymaya çalışılmazdı. Bu gün İslam toplumunun çekmiş olduğu
sıkıntıların kaynağı da bu değil midir? Allah, yazı kültürü ve sanatının, gelişmediği
dönemlerde peygamberleri peş peşe dizerek insanlara neyin helal, neyin haram neyin
doğru neyin yanlış olduğunu, iman eden ve salih amel işleyen insanlara, nerede
nasıl davranacaklarının yolunun kılavuzluğunu yaptırmıştır.
Kur’an insanlık tarihinin var
oluşu ile beraber başlayan bir dinin, Aktivitesini çeşitli konularda vahyin
kurallarına uyan ve uymayan toplumların, başlarına gelen kötülükleri ve
güzellikleri, çeşitli örnekler vererek, hem kendi bulunduğu toplumlara, hem de
kendisinden sonra gelecek olan toplumlara, ibret dersi vermektedir.
Artık her örnekten bir örnek
verilmiş ve hiçbir şey, eksik bırakmamış
ve insanlar için yeterli bir açıklaması yapılan Kur’an gibi bir kitapla, Hem
kendi inmiş olduğu topluma, hem de kendisinden sonra gelecek olan toplumlara,
bir ölçü bir yaşam biçimi kaynağı olarak korunmuş bir şekilde ortada
beklemektedir.
6/
38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin
gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar
Rablerine toplanacaklardır.
İşte Allah bu kitaptan
insanları hesaba çekecektir. Kur’an her
çağda her dönemde insanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek ilahi bir mesaj,
ilahi bir kılavuzdur. Peygamberlik olayının nesh edilip sadece Kur’an ile
insanların doğru yolda yürümelerinin hikmeti de burada yatmaktadır.
43/ 43-
Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol
üzerindesin.
43/44-
Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz
(ondan) sorulacaksınız.
33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak
O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
15/ 9- Hiç
şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten
Biziz.
Vermiş olduğum
ayetler gösteriyor ki, insanların doğru yolda yürüyebilmelerinin tek seçeneği,
vahye uymak ve vahiyle hayatı anlamlaştırmaktır. Şu anda peygamberlik yok, ama
peygamberlere gelen vahiyler var. Eğer Peygamberden sonra gelen yakın
kuşakların içtihatları Kur’an’ın emri gibi kabul edilmiş olsaydı,
tarihselcilerin görüşlerine katılmamak mümkün değildi. Ama ne yazık ki Sonra
gelen kuşakların aktardıkları bilgilere gerek Yahudi olanların gerekse
Hıristiyan olanların uydurmuş oldukları hadisler karıştırılmıştır.
Kur’an
gelmezden önce, şu anda içtihatlardaki yapılan yanlışlıkların aynısı, geçmiş
Vahiyden uzaklaşmış olan kavimler de yapmışlardır. Kur’an onların ellerinde
yazılı bir belge veya Kur’an gibi korunmuş olan bir kitap olmadığından
kavimlerin yapmış oldukları bu yanlışları Allah yeni bir peygamberle
düzeltmiştir. İsterseniz Kur’an’dan bunlara bir iki tane örnek vererek doğru
olanı anlamaya çalışalım.
18/ 22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki:
“Üç’tüler, onların dördüncüsü köpekleridir.” Ve: “Beştiler, onların altıncısı
köpekleridir” diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. “Yedidirler,
onların sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayısını
daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez.” Öyleyse onlar
konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında
bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
18/23-
Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme.
18/24-
Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret
ve de ki: “Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya
yöneltip-iletir.”
18/25-
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
18/26-
De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı
O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların
bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”
18/27-
Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve
O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
Kur’an
bu ayetlerde önemli olarak iki yanlışa dikkat çekmektedir. Birincisi kehf ve
rakım ehlinin sayılarının kaç olduğu konusunda halkın uydurdukları sayılara
dikkat çekmekte, ikincisi de, kehf ve rakım ehlinin mağarada kaldıkları süreye
dikkat çekmektedir.
Şu anda
indirilen dine değil de, uydurulan dine iman edenler rakım ehlinin üç yüz yıl kaldıklarını
veya sayıları konusunda yedi kişi olduklarını söylemektedirler. Vahiysiz din yaşayan İslam toplumları da onlar
hakkında söyledikleri bu değil mi? Şu anda İslam âlimi diye bilinen ve
kendilerinin âlim olduklarını iddia edenlerin genel olarak büyük bir kısmına
sorsan ashab-ı kehf’in mağarada üç yüz yıl kaldıklarını söylerler.
Şimdi
bir başka örnek daha vermeye çalışalım.
40/34 - Bundan önce size delillerle
Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiği hakikatte şüphe edip
durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de "Bundan sonra Allah asla peygamber
göndermez" dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.
Kur’an’ı Kur’an ile anlamamanın menfi
sonuçlarından birisi de, yozlaşmış olan halkın söyledikleri ile Allah’ın
söylediklerinin ayırt edilememesidir. Dikkat ederseniz mümin suresinin otuz
dördüncü ayetinde bahsedilen ifade, vahyin orijinal anlayışından sapan
insanların söyledikleridir. Yusuf’tan sonra peygamber gelmeyeceğini söyleyen
Allah değil, kalpleri marazlı olan sapmış olan halktır. Ama ahzab suresinin
kırkıncı ayetinde bahsedilen ise Allah’ın bizzat kendisinin söylediğidir.
İsterseniz ayeti tekrar yazalım.
33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası
değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi
bilendir.
Şimdi bu iki ayette bahsedilen ifade, düşünen
aklını kullanan insanlar tarafından aynı anlamı ifade etmesi mümkün mü?
“ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin
sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.”
“Nihayet vefat ettiğinde de
"Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez" dediniz. İşte aşırı
şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.”
Ayette ifade edilen bu iki farklı
ifadeyi tutar da ikisini de söyleyen Allah veya ikisini de söyleyen halk olarak
anlaşılırsa doğru bir anlayış olabilir mi?
Basında haber olarak “Müftünün
keçisini çalmışlar” diye yazılır, fakat halkın ağzında müftü keçi çaldı diye dolaşır.
Bu da aynen öyledir.
Tarihselcilerin söylediği gibi, eğer
Kur’an bulunduğu dönemde ve bulunmuş olduğu coğrafyada anlaşılıp orada kalmış
olsaydı, Kur’an’dan sonra gelen toplumların hali ne olacaktı?
Tarihselci görüşün söylediklerinin doğru
olabilmesi için, Peygamberlerin aktardıkları bazı şeylerin halk tarafından
yanlış anlaşılması veya yanlış yaşanması durumunda, yanlış olanların doğru
olanlarla düzeltilmesi için mutlaka ama mutlaka peygamberlik olayının devam
ettirilmesi gerekirdi. Ahzap suresi kırkıncı ayette bahsedildiği gibi, artık
bir daha peygamber gelmeyecektir.
Peki, halkın yanlış yaptıkları
konularda ve yanlış içtihatlarını düzeltmede hakem rolünü kim oynayacak? Allah
haşa böyle bir zaafa düşer mi? İşte Kur’an
kendisinden sonra gelen kuşakların sorunlarını çağlara göre açıklayan aynı
zamanda evrensel birkitaptır. Yeter ki o çağda sorun olanları vahyin
çizgisinden sapmadan güncelleyebilen uzmanlar olsun.
3-ÜÇÜNCÜ ŞIKKIN KUR’ANLA KIRİTİĞİ, NESH OLAYI!
3. İslam hukukunda nesih kavramı, hükümlerin daha peygamber zamanına
bile tarihsel olduğunun en büyük delilidir. Peygamber döneminde dahi hükümler
birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki dönemlerde hükümlerin birbirini
yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir. Hz. Ömer’in zekât verilecek
sınıflardan birisini Kur’an’da geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak
kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.
İslam toplumlarında yapılan en büyük yanlışlıklardan birisi, de nesh olayının yanlış anlaşılmasıdır. Üçüncü şıkta geçen şu ifade yanlışlığına bakın.” Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kur’an’da geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.”
