21 Ekim 2010 Perşembe

RABBANİ YOL TAĞUTİ YOL




RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

3/79- Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine kitabı, hükmü ve peygamberliği verdikten, sonra insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, "Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz kitaba göre Rabbaniler olunuz. (deme görevindedir.)

Dünya üzerinde İnsanların dinlerini veya yaşam biçimlerini temel olarak iki kısma ayırmak mümkündür.

a)-Allah'ın peygamberler aracılığı ile gönderdiği yol.(Rabbani Yol Budur)

b)Tağut’i yol Yani peygamberlerin getirdiği dinin dışındaki yoldur.( Gayri Rabbani yoldur.)

RABBANİ YOL PEYGAMBERLERİN GETİRDİKLERİ YOL

Dünya üzerindeki insanlardan büyük bir kısmı bu yolu kabul etmiyor. Yani Allah Dünyada insanlara kitap peygamber göndermez. Dünya hayatında yaşar ve ölürüz. Toprak bizi yok eder. yeniden diriltilecek de değiliz derler.

40/37'O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.'

45/24
Dediler ki: '(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi 'kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.' Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.


Kuran insanların kendisine iman edenlere ancak bir şeyler anlatır. Allah kitap peygamber göndermez diyen insanlara Kuran'da hitap bile yoktur. Allah onları gale almaz onlarla konuşmaz. Çünkü onlar gerçeği, fıtrattan gelen ve yaratılışta vermiş olduğu rabbim Allahtır. Sözünü bozmuşlar inkâr etmişlerdir.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

"Evet, (Rabbimiz' sensin), şahit olduk" Yaratılırken Allah'ı tanımaya Allah'ın rabliği altında yaşamaya söz veren bu insanlar nefislerinin onlara verdiği vesveseler nedeniyle ya da bozulmuş olan insanların onlara yanlış yolu teklifi sunma telkinleriyle bu sözlerinden caymışlardı. Allah'ın rabliğini terbiye ediciliğini inkâr etmişlerdir.

3/91 Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiç birisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır. ve onların yardımcıları yoktur.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah'ın rabliğini kabul edip o yolda yürüyenler olduğu gibi, Allah'ın rabliğini kabul etmeyip, yaratıkların rabliği altında hayatlarını düzenleyen insanlar da olmaktadır.

Vahiy orijinli dinlerin asıl getirdikleri mesajları bozan yozlaştıran insanlardır. Dünya hayatı; bir imtihan gözetleme yeridir. İnsanların yaptıkları her yanlış davranışı, takvadan gelen bir ses yanlış yapıyorsun yanlış yaptın diye uyarır.

Ama insan fısk yolunda ilerledikçe yanlışlar ona süslü gösterilir. Bu yanlışları yaptığında uyaran ses kısılmaya hatta gittikçe duyulmamaya başlar. O zaman o insana ne anlatsan ne söylesen fark etmez. Çünkü tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmıştır.

2/170- Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?

2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

İşte Kuran'ın anlattığı bu hastalık; toplumlarda yaygınlaşarak Toplumu istila ederse Kuran bu olaya helak ifadesi kullanıyor. Yoksa dünya üzerinde yapılan suçlardan dolayı insanlar birbirlerine müdahalede bulunmadığı sürece hangi toplum helak olmuştur. 

Olmaz da, Kuran'da mecazi anlamda kullandığı tarihi kıssalarda anlatılan Nuh, Ad, Sem ut, Salih, vs. kavimlerin helaki gerçekten bu günkü insanların anlattığı ve anladığı gibi anlaşılmış olsaydı Neden Musa kavminden bu tarafa helak görülmemiştir? Helak toplumların dünya hayatında yaratılış gayesine uygun olan yoldan saparak doğru olan yolu kaybetmek demektir.

Şu Gün dünya yolunu kaybetmiş. Ve Nuh kavminden daha büyük felaketlere yakalanıp helak olmuştur. Her gün, her saat, her dakika dünya üzerinde ülkemizde ilimizde ilçemizde, mahallemizde aynı apartmanda insanın tüylerini ürpertecek nahoş hadiseler olmaktadır. Basında televizyon kanallarında, radyo kanallarında sık sık bu nahoş haberlere rastlamaktayız ra
İşte size tüyler ürperten bir manzara!

Onu daha az önce öldürdüm"

İşlediği cinayeti haber vermek için polisi arayan sapık katilin anlattıkları tüyler ürpertti...

 

Güncelleme:05 Ekim 2010 12:16 

38 yaşındaki John Maden, polisi arayarak bir cinayet işlediğini söyledi. Hattın diğer ucundaki operatörün tüylerini ürperten bu konuşma, şu şekilde gerçekleşti:

"ONU DAHA ŞİMDİ ÖLDÜRDÜM"

John Maden: "Merhaba, bir cinayeti haber vermek istiyorum"
Operatör, adres bilgilerini ve ismini sorunca "John Nigel Maden" yanıtını aldı.
Operatör: "Ne oldu?"

Maden: "Yeğenim benim tarafımdan öldürüldü."

Operatör: "Ne zaman oldu bu?"

Maden: "Onu daha şimdi öldürdüm"

Operatör: "Bunu neden yaptınız?"

Maden: "Çünkü canım öyle istedi"

Maden: "Eminim ki evime gelecek olan polisler, ihtiyacınız olan tüm detayları toplayacaktır."


Operatör: "Olay nasıl gerçekleşti?"

Maden: "Bir bıçak kullandım ve... onu boğdum... ve hepsi bu kadar, hoşçakal."


İki dakika içerisinde eve gelen polis, Maden'ı yakaladı ve tutukladı.

Kafasında oluşturduğu korkunç planı 3 Nisan'da gerçekleştirmeye karar veren Maden, kız kardeşini arayarak, 12 yaşındaki yeğenini 10 yaşındaki kızına bakması bahanesiyle evine çağırdı.

Eve gelen yeğeni Tia'yı ilaçla uyuşturan Maden, ona tecavüz edip işkence yaptıktan sonra bıçaklayıp, ardından da gitar teliyle boğarak öldürdü.



Cani amca Maden, bugün çıkarıldığı mahkemede tecavüz, işkence ve cinayet suçlamalarını kabul ederek, şartlı tahliye imkânı olmaksızın ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Bunun gibi, ve değişik olan insan ahlakının iflas ettiği ve dünya üzerinde Hakkın hâkimiyetinin zayıfladığı hatta yok denecek kadar azaldığı bir ortamda bunlar oluşmaktadır.

İnsanlığın asıl eğitiminin, fiziksel, sosyolojik ve psikolojik olarak yanlış yönlendirilmesi Toplumun sağlıklı yetişmesini engelleyen temel etkenlerdendir. Anne babanın yanlış davranışları, gelecek olan yeni neslin hareketlerini şekillendiren onların yollarının belirlenmesinde büyük etki oluşturduğu bilinmektedir. Gelecek olan toplumların temiz olması ancak temiz bir toplum tarafından temellerinin atılmasıyla başlar.

İşte İnsanlığın aile yapısının sağlam bir temele oturtturulamaması Kuran temel şart olarak görmektedir. Yaşayan ve gören gözlerin gözünden kaçmayan Allah'ın insanların bozulmasının temel nedenini oluşturan pis ve murdar olan kötü yiyecekleri ve yapılması kötü olan davranışları temel olarak yasaklayarak toplumun ancak temizleneceğini vurgulamaktadır.

5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

İçki ve kumar, toplumların normal düşünmesini engelleyerek birbirlerine karşı saygıyı sevgiyi yok ederek, insanın özgürce davranışını ortadan kaldırarak insanı bağımlı hale getiren, köleleştiren, en büyük düşmandır. Zinanın adam öldürmenin savaşların aileler ve toplumlar arasındaki nifak tohumlarının atılarak toplumun helak olmasının baş nedenini oluşturmaktadır.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

Peygamberlerin temel özellikleri direk vahye muhatap olmalarıdır. Bu sebeple onlar yanıldıkları zaman düzeltilir. Onlar ölünce ya da öldürülünce Allah daha güzelini ya da benzerini yenileyerek sapma imkânı olmayan bir yola Allah yeni bir peygamberle kendi nurunu devam ettirmektedir. 

Düşünen her insan bilir ki Gelen vahiyler belgelenemeyince vahyin muhatabı olan elçi de ortada olmayınca bir takım yozlaşmalara sapmalara sebep olmaktadır. Son peygamber olan Muhammet peygambere kadar bu olay devam edip gelmiştir. Her yeni gelen peygamber toplumlarda oluşan sapmalara yeni düzenlemeler meydana getirerek yanlış olan yerlerini kaldırmış doğru olan yerleri de tasdik etmiştir.

 PEYGAMBERLER ARASINDA ŞERİAT FARKLILIĞI YOKTUR.

İslam toplumlarında skandal denecek kadar, Yapılan en büyük yanlışlıkların başını çeken anlayış. Peygamberler arasında, şeriat farklılığı anlayışıdır. Bütün peygamberler inananlar için vahyin gözetiminde hareket ederler. 

Eğer Onlardaki bazı Allah'ın haram dedikleri bazılarında helal bazı helal dediklerine de bazılarında haram oluyorsa, Hâşâ Allah ya söylediğini bilmiyor. Ya da Allah söylediklerinde tutarlı olmuyor. Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. İnsanların kendileri Allah bir şeye haram dediyse onlar helal etmişlerse insanlar yanlış yapıyorlar demektir.

Kuran bütünlüğü içerisinde olayları değerlendirdiğimiz zaman, Önce Allah’ın insanlara Dünya hayatında sadece göndermiş olduğu peygamberlere iman edenlere kendi vahyini duyurmakta onlarla konuşmakta onların veliliğini üstlenmektedir. 

Halife olarak yaratılmış olan insanın dünya hayatında insanların birbirlerine müdahale etmediği sürece Allah onlara özel bir müdahalede bulunmayacağını sadece Allah onların yapmış oldukları iyi ve kötü amelleri bir belge olarak kendilerine ait bir kitapta toplanarak ahret âleminde hesabının sorulacağını bildirmektedir.

17/13- Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.

Dünya hayatı sadece Akıllı olan ne yaptığının bilincinde olan insanların imtihana tabi tutulduğu yerdir. Her insan gerek kendisine gelen uyarıcılarla gerekse kendi içlerinde Allah'ın onların fıtratlarına yerleştirdiği bilgi kodlamasıyla yaptığı her yanlışın farkındadırlar. 

İnsanı, asıl olarak diğer varlıklardan farklı olması bu insanların hem yanlışı hem de doğru olanı yapma eğiliminde oluşudur. Her insan içerisinde insanın hem yanlış olan eylemin tetikleyicisi hem de o yanlış eylemin engellemesi gerektiğini tetikleyici bir özelliği vardır. Ama insan yanlışı yapmamakla ve doğru olan vahyin kontrolünde kendisini doğru bir istikamette tutturmak ve götürmekle görevlidir.

İnsanın dışında olan bütün varlıklar kendilerine kodlanmış olan bilgiler görevler çerçevesinde hareket ederler buna iblis de dâhil edilmektedir. Görevi ise insanı saptırmaktır.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Öyleyse Allah insana aklını takvasını fıs kını veriyor. Doğru yolu ve doğru yola gidecek malzemeleri de veriyor. Sonucunda doğru yolda yürüyebildiği zaman ulaştığı cenneti de bildiriyor. Yanlış yola gidebilecek eğilimi ve yanlış yolda yürüdüğü zaman onunla ilgili malzemeleri de veriyor sonucunda cehenneme gideceğini ve dünyada başına birtakım belalar da geleceğini bildirmektedir.

Her iki yola gidişte insanı kendi özgür iradesiyle sonuçlarına katlanmak koşulu ile baş başa bırakıyor. Dileyen Aklını kullanır. Dünya hayatını hem vahyin kontrolünde kurallara gereği gibi uyar. Ve hem dünyasını mamur hale getirir. Hem de netice olan ebedi cenneti de kazanır.

Dileyen, nefsin azgın tutkularına kendisini kaptırarak yaratılış biçimine muhalefet ederek hem dünya hayatını bozar mutsuz huzursuz bir hayatı kendisine tercih eder. ahret hayatını da berbat ederek ebedi bir cehenneme aday olur.

Dünya hayatında Allah insanların birbirlerine müdahale etmelerini, bozmayı ve düzeltmeyi yaratıyor. Ama insanlardan yeryüzünü bozmamalarını kelimeleri konuldukları yerden kaldırmamalarını ekini ve nesli yok etmemelerini istemektedir.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Allah sapmayı, hidayete gelmeyi bağışlamayı, yaratmış. İnsanlardan bunlardan hangisini tercih ederse tercihi yönünde yolları kolaylaştırmış. Ve insanlar hangi yönde ilerlerse ilerledikçe onun yolunu güçlendirerek her iki yöne gidişte olgunlaştırarak Kendi yolunu dosdoğru kabul edip ölmeye doğru gidecek kadar kendi yolunda yürümeyi kararlı kılmıştır.

Rabbani yolda yürüyenler tek bir ümmet tek bir şeriatta-dırlar. İnsanların, yanlış anlamaları ve nefsin istikametinde yol almaları sebebiyle rabbani yolun dışında olanlar. Temel olarak iki guruba ayrılmaktadırlar.

PUTA TAPICILAR (MÜŞRİKLER) 

Kuran; Vahiy Orijinli dinlerin getirdikleri mesajları Kabul etmeyen Yukarıda da belirttiğim gibi dünya hayatındaki yaşam kurallarının belirleyicisi olarak atalarının temel aldıklarını söyleyen insanlardır. Kuran insanların dünya hayatında peygamberler ve kitaplar göndererek Onların yaşam kurallarını ortaya koyanın Allah olduğu Halde Bunu kabul etmeyenler.

Dünya hayatında bir takım zan ve tahminler yoluyla ideolojiler uydurarak onları kıble haline getirmişlerdir. Bunların felsefede temel adı pozitivizmimdir. Bir adı materyalizmdir. Ve insanların kendi kafalarından çıkardıkları ideolojilerle toplumlarda hâkimiyetlerini kurmaya çalışmışlardır.

Dünya düzeni kendi akıllarından çıkardıkları kanunlarla yönetmek isteyenleri temel olarak iki kısma ayırmak mümkündür. Sosyalizm ve kapitalizmdir.

SEKÜLERİZİM ÖZGÜR ANSİKLOPEDİDEN ALINTI!

Sekülarizm, sekülerlik, dünyacılık veya sekülerizm (zaman zaman sekülârizm) Latince'de "nesil", "periyod" (zaman dilimi) anlamına gelen zamanla Hristiyan Latincesi'nde "dünya" anlamında kullanılmaya başlanan sæculum’dan[1] türemiştir. Din merkezli veyahut dinî öğeleri hukukî ve siyasî anlamda tayin edici kılan bir yaklaşımın tersine, bunları hukukî ve siyasî kümeden ayıran bir yaklaşımı tanımlar. 

Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok akım, farklı çeşit ve teori barındırır. Seküler kelimesi, dünyevi olanı belirtir ve dünyanın nesnel halinin göz önünde tutulması demektir. Türk Dil Kurumu sözlüğü sekülarizmi "Dünyacılık" olarak tanımlamakta ve Türkçe'ye Fransızca sécularisme sözcüğünden türeyerek geçtiğini belirtmektedir[2]. Aynı Türk Dil Kurumu sözlüğü ise dünyacılığı ise şu şekilde tarif etmektedir: "Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti, sekülarizm"[3].

Seküler ve Sekülerlik [değiştir]

Seküler, sekülerlik ve sekülerizm sözcüklerinin hepsi Latince saeculum sözcüğünden türemiştir. Saeculum ise bir "nesil" veya "yüzyıl" gibi bir anlama da sahip zaman belirten bir sözcüktür. Bu anlamda seküler yaklaşık her yüzyılda bir olan bir olay olarak tanımlanır. Sözcük (saeculum) Hristiyan Latincesi'nde ise "dünya" anlamında kullanılmıştır[1]. Süreç içerisinde seküler sözcüğünün anlamı büyük oranda değişmiştir.

Seküler kelimesi Hristiyanlık doktrininin parçalarından olan Tanrı'nın zaman dışında var olduğu prensibine karşılık zamana (zamansal olmaya) vurgu niteliği taşıyan, genel olarak hayat ve idarenin dini bir merkezden ayrılıp dünyevi bir merkeze ilerlediğini, zamansal, zaman içinde var olan bir tarafa kaydığını belirten bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. 

Bu fikir diğer tüm dini ve spiritüel inançları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Dini biçimde algılanabilecek veya dini kaynaklara dayandırılmış çeşitli müessese, konu ve kavramlara dini olmayan, bunlarla dini ayıran bir bağlamda, yaklaşır. Örnek vermek gerekirse: seküler etik, seküler devlet vb.

Sekülerizm kelimesini ilk defa kullanan George Jacob Holyoake, sekülerliği, inançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir diye tarif etmişti[kaynak belirtilmeli]. Holyoake başlangıçta netheism, limitationism gibi isimler vermeyi düşündüğü felsefesine sonra sekülarizm adını verdi. 

Hareketin içinde ateistler bulunmasına rağmen Holyoake felsefesinin ateizme sürüklenmesine karşıydı. Sosyal sekülarizm, dini dünyevi işlerden ayırarak ferdin içine hapsedilmesini öngörüyordu. Samuel Johnson'un 1755 tarihli Dictionary 'sinde secularity, dikkatleri yalnızca bu dünyaya yoğunlaştırma; secularize, dini ve uhrevi olanı günlük hayattan uzaklaştırma; secularization, dinin etkisini sınırlama, azaltma anlamlarına geliyordu[kaynak belirtilmeli].

Sekülerizm Tanımları [değiştir]

Siyasi anlamda, sekülerizm kilise ve devletin ayrılmasıdır ki bu kilise ve devletin birleşmesi olan teokrasinin zıttıdır.

Felsefi bir açıdan, sekülerizm devletlerin dogmatik bir inanç değil de nedensellik ve deneysellik üzerine kurulu olduğu, somut ve bilimsel temellere dayandığı kavramı ve düzenidir.

Modern zamanlarda, genel kanı insanların özgürlük ve eşitlik ideallerinin yasa ile korunduğu bir siyasi sistemin kralın veya ruhban sınıfının dini dogma, istek ve kuralları merkez alan ilahi hak ve yargılarından oluşan bir siyasi sistemden daha üstün olduğu yönündedir.

Sekülerizmin bir başka tanımı da; dinin bir toplumun kamusal mesele ve işlerine karışmaması ve bunlarla bütünleşmemesini savunan ve belirten düşüncedir.

Sıklıkla Avrupa'daki Aydınlanma hareketiyle ilişkilendirilen sekülerizm, Batı toplumu ve siyasi gelişimi açısından çok önemli bir yere sahiptir. ABD'deki kilise ve devletin ayrımı ve Fransa'daki laiklik (laïcité), pratik anlamda olmasa da prensip bakımından büyük oranda sekülerizm kaynaklıdır.

Ayrıca, sekülerizm din ve doğaüstü inançların dünyayı anlamak ve günlük hayat için temel teşkil etmediğini savunan sosyal ideoloji olarak da tanımlanmıştır. Seküler kavramının diğer kullanımları ve sekülerizmin barındırdığı terminoloji hakkında daha detaylı bilgi için sekülerlik maddesine bakabilirsiniz.

Sekülerizm, seküler formların (siyasi, toplumsal veya felsefi) savunulması ve ortaya konmasına verilen isim olarak da kullanılmıştır. Sekülerizm hakkındaki genel bir yargı da ateizme denk tutulmasıdır ki bu yanlıştır. Aslında birçok seküler birey, bireysel anlamda kendilerini dindar saymaktadırlar. Ateizm tanrının varlığını sorgularken, sekülerizm dini otoritenin dünyevi işlerde yargıç olup olamayacağını sorgular.

Sekülerizm siyasi, felsefi ve toplumsal alanlara nüfuz ettiği için birçok farklı olgu ve kavramda bulunmaktadır. Sekülerizmin özü nedeniyle nüfuz ettiği farklı kavramların bir kısmı bu maddede incelenmiştir. Etik hukuk ve haklar bunlara örnek olarak verilebilir.

Seküler Etik [değiştir]

Seküler sözcüğünün kullanımı sekülerizmin bir parçası veya sekülerizmin temellerine bağlı olarak tanımlanırsa, seküler etik kavramı, etik konusunun dinden ayrıştırılmış bir anlayışı olarak tanımlanabilir. Dini temellere dayanmayan birçok etik anlayışı mevcuttur, bunların büyük çoğunluğu seküler etik başlığı altında incelenebilir. 

Bu da seküler etik teriminin fazlasıyla genişlemesi ve değişkenlik göstermesine yol açar. Örneğin hem dini veya tanrıyı reddeden etik kuramlar hem de dini veya tanrıyı kabul edip sadece etiğin tek kaynağı görmeyen kuramlar seküler etik başlığı altında incelenebilir. Tüm bu çoğulluk da seküler etiğin tanımını güçleştirdiği gibi toplumsal boyutta algılanış biçimini de etkilemiştir.

En yalın ve kaba tanımla, seküler etik, dini, doğaüstü veya ilahi temeller yerine pozitif, bilimsel ve rasyonel temellere dayanan etik anlayışları için kullanılan bir terimdir.

Seküler Toplum [değiştir]

Din bilimleri açısında yapılan incelemelerde Batı toplumları genellikle seküler olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak Batı toplumlarında resmi din dayatması mevcut değildir ve din özgürlüğü, yani bireyin istediği dine inanma veya herhangi bir dine inanmama özgürlüğü, mevcuttur. 

Her ne kadar bazı Batı ülkelerinde politik anlamda dinin karar verme mekanizmasında herhangi bir rolü yoktur din kaynaklı geleneksel ahlaki perspektifler tartışmalı konularda rol oynasa da. Çoğu ülkede dinin bu tür karar mekanizma ve durumlarında kaynak veya delil gösterilmesi de mümkün değildir. 

Tarihi bakımdan da, bugünün toplumları gerek günlük hayatta gerekse hayat görüşü açısından dinin emir ve yasaklarına ve dini etiğe eskiden olduğu kadar bağlı değildir. Ayrıca din merkezli toplumsal ve bireysel yaşamın genel anlamda yaygın olduğu söylenemez, özellikle de Batı ülkelerinde.

Genel kanıya göre Aydınlanma hareketinin en büyük sonucu, dini ve doğaüstü değer, kaynak ve delillerden çok bilimsel ve akılcı değer, kaynak ve delillerin önemsenmesi, temel alınmasıdır. Bu doğrultuda, Aydınlanma döneminin sonlarındaki ve Aydınlanma dönemi sonrası yaşamış sekülerizm savunucuları ve düşünürleri dinin sadece siyasi alandan değil, toplumsal alandan da en azından bir yargı, etik ve değerler kaynağı olarak ayrılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. 

Her ne kadar bu tartışmalı bir konu olsa da, genel kanı bu tür bir değişimin geçen yüzyılda yaşandığı, en azından Batı ülkeleri temelinde yaşandığı yönündedir. Bu tür bir toplumsal yapının var olduğu ülkelere bazıları 'seküler' ülkeler ismini vermiştir.

Modern sosyoloji sekülerizm, seküler otorite ve sekülerizasyonu sosyolojik ve tarihi süreç ve kavramlar olarak incelemektedir. Bu konuda katkıda bulunmuş bazı önemli isimler şunlardır: Max Weber, Carl L. Becker, Karl Löwith, Hans Blumenberg, M.H. Abrams, Peter L. Berger ve Paul Bénichou.

Seküler Devlet [değiştir]

 

Seküler devlet tanımı, sekülerizmin siyasi boyutuyla ilgilidir ve seküler esaslara dayalı devleti tanımlar. Devlet biçimi olarak Sekülerizm, teokrasi yerine seküler bir devlet biçiminin tercih edilmesi, savunulmasıdır. Aslında dinlerin büyük bir kısmının, devlet kavramı açısından siyasi nitelikleri yoktur. 

Yine büyük bir kısmı ise, siyasi nitelikleri, devlet kavramı açısından olsun olmasın, seküler ve demokratik devlet ve toplum anlayışları ile uzlaşmış durumdadırlar. Birçok din ise temelde seküler bir devlet idaresini (idareten) onaylamakta ve tarihsel süreçte bunun örneklerini göstermektedir. 

Her ne kadar teokratiklik olarak tanımlanamasa da sekülerizminden, yasa ve hukuk konularında ayrılan çeşitli dini inanç ve mezhepler bulunmaktadır. Bunlar devlet idaresinin sekülerliğini benimserken, yargısal ve hukuki temeller açısından dinin de bir kaynak teşkil etmesini savunurlar. Yani bir çeşit yarı-dini toplum biçimi modelidir de.

Toplumsal ve bireysel bazda incelendiğinde, dindar toplum ve bireyler de dahil olmak üzere çoğunluk dini anlamda seküler bir idarenin mümkün ve meşru olacağını savunmaktadır. Hatta bazı dinlerin temelde bunu savunduğu veya bu tür bir devlet tanım ve idaresine dair destekleyici unsurlar içerdiği ortaya konmuştur. Örnek vermek gerekirse, Hristiyanların çoğunluğu seküler bir devlet anlayışını benimsemekte ve bu fikrin Hristiyan kaynaklarında da mevcut olduğunu öne sürmektedirler.

Hristiyanlık ve Seküler Devlet [değiştir]

 

Özellikle modern zamanlarda, seküler devlet anlayışını savunan Hristiyan birey ve topluluklar Hristiyanlığın esasta seküler devlet anlayışını benimsediğini öne sürmektedirler. Bu konuda İncil öğretilerinden çeşitli destekleyici unsurlar ortaya korlar ki bunların en belirgini Luka İncili, 20. bölüm, 25. ayettir. Bu ayette vergiler üzerine bir soruya İsa'nın verdiği cevap yer alır, ayetin Türkçe karşılığı şöyledir:

O da, "Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin" dedi.[4]

Bu sözün kabaca bir tür sekülerizmi önerdiği ve desteklediği düşünülmüştür. Yine de Hristiyan fundamentalist gruplar bu ayeti farklı yorumlarlar ve devlet hususunda sekülerizmin dini anlamda meşru olmadığını savunurlar. Fundamentalist Hristiyan grup ve düşüncelerin çoğu teokratik devleti ve düşünceyi savunmaktadırlar. Yine de Hristiyanlık odaklı farklı devlet biçimlerini veya devletsizliği savunun fundamentalist gruplar da mevcuttur. Bunların belki de en radikal örneklerinden biri Hristiyan anarşistlerdir.

Bu konuda daha fazla bilgi için fundamentalist Hristiyanlık maddesine bakabilirsiniz.

İslam ve Seküler Devlet [değiştir]

İslam'da genel kanı, İslam dininin ön gördüğü siyasi sistem mevcut olmasa da bu sistemin kabul edilmesi, ancak ahlaki meselelerde toplumun idareye sözlü müdahale ve nasihatte bulunması yönündedir. Yani seküler devletin ideal görülmese de meşru görüldüğü söylenebilir, en azından seküler toplum kavramından ayrıldığı durumda. 

Tarihsel süreçte kurulmuş İslami devletler, genellikle İslam'ın siyasi anlayışına tam uymayan bir biçimde olsa da toplum ve dini otoriteler tarafından kabul görmüştür. Yine bu sistemlerin çoğu İslam'ı yargı ve hukuk meselelerinde kaynak olarak kullanmıştır ki bu ne tam anlamıyla dini ne tam anlamıyla seküler olan bir hukuk ve dolayısıyla devlet anlayışı ortaya koymuştur.

Tarih boyunca, İslam esaslara uygun olmayan biçim ve işleyişe sahip devletlerin meşru olmadığını öne süren düşünce ve gruplar ortaya çıksa da çoğunlukla azınlıkta kalmış ve pek ses getirememiştir. Yine de özellikle 20. yüzyılda, İslami temellere sahip devlet anlayışının İslam dini açısından tek meşru devlet anlayışı olduğunu öne süren grup ve akımlar oluşmuştur. 

Bu grupların ifade ettiği tam anlamıyla bir teokrasi sayılamasa da, özellikle hukuki anlamda tamamen İslami bilgileri kaynak alan bir devlet anlayışıdır. Bu gruplar düşüncelerini savunmak için sık sık İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an'ın Maide suresi, 44. ayetinin son kısmını delil gösterirler, bu kısım şöyledir:
... Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.[5]

Seküler Örgütler [değiştir]

 

National Secular Society (Ulusal Seküler Topluluğu) gibi gruplar sekülerizm kampanyaları yaparlar ve genellikle seküler hümanizm taraftarları tarafından desteklenirler. Hümanist olmayan bireylerden de destek görürler. 2005 yılında National Secular Society "Yılın Seküler(ist)i" ödül töreni düzenledi. Bir ilk olan bu ödülün ilk sahibi de İran İşçi-Komünist Partisi'nden Meryem Namazie oldu.

SOSYALİZİM! BYDİGİ. NET SİTESİNDEN ALINTI!

Sosyalizm Nedir?


Sosyalizme inananlar, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kamu mülkiyetine geçmesi ile tüm sorunların çözümleneceğini iddia etmiyorlar. Sosyalizm, ne şeytanları meleğe dönüştürecek, ne de cenneti yeryüzüne indirecektir. iddia edilen şey, sosyalizmin kapitalizmin büyük kötülüklerine çare bulacağı, sömürüyü, sefaleti, güvensizliği, savaşı ortadan kaldıracağı ve insanlar için daha büyük bir refah ve mutluluğun kapılarını açacağıdır.


Sosyalizm, kapitalizmin yırtıklarınını yamanarak düzeltilmesi değildir. Sosyalizm, devrimci bir değişme, toplumun büsbütün farklı bir çizgide yeniden kurulması demektir.


Bireysel kar için bireysel çaba yerine, ortaklaşa yarar için ortaklaşa çaba olacaktır.


Kumaş, para kazanmak için değil, insanlara giysi sağlamak için yapılacaktır, bütün öteki mallar da öyle.


Kullanım için yapılacak planlı üretimin, herkese, her zaman iş sağlayacağı bilinmesi ile insanların içindeki ekonomik depresyon, işsizlik, yoksulluk ve güvensizlik duygusu kaybolacak, bunun yerini beşikten mezara kadar ekonomik güvenlik duygusu alacaktır.

Kar peşinde koşanların, fazla mallarını satabilecek ve fazla sermayelerini yatırabilecek dış pazar avcılığından doğan emperyalist savaşlar son bulacaktır, çünkü artık ne fazla mal ne de fazla sermaye olacak, ne de gözünü kar hırsı bürümüş sermayeciler. Gerçi ben "dış" kelimesine tamamen karşıyım zaten. Dünyada ülkelerden değil de tek bir ülkeden bahsetmek gerektiğine inanıyorum.



Üretim araçları özel ellerde olmadığı için toplum, artık işverenler ve işçiler diye sınıflara bölünmeyecektir. Bir insan başkasını sömürmeyecek, onun emeğinden kar sağlamayacaktır.

Kısacası, ülke bir avuç insanın malı olmaktan çıkacak ve bütün halkın malı olacaktır ve %100 halk tarafından yönetilecektir.

Şimdiye kadar Sosyalizmin ancak bir yanını, ülkenin halkın malı oluşunu yani üretim araçlarının kamunun mülkiyetinde bulunmasını ele aldık. Şimdi tanımın ikinci kısmına gelelim; ülkenin yâda üretim araçlarının "halk yararına halk tarafından yönetilmesi" kısmına. Bu nasıl başarılacaktır. Bu sorunun karşılığı, merkezi planlama iledir. Üretim araçlarının kamu mülkiyetinde olması, sosyalizmin nasıl bir temel özelliği ise merkezi planlama da öyledir.


Bütün ülke için merkezi planlamanın güç bir iş olduğu besbellidir. Bu, o denli güç bir iştir ki, kapitalist ülkelerdeki pek çok kimse [özellikle üretim araçlarını ellerinde bulunduranlar ve kapitalizmi mümkün olan düzenlerin en iyisi sayanlar] bu merkezi planlamanın yürümeyeceğinden çok emindirler. Onlara göre, "bir avuç insan, bütün halkın faaliyetlerini başarılı bir biçimde planlamak, yönetmek ve hızlandırmak için gerekli bilgiye, görüş gücüne ve kavrayışa sahip olamaz.."

Pekâlâ, merkezi planlama mümkün değil midir gerçekten? 1928 yılında öyle bir şey oldu ki, planlama sorunu bir tahmin işi olmaktan çıktı ve ayağı yerde bir konu halini aldı. 1928 yılında SSCB ilk 5 yıllık planını yaptı ve ardından ikincisi ve üçüncüsü geldi, hem de başarıyla tamamlandı. 


Daha sonraki yıllarda II. Dünya Savaşı ve SSCB'nin yanlış politika izlemesi ve başka nedenlerden dolayı Sovyet Sosyalizmi pek başarılı bir yol izleyemedi. ABD ile rekabete girmeye çalışması, bütçenin yarısının askeriyeye ve savunmaya harcanması, fabrikalarda eski teknolojilerin kullanılmaya devam edilmesi, tarıma yeteri önem verilmemesi, ağır sanayiye çok önem verilirken tüketim maddeleri sanayisine fazla önem verilmemesi, ve hepsinden önemlisi kendi kendine yetme politikasını izlemek istemesi sebebiyle Sovyet Sosyalizmi başarılı olamadı ve 90larda yıkıldı. SSCB'nin yıkılmasında yukarıda söylediğim faktörlerin hepsinin etkisi olmuştur ama dediğim gibi en önemlisi kendi kendine yetme politikasını izlemesi olmuştur. Böylece kendini dışarıya kapamış, teknoloji ve bilgiyi içeriye transfer edememiş, gerekli hammaddeleri temin edememiştir. Benim her zaman dediğim gibi, Sosyalizm ülke çapında gerçekleştirilecek bir iş değildir, gerçekleşse bile bu gerçekten çok zor olacaktır. Ancak ABD gibi zengin topraklara sahip bir ülke tek başına Sosyalizme geçerse belki başarılı olabilir. Ama yine de dünya çapında bir Sosyalizm büyük insan kitlelerinin mutluluğunu getirecektir. Kapitalizm nasıl dünya çapında bir sistemse ve " sözde başarılıysa (sermaye sahiplerine göre) " Sosyalizm de Dünya çapında gerçekleşirse başarıya ulaşılacaktır.

Sovyetlerin bu işi yaptığını söyledik, kalabalık bir ülkede 1928lerin teknolojisiyle bu işi gerçekleştirdiler. Peki bunu nasıl yaptılar? Öncelikle planın bir amacı olmalıdır. Kapitalist toplumda tüm teşebbüslerin amacı, sahiplerine ya da ortaklarına maddi kar ve kazanç sağlamaktır. Sosyalizmde ise amaç tamamen farklıdır. Kar sağlayacak ne mal sahibi, ne de ortak vardır.


Maddi kar ve kazanç düşüncesi diye bir şey yoktur. Hedef alınan tek amaç, uzun vadede, bütün toplumun azami refahı ve güvenliğidir. Tabi aslında amaçtan daha önemli olan şey amaca ulaşmanın yöntemidir. Bilmek istediğimiz şey, istenilen hedefe ulaşmak için ne gibi bir politikanın benimsenmesidir. 

Bu iş SSCB'de Devlet Planlama Teşkilatının (Gosplan) işidir. kimin, neyin, nerede ve nasıl olduğu, yani her şey bu kurul tarafından saptanır. Ülkenin doğal kaynakları nedir? Ne kadar çalışabilir işçi vardır? Ne türde kaç fabrika, maden ocağı, iş yeri, çiftlik vardır ve bunlar nerelerdedir? 

Geçen yılki üretimleri nedir? Ek malzeme, hammadde ve işçi verilirse üretimleri ne olur? Daha fazla demiryoluna ve limana ihtiyaç var mıdır? Bunlar nerelerde yapılmalıdır? eldeki olanaklar nelerdir? Nelere gereksinme vardır? SSCB'nin geniş toprakları üzerindeki her kurumdan ve her kuruluştan, her fabrikadan, çiftlikten, okuldan, tiyatro ve sanat merkezlerinden v.s'den şu sorulara yanıtlar istenir. Geçen yıl ne yaptınız, bu yıl ne yapıyorsunuz, önümüzdeki yılki tahmininiz nedir? 

Ne gibi yardıma ihtiyacınız var, ve başka yüzlerce soru. Bütün bu bilgiler, Gosplan'ın bürolarına akar ve orada uzmanlarca toplanır, düzene sokulur, yoğrulur. O zamanki haliyle, dünyanın en iyi donatılmış ve en geniş daimi istatiksi araştırma merkezidir. Şimdi internet denen bir olay da var, Network ağları var, verilerin akması ve planlama işi çok daha kolaylaşacak, üstelik kaliteli bilgisayarlarla ülkenin/dünyanın dört bir yanından gelen veriler çok hızlı şekilde işlenebilir.


Planlama süreci kısaca şöyledir;


Gosplan'a bilgi akar


Taslak plan yapılır


Bu plan hükümete sunulur


Beğenilirse onaylanır, beğenilmezse öneriler yapılır ve Gosplan'a geri gönderilerek değiştirmeler yapılır.


Daha sonra bu plan halka sunulur. [işte size gerçek demokrasi, plan halk tarafından da onaylanmalı, onaylanmazsa düzeltiliyor, giriş bölümünde dediğim gibi, herkes Internete sahip olursa, bu planın halk tarafından onaylanması çok daha kolaylaşır.]


Halk da önerilerini sunar ve plana son hali verilir.


Son olarak tekrar hükümete gider, beğenilirse SSCB yüksek Sovyet'ine gider ve uygulanmaya konur.


Görüldüğü gibi, erişelecek hedefin planı, tepeden inme değildir. planda işçiler ve köylüler de dahil tüm halkın da sesi yer alır.


Bu arada şunu belirteyim ki, 1929 yılındaki ekonomik bunalımına çoğu zaman bir dünya ekonomik bunalımı denir. Üretim felce uğraması ve onunla birlikte gelen işsizlik ve halk kitlelerinin sefaları, tek bir ülke dışında dünyanın her tarafına bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldı.


 SSCB'nin sınırlarına dayandığı halde burada durmak zorunda kaldı. Ruslar, Sosyalist planlı ekonominin ördüğü setlerin arkasından güvenlik içindeydiler. Çünkü her şeyi planlamışlardı ve benim eleştirdiğim dışa kapanması nedeniyle dıştan gelen bu etkiye karşı koymuştu. Gerçi dışa açık olsaydı da fazla etkilenmeyeceğinden eminim.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/genel-kultur/184602-sosyalizim-nedir.html#post1434740
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=1434740


Sosyalizmin hayatımızdaki etkisi ne olacaktır?


Sosyalizm, her şeyi, en yetkin, en olgun hale getirmeyecektir. Hemen bir cennet yaratmayacaktır. İnsanlığın yüz yüze olduğu bütün sorunları çözümlemeyecektir.


Sosyalistler, sosyalizmin, sadece, insanlığın belirli gelişme aşamasındaki belirli sorunları çözümleyeceğini bilirler. Bundan daha fazlasını iddia etmezler. Ama bu kadarının bile hayat düzenimizi geniş ölçüde düzelteceğine inanırlar. 


Ortaklaşa sahip olunan üretici güçlerin bilinçli ve planlı bir şekilde geliştirilmesiyle sosyalist toplum, kapitalist düzende ulaşılabileceğinden çok daha yüksek düzeyde bir üretime ulaşacaktır. Sosyalizm, kapitalist yetersizliği ve israfı ortadan kaldıracaktır, özellikle gereksiz depresyonlarda görülen para israfını, işsiz adam israfını ve boş duran makine israfını. Uluslararası barışın kurulması yoluyla, kapitalist savaşlardaki büyük insan kaybını da ortadan kaldırır. 

Teknik gelişmeyi hızlandırır ve kar sağlamayı ilk ve en önemli amaç sayan kapitalizmin önüne çıkardığı engellerden arınan sosyalist bilim, büyük atılımlar yapar. Üretimdeki artış, mal miktarını çoğalttıkça, herkesin hayat düzeyinde bir yükselme olur.

Kapitalizmin propagandacıları, bizi, Sosyalizmin, özgürlüklerin sonu demek olduğuna inandırmaya çalışırlar. Oysa gerçek tam tersidir. Sosyalizm, özgürlüğün başlangıcıdır. Sosyalizm, insanlığa en büyük acıları veren kötülüklerden kurtulmak demektir; ücret köleliğinden, sefaletten, toplumsal eşitsizlikten, güvensizlikten, ırk ayrımından, savaştan kurtuluş demektir.


Sosyalizm, gerçekleşmeyecek bir düş değildir, toplumsal evrim sürecinde ileri bir adımdır ve gerçekleşme zamanı çok yaklaşmıştır..

alıntı...........
KAPİTALİZM

Kapitalizm

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
 
Kapitalizm ya da Anamalcılık, özel mülkiyetin üretim araçlarının ağırlıklı bir bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve hizmet fiyatlarının piyasa ekonomisinin belirlediği sosyal ve ekonomik sistemdir. Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti yapabilmeye hakkı vardır.

Kapitalist ekonomi pratiği Avrupa'da 16. ve 19. yüzyıllar arasında kurumsallaşmıştır, ama bazı niteliklerine ilk çağda da rastlanabilir, Orta Çağ döneminde de tüccar kapitalizminin erken biçimleri ortaya çıkmıştır. Feodalizm sona erdiğinden beri kapitalizm Batı dünyasındaki hakim sistemdir, bütün dünyaya da İngiltere başta olmak üzere Avrupa'dan yayılmıştır.

Kapitalizm kavramı, tek başına ele alınırsa sınırlı bir analitik anlama sahiptir. Ama uygulandığı ülkelerde önemli farklılıklar olması, coğrafya, politika, zaman ve kültür öğelerleriyle birlikte değişmesi yüzünden kimi iktisatçılar karma ekonomi tanımının günümüzdeki iktisadi sistem(ler)i belirtmek için daha doğru olduğunu söylemektedir. Kapitalizme 19. ve 20. yüzyıllarda önemli eleştiriler getirilmiştir, bu çeşitli eleştirilerin ortak yönü kapitalizmin ciddi anlamda insanlar arasında sosyal ve ekonomik eşitsizliğe yol açtığıdır.

Kapitalizmin niteliklerine bakış açıları [değiştir]

Klasik politik ekonomi [değiştir]

Ekonomik düşüncedeki "klasik" gelenek Britanya'da 18. yüzyıl sonunda ortaya çıkmıştır. Adam Smith, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi klasik politik ekonomistler kapitalist ekonomide üretim, dağılım ve malların değişimi gibi konuların analinizi yaparak yayımlamışlardır ve bu çalışmalar günümüzdeki çoğu iktisadi çalışmanın da halen temelini oluşturmaktadır.
Adam Smith'in Merkantalizmi eleştiren ve "doğal özgürlüğün sistemi" mantığını açıkladığı Milletlerin Zenginliği kitabı klasik politik ekonominin başlangıcı sayılır. Smith, bu ünlü kitabında geliştirdiği çeşitli kavramları açıklar ve bu kavramlar bugün de kapitalizmle ciddi anlamda ilişkilendirilmektedir. 

Bu kavramların başında da piyasanın görünmez el metaforu gelmektedir, kişisel çıkar isteğinin istemsiz olarak toplum için de en üst düzeyde ortak bir yarar sağlayacağını söylemektedir. Kendi zamanının tekellerini, gümrüklerini ve devletin getirdiği sınırlamaları eleştirmiştir ve piyasanın en adil ve etkili hakem olacağını söylemiştir.

Bu görüş, klasik politik ekonominin en önemli ikinci ve modern çağı etkileyen en önemli ekonomistlerden biri olan David Ricardo tarafından da paylaşılmıştır. Ekonomi Politik ve Vergi Prensipleri (1817) isimli kitabında, bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda ticaretin ticaret yapan her iki taraf için de nasıl faydalı olacağına dayanan Karşılaştırmalı üstünlükler kuramını açıklar. 

Bu ilke serbest ticaret anlayışını destekler. Ricardo, enflasyonun paranın ve kredinin niceliğindeki değişmeyle yakından ilgili olduğunu da söylemiş, azalan verim kuramının da savunuculuğunu yapmıştır.

Klasik politik ekonomi anlayışı, hükümetin ekonomiye müdahalesini en aza indirgemeyi savunan geleneksel liberalizm doktriniyle yakından ilişkilidir.

Marksist politik ekonomi [değiştir]

Karl Marx, üretici güçler ve üretim ilişkilerinin belirli bir tarihsel andaki ilişkileriyle üretim biçimini belirlediğini söyler, kapitalizm de üretim araçlarına ve sermayeye sahip olan burjuva sınıfının çıkarına işleyen, onu meşru kılan bir sistemdir.

Marx, metaların kullanım değeri ve piyasa içindeki değişim değerini birbirinden ayırır. Marx'a göre sermaye, yeni bir meta üretmek amacıyla satın alınan metanın yarattığı ekstra değişim değerinden oluşur. Emek gücünün kendisi kapitalizmde bir meta haline gelir, emek gücünün değişim değeri ücret olarak yansır, fakat bu da kapitalist için ürettiği değerden daha azdır. 

Bu farklılık artı değer yaratır ve kapitalistin sermaye birikimini ve kârını oluşturur. Kapital isimli kitabında Marx, kapitalist üretim biçiminin işçilerin yarattığı artı değere el koyma biçimiyle farklılaştığını yazar -- bundan önceki toplumlarda da artı değere el konulurdu, fakat kapitalizm buna üretilen metaların satış değeri aracılığıyla el koyduğu için bir ilktir. Sermaye sahibi veya burjuvanın çıkarına çalışan bu döngü de sınıf savaşının temelini oluşturur.

Vladimir Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1916) çalışmasında Marxçı bakış açısını yenileyerek, kapitalizmin yeni kaynaklar ve piyasalar bulmak amacıyla zorunlu olarak tekelci kapitalizme - Lenin bu durumu emperyalizm olarak da tanımlıyordu - sebep olacağını, bunun da kapitalizmin son ve en yüksek aşamasını temsil ettiğini söyledi.

  Weberci politik sosyoloji [değiştir]


Alman sosyolog Max Weber, kapitalizmin tanımlayıcı niteliklerinin anlaşılmasında büyük bir etki yaratmıştır. Weber`e göre piyasa değişimi, üretime göre kapitalizmin daha belirleyici bir özelliğidir. Kapitalist girişimler, önceki ekonomik sistemlerdeki faaliyetlerin aksine üretimi rasyonelleştirmişler, bu da verimlilik ve üretkenliğin en üst seviyeye çıkarılması isteğidir. Weber, henüz kapitalist ekonomiye geçilmediği zamandaki çalışanların, loncadaki usta ile çırak gibi, kişisel ilişkilere dayanan çalışmayı anladıklarını söyler.

Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu (1904-1905) isimli kitabında kapitalizmin, geleneksel ekonomik hareketleri nasıl değiştirdiğinin izini arar. Rasyonel aktivitenin ruhu, kapitalist değişimi önleyen geleneksel kısıtlamaları ortadan kaldırmış ve modern kapitalizmin gelişmesini sağlamıştır. 

Bu ruh giderek tedavinin edilmiş bir hukuka dayandırılmıştır, bunların arasında ücretli işçilerin emeğini yasal olarak satabilme "özgürlüğü", teknolojinin rasyonel ilkelere dayanan bir üretimin organizasyonunu sağlayabilmesi için desteklenmesi, işçilerin ev ve işyeri arasındaki hayatının kamusal ve özel yaşam olarak ayrımının net olarak belirlenmesi sayılabilir. 

Bu yüzden Weber kapitalizmi, Marx`ın aksine, üretim araçlarının değişmesinin birincil sonucu olarak görmez. Onun yerine kapitalizmin kökeni, politik ve kültürel dünyada ortaya çıkan yeni girişimcilik ruhunun yükselmesinde yatar. Protestan Ahlakı`nda, bu ruhun doğuşunun da Protestanlığın, özellikle Kalvinizmin yükselişiyle ilgili olduğunu söyler.

Weber'e göre kapitalizm, insanlık tarihinin en gelişmiş ve karmaşık ekonomik sistemidir. İlerlemiş iş ortaklıkları, kamu kredisi ve modern dünya bürokrasisi kapitalizmle yakından ilişkilidir. Gene de Weber kapitalizmin rasyonelleşmiş eğilimlerinin, kültürel değerler ve kurumlar için potansiyel bir tehdit oluşturduğunu ve insan özgürlüğünü bir "demir kafes (stahlhartes Gehäuse)" içine sıkıştırabileceğini söyler.

Alman Tarihçi Okulu ve Avusturya Okulu [değiştir]

Alman Tarihçi Okulu`na göre, kapitalizm esas olarak piyasalar için var olan üretim teşkilatlarına dayanarak tanımlanır. Bu görüş Weber`le benzer bir kuramsal temeli paylaşır fakat para ve markete yaptığı vurguyla ondan farklı bir yere konur. Alman Tarihçi Okulu takipçilerine göre, geleneksel iktisadi hareket biçimlerinden kapitalizme geçiş, kredi ve para üzerindeki orta çağ kısıtlamalarının yerini kar güdüsüyle yakından ilişkili para ekonomisinin almasıyla ortaya çıkar.
19. yy sonlarına doğru Alman Tarihçi Okulu`ndan daha farklı bir yere oturtulan Carl Menger ile ortaya çıkan Avusturya Okulu, sonraki jenerasyon takipçileriyle birlikte 20. yy`da da etkili olmuştur. 

Avusturya Okulu`nun öncülerinden Joseph Schumpeter kapitalizmin "ister istemez her kapitalist teşebbüsün ergeç bu gelişime uymak zorunda olacağı" yaratıcı yıkımına vurgu yapmıştır. Piyasa ekonomilerinin sürekli değişim geçireceği gerçeğine dayanan bu düşünce, sürekli yükselen ve düşen sanayilerin olacağını söyler. Schumpeter`in popülerleştirdiği bu düşünce, çağdaş ekonomistleri etkilemiştir. 

Ve ekonominin büyümesi için kaynağın küçülen sanayilerden gelişmiş sanayilere doğru akması gerektiği sonucu çıkmıştır. Ama kaynağın düşen sanayilerden çekilmesinin, kurumsal direnmenin değişik biçimlerinden dolayı, güç ve yavaş olacağını gerçeğini de belirtmişlerdir.
Avusturyalı ekonomistler Ludwig von Mises ve Friedrich Hayek piyasa ekonomisini 20. yüzyıldaki planlı ekonomi düşüncesine karşı savunmuşlardır. Sadece piyasa kapitalizminin kompleks ve modern bir ekonomi yaratacağını söylemişlerdir. 

Çünkü modern ekonomi, birbirinden çok ayrı ve geniş bir mal ve hizmetler düzeni, oldukça fazla tüketici ve şirket pozisyonu yaratır ve piyasa kapitalizmi dışındaki herhangi bir ekonomik düzende bilgi, o düzenin bilgiyi elinde tutabilme kapasitesini aşar ve bu da bilgi ve haberleşme sorunu yaratır. Arz ekonomisi düşünürleri Avusturya Okulu çalışmaları üzerine kurar ve "her arz kendi talebini yaratır" diyen Say Kanunu`nu özellikle vurgular.

Avusturya Okulu, laissez-faire kapitalizminin ideal ekonomik sistem olduğunu söyleyen özgürlükçülük ideolojisi üstünde büyük bir etki bırakmışlardır.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR


Hiç yorum yok: