8 Şubat 2013 Cuma

KUR'AN’DA GEÇEN ZÜRRİYET KELİMESİNE KUR'AN'IN YÜKLENDİĞİ ANLAM!


RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

Kuran’da  Geçen hiçbir kelime hiç bir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi, Hiç bir kelime de hiçbir kelimeden bağımsız değildir. Bir kelime  değişik ayetler içerisinde  geçtiği zaman o ayetlerde kendi anlamını   yansıtarak  yeni bir boyut kazandırır. Başka bir ifadeyle, Bir kelime başka bir kelimeyle birleştiği zaman o kelimeye başka bir anlam kazandırır. İsterseniz önce bunlardan Kuran’da geçen ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

 VAHİY ANLAMINDA KULLANILAN ASA

7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."

7/105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder."

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/ 107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).

Burada Kullanılan asa kelimesi konuya başka bir anlam katmıştır. Burada kullanılan asa kelimesi Allah’tan aldığı vahiylerin Firavun’un Bilginlerine karşı bilgi olarak kullanılmasıdır.

KENDİ GÜCÜ ANLAMINDA KULLANILAN ASA

20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."

İki Farklı konuda asa kelimesi geçmektedir. Bir konuda geçen asa kelimesi Musa’nın dünyalık dayanağı olan  dünya yaşamındaki onun ayakta kalmasını onun gücünü temsil eden, Dünyalık  Malı mülkü    anlamında  asadır.  

Dikkat edilirse bu asayı yere bırakınca,” Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).”

Musa’nın dünya yaşamında negatif enerji oluşturan kaybolan gücü karşısında endişeye korkuya sebep olan bir asanın konu içerisinde anlamlaştığını görüyoruz. Yine  Güç ve kuvvet anlamında kullanılan bir ayeti daha aktarırsak konunun daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim.

34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Burada geçen asa kelimesi de  Muhteşem bir ordusu olan Süleyman’ın  dayandığı Dünyalık güçlerin laçkalaştığını  çöktüğünü anlatmaktadır. Her halde bir devlet başkanı, aynı zamanda bir peygamber olan Süleyman’ın  Gerçek anlamında olan ölümünün  asası üzerinde birkaç  yıl ölü olarak beklemesini   düşünmek ve anlamak saf dillik olurdu.

Bunun mantıklı, hikmetli bir açıklaması yapıldığında da onların diyeceği Allah dilerse bunu yapamaz mı? Elbette  Allah her şeyi dilediği gibi yapar. inanan bir kişi için bunda bir problem yok. Ancak Haşa Allah kendi koyduğu yasalarla çelişen  nerde ne yapacağı belli olmayan ve söylediklerinin  gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan bir konuma sokulmuş olur.

Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerde Ve kuranda nasıl bir çelişkisizlik varsa, Allah’ın yaratmış olduğu kainatta da  tam bir uyum ve mutabakat vardır.

4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

67 / 3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Demek ki Kuran’da  geçen bir  kelimenin anlamı ve konuşlandığı yerdeki değiştirdiği çehreyi  göremezsek kuran ateistlerin dediği gibi çelişkiler yumağı bir kitap olarak karşımıza çıkar. Ama kelimenin anlamı bilinip ayet ve konu içerisinde geçtiğinde konuya farklı bir anlam kazandırır.

Tıpkı Yeşil kelimesini ele aldığımız zaman  yaprak kelimesi ile kullandığımızda “ karşımıza  yaprağa yeşil rengini  veren “ yeşil yaprak olur. Ama bunu elbisede kullandığımız zaman “ yeşil elbise” olarak karşımıza çıkar.

Şimdi yine  Asa kelimesinin Kuran içerisinde ikinci bir taşıdığı anlama geçelim.

7/ 107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

Buradaki Atılan asa ile yer yerinden oynuyor. Firavunu ayakta tutan ana  direkler çatırdamaya başlıyor. Onların ortaya koymuş oldukları ideolojiler ve putlar   bilginler ve toplum karşısında sarsılıyor. O zaman konu içerisinde de gözlendiği gibi  Musa’nın Allah’tan almış olduğu bilgileri vahiyleri anlatmaktadır. Peygamberlerin getirmiş oldukları belgeler de bu değil mi?

7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."

Elçilerin, Getirdikleri sihir değil vahiylerdir. İşte Musa’nın burada kullandığı asa  kendi gücünün Allah’ın gücü ile entegre olmasıdır. Yani Musa’nın  büyük bir  sempozyumda büyük bir kalabalıkta Allah’tan aldığı vahiyleri anlatmakta insanları  yaratıklara değil, Allah’a ibadet ve kulluğa davet ederek doğru olan bir yaşamın projesini ortaya koymaktadır.

Öyleyse asa kelimesi Yaratandan bağımsız bir halde güç teşkil ederse bu insana korku ve endişeden başka bir şey ifade etmez. Ama asa kelimesi vahiyle anlamlaşırsa hayatın yaşamın çehresi değişir insanı korkudan üzüntüden ölümlülükten ebediliğe taşır. Bu açıklamalardan  sonra konumuzun aslını teşkil eden zürriyet kelimesinin de bundan farklı bir şey olmadığı o kelime de konulduğu yerde anlamlaştığını kuran nasıl izah etmektedir. Beraber görelim.

ZÜRRİYET KURAN AYETLRİNDE HANGİ ANLAMLARDA KULLANILMIŞ.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ52/21

52/21- İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.


Soy sop ırk nesep zürriyet nesil kelimeleri Biyolojik olarak genetik bilgilerin bir başka ifadeyle (DNA) moleküllerinin  aynı soy bağını  takip eden Kendisinden sonraki nesillere aynı özellik aktarılarak devam eder gider. 

İnsanlar,  Bir tek babadan türemiş olsaydı  genetik özellikleri de mutlaka aynı olurdu. İlerde belki bu konuda insanlar uzmanlaştıkça farklı renklerde ve farklı biyolojik karakterlerde oldukları ortaya çıkınca insanların bir tek adem ve bir tek havadan türemediği de ortaya çıkacaktır.

49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.

Burada Bir erkek ve bir dişiden yarattık derken, erkeğin sperması ile kadının yumurtasının alakasından ana rahminde döllenerek Yaratılışını kastetmektedir. Belki yumurtanın tavuğun altında bekleme sürecini doğal ortamda hazırlayarak kuluçka makinelerinde civciv olarak çıkarıldığı gibi,  Erkek sperması ile kadının yumurtasının rahim dışında rahim koşulları oluşturularak  çocuk meydana gelebilir. 

Ama bir gerçek var ki Bir çocuğun oluşabilmesi için olmazsa olmazlardan olan erkek siperimi ile kadın yumurtasının  birleşmesi ile oluştuğunun bilinmesidir. Belki buna da itiraz edilebilir. Kopyalama yöntemi ile oluşur diyebilirler ama bu da fıtratın bozulması demektir. Kuran onu şöyle dile getirmektedir.

4/118- Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: "Andolsun, kullarından 'miktarları tespit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.

4/119- Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.

Bu ayetler insan oğlunun bozularak bütün yaratılışın doğal seyrinin dışına çıkarak ekini ve nesli yok etmelerini kainatta ve dünyada bir fesadın haberini bize vermektedir.

Hucurrat suresinde bahsedilen  “ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık.” Derken farklı ırkların farklı farklı biyolojik sülalelerin var oluşuna dikkat çekmektedir. Yaratılış farklılığının ve dört çeşit kan gurubu oluşunun da  var oluşu da zürriyet farklılığına da dikkat çekmektedir. 

Vahiyle evrende  olan yasalar asla birbirlerine çelişkili olmazlar. Eğer dört çeşit kan varsa bu bir tek insandan alınan kan örneği dört kan gurubunu oluşturamaz bu Allah’ın değişmez bir yasasıdır.

Eşyayı incelediğimiz zaman onun yapısında var olanlar bizim karşımıza delil belge ayet olarak  çıkar. Vücuttan alınan bir kan damlası nasıl vücutta bulunan bütün dokulardaki  vücut organlarının uyumlu olarak çalışıp çalışmadığı hakkında bize net bir bilgi veriyorsa, İnsanların fosil kalıntılarından da farklı insan soylarından ve zürriyetlerinden de geldiğini mutlaka bir gün gelip ortaya çıkacaktır.

Bu konunun ayrıntılarını  bu konuda uzmanlaşan bilim, bir başka ifadeyle zikir ehline bırakıyorum. Şimdi Kuran’da bahsedilen  bir başka zürriyetten daha bahsedilmektedir. Bu zürriyet de yine insanların öz yapısında var olan takva ve iblisin zürriyetinden söz edeceğiz. 

Belki konunun açıklanmadan bu ön kabulle bunu söylememiz doğru olmaya bilir ama, ayetleri aktardıktan sonra bu biyolojik bir zürriyet değil, hayata bakışın insanlardaki birbirlerine tamamen zıt iki zürriyetten ve iki soydan  Bir başka ifadeyle iki din farklılığından bahsedeceğiz.

Önce Kuran’da nesep olan biyolojik soyun dışında bahsedilen bir aile kavramını kuranda geçen Nuh, oğlu ve Allah arasında geçen bir kıssayı anlatalım.

11/ 42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."

11/43- (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.

11/44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.

11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."

11/46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

Bu aile farklı bir aile  İşte Allah’ın insanları denemek için yarattığı insan tiplerini davranış ve yaşam biçimiyle ayırmaktadır.

76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

17/61- Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?"

17/62- Demişti ki: "Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek az dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.

Bazı Kuran okuyucu kardeşlerimizin, Peygamberler birbirlerin zürriyetindendir ayetini Biyolojik soy bağı anlamında  olduğunu söylemekte ve anlamaktadırlar. Elbette Kuran’da Peygamberlerin biyolojik olarak takip eden aynı babadan  oğuldan olanlar mutlaka var. 

Ve olması da gayet doğaldır. Davut’la- Süleyman, Yakup’la Yusuf  hem biyolojik hem de aynı din mensubu olarak Bir birlerinin zürriyetlerindendirler. Ama Farklı biyolojik soydan olup da Rabbani yolda yürüyenler aynı zürriyetten oldukları gibi, İblisin tekliflerini kabul ederek Rabbani yolun  dışında yol edinenler de aynı soy bağından olduğunu kuran bize anlatmaktadır.

3/33- Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;

Burada Önemli bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Adem kelimesi ilk insan ilk peygamber değil, insanlar içerisinde  insan olan ve aynı zamanda peygamber olan bir ademden bahsedilmektedir. Eğer bu ayette geçen Adem kelimesi insanların genelini ifade eden bir kelime olmuş olsaydı, Diğer peygamberlerle beraber anılıp, Üstünlüğünden söz edilmezdi. Diğer insanların Kuran’ın da ifadesine göre büyük bir çoğunluğu yanlış yoldadırlar.

17/89- Andolsun, bu Kuran’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.

Demek ki, Adem kelimesi, insanların bu konuda genel anlamını ifade eden bir kelime değil, insanlar içerisinde vahye muhatap olan ve insanlara peygamber olarak gelen bir ademden söz ettiği anlaşılıyor.

36/41- Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir ayettir.

İNKAR EDENLERİN SOYU VE ZÜRRİYETİ

18/50- Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

“İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi,”  Ayette geçen cin kelimesi müşahhas somut bir varlık, ama iblis kelimesi soyut bir varlıktır. Cin kelimesi  Allah’ın dünya hayatında ibadet ve kullukla sorumlu tuttuğu bir varlık olup, davranış bozukluğu sebebiyle Rabbani yoldan ayrılmış olan insanları temsil etmektedir. 

Öyleyse  cinler de bir insan kategorisindendir. İblis ise İnsanın öz yapısında var olan, insanı rabbin yolundan alıkoymakla görevli bir melektir.  İblisin soyu Rabbin yolunda giden Kafiri münafığı zalimi Yahudi’si Hıristiyan’ı  olarak Kuran’ın genel bir çerçeve altına aldığı insanlardır.

Cin insanın yaratılış gayesine yabancılaşan onları rabbani yolun dışında bir yaşama götüren  iblisin teklifleri sonucunda cehennemi kendisine yurt edinen insanlara verilen genel bir isimdir.

17/ 61- Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?"

17/62- Demişti ki: "Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek az dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.

Eğer Kuran’da Biyolojik soy bağı ile peygamberler bir birlerinin zürriyetinden ise İbrahim peygamber tek başına bir ümmet babası ve anası müşriklerdendi. Nasıl oluyor da babası müşrik olan birinin kendisi bir Müslüman ve peygamber olabiliyor?

6/ 74- Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."

6/75- Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.

16/ 120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.

Eğer İbrahim peygamber Biyolojik anlamda diğer peygamberlerin zürriyetinden olmuş olsaydı, Babası müşrik olmazdı. O müşrik bir toplumun içerisinde bir fert olarak tek başına rabbani yolda olandır. Karısı da dahil hiçbir kimse onun yolunu izlemedi.

4/54- Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik.

Eğer bu ifade biyolojik anlamda yakınlık aile ise nasıl olur da İbrahim tek bir ümmet olur? Bu sorgulanması gerekmez mi?

4/162- Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz.

4/163- Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vah yettiğimiz gibi, sana da vah yettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vah yettik. Davud'a da Zebur verdik.

4/164- Ve gerçekten sana daha önceden hikayelerini anlattığımız elçilere, anlatmadığımız elçilere (vahyettik). Allah, Musa ile de konuştu.


58/19 Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Konuyu özetleyecek olursak, İki Yol ve iki amaç vardır. Bu da her insanın öz yapısında var olan takva ve iblis tohumundan nemalanırlar. Takvadan nemalananlar, Yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın rabliğini kabul ederek Onun göndermiş olduğu peygamberlerin, getirmiş oldukları vahiyler çerçevesinde hayatlarını şekillendirirler. 

Takva ağacının meyvesi Muttaki mümin Müslüman’dır. İşte Turi sinada  Musa’ya sağ yanından bir ağaçtan seslendik diye ifade edilen ağaç takva ağacıdır.

28/30- Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi.

İkinci ağaç ise iblisin tekliflerini ilkeleştiren onun vesveseleriyle hayatını şekillendiren insanlardır ki, O ağaç bütün insanlara yasaklandığı halde o meyveyle nemalanan insanların beslendiği ağaçtır. İşte ademe yasaklanan ağaç da bu ağaçtır.

2/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

Bu ağaç  meyve olarak müşrik kafir, münafık şeytan  olarak meyvelerini verir. Bunlar da bir birlerinin soyundandır.  Birbirlerinin velisidir ailesidir kardeşleridir. Zürriyetindendir. Bu biyolojik anlamda olabileceği gibi, din ve yaşam olarak da olabilmektedir.

49/ 10- Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.

Demek ki Aynı aileden, Biyolojik olarak oğul ve karındaş anlamında kardeş olsa da Allah iman edip Salih amel işleyenleri  ayrı bir yere koyarak hiç biyolojik bir bağ olmasa da onlara kardeş kelimesini kullanmaktadır.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN- ANAMUR


http://kuranianlamametodu.blogspot.com












Hiç yorum yok: