RAHMAN VE RAHİM OLAN
ALLAH’IN ADIYLA!
CİN: Günümüze kadar gerek ehli kitap
toplumlarda gerekse İslam toplumlarında beş duyularla algılanamayan görünmez
varlıklar olarak tanımlanmış ve algılanmıştır.
Çevreye
ve kâinata baktığımızda görebildiğimiz ve göremediğimiz varlıklar Bu gün
materyalizmin kabul etmediği ruh kavramı görülmediği halde olmadığını söylemek
kendisini inkâr etmek demektir. Göremediğimiz
bazı varlıkları kabul etmesek de onlar var oluşlarıyla var oldukları yerde ses
getirmektedirler. Rüzgârı göremiyoruz ama binlerce ton ağırlığındaki bulutları
gemileri sürüklemekte denizlerde metrelerce yükseklikte dalgalar oluşturmakta
koca ağaçları koca binaları devirmektedir.
Eğer
insan can ruh beden ve kemiklerden değil de sadece maddesel olarak bir kemik ve
et yığını olmuş olsaydı Şiddetli bir korku şok geçirecek bir haber sıkıntı ve
stres karşısında değişikliğe uğramazdı. İnsan ani olarak en sevdiklerinden
birisinin ölüşü veya iflas ederek ticaret hayatında malını mülkünü ne varsa
kaybetmesi onun fiziki yapısında birçok tahribatlar yaptığını görmekteyiz.
Ülser kanser şeker kalp ve birçok rahatsızlıklar insanı yakalamaktadır.
Sevinme
üzülme ağlama gülme hissetme algılama duygulanma âşık olma olguları insanlarda
var olagelen olgulardır. Öyleyse insanın temel olarak iki yönü bulunmaktadır.
Birisi ruhsal, psikolojik yönü diğeri ise bedensel yönüdür. Bu gün Tıp deyince
sadece insanın bedensel yönü ile ilgili hastalıkların tedavisi değil aynı
zamanda ruhsal hastalıkların da tedavisi yapılmaktadır. Sağlıklı insan bedensel
ve ruhsal yönden sağlıklı olan insandır.
Kâinatın
bizim görebildiğimiz maddesel bir eni bir boyu bir yüksekliği bir hacmi bir
ağırlığı olduğu gibi bir de göremediğimiz anlayamadığımız bir şekilde her bir
varlığın kendilerine özgü sistematik bir şekilde görev yaptıklarını görüyoruz.
Hayvanların ve insanları acıktıkları zaman yemeleri susadıkları zaman su
içmeleri ve doğal seyri içerisinde sadece ihtiyaçları kadar yiyip içmeleri her
şeyin bir ölçüyle olduğunu bize öğretmektedir.
Dünya
üzerinde aynı cinste olan hayvanlar ve bitkiler dünya üzerinde binlerce
kilometre uzaklarda olsalar bile aynı şeyleri üretmeleri her halde düşünen
aklını kullanan insanlara bir şeyi hatırlatması gerekir. Yerlerde ve göklerdeki
bu düzen bu ölçü kendiliğinden olacak bir şey değildir. Bu Ancak yerleri ve
gökleri yaratan bir varlığın kurduğu bir düzendir. Demekten kendimizi
alamıyoruz.
Kâinatta
yaratılmış olan temel olarak iki varlık vardır. Birisi halife olan insanlar
diğeri de halife olan insanlara secde etmek için yaratılan diğer varlıklardır.
Biz kâinata yaratılan her bir varlığın muazzam bir düzen içerisinde dizayn
edildiğini gönderilen nebiler ve kitaplar olmasa da izleyebiliyoruz. Yaratılmış olan her bir varlığın
kendisine kotlanmış olan bilgilere ulaşabildiğimiz zaman onların konuşma dilini
öğreniyoruz. Ve onlara yönelip dünya hayatında işlerimizi kolaylaştıracak bir
takım kurabildiğimiz ilgi kadar onlardan yararlanabiliyoruz.
İşte
insanların dışında insanların mana ve fiziki yapıları da dâhil olmak üzere
bütün varlıkların melekler olduğuna şahit olmaktayız. Şimdi bu genel bir bakış
açısını anlattıktan sonra, Yerleri ve gökleri yaratan Allah nasıl onlara bir
ölçü ve düzen koymuşsa, yeryüzünde halife olarak yarattığı insanlara dünya hayatında
nasıl yaşaması gerektiğinin bir projesini kuran gelinceye kadar nebilerle
dileyen her kavme ulaştırmıştır. Artık her örnekten bir örnek verildiği hiçbir
eksiğin bırakılmadığı ve insanlar tarafından yazılarak belgelendiği bir
taraftan da ezberlenerek korunduğu dileyenler için bir rehber bir hayat projesi
kuran ortada beklemektedir.
Şimdi
Kuran’dan ve sadece beyin antenlerinin açık olarak gelen bilgilere karşı
duyarlı olanların algılayabileceği bir din anlayışından bahsedeceğim. Bu
söylediklerimi ne deist ateist olanlar ne de asırlarca Allah’ın kitabından
olmayan din anlayışına sahip olan bağımlılıktan kendilerin, arındıramayan ehli
kitap anlayışında olanlar bunu kavrayamazlar.
2/30-
Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim"
demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis
ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var
edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben
bilirim" dedi.
Cin
konusuna geçmeden önce Kuranın anlaşılması konusundaki bazı hususlara dikkat
çekmek istiyorum. Kuranı düzgün bir şekilde anlayabilmek için, önce kuranda
kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğini, Kuranın dışına çıkarak sözlüklerden
lehçelerden değil. Kuranın içerisinde kurandan öğrenmek gerekir.
Asıl
İslam toplumunun kuranı doğru algılayamamasındaki temel engellerden birini bu
oluşturmaktadır. Kuranda hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine
kullanılmamıştır. Bu ifadeye özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bu kuranın
mucizelerinden biridir. Ama bir kelime farklı cümlelerde farklı ayetlerde
kullanılarak kullanıldığı cümleye ve ayete değişik bir boyut kazandırmıştır.
Mesela,
Ruh kelimesini nebiler için kullanmış insanı farklı bir boyuta taşıyarak
Allahın söylediğini söyleyen yaşa dediğini yaşayan bir konuma getirmiştir. Ruh
kelimesini insanda kullanmış insan iki boyutlu bir varlık haline dönüşmüştür.
Ruh kelimesini gönderilen kitaplar için kullanılmış insanlar için doğru yolda
gidebilmenin yöntemlerini orada anlatılmıştır. Daha örnekleri çoğaltabiliriz.
Aynen
eşyanın yapısında da bunları görmekteyiz. Suyun içerisine şekeri koyduğumuz
zaman su asıl özelliğinden farklılaşarak şekerli su olmaktadır. Ama insanlar
tadına bakmadan laboratuar ortamında incelemeden farkına varamaz. Kuranda geçen
kelime kullanılan ayette ve konularda anlamlaşır.
Kuranda
kullanılan cin kelimesinin kuran içerisinde ön yargısız ve objektif bir şekilde
gelenek görenek anlayışımızdan kendimizi arındırarak sadece kurandan cin
kelimesini incelediğimiz zaman bu güne kadar bizi nasıl yanılttıklarını
göreceğiz.
Kuran
meallerinde yapılan büyük yanlışlardan birisi de Mütercimlerin kendi
anlayışlarını tercümelere ve meallere yansıtmalarıdır. İşte cin kelimesi de bu
yanlış bilginin orijinal kuranda geçmediği halde oraya cin kelimesini yerleştirmeleridir.
Şimdi cin kavramının bu gün insanlar tarafından yanlış anlaşıldığını yapılan
ana çatıyı oluşturan ayetlerin hem Arapça orijinal kuran metnini hem Türkçe
okunuşunu hem de tercüme edilişlerini ayrı ayrı aktararak cin kavramındaki
yapılan yanlışlıkları ve anlayışları gözler önüne sereceğim inşallah.
KURANDA
ANLATILAN CİN!
51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet
etsinler diye yarattım.
Şimdi de insanları yanıltan başka bir ayette yaratılış biçiminden
bahsederken ayette cin kelimesi
geçmediği halde yuvarlak laflarla
cinlerin dumansız ateşten yaratıldığını söylemektedirler.
Bir de o ayetlerin hem Arapça hem Türkçe hem de
tercümesini aktararak ne kadar yanlış anlayışlar ortaya çıktığını göreceksiniz
55/15-
Cann'ı (cinni) da 'yalın-dumansız bir ateşten' yarattı.
Başka
bir sureden başka bir örnek daha verelim.
15/27-
Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.
Cinlerin
yaratılış şekli ile ilgili dumansız ateş veya ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet geçmediği halde can’nı
kelimsi cinin çoğuludur diyerek ayetlerin kastettiği anlam bozularak başka bir
mecraya çekilmiş veya çekilmeye çalışılmıştır. Bakınız kuranın cinlerin çoğulu
olarak kullandığı bir ayeti de örnek olarak vermeye çalışalım gerçekten canı
kelimesinin cininin çoğulu olarak kullanıp kullanılmadığını görelim.
