29 Temmuz 2009 Çarşamba

KURANDA RESÛL NEBİ KAVRAMLARI NEDİR?



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


Kuran'da Geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Genelde İslam toplumlarında yanlış algılanan birisi de resul ve nebi kelimelerinin ne anlama geldiğidir. Kuran'dan ayetler ışığında Resul nebi ve elçi kelimeleri ne anlama geliyor. Onu tahlil etmeye çalışalım inşallah.


NEBİ: Allah ile direk vahye muhatap olan bizim anladığımız anlamda peygamberler için kullanılmış bir kelimedir. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran en önemli özellik insanlarla Allah arasında doğru bir yolun ortaya konulabilmesi için vahiy kontrolünde hareket etmesidir. Yani yanıldıkları zaman düzeltilmelidir. İşte bu anlayışı kabul edenlere Kuran mümin ifadesini kullanmıştır.

7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.


Görüldüğü gibi vahye direkt muhatap olan peygamberler, hem kendilerinden önceki peygamberleri tasdik etmişler ve kendilerinden sonra gelecek peygamberleri de müjdelemişlerdir. Bu Olay Allah'tan gelen mesajların toplumlardan toplumlara biri bir biri birleriyle uyumlu aynı dinin aynı misyonun tevhit Çizgisinde bütünsel evrensel bir anlayışla devamlılığını sağlamıştır.

61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmet" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. 

İnsanların iman etmelerini engelleyen Onlarda kendilerine göre olağan üstü bir hal olmayışıdır. Dünya hayatında kral olan birisi zengin olmayan, pazarlarda alışveriş yapan, yer yer su bulamayan acıkan sıkıntı çeken borçlanan birisi gelsin, Ben sizin için Allah'tan gönderilmiş bir nebi ve resulüm desin, onlar da inansınlar. Bu olay çok zor olan bir şeydir. Kuran'ın da tarif ettiği gibi, onları diğer insanlardan ayıran tek özellik Allah ile direk muhatap olmasıydı. Bu direk muhataplığı da getirmiş oldukları insanların toplanıp da bir araya gelseler meydana getiremeyecekleri kitap ve ya sure idi.


2/23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. 

Bu Kitap gökten bir mucize olarak elle tutulur gözle görülür bir halde insanların önlerine konmadı. Bu Kitap Allah resulüne Allah'ın yirmi üç yıllık bir süreç içerisinde yaşanan bir hayatın peygamber de içinde olduğu halde iman edenlerle birlikte oluşan yaşam biçimini vahiylerle şekillendirilmesiydi.

25/5- Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır."

Allah'tan gelen vahiyler sır kâtibine yazdırılıp bir taraftan ezberleniyor bir taraftan da deriler ve kemikler üzerine yazılıp saklanıyordu. İşte diğer peygamberler döneminde yazı kültürü ve sanatının geliş meyişi nedeniyle Allah'tan gelen vahiyler peygamberler ölünce yeni bir peygamberle korunuyordu. Ve tazeleniyordu. Yazı kültürü ve sanatının gelişmesiyle peygamberlik dönemi kapanmış, her bir örnekten bir örnek ve hiç bir eksiğin bırakılmadığı yazılıp belgelenmiş ve insanlar eliyle korunmuş ve korunacak olan  Kuran  gibi bir kitap yerini almıştır.

İşte Kuranı biz indirdik onu koruyacak olanda biziz ayetinin sırrı burada yatmaktadır.

6/91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar. 

İşte Kuran'ın gelişine iman etmeyenler, Peygamberlik olayını kabul etmeyenlerdir. Yani Allah insanlar arasından bir tanesini kendisine nebi ve resul olarak seçecek ve onların ellerinde vahiylerden başka bir belge de olmayacak, insanlar da buna iman edecek. Ancak akıl endenler, bunu kavrayabilir. İşte, İman edenlerin sayısı bu sebepten çok azı oluşturmaktadır. Kâfir olanlar bu olaya inanmamaktadırlar.

2/97- De ki: "Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

Bazıları bu ayeti çok yanlış anlamaktadırlar. Allah insanlara elçi olarak peygamberler gönderiyor. Bu gönderilen peygamberler, öyle ya da böyle vahiy ile muhatap oluyor. İşte buradaki kâfir olanların inanmadıkları olay Allah'ın insanlardan dilediklerine vahiy gönderip  nebi ve resul  seçmesi olayıdır. Cibril burada Allah'ın vahiyle diyalog kurup inananlara yol göstermesi olayıdır. Bir başka ifadeyle Allah'ın nebilerle konuşma olayının olgusunun adıdır.

İşte Kendilerine arkadaş olarak kabullendikleri Muhammet ne zaman ben Allah'tan gönderilmiş nebi ve resulüyüm. Allah bana vah yediyor dediği zaman Mekke müşrikleri Düşman kesilmeye başladılar.

53/2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.

3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

5- Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.

İşte bu ayetler Muhammedül emin dedikleri sahiplendikleri arkadaşını Allahtan gelen vahiyleri onlara aktardığı zaman terk etmeye başlıyorlar. Ve bir düşmanlık oluşmaya başlıyor. Aynı Olay bir başka surede işlenmektedir.

81/19- Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;

20- (Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi Katında şereflidir.

21- Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.

22- Sizin sahibiniz bir deli değildir.

23- Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.

24- O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

25- O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.

26- Şu halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?

27- O (Kur'an), âlemler için yalnızca bir zikirdir;

81/28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.

Demek ki peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik onlara Allah'tan vahiy gelip insanlarla Allah arasında elçi oluşlarıdır. Diğer insanlardan herhangi birisi kalkıp da peygamber anlamında vahiy geldi diye söylerse onlar zalim olarak adlandırılıyorlar.

6/93- Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen.

Bazı Kuran okuyucularından kendilerinin de peygamber olabileceğini Kuran'ın veya Kuran'dan önce gelen kitapların peygamberlerin takva duygusunun bir yansıması olduğunu söylemektedir. Evet Kainatta yaratılmış olan bütün varlıklara vahiy gelmektedir. Ama peygambere gelen vahiylerde ayrı bir özellik vardır. Yani peygambere gelen vahiylerde şeytanın karıştırması olamaz.

16/68- Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.

41/12- Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.

28/7- Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik).

6/112- Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak.

22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Görüldüğü gibi peygamberlere de şeytan musallat olmaktadır. Ama yanlış yaptıkları zaman onlar vahiylerle düzeltilmektedirler. Musa Peygamberin levhaları bırakarak kardeşi Harunun yakasından tutup kavminin sapmasını neden engellemedin diye sorgulaması,Hazreti Muhammet’i Ümmü mektuma karşı yüzünü kırıştırıp buruşturması, Veya Allah'ın Haram kıldığı bir şeyi Hanımlarının hatırı için helalleştirmesi Hazreti Nuh Peygamberin oğlunu kurtarmak için istekte bulunması örneklerden bir kaçıdır.

Bu Ayetlerden sonra Kuran'da geçen Resul kelimesi elçi nebi ve diğer insanlarla konumları tamamen farklıdır. Peygamberlerin söyledikleri iman edenler için tamamen kanun hükmündedir. Kesinlikle ona hiçbir müminin itiraz etme Hakkı yoktur. Muhalefet de etme hakları yoktur.

4/65- Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.

33/36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

Her müminim diyen erkek ve kadın, peygamber herhangi bir konuda bir şey söylediği zaman ona muhalefet etme kalpten rahatsızlık duyma hakkı yoktur. Çünkü Onun söyledikleri Allah'ın söyledikleridir. Ona muhalefet Allah'a muhalefettir. Peygamber bu anlamda harpte devlet idaresinde veya vahye muhatap olan geneli ilgilendiren konularda. Vahiy çizgisinde hareket ederler. 

O vahiylerin dışında bir şey söyleyemez. Vahiylerin dışındaki konularda. Hangi konu ile ilgili bir mesele olacak olursa o konunun uzmanlarıyla istişare eder ve almış olduğu kararlara uyar. Yanlış karar ortaya çıkmışsa o zaman onu düzelten bir vahiy gelir.

3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Zikir ehli olanlar değişik konulardaki ilimleri Allah'ın ayetleridir. Onların o konu hakkındaki ortaya çıkardıkları kararlar. Vahiyle özdeşleşmişlerdir. Ama Peygamberler dışındaki ulül emirlerde böyle kesin bir teslimiyet yok şartlı bir teslimiyet vardır.

4/59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

Allah'a İtaat nasıl olur.? Allah'ın vermiş olduğu emirleri yerine getirmekle olur. Allah'ın emirleri insanlara nasıl ulaşır. Resul aracılığıyla, o olmasa insanlar nasıl Allah'tan emir alacaklar.? Bu sorunun cevabı emir alamazlar. O zaman vahye inanmayanların yolları zan ve tahminlerden öteye gidemez.

Doğru sandıkları bazı şeylerin yanlış yanlış sandıkları bazı şeylerin doğru olabileceğini unutmamaları gerekmektedir. İşte peygamberler dışındaki ulül emirlere Allah'a ve resulüne uydukları zaman onlara itaat şartını koymaktadır. 

Onların hiçbir zaman yolda düzgün olarak sonuna kadar garantili değildir. Onlara ancak Allah'ın göndermiş olduğu vahiyler çizgisinde gittikleri sürece onlara itaat edilir. Şeytan ve dostları peşine eğilim göstererek yolunu kaybettikleri zaman onlara itaat şartı da ortadan kalkmaktadır. İşte Ayetteki sizden olan ifadesiyle onu anlatmaktadır. Bazılarının söylediği gibi şeytanın peşine takılan ulül emre itaaat Allah'a itaatsizlik olur.

RESUL (ELÇİ) Kuran'da geçen ayetleri dikkatlice incelediğimiz zaman nebi kelimesiyle elçi kelimesinin de farklılaştığını görmekteyiz. Peygamberlerin resullük görevleriyle peygamberin dışındaki insanların veya meleklerin elçilik görevleri arasında farklılıklar vardır.

2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Burada kullanılan  elçi kelimesi nebi ve resul anlamda olan anlamındadır. Allah'tan vahiy alan daha doğrusu vahye muhatap olan nebinin resullüğüdür. (elçi) İşte Allah elçi kelimesini getirmiş peygamber duvarına yerleştirerek ona itaat etmeyen ona gösterdiği hedefi kendisine hedef olarak seçmeyenleri seçenlerle ayırmak için kıble yaptık ifadesi kullanmaktadır. Kıble de bir anlamda yaşam biçiminin Allah adıyla kucaklaştığı dinin misyonun etrafında odaklanması gerektiği anlamında söylenmiştir.

Yani nebi haber getiren vahye muhatap olan demektir. Resul ise Allah'tan aldığı vahiyleri başkalarına ulaştıran anlamında olarak kullanılmıştır. her nebi bir resuldür ama her resul bir nebi değildir. Kuran'ın orijinal metninde peygamber  kelimesi geçmez peygamber kelimesi farsa bir kelimedir. Nebi kelimesinin karşılığı dilimizde tercüme edilmiştir elçi kelimesi de resul kelimesi orijinalinde resul olarak geçer.

2/151- Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik.

Allah ile insanlar arasında Allah'tan aldığı emirleri, Diğer insanlara iletme anlamındaki elçi nebi anlamındaki elçidir. Elçilik diğer insanlardan olduğu gibi insanların dışındaki varlıklardan da olabilir.

22/75- Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.

İnsanlardan hem nebi hem de resul seçer ama meleklerden sadece resul (elçi) olur. Çünkü meleklerde akıl ve irade yoktur onlar sadece verilen emre itaat ederler.

2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."

2/34- Ve meleklere: "Adem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.

Daha önce de bahsettiğim gibi Melekler insanların emrine amade olmuş olan varlıklardır. Onlara ait bilgiler kodlanıp insanların emirlerine amade kılınmışlardır Onlar o kumandadan başka değillerdir. Onların elçiliği Yağmurları yağdırma, bahçeleri sulama, insanlara süt verme meyve verme Yani insanların yönelmelerine göre hizmet etmeleridir. 

Ama Onlardan Peygamber olmaz. Çünkü Peygamberler insanların içerisinden çıkar. İşte Peygamber anlamındaki  nebi ve resul 

Allah tarafından kontrol altına alınmış elçilerdir. Onlar hata yaptıkları zaman düzeltilmişlerdir. Melekler de kesinlikle kendilerine ait görevi yapmakta kusur işlemezler ama insanların peygamberler dışındaki insanlarda böyle bir haslet yoktur. Onlar hata yaparlar onların düzelticiler ellerinde belge varsa o da vahiy kitaplarıdır. Öyleyse Allah'ın insanlarla konuşmalarını bir ayetle izah edecek olursak!

42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vah yetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Buradaki Vahiy ile konuştuğu elçi peygamberlerdir. Onlar yanlış yaptıkları zaman yine vahiyle düzeltilirler, İkinci Olarak Allah'ın konuştukları Allah'ın düzeltilmiş bir beşerle insanlarla diyalog kuran elçi aracılığı ile konuşur. Bunlar yine elçilerle veya gönderilen  Kuran'la  düzeltilir. 

Bunlar elçilere iman edenlerdir. Üçüncü Olarak Allah'ın konuştukları da peygamber ve gönderilen vahiyleri kabul etmeyenler için konuşmasıdır. Bunlar da ilim adamlarının iman etmeyen insanlardır. İman etmeyenlerin esrarı çözmeleri Allah'ın vah yetmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır Bunu da gördüğünüz gibi Kuran perde arkası diye tanımlamıştır.

Hazreti Musa'nın etrafında toplanan on iki pınar diye sanatsal bir üslupla tanımladığı on iki havari onlar da on iki topluluk olarak elçilik yapmışlardı

7/160- Biz onları (İsrail oğulları’nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahdettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) "Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Hazreti Musa peygamber aracılığı ile diğer kavimler arasında elçilik yapanlar elçi aracılığı ile Allah ile konuşmaktadırlar.
Sonuç Olarak diyebiliriz ki Kuran nebi  kelimesini direk vahiylere muhatap olan peygamberler için kullanmıştır. Nebi olanlar bunlardır. Yani Allah'tan vahiy alarak insanlarla Allah arasında elçilik yapması nedeniyle onlar hakkında Allah nebi kelimesi kullanmıştır. Bu Manada  nebi ve resul  gelmesi sona ermiştir.

33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. Ama Peygamber ve nebi kelimesinin kesilmesi ile Allah kullarına göndermiş olduğu vahiyleri mutlaka ulaştıracaktır. Çünkü Ulaştırmadı kavime ceza vermeyeceğini ve sorumlu olmayacağını söylemektedir.

17/15- Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz.

Artık peygamberlik ayeti nesh edilerek yerini Her örnekten bir örnek verilen ve insanlar için sorup da cevap alamadıkları, hiçbir eksiğin bırakılmadığı ve bozulmamış ve bozulmayacak olan korunmuş olan bir Kuran ile insanların yolları doğru olarak hedefine ulaştırılmak istenmiştir. 

İşte Bundan sonra nebi gelmeyeceğine göre Allah Kur'an'ı anlayıp, insanları Kur'an'la uyaran elçiler gönderecektir. Her Kur'an hakkında detaylı bir bilgi sahibi onu kendi bütünlüğü içerisinde İlme akıla ve pratik hayata ters düşmeden anlayabilmişse onlar başkalarına ulaştırmakla yükümlüdür. 

İşte bunların adı resuldür. Bu Anlamada elçiler hala gelmeye veya gönderilmeye devam ediyor. Ama nebi alamında resul olduklarını söyleyenler Kuran'a göre yalan söylemektedirler. Artık nebilik dönemi bitmiştir.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN AANAMUR

26 Temmuz 2009 Pazar

HAZRETİ İBRAHİM PEYGAMBERİ ATEŞ YAKTI!



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

Yine İslam toplumlarında, yanlış bilinen konulardan birisi de Hazreti İbrahim peygamberi  Nemrut ve askerleri mancınıkla  yakılan  şiddetli ateşin ortasına arttığı halde Allah mucize olarak  ateşe serin ol ifadesiyle ateşin İbrahim'i yakmadığını  orasının göl haline balıkların da odun haline geldiği inancı yaygın olarak dolaşmaktadır.

Şimdi bu anlatılan hikayenin kuran gerçekleriyle uyuşup uyuşmadığını Kuran'da sörf yaparak tahlil etmeye çalışalım.


29/25- (İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur."

21/69- Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."
Halk dilinde   dolaşan  İbrahim'in ateşe atılması ile ilgili bir kıssayı alıntı olarak nakledeyim. 

ATEŞLE’ SINANAN’ SU’ İLE KUTSANAN’ ŞEHİR

Mehmet KURTOĞLU başlıklı makale.

Anlatılanlara göre şehirler kurulurken kutsal mekânlar merkez alınırmış. Şehir böylece bir kutsalın çevresinde doğup büyürmüş. Bu anlamda Urfa, iç kalenin hemen altında bulunan ve İbrahim söylencesiyle özdeşleşen mağara, ateş ve su kutsalı etrafında şekillenmiştir. Damlacık dağından başlayıp, kutsal su ve mağara figürüyle bir ehram gibi yayılan şehir, hiç kuşkusuz tarih boyunca hep dinsel bir merkez olmuştur.

Ateş ve su Urfa’nın kaderini belirleyen unsur olarak bugünkü davranışını daha açık ifadeyle şehrin kimliğini oluşturmuştur. Urfa’nın ateşle sınanması İbrahim Peygamber kıssasıyla başlamış, o gün bugündür Urfa hep ateşle sınanmıştır. Bilindiği gibi Babil Kralı Nemrut, bir gün bir rüya görür ve bu rüyasını müneccimlerine yorumlatır. Müneccimler yıl içinde doğacak bir erkek çocuğunun tahtını sarsacağını ve ilahlığına son vereceğini söylerler. 

Bunun üzerine Nemrut, o yıl içinde doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. İbrahim peygambere gebe kalan annesi onu Nemrut’un şerrinden korumak için Damlacık dağının eteklerinde bulunan mağarada gizlice doğurur. Her gün bir ceylan gelip İbrahim Peygamberi emzirir. İbrahim Peygamber büyür, tek Allah inancını aklıyla bulur ve Nemrut’un ilahlığını ret eder, tevhit akidesini yaymaya çalışır. 

Bunun üzerine Nemrut’un gazabına uğrar. Nemrut İbrahim peygamberi yolundan döndürmek istese de başarılı olamaz ve onu ateşe atarak cezalandırmak ister. Rivayete göre altı ay boyunca bütün hayvanlara odun taşıtıp Urfa kalesinin hemen eteğinde büyük bir ateş yakar. Ve İbrahim Peygamberi ateşe atar. Allah (cc) ateşe : “Ey ateş İbrahim’e karşı sakin ve selamet ol” der. Ateş su odunlar balık olur. İbrahim’in ateşe atıldığını gören Nemrut’un kızı İbrahim Peygambere gizliden iman etmiş ve onu sevmiştir. 

O da babasının yaptıklarına dayanamaz İbrahim Peygamber ile birlikte kendini ateşe atar. Onun düştüğü yerde de küçük bir göl oluşur. Bu göle Züleyha’nın gözyaşları anlamına gelen Aynzüleyha adı verilir. Urfa’nın ateşle imtihanı ve su ile kutsanması böylece başlar ve tarih boyunca da böyle devam eder.
******************************************************

Hazreti İbrahim ile ilgili kıssa toplumlarda genelde böyle anlatılır. Ve böyle anlaşılır. Kıssada hazreti İbrahim’i ateşe atan nemrut ona olan öfkesini onu yakarak yok etmekle almak istediği bellidir. İnsanoğlunun var oluşundan bu tarafa mutlaka her peygamberin karşısına ya bir firavun ya bir nemrut ya bir ebu lehep ya da bir Belkıslar mutlaka ama mutlaka  çıkmıştır. 

Ama gerçek olan odur ki Peygamberlerin mesajına duyarlı olan veya mesajı kabullenmeye istekli olan toplumlarda peygamberin yanında olanlar var oldukça ve o resulleri etten duvarla korudukları zamanlarda. O topluluklarda güç ve iktidar kurmuşlardır. Ve mazlumlar o peygamberler zamanında rahat bir nefes almışlardır. Eğer toplumlar peygamberler geldikleri zamanlarda mesajlara karşı duyarlı değillerse de o peygamberler ses getirememişlerdir. 

İşte Kuranda insanoğlunun var oluşundan bu tarafa binlerce peygamberler gelip geçtikleri halde zikredilen peygamber sayısı yirmi beş veya yirmi sekizi  geçmemektedir. Bunun sebebi Kıssası olan ses getiren ve gelecek nesillerdeki toplumlara örnek davranışlar oluşturan peygamberler zikredilmiştir. Diğerleri de Toplumları ilgilendiren bir kıssası oluşmadığı için tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.

40/78- Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.

Hazreti İbrahim peygamber’in Ateşe atılmasıyla ilgili konuyu anlatırken onun getirdiği din ve yaşam biçiminden söz etmemek haksızlık olur kanaatindeyim. Bilindiği gibi, İslam toplumlarında veya Yahudi Hristiyanlarda genelde kendi peygamberlerine karşı sevgi ve ihtiramı daha ön plana çıkararak İlah edinmişlerdir. Allah Kuran'da Peygamberlerin yerini ve konumunu tanımlarken onları bir yere oturtmuştur. Kimsenin Allah'ın koyduğu yerden bir kelimeyi kaldırıp başka bir yere koymaya hakkı yoktur.

9/30- Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

Hazreti İbrahim peygamber. Tek başına bir ümmetti. Onun Anası Babası, yakınları, hepsi putlara tapıyordu. İnsanların Kendi öz yapılarına Allah'ın yerleştirmiş olduğu, tevhit inancı Toplumların ve çevrelerin baskısı ve anlayışlarıyla örtülü olarak kapatılmıştır. Allah Diğer bütün müşrik toplumlara da bir model olması açısından İbrahim peygamberdeki örnekliği bize anlatmaktadır.

60/4- İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten Sana yöneldik.' Dönüş Sanadır."


Yerleri ve gökleri yaratan Allah olduğu halde, En Çok saygı duyulmaya en çok hürmet edilmeye en çok ibadet edilmeye, Layık Olan, Allah olması gerekirken İnsanların çıkıp da Allah'ın Yarattıklarından bazılarını ilah edinerek, Allah'ın denginde veya Allah'ın üzerinde bir sevgi ve ihtiramla çıkmak büyük bir adaletsizlik ve haksızlıktır. Allah Buna Şirk  ifadesi kullanmaktadır. Şirk, Allah’ın Hiç Hoşuna gitmeyen büyük günahlardan birsidir.

4/48- Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.

İnsanların Öz yapısına Allah'ın yerleştirmiş olduğu takva duygusu, bir başka deyişle fıtratı, Asla Allah'ın dışında yaratıklardan her hangi birisini ilah edinilmesine razı olmaz. İşte Hazreti İbrahim’de Tevhit inancı doruk noktasına ulaşarak onları test ettikten sonra, bütün yakınlarının baskı ve zulümlerine rağmen Korkusuzca ve açık yüreklilikle tek başına olmasına rağmen ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım diyebilmiştir.


16/120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi. Ve o müşriklerden değildi. 

Her akıllı olan insan yol seçmede kendi kendisine yetkili ve sorumludur. Bütün dünyadaki insanlar ve cinler bir araya toplansalar insanın kendisi istemedikçe onu doğruya ve yanlışa götüremezler. İşte Allah'ın İnsanların yol seçme özgürlüğünü Aklını takvasını ve fıskını vererek kendisine bırakmıştır. Daha önce de değişik konularda bahsettiğim gibi, insanın diğer varlıklardan ayıran en bariz özelliklerinden olan aklı takvası ve fıskıdır. 

İnsana iki teklif Gelir. İki seçenekli bir olay karşısında insanlara iki farklı yerden teklif gelmektedir. Bir teklif takvadan gelmektedir. Bir teklif de iblisten gelmektedir. Dünya hayatında Allah insanın her iki teklifi de değerlendirip yol seçmesi durumunda, müdahale etmemektedir. İşte onun her iki yöne karşı eğilimi onun meleklerden ayrılarak imtihana tabi tutulmasına sebep olmaktadır. 

Böylece her iki yolda yürüyen insanların, birbirleriyle hem söylem hem de eylem bakımından farklılaşması birbirlerine karşı soğuk rüzgârlar esmesine neden olmaktadır. İnsanların önce kendilerinde oluşturdukları herhangi bir yöne gitmede karar verme, kişilik oluşturma, durumları toplumlar içerisinde ,ister istemez farklı guruplaşmaya yol açmaktadır. Allah'a göre insanlardaki bir, birlerine karşı olan üstünlükleri ne herhangi bir ırktan ne mal ve mülkünden ne güzelliğinden ne renginden dolayı değil, onlardaki üstünlük farkını bulunmuş oldukları konumlardaki rolün Allah'ın rızasına uygun olarak, oynanıp oynanmaması ile  ölçülmektedir.

49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.

İşte biri birinden, takva ile ayrışan farklılaşan insanların yol göstericisi velisi Allah'tır. O İnsanlara peygamber ve kitaplarla nerede nasıl davranması gerektiğini en güzel bir biçimde bir proje hazırlayarak iman edenlerin önüne koymuştur. İşte Allah bu proje ile inananları kendisine düşman olan şeytan ve dostlarını Bildirerek onlara karşı nasıl bir tutum izleyeceklerini göndermiş olduğu vahiylerle uyararak, varılmak istenen hedefe sağ salim ulaştırılmasını istemektedir. 

Bilindiği gibi dünya hayatı Doğumla ölüm arasında bir zaman dilimiyle sınırlıdır. Kimin nerede ne zaman nasıl öleceğini, Allah'tan başka  hiç kimse bilemez. Belki bu ölüm anne karnında, belki ergenlik dönemine gelmeden, belki de bunaklık dönemine kadar sürmektedir. Ama oradaki önemli olanın ne kadar yaşaması değil önemli olanın ona ayrılmış olan, sorumlu olduğu yaşam diliminde Allah'a ibadet ve kulluğunu ne kadar yapıp ne kadar yapmadığıdır. 

İşte bütün peygamberler insanlar için örnek olarak gösterilmiş ve seçildikleri dönem itibariyle artık onlar halkı diriltmek için ölümü göze alan fedakar kimselerdir.

22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

Peygamberler toplumlarda Müslüman olanların ilkidirler.

6/14- De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) 

İşte her Müslümanım diyenlerin, Müslüman oluşu nedeniyle bazı başına gelecek, işkence ve zulümlere karşı hazır olmaları gerekir. dünya hayatında Müslüman olanlar, Müslüman olmayanlar tarafından devamlı işkence ve azap görmüşlerdir. 

Ehli kitap olanlar, Bir başka ifadeyle vahyin orijinalinden saparak Allah adına din uyduranlar  Müslüman olduklarını ilan etseler de onların Müslümanlığı gırtlaktan aşağı gitmeyenler devamlı Müslüman olanlara işkence yapmışlar ve yerinden yurtlarından sürmüşlerdir. 

İşte Allah dünya hayatında insanların kimilerini kimileriyle def etmesi veya evrene koyduğu yasalarla iman etmeyenlere özel olarak dünya hayatında bir ceza vermemektedir.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını göre

Görüldüğü gibi Dünya hayatında Allah en sevdiklerine bile özel bir yardımda bulunmamıştır. Ancak Göndermiş olduğu peygamberlere iman eden mümin kullarını yardımcı olarak göndermektedir. Öyle zamanlar oluyor ki toplumlar önde gelen firavun varı olan zalimlerin baskısı altında içlerindeki takva duygusunu erkekleşerek açığa çıkaramadıkları için erkek olan peygamberler toplumlarda yalnız kalmışlardır. 

Hazreti Musa peygamberi Kardeşi Harun’la destekleyip pazılarını güçlendirmiş ve ya Davut peygambere zengin olması sebebiyle Anlatmayı kolaylaştırmış ve ona anlatım çarpıcılığı vererek bazen toplumlarında Allah'ın dini yeşertmiştir. Bilindiği gibi toplumlarda zengin ve makam sahibi olanların sözleri geçerli olmaktadır. Mustazaf olanlar onların güdümünde hareket etmektedir. Allah'ın dinini Allah'ın anlattığı anlamda kabullenenlerin sayısı çok azı teşkil etmektedir. 

İslam toplumunda herkesin genelde bildiği gibi Mekke’de inananların sayısı çok azdı. Çünkü iman ettim demekle önce bütün kazandıklarını iman edenlerle gücü yettiği oranda paylaşmak ve her an gerektiği zaman canını vermeye hazır hale gelmek demektir. Çünkü İman eden ve Salih amel işleyenler için bu dünyanın arkasında bir de ebedi olan Ahiret âlemi var, onlar için ölmekle veya kalmak arasında bir fark yoktur. Her iki halde de güzellik vardır. Kazanırsa küfrün saldırılarını bertaraf etmekle dünyada güzellik var, Ölse de Ahiret âleminde ebedi bir cennette güzellik , vardır.

9/52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz. 

Ayette kastedilen mana, kazanırlarsa savaşta, dünyada güzellik savaşı kaybederlerse ölürlerse Ahiret hayatında güzellik vardır. Ama iman etmeyenler için dünya hayatında kaybederlerse bir aşağılanma azap, vardır. Ölürlerse de Ahiret âleminde ebedi bir cehennemde azap vardır. Doğum ile ölüm arasındaki dünya hayatı ne kadar uzun olsa neye yarar ki, onlar dünya hayatında o yaşadıkları hayatı fark edemeyecekler bile!

Bu Ayetler ışığında. Kuran'da geçen değişik konulara geçtik ve bir şeyler anlatmaya çalıştık. Bu Anlatılanların Hazreti İbrahim peygamberin ateşe atılıp yanıp yanma masıyla ne ilgisi var diye akla bir soru gelebilir. Öncelikle şu olayı iyi kavramak lazım. Allah dünya hayatında iman eden ve insanların önderi olan peygamberleri özel olarak koruyabilir, onları kendi katından zenginleştirebilir. Özel mucizeler vererek onlardan kendine bağlı sevgili kullarını koruyup kollama gücüne elbette sahiptir. 

Ama gel gelelim olaylar öylemi gelişmektedir? Bakıyoruz Bütün Peygamberler genel anlamda toplumların karşılarına çıktıklarında mutlaka önde gelenler onların getirdiklerine karşı mücadele etmeyi kendilerine bir görev olarak bilmişlerdir. Hazreti Musa peygambere firavun, Hazreti İbrahim peygambere Nemrut, Hazreti Muhammet peygambere de ebu cehil ebu lehap gibileri karşı çıkmışlardır. Bu İslam toplumlarında bir realitedir. Allah'ın Bir sünnetidir.

17/77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.

17/16- Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. İşte burada önde gelen kâfirler peygamberler geldikleri zaman en önce karşı çıkanlardır.

İster İslam içerisindeki, isterse de İslam dışındaki müşrik ve ehli kitap toplumlarına genel olarak baktığımız zaman, İnsanlar Allah'a İbadet ve kulluk yapmayı bırakmışlar, kendilerine Allah'ın dışındaki Allah'ın yarattıklarını ilah edinmeye başlamışlardır. Herkese sorsan hayır ben Allah'a taparım der. Ama fiili hayatlarına baktığımız zaman insanlar kendi heva ve heveslerini veya hoşuna giden şeyleri Allah'ın önüne çıkarıp sevgi ve ihtiramı daha çok onlara göstermektedirler.

7/189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız."

7/190- Ama O, onlara (Adem'in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O’na ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.

Tapmak demek belki bu günkü insanların anladığı anlamda Allah'ın karşısına bir heykel dikip Allahım seni sevmeyi bıraktım saygıyı ve ihtiramı bu heykele yapıyorum anlamında değil ama perde arkasından yaratıklara gösterilen sevgiyi daha ön planda tutmakta oldukları bir gerçektir.

39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.

İnsanlar genelde sıkıştıkları veya başka çıkış yolu bulamadıkları zaman onların fıtratlarındaki halis olan din gün yüzüne çıkmaya başlamaktadır. Ama geniş zamanlarda ise Allah hiç anılmaz, sadece insanlar kendilerini düşünmektedir.

İnsanların hastalandığı zaman hastalananların halini anlaması, iflas ettiği zaman iflas edenleri anlaması, o içteki fıtratın, Hanif dininin gün yüzüne çıkmasına vesile olmaktadır. Bütün peygamberlerin tevhit çizgisi bir olduğu halde bazı peygamberlerin bazı peygamberlere karşı üstünlüğü asla düşünülemez. Dünya hayatındaki Bazı peygamberlerin verdikleri mesajlar olumlu bir ortamda oluştuğunda çevresinde güç toplamaları onların üstün olması veya farklı olması anlamına gelmez. Bütün peygamberlerin Allah katında değerleri aynıdır.

2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."

Yahudi olanlar. Kendi peygamberlerini üstün göstermek amacıyla, Miraç olayı uydurup son peygamberi göklerde Burak'la gezdirip hazreti Musa peygambere tekmil vermesiyle Müslümanları son peygambere olan övgülerini biraz da olsa azaltma hesabını yapmışlardır.

Müslümanlar da Kuran'da olmayan Peygamber hakkında ayet örneğinde verdiğimiz gibi hiçbir peygamberin hiçbir peygambere üstün kabul edilmemesi gerektiğini söylediği halde 

“Hadis-i Kutsi’de buyruluyor ki: “Ya Habibim! Seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım bütün mevcudatı yaratmazdım.” 

İşte bu söz de İslam toplumlarının kendi peygamberini ilahlaştırması anlamındadır. Kurana göre eğer ön plana getirilecek bir peygamber olsaydı O da İbrahim peygamber olurdu.

16/123- Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi."

O Hanif dini öyle bir din ki Yaratılışta Allah'a verilen sözün kıvrılmadan yerine getirilmesi Tapınılması gerekenin Allah yediren içiren, Allah verenin Allah alanın Allah öldüren ve diril-tenin Allah hidayet verenin Allah saptıran ve bağışlayanın Allah olduğuna iman etmek Hayatı pahasında olsa Allah’ın emirlerini Allah'ın dışındaki bütün emirlerden üstün tutmaktır.

Hazreti İbrahim peygamber Nemrut tarafından ateşe atıldığı zaman Ateşe serin ol demesiyle neyi anlatmak istemektedir.

1- Allah kâinattaki insanların dışındaki varlıklara bir görev vermiştir. Onlar sadece o görevlerini yaparlar. Ateşin görevi yakmaktır. Allah'ın evrene koyduğu bir yasadır. Allah'ın evrene koyduğu yasalar kendi seyri içerisinde işler durur. Yağmur çok yağdığı zaman seller insanları götürecek düzeye ulaştıkları zaman o konuda tedbir alamayan insanları alır götürür ve ölürler. Onların günahlı mı günahsız mı olduğuna bakmazlar. Çocuk olsun erkek olsun kadın olsun fark etmez evrene koyulan yasa kendi seyri içerisinde işler durur.


2- Bilindiği gibi Kuran'da anlatılan kıssalar mecazi bir anlatın sanatı ile anlatılmıştır. Ve kullanılan kelimeler çift anlamda kullanılmıştır. Hazreti İsa peygamber için anlatılan kıssadaki onu öldürmediler asmadılar ifadesiyle şehitler konusundaki ölmediler onlar Allah katında diridirler ifadesinin ne anlama geldiği anlaşılabilirse hazreti İbrahim peygamber için kullanılan serin ol ifadesi de mutlaka anlaşılacaktır.

3/55- Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." Daha önce de bahsettiğimiz gibi bir ayetin kastettiği manayı ve ya ne söylemek istediğini anlayabilmek için onunla ilgili diğer ayetlerden haberdar olmak gerekiyor.

4/157- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.

Bilindiği gibi kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birincisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamındaki ölü bu dünya hayatında bir daha geriye dönmeyecektir bu Allah'ın evrene koyduğu bir yasadır. İkinci Anlamdaki ölü ise Gözleri olup da hakkı görmeyen, kulakları olup da hakkı işitmeyen, kalbi de tamamen hakka karşı duyarsızlaşarak mühürlemesi anlamındaki ölüdür. 

İşte hazreti İsa peygamberin Kuran'da bahsettiği Allah'ın izniyle dirilttiği bu ölüdür. Ölü Kelimesini bir başka deyişle duyarsız olanlar anlamında kullanmıştır yani Hayatta yaşadığı halde asıl yaratılış gayesinden habersiz olanlar anlamında bu anlamda kullanılan ölüler zaman zaman bazı sebepler yüzünden kendilerinin çıkış yolu aramasıyla dirilerek hayatlarını değiştirmeleridir.

İşte hazreti İsa peygamber hakkında söylenen onu öldürmediler onu asmadılar ifadesiyle hayati fonksiyonlarını yitirmedi anlamında değil, onu asıl vahiylerin kontrolünden çıkaramadılar anlamında kullanılmıştır. Evrenin yasasında diğer insanlar asıldıkları zaman hayatla belirli bir oksijen alışverişi kesildiği zaman ölüyorsa peygamber olsa da ölür kafir olsa da ölür.

bakınız arkasından gelen ayet onu kendi katına çekildiğini anlatmaktadır.

4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Burada düşünenler akıl endenler iyi bilirler. şu ayetle 

2/ 154- sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.” 

Allah katında diridirler ifadesiyle onu öldürmediler Allah onu kendisine yükselti ifadesi arasında ne fark vardır? Elbette bu iki ayet tipinde anlatılmak istenen Hazreti İsa ve Allah yolunda çarpışarak veya Müslüman olarak ölmesini hayati fonksiyonlarını yitirmemiş anlamında değil, gittiği yol Allah yolunda mücadele ederek canını feda edenlerin cennette rızıklandığını ve Allah'ın onlardan hoşnut olduğunu ve gittikleri yolların doğruluğunu onaylaması anlamındadır.

Şimdi Hazreti İbrahim peygamberin Ateşe atılmasıyla da ateşin onu gerçek anlamında yakmadığı anlamında değil, o tevhit mücadelesiyle kendisini konsantre ederek ateşin içerisinde bile ona acının dokunmadığı anlamındadır. Ateş elbette kendisine verilen görev gereği yakar. Ve yakmakla görevlidir. Çünkü İsmi üzerinde İbrahim dini hanif dini fıtrat dini bunu gerektirir.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. 

İşte Allah'ın sunduğu din budur. Kuran ile Kuran'ın kâinatla kâinatın ve Kuran'la kâinatın kucaklaştığı ve biri birleriyle çatışmadığı din Allah'ın sunduğu dindir. Canım Allah isterse Ateşin yakmasını engelleme yemez mi.? Elbette engeller ama Allah vaadinden dönmez ayetini Evrenin yasasındaki değişmezliği nereye koyacağız. Peki canım sen Allah'ı koyduğu yasalara uymaya Mecbur mu tutuyorsun? 

Ben de onlara tövbe haşa sen de Allah'ın koyduğu kurallara uymayacak kadar, sözünde durmayan, dönerek mi sanıyorsun? Evet Allah her şeyi bir ölçü ve tertil üzere yaratmıştır. O ölçü kesinlikle sapmaz seyrinde devam eder. İt ürür kervan yürür. misali, onlar ne derse desin Allah'ın koyduğu yasalar çerçevesinde devam eder durur. “Onlar dünya dönüyor dese de dönüyor dönmüyor dese de dönüyor” 

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR.

24 Temmuz 2009 Cuma

ABDESTSİZ KURANA DOKUNULUR MU?



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


Kuran!ın anlaşılmasındaki en büyük engellerden birisi de Kurana abdestsiz dokunulamaz anlayışıdır. Allah herhangi bir konuda bir hüküm vermişse mümin olan kimselerden ona teslim olmaktan başka bir görev düşmez. Ama Yıllardır, asırlardır. bir ayetin yanlış anlaşılması ve yanlış uygulama nedeniyle Kuran, mahcur bırakılmıştır. 

Kuran duvarlarda süs olarak asılı kalmış veya ezberlenip içerisinde ne söylediği anlaşılmamıştır. Bu da insanlara hayat kitabı ve yaşam projesi olan Bir hazinenin atıl kalmasına neden olmuştur. Güya Kuran'daki şu ayetten kurana abdestsiz dokunamazsın diye anlıyorlar.

56/79- Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz. Daha öncede bahsettiğim gibi kuranda geçen bir kelimenin ne anlama geldiği düzgün olarak anlaşılabilmesi için, o kelime başka ayetlerde kullanıldığı zaman anlaşılabilir. Kurandaki sözlük budur. Şimdi bu kelimeyi kuran ne anlamda kullanmış ona bir bakalım.

2/172- Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. Kuran Bu ayette temiz kelimesini Yiyeceklerin helal olanlarından söz etmektedir. Her halde yiyeceklerin abdestli olması düşünülemez. Bir başka ayet örneğinde de.

7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, Üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Bu ayete baktığımızda daha önce kitap ehli kendi zanlarınca Allah'ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da Haram kılmışlardı. İşte tekrar Allah bunları yeni bir peygamber gelince düzeltiyor.” temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, Üzerlerindeki zincirleri indiriyor.” 

Yine temiz kelimesi geçen başka bir ayet örneği verelim.

2/ 269- Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. 

Bu Ayette temiz bir akıldan söz etmektedir. Herhalde Akılın Düşünebilmesi için abdest alması düşünülemez. Kastedilen mana değişik doğru olmayan düşüncelerden arınmış akıldan söz etmektedir. Yine Temiz kelimesi geçen başka bir ayete bakalım.

3/ 55- Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." 

Herhalde bu ayette de temizleme olayını Hazreti İsa peygamberi kafir olanlardan kurtarmak anlamında temizlemeyi Abdest aldırma anlamında değil, onların pis kötü düşünce ve eylemlerinden kurtarıp yanına alması yani ölmesi anlamında kullanmıştır. 

Yine başka bir ayet örneği verelim.

4/ 49- Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, 'bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. Bu ayette de. Kafir olanların beyinleri ve yaptığı kötü eylemleri gizlemek istedikleri anlamında kullanmıştır.

27/ 56- Kavminin cevabı: "Lut ailesini şehrinizden sürüp çıkarın. Temiz kalmak isteyen insanlarmış" demekten başka olmadı.

79/ 18-Ona de ki: “Temizlenmek ister misin?"92/ 18- Ki o, malını vererek temizlenip-arınır.

Gördüğünüz gibi Kuran'da temizlenmek ile ilgili ayetlere baktığımız zaman İlk Yaratılıştaki saflığın tekrar ele geçirilerek bir başka deyişle kazanılarak. Dünya hayatına geliş gayesinin şuuruna varılması demektir.

7/172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. 

İşte Kuran'ın ilk yaratılışında insanlardaki saflığı, fıtratı Hanefiliği böyle anlatmaktadır. Bu Tevhit anlayışı, insanların dışındaki varlıklarda olduğu gibi Allah'ı tespih etmektedirler. Ama insan saf Berrak konumundan Ne zaman insanların kirli kültürleri adetleri alışkanlıkları ve yanlış anlayışları ile kaynaşınca bu tevhit akidesinden uzaklaşarak kirlenmektedir. İşte Kuranın temizlenme arınma saf dini yakalayarak Allah'ın Yolunda yürüme melekesini yakalamaya demektedir.

Bakınız Kurandaki namaz için abdest almanın temizlenme kelimesi ile alakası olmadığını Abdest alma namaz kılmak için Allah'ın ona kulluk edip etmeyenleri ayırmak için bir emirdir. Bazıları Abdesti temizlenmek anlamında olduğunu anlatırlar. Abdest temizlenmek yıkamak olduğu gibi,derinliklere inildiği zaman ondaki ibadet ve kulluğu simgelemektedir.

5/6- Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.

Kuran'ın burada bahsettiği abdestin kendisi vücudun tarif edilen yerleri temizlenmek için yıkanması anlamında değil, Abdest alarak Allah'ın Namaz kılma emrinin yerine getirilmesi anlamındaki ibadet anlamındaki, temizliktir yani Küfür toplumundan iman edenlerin yaşam biçimlerinin, biri birinden ayrılmasıyla. Daha doğrusu Hakkın yanında yer almasıyla temizlemektedir. Yoksa Toprağı yüze ve ellere sürmek temizlenmek olamaz.

Allah'ın insanlar için vermiş olduğu emirleri yerine getirmek onu temizleyip arınmaya doğru gidişin yönünü gösterir. Bu Öyle hale gelir ki, Allah'ın adına yer, Allah adına konuşur Allah adına yaşar. Çünkü o Allah'ı veli edinmiştir onun gözetimine girer. Yanlışlar yaptığı zaman veya uçuruma gideceği zaman hemen onu kurtarır hale gelir. Dağdan fiziksel anlamda uçurum değildir.


4/43- Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

İnsanların kafalarından zan ve tahminlerle bir sürü asılsız şeyler uydurarak ortaya sürmeleri Kuran'ın anlattıklarıyla asla uyuşmamaktadır. Bu ayetteki incelikleri anlamaya çalışacak olursak.

1-Sarhoş iken namaz kılınmaz. Bu İnsanları içki içmelerinde bir mahsur yok içebilirler, ama namaz kılacağı zaman içmezler anlamında değildir. Çünkü Eğer öyle anlaşılacak olursa. Şu ayetleri nereye oturtacağız.

5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. 

5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? Bu Ayetler içki içilmesini kesin olarak yasaklamaktadır. Çünkü İçki Normal olarak düşünmeyi alıkoymaktadır. İnsanlar doğru yolda yürüyebilmeleri eşyanın esrarını çözmeleri hep akıl etmekle ve aklını kullanmakla idrak edilebilir. 

İçki İse Aklı Örtmekte ve aklı örten bir şeyde insanların doğru yolda yürümesini engelleyen en büyük etkinliği oynamaktadır. Allah'ın Haram ettiği bütün yiyeceklerin ve içeceklerin faydalı yönleri de mutlaka vardır Ama zararı faydasından daha çok olduğundan dolayı Allah onu yasaklamaktadır.

2/219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; Gördüğünüz gibi Allah bir şeyi haram etmişse mutlaka onun neden haram edildiğini de söylemektedir. Demek ki İçki Aklı Giderdiği için ve insanlara daha birçok zarar verdiği için İnsanlara Alkol ve alkollü içecekleri yasaklayarak insanların ayık olmasını istemektedir. İlim de Alkolün insanlara zararlı olduğunu söylemektedir.

2- Guslü gerektiren bir hal olduğu zaman, gusül etmedikçe veya şartlar müsait olmazsa teyemmüm etmedikçe namaz kılına mayacağından söz edilmektedir.

3-Üçünü bir şık da Abdesti bozan durumdan bahsetmektedir. Bunu da Kuran ayak yolu ile özetlemiştir. Nedir ayakyolu. Önden ve arkadan ihtiyaç gidermek. Bir de cinsel ihtiyaçtır. Bunların dışındaki söylenenlerin abdestin bozulmasıyla alakası yok hep zan ve tahminlerdir. Kadına cinsel yönden dokunma değil de el ile dokunmayı veya köpeğin değmesi veya vücuttan akan kanın veya iğne vurmanın abdest bozulmasıyla alakası yok onların hepsi uydurma zan ve tahminlere dayanan sözlerdendir.

Özetleyecek olursak, Kuranı okumak için Allah abdest almayı emretmemiş, Ancak verdiğimiz ayet örneklerinden de anlaşıldığı gibi temizlenmeyi Küfür ve Şeytanın yolundan rahmanın yoluna ait yapılan ve atılan her güzel davranış için kullanmıştır. Kuranı eline otururken, yatarken yürürken gezerken, abdestli ve ya abdestsiz olarak yanından ayırma oku. Cebinde göbeğinin altında göbeğinin üstünde taşı yeter ki onu oku, onu okumayı engel kılan her şeyi Allah yasaklamaktadır. 

Çünkü o iman edenlerin hayat kaynağıdır. Okuyup anlaşılmazsa onun varlığının bir anlamı yoktur. O iman etmeyenlerin dokunamayacağı yaklaşamayacağı bir kitaptır. İşte Kuran'ın ona temiz olanlar dokunur demesindeki asıl anlam budur. Kâfir olanlar elbette kurana düşmandır. O Onlar için onulmaz bir hasrettir. Kurana Olan saygısızlık onu abdestsiz okumak değil kurana olan saygısızlık onu okuyup Allah'ın insanlar için projelendirdiği Hayatı öğrenip yaşamamaktır. 

Bir başka deyişle insanların saygı deyip sarıp sarmalayıp açmadan duvara asıp süs olarak kullanmaları saygısızlıktır.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN ANAMUR.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

KUR'ANDA TARİF EDİLEN NAMAZ



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

4/43-Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Bazı Kuran okuyucu kardeşlerimizin, Kuran yeterlidir, Kuran'da her örnekten bir örnek verilmiştir. Ve de hiç bir noksanlık yoktur. ayetleri karşısında Kuranı biz anlayamayız Kuranı ancak peygamber efendimiz açıklar veya yaşar biz ondan öğreniriz diyenlere karşı Kuran'da şekillenmiş namaz yoktur, deyip karşılık vermişlerdir.

Kuran Namazı iki kısma ayırmıştır. Birincisi şekillenmiş olan günde beş vakit tarif edilen sembol olarak kılınan namaz. Diğeri de, Bu namazın ruhuna uygun olarak yaşanan hayat namazı veya salat'dır. İlk ayet örneğinde vermiş olduğum namaz Kuran'da yaşadığın hayat namazını Allah ile beraber olup İstişare yapıp ve her vakit arasında yaşadığın hayatın muhasebesini yapmak ve Allah'a hesap vermektir. 

Nasıl sicili bozulmuş bir kişinin emniyet güçleri tarafından gözlem altında tutulmasa da her gün gelip ben buradayım sizin sandığınız gibi ben suç işlemiyorum deyip de günün belirli saatlerinde imza atıyorsa namaz da aynen öyledir.

Allah Kendisini veli olarak kabul eden kullarını en güzel bilendir. Onların nasıl bir yapıya sahip olduklarını en güzel bir şekilde bilmektedir. Bu Sebeple günde beş vakit diğer dünya işlerinin yanında Allah ile zorunlu bir durum olması dışında kendisiyle kullarının bir araya gelmesini istemektedir. Bu anlatış ve anlayış ilk etapta okuyucuları hayrete düşürebilir. 

Ama kurandan okumak koşulu ile Allah namaza davet etmektedir. Bildiğiniz gibi şura suresinde Allah'ın vahiyle konuştuklarından birisi de gönderilmiş olan peygamberlere indirileni okudukları zaman konuşmuş oluyorlardı.

42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

“veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. “ Ayette geçen bu ifade Allah'ın insanlarla elçi aracılığı ile konuşması oluyor Yani iman eden bir Müslüman namazda ve zamanlarda olsun Kuran'ı veya diğer peygamberlere gelen kitapları orijinal haliyle okuduğu zaman Allah ile konuşuyor demektir. Zaten Müslümanlar namazlarında Kuran'ı okudukları zaman yaşayacak oldukları kuralları hayatı Allah ile konuşup pratik hayatta nerede ne yapılması gerektiği şeyler konuşulmaktadır.

Namaz insanların iman edenleri disiplin altına alarak nefislerinin ona yapacakları kötülüklere karşı korumak için, onu zırhlarla korumak içindir. Bilindiği gibi, İblis devamlı pusuda insanın zayıf anını beklemektedir. Ne zaman zayıf bir anını yaklddığıda, hemen fırlayarak. Yılanların avını yakalamak için saldırdığı gibi insanın üzerine saldırarak avını yakalamaktadır. İşte Hazreti Yusuf peygamberin söylediği çok doğrudur.

12/ 53- "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." 

Elbette takva iktidarını kendisinde kuranlar nefsin iblisin şerrinden Allah'a sığınarak korunurlar. Bu bir başka ifadeyle Vücudun bağışıklık sistemi zayıfladığı zaman dışarıdan gelen mikroplar vücudu kontrol altına alarak onu ölüme doğru götürmesi gibidir. İşte Namaz insanlara Dünya hayatında nerede hangi konumda nasıl davranıp yaşayacaklarına ait çizmiş olduğu hayat projesi ile diğer tehlikelere kötülüklere karşı korumaktadır.

Namaz bir başka deyişle insanların iman edenleri hayata karşı eğiterek onları yaşanan hayatı kolaylaştırmaktadır hantal bir hayattan kurtarmaktadır. Canlı dinamik psikolojik olarak güçlü bir konuma getirerek yaşanan hayatın anlamlı olduğunu kendisine kanıtlamaktadır.

Yine bir taraftan namaz. Bazı İnsanların nefislerine zor gelip de o amelleri işleyenlere kolaylaştırmaktadır.

2/ 110- Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. 

Bu ifadeyle insanların tekrar dönüp de yapmış oldukları yanlış davranışların düzeltme imkânı olmadığı gün gelmezden önce eğiterek dünyada onları büyük hesap gününe karşı hazırlamaktadır. Bir başka deyişle kimsenin kimseye fayda veremeyeceği herkesin hesabını kendisinin göreceği güne karşı hazırlamaktadır.

2/ 48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

Namaz kişilerin her attığı adımın doğru mu yanlış mı olduğunu takip edendir. Yani onun suflörüdür yanlış yaptığı zaman hemen uyarır. Çünkü Aynı insan hem yanlışın hem de doğrunun yanında olamaz ya iman eder hakkın yanında olur, ya da iman etmez şeytanın yanında olur.

33/ 4- Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.

Namaz kıldığının şuurunda olanlar, insanları ve kainatı yaratan Allah'a namaz kılmayı becere bilmişse, Onun yarattıklarından herhangi birini sevgi ve ibadet yönüyle Allah'a denk veya Allah'ın üzerinde bir konuma yerleştiremez. Ona duyduğu sevgiyi saygıyı ve ihtiramı yaratıklardan hiç birine veremez onun dengine veya üstünde bir sevgi veya saygı gösteremez.

Bu sevgi ve saygı bazılarında öyle boyutlara ulaşıyor ki, Bazıları peygamberleri Allah'tan daha çok seviyor bazıları. Âlimlerinden daha çok seviyorlar. Bakınız kuran Hristiyan olanlarda bunun örneğini verirken!

5/ 116- Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen."

İyi niyetler sadece yeterli olmuyor. Peygamberler Allah'ın kulu ve elçisidir. tutarda insan Allah'ın yarattığını Allah'ın konumuna koyarsa zulüm yapmış kelimeleri yerinden oynatmış Allah'ın hakkına tecavüz ederek şirk koşmuş demektir. İşte Allah’ın en çok celallendiği konu kendisinin karşısına hakkı olmadığı halde ilah edindikleri putlardır şirk koşmadır.

Çok sorulan sorulardan birisi de Kuran'da Namazın tarifi ve vakitleri yok. Bunu nereden öğreneceğiz.?

Namaz Kuran'da kişilerin yaşadığı hayatın ve dinin adıdır. İki kısımda ele alınır. Birincisi Kuran'ın orta namaz diye bahsettiği Allah’ın tarif ettiği şekildeki, yaşanan hayat namazıdır. Hayat namazını Kılmayan kişilerin günün belirlenmiş vakitlerindeki kılınması emredilen namazını kılmasının hiç bir anlam ve önemi  yoktur. İşte tarif edilen kurandaki hayat namazı!

2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahdileştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.

İşte Kuran bir kişinin söylediklerinin samimi olup olmadığını, yaşadığı hayatla sorgulanması gerektiğini söylüyor. Eğer Kişi Kendisinin Allah’a ve Allah’tan gönderilmiş olan peygamberler ve kitaplara inanıyorsa, bunu hayatıyla buluşturması gerekmektedir. Yani inancını yaşaması gerekmektedir. İşte asır suresinde dikkat çekilen konu da budur.

103/1- Asra Andolsun;

103/2- Gerçekten insan, ziyandadır.

103/3- Ancak iman edip Salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.

Allah İman eden ve Salih amel işleyenler için bir yol belirlemiş, o yol Kur’anın tarif ettiği yoldur. Ölçü odur terazi odur mizan odur. İnsanlar neleri ne kadar yapabilmişse o Kuran'a uygunluk derecesine göre değere tabi tutulacaktır. İşte hayat namazı budur. İkinci olarak kılınan namaz da yaşanan hayatın Allah’a ait olduğunu belirlemek amacıyla Allah’ın insanlardan istediği benim tespit edebildiğim kadarıyla Peygamber için Altı, Diğer Müslümanlar için de beş vakit şekillenmiş olan namaz vardır.

Daha önce de bahsettiğim gibi bu şekillenmiş olan namazın Allah Katında hüsnü kabul görmesi için düzgün, Allah’ın emir ve yasaklarına uyulan bir hayatın oluşu neticesinde kılınması gerekir. İşte Maun suresinde namazları kabul olunmayacak kişilerin tanımını Şöyle yapmaktadır.

107/1 Dini Yalanlayanı gördün mü.?

107/2-işte yetimi itip kakan3- Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.

107/4- Namaz kılanların vay haline,

107/5-Ki Onlar namazlarında yanılgıdadırlar.

107/6- ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler.”

İşte bu tip insanların Allah katında kılmış oldukları namazlar kabul olmayacaktır.

Önce Namaz Allah’a Kulluk Yapmayı kabul edenlerin başta peygamberler olmak üzere günün tarif edilen belirli vakitlerinde Allah’a Ait yaşanan Hayatın İnsanın kendi kendisi ile hesaplaşarak. Allah’a Bilgi verilmesidir. Yani Yaşanan hayatın o bölümü ile ilgili diliminde yapmış olduğu yanlışlıklardan dolayı özür dileyerek kendisinin, Allah’tan af ve mağfiret dileyerek, doğru yolda yürüyebilmesi için dua etmesidir. Dikkat edildiği zaman insanlar, çok yanılgıda, çok aceleci çok unutkandır. Çünkü Onu Doğru Yoldan engelleyen ve devamlı yanlışa götürmenin hesaplarını yapan iblis ve şeytanla imtihan edilmektedir.

Önce Kuran'da Namazın kaç rekât olduğunu ve namazın kime ve kimin adına kılınması gerektiğini yakalamaya çalıştıktan sonra hangi vakitlerde kılınması gerektiğini bulmaya çalışalım inşallah.

ALLAH’IN KURAN DA TANIMLADIĞI NAMAZ SAVAŞ ANINDA BİR, NORMAL ZAMANLAR DA İKİ REKATTIR.

4/100- Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.

4/101- Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kâfirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır.

4/102- İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da 'korunma araçlarını' ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kâfirler için aşağılatıcı bir azap hazırlamıştır.

4/103- Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru
 kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.”

Şimdi ben buradaki anladığımı, okuyucularla paylaşmak isterken benim söylediğim doğru deyip dayatmak istemiyorum. Eleştiri mutlaka olacaktır. Onları da saygı ile karşıladığımı belirtmek isterim.

Allah Kuran da Ayette belirtildiği gibi bir korku ve savaş namazından bahsetmektedir. Kuran bir konuyu işlerken bir hikâye bir masal gibi anlatmamıştır. Daha öncede verdiğim örnekteki gibi dağın içerisindeki madenleri nasıl inceleme ve tahlil yaparak, ayrıştırıp, ayrı ayrı ortaya çıkıyorsa, Kuran'daki ayetlerin kastettikleri manalarda kuran içerisine serpiştirilmiş vaziyettedir. Onun yorumunu Kuran'ın bütününde aramak lazımdır.

Nisa suresinin yüz ikinci ayetinde, Allah resulüne savaş anında kılınan kısaltılmış bir namazın tatbikatını yaptırıyor. Ve nöbetleşe kılınan namazdan bahsediyor. 

“ Sen içlerinde olup, onlara namazını kıldırdığında, onlardan bir gurup seninle birlikte namaza dursun. Silahlarını (yanlarına) alsın böylece onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar,” 

İşte buraya kadar peygamberin önderliğinde bir gurup Müslümanın kılmış oldukları namaz anlatılmıştır. Secde ifadesi de Kuran'ın diğer ayetlerinde söz edilmektedir. Kılınan peygamberin dışındaki Müslümanların namazı bir rekât olmaktadır. Ayete devam edelim, 

Namazlarını kılmayan diğer gurup seninle birlikte namaz kılsınlar” 

işte burada ikinci gurubun da kıldığı namaz da bir rekâttır. Bu ayetin orijinalinde yok ama birinci gurupta kılınan namazın rekât sayısı ikinci gurupta da verilmeye gerek yoktur. Peygamber iki tane guruba ayrı ayrı birer rekât kıldırmasından dolayı kendisi iki rekât diğer Müslüman cemaatlerde birer rekât kılmış oluyorlar. Bu Hem onlardan peygamberin farklılığını izah ederken hem de bir önderin her konuda önce taşın altına elini koyan kendisi olmalı ki kendisini takip edenlere o yaşam zor gelmesin. Onunla ilgili bir ayet örneği nakledelim.

17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır” İşte bu namaz. Diğer Müslümanların kılmak zorunda olmadığı namazdır.

Yine namazların rekâtları ile ilgili ayeti incelemeye devam edelim. 

Asıl ayette önemli olan ve verilmek istenen mesaj” onlar da 'korunma araçlarını' ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler.

Allah, kâfirlerin   Müslümanların boşluk anını yakalamak için fırsat kolladıklarını onlar hep birden namaz kılarlarsa fırsatı ganimet bilirler ve sizi yenilgiye uğratarak kendi dinlerine çekerler. Veya sizi eziyete uğratırlar uyarısında bulunmaktadır. 

Allah Kendisine inanan ve kul olanlara öyle bir yaşam biçimi öğütlemektedir ki, Normal anda kılınan namazı iki rekât savaş anında kılınan namazı da bir rekâta düşürerek Müslümanların diğer vakitlerini boş durmaksızın eşyanın dilini çözerek küfrün karşısında güçlü onurlu ve dik duruşu göstererek Allah’ın dinini yeryüzüne duyurulmasını istemektedir.

8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.” 

Görüldüğü gibi Namaz esas olarak Allah adına yaşadığının ibadet ve kulluğu Kime yaptığını sembolize etmektir. Yoksa Allah’ın insanların namazına ihtiyacı yoktur. İnsanların namaz kılmaya ihtiyacı vardır. Namaz insanları gerçekten farkında olarak eğer kılınıyorsa kötülüklerden alı koyar.

29/45- Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir.”

Bakınız namaz normal şartlar altında veya güvenliğin oluştuğu zamanlarda tam olarak kılınması gerektiğini emretmektedir.

4/103- Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır”

Daha önce bahsettiğimiz gibi savaş anında veya kâfirlerin kötülük yapma korkusuyla namazın kısaltılması gerektiği vurgulanırken, acaba kısaltılma dört rekâttan bir rekâta mı kısaltılıyor. Yoksa iki rekâttan bir rekâta mı kısaltılıyor.? 

Dikkat edildiği gibi orada peygamber namazı korku anında iki rekât kılıyor. Çünkü bölükler halinde iki cemaat oluşuyor. Diğerleri ise birer rekât kılıyorlar. Ben bu konuda normal şartlar altında namazın iki rekât kılınması, ayetin anlattığına göre daha uygun olur kanaatindeyim. Çünkü şu Anda aramızda peygamber yok. Ama ben dört rekât olarak anlayanlara da saygım vardır.

Yanlışlıklarından dolayı insanlar bütün cehtlerini gösterdikleri zaman sorumlu tutulmayacaklardır. O zaman şu çelişki ortaya çıkmaktadır. Kuran hiçbir zaman şu namazı iki şu vakit namazları dört şu vakit namazı da üç rekât kılacaksınız diye bir emir vermemiştir. Doğru olanı, ya hepsi ikidir ya hepsi üçtür, ya da hepsi dörttür. Farklı farklı rekat sayısı olmaz.

Ama bir gerçek vardır ki, Cuma namazı genelde ittifak halinde, bütün imamlarda veya alimlerde iki rekat olduğu bize mütevatir olarak gelmiştir. Cuma namazının islâmın emirlerinin sansür uygulanmadan kılındığı yerde, öğle namazının yerine geçtiği halde öğle namazı dört rekat Cuma namazı ise iki rekat kılınması çelişki oluşturmaktadır. 

Yani Cuma namazı iki rekâtsa öğle namazı da iki rekat olmalıdır. Öyleyse diğer namazlar da ikişer rekattır. Diyebiliriz Dört kılanlara da neden dört kılıyorsunuz diye yadırgamam. Ama Allah’a ait olan ibadet ve kulluğu saptırarak namaz kılış şeklini bir de başka birilerinin adını kullanarak kılınırsa bu insanları şirke götürür kanaatindeyim Allah korusun.

NAMAZLARIN FARZI SÜNNETİ OLMAZ.

Namazların farzı ve sünneti olmaz. Peygamberler örnek olarak, namazları Allah’a kılarlar. Diğer Müslüman olanlar da Peygamberin Kuran'da tarif ettiği gibi, kıldığı namazı, örnek olarak onlar da Allah’a kılarlar. 

Allah’ın emri vardır, Allah’ın yasakladığı vardır. Peygamberler kendiliğinden bir hüküm koyamaz bir emir veremez onun yaptıkları ve konuştukları Kuran'dandır. Eğer namazın sünneti diye bir namaz kılınıyorsa bu Allah’a şirk olur. Kuran'da iki çeşit ritüel namaz vardır. Birincisi peygamber ve diğer Müslümanların Allah’ın emrettiği vakitleri belirlenmiş olan namaz, diğeri de peygamberlerin farklı olarak kıldığı nafile namazdır.

17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.” Diğer Müslümanlar da kılarlarsa onlarda nafile olarak kılarlar.

Eğer peygamber Sünnet namazı kılıyor idiyse, namaza niyet ederken ne diye niyet ederdi? Niyet ettim öyle namazımın sünnetimi kılmaya mı derdi. Bu anlayış yanlıştır. İşte Yahudilerin ve Hıristiyanların Kendi peygamberlerini ilahlaştırması bu anlamda idi.

9/30/Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emir olunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

Görüldüğü gibi Rab edinmek ilah edinmek demek, Ona olan sevgiyi övgüyü, ihtiramı Allah’a olan sevgi ve ihtiramın önüne geçirmek demektir. Soruyorum size öğle namazı on rekâttır diyorlar. Dördü ilk sünnet dördü farz ikisi de sünneti müekkede diyorlar. Yani dört rekat Allah’a altı rekat peygambere kılınıyor bu çarpık bir paylaştırma değil mi.?

6/136- O'nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: "Bu Allah'ındır, bu da ortaklarımızındır" dediler. Kendi ortakları için olan (pay), Allah tarafına geçmez, ama Allah'a ait olan kendi ortaklarının tarafına (payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar?

6/137- Yine bunun gibi onların ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdiler. Hem onları helake düşürmek, hem kendi aleyhlerinde dinlerini karmakarışık kılmak için. Allah dileseydi bunu yapmazlardı; sen onları ve düzmekte oldukları iftiraları bırak.

6/138- Ve kendi zanlarınca dediler ki: "Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır. Onları bizim dilediklerimiz dışında başkası yiyemez. (Şu) Hayvanların da sırtları haram kılınmıştır." Öyle hayvanlar vardır ki, -O'na iftira etmek suretiyle- üzerlerinde Allah'ın ismini anmazlar. Yalan yere iftira düzmekte olduklarından dolayı O, cezalarını verecektir.

6/139- Bir de dediler ki: "Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim erkeklerimize aittir, eşlerimize ise haramdır. Eğer o, ölü doğarsa onlar da bunda ortaktırlar." Allah, (bu) düzmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, hüküm sahibi olandır, bilendir.

6/140- Çocuklarını hiçbir bilgiye dayanmaksızın akılsızca öldürenler ile Allah'a karşı yalan yere iftira düzüp Allah'ın kendilerine rızkı olarak verdiklerini haram kılanlar elbette hüsrana uğramışlardır. Onlar, gerçekten şaşırıp sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır.

Bu Ayetlere baktığımız ve incelediğimiz zaman da Hıristiyan ve Yahudilerin kendi peygamberlerini, ilahlaştırmasıyla, müslümanım diyenlerin peygamberini ilahlaştırması arasında ne fark vardır.? Bunları inşallah ilerde detayı ile inceleyeceğiz.

Öyleyse Namazın sünneti diye namaza niyet edilmez. Peygamberde namazı Allah’a kılar. Diğer iman edenler de peygamberin kıldığı gibi Allah’a namazı hangi vakide ait kılacaksa o vakidin ismini anarak Allah için namaz kılmaya diye niyet eder iki rekât kılar ve yeryüzünde rızkını arayarak. Eşyanın esrarını çözer durmadan çalışır küfre karşı yenik düşmemenin yollarını arar.

4/103- Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.

Namazda, Dönülmesi gereken yön, hangi namazı kılacaksa o namaza niyet Kıyam , kıraat, Rüku, sücut yani secde vardır. Kıraat kurandan kolay geleni okumaktır. Diğer namazda yapılanlar teferruattır. Ellerinin bağlı mı olacağı salgın mı olacağı oturduğu zaman ne kadar oturacağı bunlar namazın aslı ile alakası olmayan şeylerdir kişilerin tercihidir.

KURANDA BAHSEDİLEN NAMAZ VAKİTLERİ

Kuranda her örnekten bir örnek verdik hiçbir eksik bırakmadık derken Allah nasıl namazın rekatlarını belirtmişse namazın vakitlerini de belirlemiştir. Bu vakitleri Ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

SABAH NAMAZI.: 

50/39- Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Hamd ile tespih et.
Sabah namazı, gecenin bitişi ile başlar, ve güneşin doğuşuna kadar devam eder Gecenin bitişini de kuran başka bir ayette şöyle izah eder.

2/187- Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tövbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.

Ayette izah edildiği gibi, Oruç tutmaya başlanılan gece ile gündüzün birbirinden ayırt edildiği, beyaz iplikle siyah iplik ifadesiyle, sanatsal bir üslupla anlatılan bölümdür. Bunun saatini bu konunun uzmanlarına bırakalım. Demek ki sabah namazı beyaz iplikle siyah ipliğin biri birinden ayrıldığı zamandan başlayıp, Güneş doğuncaya kadar devam eden bölümüdür.


ÖĞLE NAMAZI: 

24/58- Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

20/130- Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini Hamd ile tespih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.

24/58 De bahsedilen açık olarak öğle diye bahsetmektedir. 20/130 da ise gündüzün uçlarında diye bahsedilen öğle namazıdır. Aslında bu ayette akşam namazı hariç bütün vakitleri kapsamaktadır. Güneşin doğuşundan önce kılınan sabah, batışından önce kılınan ikindi, gecenin bir bölümü yatsı namazıdır.

30/18-Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleyeerdiğiniz vakit de.

İKİNDİ NAMAZI.:

Yine Aynı ayeti örnek olarak verebiliriz, 

20/.130- Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini Hamd ile tespih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tespihte bulun ki hoşnut olabilesin.

Batışından önce kılınan namaz ikindi namazıdır.

AKŞAM NAMAZI: 

30/17- Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin).

30/18- Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de.”

YATSI NAMAZI:

50/40- Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et.

20/130- Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.”

SADECE PEYGAMBERE HAS NAFİLE NAMAZI.:

17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.”

İşte kurandan verdiğim ayet örnekleri bunlardır. İsterseniz namaz vakitleriyle ilgili karmaşık olarak ayetleri vereyim hangi ayette hangi namaz vardır onun kararını siz verin.

17/78- Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kur'an'ı, işte o, şahid olunandır.

17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.

24/58- Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

30/17- Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin).

30/18- Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de.

50/”39- Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et.

50/40- Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et.
Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN ANAMUR




Gönderen Ali Rıza Borazan zaman: 01:13 0 yorum