20 Şubat 2011 Pazar

SÜLEYMAN'IN ASAYA AĞAÇ KURDU YEYİP BİTİRİNCEYE KADAR DAYALI KALMASI NEYİ İFADE EDİYOR?


RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

34/14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Kuran'ın dışından gelen bilgiler, kaynağından çıkan suyun uzaklaştıkça bozulduğu kirlendiği gibi, İslam dini de kirlenmekte ve bozulmaktadır. Önce Kuran'ın dışında anlatılan Süleyman peygamber ile ilgili islam toplumlarında anlatılan ve algılanan bilgileri sunduktan sonra Kuran'da geçen bilgilerle ilgili kıssayı düzgün olarak anlamaya çalışalım.

ALINTI

Bu konuyla ilgili nakiller şöyledir:

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ahmed İbn Mansûr... İbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuş: Allah'ın nebîsi Süleymân (a.s) namaz kıldığında gözünün önünde yeşermiş bir ağaç görürdü ve ona 'senin adın ne?' derdi. O da 'şudur' derdi. 'Niçin yaratıldın?' diye sorup da ondan 'fidan olarak...' diye cevap alırsa fidan olarak diktirir, eğer 'tedavi için...' diye cevap alırsa koparttırırdı.

Bir gün namaz kılarken önünde yine bir ağaç gördü. Ona 'senin adın ne?' dedi. O 'harrâb [bir nevi keçiboynuzu]...' dedi. 'Sen ne içinsin?' deyince, o 'şu evin tahribi için...' dedi. Süleymân (a.s) bunun üzerine dedi ki: 'Allah'ım, cinlere benim ölümü gösterme ki, insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini öğrensinler. Kendisine bir değnek yonttu ve üzerine dayandı. Bir yıl onun üzerinde durdu. Cinler işini yapmaya devam ediyorlardı. Bir kurt değneği yedi ve bunun üzerine ölümü açığa çıktı.

Yine insanlar öğrendiler ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, bir yıl boyu ağır zahmete dayanmazlardı. Saîd İbn Cübeyr der ki: İbn Abbâs bu âyeti şöyle okurdu ve mana verirdi: Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer onlar gaybı bilir olsalardı (bir yıl boyunca) horlayıcı azap içinde kalmazlardı.

İbn Abbâs der ki: Cinler kurda teşekkür ettiler, ona su getirirlerdi. İbn Ebu Hatim de bu haberi İbrâhîm İbn Tahmân kanalıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki, bunun ref'inde hem gariplik, hem de münkerlik vardır. Ancak mevkuf bir haber olması gerçeğe daha yakındır. Atâ İbn Ebu Müslim el-Horasânî'nin pek çok garîb rivayetleri olduğu gibi, bazı hadîsleri de münkerdir. [58–10](İbn Kesir)

Süddî, Ebu Mâlik ve Ebu Salih kanalıyla Abdullah İbn Abbâs'tan, Mürve el-Hemedanî kanalıyla da Abdullah İbn Mes'ûd'dan ve peygamberin ashabından bir topluluktan nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Süleymân (a.s.) bir yıl, iki yıl, bir ay, iki ay Beyt el-Makdîs'e çekilirdi. Bundan daha çok veya daha az çekildiği de olurdu.

Yiyeceğini ve içeceğini mabede getirirdi. Vefat ettiğinde yiyeceğini mabede götürmüştü. Bunun başlangıcı şöyle olmuştu: Her gün sabah olunca mukaddes evde bir ağaç yetişirdi. Süleymân peygamber gelir ve ağaca 'senin adın nedir?' diye sorardı. Ağaç da 'adım şu ve şudur' derdi. Eğer dikilecek bir fidansa fidanlığını, eğer deva için bir otsa hangi derdin devası olduğunu söylerdi. Bu durum böylece devam edip gitti.

Nihayet harrûbe denilen bir ağaç bitti. Süleymân peygamber ona 'senin adın nedir?' dedi. Ağaç 'benim adım harrûbedir' dedi. Süleymân peygamber 'ne için bittin?' deyince, o 'bu mabedi yıkmak için bittim' dedi. 

Süleymân peygamber 'ben diri iken -Allah dilemedikçe- onu kimse yıkamaz' dedi. 'Öyleyse benim helak oluşum ve mukaddes evin harap oluşu senin yüzünden olacaktır' diyerek onu çekip bir duvarın içine dikti. Sonra mihraba girdi, namaz kılmaya başladı, asasına dayanmıştı. O sırada vefat etti. Şeytânlar onun vefat ettiğini bilmiyorlardı. Onlar Süleymân peygamberin çıkıp da kendilerini cezalandırmasından korkarak ve asasına dayanmış vaziyette olduğu için diri sanıp çalışıyorlardı.

Şeytânlar mihrabın etrafında toplanırlardı. Mihrabın önünde ve yanında ayrı delikler vardı. Süleymân (a.s.) atmak istediği şeytâna 'sen surdan girip öbür taraftan çıkacak güçte misin?' derdi. Şeytân da oradan girip öbür taraftan çıkmak için giderdi. Şeytân oradan girip geçerken mihrap da Süleymân (a.s.)'a bakacak olursa mutlaka yanardı. Bir seferinde şeytân oradan geçti ve Süleymân (a.s.)'ın sesini duymadı. Sonra döndü yine duymadı.

Tekrar döndü evin içine girdi ve yanmadı. Baktı ki, Süleymân (a.s.) düşüp ölmüş. Çıkıp halka onun öldüğünü haber verdi. Onlar da Süleymân (a.s.)'ın mihrabını açıp oradan kendisini çıkardılar. Habeş dilinde minsete" âsâ demektir. Asasını kurdun yediğini gördüler. Ne zaman öldüğünü de bilemediler. Sonra o kurdu âsânın üzerine koydular, bir gün ve gecede asadan bir miktar yedi. Buna göre hesap ettiler ve baktılar ki, o, bir yıl önce ölmüş.

Onlar bir yıl boyunca Süleymân (a.s.)'ın ölümünden sonra da işlerine devam etmişlerdi. İşte, böylece cinlerin gaybı bildiklerine dâir sözlerinin yalan olduğunu insanlar anladılar. Şayet onlar gaybı bilir olsalardı, Süleymân peygamberin ölümünü de bilirlerdi ve bir yıl boyunca onun için çalışıp yorulmazlardı. İşte Allah Azze ve Celle'nin "Onun ölümüne hükmettiğimiz zaman; ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı fark ettirdi.

Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer onlar gaybı bilselerdi, horlayıcı azap içinde kalmazlardı" kavlinin manası budur. Allah Teâlâ insanlara onların durumunu açıklayarak yalan söylediklerini beyan ediyor. Sonra şeytânlar kurda dediler ki: '

Eğer sen yemek yiyeceksen, sana en güzel yemekleri getiririz. Eğer sen şarap içeceksen en güzel içecekleri sana sunarız. Ancak biz sana su ve çamur taşırız. Râvî der ki: Nihayet onlar o kurda su ve çamur taşıdılar. Görmez misiniz, ağacın kovuğunda bulunan çamuru? Şeytânlar sırf ona teşekkür için bu çamuru taşımaktadırlar.

Bu haber -Allah bilir ya- ancak Ehl-i Kitap bilginlerinin söyledikleri sözlerden [İsrâîliyât] ibarettir. Bu türden sözler üzerinde dikkatle durulmalıdır. Hakikate uygun olanları doğrulanır. Hakikate aykırı olanlar da yalanlanır. Geriye kalanlar ise ne doğru kabul edilir, ne de yalan sayılır. İbn Vehb... Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eslem'den nakleder ki; o, "Ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı fark ettirdi" kavli hakkında şöyle demiş: '

Süleymân (a.s.) ölüm meleğine 'benim canımı almakla emir olunduğun zaman, bunu bana bildir!' dedi. Ölüm meleği ona gelip dedi ki: 'Ey Süleymân! Senin canını almakla emrolundum. Senin yirmi dört Sâ'atten az bir zamanın kaldı. Süleymân (a.s.), şeytânları çağırıp kendisi için camdan bir köşk yaptırdı ve köşke kapı yapmadı. Ayağa kalktı, asasına dayanıp namaz kılmaya başladı.

Râvî der ki: Ölüm meleği onun yanına girdi ve o asasına dayanmış halde iken ruhunu aldı. Süleymân peygamber ölüm meleğinden korktuğu için böyle yapmış değildi. Cinler onun önünde çalışıyor ve onun diri olduğunu zannederek kendisine bakıp işlerine devam ediyorlardı. 

Allah Teâlâ ağaç kurdunu göndererek asanın içine girdirdi ve kurt âsâyı yedi. Asanın içini yiyip bitirince, değnek dayanamaz oldu ve Süleymân düştü. Cinler bunu görünce kalkıp etrafına koşuştular. İşte, yukarıdaki Âyetin kastettiği anlam budur. Asbağ İbn Ferec der ki: "Başkasının bana anlattığına göre, ağaç kurdu bir yıl boyunca ağacın içinden yiyordu ve o düşmemişti." Seleften başkası da böylece zikretmiştir. Allah en doğrusunu bilendir. [58–11]İbn Kesir)

ŞİMDİ DE KURAN'DAN ANLATILAN KISSAYI ANLAMAYA ÇALIŞALIM.

Kuran yaşanan bir hayatı bize nakleder.Kuran Allahtan gelen mesajların toplumlarda nasıl yankı bulduğunu anlatarak kendisinden sonraki gelecek olan nesillere hayat dersi vermektedir. Vahyin insan hayatı ile ilgili olmayan bir yönü yoktur.Müslüman olmak da vahiyin koyduğu kurallar ile iman edenlerin hayat yaşamlarının buluşmasıdır. Pratiği olmayan hiçbir sözün insan hayatında anlam ve önemi yoktur.

34/14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Kuran’daki bir ayetin düzgün olarak anlaşılabilmesi için ayet içerisinde kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğini kuranın diğer ayetlerinden anlayarak orada kastedilen mananın yakalanması gerekir. yukarıda verdiğimiz ayet örneğinde belirgin olarak geçen kelimeler(Süleyman, Ölüm, asa, ağaç kurdu, cin, aşağılatıcı azap,)

Kuran'da anlatılan kıssalar, kuranın diğer sure ve ayetlerde serpiştirilmiş halde bulunmaktadır. Bir ev inşa edileceği zaman nasıl bütün malzemeleri ayrı ayrı yerlerden derleyip toplayıp inşa edilebiliyorsa kuranda da bir konu anlatılırken malzemeleri kuranın bütünlüğü içerisine serpiştirilmiş kelimeler ve ayetlerden derleyip toplanarak anlatıldığını anlamamız gerekir.

Süleyman: Kuran'da bir peygamber olarak anlatılır. Peygamberler tanımlanırken sadece allahtan aldıkları vahiylerle diğer insanlardan farklılaşmaktadırlar. Süleyman peygamber hakkında söylenenleri kesinlikle bu konumun dışında tanımlamamak ve o konu ile ilgili geçen ayetlerin ve kelimelerin peygamber ve insan konumunu ihlal edecek anlam ve anlatılanlardan uzaklaşmak gerekir.

27/16- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize herşeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."

27/17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.

Süleyman peygamber, Kuran'da kıssaları anlatılan zengin bir miras devralan,ve babası peygamber olanın eğitiminden geçen peygamberlerden biridir Süleyman peygamberin konumu, geçmiş islam toplumlarının gündemini epeyi meşgul etmesi sebebiyle mucize sihir büyü belkısın sarayı, kuşların konuşma dili, hüddüt karıncalar rüzgarlara Süleyman peygamberin boyun eğdirmesi, Kuran'da anlatılanlardan farklı anlatılmıştır.daha ayetler geldikçe önemli konuların işlenmesi nedeniyle bir surenin günümüz toplumlarına nasıl bir mesaj verdiğini anlatmak istiyorum.

27/15- Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamd olsun." dediler.

27/16- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."

27/17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.

27/18- Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin."

27/19- (Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."

27/20- Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?"

27/21- "Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."
27/22- Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim."

27/23- "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var."

27/24- "Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar."

27/25- "Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar)."

27/26- "O Allah, O'ndan başka İlah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir."

27/27- (Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi.

27/28- "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?"

27/29- (Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı."

27/30- "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır."

27/31- (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır).

27/32- Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim."

27/33- Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).

27/34- Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar."

27/35- "Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."

27/36- (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.

27/37- "Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."

27/38- (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi.

27/39- Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.

27/40- Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.

27/41- Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?

27/42- Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk."

27/43- Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi.

27/44- Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."

Süleyman kıssasında önemli başlık olarak üç olayı anlatmak istiyorum.

1-Belkısın sarayının gelmesi.

2-ağaç kurdunun asayı yemesi,

 3- rüzgarlara boyun eğdirmesi.

1-BELKISIN SARAYININ GELMESİ

27/40- Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.


Dünya hayatı iki tip insanların sürekli savaş halinde olduğu bir mekandır. Birisi rabbani yolda olanlar, bunların başka bir adı da Müslüman, Muttaki,zulüm yapmayan yeryüzünde ekini ve nesli yok etmeyen insanlardır. 

Bir diğer insanlar da bunların tamamen zıddı olan kelimeleri yerinden oynatan mazlum olanlara zulmeden Allah'a ve onun koyduğu kuralları çiğneyen şeytan ve dostları olan insanlardır. İşte bu iki tip insanlara Allah dünya hayatını deneme salonu yaparak evrendeki malzemelerle denemeye tabi tutmaktadır.

Bu Anlamda her iki tip insan dünyada yeyip içmekte  kendi kazandığı alın teri ile nimetlerden yararlanmaktadır. Allah Müslüman olanlara tamam sen Müslümansın sana olağan üstü mucizeler vereyim dünya hayatında kafirleri yok et zulümlerini kaldır.demiyor. 

Kafir olanlara da sana dünyada malı mülkü yaygınlaştırayım mazlum olanları yok et demiyor.Her iki tip insan dünyaya salıverilmiş her iki tip insanın yürüyebileceği malzemeler ve yollar da verilmiş kim dünya nimetlerini iyi kullanıp onların konuşma dilini çözerek çalışır gayret gösterirse dünyada üstün olan odur. Demiş. zulmedenlere özel bir müdahalede bulunarak ceza vermemiştir.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Top of Form
Bottom of Form

Allah yer yüzünde haram olanları da yaratmış helal olanları da yaratmıştır. Ama göndermiş olduğu peygamberlerle helal ve haram olanların sistematiğini koyarak haramlardan yememelerini ve yapmamalarını önerirken insanları denemek için sonucuna katlanmak koşulu ile kendi özgür iradeleriyle baş başa bırakmıştır. 

Hem insanlar hayatlarını sürdürürken haram yollardan kazanacak nimetler olduğu gibi hem insanlar yöneldiği zaman helal olanlardan da nimetler bulunmaktadır. Her Kim dünyadaki nimetlere, inansın veya inanmasın Müslüman ve kafir ayırt etmeden dünya hayatında gösterdiği ilgi ve performans kadar  karşılığını almaktadır.

Ekmek yemek için tarlaya tohum atılacak, ona eve un olarak gelinceye kadar geçen süreç içerisinde gerektiği kadar ilgi gösterilecek ve verimli bir ürün senin onda gösterdiğin performansla ölçülmektedir. Tahıl senin dininin ne olduğu ile ilgilenmez tahıl senin kendisiyle ne kadar ilgilendiği onu ilgilendirir.ve senin ilgin kadar sana ilgi gösterir. İşte Allah kişilere yöneldiği yönde yöneldiği kadar sana dünyada karşılığını vermektedir.

42/20- Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.

Genelde kafir olanların üstünlüğünün teknolojide ileri gitmelerinin nedeni dünya hayatına daha çok sarılarak Allah'ın verdiği nimetleri kendi lehlerine çevirmektedirler.ve diğer insanların dünyada nimet olarak verdiği madenleri teknolojik olarak kim kullanırsa o başarıya imza atmaktadır.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, teknolojiyi iyi kullanan ve kendisine destek veren toplumlarda peygamberler güç ve kuvvet sahibi oluşturarak başarıya imzalarını atmışlar ve kuranda kıssa oluşturarak tarihe adlarını yazdırmışlardır. 

Yoksa peygamberlerde bugünün islam toplumlarının anladıkları ve algıladıkları gibi kafir olanlara karşı olağan üstü harikulade mucizeler göstermiş olsalardı devamlı peygamberler dünyada galip gelirdi. Bu saçma anlayışı islam toplumu değiştirmedikçe ne yapalım yenilmek kaderimizmiş zihniyetini kaldırmadıkça Allah onları değiştirmez devamlı küfrün egemenliği altında inim inim inler dururlar.

8/53- Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.

Bu Ayet hem kişilerin şeytani yolda hem de rabbani yolda olanlar için geçerlidir. Allah insana kullanabilecek her türlü malı hazineyi kendisine vermiş. Kişinin yönü kullanış biçimine göre şekillenmekte kullandığı yönde meyvelerini vermektedir. O zaman sadece iman gücü ile mücadele vermek yeterli değildir. Allah'ın insanlara verdiği güç ile birlikte arza yaydığı nimetleri kullanmakla insan dünya üzerinde sultasını kurmaktadır.

3/140- Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;

Belkısın tahtının cinlerden bir ifrit veya Müslüman olanlardan birinin getirmesi demek mucize ve kerametle bir tahtın saray olarak nakledilmesi değil, belkısın ve taraftarlarının yenilerek Süleyman peygamberin emri altına girmeleridir. Belkıs ve ordusu kuvvetli bir donanıma sahip olduğu kıssada anlatılırken şöyle ifade ediliyor.

33/33- Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).

Güçlü ve donanımlı bir düşman ordusunun karşısında daha güçlü ve daha donanımlı bir ordu hazırlanmalı ki, düşman ordusuna karşı galip gelinsin, bu da ordunun belirli bir zaman dilimi içerisinde düşman ordularının ne gibi silahları var, nasıl onlara karşı savaş hazırlığı yapılacak, onun ön çalışma ve hazırlığı yapılması gerekmektedir. 

Kuran okuyanlar iyi bilirler ki ol dediği zaman oluverdi ifadesi kullanıp belki milyarca yıl geçmiş olmasına rağmen bu ifade ile olanları kuran anlatmaktadır.

3/59- Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi.

Soruyorum size bir insan pıratik hayatta yani insan oluşumunu incelediğimiz zaman gökten zembil ile ol dediğimiz zaman oluverdi ifadesiyle düşmüyor. O bir zaman dilimi içerisinde yaratılış biçimi nasılsa sürecini öyle tamamlamaktadır. 

Belkısın sarayı da öyle göz açıp kapayıncaya kadar ifadesi kullanılmaktadır. Bu da ol kelimesinin bir başka anlatım şeklidir.
Allah evrende her şeyi bir Sünnetullah çerçevesi içerisinde yaratmaktadır. Şu ayetin anlamı eğer insanlar tarafından doğru olarak anlaşılmış olsaydı kuran kıssalarını anlamakta güçlük çekilmezdi.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Allah'ın yarattığı kainat kanunları ile Allah'ın gönderdiği vahiy kuralları arasında kesinlikle çelişme ve çatışma olmaz. İşte Allah'ın gönderdiği din bu dindir.

7/185- Onlar, göklerin ve yerin 'bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete (melekût) Allah'ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?

Allah'ın evrende yaratış biçimi bir sistematiğe bağlıdır. O yaratılış gereği işler durur. İnsanların dışındaki varlıklarda akıl irade takva ve fısk fücur yoktur. 

Kuranda anlatılan ebabil kuşlarının ebrehe ordusuna attığı pişmiş taşlar,deniz kıyısında yaşayan Yahudilere uygulanan Cumartesi yasağı, kurallara uymadıklarında balıkların kıyıya gelmemeleri, ademin iki oğlu ile ilgili kıssada karganın ölü kuşu gömmesi, kuranda anlatılam mecazi anlatım sanatlarındandır. Yoksa Kuran hayvanlarda akıl olmadığını şöyle anlatmaktadır.

7/179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler.

25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.

Peki hüddüt eğer bir gerçek anlamda bir kuş ise nasıl belkısın dini ordusu hakkında bilgiler getirebilir?

Mektup götürüp gelen kuş süleyman peygambere nasıl bir bilgi sunmaktadır bakınız.

27/21- "Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."

27/22- Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim."

27/23- "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var."

27/24- "Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar."

Gerçekten bir kuş yani düşünmeyen akletmeyen hayvan olan bir kuş, nasıl onların Allah'ı bırakıp da güneşe taptıklarını anlayabilsin hem Kuran'da hem de evrende yaratılmış olan insanların dışındaki hangi bir varlıklarda böyle düşünme akletme olayı vardır? Akıl takva ve fıskfücur sadece insanlara ait olan bir olgudur.

O zaman Belkısın tahtı hakkında maharetli bir bilgi edinen gerçek anlamında anlatılan kuş değil ya cinlerden bir ifrit ya da kitaptan ilmi olan bir Müslüman o konuda bir uzmandır. Dinleri hakkında bilgi getirip onların Allah'a tapması gerektiği halde güneşe taptıklarını söylemesi o konuda uzman olan bir Müslüman ilim adamının getirdiği bilgi olması gerektiği anlaşılıyor.

Kuran olayları nasıl kainattaki her bir varlığın kendisine özgü bir konuşma dili varsa ve ilgi duyanlar onların konuşma dilini öğrenebiliyorsa kuranın da bir konuşma dili vardır. O dili öğrenemediğimiz ve o konuşma dilini anlayamadığımız sürece kurandaki anlatılan kıssaları anlamamız mümkün olmayacaktır.

27/17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.

Peygamberler güç ve iktidarını kurarlarken onların temel olarak malzemeleri, insanlardan iman edenler,ordusunu ayakta tutabilecek çağa uygun teknolojik üretim için silahlar ortaya koyabilecek uzmanlar, ve gerekli savaş hazırlığı için araç ve gereçlerdir. Bu günün deyimi ile uçaklar gemiler tanklar her türlü düşman kuvvetlerinin ürettikleri silahların üzerinde silahlar üretilmesidir.