34/14-
Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara,
asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere
yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı
böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Yukarıda ayetin hem Arapça orijinal metininde, hem
Türkçe ayetin okunuşunda hem de tercümede cinler kelimesini cinlerin çoğulu
diye tanımladıkları canı kelimesini kullanırdı. Fakat burada da” lcinnu” Kelimesi
kullanmıştır.
Öyleyse Can kelimesi ile cin kelimesini birbirinden
ayırarak canın cin ile bir alakası olmadığının bilinmesi gerekir.
Can: insanların ve bütün hayvanların ve bitkilerin
ayakta durmasını diri olmasını sağlayan canlıların özelliklerinden biridir.
Kelime üzerinde de geçtiği gibi “canlı” Diri olan hayat süren ölü olmayan
demektir. Kuran canın yaratılışının dumansız ateşten kavurucu ateşten
yaratıldığını bize anlatmaktadır.
15/ 26- Andolsun, insanı kuru bir çamurdan,
şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
15/27- Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden
kavurucu' ateşten yaratmıştık.
İnsanların etle kemik dediğimiz elleriyle
kollarıyla bütün organlarıyla yaratılan kısmı topraktan ve ona enerji veren onu
diri tutan yaşamasının kaynağı olan canı da dumansız ve ya kavurucu ateşten
yaratıldığını ifade etmektedir.
Can kelimesinin ne olduğu hakkında bir şeyler
öğrendik peki Cin nedir? Sorusunun karşılığını kurandan bulmaya ait olduğu yere
yerleştirmeye çalışalım
CİN: Şimdi cin kelimesinin ne olduğunu anlayabilmek
için kuranın bütünlüğü içerisinde ayetler arasında dolaşarak hiçbir kelime ve
ayettin yerine tecavüz etmeden ait olduğu yere koymaya çalışalım.
Kâinatta temel olarak yaratılmış olan
yaratılış bakımından birbirlerinden tamamen farklı iki varlık vardır. Birisi
halife olan ve her iki yola gitme eğilimli ve aynı zamanda hangi yola gidecekse
o yolda kedi istediği istikamette yolları açılan ve malzemeleri verilen seçme
hakkı sadece kendisine ait olan âdemoğlu şemsiyesi altında tanımlanan ibadet ve
kullukla sorumlu olan insanlardır.
Diğeri ise insanların dışında insanların
istediği yolda istediği istikamette yürüdükleri zaman onlara hizmet eden
melekler vardır. Yerlerde ve göklerde canlı ve cansız ne varsa Allah’a secde
ettikleri gibi aynı zamanda insanlara da secde etmektedirler.
31/ 20- Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah,
göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin
üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan
öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı
bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.
İşte kuranda geçen melekleri hepsinin secde
edip iblisin secde etmemesini Allah bununla açıklamaktadır.
2/ 34- Ve meleklere: "Âdem’e secde
edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve
kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
Okuyucular hemen burada itiraz ederek
meleklerin ve insanların dışında bir varlık olmadığını söylemiştin bu iblis
nerden çıktı diye itiraz edecekler. Durun hemen bu iblisi burada tanımlamazsak
siz rahat edemezsiniz onu biliyorum ve sizi meraklandırmıyorum.
İBLİS: İnsanın öz yapısında var olan ve
insanlardan insanlara miras olarak aktarılan insanların meleklerden ayrılmasına
neden olan ve insanları sadece ve sadece yanlış yola gitmeyi teklif sunmakla
diğer meleklerden ayrılmaktadır. Kuran diğer meleklerin tanımını insan yollardan
hangisine giderse gitsin gitmiş olduğu yolda hizmetkârı olan varlıklar olarak
tanımlarken ibliste bu farklılık insanın asıl yaratılış gayesinin Allah'a ibadet
ve kulluk için yaratıldığı halde insanı bu kulluk bilincine karşı isyan
bilincine doğru gidişinin teklifini sunmasıyla yabancılaşmaktadır. Bu anlam da
cinler gibi insan yaratılışına uygun olmayan bir yaşam biçimine insanları
sürüklemek istemesiyle cin konumuna düşmektedir.
18/ 50- Hani meleklere: "Âdem’e secde
edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O
cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni
bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin
düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
İblis meleklerden görev bakımından ince
ayırımla farklılaşarak, insanları sadece saptırmakla görevli bir melek olması
ile denenmenin asıl nüvesini oluşturmaktadır. İlerde ayetler ortaya konuldukça
insan yaratılışının gayesine uygun davranış sergileyemeyen insanların
cinleştiği gibi, iblis de melek davranışlarından yabancılaşmakla cinle eşdeğer
bir konumda olduğu anlatılmak istemektedir.
İblis insanların ilk yaratılışıyla başlayan
serüveni insanların son oluşuna kadar devam etmesiyle insanlardan insanlara
aktarılan bir miras olgusunun geçişi sebebiyle kuranda lisanı halini anlatarak
kıyamete kadar süre tanınmasından söz edilmektedir. Kuranda lisanı haliyle
konuşturulan bir bölümü ders almamız açısından buraya aktarmak istiyorum.
7/ 11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size
suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Âdem’e secde edin"
dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
7/12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde,
seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan
hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
7/13- (Allah:) "Öyleyse oradan in, orda
büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük
düşenlerdensin."
7/14- O da: "(İnsanların) dirilecekleri
güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.
7/15- (Allah:) "Sen
gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.
7/16- Dedi ki: "Madem öyle, beni
azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru
yolunda (pusu kurup) oturacağım."
7/17- "Sonra muhakkak önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici
bulmayacaksın."
7/18- (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış
ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi
sizlerle dolduracağım."
Yukarıda iblis ve Adem'in yaratılışı ile ilgili
Bir konu içerisinde iblisin yaratılışı ve misyonu hakkında kurandan bir konu
aktardık. İblisin görevi
kıyametin sonuna kadar devam edecek peki iblis canlı bir varlık mı ki insanları
kandırıyor? Veya kıyamete kadar yaşama hakkı alıyor? Bu nasıl canlı bir varlık
ki insanoğlu var oluşla başlıyor? İnsanoğlunun ömrünün sonuna kadar bu devam
etmektir.
Dikkat edilirse kuranda her Adem'in yaratılışından
bahsederken yanında iblis ile beraber anılmaktadır. Çünkü iblis olgusu insanın
yaratılışıyla beraber ortaya çıkmıştır. İnsan yok iken iblis de yoktu. Ne zaman
insan var oldu, iblis anılmaya başladı işte iblis insanın iki eğilimli oluşunun
fısk ve fücur yönünü temsil etmektedir. İblisin teklifi insanlardan kalksa
insanlar da tek yönlü melekler konumunda olurlar ve denenme cennet cehennem
diye bir olgu da olmayacaktı.
7/20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen
çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki:
"Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız
veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
Meleklerde yasak ağaç serbest ağaç olgusu yoktur.
Yasak ağacın serbest ağacın kendisi zaten bir melektir. Ama âdemin daha
evsafları oluşmadan iblis ve takva duygusunun yerleşmedeki hali cennet ne zaman
bu olgular oluştu artık âdem ve eşi dünya sahnesinde aktör ve aktirist olarak
yerlerini almışlardır.
Artık âdem insan konumuna girmiştir. Hem suç
işlemeye hem de işlediği suçlardan dolayı tövbe etmeye eğilimli bir varlık
karşımıza çıkmaktadır. İblis artık kendisine aktif bir halde oynayabilecek
malzeme çıkmış ve âdem ve eşine vesvese vermeye başlamıştır. Ey âdem ve eşi
Allah size bu ağacı neden yasak etti biliyor-musun? Çünkü siz insansınız da
ondan eğer siz melek olsaydınız yasak ve sevap diye bir seçenek olmayacaktı.
Ama siz insansınız hem günah işlemeye eğiliminiz var hem de günah işlememeye
eğiliminiz var. Bu sebeple siz meleklerden ayrılıp dünya hayatında imtihana
tabi tutuluyorsunuz.,
Ama ben sizi dünya hayatında önünüzden
arkanızdan sağınızdan solunuzdan geleceğim sizi saptırmak için doğru yolun
ortasına oturup kandıracağım. Ve sizlerden kendime kul köle edeceğim.. İşte
iblis böyle bir görev yüklenmekle insanların sapma eğilimindeki dürtülerini
vererek onu sapmaya doğru çekmek istemekle görevli bir melektir.
Diğer taraftan İblisin tam düşmanı olan ve
insanı iblis kötülüğe teşvik için her vesvese verişinde insanı uyaran bir de
takva meleği vardır. Takva derki Ey insan sakın ola ki bu iblisin sözlerini
dinleme bak iblis asla sana hayırlı bir teklifte bulunmaz. Bak sen seni yaratan
ve onun gönderdiği nebiler ve elçiler senin dünya hayatında nasıl nerde yürümen
gerektiğini sana sunmaktadır.
Sakın ola ki iblisin teklifi sonucu Allah'ın sana
haram ettiği şeylere yaklaşma yoksa hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında
başına gelecek belalara karşı ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazsın der.
İşte bu iki olgu ilk insandan son insanlara kadar böyle devam edip gidecek bu
da bir taraftan iblisin devamlı insan var oldukça var olgusunun sürmesi onun
kıyametin sonuna kadar izin olgusunu oluşturmaktadır.
İblisin ilkeleri insanlarda yerleştikçe o bir
yaşam iksiri haline dönüştükçe artık o misyon şeytan olmakta onu kendilerinde
ideoloji haline getirenler de şeytanlaşmakta ve şeytan ismini almaktadırlar.
Nasıl dünya üzerindeki ideolojiler insanlar tarafından kendi uydurdukları yaşam
biçimleri izim haline gelerek onları insanlar rapleştiriyorlarsa iblisin
koyduğu ilkeler de eğer insanlarda ilkeleştirilirse onlar da izim haline
gelirler.
ŞEYTAN: İblisin insanlara her yönden İnsanları
Allahın rabliğinden ayırarak kendisinin rabliği altında insanların yaşam
biçimlerini ideolojileştirerek o ilkeler doğrultusunda yaşayanların adıdır. Bir
başka deyişle iblis insana atılan kurşunu tetikleyicisi şeytan da kurşun ve
insanı yaralaması ve öldürmesidir. Her insanda iblis var ama her insan iblisin
sözünü dinlemez İblisin sözünü dinleyenler ve o söz şeytanlaşmaktadır. Kurandan
bir örnek verelim.
2/13- Ve (yine) kendilerine: "İnsanların
iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların
iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl
düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler.
2/14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman:
"İman ettik" derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler
ki: Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz."
2/15- (Asıl) Allah onlarla alay eder ve
taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır.
“. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise,
derler ki: Şüphesiz, sizinle beraberiz“
Şeytan insanlardan ayrı bir varlık değil.
Şeytan iblisin vesveselerini ilkeleştiren bir misyon bir ideoloji haline
getiren insanların adıdır.
Kuranda geçen kıssaların, olayların, konuların
düzgün günümüz çağında doğru anlaşılabilmesi için O günkü çağda yer alan figür ve
figüranları günümüz çağına da koyduğumuz zaman kopukluk olmaması gerekir.
Süresi gelen ve dolan her insan ve insan toplulukları belirli bir dönem
içerisinde bulunmuş olduğu çağın koşulları içerisinde denenip her kadın ve
erkek belirli bir süreç içerisinde yaşadıktan sonra ölüyor ve bu olgu kıyametin
sonuna kadar devam edecektir. Eski dönemlerde insanlar kendilerine silah olarak
sivriltilmiş taşlar olarak kullanırken şimdi ise misket bombaları fosfor
bombaları uçaklar füzeler kullanmakta ilerde de bu silah başka bir boyuta
taşınarak devam edip gidecektir.
İnsanlar aynı insan düşmanlar aynı düşman
dostlar aynı dost değişen bir şey yok.
Âdem ve eşinde insanların denenmesi yasak ağaç
ve helal ağaç serüveni ile başlamış, her kavimde bu anlatış biçimi değişik örneklerle
devam emiştir. Kurandan bu konu ile birkaç örnek verelim.
CUMARTESİ YASAĞI:
7/163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n
uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi
aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara
açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında'
ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan
ediyorduk.
Burada Verdiğim örnekleri uzun uzun
anlatmayacağım kısacık ayet örneklerinde yasak ağaçların çeşitlerini vurgulamak
için değinip geçeceğim. Bu ayette Yahudilerin Hazreti Musa peygamberin
getirdikleri helal ve haram ilkesine uydukları zaman Allah hem dünya hayatında
hem de ahiret hayatında nimetleri yağdırmaktadır. İşte balık sembol olarak
burada nimeti temsil etmektedir.
LUT’UN KIZLARI
11/78- Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar
daha önceden kötülükler işlemekteydiler. "Ey kavmim" dedi. "İşte
benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık Allah'tan korkun ve beni
misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan (reşid) bir
adam yok mu?"
Kuranda geçen bu olay da Lut kavminin Allahın
lt peygamber aracılığı ile gönderdiği kurallara uymadıklarını kızlarım ifadesini kullanırken onların
Allahın yarattıkları temiz ve güzel olan şeyleri yapmaları gerektiğini haram ve
kötü olan şeylerden uzaklaşmalarını istediği halde onların kötü yolu tercih
ettiklerini anlatmaktadır. Yoksa lut peygamber lut kavinin azgınlarına
kızlarını peşkeş çekecek hali yoktur.
IRMAKLA DENEME
2/249- Talut, orduyla birlikte ayrıldığında
dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan
içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç- onu
tadmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle
beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün
bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman)
Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük
topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir; Allah
sabredenlerle beraberdir."
Burada halkın ırmakla denenmesini Allah’ın
koyduğu kural ve prensiplere göre halkın yaşayıp yaşamadığının denenmesidir. Allah haram ve helal olanları bildirir
şiddetli bir sıkıntı içerisine düşenler o haram olanlardan ancak o hali
giderecek kadar o haramlara el uzatırlar onları da kuran değişik ayetlerde
açıklamıştır.
Daha örnekleri çoğalta biliriz ama anlatmak
istediğini anladık sanırım. Her dönem ve her çağda insanlar değişik nimetlerle
denenmektedir. Önemli olanın Allah'ın gönderdiği ve kitaplar ölçüsünde yürümek
yol almaktır.
Bu gün de çağımızın ırmağı çağımızın cumartesi
yasağı, çağımızın kızları ideolojiler, lüks hayatlar kadınlar bankalar
tefeciler açlara yoksullara olan duyarsızdırlar. İflas edenlere karşı olan
duyarsızlıklar hep diğer insanların denenme alanları içerisinde yer almaktadır.
Bir taraftan Çöp bidonlarından ekmek toplayan,
bir taraftan doğurduğu çocuğa mama içiremediği için, ölen bir taraftan yakacak
ısınacak evi ve odunu olmadığı için sokaklarda köprü altında kışı geçirerek
soğuktan donup ölen insanlar vardır. Bir tarafta parasızlıktan elektrik
faturasını ödeyemediği için elektrikleri kesilen insanlar olurken aynı
toplumlarda paralarının hesabını bilmeyen bir öğle yemeği için bir ülkeden bir
ülkeye uçakla zevkini gideren bunu da gururlana gururlana anlatan insanlar
oluşturmaktadır.
İşte bunlar cumartesi yasağını çiğneyenlerdir.
Allahın verdiği emanet olarak nimetleri heba edip fakirin dulun yetimin hakkını
yiyenlerdir. İşte dünya şu anda bu çağın hastalığını yaşamaktadır.
Cin ile ilgili konumuzu âdem iblis melek
şeytan yasak ağaç helal ağaç derken epeyi uzattık. Bunları da anlamazsak bunlar
içerisine gizlenmiş olan cini çıkarıp aydınlatmak mümkün olmayacaktır. Kuranda
geçen diğer bilinen kelimeleri çıkardığımız zaman bilinmeyenler arasında
onların ne anlama geldiği konusunda anlama şansımız yükselmektedir.
KURANDA
TANIMLANAN CİN
Şimdi kuranda tanımlanan cini cin ile ve onun
anlaşılma konusunda destek veren ayetleri buraya aktararak ne anlama geldiğini
anlamaya çalışalım.
7/179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve
insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla
kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla
işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar
gafil olanlardır.
Kuranın dışında yapılan cin tanımlamalarına
ayette bahsedilen anlatım sizce uyuyor mu? Cin, Beş duyularla algılanamayan
varlıklar olduğu halde Cinlerin beş duyularını sayarak cin tabirini tanımlıyor.
Beş duyularla algılanamayan bir varlık nasıl olur da kalbi gözü kulağı olur?
Devam edelim.
34/12- Süleyman için de, sabah gidişi bir ay,
akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik); erimiş bakır
madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir
kısım cinler vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona
çılgın ateşin azabından tattırırdık.
34/13-Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller,
havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı.
"Ey Davut ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır.
34/14- Böylece onun (Süleyman’ın) ölümüne
karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç
kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya
çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap
içinde kalıp-yaşamazlardı.
Ayetlerden cinlerin dumansız ateşten veya
kavurucu ateşten yaratılmadığını anladık, ayrıca onların kulakları gözleri
olduğunu da öğrendik. O zaman
Süleyman peygamberin uhdesinde çalışan cinler insanın yabancılaşmış rabbbin yolundan ayrılmış insanlardır. Asıl insan yaratılırken Allah'ın rabliğini kabul ettiklerini Allah'a
söz vermişlerdi bunlar kendilerine Allah'tan başka rabler edinmeleri nedeniyle
insanların yaratılış gayesinin dışına çıkarak ahiretlerini bozmuşlar bir kısım insanları
ilahlaştırmışlardır.
72/12- "Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde
asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de O�nu hiçbir şekilde aciz
bırakamayacağımızı anladık."
2/13- "Elbette biz, o yol gösterici
(Kuran’ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne
(ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından."
Cin suresinde ve ahkaf suresinde kuran cinler
hakkında geniş bilgi vermektedir. Önce şunu kavramak gerekiyor. Cinler dünya
üzerinde son derece ilim ve teknolojide ilerlemiş insanlar olduğu anlaşılıyor
nitekim ayette anlatılan şu ifade onu göstermektedir.
72/8- "Doğrusu biz göğü yokladık; fakat
onu güçlü koruyucular ve şahaplarla kaplı (doldurulmuş) bulduk."
Yani insanlar yerleri ve gökleri inceledikleri
zaman muazzam bir uyumluluk olduğu gözlenmektedir. Ne kainatta bir çelişki ve
çarpıklık var ne de göndermiş olduğu kuranda bir çelişki var bunu izleyen
yabancılaşmış olan insanlar bir başka ifadeyle cinler kuranda o hakikatleri
görünce teslim olup Müslüman olduklarını ilan etmektedirler.
67/3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum
(mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın
yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk� (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü)
çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir.
İlimde derinleşenler ancak kainattaki çeliş kisizliği yakalayabilirler. Bir taraftan da kurandaki çelişki sizliğin farkına varmışlardır.
4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar
mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok
aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Bir başka ifadeyle eğer kâfirlerin söylediği
gibi nebilerin kendi yaratılışlarının dışında yaratılmış olan varlıklardan
peygamber olmalarına karşılık Allah'ın onlara verdiği şu cevap çok manidardır.
6/7- Biz kitabı üzerine yazılı bir kâğıtta
göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkâr edenler, tartışmasız:
"Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" derler.
6/8- Ve derler ki: "Ona bir melek
indirilmeli değil miydi?" Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş
bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı.
6/9- Onu eğer bir melek kılsaydık, elbette
erkek (suretinde bir melek) kılardık ve mutlaka katmakta oldukları (şüpheleri)
yine katardık.
17/95- De ki: "Eğer yeryüzünde (insan
değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi
olarak elbette melek gönderirdik."
Görüldüğü gibi kâfirler kendilerine melekten
bir peygamber istemelerine karşın Allah böyle bir onlara yanıt veriyor. Eğer
siz insan değil de melek olsaydınız size sizin cinsinizden size vahiy
ulaştıracak meleklerden elçiler gönderirdik ama siz insansınız sizin gibi
acıkan çarşı pazarlarda dolaşan üzülen sevinen ağlayan gülen bir insandan bir
peygamber size gönderdik ifadesi kullanılmaktadır.
Şimdi eğer, cinler insan değil de beş
duyularla algılanamayan varlıklar olmuş olsaydı. Kâfirlerin melekten bir
peygamber istemelerine karşı onlara
siz insansınız size insandan bir peygamber gönderdik cevabını Allah cinlere
gelince değiştiriyor mu? Neden cinler kendileri eğer insan değil de dumansız
ateşten yaratılmış bir varlıktan peygamber değil de insandan bir peygamber
onlara vahiy anlatmaktadır.
46/29- Hani cinlerden birkaçını, Kuran
dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman,
dediler ki: "Kulak verin;" sonra bitirilince kendi kavimlerine
uyarıcılar olarak döndüler.
46/30- Dediler ki: "Ey kavmimiz,
gerçekten biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir
Kitap dinledik; hakka ve doğru olan yola yöneltip-iletmektedir."
46/31- "Ey kavmimiz, Allah'a davet edene
icabet edin ve Ona iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi
acı bir azaptan korusun."
46/32- "Kim Allah'a davet edene icabet
etmezse, artık o, yeryüzünde (Allah'ı aciz bırakacak değildir ve onun O'ndan
başka) velileri yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler."
Bu ayetlere göre ve bundan önce insan olanlara insandan
bir peygamber kuralı içerisinde ya cinler insanların dünyayı tabulaştırarak yaşam
biçimlerine göre kuranın tanımladığı rabbani yoldan sapan insandır. Ya da
cinlerin gelip kuran dinledikleri Muhammet cin kılığına girerek onlara vahiy
anlatmaktadır. Veya cinlere yine kendi cinslerinden görülmeyen bir varlıklardan
bir peygamber gelmesidir.
6/128- Onların tümünü toplayacağı gün: "Ey
cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz"
(diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: "Rabbimiz, kimimiz
kimimizden yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık."
(Allah) Diyecek ki: "Allah'ın dilediği dışta olmak üzere, ateş sizin
içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir." Şüphesiz Rabbin, hüküm
ve hikmet sahibi olandır, bilendir.
6/129- Böylece Biz, kazandıkları dolayısıyla
zalimlerin bir kısmını bir kısmının başına geçiririz.
6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden
size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi
uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şahadet
ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına
dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler.
Görüldüğü gibi cinlere de elçiler ve
uyarıcılar geliyormuş. Demek ki onlar da birer insandan sapma varlıklardır.
Peki biz kendi kafamıza göre onların insan dışında bir varlık olduğunu mu
söyleyelim. Eğer ayette geçen insan ve cin kelimesinin kullanılması sizi
şaşırtıyorsa kuranda başka ayetlerde insan ve insan
olduğunu herkes bildiği ve tartışmadığı halde neden onların insanlardan ayrı
varlık olduğu düşünülmüyor da cin kelimesini insanla beraber anınca cinlerin
insanlardan farklı varlıklar olduğu konusunda ısrar edilip duruluyor.
2/92- Andolsun, Musa size apaçık belgelerle
geldi. Sonra siz onun arkasından buzağıyı (tanrı) edindiniz. İşte siz (böyle)
zalimlersiniz.
2/93- Hani sizden misak almış ve Tur'u
üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (kitaba) sımsıkı sarılın ve
dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş
kaldırdık." İnkârları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti.
De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?"
2/94- De ki: "Eğer Allah Katında ahiret
yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, (ve) doğru sözlüyseniz,
öyleyse hemen ölümü dileyin."
2/95- Oysa onlar, önceden ellerinin takdim
ettiklerinden dolayı onu (ölümü) hiçbir zaman kesin olarak dilemeyeceklerdir.
Allah, zalimleri bilendir.
2/96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer)
insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her
biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz.
Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.
Konu akışından da anlaşıldığı gibi Yahudilerin
yaşam biçimlerinden ve din anlayışlarından söz etmektedir. Doksan altıncı
ayette Onları derken Yahudilere atıf yapmaktadır. O zaman Yahudileri,
insanlardan ve şirk koşanlardan dünyaya karşı daha ihtiraslı bulursun derken
insan olduğu halde üç değişik insanla ilgili yaşam biçimleri farklı insandan
söz etmektedir.
İNSAN: Yol seçmemiş fakat yol seçmeye namzet
her iki yola eğilimli nötr bir varlıktır. Kâfir; gerçeği örten insan demektir.
Münafık; iman etmediği halde iman etmiş gibi görünen kâfir insan demektir.
Nebi; vahye muhatap olan insan âlim bilen insan gibi insan olduğu halde yaşam
biçimlerine ırklarına cinslerine renklerine göre isimler alması onu insan
özelliğinden uzaklaştırmaz.
15/6- Onlar: "Ey kendisine Kitap
indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler.
51/52- İşte böyle; onlardan öncekiler de bir
elçi gelmeyiversin, mutlaka: "Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir.
Bu ayetlerde de gördüğünüz gibi, Toplumların
yaşam biçimlerden uzaklaşarak onların dininden farklı bir din ile karşılarına
çıkınca toplum kültürüne geleneklerine yabancı kalması nedeniyle bu ifade
kullanmışlardır. Bu ifade bizim kültüre de yerleşmiştir. Tahılların içerisinde tahılları
dışında gelişmiş olan otlara da yabani otlar ifadesi de kullanılmaktadır. Yani
o bölgeye buğday ekilmişse buğdayın dışında kalan bütün otlar yabani otlar
olarak anılır.
Veya bir narinciye bahçesinde (bunu ziraat
yapanlar iyi bilirler) çıkan böğürtlen gelem ağrı ayrık bahçelere zarar
verdiğinden dolayı onlar yabani otlar kategorisinde anılırlar ve bahçeden
uzaklaştırılırlar.
SONUÇ: İslam toplumlarında kuranın dışında bir
cin kavramının yanlış anlaşılması nedeniyle Toplumlarda psikolojik ve ruhsal
yönden rahatsızlık geçiren insanların, istismar malzemesi olmuştur. Üfürükçüler
toplumun yanlış anladığı bir cin anlayışını kendilerine bir geçim kaynağı
olarak yapmışlardır.
Kuranda geçen can kelimesi ile cin kelimesi
karıştırılmış can kelimesini cin diye tercüme etmeleri sonucunda topluma kültür
olarak yerleşmiş yanlış batıl inancı kuran okuyanlar da bunun üzerine kuranda
geçen cinlerle ilgili ayetler bina ederek sanki insanlarda ayrı beş duyular ile
algılanamayan bir varlık olduğu inancı hala yaygın olarak görülmektedir.
Umarım cinle ilgili kuran anlatılarını
derinden düşünenler artık yeryüzünde Allah'a karşı ibadet ve kullukla sorumlu
bir varlık olmadığını cinlerin de
insan tanımının içerisinde davranış biçimi ile farklılığı olduğu bilinecektir.
Doğru anladıklarımız Allah'tan yanlış davranış
ve hatalarımız ise kendimize aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN-ANAMUR
1 yorum:
Hocam Allah razi olsun. İnsallah tüm makalelerinizi okuyacağım
Yorum Gönder