Tarihselcilerin yanıldıkları bu
şıkkı anlayabilmek için Kur’an’da geçen nesh kavramını bilmek gerekir. Nesh;
Kur’an’a göre iki farklı anlamda kullanılmıştır.
Nesh etmek, Kur’an'a göre, insanların vahyin orijinlinden saparak, bir söylem ve eylemin kaldırılarak, o konu hakkında benzerinin ve daha güzelinin gelişiyle terk edilmesi demektir. Bu söylediğimizi Kur’an’dan örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
NESH ETMEYİ KUR’AN İKİ ANLAMDA ELE ALMIŞTIR.
a)-vahyi bilgilerin peygamberler öldükten sonra helali haram,
haramı, helal yapan kavimlerin yeni bir peygamber gelmesi ile kelimelerin, ait
olduğu yere konmasıdır.
b)-teknolojinin gelişmesi ile yaşamı kolaylaştıran yeni
icatların çıkışı ile eski icatların tedavülden kalkmasıdır.
NESH ETMENİN BİRİNCİ ANLAMI;
a)-vahyi bilgilerin peygamberler öldükten sonra helali haram,
haramı, helal yapan kavimlerin yeni bir peygamber gelmesi ile ait olduğu yere
konmasıdır.
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye
(kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya
unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
İslam toplumlarında anlaşılan nesh, sanki Allah bir şeyi önceden
yanlış söylemiş veya bilememiş, sonradan bu yaptığı yanlışın farkına vararak
düzeltmesi veya söylediğinden vaz geçerek değiştirmesi, anlamında
anlaşılmıştır.
Allah bu noksanlıklardan uzaktır. Nesh ile ilgili ayet, konu
içerisinde kendisinden önce ve sonra gelen ayetlerden ne demek istediğini anlamak
gerekir.
2/105- Kitap Ehlinden olan kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden
üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine
rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
İşte bu ayet nesh edilen ayetin ne olduğunu bize açıklamaktadır.
Kur’an'daki ayetlerin ne demek istediği Kur’an'da onunla ilgili geçen,
diğer ayetlerden anlaşılması gerekir. Kur’an bir olayı bir konuyu anlatırken,
masal ve hikâye gibi anlatmamıştır. Onları bir arada toplu halde de
işlememiştir. Onunla ilgili ayetler Kur’an'ın her tarafına serpiştirilmiştir.
Doğru olan bir anlayışı ortaya çıkarabilmek için, o konu hakkında Kur’an’da
geçen ilgili ayetlerin bir araya getirilip, o konunun bina inşa edilir gibi,
düzgün bir şekilde inşa edilmesi gerekir.
Bir bina yapacağın zaman, taşını bir yerden, çimentosunu bir
yerden, demirini bir yerden kerestesini bir yerden kirecini başka bir yerden
alıp bir usta ve işçiler nezaretinde yapılıyorsa, Kur’an'daki bir konu da aynen
öyle inşa edilmektedir. Yazdığım makalelerde bu olayları sık sık tekrar
ediyorum ki, anlaşılsın diye!
Nesh ile ilgili ayeti doğru olarak açıklayabilmek için, önce ayette
kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğini, Kur’an'da arayarak bulmakla mümkün
olur kanaatindeyim.
” Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar)
hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız ”
Nesh edilen ayet nedir? Onu yakalamaya çalışalım
Ayet: Allah'ın kâinatta yaratmış ve göndermiş olduğu zerreden küreye kadar var olan her şeydir. Kur’an'da
kullanılan kelimeler ve ayetler ayet olduğu gibi. Kur’an'ın dışında yaratılmış
olan, maddeler ve insan yaşamını olumlu veya olumsuz etkileyen her şey de birer
ayettir. Olaya bu açıdan baktığımız zaman, nesh etme olayını daha güzel
kavrayabiliriz, kanaatindeyim.
Kur’an'da geçen bir ayet, ayet olduğu gibi, deve de bir ayettir.
Yanlış din anlayışı da, bir ayettir.
Doğru din anlayışı da bir ayettir. Haram da bir ayettir. Helal da bir ayettir.
Savaş ve barış da bir ayettir. Ayet içerisinde geçen daha güzeli ve benzeri
olan da bir ayettir.
Asıl toplumun yanlış anlayıp da Allah'ın gönderdiği dinlerin
bozulmasına vesile olan anlayış, Allah'ın din olarak peygamberlerle gönderip
sonradan bu dinleri beğenmeyip değiştirmesi anlayışıdır. Ayetin kendinden önce
gelen ayetlere dikkat ettiğimiz zaman, muhatap olan, ehlikitap ve onların
algıladıklar ve yaşadıkları yanlış din anlayışlarıdır.
Yani Hazreti Musa peygambere ve hazreti İsa peygambere gelen
vahiy orijinli dinin, mensupları tarafından saptırılarak veya yozlaştırılarak yaşadıkları
dindir. Nesh etmek, doğru olan dinle yanlışların düzeltilerek yanlış olan din
anlayışının hükmünün
kaldırılmasıdır. Yoksa orijinal olan Musa’ya veya İsa’ya gelen dinin hükmü
değildir.
7/ 157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği)
yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o,
onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri
helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki
zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve
onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
Onların helallerini haram,
haramlarını helal yapan din, orijinal olan İsa ve Musa’ya gelen dinin, helali ve
haramı değil, kendilerinin ortaya koydukları yozlaşmış bozulmuş olan, dinlerin
helali ve haramıdır.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu
tarafa, Allah'ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu dinin adı İslam, gönderilmiş
olan peygamberlere bağlılığını gösterenlerin adı da Müslüman’dır. Öyleyse,
peygamberler arasında helal ve haram farklılığı yoktur. Şartlar farklılığı
vardır. Bu şartlar farklılığı aynı peygamberin yaşam döneminde olduğu gibi,
farklı peygamberlerin dönemlerinde de yaşam ve şartlar farklılığı vardır.
At eti haram değilse, Allah
yasaklamamışsa, kimsenin At eti yenmez haram deme hakkı yoktur. Ancak atı kesip
yersek, hayatımızın olmazsa olmazlarını oluşturan yaşamı sekteye uğratır.
Atı binek olarak, savaşta barışta yük
taşımada, çift sürmede odun getirmede işimizi kolaylaştırırken, onu çok az bir
ihtiyaç için yok etmek bizim hayatımızın zorlaşmasına neden olduğu için kesip
yemeyiz. Bizim et ihtiyacımız için özel yaratılmış hayvanları kesip yeriz. Eğer
kesip yemek o saymış olduğumuz gerekçelerden daha ön plana çıkarsa onu da keser
yeriz, burada şartlar değişmiştir.
16/ 118- Yahudi olanlara da, bundan
önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar
kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Bu hitap son peygamberedir. Ona neyin
helal neyin haram olduğu Kur’an'ın diğer ayetlerinde açıklanmıştır.
5/ 4- Sana, kendilerine neyin helal
kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı."
Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların
yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan
korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
6/ 145- De ki: "Bana
vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti,
dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası
adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim
kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak
şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin
bağışlayandır, esirgeyendir.
İşte Kur’an'ın yasakladığı bütün
yiyecekler kendilerinden önce gelen toplumlara da yasaktır. Kur’an'ın yenmesini
helal kıldığı bütün şeyler de, kendilerinden önceki gelen toplumlara helal
kılınmıştır.
Bu Ayet örneklerinde de olduğu gibi,
Kur’an iki kötüden mutlaka birisini, seçmek gerekirse daha az kötüyü, iki iyiden
birisini seçmek gerekirse mutlaka daha çok iyiyi seçmemizi öğütler.
Kur’an'ın nesh ettiği ayet, konu
içerisinde bahsettiğimiz bu değildir. Konu içerisinde bahsedilen ayet, bozulmuş
olan Musa ve İsa dininin doğru olanları aynı kalmak koşulu ile bozulan
yerlerinin kaldırılarak, yerlerine doğru olanların getirilmesidir.
Allah insanlara Yahudilik ve
Hıristiyanlık dini göndermemiştir. Onlar kendileri bu ismi kendilerine
vermişlerdir. Onlar biz Hıristiyanlarız dediler. Ama Allah onlara Müslüman olun
demiştir. Allah İbrahim dinini örnek alın demiştir.
3/ 67- İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan’dı:
ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslüman’dı, müşriklerden de değildi.
Kur’an'da, her dilde olduğu gibi bir
anlatım sanatı vardır. Bir ayetin buraya tercümesini aktardıktan sonra, ayetin
ne demek istediğini anlatmaya çalışalım.
6/ 146- Yahudi olanlara her tırnaklı
(hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya
bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara
haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle
cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Bu ayet örneğinde Yahudi olanlara
Allah helal olan, tertemiz şeyi haram etmez. Ancak onlar helal olan bir şeyi yemediklerinden
dolayı Allah onlara haram ettik ifadesi kullanır. Bu Kur’an’ın anlatım
sanatıdır.
“Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına
yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram
kıldık.”
Zaten Kur’an'ın bütünlüğü içerisinde olaylara hikmetle
bakamayanlar, Allah Yahudi olanlara bu sayılanların haram edildiğini
sanmışlardır.
Allah insanlara iki yol göstermiştir.
Birisi hak yol, doğru olan yoldur. Diğeri ise batıl yol, yanlış olan yoldur.
Allah evrene iki yolda yürüyenler için malzemeleri yaratmıştır. Ama insanlara
demiş ki, haram olanlardan yemeyin çünkü bunlar fısk ve murdardır. Temiz ve
helal olanlardan yiyin demiştir.
Allah'ın yarattığı şeyler özel
durumlar hariç aynı şartlar altında bir kavme helâl, bir kavme haram olamaz. Bu
Kur’an Ve evrenin yasalarıyla uyuşmaz. İşte orada Yahudiler, Allah'ın dinini
tanımayıp, kendi zan ve tahminlerine göre, bir din uydurduklarından dolayı
kendi kendilerine haram etmelerinden dolayı Allah, haram ettik ifadesini
kullanmaktadır. İşte orada ayetin ne dediği değil, ne söylemek istediği
anlaşılmazsa kavram kargaşalığı ortaya çıkar.
74/ 31- Biz o ateşin koruyucularını
meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca
bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle
inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve
iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile
kâfirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?"
İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete
erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise,
beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.
Dilediğimi saptırırım ayetinde olduğu
gibi. Dilemek Kişilerin istediği yola gitmede Allah donanımlı bir hale
getirdikten sonra yol seçme özgürlüğü ile olayları kendi isteklerine
bırakılmasıdır.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık
o,) ya şükredici olur ya da nankör.”
Yoksa Allah birini dileyip saptırırsa
birini dileyip hidayete getirirse birini dileyip bağışlarsa, haşa Allah’ın adil
sıfatı ortadan kaldırılmış olur.
Nasıl Allah insanlar arasından her
hangi birisini insanların özgürce yol seçme anlayışı dışında, gel kulum seni
diliyorum saptırıyorum, gel kulum seni diliyorum hidayete getiriyorum, gel
kulum seni diliyorum bağışlıyorum. Anlayışı doğru değil ise, Yahudi olanlara
Allah'ın helal ve temiz kıldığı şeyleri de haram etmesi Kur’an'ın
anlatış esprisine uyum sağlamaz.
Allah hidayete ermeyi, sapmayı, bağışlamayı,
helal ve temiz olanları, haram olanları, yaratır. Bunu imtihana tabi tutmak
için yarattığı insanların özgür iradesine sunar. İnsanlardan dileyen sapar
dileyen hidayete gelir. Dileyen bağışlanmak ister. Dileyen haram yer dileyen de
helâl olanlardan yer. Allah onların özgür iradelerine dünya hayatında, müdahalede
bulunmaz.
O zaman Allah’ın nesh ederek bir benzerini ve daha güzelini
meydana getirdiği ayet nedir? Ehli Kitap ve müşriklerin anladığı ve yaşadığı
din anlayışlarının doğru olanları yerinde kalmak koşulu ile yanlış olanlarının
yerini, doğruları ile değiştirilmesidir.
İşte aradan yuvarlak hesap bin beş yüz yıl geçmiş olan Kur’an'ın
inişi ile şimdiki zaman arasında geçen toplumlardaki din anlayışlarının yeniden
gözden geçirilerek, Kur’an'ın anlattığı din anlayışı keşfedilerek, doğru
yerlerin aynen kalmak koşulu ile yanlış olan yerlerin doğrularla yeniden
düzenlenmesi gerekir.
Allah, peygamberlik ayetini nesh ederek, bir daha peygamber
gelmemek üzere noktalamıştır.
33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası
değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah,
herşeyi bilendir.
Yerini Her çağa hitap edecek her insanın alıp da kendisine bir
kılavuz olan hayat kitabına bırakmıştır. Her insan elbette ki her ayeti anlayamaz,
ama anlayamadığı yerleri de o konuda uzmanlaşan zikir ehlinden öğrenirler.
İnsanlar dünya hayatında değişik zekâ meziyet ilgi ilim, uğraşı
alanlarına eğilim göstererek hepsi Allah'ın yarattığı kâinatı keşfetmede küreselleşen
dünyanın bir tuğlasını oluşturmuşlardır. Tıpta, biyolojide, inşaatta, fizikte,
insanlar insanların hayatta daha güzel çağdaş müreffeh bir hayat yaşamalarında
bir görev yapmaktadırlar.
Bir insan aynı zamanda bir tıp ilmini, aynı zamanda bir din
ilmini, aynı zamanda bir kimya ilmini başarmasına ne ömrü yeter, ne de beyni
bunları kavramaya yeter. Genellemesini bile sayamadığımız milyonlarca çeşit
yaratıkları ayrı ayrı keşfetmek ayrı ayrı insanların ilgilenmesi ile çözülecek
olan olaylardır.
NESH ETMENİN İKİNCİ ANLAMI;
b)-teknolojinin gelişmesi ile yaşamı kolaylaştıran yeni
icatların çıkışı ile eski icatların tedavülden kalkmasıdır.
İlk Kur’an’ın sesli olarak okunuşu, kayıt altına bin sekiz yüz
seksen beş yıllarında oldu. Bunun sebebi ilk plak veya kasetçalar o tarihlerde
icadedilmiş olmalı ki, Kur’an’ın sesli okunuşu, kayıt altına alınabilsin.
Allah, Kur’an’ı (zikri) biz indirdik onun koruyucuları da biziz
derken, Peygambere gelen vahyi bilgiler, teknolojinin gelişmesi ile onu yazacak
bir adam, yazacak bir kalem, yazılacak bir kâğıdın olması ile ancak mümkün
olabilirdi. Eğer, kâğıt ve kalem icat edilmemiş olsaydı bu Kur’an diğer
kitaplar gibi, bozulmuş olurdu. Kur’an’ın korunuşu belgelenmesi ve ezberlenmesi
ile ilgilidir. Kur’an’ın konuşma dili ile Vermiş olduğum ayet örneğini başka
bir ayetle açıklamaya çalışalım.
8/17- Onları siz
öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah
attı. Mü’minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.)
Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
15/9- Hiç şüphesiz, zikri
(Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.
Şimdi, bu iki ayeti karşılaştıralım. Bir taraftan
Allah Müslümanlar ile kâfirlerin savaşında ok atmayı ve kâfirleri öldürmeyi
kendisinin yaptığını söylüyor. Bir taraftan da “Kur’an’ı biz indirdik biz
koruduk” diyor.
Kur’an’a hikmet ve mantık ölçüleri içerisinde
baktığımız zaman, Allah dünya hayatında halife olarak İnsanları yaratmış,
onların ne yol seçimlerine ne de onların yaptıkları davranışlara savaşlara asla
müdahil olmamıştır. Elbette Allah sapma yolunu yaratırken sapma yoluna gidecek
yol göstericileri de yaratmıştır.
Hidayete gelme ve bağışlama yolunu yaratırken
hidayete gelmeyi teklif sunan yol gösterici peygamberleri de göndermiştir.
Hidayete gelme ve bağışlanma yolunda yol gösterici olan peygamberler sadece
teklif sunarlar. Sapma yolunda da şeytan ve dostları da sadece teklif sunarlar.
Ama Allah sapanları ben saptırdım hidayete gelenleri de ben hidayete erdirdim
der. Haşa Allah haklı değil mi? Çünkü, yerleri ve gökleri yaratan sapmayı ve
hidayete gelmeyi insana ilham eden Allah’tır. Ama sapmak ve hidayete gelmek, insanların
kendi tercihleridir.
Bu açıklamalardan sonra, Kur’an’dan önce gelmiş
olan kitaplar, Allah onları korumadığı için bozulmamıştır. İnsanlar onları
korumadıkları için bozulmuşlardır. Ama Allah, İnsanları o kitaplar bozuldu diye
başını boş bırakmamış, tekrar peygamber göndermeye devam etmiştir.
Ne zaman; Allah’ın göndermiş olduğu Kitap bir
taraftan teknoloji gelişince belgelenmiş koruma altına alınmış, bir taraftan da
ezberlenmiş, artık tekrar peygamber göndermesine gerek kalmamıştır. Yani Allah,
Peygamberlik ayetini nesh etmiş, yerine bütün insanların istedikleri zaman alıp
okuyabilecekleri Kur’an ayetini getirmiştir.
33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin
babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.
Allah, herşeyi bilendir.
Allah, Artık bir daha peygamber gelmemek üzere,
kapıları kapatmıştır. Kim Son nebi ve resulden sonra ben peygamberim diyorsa o sahtekârdır,
yalancıdır.
Yaşadığımız hayatın neresine bakarsak bakalım,
insanlara hizmet sunan icatların bir yenisi çıktıkça bir önceki icatlar,
kullanılmaz duruma gelmektedir. Taşımacılıkta eskiden at eşek develerle taşınan
yükler, taşıtların her türlüsü ortaya çıkınca artık onlar kullanılmaz duruma
gelmiştir. Demir çimento icat edilmediği dönemlerde binalar köprüler kemerler
ve kilit taşı yöntemi ile inşa ediliyordu. Ama çimento demirler çıkınca
betonarme binalar ve köprüler onlarla yapılmaya başladı.
Yazılan kitapların matbaalarda
basılması ve kütüp hanelerde barındırılması şu anda bilgi sayar ve tabletlerin
çıkması ile kalem kâğıt masraflarından insanları kurtarmakta ve büyük bir kolaylık
sağlamaktadır. Küçücük bir bilgi sayarla kütüphaneler dolusu bilgileri kayıt
altına almak onları dosyalamak ve onları dilediğimiz zaman hangisini okumak
istersek anında önümüze açıp okuyabilmekteyiz. Bu da gösteriyor ki, insanlar
zamanla kitap hamallığı yapmaktan kurtulacak bilgilere süratle elindeki tabletlerden
ulaşabileceklerdir.
4- TARİHSELCİ GÖRÜŞÜN DÖRDÜNCÜ ŞIKKININ KUR’AN’LA
KRİTİĞİ!
4. Sosyal değişme insan hayatında her zaman olacaktır. Devamlı
değişen şartlar ve durumlara aynı hükmü bindirmek insanlığın geleceğini
duraklamak olabileceği gibi üretimi de durdurur.
İşte
bu bakış açısı da Kur’an’ın evrensel oluşuna gölge düşürmektedir. Aslında
yukarıda nesh olayı ile bu anlayışın yanlış olduğuna değinmiştik. Kur’an’a göre
iki farklı yol vardır. Bunu sürekli o konu ile ilgili mevzular geçtikçe
tekrarlamak zorunda kalıyorum. Birincisi Rabbani yoldur. Bu yolun tabiri caizse
mimarı Allah’tır. Bu yolun bizzat, fiili aktörleri de peygamberlerdir. Her
peygamber kendilerinden önce gelen peygamberleri doğrulaması ve tasdik etmesi,
kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemesi doğru yolda
yürüyenlerin tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde oluşlarının bir delilidir.
Allah bütün peygamberlere şunu söylemelerini istemektedir.
6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve
ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Tarihselci
görüşün, Rabbani yoldan sapan insanların oluşturdukları seküler ve laik toplum
oluşturmalarının adına sosyal değişim ifadesi kullanmaktadırlar. Oysa Kur’an
rabbani yolun dışında yol alan insanlara Daha insanlık tarihinin başlangıcından
itibaren ademin iki oğlunun örneğini vererek batıl yolda olan insanların
profilini çizerek bütün insanlık tarihinin başlangıcı ve bitişi arasındaki
gelmiş ve gelecek olan insanlardaki sosyal değişimi örneklendirerek
anlatmıştır.
5/ 27-
Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a)
yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş,
diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni
mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul
eder.”
5/28- “Eğer beni öldürmek için
elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak
değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
5/29- “Şüphesiz kendi günahını
ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim.
Zulmedenlerin cezası budur.”
5/30- Sonunda nefsi ona
kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu
öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.
Bu ayetlerde, verilmek istenen
temel mesaj, insanların yol seçmelerini insanların kendi öz yapılarında var
olan iblis ve takva dürtüsü şekillendirmektedir. Tarihselcilerin sosyal değişme diye bahsettiği
olay insanların kendilerini rabbani yoldan uzaklaştırarak gayri rabbani yolda
tercihlerini kullanarak, laikleşmesi ve seküler toplum haline gelmesi demektir.
İlahi mesajdan nasibini almamış
toplumların zaten Kur’an’ın söyledikleri ile, ilgi ve alakası yoktur. Kur’an bu
tip insanları kendisine muhatap bile almaz. Bu tip toplumlar ya müşrik olan
toplumlardır. Ya da ehli kitap olan toplumlardır. Kur’an’daki bir hükmü müşrik
veya ehli kitap olan bir topluma uygulamaya kalkarsan elbette tepki alırsın. Ya
toplum kendisini değiştirecek Allah’ı rab edinip onun söylediklerini yaşam
biçimi olarak kabul edecek, ya da küfür yolunu seçecek dünya hayatında üzerine
bir pislik yağarak, kör ve sağır olarak dünya hayatında görevi sonlanıp ahiret
hayatında da ebedi cehennemi boylayacaktır.
Kur’an’ın söylediklerini iyi
anlayamamış ve iyi algılayamamış olanlar, ateistlerin deistlerin, Yahudilerin
ve Hıristiyanların, güzel amel işlediklerinde cennete gireceğini
söylemektedirler. Oysa Kur’an, bir kişinin cennete girmesinin şartını İman ve
salih amel ile bütünleştirme kuralına bağlamaktadır. İman etmeden ne güzel bir
amel işe yarar, ne de güzel bir amel iman etmeden bir işe yarar. Kur’an
okuyanlar iyi bilirler Kur’an iman ve salih ameli hep birlikte genelde
zikretmiştir.
İşte Adem’in iki oğlundan
Kurbanı kabul edilen ve edilmeyen diye bahsederken bu olaya dikkat çekmektedir.
Yani tağut yolunu tercih ederek hayat yaşayanların güzel amel işleseler bile
anlamsız olacağı vurgulanmaktadır. Buna Kur’an’dan bir örnek verelim.
2/
264- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı
gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek
sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan
bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu
çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde
edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.
Sonuç olarak
Kur’an insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte başlayan yaşam serüveni
içerisindeki olayları doğru bir şekilde bize aktarmakla tarihseldir. Her emrin
yaşanan şartlara göre güncellemesini yapması da evrenseldir. Yani Kur’an hem tarihsel
hem de evrenseldir. Kendisine iman edenleri dosdoğru yolda son nebiye kadar
nerde nasıl bir davranış sergileneceğini nebiler ve resullerini göndererek peygamberleri
ardı arkası kesilmeden doğru yol çerçevesi çizilerek yaşanmış. Peygamberlik olayı
ortadan kaldırılınca her örnekten bir örnek verilen, hiçbir eksik bırakılmadan Allah’ın
insanlar eliyle koruduğu ve kıyamete kadar da korunacak, Kur’an gibi bir
kitapla çağlara hitabeden her asırda güncellenebilen bir kitap bırakılmıştır.
Doğrularım
Allah’a Yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA
BORAZAN
ANAMUR- MERSİN