23 Kasım 2011 Çarşamba

23- NECM SURESİNİN TEFSİRİ.



Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla!

Necim suresi nüzul sırasına göre yirmi üç, kuran sıralamasına göre de, elli üçüncü sure olup Mekke’de indirilmiştir. Altmış iki ayetten ibarettir.

53/1- Battığı zaman yıldıza and olsun;

Kuran, genel olarak surelerin başlarında olduğu gibi, bir konuyu bir meseleyi anlatmak açıklamak için insanların bildikleri şeylere dikkat çekerek, bilmedikleri şeyleri izah etmektedir. Nasıl yıldızlar; güneş battığı zaman ortaya çıkıyorsa, güneş doğduğu zaman da güneşin aydınlığı ile kaybolmaktadırlar. bunu gözlerinizle görüp şahit oluyorsanız, sizin içinizde bir ömür sürüp sahiplendiğiniz Muhammet sapmadı ve azmadı.

53/2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.

Bilindiği gibi Genel olarak Mekke toplumu, ata dinine sahip olan bir toplumdu. Kuran bu sebeple bu topluma yeri ve zamanı geldikçe değişik isimler vermektedir. Temel olarak kuran’da bahsedilen rabbani yolun dışında iki toplumdan söz edilmektedir. Birincisi Müşriklerdir. 

Kuran bu tip toplumların adına yeri ve zamanı geldikçe, bilmeyenler, puta tapıcılar, Ümmiler, ata dini mensupları adı altında isimlendirmektedir. Bunların temel özellikleri, Allahın rabliğine ahret âleminin varlığına ve Allahtan kitap ve peygamber gönderildiğine inanmamaktadırlar.

İkinci tip bahsedilen toplumlar ise, Ehli-kitap olanlardır. Bunların genel özellikleri, Allah’tan kitap ve peygamber geldiğine, ahret âlemine inandıkları halde dünyalık menfaatler uğruna Allah’tan gelen vahiy orijinli dini gizleyerek ve satarak bir takım zan ve tahminlerle dinlerini yozlaştıranlardır. Yani bunlar da Allah’ın yerine başka ilahları rab edinmektedirler.

Sure içerisinde bahsedilen ikinci ayette” Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.” İfadesiyle onun ötelerin ötesinden haberler getirerek ezber bozan alışa geldikleri din anlayışlarını tepe taklak eden bir din ve yaşam biçiminden bahsetmesiydi.
Onlar Muhammed peygamberin ahlakı, dürüstlüğü, insanlığının tartışılamayacak kadar erdemli oluşundan şüpheleri yoktu. Üstelik o kendi aralarında Muhammed’ül- emin Güvenilen emin olunan kimse olarak adını resmetmişti.

Ne zaman ki, Allah onu kendisiyle kavimleri arasında nebi ve resul olarak seçti, ve Allah’tan kendilerinin bilmediği gayıp haberleri ile ilgili bilgiler sunmaya başlayınca artık sahiplendikleri Muhammed kendileri tarafından, deli sapmış mecnun cinlenmiş gibi nahoş sözlerle eleştirilmeye başlamışlardı.

15/ 6- Onlar: "Ey kendisine Kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler.

Müşriklerin,” Ey kendisine Kitap indirilen” İfadesiyle sahiplendikleri kişinin kendisine kitap geldiğine inandıklarından değil, nebi ve resulün kendisine gelen bir kitap olduğunu söylediği zaman kabul etmedikleri ve ona bir takım yakıştırma sözlerle cinlenmiş ve delirmişsin demelerindendir.

Genelde Mekke müşriklerinin ve o konumda bulunan toplumlarla iman eden ve kitap ehli olanlar arasındaki temel farklılık Öldükten sonra bir dirilişin ve hesaba çekilişin olduğuna inanmalarıdır. Peygamberler Allah’tan ahret âleminin olduğuna orada insanların hesaba çekileceği ile ilgili bilgiler getirmeleri, onları nebi, haber getiren konumuna taşımaktadır.

Konunun daha güzel anlaşılması açısından ayetlerden örnekler verirken belki konuyla alakası olmayan ayetleri de aktarmam sizi ürkütmesin. Konu içerisinde anlatılmak istenen ayet sadece onların ahret âlemine inanmayışlarını örneklendirmekti. Ama bazıları kâfir olanların, bu itirazları neden ve niçin yaptıkları hakkında konuyu ilgilendiren diğer ayetleri de aktarmam konuyu bilmeyenler açısından, önem arz etmektedir.

23/33- Kendi kavminden, inkâr edip ahrete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine, dünya hayatında refah verdiğimiz önde gelenler dedi ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir."

23/34- "Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz."
23/35- "O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va'dediyor?"
23/36- "Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat..."

23/37- "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz."

23/38- "O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah'a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz."

Önde gelenlerin temel korkuları, aynı zamanda gelen nebi ve resullere karşı çıkışları, Kedilerinin kurdukları düzenin bozulacağından endişe etmeleridir. Halkı köleleştirmişler, fırkalara ayırarak zayıflatmışlar ve kendi sultalarını istedikleri gibi uygulamışlardır. İşte bunun bozulacağından korkmaktadırlar. 

Ve kendi kontrolleri altında bulunan mustazaflara da kendisinin nebi olduğunu iddia eden kişiye inanmamalarını inandıkları zaman başlarına kendileri tarafından zulüm yağdırılacağının tehdidini yaparak, kendileri inanmadıkları gibi diğer insanların da inanmalarını engellemektedirler. Ve şöyle söylemektedirler.

"O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz."

Ümmi bir toplum içerisinden Olan Allah resulü o toplumun örfüne adetlerine ve din anlayışlarına uygun olmayan bir söz ve eylemlerde bulunması Onu yabancılaştırmaktadır. Bu sebeple onu, Delilik ve büyülenmişlikle suçlanmaktadır. 

Ve aralarındaki arkadaşlığı güvenirliliğini kaybederek birden düşman kesilmelerine sebep olmaktadır. Allah resulü de onların kendisine karşı bu tavır içercisindeki davranışlarına üzülüyor. Ve Allah da Onların düşmanlığı sana değil bana ifadesiyle resulünü teselli ediyordu.

2/97- De ki: "Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren Odur.

2/98- Her kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır."

2/99- Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkâr etmez.

Cibril’i inkâr etmek demek Allah’ın insanlardan nebiler seçerek İnsanlara dünya hayatında vahiyler ile bilgi vererek yol gösterdiğini kabul etmemek demektir. İman edenler ile iman etmeyenleri birbirinden ayıran temel özellik budur. İnkâr edenler, Allah’ın vahiylerle nebiler aracılığı ile bilgi verdiğini kabul etmezler. 

Cibril, peygambere vahiy getiren melek değil, Cibril peygamberlerin kalbine Allah’ın ilga ve ilham ettiği vahiy olgusudur. İslam müfessirlerinin hemen hemen tamamına yakını Cebrail’in vahiy getirdiğini söyleyerek halife olan insana secde eden melekleri hâşâ insanlardan peygamber olanını ona secdeye götürecek kadar ilahlaştırmaktadırlar.

Cibril kelimesinin yanlış anlaşılması kuranda onunla ilgili, birçok ayet ve konuların da yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur. Bunu inşallah Allah ömür verirse Kuran’ı tefsir ederken kelimeler ve konular içerisinde geçtikçe anlatmaya devam edeceğiz.

Vahiyler Peygamberin eline sayfalar gönderilerek inmemiştir. Peygamberlerin kalbine ilga ve ilham edilerek inmiştir. ve peygamber de bu vahiyleri insanlara ağzından kelimelerle ifade etmiştir. Bu sebeple yalancı peygamberlerle gerçek olan peygamberlerin peygamberliğinin ayırt edilmesi güçleşmektedir. 

Ancak, gelen vahiylerin hem kuran içerisindeki çelişkisizliği hem de evren içerisindeki çelişkisizliği ile test edildikten sonra ancak anlaşılabilmektedir. İman etmek demek söylenen sözlerin doğruluğunu ve yanlışlığını test etmeden hemencecik kabul etmek değildir. İman etmek; gelen bilgileri test edip inceleme ve tahlilden geçirdikten sonra delillerin ortaya çıkışı ve kalbin mutmain oluşuyla ancak kabullenilmesi demektir.

Bu anlamda deist ve ateist toplumlar kuranın o mucizevi bilgilerinden uzak kalarak İslam toplumlarında anlatılan ve yaşanan dini anladıklarından İslam’a ve Kuran’a düşman olmaktadırlar. Oysa Kuran’da hiçbir zaman ilimin ortaya koyduğu verilere ters olan bir ayet yoktur. Üstelik Kuran’daki ayetler ilim ilimse tasdik edilmektedir. Asıl Sorun gelip Kuran’ın doğru anlaşılmasına dayanıyor. Eğer kuran doğru anlaşılmış olsaydı ortadaki büyük problemler çözülecek ve ihtilaflar aradan kalkacaktı.

17/88- De ki: "Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kuran’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler."

53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

O ifadesiyle konunun akışı içerisine baktığımız zaman, sapıklıkla mecnunlukla suçladıkları nebiden resulden söz ettiği anlaşılmaktadır. Kâfir olanlar topluma karşı söylediklerinin Allah tarafından vahye dildiğini kabul etmiyorlar. Onun o söylediklerini kendisi uydurduğunu sanıyorlar. Şöyle ki;

25/4- İnkâr edenler dediler ki: "Bu (Kuran) olsa olsa ancak Onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve Ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur." Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5- Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır."

25/6- De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

Düşünen Kuran’ı derinden derine inceleyenler, bilirler ki; bu kuran insan yazması bir kitap olamaz. Her hangi bir konuda bir ilim yapan bilim adamı kendi sahası ile ilgili bazı şeyleri bilebilir. ama, bir bilim adamı kendi sahası dışında bir çok şeyler söylesin yirmi birinci asırda da olsa o söylenen şeylere tezat teşkil eden bir ayet olmasın. 

Bu herhalde insan uydurması bir kitap olmadığını, ancak yerleri ve gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğunu ortaya koymaktadır. Konumuz kuranın ilimler tarafından tasdik edilmesi doğrulanması değildir. Ancak konunun anlaşılması açısından kurandan bir ayetten örnek vermek istiyorum. Bu örnek; insanların bilmediği bir zamanda nasıl insanlara ışık tuttuğunu görmek açısından önem arz etmektedir.

24/45- Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.

Kuran’da ilmin verileriyle çatışan hiçbir ayet yoktur. Elbette kuran bir fizik kimya, biyoloji bir sosyoloji vs. kitabı değildir. ama hiçbir ilmin verileriyle uyuşmayan bir ayet de yoktur.

Evet, Bu Allahın insanlara doğru yolda yürüyebilmeleri için nebiler ve resuller göndermesi Allah’ın, düşünen insanlar için ayetlerindendir. Nebileri saygınlığa ulaştıran onları nebi yapan Allah’ın onlara gönderdiği vahiylerdir. 

On vahiyleri nebilerden kaldırıp atsan onlar da diğer insanlar gibi sıradan insan konumuna girerler. Onların söyledikleri vahiy olması nedeniyle onlara itaat Allah’a itaat, onlara itaatsizlik de Allah’a itaatsizlik gibidir. İman eden bir kimse için peygamberlerin söyledikleri emirlerine karşı kalplerinde bir sıkıntı duyması onun imanını geçersiz hale getirir.

4/64- Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.

4/65- Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.

4/66- Eğer gerçekten Biz, onlara: "Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın" diye yazmış olsaydık, onlardan az bir bölümü dışında, bunu yapmazlardı. Onlar, kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için hayırlı ve daha sağlam olurdu.

Peygamberler ne kendiliğinden insanlara bir şeyler uydurup söyleme hakkına sahiptirler, ne de kendiliklerinden Allah’ın emretmediği bir davranışı yapma hakkına sahiptirler. Onların konuştukları ve yaptıkları da vahyin gözetimi altındadır. Aşağıya aktardığım ayetler söylediklerimin kanıtıdır.

69/ 40- Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?

69/42- Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Bu Ayetler aynı zamanda peygamberlerin yerini ve konumunu belirlemektedir. Onlar ne tapılacak konuma getirilmeli, ne de sıradan bir insan seviyesine indirilmelidir. Onlar Allah ile insanlar arasında sadece ve sadece Allah’ın emirlerini aktaran ve yaşamına uygulayan örnek birer insan konumundadırlar.

53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

Yukarıdan bu tarafa Kuran'ın bir insan sözü olmadığını cinlenmiş yabancılaşmış diye bahsettikleri peygamberin ortaya koyduğu bilgilerin kendi sözü olmadığını anlatmaya çalıştık. Evet, o kitap yerleri ve gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiş çarpıklığı olmayan bir kitaptır. Eğer o kitap Allah'tan değil de insanlar tarafından ortaya konulmuş bir kitap olmuş olsaydı içerisinde birçok çelişkiler olurdu.

4/82- Onlar hala Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

39/ 27- Andolsun, Biz bu Kuran’da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik.

39/28- Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kuran’dır (bu). Umulur ki sakınırlar.
PEYGAMBERLERE VAHİY NASIL GELİR?

Yine İslam müfessirlerinin büyük bir çoğunluğu tarafından vahyin insanlar tarafından şekillenmiş bir fotoğraf portresi çizilmektedir. Cebrail’in gerek insan suretinde gerekse başka yaratıklar suretinde peygambere vahiy getirdiği anlatılmaktadır. Oysa Kuran’da peygamberlere vahyin Cebrail aracılığı ile geldiğine dair, hiçbir ayet yoktur.

Kuran’da metnin orijinalinde Cibril kelimesi geçer. ikisi bakara biri de tahrim suresinde olmak üzere üç yerde geçer. Konun önemi ve bu güne kadar bir skandal denecek derecede yanlış bir anlayışı inancı düzeltmek adına, konunun üzerinde biraz durmak istiyorum.

2/ 97- De ki: "Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98- Her kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır."

66/ 4- Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tövbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz eğrilik gösterdi. Yok, eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve müzminlerin Salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.

Cibril; Allah'ın insanlarla kendisi arasında elçi olarak seçtiği nebilerin kalbine vahiyleri ilga ve ilham etme olgusudur. Bunu inkâr edenler, buna düşman olanlar, Allah’a ve resulüne düşman olanlardır. Kâfir olanların zaten itirazları buradan gelmektedir. Allah’ın kendirleriyle de konuşması gerektiğini söylemeleriydi.

2/ 118- Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik.

Allah da bunların itirazlarına karşı Allah ile nasıl konuşulduğunu ve konuşulacağını şöyle izah etmektedir.

42/ 51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahy etmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

42/52- Böylece sana emrimizden bir ruh vahy ettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.

Allah beşerle Ayette ifade edildiği gibi üç şekilde konuşulacağından söz etmektedir. Birincisi vahiyle, bu konuşma sadece nebilerle olan bir olgudur. İkincisi perde arkasından bu konuşma şekli inkâr edenlerle konuşma şeklidir. 

Bu konuşma şekli, Allah’tan gelen ikinci bilgi kaynağı olan evrensel bilgilerdir. Eşyanın bilgisine ulaşan her insan Allah ile perde arkasından konuşuyor demektir. Üçüncü konuşma şekli ise Allah’ın nebilere gönderdiği bilgilere inanan ve onları okuyan ve hayatlarına uygulayan mümin kimseler için kullanmaktadır.

İşte peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik onların vahye muhatap oluşlarıdır.” Böylece sana emrimizden bir ruh vah yettik.” Buradaki ruh ifadesi vahiy anlamında kullanılmıştır. Kuran ruh kelimesini başka ayetlerde nebiler, insanlara üflenen, Allah’ın kendisi için kuran için de kullanmıştır. Ruh kelimesini hangi anlamda kullanıldığını konunun akışı içerisinde bahsedilişinden ancak anlayabiliyoruz.

53/5- Ona (bu Kuran’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.

Genelde müfessirlerin ve mealcilerin büyük bir çoğunluğu “Üstün bir güç sahibi” olarak bahsedilen ifadenin Cebrail olduğunu söylemişlerdir. Üstün bir güç sahibi yerleri ve gökleri yaratan Allahtır. 

Allah resulüne bu kuranı direk vah yetmek suretiyle öğretmiştir. Yukarıda vahyin peygambere geliş şekliyle ilgili bölümde bahsederken “ancak bir vahy ile” ifadesinden atıf peygamberlere yapılmaktadır. Bakınız bu ifadelerin bir benzeri de tekvir suresinde geçmektedir.

81/ 19- Şüphesiz o (Kuran), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;

81/20- (Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi Katında şereflidir.

81/21- Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.

81/22- Sizin sahibiniz bir deli değildir.

81/23- Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.

81/24- O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

81/25- O (Kuran) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.

81/26- Şu halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?

81/27- O (Kuran), alemler için yalnızca bir zikirdir;

81/28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.

81/29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.

Surede Bahsedilen elçi kelimesini bazıları Cebrail olarak anlatmışlardır. Oysa surede konu içerisinde bahsedildiği gibi elçinin peygamber için kullanıldığı aşikârdır. Onun getirdiği gayb haberlerinden en önemli olanı insanları ahret âlemine karşı uyarmalarıdır. Öldükten sonra dirilip tekrar insanların dünya hayatında yapmış oldukları iyi ve kötü davranışlardan hesaba çekileceğini söylemesidir.

Necim suresinde bahsedilen üstün güç sahibi Cebrail değil Allah’tır.

53/6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.

Ayette bahsedilen üstün gücün Allah olduğunu ve Allah’ın insanları hayrete düşürecek her türlü güzelliğe sahip olduğunu kuran mecazi bir anlatım tarzıyla anlatılarak Allah’ın nebi ve elçisi ile nasıl iletişim kurarak vahyin iletilmesi konusunda bilgi verilmektedir.

53/7- O, en yüksek bir ufuktaydı.

Allah her insana şah damarından daha yakındır. Ama düşünemeyen akıl etmeyen kâfirler için Allah ile uzak bir mesafe vardır. Burada bahsedilen en yüksek ufuk gerçek anlamında bahsedilen ufuk değil mecazi anlamda bahsedilen bir uzaklıktır.

Ufuk kelimesi insanın görüş alanı içerisinde olan bölüm demektir. İnsanlara anlaması ve görmesi zor gelen konuların ve alanların bilgilendikçe yaklaştıkça görüş alanlarının netleştiğinden söz edilmektedir.

81/ 23- Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.

Allah’ın göndermiş olduğu vahiyleri ve bu konuda bilgilendirmeleri, Ona aynel yakin hak kal yakin ilmen yakin itirazı mümkün olmayan bir şekilde gösterilmiştir.

53/8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

Yine mecazi anlatım devam ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Allah’ın resulüne yakınlaşması, Resulün hayatı boyunca rabbi için yaptığı iyiliklerin ve takvalı davranışların sonucunda onu kendisiyle insanlar arasında elçi seçilmesine neden olmaktadır. Yaklaşma burada fiziksel ve biyolojik yaklaşma değil takvaca yaklaşmadır. Kuran Allah'a yaklaşmayı diğer ayetlerde şöyle izah etmektedir.

5/ 27- Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."

5/ 35- Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

22/ 36- İri cüsseli develeri size Allah'ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah'ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.

22/37- Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.

Vermiş olduğum ayet örneklerinden anlaşılacağı gibi, Allah’a yaklaşmak ve Allah'tan uzaklaşmak ancak kişilerin yapmış oldukları inanç ve bu inançlarına göre amellerinin pratik hayata yansıması ile ilgili olduğu anlaşılıyor.

53/9- Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.

İşte insanlar içerisinden kendisine nebi ve elçi olarak seçtiği kişiyle iletişim kurmak için mecazi anlatımla anlatılan yaklaşımın doruk noktasına ulaşarak vahyin kuluna aktarılış şeklidir.

53/10- Böylece O'nun kuluna vahy ettiğini vahy etti.

Evet, insanların büyük bir çoğunluğunun kabul etmediği, Allah insanlara kitap peygamber vahiy göndermez dedikleri anlayışı burada ters yüz ederek bozmaktadır. İnsanlardan Muttaki olanlara yol gösterici olan kitabı Allah böyle indirmiştir.

6/ 91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar.

Allah iki kanal ile insanlarla konuşur ve bilgilendirilirler. Birincisi Nebiler aracılığı ile gönderdiği kitaplarla vahyi bilgilerdir. İkincisi de evrensel bilgilerle her bir yaratığa kedi konumu ile ilgili bilgileri kotlayarak o konuya yönelen insanlara kotlanmış olan bilgilere ulaşmasıyla insanlarla konuşur.

İşte Kuran'da bahsedilen Allah'ın nebiler dışında yaratılmış olan insanlara ve insanların dışındaki varlıklara vahy etmesinin anlamı budur.

16/68- Rabbin bal arısına vahy etti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.

16/69- Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.

41/11- Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.

41/12- Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahy etti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.

28/7- Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahy ettik (bildirdik).

16/2- Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka İlah yoktur, şu halde Benden korkup-sakının, diye uyarın."

Kuran'dan Peygamberlerin dışında Allah’ın vah yettiği hayvanlardan yerlerden göklerden insanlardan örnekler vermeye çalıştım. Allah’ın Musa’nın annesine vah yetmesiyle nebilere vah yetmesi farklı farklıdır. Dağlara Allah’ın vah yetmesi ile arılara vah yetmesi de farklı farklıdır. 

Kuran bunları örneklendirirken peygamberlere vahy etmesiyle peygamberlerin dışındaki insanlarla konuşmasının veya vahy etmesinin farklılığını şöyle izah etmektedir. Nebilere gönderdiği vahiylerde şeytanın katması olmadığını vurgulamaktadır.

22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

53/11- Onun gördüğünü gönül yalanlamadı.

Allah’ın İnsanlar içinden çekip alarak ona kâinat ve dünya hayatında insanların nasıl bir hayat yaşamalarına dair verdiği bilgileri fıtrat da onayladı. Nitekim peygamberi destekleme konusunda örnek olarak verdiği ayet buna dikkat çekmektedir.

33/56- Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salât edin ve tam bir teslimiyetle O'na selam verin.

Ona gelen vahiylere Allah şahittir. İnsanlardan iman edenler şahittir ve melekler de şahittirler. Onlar o peygamberin getirdiği vahiyler konusunda hiçbir tereddütte bulunmazlar.

53/12- Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız?

Ne Gördü Allah resulü? Kendisine vahiy gelmesiyle Ahret âlemiyle ilgili bilgileri gördü. Allah'ın güç ve kuvvetini gördü. Allah’ın ayetlerini gördü.

53/13- Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.

İnsanlar ilk yaratılırken Yaratılış icabı rabbim Allah’tır demişlerdi. Bu ahide sadık kalan insanlar erkek adamlar olarak Kuran’da nitelendirilmektedirler. Bunlardan sözlerine sadık kalan adamlardan en önde geleleri nebiler ve resullerdir.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

33/23- Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.

33/24- Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı mükâfatlandıracak, münafıkları da dilerse azaplandıracak veya tövbe (nasip edip tövbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

İşte kuranda geçen nebiler ve resuller, aynı zamanda rabbiyunlar Allah’ın kendileriyle sözleşmelerini ihlal etmeyenlerdir.

53/14- Sidretü'l-Münteha'nın yanında.

Sidre tül- münteha kendinden önce ve sonra gelen ayetlerden anlaşıldığı gibi, Rahman ve rahim olan Allah’ın Rabliği altında toplanmak ve onun gönderdiği bilgiler çerçevesinde hayatı anlamlaştırmak demektir. Bu şekilde inanan ve yaşayanlar ancak dünyadaki güzelliği ve ahretteki güzelliği yakalayabilirler.

53/15- Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır.

Cennet Allah'ın koymuş olduğu kurallar çerçevesinde yaşayan ve Allah’ın rabliğinin dışında rab ve ilah edinmeyenlere ait olan yerdir cennet.

53/16- Sidreyi örten örtmekte iken,

Sidre yukarıda anlattıklarımız çerçevesinde inanan ve Salih amel işleyen muttakilerin yolu ise, sidreyi örtmek de o yola iman etmemek onu yalanlayarak hayat yaşamaktır. Bu ayette hitap kâfir olanlaradır. 

Onlar bu kuran Muhammed’in uydurduğu diyorlar, anlar aynı zamanda cinlenmiş büyülenmiş sapmış delirmiş ifadelerini inanmadıkları için kullanmaktadır. İşte Allah da kendi nebisinin söyledikleri ve yaptığı davranışları destekleme ve onaylama anlamında ahzap suresinde Allah resulüne salât eder ifadesiyle onun yanında ve arkasında olduğunu onaylamaktadır.

33/56- Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salât edin ve tam bir teslimiyetle O'na selam verin.

53/17- Göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.

Evet, Onun gördüğü bilgiler ve ayetler konusunda asla tereddüde bir mahal vermeyecek şekilde şüphe yoktur.

53/18- Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.
En büyük ayet Kuran gibi bir kitabın kendisine verilmesi ve Allahın kendisiyle iletişim kurmasıdır. İnsan yaşamını olmazsa Olmazlarından olan ibadet ve kulluk Rabbin göndermiş olduğu vahiylere inanma ve yaşamadan geçer. 

İnsanların büyük birçoğunun küçümsediği fakat insan için Yaşamın can damarı olan kuran ve kurandan önce nebilere gelen kitaplar olmamış olsaydı, insanlar doğru bir yolu bulup o yolda yürümeleri imkânsızdı. Nitekim kâfir ve müşrik olanlar Allah resulünden mucize istediklerinde Allah onlara kuran gibi insanları acze düşüren bir kitap onlara yetmiyor mu? İfadesiyle Kuran’ın anlam ve önemine dikkat çekmektedir.

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

İşte insanlık için bir rahmet olan ve Allah’ın ona vermiş olduğu en büyük ayetlerden olan bu kurandır. Bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler. O Kuran’ın benzerini getiremedikleri gibi bir surenin benzerini bile getiremezler.

17/88- De ki: "Eğer bütün insan ve cin (toplulukları), bu Kuran’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler."

2/23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kuran)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.

Her şey Rabbani yolun Hayat kitabı olan Kuran’da toparlanıp düğümlenmiştir. İnsanları temiz ve helal olan yiyeceklerinden tutunda evliliklerinin nasıl olacağı yanlış yolda gidenlerin yanlışlıklarının neler olduğunu onlardan kaçınmak için nerde nasıl davranılacağını her örnekten bir örnek verilen ve hiçbir konuda eksik bırakılmayan Kuran’dan hepsi ayrıntılarıyla yol gösterici olan kitapta anlatılmıştır.

53/19- Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza'yı.

Puta tapıcıların en büyük putları, Lat, menat, ve uzzadır. Bu putlar mı daha güçlü yoksa Allah mı daha güçlüdür.

53/20- Ve üçüncü (put) olan Menat'ı(n herhangi bir güçleri var mı)?

Ey Puta tapıcılar siz Allah’ı bırakıp da kendilerinizin isimlendirdiği Allah’ın onlar hakkında hiçbir delil indirmediği putlara tapmaktasınız. Onlardan hangi birisi deli mecnun dediğiniz resule gelen kitabı indirebilir?

29/17- "Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz."

53/21- Erkek (evlat) sizin, dişi O'nun mu?

Kuran; kadınlar ve kızlar hakkındaki toplumlarda kanayan bir yaraya dikkat Çekmektedir. Bu gün doğuda töre cinayetlerinin kol gezmesi, hep toplumların Kuran’dan sapmalarının bir sonucu olduğunu gösterir. 

Kuran, Zinayı yasaklamaktadır Bu hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Zina suçu kadınlara yasak da erkelere helal değildir. Bu suçu gönül rızalarıyla işleyen her ikisine uygulanan ceza kuranda aynıdır. Kadına uygulanıp erkeği serbest bırakmaz.

24/2- Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah'a ve ahret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah'ın dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya müminlerden bir grup da şahit bulunsun.

Ama erkek zorla bir kadına veya kıza tecavüz etse bu kadının namusunu temizlemek adına öldürülüyor. Bu kuranın şiddetle yasakladığı bir davranıştır.

Kadın ve erkek farklı rollerde görev alan her ikisi de Allah’a ibadet ve kullukla kendilerine verilmiş rollerle eşit olarak sorumlu birbirlerini tamamlayan iki ayrı varlıktırlar. Kadın olmazsa erkek, erkek olmazsa da kadın dünya hayatını görevini tam olarak yerine getiremezler. 

Bunlar ikisi ayrı görev ve sorumluluk içerisinde hedef birliği yaptıkları zaman başarılara imza atarlar. Şimdi konumuz kadın ve erkeklerin konumu olmadığı için detaylarına girmeye gerek yoktur.

Kuran vahye dayalı hayat sürmeyen toplumların kadına bakış açısını eleştirmektedir. Kadınları düşük görerek onlar hakkında toplumların bakışını kuran şöyle anlatmaktadır.

37/149- Şimdi sen onlara sor: -Kızlar senin Rabbinin, erkek çocuklar onların mı?

37/150- Yoksa onlar, şahidlik etmekteyken Biz melekleri dişiler olarak mı yarattık?

37/151- Dikkat edin; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki:

37/152- Allah doğurdu. Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söyleyenlerdir.

37/153- (Allah,) Kızları, erkek çocuklara tercih mi etmiş?

Bunların söyledikleri zan tahmin iftiradan başkası değildir. Onlar kız çocuklarına değer vermeyip erkek çocuklarına değer verdikleri için kızları Allah’a erkek evlatları kendilerine layık görmektedirler.

16/57- Ve Allah'a kızlar isnat ediyorlar, (haşa) O Yücedir. Hoşlandıkları (erkek çocuklar) da kendilerinindir.

16/58- Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir.

16/59- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?

53/22- Eğer böyleyse, bu, çarpık bir paylaşma.

6/136- O'nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: "Bu Allah'ındır, bu da ortaklarımızındır" dediler. Kendi ortakları için olan (pay), Allah tarafına geçmez, ama Allah'a ait olan kendi ortaklarının tarafına (payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar?

53/23- Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili 'hiçbir delil' indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.

53/24- Yoksa insana 'her arzu edip dilekte bulunduğu' şey mi var?

Dünya; birbirine zıt iki yaşam biçimine sahip insanların tabiri caizse yarış ve savaş alanıdır. Rabbani yolda olanlar- ve gayri rabbani yolda olanlardır.

Şu bir gerçek ki İman edenler, asla gayri rabbani yolda olanlara onlar saldırmadıkça saldırmazlar, onlar savaş açmadıkça onlara savaş açmazlar. Bu iman edenlere adam öldürmek savaşmak haram kılınmıştır. Ama inkar edenler iman edenleri rabbim Allah’tır demelerinden dolayı yerlerinden yurtlarından sürmüşler onları bölüklere parçalara ayırarak zayıflatıp köleleştirmişlerdir.

3/ 195- Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır, (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır."

22/ 40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

2/ 214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.

İşte aktarmış olduğum bu ayetler, Müslüman olanları ne zorluklar ne sıkıntılar beklediğini anlatmaya yeterlidir.. Onlara bu dünya hayatında tozpembe bir hayat yoktur. 

Gerek iman etmeleri karşılığında onlara iman etmeyenlerin işkence ve zulümleri, gerek tabiat şartlarından gelen depremler, sel felaketleri, tusunamiler dolu, rüzgâr, fırtınalar hastalıklar hep onu beklemekte ve onlarla imtihan edilmektedirler. 

Başlarına gelen felaketlerden kurtulmak için gayret göstermek yapamadığı çıkamadığı konularda sabredip, bunda bizim bilmediğimiz bir hayır vardır diyerek Allah’a tevekkül etmektir. Bolluk zamanlarında da kendi seviyelerinin altında olanlara yardım ellerini uzatarak şükretmek gerekmektedir.

53/25- İşte son da, ilk de (ahret ve dünya) Allah'ındır.

Hak yolda ölümü riske almayanlar kâfir ve zalimlerin kölesi ve maskarası olarak hem bu dünyada hem de ahret âleminde rezil ve rüsva olurlar. Nitekim batıla karşı onların yaptıkları zulüm ve işkencelere karşı savaşmayan mustazaflar hakkında kuran şöyle buyurmaktadır.

4/ 97- Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: "Nerede idiniz?" Onlar: "Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik." derler. (Melekler de:) "Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?" derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?

Zayıf olmak insanları yapmaları gereken sorumluluktan kurtarmıyor. İnsanlar temel olarak iki sorumlulukla karşı karşıyadırlar. Birincisi kimseye zulüm yapmamak, ikincisi de yapılan zulümlere karşı rıza göstermemektir. Ancak her türlü çıkış yolunu denedikten sonra bir çıkış yolu bulamayanların durumu başkadır.

16/ 106- Kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkara göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazab vardır ve büyük azap onlarındır.

53/26- Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka.

Şefaat ile ilgili İslam toplumları geleneksel din anlayışının tesiriyle büyük hatalar içerisine düşmektedirler. Bu sebeple bu konu hakkında biraz durmak istiyorum.

AHİRET ÂLEMİNDE ŞEFAAT OLAYI YOKTUR.


Kuran’ın temel esaslarından biri de tevhit inancını yerleştirip insanların bakış açısını bir yöne çevirerek birlikteliği sağlamaktır.

Ama Kuran’ın dışındaki anlatılanlara baktığımız zaman insanlar kendi akıllarından zan ve tahminle bir takım ilahlar türeterek kendilerine kurtarıcı aramışlardır.
Biz burada sadece Kuran’ın bize aktardığı şefaatle ilgili ayetlerden kastedilen manayı yakalamaya çalışacağız İnşallah.

Şefaat: önce sözlük anlamına baktığımızda aracılık yapma, araya girme, tavassut bir kimsenin bir başka kimse hakkında iyi niyet ve iyi durum konusunda kefil olmasıdır. Onun hakkında söz söyleyip affını istemesi, yakınlaştırma, yaklaştırma.

Bu anlayış tövbe hâşâ Allah’ın bilmediklerini Allah’a öğretme veya Allah’ın herhangi bir konuda vermiş olduğu hükmünü değiştirip, ona müdahale edip, engel olma anlamındadır.

Bugünkü toplumların veya ulemaların şefaat anlayışı genelde hep bu anlamdadır.


Yani bir şeyhin veya bir âlimin veya kendilerine bağlı olanları aracılık yaparak cezadan kurtarması veya Allah’a müdahale ederek cezayı hafifletmesi anlamına gelmektedir.

Allah bir kulunu cehenneme atacak peygamberler veya cemaat liderleri Allah’ın cehenneme attığı o kulunu cehennemden çıkarıp cennete koyacak. Böyle inanış Kuran’la kesinlikle bağdaşmaz.

2/48: “ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.”

Dünya’nın ve ahretin mülkü Allah’a aittir. Hiç kimsenin bu mülkte ortaklığı yoktur. Bu dünya hayatında da ahret hayatında da yasaları Allah koyar Allah’ın karşısında bu yasaları beğenmeyip kendilerine göre yasa koymaya çalışanlar kendilerinde ulûhiyetlik iddia ediyor demektir. Bunu böyle bilip takip edenler aynı suça ortak olmuşlardır.

Biz bunları izah ederken Kuran’daki ana çatıyı oluşturan ayetleri yakalamak Doğru anlayışı kolaylaştıracaktır. Konu ile ilgili Diğer ayetleri konu içerisinde işlerken başka ayetlerin sınırlarını ihlal etmemesine dikkat etmek gerekmektedir.

İslam toplumlarındaki temel yanlışlık; Şefaatin Allah tarafından bazı özel kişilere verileceğini ve şefaat izni verilen kişiler ancak şefaat edeceği ile ilgili bir yanılgı ortada dolaşmaktadır.

2/255- Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.

Şimdi ayette geçen,


“izni olmaksızın onun katıda şefaate bulunacak kimdir”

Sözünden sanki Allah birilerine şefaat izni veriyor da, onlar şefaat ediyorlar gibi bir anlam çıkarıyorlar. Daha öncede bahsettiğimiz gibi bir ayetin kastettiği manayı yakalayabilmek için onunla ilgili bütün ayetlerden haberdar olunması gerekir. Evet, ayette bir şefaat eden birinin olduğu muhakkaktır. Ama bu şefaat eden kimdir. Şimdi Kuran’dan onu aramaya çalışalım.

20/108”O gün kendisinden sapma imkânı olmayan bir çağırıcıya uyacaklar rahman (olan Alla)a karşı sesler kısılmıştır. Artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.”

20/109”Ogün rahman olan Allah’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.”

Burada Allah’ın şefaat izni verdiği birini yakaladık gibi geliyor. acaba bu şefaat edecek kimmiş onu bulmaya çalışalım. Eğer bu şefaat edecek kişi peygamberlerse o zaman şu ayete uygun düşmezdi.

9/80”Sen onlar için ister bağışlama dile istersen dileme Onlar için yetmiş kere bağışlama dilesen de Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Gerçekten onların Allah’a ve elçisine karşı nankörlük etmeleri dolayısı iledir. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.”

Demek ki Ayette görüldüğü gibi Allah’ın gazaplandığı kişiye bağışlama dilemesi peygamber olsa da fayda vermiyor. Yine bir ayeti kerime daha aktaralım.

21/28”O önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Onlar şefaat etmezler (kendisinden ) hoşnut olunandan başka ve onlar o’nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır.”

Bu ayette de hoşnut olunan birinden söz edilmektedir. Aslında burada şefaatle ilgili ayetlerde mesele gelip “Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu” cümlesinde toparlanıp düğümlenmektedir.

Şimdi şefaatle ilgili ayetlerden aktarıp onlar içerisinden kastedilen manayı yakalamaya çalışalım.

10/3” Şüphesiz sizin rabbiniz, Altı günde gökleri ve yeri yaratan sonra arşa istiva eden işleri evirip çeviren Allah’tır. onun izni olmadıktan sonra hiç kimse şefaatçi olamaz. işte rabbiniz olan Allah budur Öyleyse ona kulluk edin. Yinede öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?”

19/87”Rahmanın katında ahit almışlar dışında (olanlar) şefaate malik olmayacaklardır.”

6/51”Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kuran’la)uyarıp korkut. onlar için ondan başka ne velileri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki korkup sakınırlar.”
****
32/4”Allah gökleri yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı. Sonra arşa istiva etti sizin onun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yinede öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? “

10/18”Allahı bırakıp. Kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler. Ve bunlar bizim Allah katında bizim şefaatçilerimiz derler.

2/254: “Ey ima edenler hiçbir alışverişin hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel size rızk olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler onlar zulmedenlerdir.

Şefaatle ilgili aktarmış olduğumuz ayetlerden de anlaşıldığı gibi , Allah ahret hayatında hiç kimsenin hiç kimseye şefaat edemeyeceğini ancak kişinin kendi yapmış olduğu güzel ameller onun şefaatçisi olacağı anlayışı daha doğru olur kanaatindeyim.

17/13: “Biz her insanın kuşunu (işlediklerini yaptıklarını) kendi boynuna doladık..Kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız
.
17/14:”Kendi kitabını oku. Bu gün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter.”

Allah Kuran’da “ dilediğimi saptırım dilediğimi hidayete getiririm “ derken sapmanın ve hidayete gelmenin yollarını açan o Doğruya ve yanlışa gidebilecek malzemeleri veren de odur. İşte Allah kişinin özgür iradesiyle doğru yolda yürüyenlere Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu ifadesini kullanmaktadır. Bu Kuran’ın anlatım sanatıdır.

Öyle ise Allah’ın izin verdiği ifadesi kişinin kendi amellerinin ahret âleminde karşısına dikilip onu kurtaran, onun şefaatçisi olacaktır. O zaman diyebiliriz ki kişinin kendi amelinin dışında kendisine yardımcı olacak ve kendisine şefaat etmesi için izin verilecek hiç bir güç ve kurtarıcı olmayacaktır.


50/26- Ki o, Allah'la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.

50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırmadım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi."

50/28- (Allah buyurur:) "Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim."

50/29- "Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim."

Evet, Ahret âlemine gelindi mi, artık her şey sona ermiş kişi dünya hayatında gideceği yeri belirlemiş hatta dereceleriyle beraber oturacağı koltukların ceza çekeceği cezanın şiddetlerini de dünya hayatında kendisi belirleyerek kendisi için hazırlanmış yere gideceklerdir. Orada Kullardan onu hiç kimse kurtaramadığı şefaat edemediği gibi Allah da onları bağışlamayacak ve kurtarmayacaktır.

Eline verilmiş kitapta onun yeri nere yazılıysa, onu hiç kimse değiştiremeyecek ve torpil yapamayacaktır.

3/91- Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiçbirisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur.

Herhalde kendilerine şefaat edeceklerini umdukları kişileri Allah’a ortak koşup, âlimlerini şeyhlerini putlaştıranlar bu kadar Kuran’ın verdiği şefaatin olmayacağı ile ilgili mesajları işittikten sonra puta tapmayı bırakarak, sadece Allah’ın rabliği altında kendilerini yönlendirirler.

53/27- Gerçek şu ki, ahrete iman etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar.

Allah Ahrete iman etmeyenlerin inanç ve davranış biçimlerinden zuhruf suresinde bahsedilen bir fotoğrafı aktarmaya çalışalım.

43/16- Yoksa O, yarattıklarından kızları (kendine) edindi ve erkekleri size mi ayırdı?

43/17- Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur.

43/18- Onlar, süs içinde büyütülüp de mücadelede açık olmayan (kızlar)ı mı (Allah'a yakıştırıyorlar)?

43/19- Onlar, ki Rahmanın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve (bundan dolayı) sorumlu tutulacaklar.

43/20- Dediler ki: "Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara ibadet etmezdik." Onların bundan yana hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca 'zan ve tahminle yalan söylüyorlar.'

43/21- Yoksa Biz, bundan önce kendilerine bir kitap verdik de şimdi ona mı tutunuyorlar?

43/22- Hayır; dediler ki: "Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz."

53/28- Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zanna uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan yana hiçbir yarar sağlamaz.

Bir konu hakkında bir şeyler söyleyip elinde de belgesi olmayan kişilerin söyledikleri zan ve tahmindir. Buradaki hitap vahiylere iman etmeyen ahrete inanmayan puta tapıcılaradır. Aşağıdaki ayette de bu açıklanmaktadır.

53/29- Şu halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir.

Onlar sadece dünya hayatında her şeyin olup bittiğini sanmaktadırlar. Zikir ancak rahman ve rahim olan Allah’ın ötelerin ötesinden haber veren Allah’ın vahiyleri ve bilgileridir. Allah’tan vahiy geldiğini kabul etmeyen ve sadece her şeyin dünyada olup biteceğini sanan müşriklerden yüz çevir. Onlarla oturma onlarla bir iş yapma. Güzel bir yaşam biçimiyle onlardan ayrıl.

73/10- Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup-ayrıl.

53/30- İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur. Şüphesiz, senin Rabbin; Kendi yolundan sapanı en iyi bilen O'dur ve hidayet bulanı da en iyi bilen O'dur.

Bunlar, yani ahret gününü inkâr edenler, sadece ve sadece dünya hayatında olup bitenleri görürler. Ahretle ilgili bir bilgileri olmadığından inkâr ederler. Oysa Allah ahret hayatıyla ilgili bilgileri kendisiyle insanlar arasından seçtiği nebi ve resullerle vermişti. 

Ama bunlara iman etmeyenler bu konu hakkında bilgileri olmaz ve olamaz da. çünkü ahret hayatı insanlar için gayıp fakat ahreti de yaratan Allah için ise var olan bilinen bir gerçektir. O bilgileri Allah’tan başka hiç kimse bilmez.

53/31- Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir.

Yerleri ve gökleri yaratan Allah’tır. Ahret hayatını da yaratarak dünya hayatında insanların kötülükte bulunanları cezalandırmak güzel davranışta bulunanları için ise daha güzelleriyle mükâfatlandırmak için ahret hayatını yaratmıştır. Ve aşağıda geçen ayette bir Müslüman’ın dünya hayatındaki davranışlarını şöyle çerçevelemektedir.

53/32- Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.

Müslüman olmak sadece olan ve olacak olan şeylere iman etmek değildir. Müslüman olmak demek iman ettiğin şeyleri Salih amellerle bütünleştirilmesi gerekmektedir. Yani Allah’ın yasak ettiği şeylerden kaçınmak yenilmesi ve yapılması gereken şeyleri de yemek ve yapmaktır. Bakara suresinde bir Müslüman’ın olması gereken halini şöyle tanımlamaktadır.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

2/3- Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

2/4- Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahrete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

2/5- İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.

53/33- Şimdi, o yüz çevireni gördün mü?

Yüz çevirenden inkâr eden kâfirleri ve müşrik olanları kastetmektedir. Onların konumunu da ayı sureden şöyle anlatmaktadır.

2/6- Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.

2/7- Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır.

53/34- Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu.

3/101- Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun elçisi içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.

Burada iman edenler Kendilerine sunulmuş olan dine sımsıkı tutunanlardan bahsediyorsa, kâfirler içinde bunun zıddı söylenmektedir şöyle ki;

9/67- Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.

53/35- Gaybın ilmi onun yanında da o mu görüyor?

6/59- Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.

Gayb insan bilgisinin dışında olan bilgilerden söz edilmektedir. Asıl gayb ahret Hayatı ile ilgili bilgilerdir. Diğer gayblar insanlar tarafından ilim ve teknoloji geliştikçe çözülebilecek olan gayblardır. Ama ahret hayatı ile ilgili gayb sadece iman etmekle ilgidir. Bunda da bir takım hikmetler vardır.

Gaybın ilmini inkâr edenlere, kuran ellerinde bir belge olup olmadığı konusunda onları sorgulamaktadır. Nereden bildiniz ahret âleminin olmadığını? Elinizde olmadığına dair bir belgeniz deliliniz mi var da böyle konuşuyorsunuz. Ahreti yaratan Allah’tır. Sizi nasıl yarattıysa Allah ahreti de yaratmıştır. O bilgiler ise Allah’ın katındadır.

53/36- Yoksa Musa'nın sahifelerinde olan kendisine haber verilmedi mi?

Kendilerinden önce yaşamış olan Musa kavminin kısalarını kuran haber vermektedir. Oysa Muhammet peygamber onların arasında büyümüş ümmi bir toplum içerisindeydi. Ama onlar hakkında bir insanın bilgi vermesi kendisinin ortaya koyacağı bir güçle olacak şey değildir.

53/37- Ve vefa eden İbrahim'in (sahifelerinde) olan...

Ayı şeyler İbrahim’in sayfalarında da vardır. Bu haberleri sizler mi aktarıyorsunuz? yoksa yerleri ve gökleri yaratan Allah mı?

53/38- Doğrusu, hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez.

29/12- İnkâr edenler, iman edenlere dedi ki: "Siz bizim yolumuzu izleyin, hatalarınızı biz yüklenelim. Oysa kendileri, onların hatalarından hiçbir şeyi yüklenecek değildir. Gerçekten onlar, elbette yalancıdırlar.

29/13- Şüphesiz onlar, hem kendi yüklerini, hem kendi yükleriyle birlikte başka yükleri de yüklenecekler ve kıyamet günü, düzüp uydurduklarına karşı sorguya çekileceklerdir.

53/39- Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.

Allah Her insana aklını takvasını fıskını vermiş. Önüne de hem doğru yola hem de yanlış yola gidebilecek eğilimi ve malzemeleri de koyarak insanı kendi özgür iradeleriyle dünya hayatında bir zaman dilimi içerisinde denemeye tabi tutmuştur.

Hiçbir insan kendisi istemedikçe hiçbir insanı doğru yola ve yanlış yola götürme gücüne sahip değildir. Ancak insanın kendisi yola gitmede yetkili ve sorumlu kılınmıştır. Yani her insan sen beni saptırdın sen beni yanlış yola götürdün deme hakkına sahip değildir. Kuran sapan ve saptıran hakkında kendi aralarındaki suçlamalı konuşmalardan şöyle bir sahne fotoraflamaktadır.

50/20- Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.

50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.

50/22- "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir."

50/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey." (Mütercim parantez içerisindeki yorumunu yanlış yorumlamıştır. Yakını olan melek değil sapmaya çağıran saptırıcıdır)

50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,

50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,

50/26- Ki o, Allah'la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.

50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırmadım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi."

50/28- (Allah buyurur:) "Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim."

50/29- "Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim."

Peygamberler kavimlere geldikleri ve onları uyardıkları zaman, toplumlarda ona destek verenler olduğu zaman hak ve adaleti yaygınlaştırabiliyorlarsa, zulmedenlere destek verenler oldukları zaman da zalimler mazlum ve mustazaflar üzerinde zulümlerini sürdürebilirler.

O zaman sapanların ve doğru yolda gidenlerin en önde gelen malzemeleri insanlardır. Halk yürüdüğü zaman zalim ve zulmeden iktidarlara son verdikleri gibi halk yürüdüğü zaman zalim olanlar birbirlerine destek olduklarında da hak ve adaletle yöneten iktidarlara son verebilmektedirler. Sapanı destekleyen olmasa sapan insanlara zulmedemez. Hak ve adalet yoluna çağıranları destekleyen halk olmasa onlar da hayrı emredip insanlar kötülükten alıkoyamazlar.

53/40- Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir.

Dünya hayatında insan davranışları Allah’ın onlar için koymuş olduğu izleme kameralarıyla izlenmektedir. Ve ahret âleminde bir kayda alınmış film gibi kitap olarak önüne konulacaktır. Hiç kimse yaptıklarını yalanlayamayacaktır. her insanın yaptıkları ve yapmak isteyip de yapamadıkları da dahil olmak üzere kendilerine gösterilecektir.

2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.

82/5- (Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir.

53/41- Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir.

2/272- Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır, olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir.

3/57- "İman edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zalim olanları sevmez."

53/42- Elbette son varış Rabbine olacaktır.

2/28- Nasıl oluyor da Allah'ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz.

İnsanlar ölü iken yani doğmadan öce onları Allah yarattı. Bir zaman dilimi içerisinde imtihan edecek ve öleceksiniz. Ve tekrar dünya hayatında yapmış olduğunuz iyi veya kötü davranışlardan hesaba çekilmek üzere yeni bir yaratılışla yaratılıp diriltilerek, Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız.

Tilkinin dönüp dolaşacağı yerin kürkçü dükkânı olduğu gibi insanların dönüp dolaşacağı son yer Allah’ın huzurudur.” Elbette son varış Rabbine olacaktır”

53/43- Doğrusu, güldüren ve ağlatan O'dur.

Gülmeyi yaratarak güldüren, ağlamayı yaratarak ağlatan Allah’tır.

53/44- Doğrusu, öldüren ve dirilten O'dur.

Ölümü ve diriltmeyi yaratan da Allah’tır. Yaratıklar içerisinde ölmeyi ve dirilmeyi yaratabilecek hiç kimse yoktur.

53/45- Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur.

Hangi bir ilah insanların Allah'ın dışında taptıklarından yaratmayı başlatan vardır? Hem dişiyi hem de erkeği yaratan ve yeryüzünde bir düzen ve intizam koyan Allah’tır.

51/49- Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz.

Kâinat üzerinde yaratılmış olan ne kadar varlık varsa hepsi zıtlarıyla beraber yaratılmışlardır. Erkek dişi, pozitif negatif, artı eksi, var yok, hartam helal, gece gündüz, dünya ahret vs. ne kadar yaratılmış olan varlıklar varsa hepsi çift yaratılmışlardır.

53/46- Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman.

Bu ayette insanın yaratılışına dikkat çekmektedir. Ve insanın yaratılış şeklini şöyle izah etmektedir.

22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

Düşünebilen ve aklını kullananlar için insanların yaratılış biçimleri böyledir. Bu Yaratılış biçimi Allah’ın bir sünnetidir. Bunun dışında yaratılış biçiminden söz etmek Allah’ın sünnetine terstir. Asırlardır Hazreti İsa’nın yaratılış biçimin bunun dışında olduğunu söylemek Allah’ın sünnetine uygun değildir. Bunu o konuya geldiğimizde inşallah detayına Kuran’dan örnekler vererek açıklamaya çalışacağız.

53/47- Gerçek şu ki, diğer diriltme (yeniden neş'et) de O'na aittir.
İşte insanların büyük bir kısmının inanmadığı ahret âlemindeki insanların diriltilmesi ve hesaba çekilmesi de Allah’a aittir.

53/48- Doğrusu, muhtaç olmaktan O kurtardı ve sermaye verip-hoşnut kıldı.

Her akıllı olan insanları kendi kendilerine yetkili ve sorumlu kılan Allah’tır. Ve dünya hayatında ve bütün evrendeki varlıkları kullanabilen insanlar için, önüne koyarak insanların istedikleri gibi dünya hayatında dolaşmalarına zemin hazırlamıştır.

53/49- Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur.

Buna rağmen insanlar Allaha olan ibadet ve kulluklarını, Allahın yarattığı bir takım ilahlara yapmaktadırlar. Şira yıldızını da yaratan Allah’tır.

53/50- Doğrusu, önce gelen Ad (halkın)ı O yıkıma uğrattı.

53/51- Semud'u da. Böylelikle (o halklardan kimseyi) bırakmadı.

53/52- Daha önce Nuh kavmini de. Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgındılar.

53/53- Altı üstüne gelen (Lut kavminin) şehirlerini de O yerin dibine geçirdi.

53/54- Böylece ona (o toplumun başına) sardırdığını sardırdı.

Yukarıda helak ile ilgili sözü geçen elliden elli dörde kadar ayetleri Kuran’da bahsedilen kavimlerin helaki ili ilgili konuda Kuran’ın ne anlatmak istediğini Kuran ve evren yasaları çerçevesinde biraz genişçe anlatmak istiyorum. Çünkü Asırlardır ehli kitap ve İslam toplumlarında Kuran’ın anlattıklarıyla uyum sağlamayan bir anlayışı düzeltmek istiyorum.

KURAN’A GÖRE KAVİMLERİN HELÂKİ NE ANLAM İFADE ETMEKTEDİR?

HELÂK: İslam toplumlarında, Müfessirlerin anlattıklarına göre doğru yoldan sapan kavimlerin, işlemiş oldukları suçlardan dolayı, Allah’ın onların üzerlerine tabii afetler göndererek tarih sahnesinden silinmeleri olarak anlatılmıştır.

Kuran Kıssaları anlatılırken, sanatsal bir üslupla anlatılmıştır. çok uzun bir zamanda anlatılacak konuları, mecazi sanat kullanarak, kısa ifadelerle, özetlenmiştir. Her dilde olduğu gibi, kuran dilinde de mecazi sanat kullanılmıştır. İşte kullanılan bu mecazi anlatım sanatını gerçek anlatım olarak anlaşıldığında, doğru olmayan Kuran’daki o bütünselliği zedeleyen anlamlar ortaya çıkmaktadır. Kuran’da geçen bir kelimenin ve bir ayetin ne anlama geldiği anlaşılmazsa, onunla ilgili konular da anlaşılamaz.


Bu gün dilimizde kullanılan deyimler de öyle değil mi? Orta doğu ısınıyor. Adamın kolu uzun, burnu havada, ekmeğini taştan çıkarır. İt ürür kervan yürür. Yapılan yanlışlıklara göz yumma. İfadeleri gerçek anlamında anlaşılsa idi gülünç bir tablo ortaya çıkardı. Türkçede Bu kelimelerin ne anlama geldiği konu ile alakalı kompozisyonda anlatıldığı zaman anlaşılabiliyorsa. İşte Kuran’da geçen kelimeler ve deyimler de konular ve kuran bütünlüğünde ne anlama geldiği aranması gerekir.


Eğer bir ayette ve kıssalarda anlatılmak istenen anlayış doğru anlaşılmamışsa hem kurandaki diğer ayetlerle uyum sağlamaz. Hem de Allah’ın evrene koyduğu yasalarla uyum sağlamaz. Bir ayetin doğru tanımlanmasının şartı vahiylerle evrenin yasalarını çatıştırmadan çelişkisiz bir anlayışı veya yorumu ortaya koymak gerekir.


30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Bu ayet kuranla kuranın, kâinatla kâinatın ve kuranla kâinatın çatışmadığı bir din anlayışından söz etmektedir. Bu anlayışın yakalandığı din Allah’ın insanlara sunduğu dindir


Şimdi Kuranda kavimlerin helaki ile ilgili ayetlerden örnekler vererek, akıl, kuran, evren, yasalarını birbirleriyle çatıştırmadan anlamaya çalışalım.

8/54- Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

Her kuranı okuyan ve ona iman edenler, iyi bilirler ki Kuranda çelişki yoktur.

4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
39/28- Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kuran’dır (bu). Umulur ki sakınırlar.

Şimdi suç işlemesi nedeni ile dünyada, Allahın kavimlere özel bir ceza vermediğine dair bir ayet örneği verelim.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Şimdi iki tane ayeti yan yana getirdiğimizde Söylenilenler tamamen biri birlerine ters gibi yansımaktadır.


35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

8/54 Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk”

Allah bir ayette, suç işleyenlerin cezasını ahret hayatında verileceğini bildiriyor. Bir ayette de Firavun ve taraftarları Dünya hayatında yaptıkları suçtan dolayı suda boğulma cezasının verildiğini söylüyor.

Allah evrene de, Göndermiş olduğu Kuran’a da, bir yasa koymuştur. Yerleri ve gökleri yaratan Allah tövbe hâşâ yanılmış mı? Veya bir ayette söylediğini unutup başka bir ayette hatırlamış mı? Hayır, bunların hiç biri değildir. 


Allah ne söylediğinin farkındadır. Bilincindedir. Unutmaz ve yanılmaz. Biz onu anlamakta aciziz kalıyoruz. Kuran’da değişik ayetlerde Bu Ve buna benzeri birçok örnekler verilebilir. Onları kurandan ayrı ayrı örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

Bir Taraftan Allah, Kuran’da Ölen; dünya hayatında dirilmeyeceğini söylüyor. Bir taraftan da Hazreti İsa peygamberin ölüleri dirilttiğinden söz ediyor.

21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

5/110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları’n senden geri püskürtmüştüm."

Bu Ayetlerde anlatılmak isteneni yakalayabilmek için önce Kuran’da anlatılan bazı kelimeler ve ayetleri bir bilgi olarak beynimizin bir köşesine Altını kalın çizgilerle çizerek yerleştirmemiz gerekiyor.

1- Kuran’da çelişki yoktur. O zaman bu ayette gerçek anlamının dışında bir anlam kullanıldığı hatırlanmalıdır.

2- Ölü kelimesinin Kuran’da ne anlama geldiğinin anlaşılması gerekir.

2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.

2/154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.

Anlayabilenler için bu iki ayette farklı anlatım sanatı vardır. Allah’ın koyduğu Evren yasalarında, ölen bir kişi, inek bacağı tavuk bacağı vurmakla dirilmez. Dirildiği de görülmemiştir. Burada Anlatılmak istenen bir şey vardır. Onu yakalamak gerekir.

İkinci ölüm kelimesi şehitler için kullanılmıştır. Eğer Kuran’da şehitler için kullandığı, “ölüler demeyin” ifadesi gerçek anlamında anlaşılmış olsa idi. Mezara koymadığın zaman kokuşmazdı. Bu ifadede mecazi anlamında kullanılmıştır. Bu gün sokaklarda söylenen şehitler ölmez ifadesi onun kendisi ölse de onun vatan için göstermiş olduğu sadakat. Milletin kalbinde takdirle anılması anlamındadır. O kalplerde yaşıyor ama o öldü.

O zaman diyebiliriz ki, Kuran’da Ölü Kelimesi İki Anlamda Kullanılmıştır. Birincisi Hayati fonksiyonlarını yitirme anlamındaki ölüdür. O bir daha geri gelmeyecek olan ölüdür. İkinci Anlamı ifade eden ölü ise; Yaratılış gayesinden saparak Allah’tan gelen vahiylere karşı duyarlılığını kaybetmiş anlamında olan ölüdür. İşte Hazreti İsa Peygamberin dirilttiği Allah’ın izni ile dirilttiği ölü bu anlamdadır.

Kuran’da Anlatılan kelimeler hiç bir zaman bir başka kelimenin yerine kullanılmamıştır. Ama bir kelime başka konularda başka anlam ifade eden bölümlerde kullanılmıştır.

İşte Ölü Gerçek anlamda ayette geçmişse, O dünya hayatına bir daha geri gelmeyecek, ama mecazi anlamda kullanılmışsa o ölü dirilir. Yaşamın gayesinden uzak olduğundan uyanarak veya uyandırılarak hayatın gerçek anlamını kavrar. İşte Hazreti İsa peygamberin Allah’ın izni ile dirilttiği ölü bu anlamda anlaşılmalıdır.

Hazret İbrahim peygamberin duyarsız hayvanları eğiterek duyarlı hale getirip dirilttiği ölü de bu anlamda bahsedilen ölüdür.

Allah bir taraftan peygamberlere vahiylerin dışında bir ayet (mucize) Vermedik diyor. Bir taraftan Musa peygamberin asasını taşa vurduğu zaman pınarlar fışkırıyor.

2/60- (Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın.

Bu Ayet ile ilgili geçen ayetleri bir araya getirirsek, Konu Daha iyi anlaşılacaktır, kanaatindeyim.

5/12- Andolsun, Allah İsrailoğulları'ndan kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: "Gerçekten Ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır."

7/160- Biz onları (İsrailoğulları’nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahy ettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) "Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

İşte Bu Kuran’da geçen Hazreti Musa peygamberin Asasını taşa vurup da on iki pınar fışkırdı diye söylenen ayet bunlardır.

Şimdi Bu üç ayette kıssanın ana fikrini oluşturan cümleleri alarak buraya aktarmaya çalışalım

1- Birincisi “"Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı.

2- İkincisi: Onlardan on iki güvenilir- gözetleyici göndermiştik”

3- Üçüncüsü: on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık.

Ayetleri dikkatlice incelediğimiz zaman, Hazreti Musa Allah’tan aldığı vahiylerle toplumları uyardığı zaman on iki kişi duyarlılığını ilan ederek, Hazreti Musa peygamberi destekliyorlar. 


Ve daha sonrada on iki güvenilir Müslüman da toplumlara mesajları tebliğ ettiklerinde her güvenilir Müslüman’ın anlattıklarını dinleyip de on iki oymak olarak güçlü bir ordu oluşturuluyor. Ve firavunun zalimliğine son veriyorlar. İşte Hazreti Musa’nın asasını taşa vurup da on iki pınar fışkırması bunu anlatmaktadır.

Bu Olay Hazreti İsa peygamberde de anlatılmaktadır.

3/ 52- Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.

Kıssada anlatılan pınar, Vahiylere duyarlı olanlar anlamında anlatılmıştır. Eğer mucize olarak anlatılmış olsaydı Aşağıda geçen ayetlere tezat teşkil ederdi.

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.
"
29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

Bu Ayetlere Göre Peygamberlere vahiyler kitaplar dışında harikulade mucizeler verilmediğini Mucizeler sadece Allah’a ait olduğunu anlatmaktadır. O zaman Hazreti Musa’nın sosyal toplum içerisine girdiği zaman iki dayanacak güç olarak asa kelimesi kullanılmıştır. Birincisi; Dünyalık dayandığı güçler. İkincisi de peygamberlere özgü vahiy anlamında kullanılan güçleridir.

Asayı attığı zaman yılan ejderha oluyor.

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Burada bir asayı atınca yılan oluyor. Bu yılan olan asa dünyalık dayandığı güç anlamında olan asadır. Bu asası elinden giden insanlar korkar ve üzüntü duyarlar. Musa peygamber bu asası elinden gittiği zaman soğuk duş etkisi yapmış ve korkup kaçmaya başlamıştır.

İkinci asa vahiy anlamında olan asadır. Bu asanın dayanağı Allah’tır. Vahiylerdir. İşte firavunun büyücü ve bilginlerinin attıkları asaları, derleyip yutan onların sözlerini geçersiz kılan bu anlamda olan asadır. Yani vahiylerdir. Vahiy anlamında kullanılan asa ile dünyalık dayandığı güçler anlamında kullanılan asa farklı konularda anlatıldığı için, çelişkili gibi görülmüştür.



Deniz ikiye ayrılıp iman edenler kurtuluyor iman etmeyenler suda boğuluyor.

2/49- Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.

2/50- Ve sizin için denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun'un adamlarını -gözlerinizin önünde- boğduğumuzu hatırlayın.

İşte Bu Ayetler Hazreti Musa ve kendisine tabi olan israiloğullarının yaşadıkları hayattan bir kesit sunmaktadır. Denizin ikiye ayrılıp kuru bir yol açılarak iman edenlerin kurtarılması anlatılmaktadır.

Eğer bu denizin yarılması mucize ve gerçek anlamında anlaşılmış olsaydı. Peygamberler hakkında Allah’ın söylediği ile tezat teşkil ederdi. Peygamberlere böyle eline sihirli bir değnek verilip okus pokus yaparak denizi yarma olayı olmamıştır.

Burada Kuran deniz kelimesini iki kısma ayırmıştır. Birincisi nehirlerin akarak biriken büyük su kütlelerine verilen isimdir. İkinci Anlamı ise yaşanan hayat denizi, olarak anlaşılmalıdır.

14/32- Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır.


Bu ayette bahsedilen deniz; büyük su kütlelerinin oluşturduğu gemilerin üzerinde seyrettiği gerçek anlamında kullanılan denizdir.

26/62- (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir."

26/63- Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vah yettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.

26/64- Ötekileri de buraya yaklaştırdık.

26/65- Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.

Denizin asa ile yarılması tabiat kuvvetlerine Allah’ın koyduğu yasa ile uyuşmamaktadır. Buradaki deniz gerçek anlamında olan deniz değil mecazi anlamında kullanılan denizdir. Allahtan aldığı emirleri insanlara anlattığı zaman insanlardan bu vahiylere karşı duyarlı olanlar. Hazreti Musa’nın peşine takılarak, Vahyin gözetiminde Dünya hayatını yaşamaları onları kurtarmaktadır.


Kuran Hiçbir zaman Hayatın anlamını Allah’ın tanımladığı şekilde yaşayıp da ölenlere helak ettik öldürdük boğduk ifadesi kullanmamıştır.

Kuran bir taraftan develerin kesilmesini emredip insanlara onların etlerinden hem yemelerini hem de ihtiyaç sahiplerine dağıtmayı teşvik etsin. Bir taraftan da bir kavim deve kestiği zaman deve kesmesi helâk nedeni olsun, bu kurana uygun değildir.

91/13- Allah'ın elçisi onlara dedi ki: "Allah'ın (deneme için size gönderdiği) devesine ve onun su içme-sırasına dikkat edin."
91/14- Fakat onu yalanladılar, deveyi yere yıkıp öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla 'onları yerle bir etti.



Kuran bir taraftan, Hayvanlar akıl etmez diyor. Bir taraftan Kâbe’ye saldıran ebrehe ordusunu, yanlış davranışlarda bulunmaları nedeniyle, ebabil kuşlarının ayaklarında taşıdıkları pişmiş taşlar atarak yanlış yapan kavimi, yenik ekin haline dönüştürüyor.

Allah bir taraftan Yine hayvanların akıl etmediklerini söylesin, bir taratan da, Balıklar Yahudi olanların ibadet yasağına uyup uymadığını denetlesin.

Allah Kuran’da bir taraftan, Ateşin yakıcı olduğunu söylesin, bir taraftan da hazreti İbrahim’i ateş yakmasın. Daha Kuran’da birbirleri ile çelişkili gibi görülen çok ayet örnekleri var. Biz bunlardan bir kaçını anlatarak çelişkisiz bir anlayışı ortaya koymaya çalışacağız.

8/54- Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi”

Bu Ayette Kastedilen anlamı yakalaya bilirsek, Kuran’da bu ve buna benzer olan ayetlerdeki anlayışlar da aynıdır. Üzerinde ısrarla vurgulayarak altını kalın çizgilerle çizerek durmak istiyorum.

Kuranda Müteşabih olan ayetlerde bir mesele aynı konuda geçmez. Bir başka surede ve bir başka ayetlerde geçer. Dünyada ilim ve teknolojinin ileri gitmesini sağlayabilmek için onunla ilgili malzemeler değişik yerlerden toplanarak inşa ediliyorsa, aynı yerde onunla ilgili bütün olan şeylerin eksiklerini bulamıyorsak. Kuran’da da bir konu ile ilgili bilgilerin oluşması için Kuran’ın her tarafına yayılmış onunla ilgili kelimeleri derleyip konuyu muazzam bir şekilde, Ortaya koyabiliyoruz.

“Firavun ordusunu suda boğduk” Ayette geçen bu cümleyi anlayabilmek için o kıssayı hatırlamak gerekir. Olay Ayetler ışığında şöyle geçmektedir.

Hazreti Musa peygamber, tebliğ mücadelesini firavun karşısında sürdürürken, Firavun; Hazreti Musa peygamberi ve taraftarlarını öldürmeye karar verir. Kurtuluşu mümkün olmayan bir zamanda kaçarlarken denizle karşı karşıya kalırlar. Hazreti Musa peygamberin taraftarları, eyvah yandık derler. Hazreti Musa peygamber de korkmayın Allah bizimledir der.


26/63- Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahy ettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.

Ve asayı denize vurduğunda deniz ikiye ayrılır. Musa ve taraftarlarına denizde kuru bir yol açılır. Onlar karaya geçeler kurtulurlar. Firavun ve taraftarları denizde onları takip ederken deniz birleşir boğulurlar.

Kuran’ın bütünlüğüne baktığımız zaman, bu olay mecazi değil, de gerçek anlamında anlatılmış olsaydı. Kuran’da onunla ilgili birçok ayeti ortadan kaldırırdı. Ve tezat teşkil ederdi.

Helakin tanımı; İnsanların dünya hayatında Rabbani yolun dışına çıkarak asıl yaratılış gayesine uygun olmayan davranışlarla dönüşü mümkün olmayan yanlış bir yolda karar kılarak ahret âleminde cehenneme kendi elleriyle gitmeye karar vermeleridir.


Elbette dünya hayatı ahret hayatının tarlasıdır. İnsanlar dünya hayatında kendilerine ait iyi veya kötü amellerin karşılığını buradan götürmektedirler.

Kuran; Asıl insanları Ahret hayatındaki mükâfat ve ceza yerinin dünya hayatında kazanıldığını, bu dünya hayatında herkes ne kazanırsa ahret âleminde onu biçeceğini hatırlatmaktadır.

Her akıllı olan insan, dünya hayatında, ergenlik çağına gelmiş olanları eceline kadar bir deneme ve imtihan sürecinden geçirilmektedir. Bu denemeye çocuklar, deliler ve bunaklar (bunaklık döneminden değil) dâhil değildirler. Deneme aklı olanlar içindir. Allah kâinatta bütün yaratıkları çift yarattığı gibi Yolları da çift yaratmıştır.

İnsanlar hangi yolu özgür olarak seçmişlerse o yolda insanların gidiş eğilimine göre yollar onlara açılmaktadır. İnsan zaten yaratılış olarak hem pozitif yöne hem de negatif yöne gidebilme eğiliminde yaratılmış nötr bir varlıktır. 


Doğru yolda gidenler için doğru yolda yürüyebilecek malzemeler vardır. Yanlış yolda gidenlere de yanlış yolda gidebilecek malzemeler vardır. İnsanlar hangi yöne giderlerse o yönde işlemiş olduğu iyi ve kötü ameller onun gidiş tarzını güçlendirmektedir.

Sonuç Olarak diyebiliriz ki: Allah İnsana Aklını takvasını fıskını vermiş önlerine de doğruya ve yanlışa gidebilecek malzemeleri de vermiştir. Kişileri özgür iradesiyle istediği yolu seçip o yolda yürümelerini kendilerine bırakmıştır. Ve dünya hayatında doğru yolda yürümek isteyenlere peygamberler ve kitaplar göndererek onların veliliğini üslenmiştir. Ama Yoldan sapanlara da özel bir müdahalede bulunmamıştır. Onların da yol göstericisi kafir ve şeytanlardır.

Allah’ın Hem göndermiş olduğu kitaplarda bir çelişki yoktur. hem de yaratmış olduğu evrende kâinatta bir çelişki yoktur. Kim dünyada evrendeki yasaları çözüp oların dilinden gereği gibi yararlanıyorsa Allah onlara dünyada üstünlüğü vermiştir. O insanların iman edip etmemesi Allah için dünya hayatında bir avantaj veya dezavantaj sağlamaz.

Dünyayı isteyene dünyayı ahreti isteyene ahreti hem dünyayı hem de ahreti isteyenlere hem dünyayı hem de ahreti vereceğini Allah vaat etmiştir.


Kuran yol gösterici olan bir kitaptır. Dileyen iman eder hem dünyada rahat eder. Hem ahret hayatında rahat eder. Dileyen iman etmez hem dünyada hem de ahrette rezil olur.


53/55- Öyleyse, Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe ediyorsun?
Allah insanlara hem kendisinden var olan nimetlerden bahsederken hem de kendisinin dışında hayatı kolaylaştırıp insanları zevkli bir ortamda yaşamalarına ait bütün nimetleri önüne koymuştur.

53/56- Bu önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

Allah İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa kavimleri ve toplumları peş peşe gelen nebi ve resullerle uyarmıştır. Hiçbir zaman uyarılmamış insan kalmamıştır.

2/ 87- Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyit ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?

İşte Kâfir ve müşrik olanlar Allah’tan bir peygamber kitap gelmeyeceğini söyleyip ahret hayatını inkâr edenlerdir. Peygamberlerin getirdikleri mesajlardan en önemlisi onların ahret hayatı ile ilgili bilgilerdir. 

Bu bilgilere günümüz toplularında ateist ve deist olanlar inanmazlar. Ehli kitap olanlar ve o konuma sahip olanlar da sadece kendilerinin cennete gideceğine inanırlar ve kendi yolarının en doğru yol olduğunu söylerler.

53/57- O yaklaşmakta olan yaklaştı.

Yaklaşmakta olan gün ifadesini Kuran ahret âlemi için kullanmıştır. Ama İnsanları büyük bir çoğunluğu bu güne karşı şuursuzca hareket ediyorlar.

40/18- Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyar; o zaman yürekler gırtlaklara dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur.

53/58- Onu Allah'ın dışında ortaya çıkaracak başka (hiçbir güç yoktur).

Peygamberlerin en önemli getirdikleri mesajlardan birisi İnsanlara öldükten sonra bir dirilişin olduğunu inkar ve zulüm yapanların bu âlemde cehennemle cezalandırılacağını iman eden ve Salih amel işleyenlerin ise cennet gibi bir yerde konuklandırılacağının haberini vermeleridir.

6/92- İşte bu (Kuran), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitaptır. Ahrete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.

53/59- Şimdi siz, bu sözden mi şaşkınlığa düşüyorsunuz?

42/7- İşte Biz sana, böyle Arapça bir Kuran vahy ettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler.

Kâfir olanlar nebilerin Getirmiş oldukları mesajları kendi aralarında yaygılaştırmak için şöyle konuşmaktadırlar.

23/35- "O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaat ediyor?"
23/36- "Heyhat, size vaat edilen şeye heyhat..."

23/37- "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz."

23/38- "O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah'a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz."

23/39- (Peygamber) Dedi ki: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."

23/40- (Allah) Dedi ki: "Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar."

53/60- (Alayla) Gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.

İşte bu kesin bir tehdit ve kesin bir uyarıdır. Allah resullerinin getirdikleri mesajlara karşı alaylı tavırlarıyla gülenler aslında ilerde başlarına gelecek felaketlerden habersidirler. Eğer onlar o haberin gerçek olduğunu bilselerdi alaylı bir şekilde gülmezler ağlarlardı.

53/61- Ve şuursuzca baş kaldırıyorsunuz.

22/71- Onlar, Allah'ı bırakıp da (Allah'ın) kendisine bir delil indirmediği ve haklarında (hiçbir) bilgileri olmayan şeylere tapıyorlar. Zulmedenler için hiçbir yardımcı yoktur.

22/72- Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkâr edenlerin yüzlerindeki 'ret ve inkârı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkâr edenlere vaat etmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır."

22/73- Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.

53/62- Hemen, Allah'a secde edin ve (yalnızca O'na) kulluk edin.
Evet, Kurtuluşun reçetesi Allah’ın dışında tapılanlardan uzaklaşmak ve Allah'ın nebiler aracılığı ile gönderdiği vahiyler çerçevesinde hayatı anlamlaştırarak sadece ona secde etmek ve sadece ona kul olmaktır.

Hatalarımız ve yanlışlarımız bize doğrularımız ise yerleri ve gökleri yaratan rabbimize aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR

http//kuranianlamametodu. Blogspot.com

Hiç yorum yok: