9 Aralık 2014 Salı

TERCÜME MEAL VE TEFSİRLERDE YAPILAN ÖNEMLİ YANLIŞLIKLAR..BİRİNCİ BÖLÜM.




BİRİNCİ BÖLÜM;

Kuran, Son nebi ve resule ilk ayetin inmeye başlamasından, yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde, son inen ayet, arasında kalan bütün emirler ve yasakların, Allah tarafından kurgulamış bir hayat projesinin adıdır. Bir başka ifadeyle hayat kitabının adıdır.

Bu güne kadar Kuran’ı anlamak için başka dillerde olan insanlara, bilebildiğim kadarıyla üç yol veya üç şekilde insanlara ulaştırılmaya çalışılmıştır. 1-Tercüme yapılması yoluyla, 2-meal yapılması yoluyla, 3- tefsir yapılması yoluyla Kuran’ın mesajı insanlara ulaştırılmaya çalışılmıştır.

Kuran yerlerin ve göklerin yaratıcısı tarafından Arapça bilen bir peygambere Arapça olarak vahyedilmiştir. Bunun sebebi, Arapçanın kutsal oluşundan değil, son nebi ve resulün Arap toplumu içerisinden oluşu ve Arapça bilmesi ve konuşmasından dolayı Arapça olarak indirilmiştir.

20/113- Böylece Biz onu, Arapça bir Kuran olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur.

/كَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren).

Elbette Allah Arap olan ve Arapça bilen ve Arapça konuşan birisine İngilizce Türkçe veya başka dillerden indirecek değildi. Nasıl bir mucit icadını gerçekleştirirken ona ilham kendi dilenden gelip onu insanlara kendi diliyle açıklıyorsa, Allah da Kuran’ı Arap olan Arapça bilen birisine vahiyleri Arapça olarak indirecek ve kendi dili ile de açıklayacaktı. Eğer Allah kendi dilinden değil de başka dillerde Kuran’ı indirseydi,  İtiraz etmek isteyenler yine itiraz edecekler ve şöyle diyeceklerdi.
41/44- Eğer Biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.”
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُوْلَئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ
Ve lev cealnâhu kur’ânen a’cemiyyen le kâlû lev lâ fussilet âyâtuh(âyâtuhu), e a’cemiyyun ve arabîy(arabîyyun), kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun, vellezîne lâ yû’minûne fî âzânihim vakrun ve hûve aleyhim amâ(amen), ulâike yunâdevne min mekânin baîd(baîdin).

Eğer, peygambere bu Kuran Arapça değil de başka bir dilde indirilmiş olsaydı, Bizim anlamadığımız bir dilde Kuran Ha! Diyeceklerdi. Elbette Arapça bilmeyenlere de Bu Kuran o konuda her farklı dilerde olan kavimler O Kuran’ı kendi dillerine tercüman aracılığı ile çevirmeleri gerekir. Eğer Kuran, anlaşılır şekilde tercüme edilmemiş olsaydı onu insanlar hayatlarına nasıl uygulama imkânı bulacaklardı?
Arapça bilenlerin kendileri ile Kuran arasında tercüme edilmesi için aracıya gerek yoktur. Onlar zaten o dilin insanlarıdır. Ancak Arapça bilmeyen başka dilerde olan insanlara kendi dillerine çevrilmesi için bir tercümana ihtiyaç vardır. Ancak her dilde ve her lehçede Kuran içerisinde kullanılan kelimelerin karşılığı olmayabilir. Eğer kendi dilinde o kelimeye bir karşılık bulamıyorsa mütercimin yapacağı şey o kelimeyi orijinal olarak nakletmesidir.
Arapça bilmek demek, Kuranı anlamak demek değildir. Arapça bilmek ayrı bir ilim, Kuran’ı anlamak ayrı bir ilimdir. Bundan dolayı da devamlı makalelerimde Şunun altını çizerek vurgulamak istiyorum. Kuran’ın ne söylediği değil, ne söylemek istediğinin anlaşılması gerekir.
Nasıl kâinat Allah’ın yarattığı bir varlıksa Ve kâinatta yaratılmış olan bütün varlıklar arasında muazzam bir uyumluluk vardır. Kuran da Allah’ın İnsanlar içerisinden bir insan olan elçi aracılığı ile göndermiş olduğu Muazzam çelişkisiz bir yaşam kılavuzu ve hayat kitabıdır.
67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
Kâinatta yaratılmış olan varlıkların inceliklerini sırlarını iç yüzünü ve detaylarını anlaya bilmek için, uzmanlara mucitlere, kâşiflere ihtiyaç vardır. Her uzman, her mucit, her kâşif kendi bulgularını, kendi halkına kendi dilleri ile açıklamaktadırlar. Eğer Onların bulguları başka dil bilen toplulara ulaştırılabilmesi için mutlaka ama mutlaka bir tercümana ihtiyaç vardır.
Mütercimin görevi o dilde olan kültürü kendi yorumunu katmadan moto mot aktararak Bilmek isteyenlere ulaştırması gerekir. O kültürde kullanılan bazı deyimlerin veya bazı kelimelerin ne anlama geldiğini, ancak o kültürü tanımakla mümkün olabilir.
Kuran da Allah tarafından gönderilmiş çelişkisiz bir kitaptır.
Kuran’daki kelimelerin ve ayetlerin doğru bir şekilde anlayabilmek için de Kuran kültürünü tanımak gerekir.
39/ 28- Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kuran’dır (bu). Umulur ki sakınırlar.
4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Eğer, Kâinatta ve Kuran’da bir çelişki çarpıklık yoksa ki yoktur. Kâinatı ve Kuran’ı anlarken de bulmuş olduğumuz bulgular ve yapmış olduğumuz yorumların Kuran ve Kâinatla çelişki oluşturmaması gerekmektedir. Şimdi Bizim asıl makalemizin konusu olan Kuran’ı doğru anlamak için gösterilen çaba ve gayretlerimin ilgi odağı Tercüme, meal, ve tefsir oluşturmaktadır.
Neden Kuran’ı meallendirirken Biri birinden kopya almamışsa, bütün mealcilerin mealleri biri birlerini tutmuyor?  Bunun sebebi Herkes kendi gerek geçmişlerden gerekse Kuran’dan anladığı anlayışı ayetin orijinlinde geçmediği halde mealine yansıtmakta ve dolayısı ile sanki Kuran kendi içerisinde tutarsız bir kitap gibi,  çelişkili bir kitap haline gelmektedir.
O zaman Bu farklılıkları ortadan kaldırmak için, Kuran’ın ya tercümesi doğru olarak yapılıp Ayetlerin anlatmak istediğini okuyuculara bırakmak gerekir. Ya da O konuda kendisine güvenen evrenin Yaratılışı ve Kuran’daki ayetleri doğru anlamak için esaslı bir çaba ve gayret gösterenlerin kendi dillerine Kuran’da geçen ayetleri tefsir etmesi açıklaması gerekir. Şimdi Tercümelerde, meallerde ve tefsirlerde yapılan hataların neden ve niçinini sorgulayarak anlamaya çalışalım.*******
KURAN TERCÜMESİ VE MEALLERDEKİ TUTARSIZLIKLAR.
Tercüme, Kuran’da geçen kelimelerin ve ayetlerin Mütercimin kendi dilinde olan insanlara o kültürde o topluda kullanılan kelimelerle karşılığının verilmesidir.
Meal; Kuran’da geçen kelime ve ayetlere Mütercimin veya meal yapan kişinin kısacık yorumlayarak aktarılmasıdır. Belki meal yapan kişinin Kuran bütünlüğü ve Sünnetullah yasalarını doğru okuyarak ve doğru algılayarak çaba ve gayret sonucu meal yapmışsa Kuran bütünlüğü içerisinden süzülüp gelen anlatımı toplumun anlayacağı dilden ciltlerle izah edilmesi güç olan bir anlayışı kısaca özetleyerek yorumlayabilir. Ancak bu zor bir ihtimaldir.
Tefsir; Bir müfessirin Kendi dilindeki toplumlara, Kuran içerisinde anlatılan ve konu içerisinde geçen kelime ve ayetlerin, gerek Kuran’ın diğer sure ve ayetlerde o konu ile ilgili ayetlerden kıyas yaparak, yorumlamalıdır. Gerekse evrensel yasalar içerisinde o ayetlerin durduğu yeri örnekler vererek ortaya koyarak yorumlamalıdır. Gerekse yaşanılan hayattan Kuran’da örnekleri verilen geçmiş kavimlere anlatılan kıssaları da göz önünde bulundurarak halkın anlayacağı bir şekilde, belgelere dayanarak, hem kurana, hem evrensel yasalara, hem akıla, hem de pratik hayata, tezat teşkil etmeyecek bir şekilde açıklamalı ve yorumlamalıdır.
Kuran Bir Kâinat kitabı gibidir. Kuran bir organizma gibidir. Bir insanda bütün organlar bütün hücreler psikolojik fiziksel veya biyolojik olarak, Her hücre ve organ kendisine kodlanmış bir görev yaparak organizmayı tamamlarlar. Her hücre veya her organ hiçbir organla aynı değildir. Ama hiçbir organ ve hücre diğer hücre ve organlardan da bağımsız değildirler. Vücutta bulunan bir hücre veya organ görevini yapamaz hale geldiğinde ister istemez vücudun bütün organlarını ve hücrelerini etkiler.
Kuran içerisinde geçen hiç bir kelime hiçbir kelimenin aynısı değildir. Ama yine Kuran içerisinde geçen hiçbir kelime hiçbir kelimeden de bağımsız değildir. Kuran’da Kullanılan bir kelimenin yerini değiştirsen veya kaldırsan Kuran anlayışına fesat getirir. İşte insan vücudundan alınan bir damla kan örneği bütün vücutta bulunan organların özelliğini taşıdığı gibi, Kuran’da geçen bir ayet veya bir kelime Kuran’ın bütünün özelliğini taşımaktadır.
Şimdi bu verdiğimiz ön bilgilerden sonra Kuran’ı doğru olarak anlayabilmek için, Kuran’ın doğru bir tercümeye ve doğru bir tefsirine ihtiyacı vardır. Meal değil tefsir edilmesi  veya tefsir yapılması gerekir.
Kuran okuyanların ve Kuran ile hayatını anlamlaştırmaya çaba harcadıkları halde, anlayamadıkları için çıkmazlara düşmelerinin sebebi de bu sanırım olmalıdır. Kuran eğer doğru bir şekilde tercüme edilse bile, Kuran, uzman olanlar tarafından tefsir edilmezse, sanki Kuran kendi içerisinde çelişkiler halinde bir kitapmış gibi olur. O zaman nasıl evrende insanların dışında yaratılmış olan her varlık kendine verilmiş görevi yapıp diğerlerine karışmıyorsa, Mütercim de Kuran’ın ne dediği hakkında uzman değilse Kuran’da geçen kelime ve ayetlerin, ne demek istediği hakkında yorum yapması doğru olmaz.
Arapça bilenlerin kendi üzerine düşen görevi ayetler içerisine ekleme ve çıkarma yapmadan tercüme etmesi gerekir. Kuran’ı anlama konusunda uzman olan kişilerin de Arapça bilsin veya bilmesin, Doğru tercüme edilmiş olan Kuranı, ayet konu ve Kuran ve bütünlüğü içerisinde Kuran’ı hem kendisine, hem evrensel yasalara, hem de pratik hayata ters düşmeden yorumlamalıdır. Bir başka ifadeyle açıklamalıdırlar. Yine bir başka ifadeyle tefsir yapmalıdır.
KURAN’IN TERCÜME, MEAL VE TEFSİRLERİNDE YAPILAN BAZI YANLIŞLIKLAR.
Şimdi Kuran’dan örnekler vererek bunları açıklamaya çalışalım.
الْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ
Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm(semûmi).
Bir kaç tane mealcinin aktarışına bir bakalım.
Ali Bulaç Meali
Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.
Abdullah Parlıyan meali
Şeytanı ise, insandan daha önce yakıcı, öldürücü bir harareti olan ateşten yaratmıştık.
Ahmet Varol Meali
(Cinlerin atası) Cann'ı da daha önce dumansız şiddetli ateşten yarattık.
Ahmet Tekin Meali
Cinleri de, daha önce, insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen dumansız zehirli bir ateşten yarattık.
Ali Fikri Yavuz Meali
Cin yaratığını da daha önce şiddetli ateşten yarattık.
Buraya Hicir suresinin yirmi yedinci ayetinin mealini beş tane mealcinin çevirisini verdik. Dikkat ederseniz hiç birinin çevirisi hiç birisini tutmamaktadır.
Ayette geçen cann kelimesine cin şeytan (cin yaratığı) cinlerin atası, anlamları yüklemişler. Ama genelde kabul gören ve en çok ağırlıkta kullanılan cin manası vermeleridir. Şimdi Kuran’da geçen cin kelimesi geçen ayetlerden örnek vererek yapılan yanlışlıkları görmeye çalışalım.
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
Fe lemmâ kadaynâ aleyhil mevte mâ dellehum alâ mevtihî illâ dâbbetul ardı te’kulu minseeteh(minseetehu), fe lemmâ harre tebeyyenetil cinnu en lev kânû ya’lemûnel gaybe mâ lebisû fîl azâbil muhîn(muhîni).
34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Bakınız can kelimesi cann olarak orijinal olan metinde geçerken cin kelimesi orijinal olan metinde cinnu olarak geçmektedir.
Bir başka örnek verelim.
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ
Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni yestemiûnel kur’ân(kur’âne), fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn(munzirîne).
46/ 29- Hani cinlerden birkaçını, Kuran dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: “Kulak verin;” sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.
Bu ayette de orijinalinde cinni kelimesi geçmektedir. O zaman meallerde can kelimesi cin kelimesi olarak çevrilmesi Kuran’daki cinlerle ilgili bütün ayetlerin yanlış anlaşılmasına neden olmaktadır.
Kuran içerisinde hiçbir ayette cinlerin ve şeytanın dumansız ateşten veya  ateşten yaratıldığı ile ilgili ayet yoktur. Mealcilerin genelde cin anlayışlarının ister istemez meallerine yansıtmışlardır. Doğru olan tercüme şöyle olması gerekir.  Bu tercüme şekli cinlerle ilgili ayetlere yüklen anlamı da değiştirecektir.
15/ 26- Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
15/27- Ve Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.
Kelime ve ayetlerin doğru anlaşılmasında kendisinden önce ve kendisinden sonra gelen ayetlerle de ilgi kurmak gerekir. Kendisinden önce gelen ayette” insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” Bu insanın beden kısmıdır. Yani et kemikler organlar hücreler vs.” Ve Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.” Beden kısmını ayakta tutan diri tutan enerjiyi de dumansız ateşten yarattık ifadesi kullanır.
insanda can bir başka ifadeyle diri tutan enerjiyi de dumansız ateşten yarattık ifadesi kullanılmaktadır. Beden ile cinin ne alakası var? Ama beden ile can birleşince insan hayata tutunuyor. Ona bir de ruh üflenince Artık insanda var olan hücreler organlar  ve takva ve iblis olgusu aktif hale geçerek kendi üzerlerine yüklenen grevleri yerine getirmeye başlıyorlar.
Dolayısı ile insan iki farklı ana parçalarla karşımıza çıkmaktadır. Birinci ana parçalar,  beden can ve ruh, ikinci ana parçalar, iblis olgusu, takva olgusu ve akıldır. Bu saymış olduğum insanların olmazsa olmaz ana parçalarıdır. Bunlardan herhangi birisi olmazsa insan tamamlanmış olmaz.
Kuran’a göre bu insana ait parçaların hepsi melektir. O zaman İnsan; Allah’ın meleklerden inşa ettiği, yarattığı veya yorumladığı bir varlığın adıdır. İşte insan kendisinde var olan ana malzemelerle dünya hayatında diğer meleklerden farklılaşarak kendi yol seçme kararını kendisi veren bir halife konumuna yükselmektedir.
İnsan iki farklı yola gidebiliyorsa, İki farklı yola gitmeyi teklif sunan melek var Demektir. Kuran bu iki farklı teklif sunan meleğin birisi iblis meleğidir. Diğeri ise takva meleğidir. İblis meleği insana şeytani yolda yürümeyi teklif sunan, takva meleği de insana rabbani yolda yürümeyi teklif sunan bir melektir.   
Eğer İnsanda iblis meleği olmamış olsaydı, insanlar da diğer melekler gibi kendilerine kodlanmış olan bilgilerle hareket ederlerdi. İşte insanı, insan yapan ve onu iki yol iki amaç verilerek, onu hangi yolu seçip seçmeyeceğini kendi öz iradesine bırakarak Allah dünya hayatında insan iradesine ve kararına müdahale etmeden imtihana tabi tutmaktadır. 
90/10- Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Denenmenin imtihana tabi tutulmanın sebebi de budur.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah iki farklı yola ve iki farklı amaca götürecek hem eğilimi hem de sermayesini önüne koyarak bu iki farklı yoldan hangisini seçip seçmeyeceğini sonuçlarına katlanmak koşulu ile kendisine bırakılmıştır. İşte insanlara emanet yüklenip de insanın kabullenmesi bu anlamdadır.
33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
İnsanların dışındaki yaratılmış olan varlıklarda bir başka ifadeyle meleklerde böyle iki yol ve iki amaç yoktur.” Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar;” Allah burada hüsnü tahlil sanatı yaparak, sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak anlatmış. Yerler gökler dağlar emaneti sorumluluğu nerden bilsinler? Onlarda iki amaç ve iki seçenek iki sonuç yok ki. Onlar kendilerine kodlanmış bilgilerle seyirlerini düzenleyen meleklerdir. İşte Allah’ın Âdeme secde etmesi dolayısı ile verilen emirleri yerine getirme sebebi ile Allah’a istisnasız secde etmeleri bunu anlatmaktadır.
16/ 49- Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar.
Ama Bu secde etme olayı insanlara gelince iki farklı yol iki farklı amaç olunca insanlardan bazıları secde etmekte bazıları da büyüklenip kibirlenip secde etmemektedirler.
22/ 18- Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
İşte insanlardan bazılarının secde etmeyip ayette vurgulanmak istenen,” Birçoğu üzerine azap hak olmuştur.”  İfadesi İnsanların yol seçmede nankör olmayı inkar etmeyi kibirlenme sonucunda gayrı rabbani yolu kendi kararı ve kendi iradesi ile seçmesi sonucunda onların üzerine azap hak olduğu vurgulanmaktadır. Allah insanlara yasak ağaçtan yememelerini ama helal ağaçtan yemelerini istemişti. Maalesef insanlardan büyük bir kısmı ihanet etmişlerdir.
7/ 20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
Ayette Bahsedilen,“Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
Eğer iblis olgusu insanın öz yapısında olmamış olsaydı, insanlar tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde olurlardı.
İblis; insanı yaratılışta vermiş olduğu, sözden caydırmayı teklif sunmakla görevli bir melektir.
İnsan; Hem takva yoluna eğilimli hem de iblis yoluna eğilimli aklı ile, nötr bir varlıktır.
Öyleyse, iblis ağacından nemalanan, Allah’ın yemesini, içmesini ve yapılmasını yasaklamış olduğu yaşam yolunu seçenler iblis soyundandır. Bir başka ifadeyle Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu yolun dışında yol seçenlerdir. İşte Allah genel başlık altında gerek puta tapıcıları gerekse Allaha peygamberlere ahiret gününe inandığını iddia edip rab yolundan ayrılan ehli kitap olanlara cinler ifadesi kullanmaktadır.
Cinler bu güne kadar algılanan ve anlaşılan beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış olan varlıklar değil, Yaratılışta vermiş olduğu Rabbim Allah’tır sözünden dönen İblisin soyundan olan iblisin ağacından beslenen kendisine verilmiş iki amaçtan nankörlüğü seçen insanların genel adıdır.
51/ 56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Bu ayetten genelde müfessirler, İbadet ve kullukla sorumlu iki varlık olduğunu anlamışlar ve öyle sanmışlardır. İnsanlar- cinler. Asıl konumuz olan Tercüme, meal, ve tefsirlerde yapılan yanlışlıklar ile ilgili konumuzu açarak genişletmekteyiz. Sakın ola ki konuyu dağıtıyorsun demeyin. Çünkü Kuran’da geçen her kelime başka ayetlerin ve başka kelimelerin açıklaması ile anlaşılabilir.
Şimdi genelde bütün mealcilerin veya müfessirlerin, Cin kelimsine yüklemiş oldukları anlamı Kuran’ın cinlerle ilgili hiçbir ayetiyle bağdaştırmıyoruz. Olar cinleri tanımlarken “Beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış ibadet ve kullukla sorumlu varlıklardır” diye tanımlamışlardır.
Soru–1- Cinlerden kendilerine kendilerinden olan bir peygamber veya bir uyarıcı gelmiş midir?
Cevap–1- Kuran’ın hiçbir yerinde cinlerden bir peygamber gönderildiğine dair hiçbir ayet yoktur.
Soru–2- Cinler eğer beş duyularla algılanamayan varlıklarsa nasıl insan olan bir peygamberden Kuran dinleyerek doğru yolu bulabiliyorlar?
Cevap -2-Eğer aşağıda vermiş olduğum ayetlere göre Beş duyularla algılanamayan varlıklara ancak kendi cinslerinden olan beş duyularla algılanamayan varlıklardan peygamber gelmesi gerekirdi.
17/ 94- Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
17/95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”
Soru -3- Can kelimesine cinlerin atasıdır. Diyerek işin içinden sıyrılmaya kalmaktadırlar. Oysa Kuran’da bu tanımın karşılığını onaylayan bir ayet yoktur. Eğer bu söyleminizde iddialı iseniz bir belge getirebilir misiniz?
Cevap–3- Hemen şu ayetleri getirecekler. Bakalım ayetlerde öyle mi?
55/ 15- Cann’ı  da ‘yalın-dumansız bir ateşten’ yarattı.
15/ 27- Ve Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.
Bu ayetlerin cinlerle yakından uzaktan alakası yoktur. Genelde can kelimesine cin kelimesi anlamını verdiklerinden dolayı Cinlerle ilgili Kuran’ın verdiği anlamlar buharlaşıp gitmektedir.
Ayetleri Kuran bütünlüğü içerisinde yorumlayacak olursak Allah insanın beden kısmını topraktan onu diri tutan canı bir başka ifadeyle enerjiyi yalın dumansız ateşten yarattığı vurgulamaktadır. Sizce bu yorum Kuran’da geçen ayetlerin hangisi ile çatışmaktadır? Allah “her şeyi çift yarattık” der. İnsan temel olarak bir bedenden bir de candan yaratılmıştır. Bir dünya yaşamı varsa bir de ahiret yaşamı vardır. Bir kötü yolda giden insanlar varsa bir de iyi yolda giden insanlar vardır. Bir erkek varsa bir de kadın vardır. Bunları dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.
Şu bir gerçek ki Eğer cinler insan değil de insanların dışında bir varlık olmuş olsaydı o da melekler kategorisine girerdi ki melek olan varlıklarda hiçbir zaman denenme sınanma olayı yoktur.
O zaman cinleri Kuran’a göre bir tanımlamaya çalışalım.
Cin; yaratılışta veya yaratılırken rabbim Allah’tır diye söz veren insanların ergenlik döneminde insana yüklenmiş olan iblis takısının teklifleri yönünde tercihini kullanan cehennem yolunu tercih eden, insanlara Kuran’ın verdiği bir sıfattır.
İblisin cinlerden olması, iblisin yaratılış amacının insanları cinleşmeye davet etmesinden dolayıdır. İblis insana sapmayı teklif sunan bir melektir. Ama cin ise iblisin teklifleri ile yaşamını batıl yolda anlamlaştıran insan veya insanlardır.
18/ 50- Hani meleklere: “Adem’e secde edin” demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
İblis bir insan değil, Ama iblis insanın bir parçasıdır. Cin ise insanın iblis ile hem dem olma halidir. Bir başka ifadeyle yasak ağaçtan nemalanan insanlardır. Bu yasak ağaç insanı cehenneme götüren o ağaçtan yiyenler kendisini değiştirmedikçe o ağacın meyvelerini az bir kısmı hariç yiyenler dışında rabbin yolundan sapan insanlardır. Bir başka ifadeyle cinlerdir.
Yine Kuran’da geçen kelime ve ayetlere yanlış meal verilmesi ve yanlış tefsir edilmesi ile ilgili konuları örneklendirmeye devam edelim.
İSA BABASIZ DEĞİLDİR.
Tefsirlerde ve meallerde yapılan en büyük yanlışlardan birisi de İsa peygamberin babasız olduğu ile ilgili açıklamalardır.
Kuran’ın hiçbir yerinde İsa peygamberin babasız doğduğuna dair bir ayet yoktur. Ancak yanlış meal ve buna bağlı olarak da genelde bütün tefsirlerde İsa’nın babasız doğduğu anlayışı hâkimdir. Şimdi salim akıl sahiplerini düşünmeye ve doğru bir Kuran anlayışına yönelmeye davet ediyorum. Yine bununla ilgili ayetlerden Arapçasını, Türkçe okunuşunu ve tercümesini naklederek doğru bir anlayışı yakalamaya çalışalım.
19/ 16- Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
19/ 17- Sonra onlardan yana bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen).
 Ayetin doğru tercümesi orijinal olan metne göre on yedinci ayette geçtiği gibi olmalıdır. Eğer Meryem’e gelen Ruhu tutar da Cebrail diye tercüme eder veya meallendirirseniz Konunun doğru anlaşılmasını engeller.
Edip yüksel çevirisi
19/17- Kendisiyle onlar arasına bir perde çekmişti. Bu durumda ona Ruhumuzu gönderdik ve önünde mükemmel bir insan olarak biçimlendi.
Elmalı çevirisi
19/17- Sonra ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona meleğimiz (Cebrail)i gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü.
Genelde bütün mealciler Ayette kullanılan ruh kelimesini Cebrail veya Cibril diye tercüme etmişlerdir. Demek ki Arapça bilme ile Kuran’ı doğru anlamanın bir ilgisi yokmuş. Arapça bilen ayete kendi yorumunu katmadan olduğu gibi, kelime kelime çevirir. Tefsirini o konuda uzmanlaşanlara bırakır. Tıpkı, mucidin icadını gerçekleştirmesi, ressamın resmini yapması, Kâşifin keşfini ortaya koyması gibidir.
Milyarlarca insanlar içerisinden bir tanesi çıkıyor bilgisayar, uçak, envai çeşit arabalar, bombalar vs. icat ediyor. Neden bütün insanlar mucit olup, icatlarını gerçekleştiremiyorlar? Bu olaylar, onlara verilmiş kabiliyet ve o konular üzerinde çaba ve gayretlerinin sonucunda olmaktadır.
Kuran’da Kuran’ın kendi ifadesi ile iki tip ayet vardır. Muhkem olan ayetler- müteşabih olan ayetlerdir. Bunlar aynen her dilde olmaktadır ve kullanılmaktadır. Bizim dilimizde de öyledir. İki anlatım vardır. Gerçek anlatım mecazi anlatım. Eğer mecaz olmamış olsaydı onlarca ciltlerle bir deyim veya bir sözcük izah edilemezdi.
Edebi sanatlarda mecazi anlatım kendi gerçek anlamının dışında farklı anlamlara gelen anlatım şeklidir. “adamın kolu uzun” deyimi sizce konu içerisinde kullanıldığı zaman siz bunu nasıl anlarsınız? Fiziki olarak mı? Hırsız olarak mı? Makamı ve koltuğunun gücü olarak mı anlarsınız? İşte Onun cevabı o kelimenin kullanıldığı konuda gizlidir. Aynen müteşabih olan ayetlerde böyledir. Bir kelimenin veya bir ayetin ne demek istediğini konu ve Kuran bütünlüğü içerisinde değerlendirmekle ancak o kelimeye o konuda hangi anlamda kullanıldığını anlayabilmekteyiz.
Şimdi bu izahlardan sonra Tekrar örneğini verdiğimiz ayeti nasıl tefsir edebiliriz? Ayeti tekrar nakledelim.
19/ 17- Sonra onlardan yana bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
Kuran’da geçen bir ayete Yorum yapabilmek veya onu insanların anlayacağı bir şekilde tefsir edebilmek için, Kuran’ın o kelimelere yüklediği anlamın bulunması ve bilinmesi gerekir.
Bu ayette geçen üç kelimenin ne anlamda kullanıldığının bilinmesi gerekir. 1- Perde kelimesi, 2-ruh kelimesi,3-düzgün beşer kelimesidir. Eğer bu kelimelere Kuran’ın yüklemiş olduğu anlam bilinemezse ayeti anlamak mümkün değildir.  Ayrıca bu kelimelere yüklenen anlamlar bilinecek konu içerisinde hangi anlama geldiğini de bilmek lazımdır.
1-Perde kelimesi.
Perde kelimesi, Kuran’da yaklaşık olarak on üç yerde geçmektedir. Bunlardan bir kaçını aktarmaya çalışalım.
17/45- Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.
18/57- Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
33/53- Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak (kı açıklamak)tan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah’ın Resûlü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah Katında çok büyük (bir günah)tır.
Bu ayetlerde geçen perde kelimesi hepsi biri birinden farklı olarak kullanılmıştır. Ailesinden kopup ayrılan Meryem’in Ailesi ile kendisi arasında çekilen bir perde ile, Peygamberin hanımları ile konuşurken perde arkasından konuşma şekli aynı mıdır? “Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah’ın Resûlü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah Katında çok büyük (bir günah)tır.”
Konumuzla ilgili olan ayette perde kelimesi Meryem’in bulunduğu aile ve toplumu arasında bir din farklılığı ve çatışması olduğu anlatılmak istenmektedir.
Ama mümin erkeklerin peygamber eşleri ile perde arkasından konuşulması onları peygamber hanımları ile evlenmenin haramlığı hatırlatılarak sakın ola ki kalbinizden onlara karşı yanlış kem gözle bakmayın ihtarı verilmektedir.
Her nebi her resul ve Allah dostlarında olduğu gibi, Meryem de Rabbine karşı duyduğu duruş kimlik ve eylemle bulunmuş olduğu müşrik olan toplum tarafından dışlanmış Meryem’e karşı cephe almış oldukları anlaşılmaktadır. Meryem Kuran’da iki övülmüş kadından birisi olarak görülmektedir.
66/10- Allah, inkar edenlere, Nuh’un eşini ve Lut’un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah’tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: “Ateşe diğer girenlerle birlikte girin” denildi.
66/11- Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: “Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.”
66/12- İmran’ın kızı Meryem’i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.
Şimdi Meryem’in Allah katında önemini ve durduğu yeri tespit etmeye çalıştık. Meryem de Firavunun karısı gibi müşrik toplumdan kendisini arındırmak inkâr edenlerden kurtulmak için çaba harcayan muttaki bir kadındı. Kavminden ayrılıp doğu tarafına çekilmesi bu anlamda kullanılmıştır.
Arapça bilen birisi eğer Kuran’ın hikmet veya mantık anlayışını bilmezse bu kelime ve ayetlerin kastettiği manaları nereden blecek?
2- Ruh kelimesi,
Ruh kelimesi yaklaşık olarak, Kuran’da yirmi iki ayette geçmektedir. Bunlardan bir kaç tane ayeti naklederek Ruh hakkında bilgi sahibi olmaya çalışalım.
17/ 85- Sana ruhtan sorarlar; de ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.”
4/171- Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘OL’ kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve elçisine inanınız; “üçtür” demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah’tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
42/ 52- Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.
26/193- Onu Ruhu'l-emin indirdi.

Ruh: Allah’ın ta kendisidir. Asıl İnsanların Allah hakkında bilgileri Kuran’ın bildirdiği kadardır. Allah; İnsanlar içerisinden seçmiş olduğu nebileri kendi eğitimi ile eğiterek O Allah’ın emirleri dışarısında söylem ve eylemlerini gerçekleştirdiği için peygamberlere “Ruh” demiş. Vahye “Ruh” demiş. Kitaplara “Ruh” demiş. İnsanlara üflenene “Ruh” demiş. Takva olgusundan gelen sese de “Ruh “ ifadesi kullanmıştır.
İşte Ayette Meryem’e gönderilip de düzgün bir beşer kılığında görülen Ruh bunlardan hangisidir?
19/ 17- Sonra onlardan yana bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
Bu saymış olduğumuz ruh ile ilgili ayetlerden hangisini yerine koyduğumuzda doğru olan yere oturmaktadır?
Genelde bütün mütercimler veya müfessirler, Meryem’e gelen Ruhu Cebrail olarak anlamışlar ve öyle anlatmışlardır. Kuran içerisinde Cebrail kelimesi ile ilgili hiçbir ayet geçmez. Cibril geçer. O da Kuran’da Allah’ın nebilere vahyetme olayının veya olgusunun adıdır. Velev ki öyle olsa bile geleneksel din anlayışına göre sadece peygamberlere Cebrail vahiy getiren meleğin adıdır. Ancak Cebrail erkeklerden seçilmiş olan peygamberlere vahiy getirir. Peygamberlerin erkeklerden seçildiğini Kuran kendisi söylemektedir.
16/43- Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.
Bu ayete göre Eğer Meryem’e gelen elçi Cebrail ise, bu Kuran’la tezat teşkil eder. Bir taraftan Allah erkeklerden peygamber seçer desin. Bir taraftan da kadın olan Meryem’e Cebrail gönderip erkek bir çocuğu olacağını ona müjdelesin.
O zaman diyebiliriz ki, Meryem’e gelen elçi Mutlaka ama mutlaka kendinden öncekileri doğrulayan ve kendisinden sonra gelecek olan bir peygamberi mücdeleyen Allah’ın kendisine gayıp olan haberleri, bildirmesi ile bilen peygamber olan insan olması gerekir.  Yani nisa 171 ayette bahsedilen, peygamber anlamında ifade edilen olan bir ruhtur.
3-Beşer kelimesi.
Beşer kelimesi Kuran’da yaklaşık olarak otuz altı ayette geçmektedir.
3/47- “Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?” dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “ol” der, o da hemen oluverir.”
Beşer kelimesinin ne anlama geldiğini bilmek için önce insan kelimesinin bir tanımını yapmamız gerekir.
İnsan; Hem takva yönüne eğilimli hem de iblis yönüne eğilimli aklı ve düşünme yeteneği ile  nötr bir varlıktır. Beşer kelimesi insan hangi yönde yol seçimine karar vermişse bulunmuş olduğu konum onun sıfatlaşmış halidir. İşte Kuran’ın beşer kelimesine hangi anlamı yüklediğini biz konu içerisinde anlayabiliyoruz. Şimdi ikisi için de kullanılan bir örnek verelim.
54/24- Dediler ki: “Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz.”
21/34- Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Beşer; Hem takva yoluna eğilimli hem de iblis yoluna eğilimli olan insanın hangi yolda gideceğine karar verme sonucunda almış olduğu sıfatın adıdır. Beşer kelimesi kâfir insan için de kullanılmış olabilir. Mümin insan için de kullanılmış olabilir.   Beşer kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını ancak konu içerisinde anlaşılabilir.  
Meryem’e gelen Düzeltilmiş beşer, Vahyin kontrolünde hayatını anlamlaştıran nebi ve resul olmalı ki, Bu kelime düzgün olarak ait olduğu yere oturabilsin. Kuran; düzeltilmiş bir beşer kelimesini sadece nebi olan resuller için kullanmıştır.
22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ayette geçen kelimeleri açıkladıktan sonra tekrar konumuzla ilgili ayeti naklederek ayetin Konu ve Kuran bütünlüğü içerisinde kastedilen anlamı ortaya koymaya çalışalım.
19/ 17- Sonra onlardan yana bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
Müşrik bir toplumdan uzaklaşan Meryem, Has bel kader nebi ve resul olan bir insanla karşılaşıyor. Bu olayı Kuran şöyle anlatmaktadır.
19/18- Demişti ki: “Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma).”
Allah Bu ayette Meryem’in kendisi ile iletişim Kurmak isteyen bir erkek karşısında Meryem’in nasıl bir tepki gösterdiğini, Toplumun Meryem hakkında atmış olduğu bühtanları burada temize çıkarmaktadır. Çünkü Meryem övülen bir ailenin övülen bir kızıdır. O asla vahyin yasak ettikleri şeyleri kendisine meşru görmez. Ve görmeiştir.
19/19- Demişti ki: “Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).”
Kendisine gelen nebi olan elçi, Meryem’in bu irkilmesine ve tepki duymasına karşı, şöyle dedi. “Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).”
Eğer, Bu gelen elçiyi Cebrail olarak anlarsan Meryem bir kadın ona Cebrail gelmez. Ve dolayısı ile Meryem’in daha ana rahmine intikal etmeden bir erkek çocuğunun olmasını bilmesi ve zamanı gelince o sözün gerçekleşmesi Kuran hakkında birazcık bilgisi olanları düşündürmesi gerekir. Cebrail kelimesini ne o konuda ne de Kuran bütünlüğü içerisinde oturtacak bir yer bulamayız.
Ancak o gelen elçi insan cinsinden erkek olan bir nebinin Meryem gibi temiz bir kadınla evlenerek İsa gibi Allah yolunda canını malını verebilecek erkek çocuk dünyaya getirebilsin. Kuran’ın hiçbir yerinde İsa’nın babasız dünyaya geldiğine dair bir ayet yoktur.
Genelde İslam dünyası Hıristiyan inançlarından gelen bir anlayışa odaklandıklarından dolayı Cebrail veya hâşâ Allah Meryem’in ana ramine mucize olarak çocuk yerleştirildiği anlayışı dönüp dolaşıp durmaktadır. Oysa bir damla su ile yumurtalığın alaka kurarak oluşması mucize değil mi de daha başka mucize aramaktadırlar.
Allah kâinatta olmakta olan şeylerin hangisini sebebe dayanmadan yarattığı görülmüştür? Eğer yağmur yağıyorsa mutlaka bulut olması gerekir. Eğer ortada bir meyve varsa mutlaka onun bir ağacı olması gerekir. Eğer ortada bir fotoğraf varsa mutlaka onun bir aslı, eğer ortada bir icat varsa mutlaka onun bir mucidi olması gerekir.  Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır. Bana sebepsiz yaratılan bir tek şey gösterebilirisiniz?
Eğer Meryem Gelen elçiden gebe kalmışsa Mutlaka ama mutlaka bir evlilik ve nikâh olayı gerçekleşerek gebe kalması gerekir. Bacadan müheriden pencereden çocuk gelmez.
19/20- O: “Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken” dedi.
Evet, Meryem’e o ana kadar hiçbir beşer eli dokunmamış ve evlenmemiş. Ama o an gelmiş Allah onu gelen nebi ile evlendirmiş insanlığa ve kendi kavmine delil ve belge olarak kendisine saygı duyan ve annesine yapılan bühtanları ortadan kaldıran bir İsa gibi nebi ve resul gelmek için onun tohumu ortaya atılmıştır.
19/21- “İşte böyle” dedi. “Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır).” Ve iş de olup bitmişti.
Allah için kolay olan nedir? Bir damla su ile yumurtalığın ana rahminde ilgi alaka kurarak Meryem’in hamile kalmasıdır. Kuran üzerinde bütün ayetleri incelediğimiz zaman bir çocuğun olabilmesi için sperm ile yumurtalığın olması buluşması gerekir. Bakınız bir çocuğun olması için Kuran şöyle söylemektedir. Mucize olan da o olması gerekmez mi?
22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.
Bunu destekleyen başka ayetler de şunlardır.
23/12- Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
23/14- Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.
İsa’nın babasız oluşu ile ilgili söylenenler Kuran’a göre hiç doğru değildir. Eğer Böyle bir anlayış doğru olmuş olsaydı Nikâhsız çocuk peydahlayanlara bu olay delil teşkil ederdi. Gayri meşru ilişki ile çocuk doğuranlara Bir emsal teşkil eder ve gayet toplumlardan toplumlara meşru gösterilerek devam eder gelirdi.
Tıp ilmine sorun babasız bir çocuk doğal şartlarda meydana gelebilir mi?
2/235- (İddeti bekleyen) Kadınları nikahlamak istediğinizi (onlara) sezdirmenizde ya da böyle bir isteği gönlünüzde saklamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Gerçekte Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilir. Sakın bilinen (meşru) sözler dışında onlarla gizlice vaadleşmeyin; bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikah bağını bağlamaya kesin karar vermeyin. Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır.
Allah Gizli buluşma ve meşru olmayan erkeklerin ve kadınların ilişki kurmasını yasaklamaktadır. Ve çocuk doğdurulmasını yasaklamaktadır. Mutlaka Çocukların meşru bir babası meşru bir anası olması gerekir. Nitekim söylediğimi destekleyen ayette şöyle der.
33/5- Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah Katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
“Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah Katında daha adildir.”
Peki haşa Allah, “Babalarına nisbet ederek çağırın” derken Babası olmayan çocukları unutmuş mu? Allah unutmaz yanılmaz. Bir de şu itirazda bulunmaktadırlar. Allah neden İsa’nın babasından değil de annesinden bahsediyor? Musa’nın annesinden Muhammed’in annesinden hem de babasından bahsetmiyor. Neden onların babası yok diye söylenmiyor da sadece İsa’nın basından bahsedilmeyince onun babası yok anlamını çıkarıyorlar? Evet, Kanımca Musa İsa Muhammed Doğmadan önce babaları ölmektedir bu sebepten dolayı anneleri zikredilerek isimleri anılmaktadır.
19/22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.
Nebi Ve resul ile Meryem evlendi. Ondan gebe kaldı. Bir taraftan kendi kavminin dışlamışlığı, bir taraftan ekonomik zorluklar, bir taraftan kocasının ölümü Meryem’i dünya hayatında şiddetli bir denemeden geçirilmişti. Elbette İlk yaratılış hariç Daha sonraki yaratılışların tümünü Allah bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Peki; Meryem’in kocası Kim? Şimdi Kurandan onu aramaya çalışalım.
İSA’NIN BABASI, ZEKERİYA PEYGAMBERDİR.
30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
Bu ayet Allah’ın Yarattığı Kâinat ile Allah’ın gönderdiği vahiylerin çatışmadığı din Allah’ın insanlara sunduğu dindir. Bir başka ifadeyle, kâinatla kâinatın, Kuran ile Kuran’ın ve Kainatla Kuran’ın çatışmadığı din Allah’ın insanlara sunduğu dindir. Fıtrat dini hanif dini İbrahim dini budur. Dimdik ayakta duran din de budur.
Ayette bahsedilen ve bizim konumuzu ilgilendiren bölümü,” Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur.”
Kuran’ın hiçbir yerinde İsa’nın Babasız olduğundan bahsetmez. Babası olduğundan da söz etmez. Ancak Kuran’da geçen verilerden delillerden biz onun babasız olmadığını iddia ediyoruz. İsa’nın babasız olduğu kanaatine nereden varmışlar? Eğer bunu ispat edebilecek birisi varsa çıksın ortaya. İspat edemezler Çünkü öyle bir belge yok ortalarda. Biz İsa’nın babasız olmadığını Bazı Kuran’a sorular sorarak anlamaya çalışıyoruz.
1-Vermiş olduğum ayet örneğinde görüldüğü gibi,” Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur.”İfadesi Kullanırken, İsa’ya kadar doğan çocukların istisnasız hepsi Bir anne ve bir babadan meydana gelmiş fakat İsa’ya gelince İsa babasız doğmuş, Bunun iddiacılar tarafından ispat edilmesi gerekir.
2-Bütün Dünya üzerinde Tıp ilmi ile uzmanlaşanları toplayın Babasız bir çocuğun olduğunu örnek göstersinler, olabileceğini belgelesinler. Belgeleyemezler ve babasız çocuğa örnek gösteremezler. Bu Allah’ın yaratışına ve sünnetine terstir.
Kuran içerisinde bununla ilgili üç tane ayet geçmektedir.
33/ 62- (Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.
35/ 43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
48/ 23- (Bu,) Allah’ın öteden beri sürüp giden sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.
Sünnet kelimesi geçmişken onu da burada izah etmek yerinde olacaktır. Öteden beri süregelen, tekrarlanarak devam eden, gerek yaratılışla ilgili gerekse de sosyal ve toplumsal olayların sürekli olagelmesi anlamını taşımaktadır.
Yaratılış ile ilgili olarak Tekrar edilen sünnet., Devamlı güneşin doğudan doğup batıdan batması, devamlı doğan çocukların bir anne ile babanın birleşmesinden doğması, her sabahın bir akşamı her ahşamın bir sabahı olarak tekrar edip gelmesi, Yerlerin ve göklerin yaratılışından bu tarafa ayların sayısının on iki olarak devam edip gelmesi hep Allah’ın Yaratılışla ilgili sünnetlerindendir.
Yaratılış sünnetine bir ayet örneği verelim.
9/ 36- Gerçek şu ki, Allah Katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesap (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
Sosyal ve toplumsal sünnetler. Gelen uyarıcılara karşı bir toplumun önde gelenleri, uyarıcıya karşı gelerek baş kaldırmaları sonucunda o önde gelenlerle birlikte takip eden halkın helak olması Allah’ın değişmeyen toplumsal sünnetlerindendir.
Toplumsal ve sosyal olan sünnetlerden örnek verelim.
17/ 76- Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
17/77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.
Buraya kadar, Babasız bir çocuk olamayacağını Kuran ayetleri içerisinde bir sörf yaparak anlamaya çalıştık. Şimdi de İsa’nın babası neden Zekeriya peygamber olduğunu ayetlerle izah etmeye çalışalım.
3/ 37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince, “Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi.
Meryem’in bitki gibi yetiştirilmesi, Nasıl bitkiler kendilerine kodlanmış olan bilgilerle hareket edip kendilerine yüklenmiş olan görev dışına çıkmıyorlarsa Meryem de insan olduğu halde o gerek ailesinden aldığı terbiye gerekse de kendi duasını rabbin bağışlama yönünde tercih etmesi ile Allah böyle bir ifade kullanmıştır.
Bir başka ifadeyle bitkiler Allah’a secde etmekle onun emirleri dışarısına çıkmamakla birer melektirler.
55/ 6- Bitki ve ağaç (O’na) secde etmektedirler.
Sakın ola ki, Meryem’in bitki gibi yetiştirilmesi olayını tutup da onu kocasızlıkla çocuk doğurmasına sebep olarak anlamayın. Burada Meryem bir insan olduğu halde ona gerek cinlerden gerekse insanlardan gelen vesveselere karışı kendisini takva yolunda kararlılığını sürdürmesi ve rabbin yolunda emin adımlarla yürümesi anlamında kullanılan bir ifadedir.
“Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı.” Dünya hayatında, Akıl baliğ çağına gelmiş hiçbir insan hiçbir insana karşı sorumlu değildir. Ancak Kuran’a göre sadece erkekler karısından sorumludur. O sorumluluk da evli kaldıkları süresincedir. Şunu da burada ifade etmek gerekir kadın da, erkek vahyin yolundan sapmışsa kadın da erkeğinden sorumludur.
Eğer bu bilinmezse, ayetin kastettiği mananın da anlaşılması mümkün olamaz. Allah katında sorumlu olmak onun yapmış oldukları davranışlara kefil olmak demektir. Eğer kadın vahyin çerçevelediği sınırlar dışına çıkarsa evlilik sözleşmesi bozularak sorumluluktan kurtulur. Tabi ki bu kadınlar için de geçerlidir. Erkek vahyin dışına çıkarsa kadın erkekten ayrılarak kendisini bekleyen tehlikelerden arındırabilir. Bir ayetle bunu açıklamaya çalışalım.
4/ 34- Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’ Saliha kadınlar, gönülden (Allah’a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah Yücedir, büyüktür.
Yukarıda vermiş olduğum ayetin, önce şu bölümünü anlamaya çalışalım. “Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’”
Burada üstün kılmak adalet hukuk yönü ile değil, Erkeğin kadınlardan biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak yaratılış farklılığından söz edilmektedir. Allah katında kendisine verilmiş rol sorumluluğu açısından erkek ve kadın arasında hiçbir farklılık yoktur. Her ikisi de Allah katında eşit konumdadır. Ancak, yaratılış bakımından kim daha güçlü ise Allah kendisinden güçsüz olarak yaratılmış olanı güçlü  olan erkeğe emanet etmektedir emanet etmektedir.
Bu gerçeği, hiç kimse inkar edemez etse de boşunadır.  Bakınız Kuran başka bir ayette şöyle buyuruyor.
4/ 32- Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir.
Şimdi konumuz sorumluluk kelimesinin ne anlama geldiği ile alakalı idi. Ancak Allah’ın erkeği ve kadını ait olduğu konulan yerden kaldırılarak başka yerlere konulur veya yerleri değiştirilirse fesat ortaya çıkar. Kavram kargaşalığı ile karşı karşıya kalırız.
Ayette vurgulanmak istenen olay bir evlilik hayatında erkekler kadınlara göre güç ve kuvvet yönüyle üstün yaratılmışlardır. Bu demek değildir ki erkek şah padişah kadın ise onun kölesi esiri. Hayır, öyle değil erkek ailede emir sahibi, diğerlerinin yaptıklarını onaylayıp veya onaylamayan kişidir. Tabi ki bu Müslüman olan ve Müslüman olmayı seçen erkekler ve kadınlar için geçerlidir.
Askerde bir komutana, devlette bir cumhurbaşkanına, okulda bir müdüre, diğerleri neden o komutan? Neden o cumhurbaşkanı, Neden o müdür demeyip, ona itaat ediyorlarsa aile içerisinde erkek ve kadın da aynı konumdadır. Erkek reis kadın ise o reisin emirleri vahiyler çerçevesine uygun olduğu sürece kadının da ona itaat etmesi uyması gerekir.
Allah bu kâinatın yaratıcısı ve rabbidir. Mülk onunsa tasarruf sahibi de o olması gerekmez mi?  Allah mülkü yeryüzünde insanlara farklı şekillerde dağıtmıştır. Yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü Allah’ın insanlara kendilerine verilmiş olan malları adaletle dağıtmayı ve adil olarak davranmayı insanlara emanet olarak yüklemiştir. İşte halife olmanın işte imtihan edilmenin anlamı budur.
Sonuç olarak, eğer Meryem kocasız değilse, eğer Meryem’e gelen nebi ve resul ise, ki öyledir. Ben İsa’ın babasının Zekeriya peygamberden başkasının Kuran’i bulgulara göre olamayacağı kanaatindeyim.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN- ANAMUR



Hiç yorum yok: