19 Aralık 2013 Perşembe

KURAN TEFSİRİ





RAHMN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA.

ÖNSÖZ

Kuran; Birçok müfessirler tarafından tefsir edilmeye çalışılmıştır. Ama ne yazık ki Kuran’daki ayetlerin anlatmak istediği manayı, Kuran’daki ayetlerle değil, Kuran’ın dışından gelen bilgi ve ön yargılarla kuran tefsir edilmeye çalışılmıştır. Oysa Her ilim ve her ideoloji kendi sistematiği içerisinde kendisini tanımladığı gibi, kuran da kendini kendisi tanımlamış ve açıklamıştır. Kuran’ın dışından gelen bilgiler ve anlatışlar Kuran’ı tanımlamaya ve anlatmaya hakkı olmadığı gibi yetkisi de yoktur.

Kuran; Peygamberimizin peygamber oluşuyla birlikte başlayan anlatım ile peygamberimizin peygamberlik tarihinin bitişi ile son bulan bir kültürün bir edebiyatın dili, Kuran’da yansıtılmıştır. Kuran’da geçen bir kelime Kuran’da geçen başka ayetler içerisine anlatılmıştır. Herkes kuran hakkında bir tanımlama getirmeye çalışmıştır. Ama her şeyin bir doğrusu olduğu gibi bir de yanlışı vardır.

Kuran’a kuran dışından gelen yaklaşımlar Kuran’ı doğru açıklamaya uygun değildir. Kuran’daki bir ayetin doğru anlaşılabilmesi için önce Kuran’da geçen diğer ayetlerle çelişmemesi, İkinci olarak evren yasalarıyla çelişmemesi, Üçüncüsü olarak akılla çelişmemesi gerekir. Dördüncü olarak da ayet doğru anlaşılmışsa pratik hayatta verim ürün alınması gerekir.

Peygamberlere verilen hikmet budur. Allah kendi vahyini nebilere vahy ederken onlara aynı zamanda bu vahyi anlama feraseti ve yeteneği vererek doğru düşünmenin metodunu da vermiştir. Kâinatta yaratılmış her bir varlık, bir yere konmuş ona Allah tarafından bir değer biçilerek ait olduğu yer belirlenmiştir. Kuran’da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi. Kâinatta yaratılmış hiçbir varlık da hiçbir varlığın yerine konulmamıştır.

Bir ağaç üzerinde ne kadar yaprak varsa, hiçbir yaprak hiçbir yaprağın aynısı değildir. Yağan kar ve dolu daneleri de hiçbir kar ve dolu taneleriyle aynı değildir. Dünya üzerinde bu güne kadar gelmiş geçmiş insanların parmak uçlarının çizgileri hiç birbirine benzemediği gibi kıyamete kadar var olacak olan insanların da parmak uçları da hiç birinin aynısı olmayacaktır.

75/4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

Kuran’ı doğru anlamanın önünde Temel olan engel Kuran’ı okurken ve anlamaya çalışırken, ön bilgi ve önyargılardan uzaklaşarak Kuran’ı sadece Kuran’da geçen kelime ve ayetlerle Kuran’ı anlamaya çalışmak lazımdır. İşte Müessirler Kuran’ı tefsir ederken genelde müteşabih ayetlerin anlaşılmasında sıkıntıya düştükleri zaman O ayetleri peygamber anlar anlayışıyla peygamberden olmayan hadisler peşine düşmüşler ve o Kuran’ı anlama sihri orada bozulmaya başlamıştır.

Çünkü hadisler bir belge ve ilim niteliği taşımaz taşıyamaz da. Hadislerin büyük bir kısmı, ehli kitap tarafından uydurulmuştur. Kuran’ın inişiyle hadislerin gündeme gelmeye başlaması arasında yüz elli iki yüz sene gibi bir zaman geçmiştir. 

Ağızdan ağza dolaşan hele hele çok cahil ve zalim olan insanların eline de düşerse bunlardan ne kadarı doğru olarak kalabilir? Yüz binlerce hadisler içerisinde Kuran'daki bir ayetin kastettiği manayı arayıp bulmak da ayrı bir dert olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten peygamber de gelen vahye göre hayatını düzenlemiş ve Kuran’ın dışına çıkmamıştır. Kuran bunu bize şöyle anlatmaktadır.

69/40- Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?

69/42- Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Görüldüğü gibi, peygamberleri kutsallaştıran ona itaat etmeyi sağlayan olgu onun kendisinden bir vahiy uydurmadığı o sadece Allah’ın söylediklerini söylemesi ve onu pratik olarak yerine getirmeleriyle diğer insanlardan onları ayrı bir konuma taşımaktadır. Ona itaatin Allah’a itaat olması ona itaatsizliğin Allaha itaatsizlik olması bu sebepten kaynaklanmaktadır. Elçiye zeval olmaz derler ya o kendisinden uydurmuyor o sadece Allah’ın verdikleri emir ve yasakları aktarıyor.

Bir mümin kadın ve erkek her hangi bir konuda bunu ben kabul etmiyorum deme hakkına sahip değildir.

33/ 36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

İnsan ya iman eder. Vahyi emirler, hem söylemde hem de yaşamda onun hayatını şekillendirir. Ya da iman etmez kendi aklına ve diğer insanların peşine takılarak hayatını şekillendirir. Elbette ne şeytanın ne de nebi ve resullerin insanlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur. 

Her insan bu dünyada yetki ve sorumluluk sahibidir. Kimse kimsen üzerinde yola gitmede ne bir kurtarıcı ne de sorumluluğu üstlenme pozisyonunda değildirler. Hiçbir insan kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler onu ne doğru yola ne de yanlış yola götüremezler. Sadece teklif sunarlar.

Kuran’ın doğru anlaşılması üzerinde tefsircilerin yanılmış oldukları bazı konuları başlıklar halinde kısa kısa açıklayarak benim Kuran’ı tefsir ederken anlattığımı okuyucular okurken kolay anlamada önemli bir katkı sağlayacağını umuyorum.

ALLAH DÜNYA HAYATINDA İNSANLARIN YAŞAM BİÇİMLERİNE MÜDAHALE ETMEZ.

Belki Bu başlık ilk olarak bu güne kadar geleneksel olarak anlatılan ve anlaşılan İslam anlayışını silkelemektedir. Ama göreceksiniz ki Kuran’ın doğru anlaşılmasının önünde ilk sırayı bu yanlış anlayış oluşturmaktadır. Dünya hayatı bir imtihan ve Allahın gözetleme yeridir.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Dünya hayatında Allah insanlara aklını takvasını ve fıskını vermiş ve insanlar her iki yola gitmek istediklerinde her iki yolda da yürüyebilecek malzemeleri de vererek her insanı bir fert olarak bir zaman dilimi içerisinde kendi özgür iradeleriyle denemeye tabi tutmuştur. Ve hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Asıl yapılan suçların cezası din günü olan ahiret âleminde verilecektir.

35/ 45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Bu konunun anlaşılması biraz zaman alacaktır.. Çünkü bu kuranda geçen bu anlatımlar edebiyat dilinde mecazi kuran dilinde de müteşabih olarak geçmektedir.

Müteşabih: kelimesinin asıl anlamı benzeşen ve karmaşık olan ayetler anlamını ifade eder. Bunu anlayabilmek için de kuranda geçen diğer ayetler hakkında derin bir bilgiye sahip olmak gerekir. Bazı örnekler vererek bunları kısacık da olsa bilgi vermeye çalışalım.

Hazreti İsa’nın ölüleri diriltmesi kuranda geçmektedir. İlk olarak kurana iman etmiş bir insana hazreti İsa Hayati fonksiyonunu yitirmiş bir insanı ve canlıyı diriltemez. Böyle bir olay olmamıştır. Desen hemen seni ayeti yalanlamakla suçlarlar. Hâlbuki Kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birisi canlı olduğu halde duyarsız insanları vahiyden uzak insanları kastetmektedir. Diğeri ise hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölülerden bahsetmektedir.

Bu ayetin hangi konuda ve Kuran’da ne anlama geldiğini Kuran’da geçen diğer ayetlerin sınırlarını ihlal etmeden anlamını orada yakalamak lazımdır. Eğer bir okuyucu o ayeti okurken şu ayeti de beraberinde düşünebilmiş olsaydı o anlayışından hemen vazgeçerdi.

21/ 95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Kuran çelişkisiz bir kitap olduğunu söylerken bir taraftan hazreti İsa’nın öleni diriltsin hem de Allah ölenin dünya hayatında geri gelmeyeceğini söylesin. Bu çelişki olmayan bir kurana çelişki meydana getirmez mi?

Bir ayette Allah dünya hayatında İnsanların suç işlemesiyle cezalandırmayacağını söylüyor. Bir ayette de suç ve zulüm işlemeleri dolayısıyla helak ettiğini söylüyor bir ayette de hem kâinatın hem de gönderilmiş olan kitabın çelişmezliğin-den söz ediyor. 

Kuran’da anlatılan kıssalar olaylar arasında bir tutarsızlık varsa ateistler ve deistler burada haklı çıkmış olurlar. Kuran’ın Muhammedin tecrübi bir bilgi sonucu kendi yazdığı ve yazdırdığı kitap hükmüne girmiş olurdu. Hayır, ben Kuran’ın yerleri ve gökleri yaratan Allah tarafından insanlar içerisinden seçtiği bir elçiye ve nebiye vahy ederek gönderildiğine iman ediyorum. Biz kuran anlayışımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Kuran’da ve kâinatta da hiçbir çelişki ve tutarsızlık yoktur. Çelişki ve tutarsızlık bizim yanlış anlayışımızdadır. Yine konumuza geri dönecek olursak Allah evrene insanoğlunu halife olarak koymuş ve kendisi insan için sermaye olabilecek her türlü malzemeyi vermiş ve vermeye devam ederek insanların özgür iradelerine hiçbir zaman dünya hayatında müdahale etmemiştir.

Ama insanlar evrende düzgün yolda yürümedikleri zaman, ceza gibi algılanan fakat bunlar Allah’ın cezası değil insanların kendi ellerinden dolayı başlarına gelen felaketlerdendir. Birisi evrenin yasalarına uymadıkları zaman başlarına gelen felaketler. Bunlar deprem sel afetleri, ateş denizler, yırtıcı hayvanlara olan iletişim kurallarına uymadıkları zaman bir takım zararlar görmektedirler.

Deprem kaç şiddetinde süregelen bir sünnet olarak o bölgede oluyorsa o olagelen şiddetten daha dayanıklı binalar yapılması lazım ki o sarsıntı geldiğinde zarar görülmesin. İşte bu felaketlerin insanların iman edip etmemeleriyle alakası yok insanların evrensel kurallara uyup uymamalarıyla alakası vardır.

Olaylarda görüldüğü gibi depreme karşı dayanaklı binalar yapan ülkeler burnu bile kanamadan o sarsıntıları atlat maktadırlar. Bu yasalar insan yaşamında her alanda aynıdır. Trafik kurallarına uymayanların başlarına gelen felaketler, denize girme kurallarına uymamanın sonuçları, ateşin kurallarına uyulmadığı zaman sonuçlar, hep bunlar Allah'ın dünyayı kullanma kılavuzunun içerisinde bilenler için mevcuttur.

İkinci bir felaket insanların insanlar elleriyle verilen cezalardır. İnsanlar eğer bir insanı öldürürse veya zulmederse Allah zalim olanlara müdahalede bulunmaz. Ancak bu müdahaleyi diğer insanların fıtratlarına yerleştirir. Ve onlar birbirlerine müdahale eder ve zarar verirler. Ayette de onu anlatıyor.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Öyleyse Kuran’da geçen Nuh Tufanı ad, sem ut Salih ve diğer kavimlerin başlarına gelmiş gibi anlatılan felaket ve helakler edebiyat dilinde mecazi kuran dilinde müteşabih olarak anlatımlardır. Helak denemeye tabi tutulan insanların dersine çalışmayıp da oyun eğlenceyle vakit geçiren öğrencilerin sınıfta kalarak dünya hayatında rezil olmaları gibidir. 

İnsanlar imtihanı kaybedenler ahiret âleminde cezalandırılacaklardır. Kuran bunları kıssalarla olacak olan olayları, olmuş gibi anlatmaktadır. Bunları surelerde ve ayetler konu içerisinde geçtikçe detaylı olarak Allah ömür verirse anlatmaya çalışacağım.

MUCİZE KAVRAMININ YANLIŞ ANLAŞILMASI

Kuran’da mucize kelimesi geçmez ama bizim kültürümüze Kuran’da ayet olarak geçen kelimeler mucize olarak tercüme edilmiştir. İnsanları yanıltan Allah’a ait olan ayetlerin sanki peygamber tarafından insanları iman etmeleri için onlara verilen oğlan üstü haller olarak anlatılmıştır.

Kuran’da geçen ayet kelimesi kâinatta Allah’ın yaratmış olduğu zerreden küreye kadar ne varsa hepsinin yaratılışı için kullanılmış bir kelimedir. Kuran’ı anlayışta bir inek ayet olduğu gibi bir savaş da ayettir. Bir insan bir deve de ayettir. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik onların söylediklerinin vahiy olmasıdır. İşte Allah’ın peygamberlere verdiği bizim kültürümüzde mucize geçen olay budur.

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

İslam toplumlarının anladıkları ve algıladıkları gibi Allah peygamberlere, On parmağından su akıtarak askerlerini sulaması kuru çeşmeyi sulandırması ölüleri diriltmeleri ellerinde sihirli bir değnekle istediklerini yapmaları için olağan üstü mucizeler vermemiştir. Allah’ın peygamberlere verdiği mucize sadece vahiyler ve kitaplarıdır.

Eğer Kuran “İşte size mucize bir deve “ dediği zaman bunu Salih peygamberin insanları iman ettirmek için mucize olarak dağdan deve doğurttu olarak anlarsak o zaman Allaha ait olan ayetlerin peygamberlerde zuhur etmesi anlamına gelir ki, İsa peygamberin ilahlaştırılması gibi diğer peygamberler de ilah konumuna sokulmuş olurlar. Allah Kendi bilgilerinin insanlara nasıl ulaştığı konusunda Kuran’da anlatmıştır.

Ne yazık ki ayet kelimesi geçen ayetler, yalnızca Kuran’daki sureleri meydana getiren ayetler olarak anlaşılması Kuran’ın doğru anlaşılmasını önemli ölçüde engellemiştir. Evrende yaratılmış olan hangi bir organizmayı insanlar toplanıp bir araya gelseler yapabilirler? İnsanları aciz bırakan mucize olan onların kendileridir. İşte peygamberlerin yaptıkları o mucizelerin Allah’a ait olduklarını insanlara göstermektir. Yoksa hiçbir peygamberin Allah'a ait olan bir varlığı mucize olarak yapması ve göstermesi olacak şey değildir.

İnsanların yanıldıkları konulardan birisi de Kuran’da kıssalar anlatılırken kelimelerin mecazi anlamda mı yoksa gerçek anlamında mı kullanıldığı konusunda ayırım yapılamamasından kaynaklanmaktadır. Bazı kuran okuyucu ve savunucusu kardeşlerimin yanıldıkları noktalardan birisi de Kuran’ın indiği toplumların tarihi sosyal kültürel yapılarının bilinmesiyle ayetlerin anlaşılmasına doğrudan etki edeceği inancındadırlar.

 Hâlbuki tarih bir insanın olaylara bakış açısının belgelenmesi anlamdadır. O zaman hiçbir tarihçi Allah’ın baktığı gibi bakabilme onların iç yüzünü kavrayabilme yeteneğine sahip değildir. Bu tarihi bilgileri kuran anlayışına bir delil olarak getirilip konulursa doğru bir anlayış olmaz kanaatindeyim.


Kuran o kültürü saf ve yalın bir biçimde kendi sistematiği içerisinde anlatmış zaten. Biz Kuran’dan doğru bir anlayışı ancak kavramakla anlayabiliriz.

Kuran’ı insan kitabından uzaklaştıran Olgulardan birisi de gayp haberleriyle ilgili bilgilerdir. Asıl peygamberlerin peygamber olduğu bu bilgilerle anlaşılabilir. Zaten cemaat liderlerini kendi cemaatine saygınlığını kazandırmak için böyle gaybi bilgiler sunarak onları kendilerine itaat etmesini sağlamışlardır. 

Onların gayba ait söyledikleri zan ve tahmindir. Hatta vahyin dışında peygamberlerin de bilgi vermesi mümkün değildir. Ancak Allah’ın peygamberlere kuranda bahsedilen gayıp haberleri vahiyle bildirilen gayp haberleridir.

Kuran iki gayıp haberinde peygamberleri bilgilendirmiştir. Birsi insanlar dünya hayatında yaşarlarken sonucuna varılan gayıp haberi ikincisi de insanlar dünya hayatında hiçbir zaman ulaşamayacakları gayıp haberleridir. Bir peygamberin kendisinden sonra gelecek olan ve gelmemiş olan bir peygamberi müjdelemesi onun kendisine ait bir gayıbi bilgi olamaz.

Çünkü gelecekte kimin peygamber olacağı konusunda insanın bilgi sahibi olması insan yaratılışına uygun değildir. Bir başka gayıp haberi de kendi sahasında uzman olmadığı halde o sahada uzmanların toplanıp da verdiği bilgi konusunda fikir birliği edinmeleridir. Hiçbir ilim kendi dalıyla ilgili Kuran’dan bir bilgi verilsin de onun ilmiyle çelişsin bu olmamıştır.

Bir insanın bütün ilimlere karşı söylemiş olduğu bir söylemin tıpatıp uyuşması onun insan sözü olmadığını gösterir.

İkinci Gayıp ve en önemli gayıp bilgisi de budur. Ahiret âlemi ile bilgilerdir. Evrenin hiçbir yerinde ahiret âlemi ile bilgiye ulaşılamaz. Zaten peygamberlik olgusunu kabul etmeyen ata dini mensupları onun için ahiret âlemini kabul etmemektedirler. Bu bilgiyi peygamberlerden başka bilen yoktur.

Onlar aracılığı ile ahiret inancı toplumlara yerleşmiştir. Peygamberler de kendilerinden üretmezler onlara Allah bu bilgiyi verir.

Kuran’ın anlaşılmasında önemli olanı Kuran’ın ne söylediğinden ziyade Kuran’ın ne söylemek istediğinin yakalanması gerekir. Allah dilediğimi saptırırım ifadesinde yol seçme özgürlüğü verilen insanlardan dileyeni saptırırım anlamının yakalanması gerekir. “Allah bana borç verin” İfadesinde, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığının bilinmesi borcu ihtiyaç sahipleri için cennet karşılığında Allah için vermek anlamında olduğunun çıkarılması gerekir.

Kıssalarda anlatılan helak edilen kavimlerin helakinin tabiat kuvvetleriyle yok edilmesi anlamında değil, ahiret âleminde onları korkunç cezalandırılması olduğunun bilinmesi gerekir. Adam Allah’a küfrediyor, Allah’tan bir ses yok, adam küçücük kızlara tecavüz edip öldürüyor. 

Allah’tan yine bir ses yok. Adam öldürüyor. Allah’tan yine bir ses yok bu sefer adam Allah’ın bir ceza vermeyeceği anlayışına kapılıyor. Bu yapılan zulümler karşılıksız kalmayacak ya insanlar eliyle ya da Allah’ın ahiret âleminde cehennem azabı ile bu cezalar mutlaka verilecektir.


Belki de yakın zamana kadar, genel olarak bakıldığında duyulmamış konuları dile getirmeye çalışacağız. Şimdiye kadar Kuran’ın bakış açısının dışında bir bakış açısıyla bakılarak bir takım tefsirler yapılmıştır. 

Ancak Kuran’ı Kuran’la anlatan ve insanlara nebilerin sanki ayaktaymış gibi diri olarak insanlara sunulan bir tefsir karşınıza çıkmamıştır. İnşallah Kuran’ın çağımızda nasıl dinleyenleri ve kendisine tabi olanların dirildiğine dünya şahit olacaktır.

Kuran her çağa hitabe diyor. Bu çağımıza da hitabe diyor. Ve kıyametin sona kadar onun diriliği inananları diri tutacaktır. Raflarda saklanan tozlanan Kuran’ın raflardan inecek ve insanlar cehalet karanlığından aydınlığa kavuşacaktır. 

Tekrar cehalet karanlığına düşen insanlar onu okudukça onda dirilecekler ve İslam toplumu ezilmişlikten yanlış olan kader anlayışından kurtulacaklardır.

Doğru bir anlayışla yeniden dirilecekler. Mustazaf olma yerine güç ve iktidar olacaklar ve ekini ve nesli yok etme yerine adaleti ihsanı emredecekler. insanlar tekrar hangi dinden hangi meşrepten olurlarsa olsunlar akın akın İslama yani güvenilen emin ve esenlik içerisinde olan yere sığınacaklardır.

Yeni başladığım kuran tefsirini, yıllarca çalışmamın bir ürünü olan kuran anlayışımı Allah yaşım ilerlemesine rağmen, inşallah ölmeden insanlarla paylaşma fırsatı verir. Dünyada Allah’ın bana ayırdığı zaman dilimi içerisinde ona iyi bir kul olmayı kovulmuş Şeytanın zulmüne uğramadan bana son nefesime kadar sadece kendisini rab edindiğimi hem insanlara şahit hem meleklere şahitlik ettirir. Kendi huzuruna çıktığım zaman beni mahcup etmez edilmesine de müsaade etmesin niyazında bulunuyorum.

İnsan olmak hata yapabilme olgusunu ve dürtüsünü de beraberinde taşımaktadır. Elbette bu tefsirimde gerek gaflet sonucu gerek idrakte eksilik sonucu yaptığım tüm hatalar ve yanlışlar bana aittir. 

Doğrularım ise hatadan eksiklikten münezzeh olan saygının hürmetin ihtiramın hamdın övgünün sadece ve sadece layık olan Allah’a aittir.

Ali Rıza Borazan
Mersin- Anamur
19.12.2013


18 Aralık 2013 Çarşamba

KURAN VE SÜNNET ANLAYIŞI.




RAHMAN RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA


Kuran ve sünnet anlayışı, tarih boyunca insanların kafalarını kurcalamış ve yanlış algılama nedeniyle de tevhit dininin bozulmasına yol açmıştır. Bu sebeple de bir olan din yüzlerce binlerce tarikat mezhep, meşreplere ayrılmıştır.

Allah Bir tane olduğuna göre Emir komuta da o bir tane Allah a aittir. Şimdi bunları ayrı ayrı izah ederek Allah’ın Tanımladığı dini yerine oturtturmaya çalışalım.


KURAN

Allah’ın İnsanoğlunun Var oluşu ile İnsanlar içerisinden duyarlı olanlardan peygamber olarak seçtiği ardı ardına dizilen elçilerle İnsanların nerde ne yapması gerektiğini en güzel bir biçimde tasarlanmış hayat projesinin adıdır.

Allah bir taraftan kâinatı yaratmış. Kâinata bir yasa koymuş bir taraftan da. Peygamber aracılığı ile göndermiş olduğu vahiylerle bu Kâinatın, esrarını genelleme ile bildirerek, halife olan âdemoğluna, yorumlamasını istemiştir.

İnsanoğlunun var oluşunun yeni yürümeye başladığı, dönemlerinde helal ve haramları peygamberlik aracılığı ile bildirirken. Kendi dinini tamamlayarak peygamberlik hayatını da noktalayıp, Hayatlarında kılavuz olacak olan her örnekten ,bir örnek verdiği,, hiçbir eksiğin bırakılmadığı insanların elleriyle koruttuğu bir kitapla yeni bir döneme girilmiştir. Artık bir daha Allah'tan peygamber gelmeyecek.


33/40- “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.


Allah bu Kâinat kitabını yazarken hem kendi içerisindeki çelişkisizliği, hem de göndermiş olduğu vahiylerin çelişkisizliğini halife olarak yaratılan insanın yakalayıp, Fıtratına uygun olarak inanıp yaşamasını istemiştir. Allah katında makbul olan dinin o olduğunu ve düşünen ve aklı olup da kullananların mutlaka o dini bulabileceklerini vurgulamıştır.

.
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.


Bütün insanları Allah böyle bir dine yönlendirmek istemiştir. Örnek olarak da Hazreti İbrahim’i göstererek Çevresi hep putlara taparlarken o yerlerin ve göklerin yaratılışının sırlarını keşfederek çevresinde bulunan insanların düştüğü yanılgıyı kavrayıp ben sizin taptığınız putlara tapmam diyerek kimliğini ortaya koymuştur.


6/74- Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."


6/75- Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.


6/76- Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.


6/77- Ardından Ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum."


6/78- Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım."


6/79- "Gerçek şu ki, ben bir muvahhit olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim."


İşte Hz. İbrahim peygamberdeki bu haslet insanların hepsinde vardır. Düşünerek yapmış olduğu her iş olumsuzluklar tekrar gözden geçirilerek. Israrla üzerinde durulduğunda olumsuzlukların bir bir çözüldüğü görülecektir.

Soruyorum düşünüp de tevhit dinini yakalayamayan insanların gittikleri yolun doğru olup olmadığından hangisi tatmin oluyor. Çelişkiler içerisinde olan din aklenden ve düşünenleri rahatsız eder durur. Ve doğruyu buluncaya kadar, Aramaya devam eder.

2/144- Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.


Düşünen ve aklını kullanan, nereye gideceğini bilmeyen ve Allah’ın yol göstericiliğine inanan birisi seyirci kalmaz. Hemen onunla diyaloga geçer. İşte Allah’ın dua eden birisinin duasına icap etmesinin anlamı budur.

Dua Kişilerin istedikleri yöndeki arzularının fiiliyatıyla buluşturmasının adıdır. Bahçesini sulamak isteyen bir adamın Allah’a duası Allah'tan yağmur istemesi değil, Allah’ın yeryüzünde verdiği sularla sulamak için yönelmesidir.

Doğru bir dinin duası da Allah’ım beni doğru yola götür dediği zaman o tarafa yönelmesidir.


İşte Hz. İbrahim peygamberin İnandığı ve yaşadığı hayatın adı mesci-di haram yani haramlardan uzaklaştırılmış örnek bir yaşam biçiminin sembolize edildiği yerdir. Allah son peygambere böyle bir dinin örnekliğini vererek oraya yönlendireceğini bildiriyor.


İşte Peygamberlerdeki temel özellik vahiylerin kontrolünde yol almalarıdır. Hiç bir peygamber kendi keyfine göre hareket edemez. O Allah’ın tabiri caiz ise kumandasıdır.
Şimdi Peygamberin emirleri ve yaşadığı hayatı anlamındaki sünnet anlayışını Kuran ile ölçerek değerlendirmeye çalışalım.

SÜNNET KAVRAMI


Allah’ın Göndermiş olduğu vahiylerin O çağda bulunan şartlarda olan teknoloji ile yaşanmasının bir peygamber örnekliğinde pratik hayata götürülmesidir.

Hiç Bir peygamber vahyin dışına çıkamaz ve vahyin dışında bir şey söyleyemez. Onların Yaşadıkları Hayat Kuran’ın o toplum ve şartlarda Allah’ın emirlerinin örnek verilerek yaşamasıdır. Yani Sünnet Eğer peygamberin söyledikleri ve yaptıkları anlamında kullanıyorlarsa Söylediği Kuran ve yaşadığı ise Kuran’ın emirlerinin o çağa ait bölümüdür.


69/44Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.


Bilindiği gibi kültür ve medeniyet, Teknoloji gün değil, ay değil, yıl değil, asır değil, Saat ve dakikada bile değişmektedir. Bir öncekine göre daha güzeli daha iyisi oluşmaktadır.


İnsan yaşamında kültürler, devamlı gelişmekte, Çağlar ilerledikçe, Eşyanın sırları çözülmekte, çözüldükçe de yaşam değişmekte ve kolaylaşmaktadır. Ama Tevhit esasları hiçbir peygamber de farklı değildir. Allah’ın birine helal ettiğini diğerlerine de helal birine haram ettiğini diğerlerine de haram etmiştir.


16/118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.


İnanç be ibadet esaslarında değişme olmadan devam edip gelmiştir. Ama ilk insanlar, yaratıldığı zaman kültür sıfır idi ilk insan topluluğu hayatlarını sürdürebilmek için, Allah’ın Yarattığı tabiata yönelerek deneme yanılma yoluyla kedi ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Yemek istediklerinde kendileri için hazırlanmış elverişli bir ortamda meyvelerden sebzelerden hayvanlardan bulup yiyerek hayatlarını idame ettirirken Bir taraftan da üzerlerini yaprak ve otlarla örtmeye çalışıyorlardı.


7/22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?"


İlk insanlar yaşadıkları Hayat içerisinde bir kültür edinerek kendilerinden sonra gelecek olan kuşaklara, yaşadıkları kültürü, miras olarak devretmişlerdir. Onlarda o kültürler üzerine yen bir kültür ekleyerek kendilerinden sonrakilere daha güzel bir hayat bırakmışladır. Bu olay bu güne kadar devam edip gelmiş ve devam edecektir. Ta… Eşyanın esrarı çözülüp insanoğlunun ömrünün bitişine kadar sürüp gidecektir.


Bunu somutlaştırarak anlatacak olursak, İlk insanlar doğdukları zaman çırılçıplak idi. ilk olarak doğada bulabildiklerini iklim şartlarına göre, Ağaç yaprakları ve otlarla örtünüyorlardı. Gün Gelmiş Hayvan derileriyle örtünmeyi keşfederek onlarla örtünmüşler. Gün Gelmiş Hayvan kıllarını eğirerek kendilerine elbiseler yaparak örtmeye başlamışlar. Gün gelmiş onların yerlerini dokuma tezgâhları ve fabrikalar keşfederek daha modern elbiseler imal edip giyinmişlerdir.

Bu Örtünüş biçimini Allah’ın gönderdiği peygamberlerle. Ve kitaplarla da tarif edilerek, örtünmesi gereken yerler, tarif edilmiştir.


Aynen onun gibi, Orijinal olan kitapla korunmuş olan vahiy çerçeve olarak peygamberlerin kitapla hayatlarını bütünleştirdikleri gibi, Günün koşullarında, Allah'tan gelen hangi bir emrin, hangi malzemelerle ve aletlerle, nasıl yapılacağının örneğini pratik hayatta örnek olarak bizzat göstermiştir.

Devlet başkanlarının da üfürüldükçe genişleyen balonun çevresini taşmadan, küresel kültürde, yerini alması sünnetlerdendir. Bunu Bir ayetle biraz daha genişletmeye çalışalım.


8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.”


Dikkat edilirse, Kuran da bahsedilen( kuvvet ve besili atlar,) ifadesi sözü edilmektedir. Buradaki hitap devlet başkanı ve ona tabi olanlaradır. Günün Şartlarına göre değişken bir emirdir. Yani Kültür ve medeniyet ilerledikçe, bir önceki kültürün yerini bir sonraki daha da güzelleşerek, yerini alacaktır.


Peygamberimiz döneminde, O Günün şartlarında, savaş aracı olarak, en önde geleni besili atlar imiş ki, düşman güçleri onlarla püskürtülüyormuş. Ama şimdi savaş aracı olarak sünnet diye at beslemeye kalkışılırsa, Hem gülünç olur. Hem de bu yanlışlığın bedelini öldürülmek ve köleleştirilmekle öderiz.

Rahmetli babam sağ iken Köyde, Evin yük taşıma ihtiyaçlarını, At ile temin ediyorduk. O Dönemlerde Traktörler cipler arabalar daha yeni yeni kullanılmaya başlamış idi. Bazı traktör alanlar da ücretle yüklerimizi taşıyorlardı. Ona Verdiğimiz ücret ile at beslediğimiz ücreti hesapladığımız zaman, Traktöre kira olarak verilen ücret yem samana verilen ücrete göre çok komik kalıyordu.

Ben Dedim ki Baba Bu Atı Satalım bize masraflı geliyor. Biz Her işimizi arabalarla yapıyoruz at bomboş yem yiyecekten başka bize yük getirmiyor. En Sonunda Babam bunu iki sene bekledikten sonra anlayabildi. Ve atı sattık o boşuna ödediğimiz masraftan kurtulmuş olduk.

Aynen onun gibi ayette değişiklik kavramı Çağlar üstü bir kavram ifade etmektedir. Balonun içerisine hava üfürüldükçe, büyüyen balonun içerisinde yer almaya devam etmektedir. Asıl Sünnet olan Yirmi birinci asrın şu anda muhtaç olduğu teknoloji ne ise onu hazırlamaktır.


İşte Kuran’ın anlaşılmasını engelleyen zihniyet bu zihniyettir. Şeytan İslam toplumunun sağ tarafından yaklaşarak Hadis kılığına bürünerek, sünnet diye peygamber misyonuna yakışmayan ve söz ve davranış biçimleriyle uyuşmayan, zihniyeti getirmişler. Peygamberin sünneti diye lanse etmişlerdir.


Yine güncel bir örnekle söylediklerimizi daha da pekiştirmeye çalışalım. Hiç Laboratuar kelimesinin duyulmadığı bir zamanda,, Suyun Temiz olup olmadığının bilinmesi O Günün şartlarına göre anlaşılmaya çalışılıyordu. Saman çöpünün götürüp götürememesi suyun temiz olup olmamasının bir ölçüsü idi. Veya kuyudaki bir suya düşen ölü bir hayvanın çeşidine ve büyüklüğüne göre kuyudan ne kadar teneke ve kova su çekileceği tartışılıp duruluyordu.


Şimdi Allah İnsanlar aracılığı ile teknolojiyi geliştirdi. suyun temiz olup olmadığı birkaç damla suyu laboratuara götürüp tahlil neticesinde belli olmaktadır.

İşte Günümüzde peygamber olsa, Suyun temiz olup olmadığını saman çöpünün, götürüp götürmediği ile değil laboratuarla inceletir öyle karar verirdi.


3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.


Devlet başkanının yapacağı da odur. Eğer peygamber olayının bitişiyle beraber. İnsanlık yolunu kaybedecekse, elinde bir kılavuz yoksa haksızlık olur ve imtihan adaletsiz bir ortamda yapılmış olurdu.

Hâlbuki öyle olmaması grekir. Kura’nın yol göstericiliği altında, Müspet bilimlerin gelişmesiyle, İnsanlara faydalı ve zararlı olanlar tespit edilerek, Haram ve helaller ortaya konmalıdır. Onların vermiş oldukları kararlar devlet başkanlarının uyacağı kararlardır.


Daha öncede bu konuda vermiş olduğum bilgilerde olduğu gibi Peygamber tıp alanında uzman değilse tıp ile ilgili bilgileri tıp uzmanlarından alıyordu, bu Tabi ki vahiy bilgisinin dışında olursa demek gerekir.


10/94- Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir, şu halde kuşkuya kapılanlardan olma.


21/7- Biz senden önce de kendilerine vahiy ettiğimiz erkekler dışında elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline sorun.

Zikir ehli bir şeyin uzmanı bilgi sahibi kişilerdir. Peygambere gönderilen vahiyler Eşyanın yapısında zikir ehlinin bulduğu bulgularla çatışmaz. Kuran Herhangi bir konuda bir şey söylemişse o konu ile ilgili bilime eğer ulaşabilmişse Çelişkiye düşmez. Bakınız İlim ve teknolojinin ulaşamadığı dönemlerde Gök Yüzü ile ilgili bilgiler. Bu gün çözülüp ortaya çıkınca Kuran’ın söylediklerinin doğruluğunu görenlerin imanları daha da artmaktadır.


36/37- Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir.


36/38- Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir.


36/39- Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner).


36/40- Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.


Dikkat edilirse Kuran’ın yirmi üç yıllık dönemi içerisinde, Zaman ve şartlara göre değişme ve gelişme olmuştur. Müslümanların kesin bir zafer kazanıncaya kadar, esir alınmasını yasaklayan ayet olduğu gibi Müslümanlar kesin zafer kazandıktan sonra esir alınmasını emretmiştir.


8/67- Hiçbir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Görüldüğü gibi peygambere yön veren vahiydir, Nerde nasıl davranacağını Allah bildiriyor. Bakınız şartlar değişince aynı esir alma konusunda bunun tamamen tersini söylüyor.


8/70- Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
İşte sünnet de Kuran’da, Farzda Kuran’dadır. Allah ile peygamberi ayırmaya kalkmak, peygamber kavramını kavrayamamak demektir.

Allah Kuran’da Müslüman’ların zayıf olduğu zamanlarda esir almayın güçlü olduğunuz zaman esir alın diyor. Bir peygamber kalkıp da esiri zayıf olduğunda alıp güçlü olduğunda almayabilir mi? Eğer bir peygamber öyle davranmış olsa Allah onu peygamberlikten azlederdi.

Ben Çocuklara şöyle bir soru soruyordum. Allah bir emir verse, Peygamber de bir emir verse ikisi çelişkiye düşse hangisi doğru olur dediğim zaman Kafası çalışanlar veya peygamber kavramını bilenler Allah ile peygamberin verdiği emirler çelişmez dediler. Doğru olanı da odur. Peygamberler Allah'tan gelen emirleri Bir örnek olarak yaşar ve söyler. Diğer onu takip eden Müslümanlar bulunmuş olduğu dönemde onun yaptığı gibi yaparlar.


Kuran’daki Bütün emirler peygambere ait olan dönemde yapılması gereken emirleri bizzat kendisi yapar, diğerlerini de kendinden sonra gelecek olan elçilere bırakırlar.
Her Müslüman olan şunu iyi bilmelidir ki, Peygamberlik hayatı devam etmiş olsaydı ki devam etmeyecek. Eksiksiz ve her örnekten bir örnek verilen Kuran dururken, Bir olay karşısında ne yapardı? Sorusuna cevap bulabiliyorsak, problemi çözmüşüz demektir. Kuran’ı Çelişkisiz bir anlayışla kavrayıp, Önüne çıkan problemleri onun örnekliğinde çözülmesi gerekmektedir.


Veya bunu Kendilerinde bir ilim haline getiremeyenler, Aklını Kullanarak O Konu İle ilgili uzman olanlara danışarak Akıl Ve takvadan gelen sese uyduğu zaman doğru olan bir davranış şeklini yakalar kanaatindeyim.


Şu Bir gerçek ki herkes her konuda uzman olamaz. Her bilgi sahibin üstünde bir bilgi sahibi vardır.



12/76- Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka, Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.


Hiç Olmazsa her Müslüman kendi yaşamında helal ve haramları bilip öğrenmesi gerekmektedir. Uğraş verdiğin hayat ile ilgili, konu ile ilgili bilgileri, öğrenerek, hayatında haram ve helal ölçüleri içerisinde mesleğini icra etmesi gerekmektedir. Ziraatte, siyasette, tıpta, çobanlıkta, v.s. her meslek dalında. Yaptıkları her davranışı helal ve haram ölçülerine dikkat ederek yaşaması gerekmektedir.


Kuran, dikkat edildiği zaman, Günün şartlarına göre değişen problemlerin çözümünü kesin bir emirle bildirip mecbur tutmamıştır. Bunlardan bir örnek verecek olursak, zekât Müslüman’ların İslam devletine ödedikleri verginin adıdır. Vergi günün şartlarına göre devletin halktan kırkta bir, on da bir. Gün gelir yarısı veya hepsi insanlardan talep edilebilir. Bu şartlara göre değişken bir olaydır. Bunu O günün İslam otoritesi. Günün şartlarına göre belirler.

Kırkta bir zekât verilecek diye Kuran’da bir ayet yoktur. Bu Kuran’da yok diye. Klasik din âlimleri bunu peygamberimizin sünnetinden öğreniyoruz diye Kuran’ın dışına çıkıp yol aramaya malzeme olarak kullanmışlardır.
Bakınız evrensel olan Kuran ceza ve diyet bedelinden bahsederken, örfe göre tabirini kullanmıştır. Mesela, oruç tutmaya takati yetmeyenlerin, Her gün bir acı doyuracak kadar diyet ödemesi kişinin durumuna göre ve günün şartlarına göre değişken bir olaydır.


4/92- Bir mümine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mümini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini 'hata sonucu' öldürürse, mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka, Eğer o, mümin olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda analaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mümin köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tövbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


Ayette görüldüğü gibi altmış yoksulu doyurmaya gücü yetmeyenlerin altmış gün oruç tutmasından söz edilmektedir. Diğer bir ayette de şöyle buyrulur.

2/184- (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.


Bakınız, ülkemizde bile paraya çevrilebilen hapis cezalarının, Aradan on beş yirmi sene geçmesine rağmen, kanunun çıkışı anında gayet güzel ve mantıklı olan, fakat aradan kısa bir süre geçmesine rağmen, demode olup evrenselliğini kaybederek gülünç duruma düşmektedir.


Bir örnek verecek olursak, Kanun çıktığı zaman, ağır para cezası olarak verilen, yirmi bin lira, o günün şartlarında o verilen para cezası bir apartman alırken, aradan on beş yirmi sene geçtiğinde para alım gücünü kaybederek sakız bile alacak değeri kalmıyor. Şimdi Hâkim ceza verirken sakız parası dahi etmeyen yirmi bin lirayı, ağır para cezası diye tanımlarsa ne kadar gülünç olur?


İşte çağ dışı diye ilan ettikleri Kuran böle bir gafa düşmemiştir. Çağa göre değişebilecek ayetlerin yorumunu. Çağların kendisine bırakmıştır.

Kuran’ın diğer zamanın şartlarına göre değişken olan ayetlerden biri de, örf ile ilgilidir. Bu yorumu da o konuda ilim sahipleri yaparlar.

2/233- Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir.


Bakınız bu ayette de bir örften söz etmektedir. Örf olayı da toplumdan topluma değiştiği gibi zaman ve şartlara göre de değişmektedir. Daha önceki toplumlarda, anne babaya ait çocuğu emzirmek istemez veya kadın boşandığı zaman iki yıla kadar emzirirse, günün şartlarına göre bir sütanneye ödenecek bedel kadar. Kendine ait olan çocuğun babası ödemesi gerekmektedir.


Günümüz şartlarında sütannesi diye bir olay yoktur. Bunun yerine anne sütü kadar besin değeri olmasa da, hazır mamalar üretilmektedir. Eğer boşanmış olan kadın, çocuğa belirli zaman bakmak zorunda kalırsa, çocuğun bakım masrafları artı, çocuk için günün şartlarına göre gereksinimler boşadığı kadına ödenmesi gerekmektedir.


Sonuç Olarak diyebiliriz ki peygamberimiz dönemindeki şartlarla, günümüz dönemindeki ve daha sonra değişerek gelecek olan şartlar bir değildir. Kuran bunun formülünü verip, kültür ve medeniyet değiştikçe. İlerledikçe, balonun içerisine üfürülen Hava çeperlerine doğru genişlemektedir.


2/228- Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç 'ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de, aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var. Allah Azizdir. Hâkimdir.

Buradaki illet, “ başkalarına ait çocuğun saklamaları onlara helal olmaz.” Çocuğun kime ait olduğu bilinmesi ile ilgilidir, O dönemlerde laboratuar diye bir olay yoktu, kadında çocuk olup olmadığı, kadındaki fiziksel bir değişme ile bilinebiliyordu, Şimdi ise bir idrar tahlili ile çocuğun olup olmaması hemen belli olmaktadır.

2106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti nesh etmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.


İşte Allah burada çocuğun olup olmamasını ilim ve teknoloji geliştiği zaman üç ay yerine bir tahlil ile bildirerek. Daha güzeli ile üç ay beklemeden çocuğun olup olmaması belli olabiliyor. Ayet devam ediyor.

” Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler”

İşte kuranın bahsettiği bu süre içinde barışıp barışmayacaklarını Allah'tan başka kimse bilmez. Bu değişken olmayan yönüdür. Çünkü bu dönem kadın ve erkek için düşünme ve ders alma dönemidir. Evli olan dönemle evli olunmayan bir dönemin mukayesesinin yapıldığı bir dönemdir. Kuran’daki bu ayet,hem sünnetteki bir uygulamayı,hem de evrensel olan ikinci bölümdeki,” Kocaları başka kocalardan barışmak isterlerse daha çok almaya hak sahibi oluşu güncelliğini korumuş ve ilelebet koruyacaktır.

İlim ve teknoloji ilerledikçe, insan yaşamı da o oranda kolaylaşmıştır. Yeni yeni keşifler icatlar, bir öncekinin hükmünü yürürlükten kaldırarak. Daha iyisi ve moderni hayata geçmektedir. Elektrik icat edilince, gaz lambasının hükmünün kalktığı, petrolün icat edilmesiyle, kömürle çalışan trenlerin, yerini mazotla çalışan trenlerin alması gibi.


Çatal ve kaşık yokken peygamberimizin sünneti deyip avuçla yemek, yemek, Arabalar uçaklar icat edildiği halde onlara binmeyip sünnet diye ata deveye binilirse, yanlış sünnet anlayışının örnekleridir. Asıl Sünnet olan, Daha güzeli varken daha az güzelini terk etmektir.


Söylediklerimizi ve anlattıklarımızı toparlayacak, olursak, İnsan yaşamı ile ilgili Kuran her örnekten bir örnek verip ve hiçbir eksik bırakmadan, yol gösterici bir rehberdir. O Kuran’ı bulunmuş olduğu çağda İnsan toplumlarındaki ilelebet değişmeyen yasallar aynı kalmak koşulu ile şartlara göre değişebilen ayetlerin elçiler aracılığı ile çağlarda hayatla yorumlanmasıdır.


İşte sünnet bazılarının söylediği gibi Peygamberimizin kura’nın dışında söyledikleri ve yaptıkları değil, Sünnet peygamberimizin Kuran’ın emirlerini hayata günün şartlarına göre yaşamasının ve yorumlamasının adıdır.


6/91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar.


Bakınız Ayette İnsan kültürleri ilerledikçe Açıklanabilecekler anlamında olan,”Bir kısmını açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi” ifadesi, gelecek olan çağlarda açıklanabilecek olan ayetlerdir. Şimdi peygamber ortada yok, peki ileriki zamana bırakılan ayetleri. O zaman kim açıklayacak.


Evrensel olan Kuran elbette yirmi üç yıl gibi kısa bir zamana sıkıştırılamaz. O kitap insanoğlu var oldukça evrenselliğini koruyacak ve korumaya devam edecektir.


3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Allah ve resulüne iman eden her devlet başkanının üzerine düşen yükümlülük, Kuran’a uygun olarak, Yapmak istediği bir icraatı o konunun uzmanlarını toplayarak, istişare yaptıktan sonra uygun olan kararı verir ve uygular.


Şimdi peygamberlik devam etseydi onun yapacağı da o idi.
O Zaman fıkıh kitaplarında aktarılıp durulan. Edil leyi şerliye dörttür. (Kitap, Sünnet. İma-i ümmet ve kıyası fukaha’dır.) Diye söylemeleri eksik bırakılmayan her örnekten verilen kuran anlayışına ters düşmez mi?


Peygamber Allah’ın bir kulu ve elçisidir, Kuran bir kanun peygamberin yaptıkları ve yaşadıkları da bu kanunun pratik hayata uygulanmasının adıdır. peygamber kanun koyamaz hüküm koyan kanun koyucu Allah tır. Eğer O Kuran’ın dışında bir davranışta bulunsaydı, başına şunlar gelir.

Yukarıdaki verdiğimiz ayetleri tekrar verelim.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.


Öyleyse Kuran artı sünnet eşittir İslam değil. İslam Allah’ın gönderdiği Kuran’ın öğütlediği hayatın adıdır. O zaman Müslüman'ım diyenlerin Allah’ı Bir tanedir. İnsanlar arasından Allah’ın peygamber olarak seçtiği Muhammet İman edenlere güzel bir örnektir. Onun Yaşadığı Hayat Kuran’ın ta kendisidir.

Bize hadis diye aktarılan sözlerin büyük bir çoğunluğu. Yahudi ve Hıristiyanların uydurduğu hikâyelerdir. Hicri yüz yüzeli sene sonra kaleme alınmaya başlamıştır. İnsanların ağızdan ağza aktardıkları unutma, yanılma ve kasıtlı olabilme sebepleriyle doğru olarak bu güne kadar gelebilme şansı çok azdır.

Bu Sebeple hadis ilmi diye bir ilim olmaz. İlim Belge gerektirir. İnananlar için. Farz sünnet diye bir olay yoktur. Bu Allah’a ortak koşmak olur. Emrin tek kaynağı Allah’tır Onun Resulü de o emre uymakla , diğer iman edenlerde o emre uymakla yükümlüdürler.. İşte Kuran ve sünnet hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Eleştirilerinizi bekler sevgiler sunarım.

En doğrusunu Allah bilir.

Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN ANAMUR.



.