Cinler Müslüman olmayan fakat dünyalık yaşamlarını uzmanlaşmış yabancı insanlardır. Süleyman peygamber kendi kavminden Müslüman olanlardan  lazım olan konu ile ilgili uzmanlık alanında onu becerebilecek kişi bulamadıkları zaman cinlerden uzmanlar çalıştırarak eksik olan sahadaki ihtiyaçları gidermesidir. Ecevit  hükümetinin Amerika’dan ekonomi alanında kemal dervişi getirip görevlendirmesi gibi.

34/12- Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık.

13-Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır.
Dünya üzerinde genellemesi bile zor sayılabilen ilim dallarından insan ihtiyacını karşılayacak her türlü ayetler vardır. 

Küreselleşen dünyada ulaşım haberleşme ve iletişimin her türlüsüne ulaşılması artık dünyayı küçülterek bir aynanın karşısında görülür hale getirmiştir. Şu anda dünya toplumları arasındaki kültür ve teknolojik farklılık biri birlerinden yüz yüz elli üç yüz dört yüz yıl geriden takip edenler bulunmaktadır.Yani bu günkü yaşam standardını yakalayan bazı ülkelerin yaşadığı yakaladığı standardı dört yüz yıl önce yakalayabilenler olmuştur.

Daha arabanın a harfini bilmeyen toplumlar olduğu gibi, aynı dünya insanlarından ayda yıldızda hayat arayan insanlar da bulunmaktadır. İşte insanlarda söz sahibi olabilmek için güç ve kuvvet sahibi olmak gerekiyor. Güç sahibi olan ülkeler dünya üzerinde süper güç rolünü oynamaktadırlar.

Süper güç olmanın yolu da Allah'ın evrene koyduğu sırları önce keşfedenler liderliği sürdürmeye hak kazanmaktadırlar.Bunun da tek yolu Allah'ın evrende insanlara hizmet için yarattığı varlıkların lisanı halleriyle anlattıkları dili çözerek onların desteğini almaktır. Bunun bir adı da Kuran'da melek olarak tanımlanmaktadır.

Melek kelimesi kullanınca bu konuyla ilgili kavramı hiç duymayanlar için bir irkinti vesilesi olabilir. Melekler Allah'ın insanların emrine amade olarak sunduğu varlıkların tümünün adıdır.

Kim meleklerle iyi geçinir onlarla iletişimini kurarak onların konuşma dilinden anlarsa dünya üzerinde melekler onlara secde ederler. İşte Süleyman peygamberin Rüzgar meleği ile gerekli diyaloğu kurarak ondan yararlanabilecek yelkenli gemileri yapınca o dönemde karşısında bulunan düşman güçlerine karşı üstünlük sağlamıştır.

Bakırı demiri rüzgarı ve evrende Allah'ın yaratmış olduğu insan kültüründe teknolojik gelişmelere tuğla koyabilecek her üretim insanların dünya üzerinde gücüne güç katmaktadır.

Kuran'da anlatılan bir konu hakkında Kuran detayına bilgi vermemektedir. Çünkü bilinen şeyleri Kuran tekrarlayıp durmaz.Onu bilmeyi insanlara bir görev olarak sunar. Bitkiler sudan yaratılmıştır der. 

Ve detayına bilgileri bitkilerle uğraşan ilmin uzmanlarına danışmayı ister. O konuda uzmanlaşanlar da bilgilerini ortaya koyduklarında genelleme olarak kuranın verdiği bilgilerle asla tezat teşkil etmez gerçekten o konuda bilgiye ulaşmışlarsa tezat teşkil etmez.

Yukarıda vermiş olduğum bilgiler çerçevesinde Süleyman peygamberin cinlerden ve Müslüman olanlardan göz açıp kapamadan getirdiği saray müfessirlerin ve islam toplumlarının algıladığı gibi Mucize olarak kütle olarak gelmesi değil, Belkısın tahtının donanımı hakkındaki bilgilerin getirilmesidir. 

Bizim karşımıza savaşmak için hangi silahları üretmişler, bizimle savaşmak için hangi alanda güçlü hazırlıklar yaparak onlara göre hazırlık yapılıp karşılarına çıkmak için ifrit veya uzman Müslüman bilgi getirip kıyaslanmasıdır.

Dikkat ederseniz kıssada iki elçiden söz etmektedir. Birisi süleyman peygamberin elçisi ile halkına zulmeden balkısa halka zulmetmemesi için uyarı mektubu göndermesidir. Diğeri ise belkısın ona cevap olarak elçisiyle gönderdiği süleyman uyarısına cevap olarak güçlü bir ordusu olduğunu anlatan cevap belkısın Süleyman gönderdiği hediye diye bahsedilen güç gösterisi olarak teknolojik gelişmeyi anlatmaktadır.

27/28- "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?"

Dikkat ederseniz elçi kıssada hüddüt olarak geçmektedir. Elçiye süleyman peygamber talimat veriyor. Uyarı mektubunu balkısa ver ve oradan gizli olarak hem onların ordu donanımları hem yaşam biçimleri hem teknolojik konuda ulaştıkları mertebe hakkında bilgi toplamak için gizli bir istihbarat yapması hakkında talimat veriyor.

Belkıs'tan da bunun karşılığı olan bir elçi ile cevap geliyor.

27/35- "Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."

36- (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğüne bilirsiniz" dedi.

Belkıs kurmaylarıyla istişarede bulunduktan sonra Süleyman karşı boyun eğmeyeceklerini kendilerinin güçlü olduğunu ve gerekirse Süleyman'ın ordularıyla savaşabilecekleri ihtarında bulunmak için elçinin Süleyman'a belkıs'ın ordusunun güçlülüğünü simgeleyen bir şey göndermişti. Süleyman da elçiyi kendisinin güçlü olduğunu ve belkıs ve orduları mustazaf olanlara zulmetmeye devam ederlerse bunları susturmak bizim görevimizdir diyor. Ve ekliyor.

27/37- "Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."

Aslında neml suresinde bazı kelimeler kavrandıktan sonra konu içerisinde olaylar rahatlıkla anlaşılabiliyor. Belkısın gönderdiği elçi teknolojik yönden üstün olduğunu anlatarak süleyman peygambere göz dağı vermektedir. Süleyman peygamber de “Biz onları oradan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." İfadesiyle onu uğurlamaktadır.

Belkısın elçisi geriye döndüğünde belkıs şaşırıp kurmaylarını durumdan haberdar ederek onlarla istişare yapmaktadır. Onlar da güçlü bir ordu hazırlamak niyetindeler bir taraftan da Süleyman peygamber de kurmayları ile olayı masaya yatırmakta ve o konuda uzmanlardan bilgi istemektedir.

27/39- Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.

27/40- Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.

Belkısın tahtının kesin olarak yıkılması konusunda bilgi aldıktan sonra Süleyman peygamber kuşlardan insanlardan ve cinlerden toplamış olduğu ordularla ihtişamlı bir şekilde belkısın ordusuyla karşı karşıya gelip belkısın tahtı yıkılıyor.

Savaşın oluşabilmesi için güçler dengesinin oluşması gerekir.İman eden bir Müslüman veya topluluk küfre karşı koyacak bir gücü yoksa tutup da savaşmaya girişemez. Mutlaka kendisine destek toplayarak güçler dengesi oluşuncaya kadar zaman kollaması gerekir.

8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

Ol dedik oluverdi. belkısın tahtını getirdi. ifadelerinin altında bu alt yapılar yatmaktadır. Eğer bunlar olmamış olsaydı Allah'ın yanında olanlar devamlı üstün gelirlerdi.

27/ 41- Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?

Burada tahtın değişikliğe uğratılması altında yatan anlam Sebe halkına komutanlıktan Süleyman peygambere esarete düşmesini anlatmaktadır.

27/42- Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk."

Şeytani yolda yaşayan ve allaha bir takım ortaklar edinerek, ilk yaratılışta verdiği rabbim allatır sözünü çiğneyerek yaşadığı anladığı hayattan savaşta mağlubiyetle Süleyman peygamberin dini ile tanışarak gittiği yolun yanlış olduğunu öğreniyor. Savaşta yenik düşmek ona ne hayırlar getirdiğini o zaman kavrayabilmiştir.

27/43- Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi.

27/44- Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."

Artık belkısın gururlu mağrur hali gitmiş gözlerinin önündeki perdeler kalkmış, kulakları sağırlıktan kurtulmuş, tekrar yaratılışta verdiği rabbim Allahtır sözünü hatırlamıştı.

7/ 172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

Artık belkıs bir sarayın sultanı değil, Süleyman peygamberin esiri idi. Ondaki engin merhameti görünce belkıs ben de müslüman oldum diyerek eski yaratılırken vermiş olduğu yerleri ve gökleri yaratan allaha teslimiyetini bildirmişti. Bu konuyla ilgili şu ayeti hatırlamak gerekiyordu.

8/70- Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."

Esaret hayatı gururu kibiri ortadan kaldırarak insanı yalnızlaştırıp güçsüzleştirip allah ile başbaşa kalmaktadır. Kim bilir kafir olup bir ülknin kıralı olacağına ahiret aleminde ebedi bir cehenem olmaktansa dünya hayatında insanlara esir olark hizmet vermeyi allaha kavuşarak özgürlük, tahtın sahibi olmaktan daha iyidir, İşte belkısı küfür tahtından allah indirmiş ondan daha iyisi olan esaret tahtında özgürlüğü yakalayabilmişti.

27/ 44- Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."

Onun için geçmiş silinerek düzgün bir temele imza atarak bundan sonraki yaşayacak olduğu takva binasını yapacaktır.

Belki belkıs ve süleyman peygamber hakkında kuranın anlatmak istediği kıssayı dilim döndüğü kadar insanların algılayabileceği şekilde anlatmaya çalıştım. belki bu anlatışımdan dolayı okuyucuların kafalarında bir takım soru işaretleri belirdi. Bu soruları ya benim meyil adresime meyil göndererek yada makalemin altına kendi sorularını ve yorumlarını yaparak iletişim kurulması gerekir. inşallah sorular soruldukça açıklamaya ihtiyaç olan yerler netleşecektir.

İşte belkısın sarayının göz açıp kapayıncaya kadar getirilmesindeki anlatılıp durulan sır budur.

SÜLEYMAN PEYGAMBERİN RÜZGARLARA BOYUN EĞDİRMESİ NE DEMEKTİR?

Melek kavramıın açıklarken insanlarn dışındaki varlıkların insanların emirlerine amade olma konusunda bir makalemde bunları anlatmıştım.o makalemi tekrar buraya naklederek melek iblis şeytan cin gibi kelimelerin ne anlama geldiği hakkında detaylı bir bilgi sahibi olursak konuyu daha iyi anlayabileceğimiz kanaatindeyim.

KURANDA ANLATILAN MELEK ,İBLİS ŞEYTAN CİN!

Kuranda geçen kelimelerin ne anlama geldiği doğru olarak anlaşılamazsa, Onunla ilgili ayetler ve konular da doğru olarak anlaşılmaz. Önce Yılarca kuranda geçen kelimelerin ne anlama geldiği, kuranın dışındaki yerlerde aranmış, ve bulunamayınca da yanlış din ve yanlış yaşam ortaya çıkmıştır. Önce kelimeleri kuranda arayarak ne anlama geldiğini doğru bir şekilde anlayabilirsek, artık onları anlamak kolaylaşacaktır.

Kuranda, Ali Bulaç beyin tercümesine baktığımız zaman, 93 Yerde melek, 84 yerde şeytan,12 yerde de iblis kelimesi geçmektedir. Şunu iyi bilmek gerekir ki Kuranda geçen hiç bir kelime hiç bir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Bir kelime başka cümleler içinde başka şeyleri ifade etmek için kullanılmış ama kesinlikle aynı kelime başka kelimenin yerine kullanılmamıştır.

Şimdi genel olarak, melek, iblis, şeytan ve bununla ilgili âdem, eşi takva cennet cehennem kelimeleri mutlaka geçecektir. bir bütünlük içerisinde işleyerek onların ne anlama geldiğini kurandan anlamaya çalışalım.


2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu Ayet üzerinde derin detaylı bir şekilde düşündüğümüz zaman, Kainatta İki Ana çatıyı oluşturan varlık olduğu anlaşılıyor. Birisi kâinata hâkim olmaya aday ve halife adıyla kâinattaki bütün varlıklara hükmedebilen, secde edilmeye layık görülen Âdemoğludur. Diğer yaratılan varlıklar ise İnsanın fiziki yapısı da dahil olmak üzere insanın dışında yaratılmış olan bütün varlıklardır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

11/7- O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.

Allah kâinatı, bu günkü bilim adamlarının anlattıklarına göre yaratılalıdan bu yana on beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir. İşte Allah kâinatta insanoğlunun Yaşayabileceği ortamı hazırlayarak ve kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlunun hizmetine sunarak onları denemeye tabi tutmak için emrine amade kılmaktadır. Yani Kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlu için yarattığını söylüyor.

45/13- Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

Allah insanları yaratmadan önce insanoğlunun yaşayabileceği ortamı hazırlayarak, Yerleri Gökleri hayvanları bitkileri suyu yaratarak insanoğlunun emrine amade kılmıştır. Dilediği gibi özgür olarak düşünme ve yaşama hakkı ona aittir. 


Ama İnsanları ve insanların emrine amade kıldığı bütün varlıkları da yaratan bir varlık olduğunu düşünmesi için onu diğer varlıklardan ayırarak, farklılık vererek, kendisini tanımasını ona yaratılmış olan varlıkların hiç birisini ortak etmemesini isteyerek denemeye tabi tutmuştur. kuranda lisanı haliyle konuşturduğu varlıkları bize tanıtarak, işaretler vermektedir.

2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.


Daha önce de söylediğimiz gibi kuran, olayları sanatsal bir anlatım tarzıyla anlatmıştır. İsimleri âdeme öğrettik “ ifadesiyle insan oğlunun yaratılışında başlayan sıfır bilgi günümüze kadar öğrenilmeye deam etmiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Geçmişi anı ve geleceği aynı anlamda kullanma sanatıdır.

Bir taraftan kuran böyle bir ifade kullanarak, Meleklerle âdemin farklılığını aralayarak. Bir taraftan da her ikisinin tanımını yapıp , onların ne anlama geldiğini insanlara öğretmektedir.

2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."

Âdem kelimesi ile melek kelimesini biri birinden ayırarak, İsimlerin hepsinin öğretildiği bir varlık olarak tanımlanan adem kelimesi, Akıl Ve iradesiyle meleklerden ayrıldığını meleklerin bilgilerinin sınırlı olduğunu ama ademin bilgisinin geneli kaplayarak hepsi ile ilgili bilgi verildiği, anlatılmaktadır. Meleklerin tanımını lisanı haliyle tanımlarken,”


Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. “

Ama insanoğlu hem melekler hem de kendisi için araştırdıkça inceledikçe Allah bilmediğini insanlara öğretmektedir. İnsanoğlu bir taraftan kâinattaki varlıkları inceleyerek, onlar arasındaki ayrılıkları ve beraberlikleri tahlil ederek karmaşık olan bilgileri çözerek kendisine, bulunmuş olduğu malzemelerle yeni yeni buluşlar yaparak hayatı kolaylaştırmaktadırlar.

Melekler ise hepsine ait kendilerine özgü bir bilgileri olduğunu onlarda akıl olmadığını bu sebeple de imtihan da olmadığını izah ederek. İnsanoğluna yaratılmış alan bütün varlıkları incelediklerinde onlardan kendilerine ait bilgi alabileceklerini ima ederek onlardan insanlara yol öğretmeyi de anlatmak istemiştir.

5/ 31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu.

Asıl burada anlatılmak istenen karganın nasıl leşi gömmeyi öğretmesinden ziyade, yaratılmış olan insanoğlunun emrine verdiği yaratıklardan yararlanmaya onların bilgilerinden istifade etmeyi anlatmaktadır. Her varlık Allah tarafından kendilerine özgü bir takım yanılgıya düşürmeyecek derecede bilgi yükleyerek insanların kendilerine yönelmesi ile bu bilgileri cimrilik yapmadan onlara vermektedirler.


İşte meleklerin kendilerine ait bildikleri bilgiler budur, Bir portakal ağacının kendine has bilgi donanımıyla insanlara bir portakal meyvesi sunması, bir domates fidesinin kendi bilgi donanımıyla kendilerine has tad gıda ve özellikleriyle insana domates sunması veya bir kalbin kendine has bilgi donanımı ile insanlara hem bilgi vermesi hem de kedilerine has bilgilerle insanı hayrete düşüren çalışmalarıyla kendine ait görevleri yapıp durmaktadırlar.

2/ 33- (Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

İşte Allah Âdemoğluna akıl vererek onları diğer yaratıklardan ayırıp, hem kendisine ait bilgileri sorgulayıp bilgi edinmekte hem de kendisi dışındaki varlıkları deneme yanılma metotlarıyla düşünerek sorgulayarak onlar arasında bilgi ağını kurarak yeni yeni bilgiler edinmektedirler. 


Bir Domates hakkında bilgi, yaratılmış olan insanın dışındaki varlıklardan, kendisi dışında hiçbir varlığın haberi yoktur. Domates karpuzdan karpuz da domatesten habersiz olarak kendilerine ait bilgilerle insanoğluna secde etmektedirler.

Ama insan kâinattaki yaratılmış olan bütün varlıklardan bilgi edinerek eşyanın esrarını çözmeye aday olarak, bir kar topağının yuvarlandıkça büyüyüşü gibi büyüyüp durmaktadır.

İşte Ademin isimleriyle haber vermesi Allahın insanlara vermiş olduğu akıl ve iradesiyle esrarı çözerek gün yüzüne çıkarmıştır. İnsan ilk yaratılışta bilgisi sıfır idi. işte onun bilgisi sorup sorguladıkça genişlemektedir. Tarihin bu güne kadar aktarmış olduğu belgeler insanoğlunun gün geçtikçe bilgi ve teknolojide ilerleyerek, her anın bir önceki ana göre daha ilerde olduğunu gösteren bir gerçektir.


Zamanımızdan yirmi yıl, elli yıl ve daha geriye doğru gittikçe ne kadar ilerleme kaydedildiğine gözlerimizle şahit olmaktayız. Yazının bile zamanımızdan beş bin yıl kadar önce icat edildiği halde daha önceleri yazının kullanılmadığı insanoğlunun ilerleme kaydettiğine örnek teşkil etmektedir. Daha önce yaşayan insanların binek olarak kullandıkları sadece doğada hazır olan at eşek deve fil gibi hayvanlar varken, şimdi cansız varlıkların konuşturularak insanların hizmetine sunulması bir ilerlemenin mesafe kat etmenin işaretlerindendir.

16/8- Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?

Ama insanoğlunun dışındaki varlıklarda böyle bir ilerleme de yok olduğu onların yaratılışla beraber ne ile görevlendirilmişler se o görev dışında görev yapamadan bekleyip durmaktadırlar.

Arının bal yapması tavuğun yumurta üretmesi maymunların kendilerine ait bilgiler dışında yaratılışlarıyla görevlendirildiklerinin dışında bir ilerleme yapamadıkları bir gerçektir. İşte insanoğlu diğer yaratıklarda bu farklılığı ile ayrılarak. Halife unvanına layık görülmüşlerdir.

2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.

Meleklerle insanoğlunun farklılıklarını Allah lisanı haliyle konuşturup anlattıktan sonra meleklerin yaratılışının âdemin yaratılışına göre daha basit yaratıldığını izah ederek. Meleklerin ademin vermiş olduğu emirler karşısında boyun eğmesi gerektiğini izah ettikten sonra, Kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkların âdem ne isterse onlara kucak açmaları gerektiğini onlar ister Müslüman isterse Müslüman olmasın dünya hayatında onların emirleri karşısında boyun eğmeleri gerektiğini vurgulamıştır.


Şimdiye kadar hikayelerde ve masallarda anlatılan şeytan ve iblis kavramı kuranda anlatıldığı gibi olmadığı meleklerin iblis veya şeytan hocası değil, sadece görev farklılığı bakımından diğerlerinden farklılaşarak insanı mucura kaptırmakla başkaldırı ve isyanı insana teklif sunma görevi ile, diğer meleklerden ayrılmıştır. Diğer melekler, insanın emrine amade oldukları halde iblis meleği insana teklif sunma ile farklılaşmaktadır bir başka deyişle görevi farklılaşmış olan bir melektir.

İnsana isyanı baş kaldırmayı teklif sunmak, ama diğer meleklerde kötülüğe gitmek için teklif sunma değil, sadece kötülüğe ve iyiliğe giden insanın emrine amade olmakla iblis ten ayrılmaktadırlar. Öyleyse İblis meleklerin hocası değil insanda, başka bir boyutla insanların emrindendir. Yani insanları yoldan sapmayı teklif sunmakla görevli bir melektir.

2/35- Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

İnsanlar yaratılış olarak daha öncede bahsettiğim gibi, Bütün kâinattaki varlıkların Halifesi olmakla onlardan ayrılırken, bir de kendisini denemeye tabi tutan yerleri ve gökleri yaratan Allah'ı tanımak ve ona kulluk etmekle sorumlu bir varlıktır. Kâinat içerisindeki bütün var olan her şeyi onun emrine boyun eğdir irken, insanın da boyun eğeceği bir varlığı bulup ona teslim olması onun adına yaşaması hayatının kurallarını onun koyduğu kurallar içerisine uydurulması, istemektedir.

Bilindiği gibi insan diğer yaratıklardan düşünme akletme ve yaptığı her işi sorup sorgulayıp, bir disiplin içerisinde kendisini nefsin azgın isteklerine boyun eğmeden, Allah’a kulluk ve ibadet yapmakla sorumlu bir varlıktır.

Ayette ifade edilen” Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz”


Bu ifade insanın yaşam hayatının nerede neler yapması, nerede neler yapmaması gerektiğini sınırlamakta ve onlara bir sorumluluk yüklenmektedir. İnsan bilindiği gibi diğer yaratıklardan biri de, iyiye ve kötüye gide bilme eğilimiyle ayrılmaktadırlar. 

İşte Burada kötüye gidebilecek ve iyiye gidebilecek her iki dürtünün insana verildiğini Ve kötülüklerden gelen teklifi dinle memelerini ama iyiliklerden gelen teklifleri de yapmalarını istemektedir. İnsan her iki yöne de eğilimli olarak yaratılmış bir varlık olmakla nötr bir varlık konumuna gelmektedir.

Bir başka deyişle değişik yollara gidebilmenin ve insan sıfatlarını oluşturacak malzemenin ham maddesini oluşturmaktadır. Kuranın bu Anlattıklarına psikoloji ilmi de katılmaktadır. Kuran insandaki iki yöne gidebilme eğilimini takva ve fısk ve fücurla açıklarken.

91/ 8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun).

İnsanın nasıl, kendisini arındıramamasını zaman nefsin azgın tutkularına kendisini kaptırdığı zaman başına birçok felaketler geliyorsa. Kendisini arındırmış olan insanlar da tamamen bunun zıttı olan iyilikler karşılığını almaktadır. Kuran bunu böyle açıklarken psikoloji ilmi konusunda uzmanlaşmış olanlar da içimizdeki çocuk ve baba, veya alt ben üst ben kavramlarıyla açıklamışlardır.

İşte İnsanlara Allah'ın, vermiş olduğu büyük mucizelerden birisidir. Kuran'da geçen ,”Şu ağaca yaklaşmayın” İfadesini kullanırken bazı müfessirlerin söylediği gibi elma buğday ağacı değil, Allah'ın yasaklamış olduğu pis ve murdar olan bütün yiyecekler ve yapılması yasaklanan haram davranışlardır.

2/168- Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır.

Âdemi ve eşini kuranın cennetten çıkması diye isimlendirdiği gerçek anlamında olan cennet değil, insanın günahsız bir ortamdan şeytanın kandırarak günah işleme ortamına girmesi anlamında tanımlamasıdır. Yeryüzünde belirli bir vakte kadar denenme aşamasına geçilmesi anlamında kullanılmıştır.

Buraya kadar Allah Her şeyi insanoğlu için yarattığını vurgularken yaratılmış olanların bazıları insanoğluna zarar olduğunu ve ondan kaçınmasını, bazılarının ise insanoğlu için yararlı olduğunu, ondan da istifade etmesi gerektiği anlatılmaktadır. İşte İnsanın Asıl Görevi kendisinin öz benliğine yerleştirilmiş olan fısk ve fücurun insanı yasaklanan şeylerden tatması istenmekle, Bir de ona eğilim göstermeyi engelleyen takvanın var olmasıyla, iki zıt isteğin çarpışması asıl insanın denenmeye tabi tutulmasının nedenini oluşturmaktadır.

2/2/36- Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik.

Âdem ve eşi günahsız bir ortamdan günahlı bir ortama, iblisin teklifi sonucunda düşmüşlerdi İblis yani insandaki fısk ve fücur, Âdem ve eşini Allah’ın yasak ettiklerini yapmalarına teşvik etmesi ve onların bu yanlışı bile bile yapmaları sonucunda. Artık günah işleyen bir konuma düşmesine sebep olmuşlardı. Aslında adem ve eşi bu yaptıkları yanlışlığın farkındaydı ve pişman olmuşlardı.

2/37- Derken Âdem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

İşte adem ve eşinin bu pişmanlık duyması neticesinde Tövbe etmeleri yapılan bu yanlışlıktan dönmeleri Ademin tam anlamıyla varlığı şekillenmiş ve dünya sahnesinde denenmek için kendine uygun verilmiş olan rolün aktör ve aktirist haline dönüşmüştür.

Karmaşık olan Melek İblis şeytan söküklerini ayrı konularda misaller vererek tanımlamak gerekirse. Kâinatta ana çatı olarak iki varlık olduğu anlaşılmaktadır. Birisi Âdemoğlu şemsiyesi altındaki varlıklar. Bunlar nötr bir insanın takva yolunda ve fısk yolunda yürüyüp şekillenmesi Sonucunda isimler almaktadırlar.

2/96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

İki Ayette hepsi insan olduğu halde, insanların yaşam biçimlerine renklerine dinlerine göre isim alarak anlatıldığı halde, İnsanlar sanki bu kelimeleri insanlardan ayrı bir varlık olarak algıladıklarından dolayı konuyu anlamada güçlük çekmişlerdir.Şirk Koşanlar , Kuranda Puta tapıcılar müşrikleri, Yahudi olanlar da ehli kitabı, insan da nötr bir yola gitmeye hazır vaziyette bir varlık olarak anlatmak istediği halde. Sanki ayrı ayrı yaratıklar olduğu tahmin edilmiştir.


Öyleyse Âdem şemsiyesi altına giren, insan, şeytan, cin, Yahudi, kâfir, Müslüman, münafık vs. isimlerin hepsi insandır. Ama diğer yanlarındaki aldıkları isimler onların sıfatlarıdır. Cin insan veya cin gibi insan, kâfir insan, şeytan insan, münafık insan, olarak tanımlanmaktadırlar. Bu sebeple Şeytan tanımını, iblisin insana vesvese vererek yoldan çıkmış misyonu, ve günahlarda ısrar etmesi sonucunda insanın yoldan çıkmış adıdır. Yoksa şeytan insanın dışında bir varlık değildir. Şeytan olan insanlar kendisine meyyal olan insanları kandırmaktadırlar.

2/14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz."

Ayete dikkat edildiği zaman münafık olan birisinin tablosunu çizerken, o kâfir olduğu halde Müslümanlar içerisinde sanki Müslümanmış gibi bir görünüm sergilemekte kendi gibi düşünenlerin yanına geldiğinde ise biz Müslüman olanlarla alay ettik sözüyle, kendi kimliğini tanıtmaktadırlar.

İblis kelimesiyle şeytan kelimesinin aynı olduğu inancında olanlar kesinlikle yanılmaktadırlar.


İblis Ateşten yaratılmıştır ama kuranda şeytanın ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet yoktur.

7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

7/12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

7/13- (Allah:) "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin."

Yine bu ayetlerde konuşturulan varlıklar lisanı halleriyle kendilerini tanımlamaktadırlar. İnsanların dışındaki kâinatta yaratılmış olan hiç bir varlık ,verilmiş olan göreve itiraz etmezler. İblisi tarif ederken insanı saptırmakla görevli bir varlık olarak tanımlamıştık. O ateşten yaratılmış ve kıyametin sonuna kadar Allah'tan yaşama süresi istemiştir.


7/14- O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.

Yine iblis lisanı haliyle konuşturuluyor. Burada iblis Allahtan süre istese de istemese de her insanda var olan bir olgudur. Onun İnsanların diriltilip kaldırılacağı güne kadar süre istemesi onun zaten süreli olduğunu sanat yaparak kuran anlatmaktadır. Her insan da olan bir olgu ise kendisinden sonra gelecek olan nesillere bu olgu miras olarak aktarılıp durmaktadır. Bu da insanlığın sonuna kadar devam edecektir.

7/15- (Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi. Ben insanlara sorduğum zaman iblis canlımı cansı mı diye bazıları canlı bazıları da cansız demişlerdi. O zaman iblis insanlardan insanlara aktarılarak ebediliğini sürdüren ve her insan yaşadıkça onda var olduğunun bir kanıtıdır. İblis adam değildir ama adamın içerisinde adam olmayı tamamlayan bir olgudur.

7/16- Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım."

17- "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."

18- (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım."

19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Ayetlerde imtihana tabi tutulan insanı doğru yolda yürümesini engellemek için ne tuzaklar beklemektedir.

7/20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Dikkatlice incelendiği zaman iblis Allahtan süre istemişti ve insanların diriltilip hesaba çekilecekleri güne kadar da süre verilmişti. İnsanlar da iblis gibi bir yaratık olmuş olsaydı onlara da süre verilip yaşayacaklardı. Âdem ve eşine vesvese verirken” Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."


İşte haramı tatmakla günah işleme olayı gündeme geliyor. Ve cennetlik olan Âdem ve eşi günahsız ortamı bozarak günah işleyen bir ortama gelerek haramla tanışıyorlar. Yoksa haramı tatmayacak bir şekilde yaratılmış olsalardı onlarda melek olurlardı. Ve günah işlemezlerdi.

Kuran’da iblisin ateşten yaratıldığını, ve cinlerden olduğunu söylediği zaman , sanki cinlerin de ateşten yaratıldığına dair bir kanaat oluşmaktadır.


Cinlerin kuranda Ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet olmadığı gibi, Bazılarının tanımladığı görünmeyen varlıklar da değillerdir. Onlar da insandır. insanlar nasıl topraktan yaratılmışlarsa cinler de topraktan yaratılmışlardır. Kuranda iblis cinlerden di ifadesi kelimenin başka bir konu ile ilgili yere konmasından kaynaklanmaktadır.

18/ 50- Hani meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Bilindiği gibi cinlerde eylem bakımında Allaha ibadet ve kulluk yapmayan zengin şımarmış toplulukların adıydı. İblis kelimesi bilindiği gibi İnsanlara yanlış yapmayı teklif etmekle büyük bir haksızlık yapmıştı. Asıl İnsan Yaratılırken Allahın rabliğini kabul etmiş ona boyun eğmekle yükümlü olduğunu söylemişti.

7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.


İnsan yaratılırken Allah'ı tanımak ve ona kulluk yapma eğiliminde yaratılmıştı. İşte iblisin Allah'a kulluk ve ibadet etmek için yarattığı insanı sözünden caydırmak istemekle hakkı olmayan bir davranışı yapmıştı. İşte Allah onu onun için huzurundan kovmuş onun yaptıkları hiçbir sözü onaylamamıştır. 

O bakımdan da o insanın yaratılış gayesine uygun hareket etmeyi engellemek istemekle de yabancı konumuna düşmektedir. İşte o ayette “İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi,” İfadesiyle söylediklerimizi onaylamaktadır. Öyleyse Kuran Bütünlüğü içerisinde Kâinattaki varlıkların bazı önemli olanların isimlerinin ne anlama geldiğini kurandan karşılığını vermeye çalışalım.

Halife: Allah adına dünyada iş gören Kâinatta yaratılmış olan bütün yaratıklara hükmedebilen insanoğlunun Adıdır. Eğer insanlar içerisinde Allahın vahiy orjinli dinleri güç ve kuvvet sahibi olduklarında hayata onun emirleri içerisinde emredenler de halife olark tınımlanmışlardır.

Âdem: İnsanın günah işlemeden ki halidir.

Melek: İnsanın fiziki yapısı da dâhil olmak üzere insanın dışındaki bütün yaratıkların hepsi insana secde etmekle görevli varlığın adır.

.
İblis: İyiye veya kötüye gitme eğiliminde olan insanın kötüyü teklif eden bir fısıltı,ve insanda yaratılışta var olan, bir melektir.

Şeytan: İnsanın iblis tarafından kötülüğü teklif etmesinin ardından teklifi kabul eden insanın veya misyonun adıdır.

Takva: İnsan yanlış yaptığı zaman, o yanlış davranışın yanlış olduğuna dair fısıltı veren sestir.


Akıl: İnsan hangi yola giderse o yolda insanı başarılı kılmak için insanın hizmetinde olan bir melektir.

Cin: Yabancı insanın adıdır. Yani insanın yaratılırken rabbim Allahtır sözünden uzaklaşarak nefsini ve dünyayı tabulaştıran insanların adıdır.


Davu'da demiri yumuşatması, Süleyman'a rüzgara boyun eğdirmesi, bakır madenlerini sel gibi akıtması, onların kullanabilme dilinin çözülerek insan hayatında kullanılır hale gelmesidir.

SONUNDA SÜLEYMAN'IN TAHTI SONA ERİYOR. YIKILIŞINI KURDUN ASAYI YEMESİYLE ÖZETLİYOR.

34/14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Kuran yukarıda izah etmeye çalıştığımız süleyman peygamberin ve çağdaşlarıyla ilgili münasebetlerini ihtişamlı ve debdebeli hayatını anlattıktan sonra o hayatın sona erişini böyle özetliyordu. Bunu Kuran'ın gölgesinden nasıl anlamlandığını onunla ilgili geçen kelimeler ve ayetler içerisinde anlatmaya çalışalım.

Kuran'da asa kelimesi iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi dünyalık dayandığı güçler yakınları ordusu malları ne varsa hepsidir. İkinci asa kelimesi ise Allah'tan aldığı vahiy bilgileri anlamındaki asadır. Şimdi kurandan başka surelerde geçen ve her iki anlamda kullanılan asa kelimesi geçen ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.

VAHİY ANLAMINDA KULLANILAN ASA

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).

7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür";

7/110- "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?"

7/111- Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla";

7/112- "Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler."

7/113- Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?"

7/114- "Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız."

7/115- Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"

7/116- (Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.

7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.

7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.

7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.

7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.

7/121- "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.

7/122- "Musa'nın ve Harun'un Rabbine"

Konu içerisinde kullanılan asa kelimesine baktığımız zaman Musa peygamber bir ayet ile geldiğini söylüyor. Bakınız vahiy gücü olarak kullanılan asanın konu içerisinde kullanılış biçimine bakalım.

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

DÜNYALIK DAYANDIĞI GÜÇLER ANLAMINDA KULLANILAN ASA!

20/10- Hani bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: "Durun, bir ateş gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol-gösterici bulurum."

20/11- Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: "Ey Musa."

20/12- "Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın."

20/13- "Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle."

20/14- "Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."

20/15- "Şüphesiz, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir. Herkesin harcadığı çabanın karşılığını alması için, onun (koşup haberini) neredeyse gizleyeceğim."

20/16- "Öyleyse, ona inanmayıp kendi hevasına uyan, sakın seni ondan alıkoymasın; sonra yıkıma uğrarsın."

20/17- "Sağ elindeki nedir ey Musa?"

20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."

Ayetler içerisinde geçen asa kelimesinin düzgün herkesin anlayacağı bir biçimde anlaşılabilmesi için farklı konularda anlatılan kıssalarda geçen asa kelimesinin kullanılış biçimini kıssada geçen ayetleri konular, içerisinde nakletmeye çalıştım.

Siz de takdir edersiniz ki kuranda kullanılan kelimeler anlam olarak hiçbir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Asa kelimesi insanın dayandığı dünyalık güç ve kuvvet anlamında kullanıldığı gibi aynı zamanda vahiy gücü anlamında da kullanılmıştır.

Ağaç işlendiği zaman mobilyada kullanılabildiği halde, aynı zamanda ateş yakmak için odun olarak da kullanılmaktadır. Bu kullanılan her ikisi de ağaçlandır. Her kullanıldığı yerde ne için kullanılıyorsa kullanıldığı yerde anlam kazanmaktadır. Ağaçtan kalem defter kitap araba kasalarından tutunda evlerin çatısında da kullanılmaktadır.

Ağacı evin tabanını döşemek için kullanıldığında tabanda isim alıyor kapı pencerede kullandığın zaman kapı pencerede isimlendiriliyor.

Aynen kuranda geçen kelimelere kuran bir anlam yüklemiştir. Ve konulduğu yere göre anlam kazanmaktadır.

Kuranı bütünsel olarak değerlendirdiğimiz zaman kullanılan kelimelerin ve ayetlerin harikulade dizayın edildiği görülmektedir.

Bilindiği üzere Musa peygamber kuran kıssalarında anlatılırken olayları bir bütünlük içerisinde ele aldığımız zaman ayetlerin iniş sırasını bile o sistem içerisinde rahatlıkla anlaşılabilir.

Musa peygamber firavunun sarayında ergenlik çağına gelinceye kadar çocukluk dönemi orada geçirdi. Öyle yada böyle sebeplerden dolayı. Bir adam öldürür. Toplumun bilgelerinden olan bir kişi Musa'nın öldürüleceğinden endişe ederek kaçmasını ister. 

O da has bel kader sekiz on yıl Şuayp peygamberin yanında azim ve sabırla çalışma karşılığında kızlarından birisini almak için sözleşirler. ve sözleşme süresi bitince de kızlarından birisiyle evlenir ve oradan ayrılır. Şuayip peygamber yanında almış olduğu hayat dersini peygamber yanında geçirmesi nedeniyle onu vahyin kaynağının yanında olması onu hayata bakışında büyük değişiklikler yapmıştır.

İşte birinci asa karşımıza burada çıkmaktadır.

20/17- "Sağ elindeki nedir ey Musa?"

20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Musa daha peygamber değil fakat hayat onu olgunlaştırmış dünyada yaşadığı hayatı sorgulayarak bazı bilmediği şeyleri peygamber yanında olması nedeniyle kavramıştı. Peygamberlik insanlara gökten zembil ile gelmez.

Hayatın inişli çıkışlı engebeli yollardan çilelerine katlanarak bir aktör gibi rol alanlar içerisinden duyarlı olanları Allah peygamber seçer. Yani insanlar toplum içerisinde yaşarken Onlar peygamber olurlar. Artık onların dünya hayatında kumandası tabiri caizse Allah'ın eline geçmektedir. Onlar vahiyle artık hayatlarını düzenlerler. İşte Musa'nın peygamber olmadan önce peygamberlik geçiş sürecinde şöyle bir Allah ile diyalog geçiyor.

20/11- Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: "Ey Musa."

20/12- "Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın."

20/13- "Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle."

20/14- "Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."

Musa peygamberle Allah konuşuyor. Ve onu peygamber seçtiğini vahyin gözetiminde bundan sonra hareket emesi gerektiğini ikna için uğraşıyor. Teşbihte hata olmazsa. Ve Musa da kabulleniyor. Ve Musa'ya soruyor.

20/17- "Sağ elindeki nedir ey Musa?"

20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Şimdiye kadar Musa böyle bir soruyla karşılaşmamıştı bütün dayandığı güçleri terk etmeyi emredilmekte Musa büyük bir şok geçirmişti. Bildiğiniz gibi her olaydan insanlar en çok ilk darbe en şiddetli olanıdır. 

Depremlerde olduğu gibi arkadan gelen artçı sarsıntılar azalarak kaybolduğu gibi kaybolur gider. Musa da ilk tepki de böyle bir emir karşısında şaşırmış soğuk duş etkisi yapmıştı. Kolay mı bütün varını yoğunun insan bir anda kaybetse nasıl bir tepki verir siz düşünün.

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Allah Musa'nın halini bu ilahi mesaj karşısındaki gösterdiği tepkiyi böyle özetliyordu” bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Bu ifade dünyalık malların kaybedildiği zaman insanın gösterdiği tepkidir. Fakat Musa peygamber ilahi mesajla bilgilenerek dünya hayatının bir an ahiret hayatının da ebedi olduğunu asıl dünya hayatının ahiret aleminin kazanılmasına vesile olan bir yer olduğunu kavradıktan sonra artık o yerleri ve gökleri yaratan Allah'ı veli edinmiş ve onun kumandasıyla hareket etmeyi kabullenmeyi en şerefli erdemli ve onurlu bir makam olarak görmüştü. 

O belki üzerine giydiği elbise eski yamalı ve belki o zenginler gibi kuş sütünün dahi eksik olmayan sofralarda yemiyor ama o yaratılış gayesinin asıl anlamını yakalamış yerleri ve gökleri yaratana sığınmış onunla hayatı sürdürmeyi kendisine ilke edinmişti.

İnsanları temel olarak ayıran özellik de bu olmalıydı. Kendisine dünya hayatında rehber olarak yerleri ve gökleri yaratan Allah olarak kabul edenlerle kendisine rehber olarak Allah'ın dışındaki yaratıkları rehber olarak kabul edenlerdir.İman etme ve iman etmeme, Müslüman ve gayrı Müslüman hak yol batıl yol, doğru yanış, diye ayrılmaktadır.

Doğru bir konuda bir tanedir aynı konda iki tane veya daha fazla doğru olmaz. Onun gibi rabbani yolda olanların kılavuzu yerleri ve gökleri yaratan Allahtır. 

O Allah insanların kendi içlerinden gelen nebileri resul seçerek insanlara dünyada yaşam kılavuzunu göndermiştir. O kılavuzları takip edenler kendilerine Rab olarak Allah'ı seçenlerdir. Allah'ın rabliğini seçmeyen insanlar mutlaka kendilerine Allah'ın dışındaki yaratıkları Rab olarak seçerler.

Musa Peygamber Vahiy bilgisiyle bilgilenmiş artık kavminin karşısına çıkmıştı. Kuran bu bilgilere belge delil burhan ayet terimi kullandığı gibi eşyanın hakikatin da olan bilgilerle bu vahiy bilgisinin kesinlikle ilahi yolda yürüyebilmenin ölçütlerini bize sunmaktadır. 

Düşünen aklını kullanan insanlar ancak bu doğru olanı kavrayabilirler. Bu anlamda peygamberlere hem ilim verilmiştir hem de bu ilmi eşyanın yaratılışındaki bilgi ile mukayese edebilecek feraseti de anlayabilecek hikmeti vermiştir. Bunun şu andaki karşılığı mantıktır.

Mantık doğru düşünmenin kurallarını prensiplerini gösteren ilmin adıdır. Musa peygamberin firavunun karşısına çıktığı zaman onlara getirdiği belge bütün insanların önünde attığı asa allahtan aldığı ilahi mesajları vahiyleri içeriyordu.

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

Kuran'ın anlatım sanatı ile ciltlerle anlatılamayacak olayları birkaç ayet ve kelimeyle insanlara izah etmesi de Allah'ın ayetlerindendir.

Ejderha kelimesiyle Allah'ın vahiylerini yılan kelimesiyle de büyücü bilginlerin kendi akıllarıyla ortaya koydukları sistemleri ideolojileri temsil ediyordu. Ama firavun gibi makam mal hırsı ile gözlerini bürünmüş kişilerin bu gerçeği görmesi mümkün değildi. 

Ancak İlimde derinleşmiş olanların Hazreti Musa peygamberin getirmiş olduğu insan üstü ilahi mesaj karşısında titreyerek kendisinde yankı bulanlar bunu kavrayabildi ve kendilerini bu mesaja teslim olmaktan başka gidebilecek bir yer olmadığını anlayabildiler. Firavunun bilginleriyle Musa ve Harun büyük bir kalabalığın toplandığı bir zamanda tabiri caizse güreşme başlamak üzere iken şöyle kendi aralarında bir düello geçer.

7/115- Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"

7/116- (Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.

7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.

7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.

7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.

7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.

7/121- "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.

Yani artık kendilerinin gizleyerek saklayarak firavunun korkusundan firavunun yalakalığını yapan ve ondan ücret karşılığı bazı gerçekleri saklayabilen bilginler Artık hazreti Musa peygamberin getirdiği vahiy bilgisi karşısında yaptıkları yanlış gidişatın farkına varırlar. gerçeği gördüklerinde ise de “Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.

İslam toplumlarında sihirle büyü ile Üzerlerini örtmeye kalktıkları hakikat vahyin karşısında insanların uydurduklarının ne kadar basit olduğunu anlatmaktadır.

Kuran'da tanımlanan asa kelimesinin insanları kendi ürettikleri vahyin kontrolünde olamayan her türlü mal bilgi servet makam koltuk ne varsa ona onu temsil eden anlamında kullanıldığı gibi sırtını Allah'a dayayan onun bilgisiyle hayatı yürüyenler için dayandığı güç anlamında olan asada vardır. Bu kelimelerin nerede hangi anlamda kullandığını konunun geçtiği yerde ancak anlayabiliriz.

Konu içerisinde geçen İkinci kavranması gereken kelimelerden birisi de cin kavramıdır. Okuyan kardeşlerim lütfen sabırla okumaya gayret göstersinler. 

Belki konuları anlatırken çok dağıtıyor veya uzatıyorum ama terlemeden emek olmadan hiçbir şey elde edilmez elde edilse de onun insana bir faydası olmaz.”haydan gelen huya gider” hesabı gibi. Bir şey hakkında bilgi sahibi olabilmek için detaylara girerek tahlil edilmesi gerekir. Şimdi kuranda geçen cin kelimesinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

CİN
Bu güne kadar, bize klasik olarak anlatılan dinde Cin: beş duyularla algılanamayan. Dumansız ateşten yaratılan görülmeyen varlıkların adıdır. Diye tarif ediyorlardı.


Şimdi Kuran'daki anlatılan cin neymiş onu incelemeye çalışalım.
Kuran’ı okuyup Cin ile ilgili ayetleri tahlil ettiğimizde cinin de Adem şemsiyesi altında olan aklıyla takvasıyla fıskıyla onunda bir insan olduğu, onun da Allah’a karşı ibadet ve kullukla sorumlu ve görevli bir varlık olduğu, anlaşılacaktır.

51/56” Ben insanları ve cinleri yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım”

Daha öncede bahsettiğim gibi Kuran'daki bir ayetin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için Kur’anda onunla ilgili geçen bütün ayetler kafada bir projektör gibi şavk-armalı. Kastettiği manayı konu ve Kur’an bütünlüğüne, o konunun ilmine, akla ve pratik hayata ters düşmeden anlayarak ait olduğu yere konacak şekilde anlamak ve yorumlamak gerekiyor.

Edebi anlatım sanatı sadece Kur’an da değil bu anlatış insanın yapısında ve özünde var olan ve her milletin dilinde ve edebiyatında bulunan bir gerçektir.

Bizim dilde de Kullanılan deyimlerin ve edebi sanatların bazılarına bir bakalım.


Açık kapı bırakmak: Eğer gerçek anlamında anlaşılmış olsaydı, kapılardan birinin açık kalması anlamında anlaşılırdı.


Ama mecazi anlamını düşündüğümüz zaman ; Bir iş yada sorunla ilgili olarak,son sözü söylemeyip,biraz daha elverişli davranışta bulunma olanağı vermek anlamındadır.


Göz yummak: Gerçek anlamında anlarsak Gözleri kapamak anlamındadır. Mecazi anlamına baktığımız zaman , ise hoş görmek,bağışlamak ,kusurları görmezlikten gelmek anlamındadır.


Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Kur’andaki ayetleri de anlarken kurandaki anlatım sanatını iyi kavramak lâzımdır.


Yine cin konumuza dönelim, Örnek verdiğimiz ayette ,Cin ve insan ikisi de adem şemsiyesi altında olduğu halde sanki ikisi ademden farklı ayrı ayrı yaratıklar olduğu sanılmıştır.


Bakınız başka bir ayette hepsi adem şemsiyesi altıda olduğu halde başka başka isimlerle zikredilmişlerdir.


2/96”Andolsun onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (onlardan) her biri bin yıl yaşatılsın ister. Oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah onların yapmakta olduklarını görendir”

Bakınız Kur’an “ ben insanları ve cinleri” İfadesini kullanırken iki değişik ademden söz etmektedir.” Onları,insanlardan ve şirk koşanlardan” İfadesiyle de üç değişik yaşam biçimine sahip ademden söz etmektedir.


Ayette geçen onlar ifadesiyle Yahudilerden söz ederken,insanlar ifadesiyle de yolu belirlenmemiş alemlerden, söz etmektedir. Şirk koşanlar ifadesiyle de puta tapıcılardan söz etmektedir.

Soru 1-Neden Allah orada, Cin de insanda adem olduğu halde İbadet ve kullukla görevli ayrı ayrı varlıktan bahsetmektedir?


Bakara suresinin 96. ayeti kerimesinde şirk koşan, onlar, ve insanlar adem şemsiyesi altında insan olduğu halde sanki insandan ayrı ibadet ve kullukla görevli ayrı ayrı varlık olmadığını bunların hepsi davranış biçimleriyle birbirlerinden farklılaşarak insan oluyorsa,

“ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım “ ayetinde cin kelimesi neden insandan ayrı bir varlık olarak algılanıyor?


Öyle ise adem şemsiyesi altında sadece davranışlarda farklı olarak, ibadet ve kullukla görevli varlıkların hepsi insanın cinsler indendir.


İnsanların düşünemediği algılayamadığı kendisi suyun içerisinde olduğu halde suyun farkında olmayacak kadar acze düşmektedir. Birisine sen kafirsin desen sen insan değilsin anlamında mı anlamak lazım? Veya birisine sen münafık kelimesini kullansan sen insan değil de başka bir varlık anlamında mı anlamak lazım? Hayır bunların hepsi insandır. Fakat yaptığı davranışların değişikliği sebebiyle onu başaka bir yere koymaktadır.


İşte cinle ilgili kafaya takılan soruların insanı rahatlatacak ve kalpleri mutmain edecek cevabı alabilmek için ayetleri sıralamaya çalışalım.


72/1- De ki: "Bana gerçekten şu vahy olundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik"

72/2- "O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz'e hiç kimseyi ortak koşmayacağız."

72/3- Elbette, Rabbimiz'in şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk."

72/4- "Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler."

72/5- "Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık."


72/6- "Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı."


72/7- "Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı."


72/8- "Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk."


72/9- "Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur."

72/10- "Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?"


72/11- "Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz."


72/12- "Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamıyacağımızı anladık."


72/13- "Elbette biz, o yol gösterici (Kur'an'ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından."

72/14- "Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır."

72/15- “Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.”


72/16- “Eğer onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde 'dosdoğru bir istikamet tuttursalardı', mutlaka Biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir)dik.”


Cin suresinde buraya kadar ayetleri nakletmeye çalıştık.
Biz iddia ediyoruz ki; Kuranda anlatılanlara göre, yer yüzünde adem şemsiyesi altında insanlardan başka ibadet ve kullukla sorumlu hiçbir varlık yok.


Önce şu soruyu sorarak Kur’an’da çelişkisiz olarak yerine oturan bir cin anlayışını ortaya koyalım.


Cinler adem değilse, nasıl olur da ademden olan bir peygamberden Kur’an dinler?

17/94Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir.

17/95- De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik."

Bu ayetlere göre insandan peygamber ancak insanlara peygamber olarak gönderildiğini anlatmaktadır. Eğer melek olsaydı meleklerden bir peygamber gönderileceğini vurgularken, cinler beş duyu ile algılanamayan varlıklar ise beş duyu ile algılanamayan varlıklardan peygamber gelmesi gerekirdi. Yada cinlerin beş duyularla algılanmayan varlıklar değil onların da insan olması gerekir.


Öyleyse ademden bir peygamberin beş duyu ile algılanamayan varlıklara elçi olarak gelmesi veya vahiy aktarması, Kur’an’a ters, ilme ters, akla ters ve pratikte de böyle bir şey olmamıştır.

veya ,Eğer cinler beş duyularla algılanamayan ve onlar da Allaha ibadet ve kullukla sorumlu bir varlık iseler, o zaman beş duyularla algılanamayan varlıklardan peygamber olması gerekirdi. İnsanlardn bir peygamber onlara kuranı anlattığına göre, onların da insan olduğu bir gerçektir.

Ademlerin dışında bütün varlıklarda akıl ve irade olmadığı halde cinlerin “doğrusu bizim beyinsizlerimiz Allah’a karşı saçma şeyler söylemişler” ifadesiyle aklı olduğu halde aklını kullanmayan cinlerden söz etmektedir. “ rabbimizin şanı yücedir o ne bir eş edinmiştir ne de bir çocuk”.

Bu sözü söyleyen cinlerdir.Kuran’ın bütünlüğünde bununla ilgili başka ayetlere baktığımız zaman bu sözü söyleyenlerin Yahudi ve Hıristiyan oldukları anlaşılmaktadır. Veya bu özelliği anımsatan bütün insanları kaplamaktadır.

9/30:” Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?”

bazı cinlerin Allah çocuk edindi demesiyle Yahudi ve Hıristiyan olanların Allah’ın oğlu demesi arasında ne fark vardır?. “insanlardan bazı adamlar cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki onların azgınlıklarını arttırırlardı.

Kur’an’ın anlatım sanatına bir bakın sığınma olayı, ilah edinme rab edinme anlamında kullanılmıştır. Bu da Allah’ın yarattıklarından herhangi birine olan sevgi ve ihtiramı Allah’a denk veya Allah’ın üzerinde sevgi ve saygıya sebep oluyorsa Kur’an bunu müşriklikle suçluyor. Ve kuran, şirkle giden kişinin asla bağışlanamayacağını söylüyor.


4/48:” Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.


Daha önce de bahsettiğim gibi cini Kur’an yabancı insan anlamında kullanmıştır.insanlardan bazı aklını kullanamayanlar yabancıları gözlerinde öyle büyütmüşler ki; her şeyi bilen gayb dan haber veren onları kontrol eden bir anlayışa sahip olduklarından dolayı Allah’tan daha çok korkma ve sığınma ile onlara sığınmışlardır.


Eğer, bir adam yanlış bir yolda giderse, onun yanlışını destekleyen bir toplum da oluşursa, hem onun yanlışlarını daha çok yanlışa götürerek azgınlaştırır.

Samirinin buzağı heykeli yapıp onu destekleyenlerin onu azgınlaştırarak vahiylere karşı duyarlılığının kaybolarak helak olması gibi.


Bugün İslam topluluklarındaki hastalık ilim ve teknolojide, ileri gitmiş Avrupa ve Amerika’nın halkına bağlanması gibi. Batının kültür ve medeniyetini Allah’ın koymuş olduğu medeniyetin yanında adı bile anılmaya değmezken onların medeniyetini tapınılır hale getirmişlerdir.

Yerleri ve gökleri yaratan insanlara aklını takvasını, fısk ve fücurunu Allah verdiği halde ihtiram, saygı, ibadet ve kulluk, hamd ona layık iken maalesef kendileri de yaratılıp ölümlerini bile engelleyemeyen cinlere yabancı adamlara ibadet ve kulluğu ön plana çıkarmışlardır.


İşte Kur’an’ın insanlardan bazı adamların cinlerden(yabancılardan) bazı adamlara,sığınıp onların azgınlıklarını arttırmasının anlamı budur.

Genelde mütercimlerin ve müfessirlerin yanıldığı nokta ayette geçen (cannı) kelimesini cinni diye tercüme etmelerinden kaynaklanmaktadır.


15/27:” Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.”

Kur’an’ın metninde cannı kelimesi geçtiği halde onu cinni diye tercüme etmeleri onunla ilgili bütün ayetlerin yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur. Cin yabancı insan can ise insanı ayakta tutan enerjidir.


55/15- Cann'ı (cinni) da 'yalın-dumansız bir ateşten' yarattı.



Kur’an’ı kerimin hiçbir yerinde cinni dumansız ateşten yarattık diye bir ayet yoktur. Şeytan, cin, can, iblis kelimelerini Kur’an’ın anlatış biçimine göre kavrayamadıkları için kavram kargaşası çıkmaktadır .


Bakınız Kur’an İblisin dışında secde etmişlerdi. o cinlerdendi” ifadesiyle insana fısıltı veren,,İnsanı Allah’ın yolundan alıkoymaya çalışan, bir cinden söz ediyor. Ama o adem olan yabancı değil, O insanın asıl yapısına , yaratılışına yerleştirilmiş , takva yolunu bozmak için, var olan bir yabancıdır. Bir sestir.
Dağdan gelip bağdakini kovma “Ata sözüne yakışan bir anlatımdır.

Buradaki “ iblis cinlerdendi ifadesi Özgür bir iradeye sahip olan insana yanlışları teklif eden fısıldayan sesi eğer insan kabul eder o yaşamı tercih ederse,bu insanın adı şeytan oluyor. Yani asıl Allah’a ibadet ve kullukla görevli insanı kuşatarak hakkı olmayan yeri işgal edip insanı doğru yoldan alıkoyuyor.

Muttaki olanların hayatta yaşarlarken iki amaçları vardır. Birincisi kimseye zulüm yapmamak, başkalarına olan hakları ihlal ederek onları yurtlarından çıkarmamak.

İkinci amacı ise hem kendisi hem de kendisinin dışındakilere yapılan haksızlık ve zulümlere karşı rıza göstermemektir.


İşte iblisin görevi muttaki olan yolu engellemektir. Bu anlattığım meseleler.ailelerin toplumları milletlerin, devletlerin ve bütün dünyanın öz yapısında olan kanayan bir yaradır.


Kendi iktidarını iblisin eline teslim etmiş insanlar başkalarının yurtlarını işgal ederek onlara zulüm yapmışlardır. Dünyada zulüm makinesinin başı olan Amerika iyilik vaatleriyle binlerce kilometre uzaklardan gelerek Afganistan’ı ve Irak’ı işgal ederek mazlum halkı öldürerek oraya yerleşmesi gibi,



Can dumansız ateşten iblis ise ateşten yaratılmıştır. Can ait olduğu doğan büyüyen ve ölen varlıklarda enerji olan olguyu temsil eder ve ona canlılık dirilik özelliği verir. ateşten yaratılmış olan iblis ise sadece insanlarda isyan ve başkaldırmanın teklifini insanlara sunar. Cin ise Hem can özelliği taşıyan hem de iblisin özelliğini taşıyan bir varlıktır.


6/130” Ey insan ve cin topluluğu içinizden size ayetlerimi aktarıp okuyan,ve size bu karşı karşıya kaldığınız gününüzle sizi uyarıp korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar nefislerimize karşı şahadet ederiz derler. Dünya hayatı onları aldattı.kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler,”

Beş duyularla algılanamayan gözle görülemeyen varlıklar insanlardan olan bir elçi bir peygamber tarafından nasıl uyarılabilir.?Kafir gerçekleri örtmek demektir. Peki insanlardan ve cinlerden kafir olanların olması nasıl izah edilir?


17/93”Yahut altından bir evin olmalı,veya gökyüzüne yükselmelisin üzerimize bizim okuyabileceğimiz,bir kitap indirinceye kadar, senin yükselişine de inanmayız. De ki:Rabbimi yüceltirim. Ben elçi olan bir beşerden başka mıyım.? “

17/94 “ Kendilerine hidayet geldiği zaman ,insanları inanmaktan alıkoyan şey.onların : “Allah elçi olarak bir beşerimi gönderdi ? Demelerin den başkası değildir.”

17/95”Deki: Eğer yeryüzünde (insan değil de) Tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı ,bizde elçi olarak elbette melek gönderirdik.

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi akıl eden düşünen ve her yaptığı iyi veya kötü davranışlardan yetkili ve sorumlu bir varlık kendi cinsinden olan bir elçiyle uyarılıp korkutulduğunu söylüyor.


Cinler beş duyularla algılanamayan varlık 0lsaydı, ayetlere göre Allah peygamber olarak kendi içlerinden beş duyularla algılanamayan varlıklardan peygamber gönderiridi,kendi . Ya da cinler de insanlar insanlar gibi aklıyla takvasıyla fıskıyla insan olan bir varlık olması gerekir. Öyleyse cinlere peygamber Kur’an anlattığına göre cinlerin insan cinsinden varlıklar olduğu muhakkaktır.

46/29” Hani cinlerden bir kaçını ,Kur’an dinlemek üzere sana yönlendirmiştik.Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, kulak verin sonra bitirilince,kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.”


46/30” Dediler ki gerçekten biz Musa’dan sonra indirilen kendinden öncekileri doğrulayan, bir kitap dinledik. Hakka ve doğru olan yola yöneltip iletmektedir.”

Peygamber (SAV) ve Hıristiyan ve Yahudilerden bir gurup hasbel kader geliyorlar. Kur’an’ı dinlediklerinde Kur’an’ın yol gösterici bir kitap olduğunu, kavrayıp kabullenip , kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönüyorlar.


Eğer cinler beş duyularla algılanamayan varlıklar olmuş olsaydı insan olan bir peygamberden nasıl kur!an dinleyebilirlerdi.


Yine cinlerle ilgili ayetleri aktarmaya devam edelim.


34/12” Süleyman içinde, sabah gidişi bir ay akşam dönüşü bir ay olan rüzgâra (boyun eğdirdik)Erimiş Bakır madenlerini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında rabbinin izniyle bir kısım cinler vardı,Onlardan kim bizim emrimizden çıkacak olsa.ona çılgın ateşin azabından tattırırdık.”


34/13” Ona dilediği şekilde Kaleler heykeller,havuz büyüklüğünde çanaklar,ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. Ey Davut ailesi Şükrederek çalışın. Kullarımdan şükrederek çalışan azdır.


34/14” Böylece onun ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü onlara asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası Haber vermedi. Artık o yere yıkılıp düşünce açıkça ortaya çıktı ki,Şayet cinler, gaybı bilmiş olsaydı,Böylesine aşağılatıcı bir azap içinde kalıp yaşamazlardı.”


Buraya sebe suresinden aktarmış olduğumuz ayetleri yorumlayacak olursak, Süleyman peygamber babası Davut peygamberden Öylesine güçlü bir devlet mirası teslim almış ki:Çağdaş toplumlara karşı, teknolojik yönden büyük bir üstünlük sağladığı anlaşılıyor.


Rüzgârları kullanıp onlardan istifade etmesini başarabiliyor Kendisinin ihtiyacı olan sahalarda yabacı küfür toplumlarından uzman bilgin utsalar çalıştırarak ve bakır madenini kullanmasını keşfederek, muazzam devlet otoritesi kuruyor.

Doğru olan odur ki, Akıllı olan insan başkalarının aklından istifade edebilen insandır.Süleyman peygamber, hem kendisine bağlı olan Müslüman kesimden yapabileceklerini yapıyor. yapamadıklarını ise, İhtiyaç duydukları konularda ise yabancı toplumlardan (cinlerden) uzman o konuda ehliyetli bilim adamlarını çalıştırmasını başararak Çağdaş düzeyde müreffeh devlet oluşturuyor.

Nasıl her şeyin bir başlangıcı bir gelişmesi bir de sonu varsa,Süleyman peygamberinde,sonu yaklaşmış, Artık otorite sarsılıp, Yavaş yavaş imparatorluk çökmeye başlayınca, Bakanlıklar genel müdürlükler laşkalaşmış, hiyerarşi bozulmuş disiplin de ortadan kalkınca, Cinler Süleyman peygamberin kendi üzerlerinde bir gücü olmadığını görünce istemeyerek çalıştırıldıkları ordudan çekip gidiyorlar.


Kur’an sanatsal bir üslûpla anlatarak, İnsanların ,” cinlere ait gaybı bilgiler bildikleri ile ilgili inançlarını yıkarak, Otoriteyi bir asaya , Kurdu da iç ve dış düşmanların istilasıyla, Saltanatın yok oluşunu özetliyor.


Yoksa Süleyman peygamber hem devletin komutanı, hem de bir insanın ağaçtan yapılmış bir deyneğe dayalı kalarak ölmesi ,ve yıllardan sonra asaya dayalı kalarak. Orada kimseden haberi olmadan kurtlar asayı yiyinceye kadar beklemesi ,eşyanın yapısına uygun değildir.Kurana uygun değildir, salim akıl sahibi de bunu kabul etmez.


Böylece Kur’an bir mesaj daha vermektedir sizin tapındığınız o cinler yani gözünüzde büyütüp ilahlaştırdığınız yabancı insanlar
,

Süleyman’ın tahtı çökmeden tahtın yıkılacağını fark edemediler.
Eğer bunu daha önce fark etselerdi istemeyerek çalışmazlar çeker giderlerdi.

Herhalde Kuran’dan cinlerle ilgili yeteri kadar örnekler verdik sanırım. Aklını kullanıp , olayları inceleyen insanlar, üfürükçülerin ve cincilerin azizciğine uğrayarak kendilerini bu yaptıkları hilelerin pençesine kaptırmazlar.


Sonuç Olarak!


Cinler yabancılaşmış insanlardır.

Süleyman'ın asası dünyalık kazandığı mal mülk otorite tahtı olarak alırsak ağaç kurdu nasıl ağacın kendisinden olup ağacı yeyip bitiren kurt ise süleyman peygamberin tahtı insanların bozulmasıyla yıkıldığı temsil edilmektedir.,

Yoksa kılasik tefsirlerde anlatılanlar gibi olmuş olsaydı yaşayan kuran değil mitolojilerde anlatılan masal hikaye kitabı olmaktan öte geçemezdi.

Kuran vahyin getirdiği mesajla yaratılmış olan kainatın kucaklaşarak onun sentezi olan bir din insanlara anlatır.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
http//kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com

Hiç yorum yok: