17 Mayıs 2015 Pazar

KUR’ANI DOĞRU ANLAMA VE ALGILMADA TARİHSELLİK VE EVRENSELLİK!! BİRİNCİ BÖLÜM!




 

 

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!




İslam toplumlarında ve ehli kitap toplumlarda, gerek tarihsellik, gerek hadis kaynaklarından, gerek mezheplerin içtihatlarından, gerek deist, gerek ateist bakışların etkisinde kalarak, Kur’an’ı doğru anlamak için gösterilen çaba gayretler, Kur’an’daki ayetleri doğru anlama yerine aksine doğru anlamaya engel teşkil etmektedir.

Tarihsel bir bakış ile Kuranı anlama konusunda son günlerde gündeme gelen Prf. Mustafa Öztürk ve Fazlur Rahman’ın Tarihsellik, modernizim ile ilgili Bir makalelerini yayınlayarak Bakış açısının ne kadar yanlış olduğunu, otuz beş yıllık Kur’an’ı Doğru anlama konusunda gösterdiğim çaba ve gayretlerim sonucunda metodolojik bilgilerle ortaya koymaya  çalışacağım  inşallah.

İslam Dünyasında Tarihselciliğin Öncü İsmi : Fazlurrahman
“İslam Modernizmi”nin çağımızdaki belki de en önemli siması olan Fazlur Rahman kendi tabiriyle “bir modernist olarak” üzerinde konuşulup tartışılması gereken bir düşünürdür. Özellikle Türkiye, Endonozya, Malezya gibi arap olmayan ülkelerde daha bir popüler olan Fazlur Rahman, ülkemizde özellikle ilahiyat çevrelerinde –bilhassa Ankara ilahiyat- görüşleriyle revaçtadır.

İSLÂM dünyasında modernleşme 19. yüzyılda düşüncede başlamış, yavaş yavaş diğer alanlara da yayılmıştır. Bu sırada İslam coğrafyasına dağılan ve Hıristiyanlığı yaymayı amaçlayan misyonerlik faaliyetleri ile daha sonra ortaya çıkan oryantalist çalışmalar en önemli gelişmelerdendir. Zira Batılıların İslam dünyasını modernleştirme planlarının bir parçası, misyonerler tarafından devreye sokulmuştur. Bu amaçla, zeki çocukları kendi ülkelerine götürerek eğitmiş, daha sonra sömürgeleştirilen ülkelerinde yönetici veya önemli makamların başına getirmişlerdir. Batıda ortaya çıkan gelişme ve değişme, sömürgecilik ve misyonerlik yoluyla İslam dünyasını etkisi altına alınca, sayı itibarıyla az fakat etki itibarıyla güçlü olan bir takım müslümanlar daha önce hiç şüphe etmedikleri dini ve manevi değerlerinden şüphe etmeye, dini, ilerleme ve gelişmenin önünde engel olarak görmeye başlamışlardır. Yönetici kadroların da basiretsizliği ile etki daha da derinleşmiştir. ********
Bu sürecin ürünü olan ‘İslâm Modernizmi’nin ilk temsilcileri Seyyid Ahmed Han, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’tur. İsmi anılan kişiler İslam dünyasında başta ilim adamları olmak üzere birçok kişiyi etkilemiştir. Artık insanlar din alanında çok derinliğine bir eğitim almadan da bir şeyler söyler olmuş, sözlerinin ses getirmesi için bazı Batılı düşünceleri kendi söylemlerinin arasına serpiştirmişlerdir. Seyyid Ahmed Han’la başlayan bu süreçteki ortak nokta; Batı’ya ve Onun değerlerine karşı, Batının anlayış usûllerini kabullenen bir gündeme sahip olmadır. (1)

Kur’an ve Sünnetin kendi dinamiklerinden neşet eden Tefsir Usûlü’ne ve o usûl çerçevesinde istinbat edilen anlamlara bir başkaldırı tarzında gerçekleşen yeni yaklaşımların Kur’an’ı anlayış usûlünde önerdikleri köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’, Seyyid Ahmed Han’ın ‘Modernist’ ve öncülüğünü Fazlur Rahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer tutmaktadır.********

Kuran’ın, Hz. Rasulullah’ın (sav) yaşadığı miladi yedinci asra yönelik ilahi bir müdahale olduğunu ve mevcut hükümleri ile bu günün insanına hitap etmediğini iddia eden tarihselciler içerisinde Fazlur Rahman, Mısırlı felsefe hocası Hasan Hanefi, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Cezayirli Muhammed Arkoun, Fransız Roger Garaudy ve Muhammed Abid el Cabiri önemli bir yer tutmaktadır. *********

Bu modernistler arasında Fazlur Rahman’ın oldukça kritik ve etkili bir pozisyonu bulunduğu dikkati çekmememiz gerekir. Özellikle metodoloji (usûl) çalışmalarıyla dikkat çeken ve akademik camia arasında etkili olduğu gözlenen Fazlur Rahman, Tasavvuf’tan Hadis’e, Fıkıh’tan Kelam’a kadar İslamî disiplinlerin tamamı hakkında yenilikçi/modernist bir yaklaşım sergilemiştir. Kendisinden sonraki modernist tutuma ilham kaynağı olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. İslam dünyası ve özellikle de Türkiye’de tarihselciliğin öncü ismi(2) olarak kabul edilen Fazlur Rahman, 1919’da Hindistan’ın Hazara şehrinde, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Diyobendî ekole mensup bir alimdi. Fazlur Rahman, ilk eğitimini babasından aldıktan sonra medrese eğitimine başladı. Ailesi 1933 yılında Lahor kentine taşınınca üniversiteye gitti. 1940’ta Pencap Üniversitesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede yaptığı yüksek lisansını 1942 yılında tamamladı ve aynı yıl bu üniversiteye asistan olarak atandı. 1946-1949 yılları arasında Oxford Üniversitesi’nde doktora çalışması yaparken bir taraftan da İslam felsefesi ile ilgilendi. Bu dönem, Fazlur Rahman’ın geçirdiği zihniyet dönüşümü bakımından bir dönüm noktası olmuştur.

Bunu kendisi şöyle ifade eder: “İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde doktora öğrenimi yaptıktan ve Durham Üniversitesi’nde ders vermeye başladıktan sonra, daha önce almış olduğum modern eğitim ile geleneksel eğitimim arasında bir çelişki hissettim. 1940’lı yılların sonu ile 1950’li yılların başlarında felsefe çalışmaktan doğan ciddi bir şüphe dönemi geçirdim. Bu, geleneksel inançlarımı darmadağın etti.”(3)*********

Doktorasını tamamladıktan sonra Oxford’da Fars Medeniyeti ve İslam Felsefesi hocası olarak ders vermeye başladı; arkasından Durham Üniversitesi’ne, 1958 yılında da Kanada McGill Üniversitesi’ne geçti. Burada üç yıl çalıştıktan sonra Pakistan’da askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren Eyüp Han’ın daveti üzerine Pakistan’a gitti. Eyüp Han’a danışmanlık, İslamî Araştırmalar Enstitüsü’nde idarecilik ve müdürlük yaptı (1961-1968); İngilizce Islamic Studies ve Urduca Fikr-o-Nazar dergilerini çıkardı. Bu enstitü bünyesinde çok sayıda talebeye dersler verdi ve yurtdışına gitme imkânı sağladı.

Burada kaleme aldığı kitap ve makalelerde ortaya attığı görüşler dolayısıyla Pakistan ulemasının büyük tepkisini çekti. Gittikçe artan tepkiler onu 1968 yılında Pakistan’ı terk etmeye zorladı. Amerika’ya gitti; 1969 yılında Chicago Üniversitesi’ne hoca olarak intisap etti ve 26 Temmuz 1988 yılında vefat edene kadar burada İslam Düşüncesi Profesörü olarak çalıştı. (4)

Fazlur Rahman’ın görüşleriyle ilgili 2 cilt kitap(5) yazmış olan Dr. Ebubekir Sifil, Fazlur Rahman’ın tarihselcilik görüşünü şöyle değerlendiriyor: Fazlur Rahman’a göre Kur’an, temelde ahlakî ilkeler içeren bir kitaptır ve onun çağrısının esası ahlakîdir. Bu da Kur’an’ın ihtiva ettiği hukukî hükümlerin bile ahlakî çerçevede anlaşılması gerektiğini ifade eder. Bir diğer deyişle Kur’an’ın ahkâm ayetleri bizler için bugün somut hükümler değil, bu hükümlerin gerisinde bulunan ahlakî ilkelerin esas olduğunu anlatır.

Kur’an’ın tarihselliği (içerdiği hükümlerin Hz. Peygamber (sav dönemine mahsus olup bugün aynen uygulanamayacağı) tezinin alt yapısını teşkil eden bu anlayışı Fazlur Rahman şöyle ifade etmektedir: “İslamî çağdaşçılığın bir anlamı varsa, o da kesinlikle şeriatın muhtevasının değişime, büyük ölçüde ve çok yönlü bir değişime tabi tutulması gerektiğidir. Bu makalede belirtildiği şekilde değişim ilkesi kabul edilirse bu faaliyet hiçbir şeyle sınırlandırılamaz; hatta Kur’an’ın kanun koyan ayetleri dahi bu yeni yorumun kapsamı dışına itilemez. Bu ilkenin tek sınırı ve gerekli çerçevesi, Kur’an’ın sosyal gayeleri, temel ve ahlakî ilkeleridir.”(6)**

Çünkü özel olarak Fazlur Rahman’a, genel olarak İslam modernistlerine göre Kur’an VII. Yüzyıl Arabistanı’nda nazil olduğu için, içerdiği somut hükümler de o topluma yönelik olmalıdır. Günümüz modern insanı ve toplumuyla o dönemin insan ve toplumu arasında, insanî özellikler bakımından büyük farklılıklar vardır. O dönemin insanı hayli “ilkel” ve “geri” olduğu için Kur’an’ın hukuki hükümleri onları “yola getirecek” tarzda gelmiştir. Fazlur Rahman bu durumu şöyle ifade eder: “Kur’an, Allah’ın ezelî kelamı olmakla beraber yine de öncelikle belli bir sosyal yapıya sahip olan muayyen bir topluma hitap etmektedir. Hukukî açıdan ifade edecek olursak, bu toplum ancak o kadar ileri götürülebilirdi, daha fazla değil.”(7)*******

Ona göre “Kur’an’da az sayıdaki “yasama ile ilgili” ayetler de Arap toplumunun örfü ve tatbikata ilişkin kuralları ile bağlantısı içinde doğmuştu.”(8) Dolayısıyla Kur’an’ın somut yasama ihtiva eden ayetleri tarihseldir ve bugün aynen tekrarlanamaz.******

Herhangi bir meselenin Kur’anî çözümünü elde etmek için yapmamız gereken iki yönlü bir hareket bulunduğunu söyleyen Fazlur Rahman, bu iki yönlü hareketi şöyle ifade eder: “Birincisi, nazil olduğu zamanın konu ile ilgili mevcut toplumsal şartlarını göz önünde tutarak, Kur’an’ın somut olayları işleyişinden, bir bütün olarak Kur’an’ın hedeflediği genel ilkelere doğru hareket etmektir. İkincisi, bu genelleme düzeyinden günümüzde geçerli olan konu ile ilgili mevcut toplum şartlarını göz önünde tutarak şu anda uygulanmak istenen özel yasamaya doğru hareket etmektir.”(9)******

Bunun anlamı ve açılımı şudur: Kur’an’ın herhangi bir olaya hüküm getirirken hangi esasları göz önünde bulundurduğunu tesbit etmek için, ilgili Kur’an ayetinin nazil olduğu özel olayı ve toplumsal şartları inceleyerek buradan bir genel ilke çıkarmak şeklindeki birinci hareketin ardından günümüze gelerek, somut hüküm vermek istediğimiz olayı, toplumsal şartlar ve diğer hususları dikkate alarak incelemeli ve daha önce elde ettiğimiz genel ilkeyi bu somut olaya nasıl uygulayabileceğimizi araştırmalıyız.********

Tabii olarak bu durumda varacağımız sonuç, ilgili ayetin öngördüğü somut hüküm ile bağdaşmayabilecektir. Ama Fazlur Rahman’a göre bunun bir önemi yoktur. Önemli olan o hükmün arkasındaki genel ilkeyi hayata geçirmektir. Buna bir müşahhas örnek vermek gerekirse Fazlur Rahman’ın kadınlara mirasla ilgili görüşüdür. Fazlur Rahman’ın bu konudaki görüşünü bizzat kendisinden dinleyen Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu bir söyleşisinde şunları naklediyor:”Amerika’da yaşayan ve orada vefat eden Fazlur Rahman adlı Pakistanlı bir âlim var. Pakistan’da İslamileştirme Kurumu’nun başına getirilmiş ve orada barınamamıştı da Amerika’ya gitmişti. Ankara’da bir konferans sebebi ile bulunduğu dönemde, ben bu meseleyi ona sorduydum. Ne diyeceğini tahmin ettiğim için –hocanın kitablarını okumuşuz– kendisine soruyu uzun boylu sordum ki kendisi sadece evet veya hayır desin:

“Hocam, Peygamber (as.) döneminde miras ayetiyle, geçim mesuliyetleri olmadığı için kadınlara yarım pay verilmiş. Ama bugün kadınlar geçim mesuliyetlerini alıyorlar, idari sorumluluklara geliyorlar. Bugün bu miras eşitlenebilir. Siz böylemi düşünüyorsunuz?” dedim. Hoca ayağa kalktı.”Evet” dedi.”Hatta günümüzde kadınlara erkeklerden daha fazla pay vermek Kur’an hukukuna ve ahlakına daha uygundur.”(10)*******

Fazlur Rahman’a göre, Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır.

Ya bütünü ile laik Batı’ya entegre olmak yahut da İslam’ı yeni bir içtihat metodu (tarihselci yorum usûlü) ile yorumlayarak yeniden hayatın bütün alanlarına sokmak, böylece çağdaş dünyaya, laik olmayan, fakat İslami geleneğe değil, Kur’an’ın ahlaki ve sosyal amaçlarına uygun yeni kurum ve kurallara dayanan bir alternatif model sunmak. ********

Ona göre, tutulması gereken yol bu ikincisidir. Gelenekçi ve muhafazakar yaklaşım ve tutumlar ile bazı Müslüman modernistlerin ‘süküt, ikiyüzlü idarecilik, geleneği kullanmak ve tedrici-seçmecilik’ tavır ve yaklaşımlarının varacağı sonuç, İslam dünyasında ve Müslümanların hayatında giderek laisizmin ve sekülarizmin hakimiyet kurması olacaktır. (11)

Müslümanları Kuran’ın indiği devre dönmeye çağıran Fazlur Rahman önerdiği “Etkin Tarih” teziyle Allah’ın (cc) ezeli kelamı Kuran’ı, tarihi ve kültürel değerlerin karşı konulamaz yönlendiriciliği altında şekillenmekle izah ederken şunları söyler: “Kuran’ın anlaşılması için onun nesnel ortamı şüphesiz ki olmazsa olmaz bir usûldür; çünkü özellikle Müslümanlar için mutlak kuralsal olması açısından Kuran, Allah’ın (cc) tarih içerisinde cereyan eden durumlara Peygamberin (sav) zihni vasıtasıyla verdiği cevaplar olduğu için bu zorunluluk daha da güçlenmektedir.”(12)

İhsan Şenocak, yukarıda serdetmeye çalıştığımız Fazlur Rahman’ın tarihselcilik görüşünü şöyle eleştirir:”Fazlur Rahman’ın, İslam ümmeti için yegane kurtuluş yolu olarak gösterdiği tarihselcilik gerçekte kilisenin skolastik müktesebatını insanileştirmek için doğan bir anlayış tarzıdır. Aydınlanma devrinde öz adıyla tedavüle çıkan tarihselcilik, Hıristiyanlık kültürü içinde oluşum sürecini tamamlayınca, oryantalistler tarafından İslam dünyasına taşındı ve Kur’an’a tatbik edildi. Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmeyen Oryantalizm, tarihselci anlayış çerçevesinde ayetlerin evrensel duruşlarını reddetti. Onlara göre, Kuran-ı Kerim belli bir tarihliliğe sahipti ve yalnız o bağlamda ele alınmalıydı.

Oryantalizmin, vahiy gerçeğini inkar edebilmek için Kur’an’ı Kerim’e uyguladığı tarihselciliği Fazlur Rahman’ın İslam ümmetinin sekülarizme esir olmaktan kurtulmasının tek çaresi olarak göstermesi sadece İslam düşmanlarını inandırabilir. Zira böyle bir anlayış zehiri ilaç kabının içine koyup şifa niyetine hastaya içirmekten başka bir şey değildir.

Gerçekten Müslüman modernistler İslam dünyasını kuşatan sosyo-kültürel krizi aşmak istiyorlarsa, öncelikle işe, modern değerlerin ve de Batı’da olduğu hali ile iktibas ettikleri tarihselciliğin tarihselliğini ilan ederek başlamalıdırlar. Çünkü İslam coğrafyasının fikri rekaketi içi doldurulmadan ithal edilen modern değerlerin tahribatıyla oluşmuştur. Bu yüzden tedavinin gerçekleşmesi, teşhisin doğruluğuna bağlıdır.

Tarihselciliğin İslam coğrafyasındaki versiyonunun öncelikle müstemleke muamelesi gören insanların ülkelerinde neşvü nema bulması, onu kabul eden Müslüman modernistlerin zihnen tükendiklerinin, terkib ve tahlil ameliyelerini yitirdiklerinin ve bu yüzden de kendileri olabilmeyi düşünemediklerinin izharıdır. Bu nedenle tarihselcilik, zihnen mağlubiyetin getirdiği reaksiyoner bir anlayış sistemidir. Bu anlayış, İslami ilimlere kısmen vakıf olan modernistleri bütünü ile İslam geleneğinden koparmıştır.
Ortaya, İslam’a göre şekillenen bir hayat yerine, hayata göre şekillenen bir İslam çıkmıştır. Çünkü yaşanan krizi, cemiyete müdahale eden müceddit akılla aşan geleneksel ulemanın yerini her türlü müdahaleye açık tarihselci müteceddit akıl almıştır.”(13)*****

Ziyaüddin Serdar da, Fazlur Rahman’ın görüşlerini şöyle değerlendirmekte: “Fazlur Rahman’ın ‘İslâm’ı İslam’ı oryantalistlerin tarzında yeniden kurmaya yönelik modernist bir teşebbüstür. Böylece onun, sünnet kritiği Joseph Schact’a dayandı, İslam tarihi analizi H. A. R. Gibb’inkinin esasına dayalı olarak hazırlandı ve seçtiği konuya olan tüm yaklaşımları ise, öğretmeni ve ruhsal öğütçüsü W. C. Smith’in düşünceleri ile köklendi. Bizim Fazlur Rahman ve diğer öğrenci–oryantalistlerin çalışmalarını ciddiye almamız için esaslı bir neden yoktur. Onlar, daha çok kendi gruplarının diğer üyeleri ve oryantalistler için yazılmışlardır. Gerek oryantalistler gerekse öğrenci Müslümanlar oksidental medeniyetin ve onun ruhsal hamisi Hıristiyanlığın üstünlüğünü göstermeye uğraşıyorlar.”(14)

“İslam Modernizmi”nin çağımızdaki belki de en önemli siması olan Fazlur Rahman kendi tabiriyle “bir modernist olarak” üzerinde konuşulup tartışılması gereken bir düşünürdür. Özellikle Türkiye, Endonozya, Malezya gibi arap olmayan ülkelerde daha bir popüler olan Fazlur Rahman, ülkemizde özellikle ilahiyat çevrelerinde –bilhassa Ankara ilahiyat- görüşleriyle revaçtadır. Buna birtakım yöneticilerin de katkıda bulunması manidardır. Nitekim İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, 22-23 Şubat 1997 tarihlerinde Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre Merkezi’nde “İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi” adı altında uluslararası bir sempozyum düzenlemiş, yerli ve yabancı çok çeşitli simaların katıldığı sempozyumda Fazlur Rahman’ın düşünceleri üzerinde durulmuş ve Fazlur Rahman’ın İslam dünyası için çok büyük bir değer(!) olduğu lanse edilmiştir. (15)

İlahiyat çevrelerinin bunca çabası ve bazı yöneticilerin desteklerine rağmen şunu açıkça söyleyebiliriz ki, Fazlur Rahman’ın fikirleri Türkiye’deki İslami kitlelerde pek bir etki yapmamıştır.



PRF. MUSTAFA ÖZTÜRKÜN KURANIN TARİHSELLİK AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ!

Evet, ben Kur’an konusunda tarihselci yaklaşımı benimsemiş biriyim. İlahiyat akademyasında bu yaklaşımı benimseyenlerin yok denecek kadar az olduğunu biliyorum. Ama aynı zamanda hem gizli tarihselcilerin hem de sözde evrenselci özde tarihselcilerin varlığını da çok iyi biliyorum. Bununla birlikte, tarihselcilik denince kim bundan ne anlıyor, pek bilmiyorum. Çoğunlukla herkesin kendi zihninde kurduğu tarihselciği anlattığını ve bunun üzerinden, buna göre değerlendirmeler yaptığını görüyorum.

Bu konuda en azından kendi bakış açımı ve yaklaşımımı etraflıca ortaya koyacak bir metin yazmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum; lakin ders, tefsir, tez, tebliğ, konferans, paralelle savaş vs derken, şöyle birkaç ay kadar bir kenara çekilip adamakıllı bir metin oluşturma imkânı bulamıyorum; ama eğer Allah izin verirse bu işi yapacağıma söz veriyorum.

İmdi, ben bunları niye söylüyorum; hemen arz edeyim, şundan söylüyorum: Bir asistan arkadaşımıza gönderilen özel facebook mesajında, çok sevdiğim dostum Prof. Dr. Adil Çiftçi’nin -eğer aklımda yanlış kalmadıysa Duha ve İnşirah sureleri üzerine facebookta yazdığı bir yazıda tarihselciliği benim anladığım tarzda anlamadığını, Fazlur Rahman’ın iki hareketli anlama ve yorumlama yönteminin çok sağlam ve sağlıklı bir yöntem olduğunu ve fakat buna tarihsel değil, varoluşsal anlama yöntemi denmesi gerektiğini belirtmesi ve söz konusu arkadaşın da bu mesajdan bizi haberdar etmesidir.*******

Bilindiği gibi, Türkiye’de Kur’an ve tarihsellik tartışmaları 1990’lı yılların özellikle ikinci yarısında hız kazandı ve fakat 2000’li yılların başlarından itibaren büyük ölçüde üstü kapandı. Tartışmanın ivme kazandığı dönemlerde Fazlur Rahman deyim yerindeyse mihver haline geldi ve merhumun Kur’an’a dair görüş ve yorumlarının ülkemiz insanıyla buluşmasına sevgili dostum Adil Çiftçi birçok çeviri ve telif makalesiyle ciddi bir katkı verdi. Ama gelin görün ki tarihsellik meselesi maalesef heder edildi ve bir anlamda gümbürtüye gitti. Geriye kala kala, o gün bugündür hükümranlık tahtında oturan ve halen gücüne güç katan evrenselci muhafazakâr söylemin özellikle İlahiyat camiasında tesis ettiği engizisyon ve cadı avında kullandığı bir “tarihselci” yaftası kaldı.

Abbasiler dönemindeki Mihne hadisesini az çok anımsatan bu sürecin sonunda kimi eski tarihselciler müthiş kıvrak manevrayla yeniden gelenekçiliğin faziletlerini (aslında avantajlarını) keşfetti, kimileri Türkiye’de ve bilhassa İlahiyat çevrelerinde yaşanan iğrenç olaylara kahredip yurt dışına gitti; tarihselcilik çizgisini koruyan birkaç kişi ise tabir caizse ülkenin dört bir yanına dağılıp yalnızlığa ve bir nevi menkubiyete terk edildi. 17 Aralık’tan bugüne kadar yaşanan süreçte ise olup bitenleri farklı zaviyelerden okuma neticesinde, bu birkaç menkub da kendi içinde ihtilafa düşüverdi. Kısaca, dağıla dağıla, bölüne bölüne tek hücreli canlı noktasına gelindi.

Görüldüğü gibi, hikâyemiz çok dramatik. Olsun, gam-kedere mahal yok, en azından benim için yok. Çünkü ben bugüne kadar kendi işimi hep kendim yapmaya çalıştım; üstesinden gelebildiğimi başardım, gelemediğimi bıraktım. Şimdi bir kez daha anladım ki bu tarihsellik meselesinde de tek başıma yoldayım. Ama hemen belirteyim ki önemli olan teklik-çokluk meselesi değil; ne söylediğimizi doğru anlatabilme ve doğru anlaşılabilme meselesidir. Bu yüzden sevgili dostum Adil Çiftçi’nin mesajı vesilesiyle, tarihsellik konusundaki meramımı kısa bir şekilde yeniden ifade etmem gerekir:

Evet, bana göre de tarihsel denen Kur’an okuma/anlama tarzı varoluşsal karakterlidir. Çünkü tarihsel bakışla okumanın temel amacı, kendisiyle fiilî varlığımız arasında iman üzerinden tesis edilmiş çok sıkı bir bağ bulunan Kur’an,

“Bugün bize ne diyor, bizden ne istiyor?” sorusunun en doğru ve sahici cevabını bulmaktır. Bu cevap, “Kur’an yüce Allah’ın kelamıdır; bu yüzden bize ne söylediği konusundaki mesajı bugün tam olarak kavrayamasak, hatta hiçbir şey söylemiyor sonucuna varsak da, işin gerçeği böyle değildir;

Kur’an mutlaksa evrensel bir şeyler söylüyor olsa gerektir” gibi bir varsayıma yaslanmak ve konformist bir tutum içinde bu söylemin keyfini çıkarmak değildir. Aksine söz konusu cevabı bulmak için, önce Kur’an’ın ilk hitap çevresinde ne söylediğini, o gün orada neler olup bittiğini mümkün mertebe en iyi şekilde anlamaya çalışmak, kimi zaman yırtınmayı gerektiren bu anlamadan bir öz/çekirdek anlam çıkarmak, daha sonra o öz/çekirdek anlamın bugünkü tarihsel tecrübedeki ve kendi varoluşsal gerçekliğimizdeki karşılığını bulmaya çalışmaktır.

Merhum Fazlur Rahman’ın iki etaplı/hareketli yöntemiyle anlatmaya çalıştığı mesele de temelde bu meseledir. Bu yöntemin ilk etabı anlama ve açıklama, ikincisi yorumlama ve uygulamadır. Anlama ve açıklama etabı, tarihî geçmiş ve yaşanmışlıkla ilgili olduğundan, eldeki bilgi malzemesinin otantikliği ve güvenilirliği nispetinde nesnel ve objektif sonuçlar verir. İkinci etap ise yorumun konusu olduğu için temelde sübjektif karakterlidir. Ancak unutmamak gerekir ki her rey ve içtihad çabası da sübjektiftir ve bizim burada yorum dediğimiz şey de içtihattan çok farklı bir şey değildir.

Aslında buraya kadar gelenekselci yaklaşımı çok rahatsız edecek bir husus mevcut değildir. Rahatsızlık, Kur’an’ın açıkça konuştuğu ve hüküm kurduğu hususlarda da içtihadın işletilmesi noktasında kendini gösterir. En azından benim tarihselciliğim, Kur’an’ın açık hükümler düzenlediği hususlarda da bugünkü tarihî tecrübeyi ve bu tecrübe içindeki varoluş gerçekliğimizi dikkate alarak içtihadda bulunmak gerektiği fikrini içerir.

Bu fikir Kur’an’daki ahkâmın lafzî mucibince aynen bugün de uygulanabilir olmadığı kabulünü de içerir. Özellikle toplumsal düzen ve hukuk alanı insan ve toplum içindir; toplum ve pratik hayat ise sabit değil, değişkendir. Bu yüzden, pratik hayatın tanzimiyle ilgili hükümlerin değişmesi ve değiştiği bedihi bir gerçektir. Bu gerçeklik, “Allah tarih üstü bir varlıktır; bu yüzden Kur’an her ne kadar belli bir tarihsellikle kuşatılmış bir ilk hitap çevresine nazil olmuşsa da, O’nun zatının ezelî ve ebedi oluşu kelamındaki ahkâmı da tarih-üstüleştirir” gibi söylemlerle, inkârı gayri kabil bir gerçeklik olmaktan çıkmaz.

Sonuç olarak, Kur’an’da hüküm vardır; ilk nazil olduğu gün gibi aynen uygulanır; Kur’an’da hüküm vardır; bugünkü olgusallıkta menatı yoktur. Bizim işimiz, hangi hükmün hangi mahiyette olduğunu ortaya koymaktır.

Öte yandan, Kur’an’da ayet/ayetler vardır, bunların ilk hitap çevresindeki muhatapları müşrikler ve kâfirlerdir; ama bugün o ayetlerdeki muhteva kişiliğimiz ve hayat pratiğimizde de az çok karşılık bulduğu için, muhatap kitle hem kâfirler hem de biz müminlerdir. Bu bağlamda müşrikleri mal-mülk biriktirme ve dünyevileşme açısından eleştiren ayetler bizim, özellikle bilerek ya da bilmeyerek dünyevileşme seline kapılıp giden zengin müminler için ibretlik birer örnektir.

Görüldüğü gibi, tarihselcilik, “Kur’an’ın söylediği her şey sadece o gün ve o günkü muhataplar içindir, demek değil, tam tersine o gün müşriklere hitap eden ayetlerin muhatabı bugün pekâlâ müminler olabilir” demeyi de gerektiren bir okuma/anlama biçimidir. Günümüz insanına hangi ayetin ne söylediği veya söylemediği üzerinde kafa yormak, bu konuda bir sonuç ortaya koymak da biz müminlerin işidir. Allah bize bunca kabiliyeti acaba niye verdi, dersiniz.

İki yüz elli, hadi bilemediniz üç-yüz elli ahkâm ayetinin lafzî anlam sınırları dâhilinde, miladi 632 yılından kıyamet gününe kadar dünya üzerinde ortaya çıkacak bütün beşerî, içtimai, hukuki, iktisadi olaylar ve sorunların çözüleceğini savlamak, Allah’ın biz müminlere bahşettiği akıl nimetiyle alay etmek değildir de nedir? Bundan da öte, Kur’an’daki birçok hukuki içerikli ayeti bugünkü hayat tecrübemiz içerisinde bir kez dahi tatbik etmediğimiz, üstelik tatbik ihtiyacı hissetmediğimiz, dahası bundan hiçbir rahatsızlık da hissetmediğimiz halde, sadece bizi ve bizim gibi düşünenlere tarihselci demek, gayr-i ahlakilik değil midir?

Not: Def’aten ve irticalen yazıp sonradan bir kez daha okuyamamaya bağlı imla ve ifade kusurlarım affola!

Sayın Mustafa Öztürk böyle yazıp bitiriyor makalesini. Şimdi Böyle bir Kur’an anlayışına yaklaşımın ne gibi yanlış sonuçlar doğurduğunu gücümüzün yettiği dilimizin döndüğü kadar izah etmeye çalışalım İnşallah.

KUR’AN DOĞRU BİR ŞEKİLDE GEÇMİŞTE GÜNÜMÜZDE VE GELECEKTE NASIL ANLAŞILIR?

Kur’an; Yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın,   kendisine inanan müminlerin yaşam biçimlerini hayat tarzlarını, ilk insanların yaratılışından başlayarak, şu anda ve kıyamete kadar yaşayacak olan insanların yaşam biçimlerini hayat tarzlarını düzenlemiş düzenleyen ve düzenleyecek olan, Allah’ın nebiler aracılığı ile sunulan bir hayat ve yaşam projesidir.

Her ideoloji ve her sitem kendi içerisinde değerlendirilerek anlaşılır. Kur’an da kendi sistematiği içerisinde anlaşılmalıdır. Kur’an’ı kendi sistematiği içerisinde anlayabilmek için de, Kur’an’ın kendi içerinde geçen ayetlerin tarihselliğini insanların ortaya koyduğu zan ve tahminle ortaya koydukları tarihlerden değil, kendi içerisinde geçen bir başka ifadeyle koruma altına alınmış tarih içerisinde Kur’an’ı anlamak gerekir.

Bana Kur’an’nın dışında insanların ortaya koydukları ideoloji ve yaşam biçimleri içerisinde kendi içlerinde tutarlı çelişkisiz bir yaşam ve hayat tarzı koyan bir tane insan gösterin. Bu Mümkün değildir. Çünkü insan eksiktir çünkü insan nankördür. Ama Kur’an kendi bütünlüğü içerisinde Anlayabilenler için çelişkisiz, İlahi bir kitaptır.

4/ 82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Kur’an’daki bir ayeti doğru anlamak, insanları şu sonuca götürmesi gerekir. 1-  Kur’an içerisinde geçen bir ayet, diğer ayetlerle çelişmez, 2-evrensel yasalarla çelişmez,3- akıl ve mantıkla çelişmez. 4- uygulamada yaşamda pratikte de çelişkisiz bir sonuca varılır.

Bana şu anda bir savaş olsun ki, onu dört tarihçi veya onu dört gazeteci anlatsın da, hepsinin anlattıkları birbiri ile tam bir uyum halinde olsun. Ben şahsen görmedim gören bilen varsa bildirsin. Peki, Bundan yüz sene; bundan bin sen,  hatta bundan bin beş yüz sene önce inmiş şu Kur’an’ı tarihsel bir yaklaşımla nasıl çelişkisiz bir anlatım ile anlaşılabilir veya anlatılabilir?

Ancak yerleri ve gökleri çelişkisiz yaratan Allah, ancak insanların yaşam biçimini hayat tarzını da çelişkisiz olarak ortaya koyabilir. İşte O çelişkisiz yaşam ve hayatın kaynağı sadece ve sadece Kur’an’dır.

67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Bir taraftan Allah Kendi göndermiş olduğu Kur’an içerisinde çelişki olmadığından bahsederken, bir taraftan da yaratmış olduğu evrende çelişki olmadığından söz etmektedir.

Kur’an’da çelişki yok, Evrende çelişki yok, peki, insanların din algılamasında bir çelişki varsa, bunda bir yanlışlık bunda bir sapmışlık olduğu düşünülmez mi? Elbette din anlayışında da veya yaşamında da bir çelişki olmaması gerekir.

30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Vermiş olduğum bu ayetler, Allah’ın yaratmış olduğu kâinatla Allah’ın göndermiş olduğu Kur’an’ın söyledikleri asla ve asla birbirleri ile çelişmez ve çelişmemesi de gerekir.

Öyleyse Tarihselcilik, hadisçilik, mezhepçilik, cemaatçilik, tarikatçılık, hepsinin yolları doğru ise, bu ayrışmalar bu farklı anlamalar neyin nesidir. Hiçbir tarihçinin söylediği hiçbir tarihçinin söylediğini tutmuyorsa, hiçbir mezhep imamının söylediği hiçbir mezhep imamının söylediği ile uyum sağlamıyorsa, hiç bir Tarikat ehlinin söyledikleri ve yaşadıkları diğer tarikat ehli olanlarla uyum sağlamıyor. Peki, bu nasıl Kur’an’ı anlama Kur’an’a iman etme ve Kur’an’ın yol göstericiliğinde yola gitme oluyor. Bir başka ifadeyle Tevhit oluyor.

Tevhit; Allah’tan başka hiç bir ilah rab kabul etmeden sadece ve sadece onun peygamberlerle göndermiş olduğu vahiy orijinli söylemde eylemde, yaşamda ve imanda tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde bütünleşmek demektir.

5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Ayetin vermek istediği temel mesaj şudur. Allah’ın insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa göndermiş olduğu dinin adı İslam, teslim olanların adı da müslümandır. İşte Kur’an’ın “Tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olanlar” dediği bunlardır.

“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” Bu ifade Gönderilen vahiylerin yolundan sapan, Rabbin tanımladığı yolun dışında yol alan insanlar için söylenmiş bir ifadedir. Bu gün gerek Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri kabul etmeyen ateistler veya deistlerin, Gerekse Peygamberlik olayına inandım dediği halde Allah adına Allah’tan olmayan din uyduran Kitap ehli olanlar, Kur’an’a göre hep, ayrı şeraitler ayrı ümmetler, olanlardır.

Allah ne bir Yahudilik dini, ne bir Hıristiyanlık dini ne bir Sünnilik dini ne de bir şialık dini göndermiştir. Bu isimleri onlara koyan Allah değil, kendileri koymuşlardır. Allah kendi yolunda dosdoğru gidenlere, Müslüman ismini vermiş, Müslüman kelimesinden başka bir isim koymamıştır.

Bütün peygamberler geldiklerinde, istisnasız hepsi Müslüman olduklarını ve Müslüman olanların ilki olduklarını söylemişlerdir.

41/ 33- Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Kur’an içerisinde yaklaşık olarak kırk dokuz ayette Müslüman kelimesi geçmektedir. Bunlardan birkaç tanesini nakletmeye çalışayım.

3/ 102- Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.

7/ 126- “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.”

3/ 52- Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: “Allah için bana yardım edecekler kimdir?” Havariler: “Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol” dediler.

Kur’an Kur’an’la anlaşılmalıdır. Tarihi kaynaklar Kur’an’ı doğru anlatmaya gücü yetmez. Kur’an’daki ayetleri doğru bir şekilde ortaya koyabilmek için, Allah İnsanlardan iki belge istemektedir. Birincisi vahyi belgeler- İkincisi de, kayıt altına alınmış sosyolojik olaylar ve eşyanın belgesini istemektedir.

Önce Kur’an’ın Nasıl korunduğu ile ilgili Kur’an ayetlerinden bilgiler vererek anlamaya çalışalım.

KUR’AN ALLAH TARAFINDAN KORUNMUŞ BİR KİTAPTIR.

15/ 9- Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.

İman edenler için bütün peygamberlere gelen vahyi bilgileri Allah indirdi. Ancak Kur’an’ın yazılışını dizilişini korunuşunu, insanlar eliyle yazdırdı ve insanlar eliyle Allah korudu.

25/ 4- İnkar edenler dediler ki: “Bu (Kur’an) olsa olsa ancak Onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve Ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.” Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5- Ve dediler ki: “Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.”

25/6- De ki: “Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”

Yukarıda vermiş olduğum bu ayetler, Kur’an’ın Bizzat Allah tarafından gönderilmiş olduğunu ve aynı zamanda Korumasını bizzat Allah insanlar eliyle yaptığını bize anlatmaktadır.

Somut bir örnekle, diğer Allah’tan gelen kitapların Kur’an gibi korunmadığının sebebini anlatmaya çalışalım. İlk Kuran tilaveti sesli okunuş olarak bin sekiz yüz seksen beş tarihinde gündeme gelmiş. Bunun sebebi Sesin kayıt altına alınıp saklanması için mutlaka sesi kayıt altına alan ses kayıt cihazının olması gereklidir. Ne zaman plaklar kasetçalarlar teypler video kameralar icat edildi, ses kayıtları o zaman gündeme gelmeye başladı.

Tıpkı Onun gibi, Kur’an’ın yazılıp belgelenmesi için ya ezberlenmesi ya da deriler ve kağıtlar üzerine yazılabilmesi için kalemin ve kağıdın icat edilmesi gerekir. Bunu Bir ayet örneği ile izah etmeye çalışalım.

6/91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.”

Kur’an kendisinin nasıl korunduğunu izah etmektedir. Elbette Kur’an’ın korunmuşluğunda en önemli faktör insanlardır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa insanlara bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Birisi vahyi bilgiler, ikincisi de eşyanın bilgisine ulaşılan bilgilerdir. İnsanlık tarihinin başlangıcında İnsanların bilgileri sıfır idi!

2/ 31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
2/33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
Âdem’e bütün isimlerin öğretilmesi İnsanların ilk yaratılışından son insan yaratılışına kadar devam eden süreç içerisinde Bilginin sürekli gelerek yenilenmesi ve Bir çekirdeğin filizlenip olgunlaşarak ağaç haline gelmesinde geçen süreç gibi süreç geçerek bilgi olgunlaşmaktadır.
Bundan on sene yirmi sene elli sene önceki teknolojiyi düşünün, şimdiki teknolojiyi düşünün. Kırk elli sene gibi bir zaman diliminde bu kadar insan yaşamında teknolojik farklılıklar olabiliyorsa, bundan bin sene bin beş yüz sene hatta insanların ilk yaratılışındaki teknolojik farklılıklar insan aklını durduracak kadar gerilerde olduğu tahayyül bile edilemez.
Yani eskiden Allah’tan peygamber aracılığı ile gelen bilgiler deriler ve kâğıtlar üzerine yazılıp korunuyorsa şimdi gelmiş olaydı videolara kayıt edilir korunurdu. Demek ki Son nebiden önce gelen peygamberlere gelen kitapların korunmayışı Allah’ın onlara ayrıcalık yaptığından veya onları değersiz gördüğünden değil, teknolojik imkânların onu kayıt etme konusunda yetersiz kalışından kaynaklanmaktadır.
TARİHSELCİLİK VE EVRENSELLİK NE DEMEKTİR?
Tarihselcilik; Kur’an’ın inmiş olduğu toplumda, o toplumun örfüne adetlerine göre vahyin veya peygamberin ortaya koyduğu bir yaşam biçimi hayat tarzıdır. Çağ ilerledikçe bazı Kur’an hükümlerinin geçerliliğini kaybederek yeniden yorumlamaya ihtiyaç olduğu konusunda fikir yürütenlerdir.
Evrensellik; Kur’an hükümlerinin değişmez bir kural olduğunu her çağda her şartlarda geçerliliğini ileri süren ve bu anlayışı kabul edenlerdir.
Biz bu iki farklı Kur’an’a bakış şeklini hele hele günümüzde ağırlık konu olan tarihselci görüşün öncülerinden olan Fazlur Rahman’ın kendi dilinden söylemlerinden örnekler vererek doğru olan yanlarını ve yanlış olan yanlarını ortaya koyarak Kuran Ayetleri ile karşılaştırmaya çalışacağız inşallah.
TARİHSELCİLİK;
Kur’an ve Sünnetin kendi dinamiklerinden neşet eden Tefsir Usûlü’ne ve o usûl çerçevesinde istinbat edilen anlamlara bir başkaldırı tarzında gerçekleşen yeni yaklaşımların Kur’an’ı anlayış usûlünde önerdikleri köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’, Seyyid Ahmed Han’ın ‘Modernist’ ve öncülüğünü Fazlur Rahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer tutmaktadır.

Modernist ve tarihselci görüş Aslında İslam toplumlarının yanlış din algısı bunun karşısında teknolojide bilimde sanatta Küçümsenemeyecek kadar ileri gitmiş batı karşısında yenik düşmeleri, çaresiz ezilmiş ve zavallı hale gelişleri bazı düşünen çekirdeği İslam, fakat dalları ve meyveleri modernist olan ilim adamlarını harekete geçirmiştir. Bu gidilen yolda bir yanlışlık var.
Oysa Bu yanlışlığın kaynağı Kur’an mı yoksa Kur’an’nın tedavülden kaldırılarak Peygamberi kalkan olarak kullanıp, peygamber adına uydurulan Hadisler midir? Bir Müslüman olarak bunların düşünülüp masaya yatırılması gerekirdi.
Batı bin yedi yüz seksen dokuz yılında, Hıristiyanlık din anlayışının yanlışlığını fark etti devlet yönetimini ekonomik çalışmaları kiliseden ayırarak kilise sadece ruhbanlara ait bir ayin merkezi haline getirildi. Daha sonra batıda eşyanın yapısı çözüldükçe teknolojik gelişmelerde büyük bir ilerleme kaydettiler. Din anlayışı batı için sadece bir ayin sadece bir haftalık streslerin atıldığı bir şov haline dönüştü. Tabi ki bu da yine Hıristiyan Avrupalının çok azını teşkil ediyordu.
Onlar ruhbanlığı, ağırlıklı olarak yaşamlarından kaldırdılar, ama eşyanın konuşma dilini çözerek ilimde teknolojide yoğunlaştılar. Onlar Allah’ı Kabullendikleri Halde Allah’ın rabliğini ret ettiler. Yani Biz dünya yaşamında kanunu kuralı biz koyarız Allah’ı kendi yaşamımıza karıştırmayız anlayışını benimsediler.
Batının Bu ilerleyişini fark eden bazı uyanık Müslümanlar kendi din anlayışlarından doğruluğu ve yanlışlığı konusunda haklı olarak şüphe etmeye başladılar. Yine bir alıntı aktararak olayı daha da iyi anlamaya ve anlatmaya çalışalım.
“Zira Batılıların İslam dünyasını modernleştirme planlarının bir parçası, misyonerler tarafından devreye sokulmuştur. Bu amaçla, zeki çocukları kendi ülkelerine götürerek eğitmiş, daha sonra sömürgeleştirilen ülkelerinde yönetici veya önemli makamların başına getirmişlerdir. Batıda ortaya çıkan gelişme ve değişme, sömürgecilik ve misyonerlik yoluyla İslam dünyasını etkisi altına alınca, sayı itibarıyla az fakat etki itibarıyla güçlü olan bir takım Müslüman’lar daha önce hiç şüphe etmedikleri dini ve manevi değerlerinden şüphe etmeye, dini, ilerleme ve gelişmenin önünde engel olarak görmeye başlamışlardır.”

Tabi ki, Şu anda İslam toplumlarında anlatılan ve algılanan din anlayışını anlayacak olursak gayet doğru Ama Kur’an’ın anlattığı din anlayışından söz edersek asla doğru değildir.

İslam toplumluklarında gerek hadislerden, gerek mezhep imanlarından, gerek tefsirlerden gerekse de Kur’an’i olmayan bütün cemaatlerden öğrenilen din anlayışları İlimde teknolojide adım atmaya engel teşkil ediyordu.
Daha Çocuk yaşımdan bu tarafa Dünyada ve İslam toplumlarında anlaşılan ve anlatılan din anlayışları beni meşgul ediyordu. Yerleri ve gökleri yaratan bir Allah’ın olduğuna inanıyor, Fakat cemaatlerdeki mezheplerdeki tefsirlerdeki din anlayış farklılıkları beni düşündürüyor ve uykularımı kaçırıyordu. Din hakkında kaleme alınmış kitaplardan yüzlercesini okuduğum halde onların hiç birisi beni tatmin etmiyor, onların hepsi çelişkiler halinde idiler.
Bahsettiğim hiziplerin hepsi Kur’an’ı referans gösterdikleri halde anlatılan ve yaşanılanların Büyük bir çoğunluğu Kur’an ayetleri ile uygun olmadığı gün gibi aşikârdı. Kur’an tercümesinden birkaç kez okuduğumda Gördüm ki bize anlatılanların büyük bir çoğunluğu Kur’an ayetleri ile uyum sağlamadığını gördüm. O zaman kendi kendime şöyle dedim. Gerçekten Bu Kur’an mahcur bırakılmış. Önce Bu Kur’an’ın doğru bir anlayışla anlaşılması ve daha sonra da bir toplum halinde yaşanır hale gelmesi gerekir.
Evet, otuz beş yıldır aralıksız olarak şu Kur’an’ın kendi dışına çıkmadan kendi bütünlüğü içerisinde ayetlerin ne söylemek istediğini gece gündüz düşünerek okuyarak anlamaya çalıştım. Kur’an Çağın hastalığına teşhis koyan ve tedavi eden Yerlerin ve göklerin yaratıcısı tarafından gönderilmiş hayat kitabının adıdır.
İnsanların gerek Kur’an’ın indiği dönemde, gerek daha sonraki çağlarda her problemin nasıl çözüleceğinin formülünü vererek insanların her sorusuna cevap vermiş ve kıyamete kadar da vermeye devam edecektir. Elbette Kur’an ne bir edebiyat kitabı, ne bir fizik, ne bir matematik, ne de bir kimya kitabıdır. Kur’an bütün ilimlerin ortaya koydukları verileri bir formül olarak verir, o formülün çözülmesini açıklanır hale getirilmesini o konunun uzmanlarına yani, zikir ehline bırakır.
3/ 159- Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, sürekli insanlara bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi, Vahyi bilgiler, Bu bilgiler sadece nebilerle gelen bilgilerdir. Kur’an bunu şu ayetlerle açıklamaktadır.
2/ 97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır.”
Cibril; Allah’ın insanlar içerisinden insan olan ve insanlarla Allah arasında Allah’ın elçi olarak seçtiği nebilere vahyetme olayının adıdır. Allah Bu olayı inkar edenlere kafir ve bu olayı kabul etmeyenlere Allah düşman olduğunu dolayısı ile vahyi bilgilerden nasiplerini almayanlar Dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşamakta ahiret hayatında da ebedi olarak cehennemde kalacağını Allah bize vahyi bilgilerle haber vermektedir.
Peygamberlik olayı ilk Ademler içerisinde insan soyundan ilk peygamber Adem ile başlayıp, son nebi olan Muhammed ile noktalanmıştır. Şimdi bu iki ayeti de vererek olayı anlatmaya çalışalım.
3/ 33- Gerçek şu ki, Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;
Burada Bahsedilen ilk insan olan adem değil ilk insanlar içerisinde nebi ve resul seçilen ve Allah’ın kitap ve hikmet verip elçi olarak gönderdiği ademdir.
Allah İlk insan toplumundan başlayarak peş peşe insanlara kendi yolunu göstermek için nebileri son peygambere kadar ardı arkasına dizmiştir. Hiçbir kavim uyarıcısız kalmamıştır.
2/ 87- Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs’le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?
26/ 208- Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
Burada Konu içerisinde göz ardı edemeyeceğimiz Uyarıcının her insanın kendi öz yapısında var olan takva olgusudur. Her insan yanlış bir davranış yaptığında ona yanlış yaptığını söyleyen bir ilham gelir. Bu da gösteriyor ki, Klanların Afrika ormanlarında küresel toplumlardan uzaklaşmış ilkel toplumlarda bile, uyarıcılar mutlaka vardır.
Kur’an İbrahim peygamberi örnek verirken de onun kendi dinamikleri içerisinden fıtrat sesinin azami ölçüde kullanmasıyla kendisine gelen bilgileri miras yolu ile öğrenme değil, fıtrata yerleştirilen takva sesi ile ortaya çıkarabilmiştir. Onun için “Kur’an’da İbrahim peygamber tek bir ümmet olarak ismini tarihe kayıt ettirmiştir.
16/ 120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.
Evet, Peygamberlik olayı son nebi ve resul ile sona ermiştir.
33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
Artık Bir daha peygamber gelmeyecek, Kim Bundan sonra ben peygamberim derse o sahtekârdır o yalancıdır.
Peki, Bir daha peygamber gelmeyeceğine göre, daha sonraki toplumların sorunlarına nasıl bir çözüm bulunacaktır?
İki farklı görüş üzerinde, yani tarihsellik ve evrensellik üzerinde tartışanlar aslında Kur’an hakkında detaylı bir bilgiye sahip olamadıklarından Bunlar gündeme gelmektedir. Şimdi tarihsellik ve evrensellik üzerine yazılmış bir makaleyi ele alarak Kur’an bütünlüğü içerisinde her ikisini de değerlendirmeye çalışalım.

İSLAMİ HÜKÜMLERİN TARİHSELLİĞİ VE EVRENSELLİĞİ MESELESİ!


Tarihsellik Ve Evrensellik!

Tarihsellik ve evrensellik konusu, sosyal bilimlerin ortak bir konusudur. Bu açıdan öncellikle bu kavramları genel olarak açıklamakta fayda vardır. Böylece bu iki kavramın ne zaman ve nerede kullanılmaya başlandığı hakkında genel bir fikir edinmiş oluruz.



A. Tarihsellik 



Kelime olarak; herhangi bir tarihi olgu ve olayın ilgili tarihsel diliminin özelliklerini taşımasıdır.[1] İlgili olduğu bilim dalının özelliklerine göre tanımlandığı için terim olarak tarihselliğin değişik tarifleri bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda tüm dalların tanımlarını getirecek değiliz. Genel olarak düşünüldüğünde tarihselciliğin şöyle bir tanımlanması mümkündür:


“İlgili vakıanın, gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.”

B. Evrensellik



Kelime olarak; tüm evreni ilgilendiren, insanların tamamıyla alakası olan şeydir.[2] Tarihsellik kavramında olduğu gibi evrensellik kavramında da ilgili olduğu bilim dalının tanımı etki etmiş olduğu için değişik görüşler bulunmaktadır. Evrensellik için ise; genel olarak, herhangi bir olgu, olay, düşünce ve oluşumun her yönden herkesi, her zamanda etkilemesi gibi bir tanım tercih edilebilir.

II. İslami Hükümlerin Tarihselliği Ve Evrenselliği Meselesi

A. İslami Açıdan Tarihsellik ve Evrensellik Kavramı!



İslami açıdan evrensellik ve tarihsellik kavramları, dinin ana kaynağında bulunan veya bu ana kaynağa bağlı kaynakların hükümlerinin, hükmün gelmiş olduğu dönemin şartlarını mı taşıdığı, yoksa her zaman, her yerde herkesi bağlayan bir özelliğe sahip mi olduğu şeklinde ele alınmaktadır. Buna göre bu iki kavrama şöyle bir tanımlama getirilebilir.



1. İslami Açıdan Tarihsellik: 



İslami Hükümlerin gelmiş olduğu dönemin özelliğini taşıması ve bu açıdan ilgili tarih dilimini aşmamasıdır. Kuran hükümlerinin ve Kurana bağlı kaynakların belirli bir tarih diliminin özelliğini yansıttığı için her zaman her yerde herkesi bağlamayacağı görüşüdür. Bunlar kendi içerisinde iki kısma ayrılmaktadır. Bir kısım, Kuran da dâhil tüm kaynaklardaki hükümlerin tarihsel olduğunu ifade ederken, diğer bir kısım sadece içtihatları tarihsellik kavramının içinde düşünmektedir.



a. Tüm Kaynakların Tarihsel Olduğu Görüşü



Kuran ve sünnet kaynakları da dâhil tüm İslami hükümlerin tarihsel olduğu görüşüdür. Bunlara göre Kuran gelmiş olduğu insan topluluğunun sorunlarını çözmeye çalıştığı için hiçbir şekilde hükümleri evrensel olamaz. Bu görüş Müslümanlar arasında oldukça zayıf durmaktadır.

b. İçtihatların Tarihsel Olduğu Görüşü



Kuran ve Sünneti evrensel görüp bu iki kaynaktan çıkarılan içtihatların tarihsel olduğunu savunan görüştür. Bunlara göre, Kuran ve sünnet genel ilkeler verdiği için evrenseldir ancak içtihatlar bu genel hükümlerin ilgili çağdaki yorumu olduğu için tarihseldir. Bu görüş ise Müslümanlar arasındaki en güçlü görüştür. İslam tarihinin belirli bir döneminde mutlak içtihat yasaklanmışsa da fetva içtihatları yapılmış ve bu şekilde içtihadın yenilenmesi yoluna gidilmiştir.



2. İslami Açıdan Evrensellik



İslami hükümlerin sadece doğduğu tarih ve coğrafyanın özelliğini taşımaması, her zaman her yerde her insan için uygulanabilir hükümler olması anlamına gelir. İslam hükümlerinin kaynağının Allah olması sebebiyle ilgili dönemi aştığı ve herkesi her zaman ilgilendirebileceği görüşüdür. Bunlar da kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Bir kısım, Kuran hükümlerinin tüm lafız ve mesajlarıyla her dönemi bağlayacak şekilde evrensel olduğunu söylerken diğer bir kısım ise kuran lafızlarının tarihsel, mesajlarının evrensel olduğu bunun için de hükümlerin bağlayıcı değil, örnek olduğu görüşünü savunmaktadır. Üçüncü bir kısım ise Kuranın bir kısmını evrensel görürken geri kalan kısmını tarihsel olarak görmektedirler.

a. Tüm İslami Kaynakların Her Yönüyle Evrensel Görüşü:

Bunlara göre, gerek Kuran hükümleri gerek sünnet hükümleri ve gerekse de içtihatlar zamanında her şeye çözüm getirmiş ve eklenecek herhangi bir şey bırakmamıştır. İçtihadın yasaklanmasından sonra İslam dünyasında güçlenen bu görüş fetva içtihatları ile kısmen zayıflamış ve modern dönemlerde zayıf bir görüş haline gelmiştir.

b. Sadece Kuran ve Sünnetin Evrensel Olduğu Görüşü

İçtihatların tarihsel olduğuna inanan görüştür. Buna kısaca değindik. Bunun için burada tekrarlamayı gerek görmüyoruz.

c. Kuran ve Sünnetin kısmen Evrensel Olduğu Görüşü



Bunlara göre kaynaklardan birisinin tamamını evrensel veya tamamını tarihsel görmeye gerek yoktur. Her kaynak, evrensel hükümler içerebileceği gibi tarihsel hükümler de içerebilir. Fazlurrahman ile güçlenen bu görüş günümüz modern çevrelerde de desteklenmektedir.

d. Hükümlerinin Tarihsel, Mesajlarının Evrensel Olduğu Görüşü

Kuranın tarihsel okunuşundan evrensel değerlerin çıkarılabileceğine inanan görüştür. Buna göre hükümlerin kendisi değil, illetleri önemlidir. İlet değişince hüküm de değişir. Ama verilmek istenen mesaj evrenseldir. Çünkü insanlara bir form vermektedir. Eski bir kısım mutezile ve asrımızın kelamcıları ile Sünni ekolün içtihat ekolüne bağlı önemli oranda bu görüşe sahip olanlar vardır. 

B. Evrensellik Ve Tarihsellik Tartışmasının Tarihçesi

Tarihsellik-evrensellik konusu, Hz. Peygamber döneminden itibaren değişik isimler adı altında, değişik yöntemlerle tartışılmaya başlanmış ve bu tartışma günümüze kadar gelmiştir. Tarihsellik adı verilerek yapılan tartışmaların hızlandığı dönem ise oryantalistlerin islamı araştırmaya başladıkları asırlara denk gelmektedir. İslam tarihi boyunca açıkça veya dolaylı bir şekilde buna matuf olan tartışmaların bir kısmını aşağıya alıyoruz.



1. Vahyin niteliği hakkında yapılan tartışmalar dolaylı olarak Kuranın evrenselliği ve tarihselliğini de ilgilendirmektedir. Kuranın mahlûk olduğunu söyleyenler genel olarak hükümlerin tarihsel olduğunu da ifade etmiş gibi oluyorlar. İslam düşünce tarihinde Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasında cereyan eden bu tartışma bu yöndeki ilk tartışmalardan biridir.



2. Kuranda neshin var olup olmadığına dair tartışmalar da kuranın tarihsellik ve evrensellik özelliği ile ilgilidir. Hatta direk bir şekilde ilgili olduğu için birçok kişi neshi kabul etmemiştir, Nesh bile değişik yorumlamalar sebebiyle çeşitli şartlara bağlı olarak kabul edilmiştir. Nesh, hükümlerin tarihsel olduğu düşüncesinde olanlar için her zaman gerçekleşebilene bir zarurettir. Hükümlerin evrensel olduğuna inananlar için ise Hz. Peygamber dönemi ile sınırlı olup ondan sonra temelli bir şekilde kaldırılmıştır.



3. Kuranın sözlü bir vahiy mi yoksa yazılı suhuf şeklinde bir metin mi olduğu tartışması da Kuranın evrensellik ve tarihselliği ile ilgili bir tartışmadır. Sözlü olan vahyin daha çok ilgili kişileri ve çevresindekileri bağlayacağı, bunun için de sonrakileri bağlamayacağı ve haliyle tarihsel olacağı, yazılı olanın ise yasa kabul edildiği için daha çok kişileri kapsayacağı düşünülerek konuya bu yönden de bakış açısı getirilmiştir. Kuran, sözlü bir ürün olduğuna inananlar için tarihsel, yazılı bir metin olduğuna inananlar için evrensel olarak görülmektedir.

4. Batıda 16 ve 17.yy da Hıristiyanlık üzerinde araştırmalar yapılırken tarihsellik-evrensellik konusu bir yöntem olarak değişik bir sistem içerisinde tartışılmıştır. Oryantalistler vasıtasıyla bu yeni tartışma yöntemi İslam dünyasına da girmiştir. Kilisenin mutlak gücüne karşı gelişen başkaldırıların yansımalarından biri olarak görülen bu hareketin modern dönemlerde bir kısım Müslüman’ı da aynı yöntemleri takip etmek şeklinde etkilemiş olduğunu görmekteyiz. Bunlara karşı çıkanlar ise batı ile İslam dünyasının şartlarının ayrı olduğunu, onlar için geçerli olan durumların İslam dünyası için geçerli olmayacağını söylemektedirler. 

C. İslami Hükümlerin Tarihselliği ve Evrenselliği hakkındaki Görüşlerin Analizi!



İslami hükümlerin tarihselliği ve evrenselliği hakkında genel anlamda iki görüş olmasına rağmen bu görüşlerin de kendi aralarında değişik düşündüklerini ifade etmiştik. Genel olarak tarihselciler ve evrenselciler diye ikiye ayırtılan bu kısımların birçok defa karıştırılması da bu fikirlerin kendi içerisinde ortak bir görüşe sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Biz bu analizimizde görüşleri üç kısma ayıracağız. Birinci kısım, hükümlerin tamamının evrensel olduğunu, ikinci kısım hükümlerin tamamının tarihsel olduğunu, üçüncü kısım ise hükümlerin durumuna göre hem tarihsel hem de evrensel olduğunu düşünmektedir.



1.Tarihselcilik Görüşü:



İslami hükümlerin, islamın gelmiş olduğu coğrafyayı ve çıkmış olduğu tarih dilimini ilgilendirdiği görüşüdür. Bunun için de bazı deliller getirmişlerdir. Bunların bir kısmını ele alalım:



1. İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek bir sorun olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun olmadığı için üzerinde durmamıştır.



2. İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir. İslam, neticede tarihin bir diliminde ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu hükme bağlamamış olması tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve coğrafik ve hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları zorunlu hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.



3. İslam hukukunda nesih kavramı, hükümlerin daha peygamber zamanına bile tarihsel olduğunun en büyük delilidir. Peygamber döneminde dahi hükümler birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki dönemlerde hükümlerin birbirini yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir. Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kuranda geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.

4. Sosyal değişme insan hayatında her zaman olacaktır. Devamlı değişen şartlar ve durumlara aynı hükmü bindirmek insanlığın geleceğini duraklamak olabileceği gibi üretimi de durdurur.



2. Evrensellik Görüşü



İslami hükümlerin genel geçer olduğu ve tarihin belirli bir zamanında belirli bir yerinde yaşayan insanlarla sınırlı olmadığını, kaynağının Allahtan olması sebebiyle her zaman her yerde hükümlerinin uygulanabileceğini söyleyen görüştür. Görüşleri için getirmiş oldukları delillerden bir kısmını ele alalım:



1. İslam sadece belirli bir kesim insanın sorunlarını çözmek için gelmiş olamaz. Çünkü kaynağı ilahidir. Allah zaman ve mekân üstü olduğu için onun sözlerinin ve sözlerinin ardındaki mesajlarının da evrensel ve zaman üstü olması gerekiyor.



2. İlk Müslümanların sadece Arap Yarımadasında İslam’ı yaymakla yetinmemeleri, Hz. Peygamberin diğer ülke hükümdarlarına gönderdiği mektuplar İslam’ın öz itibariyle evrensel olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamberin bu mektuplarının sonucu Müslümanların sonraki hayatlarına ağır faturalar ödetmesine rağmen bundan vazgeçmediği ve tüm insanlığa seslendiği görülmektedir. Eğer İslam, sadece Arabistan yarımadasının sorunlarını çözme niyetiyle ortaya çıkmış olsaydı diğer ülkelere karşı bir müdahalede bulunması gerekmezdi. 

3. İslam dininin son din olması, ayette söylendiği gibi bu dinin kemale erdirildiğinin söylenmesi de artık islama eklenecek yeni bir şeyin kalmadığını göstermektedir. Henüz tarihsel özelliklerinin etkisinden insanlık kurtulmamış olsaydı Hz. Muhammed son peygamber olmayacaktı.

4. Kuranın değişik yerlerinde geçen ve tüm insanlara seslenen ayetler olduğu için de kuranı bir bütün olarak evrensel görmek gerekiyor. Bu açıdan islamın dışında hiçbir akla, hiçbir sonuca ve hiçbir ideolojiye meyletmemek gerekir. Çünkü bu din her şeye gücü yeten bir varlıktan gelen mesajlardır ve her şey, onun aydınlığında yürüyebilmelidir.



5. Kuranın tarihsel olduğunu söylemek Allahın peygamberden sonra insanlara müdahalede bulunmadığı anlamına gelir. Bu yönüyle Allah 1400 yıl öncesine kadar insanlara iyilik yolunu göstermiş ama ondan sonrakilerin başlarının çarelerine bakmalarını dilemiştir. Bunun Allahın sıfatları ile çeliştiği açıktır.



3. Niteliğine Göre Hem Tarihsel Hem de Evrensel Olduğu Görüşü: 

Bu görüş, ilk iki görüş arasındaki aşırı farkı dengeleyen görüştür. Ancak genel olarak yukarıdaki iki akım, birbirleriyle mücadele içinde olduğu için üçüncü gruptakileri karşı grupta görmektedirler. Bu görüş de şu hususlara dikkat çekmektedir.



1. Tarihsellik ve Evrenselliği Kuranın tamamında bulmak gerekmiyor. Kuranın tarihsel nitelikli hükümleri olabileceği gibi evrensel nitelikte de hükümleri olabilir. Bu görüşe göre Kuranın temel ilkeleri evrensel iken sosyal yapı ile ilgili önerdiği düzenlemeler, tarihseldir. Çünkü kaynağı ne olursa olsun sosyal yapının aynı kalması mümkün değildir. Öte yandan evrensel ilkeler ise hiçbir zaman değişemeyen ve insanın fıtratıyla uyumlu olan ortak vicdanın sesidir. Bunları da tarihsel görmek mümkün değildir. Bu açıdan bir kısmının tarihsel diğer bir kısmının evrensel olduğunu söylemekten başka bir seçenek kalmıyor. Peygamberler tarihi şeriatların değiştiği ama ilkelerin değişmediği örneklerle doludur. Diğer peygamberlerin de aslında çıkış amaçları evrensel ilkeler vermek idi, fakat imkânlarının kıtlığı sebebiyle belirli bir coğrafya ve belirli bir zamana hapsolmuşlardır.

2. Hükümler, verdikleri mesaj açısından evrensel, kullandıkları örnekler açısından ise tarihsel olabilir. Bu durumda verdiği örnekler sadece bir formdur ve diğer insanları bağlamayabilir ancak mesajından alınacak bir örnek olabilir. Yani bunlara göre evrensel olan hükmün lafızları değil, lafızların içerisinden çıkarılacak olan mesajlardır. Sebeb-i nüzul, hükmün lafzı açısından değerlendirilirse hükmün sebebidir ve tarihsel bir sebep olmaktan başka bir durumu olmaz. Ancak hükmün mesajı açısından bakılırsa nüzulün yegâne sebebi değil, benzer durumlarda da aynı hükmün uygulanacağı mesajını veren örnek bir sebeptir.



3. Bir hükmün tarihsel bir niteliğinin olması onun sadece o tarihin bir özelliği olacağı anlamına gelmez. Şartlara göre, kavramlara göre bu değiştirilebilir. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’in Arapça olması, Kureyş lehçesi ile gelmiş olması, önce Arapları muhatap alması, Mekke’yi, Medine’yi muhatap alması ve halkayı gittikçe genişletmesi, bunlar elbette, orada, o şartlarda, o gün geldiği için öyledir. Başka yerlerde gönderilmiş olsaydı muhtemelen başka olacaktı. Ama bunların böyle olması Kur’an-ı Kerim’in söylediklerinin tarihsel okunmasını gerektirmez. Neticede kuran evrensel ve aşkın olan mutlak bir varlıktan tarihsel olan ve göreceli olan varlıklara inmiştir. Böyle bir durumda çıkan ürünün göreceli olmasından başka bir seçenek olamaz. Ama bu durumda sonraki dönemleri ilgilendirmediği düşüncesi çıkarılamaz.

4. İslam’ı bir bütün olarak tarihsel görmek dinde sabitenin olmadığı kapısını açar. Bu açıdan dinde değişebilenler ile değişemeyenlerin birbirlerinden ayırt edilmesi gerekiyor. Bu yapılırken tamamen dinin gereksinimleri göz önünde bulundurulmalı, asrın bakış açıları tek ölçü olmamalıdır. Dindeki içtihad mekanizmasının özellikle sosyal hayata önemli bir düşünce gelişimini getirdiği düşünürsek değişebilenlerin ne olduğunu da göreceğiz.



D. Sonuç Ve Değerlendirme!



İslam düşünce tarihinde İslami hükümleri evrensel olarak görenler ile tarihsel olarak görenler olmak üzere iki bakış açısı olduğu düşünülmesine rağmen konu hakkında detaylı bir araştırma yapıldığında kısmen evrenselliği veya kısmen tarihselliği kabul eden üçüncü bir görüşün de olduğu ortaya çıkmaktadır. Üçüncü görüş, henüz dar bir alanda tartışılıyorsa da ilk iki görüşün birbirleriyle olan tartışmalarını aza indirecek ve birbirlerini daha iyi anlamalarına sebep olacak bir görüş olabilir. Ne var ki şu an itibariyle üçüncü görüş, konu hakkındaki soruları daha da artırmış bulunmaktadır. Dinde değişebilenler ile değişemeyenlerin hangi açıdan birbirleriyle ayırt edilebileceği konusu tartışma halindedir. İçtihadların değişebileceği konusunda geniş bir görüş birliği olmasına rağmen kuran hükümlerinin de kısmen de olsa değişebileceğini düşünenler fazla yoktur. Meccellede “Mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur”(kuran ve hadislerde içtihat olmaz) derken diğer taraftan ile “ezmanın tağayyuru ile ahkâmın tağayyuru inkâr olunmaz”(zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği inkâr olunmaz” demektedir. Tarafların daha detaylı tartışmaları durumunda sorunun düzelmesi imkânı bulunmaktadır. Bu çalışmamız da bu sorunun çözümü için bir katkı konumundadır.

TARİHSELCİ VE EVRENSELCİ ANLAYYIŞIN KUR’AN İLE KRİTİĞİ!

A. Tarihsellik 



Kelime olarak; herhangi bir tarihi olgu ve olayın ilgili tarihsel diliminin özelliklerini taşımasıdır.[1] İlgili olduğu bilim dalının özelliklerine göre tanımlandığı için terim olarak tarihselliğin değişik tarifleri bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda tüm dalların tanımlarını getirecek değiliz. Genel olarak düşünüldüğünde tarihselciliğin şöyle bir tanımlanması mümkündür: İlgili vakıanın, gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.

“İlgili vakıanın, gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.”

Kur’an’a tarihselci gözle bakıp Kur’an Hükümlerini Yirmi üç yıllık bir döneme hapsetmek demektir. Kur’an hakkında ufak tefek bilgisi olalar bile böyle bir düşünce ve anlayış biçiminin Kur’an ile ne kadar çelişkili bir anlayış olduğunu rahatlıkla kavrayabilir.

Kur’an sadece son nebi ve resulün yirmi üç yıllık bir dönem ile ilgili bilgileri değil, Kur’an aynı zamanda insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte meydana gelen tarihi olaylar hakkında bilgiler verdiği gibi aynı zamanda Daha vuku bulmamış ve zamanla vuku bulacak olan gaybi bilgileri de içerisinde barındırmakta ve bilgi vermektedir. Hatta ve hatta sosyo kültürle ilgili olmayan ve ayı zamanda evrenin yaratılışı hakkında da bilgi vererek inanan insanları evrenin yaratılışı hakkında gözlemlemeğe ve incelemeye davet ederek onların yaratılışı hakkında bilgi toplamaya davet eder.

41/ 9- De ki: “Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkar ediyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir.”
41/10- Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.
41/11- Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” İkisi de: “İsteyerek (İtaat ederek) geldik” dediler.
41/12- Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)’ın takdiridir.
Kur’an’ı peygamberin tecrübî bilgisi ile ortaya çıkarılmış bir kitaptır diyenlerle, Kur’an’ın Yirmi üç yıllık bir dönem içerisinde sadece bulunmuş olduğu topluma hitabeden bir kitaptır diyenler Kur’an’a karşı büyük bir haksızlık etmiş ve aynı zamanda büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını ortaya koymaktadırlar.
Kur’an Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah’ın, Kâinatın yaratılışı ve kâinatın sonlanması ile bilgileri verirken, bir taraftan da, İnsanlığın ilk var oluşu ve insanlığın son yok oluşu hakkında, hatta daha da ileri giderek ahiret hayatında olacak olanlar hakkında bilgi vermektedir.
Kur’an, Yerlerde ve göklerde yaratılmış olan varlıkların, Emanetini, İnsanlara yüklemiştir. Bu sebeple insan, yeryüzünde halife, âdem, beşer, cin, şeytan, kafir Müslüman münafık sıfatları ile anılmaktadır. Kâinatta yaratılmış olan insanlar ile insanların dışındaki bütün varlıkları Allah Şöyle ayırmaktadır.
33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
İnsan Kur’an’ın tanımlamasına göre iki farklı boyutta ele alınmaktadır. Birincisi beden, can, ruh, Bu olgu insan dışında yaratılmış olan bütün varlıklarda canlılar ve cansız varlıklar da dâhil olmak üzere hepsinde bulunmaktadır. İkinci boyut, takva, iblis ve akıldır. İnsan yaratılışındaki bu farklılık insanların dışında hiçbir varlıkta yoktur.
İşte İnsanı halife yapan ve insanı diğer varlıklardan ayırarak onu denenmeye tabi tutulmasına neden olan olay budur.
91/ 7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Allah Yerleri ve gökleri sadece ve sadece insanlar için yarattığını vurgularken, Bir taraftan da insanları en güzel bir biçimde yarattığını vurgulamaktadır.
2/ 28- Nasıl oluyor da Allah’ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz.
38/ 75- (Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”
95/ 4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
Kur’an’daki ayetler, hem tarihsel, bu Kâinatın ve insanlığın yaratılış başlangıcındaki ayetlerin kültür ve teknolojik bilgiler genişledikçe ayetlerin dozunda ve söylemlerinde de bir değişmeler olmaktadır. Bu değişimler Diğer peygamberlerin getirdikleri mesajlarda olduğu gibi, son nebi ve resulün yirmi üç yıllık bir dönem içerisinde de değişiklikler olmaktadır. Değişmeler derken Allah’ın önce söylediğini nesh etmesi anlamında değil, zamanın getirmiş olduğu şartlara göre yöntem farklılığıdır.
İslam Toplumlarında yanlış anlaşılan ve yanlış anlatılan konulardan en önemlilerinden birisi de nesh etme olayıdır. Eğer biz bu Kur’an içerisinde bahsedilen nesh olayını Kur’an bütünlüğü içerisinde geçen ayetlerle anlayabilirsek Tarihselci görüşün ne kadar yanlış bir bakışla Kur’an’a baktığını anlamış olacağız.
KUR’AN’DA BAHSEDİLEN NESH OLAYI NEDİR?
Kur’an içerinde bir yerde nesh ile ilgili ayet vardır. O da şudur.
2/ 106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
Bir ayetin ne demek istediğini doğru bir şekilde anlayabilmek için, Kur’an ayetleri hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmak gerekir. Yorum, tefsir, fıkıh etme genelde bir ayetin konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde sosyal evrensel şartları da göz önünde bulundurarak doğru bir şekilde o ayetin kastettiği anlamı açıklamak demektir.
Nesh etme olayını Kur’an iki açıdan ele almaktadır.
Birincisi, sosyal toplumlarda, Allah’ın göndermiş olduğu, peygamberlerin getirmiş olduğu vahyi kurallardan sapan kavimlerin yaşam biçimlerinde meydana gelen sapmalar ve yanlışlıklar ve bu yanlışları doğruları ile değiştirerek yeni bir düzenleme getirme anlamında olan nesh’tir.
İkincisi de Teknolojik olarak gelişmelerde daha güzellerinin icat edilmesi ile bir öncekilerin kullanılmaz hale gelmesini kast etmektedir. Mesela pulluğun icadı ile kara sabanın tedavülden kaldırılması, kamyonların taksilerin gemilerin uçakların icat edilmesi ile develerin atların eşeklerin taşımacılıktan kaldırılmalarına örnek verebiliriz.

Ayetin konu içerisinde nesh olayından kastettiği manayı konu içerisinde değerlendirerek anlamaya çalışalım.
2/ 104- Ey iman edenler, “Raina-Bizi güt, bize bak” demeyin. “Unzurna-Bizi gözet” deyin ve dinleyin. Kafirler için acı bir azap vardır.
2/105- Kitap Ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti nesh etmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
Nesh ile ilgili kendisinden önce gelen ayette,  son nebi ve resulün peygamber olduğunu kabul etmeyen ehli kitabın tutum ve davranışını gündeme getirmektedir. Başka ayetlerde Kur’an kitap ehli için şöyle demektedir.
2/ 142- Birtakım beyinsiz insanlar: “Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da Allah’ındır, batı da. O dilediğini doğru yola yöneltir.”
2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Burada Kıblenin Kur’an bütünlüğü içerisinde ait olduğu yere koymaya çalışalım. Kıble bir din ve yaşam biçiminin odaklandığı örnek alındığı hayat ve yaşam tarzı olarak kabullenildiği  yolun adıdır.
Yukarıda bahsettiğim ayetler Kitap ehli ve müşrik olanların ortaya koydukları yaşam biçimleri ve dinden son nebi ve resulün getirmiş olduğu dini kabul eden Yahudi Hıristiyan veya müşrikleri kastetmektedir. Kitap ehlinin kıblesi ne idi? Yahudilik ve Hıristiyanlıktır.
2/ 90- Allah’ın kullarından, dilediğine Kendi fazlından (peygamberliği) indirmesini ‘kıskanarak ve hakka baş kaldırarak’ Allah’ın indirdiklerini tanımamakla, nefislerini ne kötü şeye karşılık sattılar. Böylelikle gazab üstüne gazaba uğradılar. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır.
2/91- Onlara: “Allah’ın indirdiklerine iman edin” denildiğinde: “Biz, bize indirilene iman ederiz” derler ve ondan sonra olan (Kur’an)ı inkar ederler. Oysa o (Kur’an), yanlarındakini (kitabı) doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: “Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
İşte Allah Hazreti Musa ve Hazreti İsa’ya gelen vahiy orijinli dini bozarak satarak gizleyerek, Allah’ın helal kıldıklarını haram, Allah’ın haram kıldıklarını da helal kılan Yahudi ve Hıristiyanların din anlayışlarını nesh ederek yerine son nebi ve resul ile bozulmuş olan tevhit dinini tekrar dizayın ederek değiştirmesidir.
Genelde belki istisnalar vardır ama bütün İslam müfessirleri Nesh olayını Allah sanki, Yahudilik ve Hıristiyanlık dini göndermiş de bu dinleri kaldırarak İslam dinin getirmiş anlamında anlamışlardır.
Oysa Allah’ın Bütün peygamberlerle Göndermiş olduğu dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslüman’dır. Allah Bir peygambere neyi helal neyi haram etmişse diğerlerine de onları helal ve haram etmiştir.
6/ 146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Tarihselcilerin Bir olayın bulunmuş olduğu toplumda ve kültürde nasıl anlaşılmış nasıl yaşanmışsa onu o kültür o çağda değerlendirmeli onu o çağın dışına çıkarılmamalıdır. Anlayışı Kur’an anlayışını doğru anlayamamalarından kaynaklanmaktadır.
Kur’an tarihselliği de evrenselliği de kendi sistematiği içerisinde anlatmaktadır. Yani Bir ayeti doğru anlamak için o ayet içerisinde geçen kelimelere Kur’an hangi anlamları yüklemiş ve o konuda geçtiği ayette ne gibi bir değişikliğe uğratmış onu yakalamak onu tespit etmek gerekmektedir.
Önce Kur’an’ın Doğru anlaşılmasında Olmazsa olmaz olan şu kuraların çok iyi bilinmesi gerekir.
1-Kur’an’da çelişki yoktur.
4/ 82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
2-Evren yasalarında ve evrende çelişki yoktur.
67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
3-Sünnetullah ile Allah’ın göndermiş olduğu vahiyler arasında da bir çelişki yoktur.
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
4- Her peygamberin kendilerinden öncekileri doğrulaması ve tasdik etmesi, kendilerinden sonrakileri de müjdelemesi.
3/50- “Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah’tan korkup bana itaat edin.”
61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim”  
5-Allah Bütün peygamberlere temiz şeyleri helal murdar ve pis olan şeyleri de haram kılmıştır.
5/4- Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: “Bütün temiz şeyler size helal kılındı.” Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah’ın adını anarak- yiyin. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
5/5- Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır.
Vermiş olduğum bu şıklar ve şıklara uygun ayetler çerçevesinde, ayetin kastettiği manayı doğru olarak anlamaya çalışalım.
6/ 146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Allah İnsanları yol bakımından biri birine zıt, Rabbani yol- Gayrı rabbani yolda olanlar olmak üzere iki farklı yola ayırmıştır. Rabbani yolda olanların yaşam biçimlerini hayat tarzlarını Allah kendi gönderdiği vahiylerle belirler.
6/161- De ki: “Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif (muvahhid) dinine… O, müşriklerden değildi.”
6/162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
6/163- “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.”
Öyleyse Allah Müslüman olanlara temiz olan şeyleri helal kılmışsa Musa peygamberin kavmine de onları helal kılmıştır. Burada dikkatinizi çekmek istiyorum. Ayette geçen” Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık.”
Allah haram kıldık ifadesini Kur’an bütünlüğü içerisinde değerlendirdiğimiz zaman, onların kendi kendilerine helal olanları haramlaştırdıkları şeyleri Allah haram kıldık ifadesini kullanmaktadır. Bu ifade Kur’an’ın anlatım dili anlatım sanatıdır. Bakınız başka bir ayette söylediklerimi doğrulamaktadır.
16/ 118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
İnsanlar için en güzel nimetlerden olan hayvan etleri, yenmediği zaman insanlar besin ihtiyaçlarını tamamlayamamaktadırlar. Temiz güzel bir yiyeceği insanın kendi kendine haram kılmasından daha büyük bir zulüm olabilir mi?
İslam Müfessirlerinin söylemiş olduğu, peygamberler arasındaki şeriat farklılığı söylemleri ve anlayışlarının ne kadar tutarsız ve Kur’an’a aykırı olduğu görülmektedir.
Adem peygambere gelen şeraitte, kardeş evliliğini helal sayan, Nuh ve daha sonra gelen peygamberlerin şeraitlerinde kardeş evliliğini haramlaştıran bir din anlayışının ne kadar vahiyden bilimden uzak olduğunu Kur’an gözler önüne sermektedir.
Kur’an İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, Tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olanlar Allah’ın vahiy çizgisinde yürüyenler için kullanmıştır. Vahiy çizgisinde olanlar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerindedirler. Bunların dışındaki insanlar da ayrı ayrı ümmet ve şeriat içerisinde olanlardır.
5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
İşte Bu ayet Peygamberler şeraitinin farklılığını değil, Peygamberlerin dışında yol alan ümmetlerin şeraitinin farklılığından söz etmektedir. İşte tarihselcilik anlayışlarının bakış açılarının yanlışlıklarından en önemlisini bu anlayış teşkil etmektedir. Tekrar tarihselciliğin tanımına dönecek olursak,
Genel olarak düşünüldüğünde tarihselciliğin şöyle bir tanımlanması mümkündür: İlgili vakıanın, gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.”
Allah Ne Yahudilik diye bir din göndermiştir, ne de Hıristiyanlık diye bir din göndermiştir. Şimdi tutar da Bu ayette geçen Yahudiliği sanki Allah din olarak göndermiş olarak anlarsan Kur’an anlayışını evrensel olmaktan çıkarır, sadece indiği döneme hapsedersin. Ayette haram edilen şeyler Musa peygambere gelen vahiy orijinli dinde olanlar değil, Musa dinine inandığını iddi eden fakat yozlaşmış olan din mensuplarının kendi kendilerine helal olanı haram ettikleri bir şeylerdir.
Musa’ya sütannelerinin haram edilmesi ile ilgili ayeti nasıl anlamak gerekir.
Süt Anneleri ile ilgili biri birine zıt iki ayeti aktaralım ve tefekkür ederek anlamaya çalışalım.
28/ 12- Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Kız kardeşi:) “Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi size bildireyim mi?” dedi.
2/ 233- Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir.
Kur’an’da geçen bir ayeti yorumlamak tefsir etmek onu açıklamak için Kur’an bütünlüğü içerisinde geçen onunla ilgili bütün ayetleri bir araya getirerek o ayetten kastedilen manayı fıkh etmek gerekir.
Allah bir taraftan süt annelerini helal kılsın, bir taraftan da sütannelerini haram kılsın. Demezler mi adama “bu ne biçim lahana turşusu ne biçim perhiz” İki Farklı ayette bir peygamber kavmine sütannelerinin helal olması, bir peygamberin şeraitinde sütannelerinin haram olması düşünülemez. Ya sütanneleri Musa’ya haram ise diğerlerine de haramdır. Musa’ya helal ise diğerlerine de helaldir.
Doğru olan anlamı şu olması gerekmez mi? Musa Annesinin memesini emmeye alışmış diğer Musa’yı emzirmek için gelen kadınların hiç birisinin memesini emmemiş. Ayette kastedilen anlam olsa olsa bu olmalıdır. Musa’nın diğer annelerin sütünü haram kıldık derken Musa kendisi diğer annelerinin sütünü kendisine haram kılmıştır.
KUR’ANIN YİRMİ ÜÇ YILLIK BİR DÖNEM İÇERİSİNDE NESH EDİLMİŞ GİBİ SANILAN BAZI AYETLER!
Araştırın inceleyin tarihselcilerin büyük bir çoğunluğunun tarihi olayları, Kur’an’ın kendi tarihi içerisinden değil, Belgesi olmayan insanlar tarafından ortaya konulmuş din anlayışına göre değerlendirip Ön plana çıkmaktadırlar.
Oysa Kur’an insanları belgeye ve delile davet etmektedir. Belgesi delili olmayan hiçbir söz ve hüküm geçerli değildir.
35/ 40- De ki: “Siz, Allah’ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vaat etmiyorlar.
Kur’an ashab-ı Kehf hakkında bir olayı anlatır. Ve sonra gelen kuşakların o olay hakkında söyledikleri sözleri eleştir.
18/ 19- Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: “Ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.” Dediler ki: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.”
18/20- “Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.”
18/21- Böylece, Allah’ın va’dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: “Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir.” Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: “Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız” dediler.
18/22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: “Üç’tüler, onların dördüncüsü köpekleridir.” Ve: “Beştiler, onların altıncısı köpekleridir” diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. “Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez.” Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
18/23- Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme.
18/24- Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.”
18/25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
18/26- De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
*********************************************
Şimdi Bu surede anlatılan bir olayı, Olayın olduğu tarihte olanların konumu ile olaydan birçok seneler sonra geçtiğinde insanların o olayı nasıl anlamışlar ve gerçek hayattan kopuk ne kadar farklı bir konuma çektiklerinin bir mesajını Kur’an bize vermektedir.
Şu anda İslam toplumlarında o gençlerin mağaralarında kaç yıl kaldıklarını bırakın dağdaki bir çobanı, köydeki bir Mehmet ağayı, din üzerinde ihtisas yapmış bütün din adamları ve profesörlerin büyük bir çoğunluğu o gençlerin mağaralarında üç yüz yıl köpekleri ile beraber uyduklarını söylerler.
Oysa Kur’an mağarada üç yüz yıl kaldı sözü, Allah’ın sözü değil, üç yüz kaldı diyenlerin o yanlış din anlayışına sahip olan halkın böyle uydurduklarını Kur’an  bize anlatır.
18/25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
18/26- De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
Ayetlerde görüldüğü gibi, Mağaralarında üç yüz yıl kaldı diyen Allah değil, Halkın uydurmasıdır. Allah onlar hakkında şöyle der.” De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir.” Ve arkasında peygamberini uyarır ve şöyle der. “Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku.”
Kur’an’nın iniş dönemindeki bazı yapısal ve sosyolojik değişikliklerden örnekler vermeye devam edelim.
8/ 65- Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.
8/66- Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.
Kur’an herkesin bildiği gibi yirmi üç yıllık bir dönem içerinde tamamlanmıştır. Yine herkessin bildiği gibi ayetlerin bazıları mekkede bazıları da Medine’de inmiştir. Mekkede inen ayetler, genelde Müslüman olanların İlk çekirdek toplum ve İslam’ın daha filizlenme dönemi ile ilgili ayetlerdir.
Ateistlerin ve deistlerin Kur’an içerisinde geçen en çok eleştiri konusu yaptıkları ayetlerden birisi de budur. Çelişki gördükleri iki ayetin çelişki görülen bölümünü aktaralım düşünmeye ve ne demek istediğini anlamaya çalışalım.
“Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener.”
“Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır;”
Ayetin birisinde sizden yüz kişi olursa onlardan binini yener diyor. Ayetin birinde ise sizden sabırlı yüz kişi olursa onların iki yüzünü yener diyor.
İnsanların göz ardı ettikleri ve anlayamadıkları konu şudur.  Bu ayetlerin birisi Mekke döneminde veya Mekke döneminden yeni çıkılmış devamlı kâfirlerin saldırı yapıldığı bir dönemi ele almakta, Bu dönemde Müslümanlar devamlı teyakkuz halinde antramanlı savaşa hazırlıklı ve bazı savaş için hazırlıklı olduğu dönemden bahsetmektedir. Diğer ayette Medine döneminde İnsanlar uzun bir savaşmanın mücadele vermenin arkasından ganimetlere kavuştuğu savaştan uzak kaldığı ve hantallaştığı bir dönemde inen bir ayettir. Düşünen akıl sahipleri için iki konum aynı olabilir mi?
Hayatınızın her alanında, ister düşünme konunda, ister beden ile yapılan çalışmalar konusunda, isterse de  koşu ve sporlar konusunda devamlı antramanlı halde olan biri ile o konu da çalışmamış  hantal olan, insanların konumu da aynı değildir.
Bu Olaya Tarihsel bir gözle bakıp sizin yüzünün onların binine bedeldir ayetini tutup o tarihe ve olaya hapsederek o ayeti olay dışına çıkarmamak ne kadar doğru olabilir?
Ayette ana fikir antramanlı olmak ve hantallıktır. Demek ki, Bu Kur’an’nın indiği döneme değil Aynı konum aynı şartlar Bu gün geçerliliğini koruduğu gibi kıyametin sonuna kadar geçerliliğini korumaya devam edecektir.
İÇKİNİN HARAM KILINMASI;
16/ 67- Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak sekiz yerde içki kelimesi geçmektedir. Şimdi Bu ayette geçen içkinin haramlığını sadece Hurmadan ve üzümden yapılan içkiler olduğunu söylersen veya anlarsan doğru olabilir mi? Ayette Kast edilen ve haram edilmesinin altında verilmek istenen temel mesaj içkinin aklı örtmesi ve insan ne dediğini ne yaptığını bilemez hale gelmesi demektir. Ne dediğini bilmeyen bir insanın sizce yaşamasının bir anlamı var mı? O Ne Allah’ın gönderdiği mesajları anlayabilir ne de kendisine yarar sağlaya bilecek işleri yap bilir. Günümüz toplumlarında bunların çok örneklerini görebiliyoruz.
2/ 219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.” Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
Allah’ın yaratmış olduğu bütün haram olan şeylerin de faydalı yönleri olduğu gibi zararlı olan yönleri de bulunmaktadır. İşte Zararlı olan yönleri daha fazla olan bütün şeyler haram kılınmıştır. Son nebi ve resule kadar İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa ardı arkası kesilmeden peygamberler ve uyarıcılar, peş peşe dizilerek gelmişlerdir. Eğer üzüm ve hurmadan ilk insanlar içki yapmasını bilmiş olsaydı Allah ilk insanlara da onu haram kılardı. Şimdi Belki de içkinin çıktığı ilk dönem Kur’an’ın indiği döneme rastlaya bilir. O dönemde oldu diye içki, o dönem haram kılınmış o tarihte o geçerli idi denilerek şimdi içile bilir anlayışı sizce nasıl bir mantıklı bir anlayış olabilir?
5/ 90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
Birçok aile hayatlarının yıkılıp sona ermesi birçok insanların bir birlerini öldürmesi Bu içki ve kumar yüzünden olmaktadır. Allah İçkinin ve kumarın zararlarını bildiriyor ve iman edenlere sakın ola ki içki içmeyin kumar oynamayın bu şeytanın bir amelidir Müslüman bunu yapamaz uyarısında bulunmaktadır. Şimdi siz kalkar Bu bin dört yıl öncesine ait bir olaydı şimdi geçerli değil deyip içerseniz veya içki içmenin yaralı olduğundan söz ederseniz ne kadar inandırıcı ve gerçek olabilir?
Bir taraftan teknoloji baş döndürecek şekilde ilerlerken, bir taraftan da hastalıklar, sorunlar da ona paralel olarak da artmaktadır.
Kur’an’ın Bir zaman dilimi içerisinde fert halinde bir yaşamdan devlet ve otorite haline gelinceye kadar vahiyle bir yaşam biçimini hayat tarzını ortaya koyan bir peygamber ve ona iman eden bir toplumdan bahseder. Yemede içmede ve davranışlarda neyin helal neyin haram olduğunu her örnekten bir örnek verip hiçbir eksik bırakmadan Komutan bir peygamber O peygambere itaat eden bir toplumlumdan söz edilir. Kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara bir daha peygamber gelmemek üzere örnek bir toplum örnek bir peygamberin yirmi üç yıllık bir dönemini bize örnek vererek siz de böyle inanın ve siz de böyle bir yaşam ortaya koyun diyerek Kur’an bize mesaj verir.
2/ 143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Kur’an’nın indiği dönemden farklı olarak insanları sarhoş eden ve o dönemde olmayıp da şimdi olan ve bundan sonra o özellikleri taşıyan şimdi olmayıp da ileriki zamanlarda olacak olan bazı sarhoş edici ve kumar çeşitleri de olmaya devam edecektir.
O konuda uzmanlaşmış olan ve Kur’an hakkında detaylı bir bilgiye sahip olan insanların Haram oluş sebebi ve illetinden sapmadan o konu hakkında fıkH etmesi veya fetva vermesi veya o olayın haramlığını ve helalığını açıklaması gerekir.
Bunlardan bir kaçına örnek vermeye çalışalım. Votka, bira, viski, bunlar aynen rakının şarabın hem bağımlılık yaptığı gibi aynı zamanda hem de sarhoş etmektedir. Şimdi bunlar Kur’an’da yok deyip de bunları helal saymanın bir anlamı var mı?  Veya, esrar eroin bonzai veya bizim bilemediğimiz insana bağımlılık yapan içmediği zaman yaşayamayan bazı içecekler Kur’an’da yok deyip de bunlar haram değil demek yerinde olabilir mi? Veya Kur’an’ı indiği dönemin kitabı diyerek onu oraya hapsetmek doğru olabilir mi?
TARİHSELCİLERİN DÜŞTÜKLERİ EN BÜYÜK YANLIŞLIKLARDAN BİRİSİ MİRAS İLE İLGİLİ OLANIDIR
İsterseniz bu konuyu ikinci bölümde incelemeye çalışalım.


  

Hiç yorum yok: