12 Kasım 2011 Cumartesi

20-FELAK SURESİNİN TEFSİRİ.


Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla!

Felak suresi nüzul sırasına göre yirmi, Kuran sıralamasına göre de yüz on üçüncü sure olup, Mekke’de indirilmiştir. beş ayetten ibarettir.

113/1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.

Kuran'da genel olarak sabah iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi gündüzün başlangıcı karanlığın arkasından güneşin ilk ışıklarının vurmasıyla gelen sabah, ikinci anlamı ise Cehaletin karanlığının arkasından gelen her şeyin aydınlandığı hakla batılın doğru ile yanlışın iyi ile kötünün ayırt edildiği cehaletin bilgilenmeyle aydınlandığı sabahtır. 

Buna bağlı olarak da ahiret âleminde insanların yaptıkları cehalet sonucu her şeyin gizli kalmayacağı her şeyin ayan beyan ortaya konulacağı bir zamandan söz edilmektedir. Bunları Kuran’dan örnekler vererek sabah kelimesini işlemeye çalışalım.

97/4- Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.

97/5- Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.

Bu ayetlerde bahsedilen fecir cehalet karanlığının vahiyle delinerek her şeyin doğru olanının ortaya çıkıncaya, bilininceye kadar, çözülerek insanlığın cehaletten aydınlığa kavuşturulan bir sabahtır.

7/205- Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.

Din günün malikine ifadesiyle sabahın rabbine ifadesi uyum sağlamaktadır. Din günü ahiret âlemidir. Sabahın rabbine derken de asıl ayette konu içerisinde her şeyin ayan beyan ortaya konulacağı bilinmeyen ve görülmeyenlerin bilinir ve görünür hale geleceği ahret âleminden söz edilmektedir.

Bu ayette hitap din günün maliki Olan Allah’ı zikredilen güneşin doğmadan önceki havanın aydınlanmaya başladığı zaman diliminden söz edilmektedir.

28/81- Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.

28/82- Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz" demeye başladılar.

Dünya hayatında onun şatafatlı hayatına gıpta edip imrenenler Ahiret âlemindeki onun perişan halini görünce “Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz" demeye başladılar.”

Demek ki sabah kelimesinin ne anlama geldiğini konunun akışı içerisinde anlaşılması gerektiğini anlamış olduk.

“De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.” Öyleyse bu ayetten dünya hayatında yerleri ve gökleri yaratan ve insanları emrine amade kılarak hangisinin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Allah, sadece insanları ahret âleminde ceza ve mükâfatlandıracaktır. Öyleyse surede anlatılan sabah ahret âleminde bahsedilen sabahtır.

113/2- Yarattığı şeylerin şerrinden,

Bu Ayette bahsedilen insanların ve evrenin yaratılışı hakkında Kuran’ın kullandığı kelimeleri tespit etmek ve onların ne anlamda kullanıldıkları üzerinde durmak istiyorum. Çünkü kuranda kullanılan kelimeler kuranın anlatmak istediği anlamda anlaşılmazsa ayetler ve buna bağlı olarak konular ve kıssalar anlaşılamaz kuran hikâye ve masal kitabına dönüşür.

MELEK, İBLİS ŞEYTAN ÂDEM İNSAN CENNET TAKVA VS.


Kuran’da geçen kelimelerin ne anlama geldiği Kuran’ın tanımladığı şekilde anlaşılamazsa, Onunla ilgili ayetler ve konular da asla anlaşılamaz. Kuran’da geçen kelimelerin ne anlama geldiği, asırlardır, Kuran’ın dışındaki yerlerde aranmış ve bulunamayınca da yanlış din anlayışı ortaya çıkmıştır. Kuran’da geçen kelimelerin ne anlama geldiğini Kuran’da arayarak kastettiği manayı doğru bir şekilde anlayabilirsek, artık ayetleri ve konuları anlamak kolaylaşacaktır.

Kuranda, Ali Bulaç beyin mealine baktığımız zaman, 93 Yerde melek, 84 yerde şeytan,12 yerde de iblis kelimesi geçmektedir. Şunu iyi bilmek gerekir ki, Kuran’da geçen hiç bir kelime hiç bir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Bir kelime başka ayetler içinde başka şeyleri ifade etmek için kullanılmış ama, kesinlikle aynı kelime başka kelimenin yerine kullanılmamıştır.

Şeytan ile iblis kelimesinin ne anlama geldiğini ve aralarında fark olup olmadığını sorduğum zaman bunları tanımlayan bir tanesine rastlayamadım. Genel anlayış olarak İblis ile şeytan arasında fark olmadığı bilinmektedir. Kuran’ı iyi irdeleyenler bilirler ki, şeytan ve iblis birbirinden tamamen farklıdır. Birisi ateşten diğeri ise topraktan yaratılmıştır.

Şimdi genel olarak, melek, iblis, şeytan ve bununla ilgili âdem ve eşi takva cennet cehennem kelimeleri mutlaka geçecektir. Bu Kelimeleri Bir bütünlük içerisinde işleyerek onların ne anlama geldiğini kurandan anlayamaya ve anlatmaya çalışalım.


2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu Ayet üzerinde derin detaylı bir şekilde düşündüğümüz zaman, Kâinatta İki temel varlık olduğu anlaşılıyor. Birisi kâinata hâkim olan ve halife unvanıyla kâinattaki bütün varlıklara hükmedebilen, Âdemoğlu şemsiyesi altında akıl ve irade sahibi olan İnsanlar. Diğer yaratılan varlıklar ise, İnsanların fiziki ve ruhsal yapısı da dâhil olmak üzere Allahın insanların emrine amade kıldığı varlıklardır. Başka bir ifadeyle meleklerdir.

Ayette dikkat çekilmesi gereken konu Allah meleklere bir iş yapacağı zaman danışmaz. ona ihtiyacı da yoktur. Böyle bir ifade kullanmakla Kâinattaki yaratılmış olan bütün varlıkları kendi lisanı ile konuşturarak onların hangi konumda olduklarını dileyen insanlara bilgi sunmaktadır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

11/7- O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.

Kâinat, bilim adamlarının anlattıklarına göre yaratılalıdan bu yana on beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir. İşte Allah kâinatta insanoğlunun Yaşayabileceği ortamı hazırlayarak ve kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlunun hizmetine sunarak insanları denemeye tabi tutmuştur.

45/13- Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

Allah insanları yaratmadan önce insanoğlunun yaşayabileceği ortamı hazırlayarak, Yerleri Gökleri hayvanları bitkileri suyu yaratarak insanoğlunun emrine amade kılmıştır. Dilediği gibi özgür olarak düşünme ve yaşama hakkı insanlara aittir. 

Ama İnsanları ve insanların emrine amade kıldığı bütün varlıkları da yaratan bir varlık olduğunu düşünmesi için onu diğer varlıklardan ayırarak, farklılık vererek, kendisini tanımasını ona yaratılmış olan varlıkların hiç birisini ortak etmemesini isteyerek denemeye tabi tutmuştur. İşte kuranda lisanı haliyle konuşturduğu varlıkları bize tanıtarak, işaretler vermektedir.

2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.

Daha önce de söylediğimiz gibi kuran, olayları sanatsal bir anlatım tarzıyla anlatmıştır. İsimleri âdeme öğrettik ifadesiyle insanoğlunun var oluşuyla başlayan öğrenme serüveni insanoğlunun ömrünün bitişine kadar, devam edecek olan bilgi öğretilmesini bir çırpıda anlatarak, geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yaparak anlatmaktadır. Bir taraftan kuran böyle bir ifade kullanarak, Meleklerle âdemin farklılığını aralamış. Bir taraftan da her ikisinin tanımını yapıp onların ne anlama geldiğini insanlara öğretmiştir.

2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”

Âdem kelimesi ile melek kelimesini biri birinden ayırarak, İsimlerin hepsinin öğretildiği bir varlık olarak tanımlanan varlığın Akıl Ve iradesiyle meleklerden ayrıldığını meleklerin bildiklerinin sınırlı olduğunu ama âdemin bilgisini geneli kaplayarak hepsi ile ilgili bilgi verildiği, anlatılmaktadır.

Meleklerin tanımını lisanı haliyle tanımlarken,

” Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. “

Ama insanoğlu hem melekler hem de kendisi için araştırdıkça inceledikçe Allah bilmediğini insanlara öğretmektedir. İnsanoğlu bir taraftan kâinattaki varlıkları inceleyerek, onlar arasındaki ayrılıkları ve beraberlikleri tahlil ederek karmaşık olan bilgileri çözerek kendisine, bulunmuş olduğu malzemelerle yeni yeni buluşlar yaparak hayatı kolaylaştırmaktadırlar. 

Melekler ise hepsine ait kendilerine özgü bilgiler kotlanarak, akıl ve irade olmadığını bu sebeple de imtihan da olmadığını izah etmektedir. İnsanoğlu yaratılmış olan bütün varlıkları incelediklerinde onlardan kendilerine ait bilgi alabileceklerini ima ederek onlardan insanlara yol öğretmeyi de anlatmak istemiştir.

5/ 31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu.

Asıl burada anlatılmak istenen karganın nasıl leşi gömmeyi öğretmesinden ziyade, yaratılmış olan bütün varlıkların insanoğlunun emrine verildiği onların bilgilerinden istifade etmeyi anlatmaktadır. Her varlık Allah tarafından kendilerine özgü bir takım yanılgıya düşürmeyecek derecede bilgi Donanımı ile donatılarak insanların kendilerine yönelmesi ile bu bilgileri cimrilik yapmadan onlara sunmaktadırlar. Meleklerin âdeme secdesi bu anlamdadır.

İşte, meleklerin kendilerine ait bildikleri bilgiler budur. Bir portakal ağacının kendine has bilgi donanımıyla insanlara bir portakal meyvesi sunması, bir domates fidesinin kendi bilgi donanımıyla kendilerine has tat gıda ve özellikleriyle insanlara domates sunması, veya bir kalbin kendine has bilgi donanımı ile insanlara hem bilgi vermesi hem de kedilerine has bilgilerle insanı hayrete düşüren çalışmalarıyla kendine ait görevleri yapıp durması meleklerin âdeme insanlara secdesidir.

2/ 33- (Allah:) "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

İşte Allah Âdemoğluna akıl irade ve özgürlük vererek onları diğer yaratıklardan ayırıp, hem kendisine ait bilgileri sorgulayıp bilgi edinmekteler. hem de kendisi dışındaki varlıkları deneme yanılma metotlarıyla düşünerek sorgulayarak onlar arasında bilgi ağını kurarak yeni yeni bilgilere ulaşmaktadırlar. 

Bir Domates hakkında bilgi, yaratılmış olan insanın dışındaki varlıklardan, kendisi dışında hiçbir varlığın haberi yoktur. Domates karpuzdan karpuz da domatesten habersiz olarak kendilerine ait bilgilerle insanoğluna secde etmektedirler. Ama insan kâinattaki yaratılmış olan bütün varlıklardan bilgi edinerek eşyanın esrarını çözmeye aday olarak, bir kar topağının yuvarlandıkça büyüyüşü gibi büyüyüp durmaktadır.

İşte Âdemin isimleriyle haber vermesi Allahın insanlara vermiş olduğu akıl ve iradesiyle esrarı çözerek gün yüzüne çıkarmasıdır. İnsanların ilk yaratılışta bilgisi sıfır idi. işte onun bilgisi sorup sorguladıkça genişlemektedir. Tarih, bu güne kadar aktarmış olduğu belgelerle insanoğlunun yaratılışından bu yana, gün geçtikçe bilgi ve teknolojide ilerleyerek, her anın bir önceki ana göre daha ilerde olduğunu gören gözlere haykırmaktadır.

Zamanımızdan yirmi yıl, elli yıl ve daha geriye doğru gidildikçe ne kadar ilerleme kaydedildiği rahatlıkla fark edilebilmektedir. Yazının bile zamanımızdan beş bin yıl kadar önce icat edildiği halde daha önceleri yazının kullanılmadığı insanoğlunun ilerleme kaydettiğine örnek teşkil etmektedir. Daha önce yaşayan insanların binek olarak kullandıkları sadece doğada hazır olan at eşek deve fil gibi hayvanlar varken, şimdi cansız varlıkların konuşturularak insanların hizmetine sunulması bir ilerlemenin mesafe kat etmenin örneklerindendir.

Ama insanoğlunun dışındaki varlıklarda böyle bir ilerlemenin olmadığı, onların yaratılışla beraber ne ile görevlendirilmişlerse o görev dışında görev yapamadıkları gözlenmektedir. Arının bal yapması tavuğun yumurta üretmesi maymunların kendilerine ait bilgiler dışında bir bilgi üretmedikleri gözlenmektedir. İşte insanoğlu diğer yaratıklardan bu farklılığı ile ayrılarak. Halife konumuna yükselmişlerdir.

2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.

Meleklerle insanoğlunun farklılıklarını Allah lisanı haliyle konuşturup anlattıktan sonra, meleklerin yaratılışının âdemin yaratılışına göre daha basit yaratıldığını izah ederek. Meleklerin âdemin vermiş olduğu emirler karşısında boyun eğmesi gerektiğini izah etmektedir. 

Kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkların âdem ne isterse onlara kucak açmaları gerektiğini onlar ister Müslüman isterse Müslüman olmasınlar, dünya hayatında onların emirleri karşısında boyun eğmeleri gerektiğini anlattıktan sonra. Hepsi istisnasız âdeme secde ettiklerini bildirmektedir.

Şimdiye kadar hikâyelerde ve masallarda anlatılan şeytan ve iblis kavramı kuranda anlatıldığı gibi olmadığı görülmektedir. Meleklerin iblis hocası değildir.

İblis, Melekler kategorisinden olup, sadece görev farklılığı nedeniyle diğer meleklerden ince ayrım farkıyla ayrılmaktadır. Melekler insanoğluna secde etmekle görevli bir varlık oldukları halde, iblis insana isyan ettirmeyi inkâr ettirmeyi fahşayı adam öldürmeyi, bir başka deyişle kötülükleri teklif sunmakla görevli bir melektir.

O zaman diğer melekler ile iblis arasındaki fark ikisi de insanın emrinde olduğu halde, Melekler her iki yola giden insanın emirlerine secde eden, onların emirlerine amade olan varlıklar olduğu halde, İblis sadece kötülüklerin teklifini sunmakla ve insanın denenmesinin asıl sebebini oluşturmakla ve o görevi yerine getirmekle diğer meleklerden ayrılmaktadır.

Şeytan; İblisin tekliflerinin ilkeleşmiş hali olup, o ilkeler için kullanıldığı gibi, aynı zamanda bu ilkeler çerçevesinde yürüyen insanlar için de kullanılmıştır.

2/35- Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

İnsanlar yaratılış olarak daha öncede bahsettiğim gibi, Bütün kâinattaki varlıkların Halifesi olmakla onlardan ayrılırken, bir de kendisini denemeye tabi tutan yerleri ve gökleri yaratan Allah’ı tanımak ve ona kulluk etmekle sorumlu bir varlıktır. 

Kâinat içerisindeki bütün var olan her şeyi onun emrine boyun eğdirirken, insanın da boyun eğeceği bir varlığı bulup ona teslim olması onun adına yaşaması hayatının kurallarını onun koyduğu kurallar içerisine uydurması istenmektedir.

İnsan; diğer yaratıklardan düşünme akletme ve yaptığı her işi sorup sorgulayıp, bir disiplin içerisinde kendisini nefsin azgın isteklerine boyun eğmeden, Allah’a kulluk ve ibadet yapmakla sorumlu bir varlıktır.

Ayette ifade edilen” Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz”

Bu ifade insanın yaşam hayatını şekillendirmekte, nerde nasıl davranış sergilemesi gerektiğini sınırlamakta, ve onlara bir sorumluluk yüklemektedir. İnsan bilindiği gibi diğer yaratıklardan, iyiye ve kötüye gide bilme eğilimiyle ayrılmaktadırlar. İşte Burada kötüye gidebilecek ve iyiye gidebilecek her iki dürtünün insana verildiğini Ve iblisten gelen teklifi dinlememelerini ama takvadan gelen teklifleri de kuranla buluşturarak yol almaları istenmektedir.

İblis; her insanın içerisine yerleştirilmiş yanlış yola gitmeyi teklif sunmakla onları imtihan edilmesinin nednini oluşturmaktadır. İblis olgusunu insanlardan kaldırıp atsan insanların diğer yaratıklardan bir farkı kalmazdı.

İnsan her iki yöne de eğilimli olarak yaratılmış bir varlık olmakla nötr bir varlık konumuna gelmektedir. Bir başka deyişle değişik yollara gidebilmenin ve insan sıfatlarını oluşturacak malzemenin ham maddesini oluşturmaktadır. Kuran’ın bu Anlattıklarına psikoloji ilmi de katılmaktadır. Kuran insandaki iki yöne gidebilme eğilimini takva ve fısk fücurla açıklarken. Şöyle anlatmaktadır.

91/ 8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun).

İnsan nasıl, kendisini arındıramadığı zaman nefsin azgın tutkularına kendisini kaptırdığında başına birçok felaketler geliyorsa. Kendisini arındırmış olan insanlar da tamamen bunun zıttı olan iyiliklerle donatılıp karşılığını almaktadır.

Kuran bunu böyle açıklarken psikoloji ilmi de içimizdeki çocuk ve baba, veya alt ben üst ben kavramlarıyla bu olguyu açıklamıştır. İşte İnsanlara Allah’ın, vermiş olduğu takva ve fısk- fücur, büyük mucizelerden birisidir. Kuran’da geçen ,”Şu ağaca yaklaşmayın” İfadesini kullanırken bazı müfessirlerin söylediği gibi elma buğday ağacı değil, Allah’ın yasaklamış olduğu pis ve murdar olan bütün yiyecekler ve haram olanlardır. 

Âdem ve eşinin Kuran’ın cennetten çıkması diye isimlendirdiği gerçek anlamında olan cennet değil, insanın günahsız bir ortamdan iblisin teklifiyle kötülükleri işleyebilecek ve doğru yola gidebilecek pozisyona getirilmesi anlamındadır.

Aktör ve aktirist olan insanların yeryüzünde denenmeye sunulmaya namzet olmasıyla Erkek ve kadın olarak rollerini yeryüzünde almalarıdır.
.
Buraya kadar Allah Her şeyi insanoğlu için yarattığını vurgularken yaratılmış olanların bazıları insanoğluna zararı olduğunu ve onlardan kaçınılmasını, bazılarının ise insanoğlu için yararlı olduğunu, ondan da istifade edilmesi gerektiği anlatılmaktadır. 

İşte İnsanın Asıl Görevi kendisinin öz benliğine yerleştirilmiş olan fısk ve fücurun insana yasaklanan şeylerden tatma dürtüsünü istetmekle, Bir de ona eğilim göstermeyi engelleyen takvanın var olmasıyla, iki zıt isteğin kendi içerisinde çarpışması asıl insanın denenmeye tabi tutulmasının nedenini oluşturmaktadır. Bu her insanda var olan bir olgudur.

2/2/36- Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik.

Kuran’da lisanı haliyle konuşturulan varlıkların, İnsanı tanımlamaya geldiğinde insanı ayrı bir konuma yerleştirerek işlemektedir. İnsanı insan yapan ve insanı diğer varlıklardan temel özellik, onların akıl irade ve kendi özgürlükleri içerisinde iki yoldan istedikleri yolu seçmeleridir.

İnsan içerisinde var olan sapmaya ve hidayete gelemeye davet eden takva ve iblis olgusu her insanın kendi içerisinde hangi yolda yürümeye karar verme aşamasına gelinceye kadar tartışılmaktadır. İşte insan hangi yola, hangi yöne gidecekse o yönde yapmış olduğu davranışlar onun adını ortaya koymaktadır.

Dikkat edilirse bakara otuzuncu ayetten itibaren kâinatta var olan varlıklar konuşturulurken insanlara geldiği zaman bir iblis ve bir şeytan eklenerek karşımıza çıkmaktadır. İnsanlara akıl ve irade verilerek bu iki ayrı birbirine zıt yolda gidilme dürtüleri insanları hem yetkili hem de sorumlu konuma taşıyarak diğer varlıklardan ayrılmaktadır.

Âdem ve eşi günahsız bir ortamdan günahlı bir ortama, iblislin teklifi sonucunda düşmüşlerdi. İblis; yani insandaki fısk ve fücur, Âdem ve eşini Allah’ın yasak ettiği şeylere karşı insanları istekli göstermeye çalışırken, bir de ona muhalefet eden yanlışlara eğilim gösterdiği zaman uyaran ve insanı arındırmada temel rolü oynayan takva olgusu vardır.

İnsanların insan olma özelikleri ortaya çıkınca artık insanlar her iki yöne eğilimli bir varlık olarak yeryüzünde aktör ve aktris olarak rol almaktadırlar.

2/37- Derken Âdem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

İşte âdem ve eşinin yaptığı yanlışları düzeltmek için Allah bir tövbe kapısı açarak dünya hayatında denenmeye tabi tutulan insanların ölüm gelmesi dışında kendilerine gittikleri yolda seçtikleri istikamette vermiş oldukları kararları değiştirme hakları bulunmaktadır. Bu pişmanlık duyması neticesinde Tövbe etmeleri yapılan bu yanlışlıktan dönmeleri Âdemin tam anlamıyla varlığı şekillenmiş ve dünya sahnesinde denenmek için kendine uygun verilmiş olan rolün aktör ve aktirist haline gelmesini sembolize etmektedir.

Karmaşık olan Melek İblis şeytan kelimeleri ayrı konularda misaller vererek tanımlamak gerekirse. Kâinatta ana çatı olarak iki varlık olduğu anlaşılmaktadır. Birisi Âdemoğlu şemsiyesi altındaki varlıklardır. Bunlar nötr bir insanın takva ve fısk yolunda yürüyüp şekillenmesi Sonucunda isimler almaktadırlar.

Diğer bir varlık ise Meleklerdir. Melekler Allahın kendilerine kotlamış olduğu bilgiler dışında bilgileri olmayan akıl ve iradesi de olmayan varlıklardır. Bu sebeple bu görevlerini insan gibi, bozmayan yerine getirmeleriyle hem Allaha secde etmektedirler. Hem de insanlara insanların gittikleri istikamette secde etmektedirler.

2/96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.
51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

İki Ayette hepsi insan olduğu halde, insanların yaşam biçimlerine renklerine dinlerine göre isim alarak anlatıldığı halde, İnsanlar sanki bu kelimeleri insanlardan ayrı bir varlık olarak algıladıklarından dolayı konuyu anlamada güçlük çekmişlerdir. Şirk Koşanlar, Kuran'da Puta tapıcıları, Yahudi olanlar da ehli kitabı, insan, nötr bir yola gitmeye hazır vaziyette bir varlık olarak anlatmak istendiği halde. Sanki ayrı ayrı yaratıklar olduğunu anlamışlardır.

Öyleyse Âdem şemsiyesi altına giren, insan, şeytan, cin, Yahudi, kâfir, Müslüman, münafık vs. isimlerin hepsi insandır. Ama diğer yanlarındaki aldıkları isimler onların sıfatlarıdır. Cin insan veya cin gibi insan, kâfir insan, şeytan insan, münafık insan, olarak tanımlanmaktadırlar. 

Bu sebeple Şeytan tanımını, iblisin insana vesvese vererek yoldan çıkmış ve günahlarda ısrar etmesi sonucunda insanın yoldan çıkmış adıdır. Yoksa şeytan insanın dışında bir varlık değildir. Şeytan olan insanlar kendisine meyyal olan insanları kandırmaktadırlar.

2/14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz."

Ayette dikkat edildiği zaman münafık olan birisinin tablosunu çizerken, o kâfir olduğu halde Müslümanlar içerisinde sanki Müslümanmış gibi bir görünüm sergilemekte, ama kendi gibi düşünenlerin yanına geldiğinde ise biz Müslüman olanlarla alay ettik sözüyle, kendi kimliklerini ortaya koymaktadırlar.

İblis kelimesiyle şeytan kelimesinin aynı olduğu inancında olanlar kesinlikle yanılmaktadırlar İblis Ateşten yaratılmış, şeytan ise insan konumuna girdiğinden dolayı topraktan yaratılmışlardır.

7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

7/12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

7/13- (Allah:) "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin."

Yine bu ayetlerde konuşturulan varlıklar lisanı halleriyle kendilerini tanımlamaktadırlar. İnsanların dışındaki kâinatta yaratılmış olan hiç bir varlık, verilmiş olan göreve itiraz etmezler. İblisi tarif ederken insanı saptırmakla görevli bir varlık olarak tanımlamıştık. O ateşten yaratılmış ve kıyametin sonuna kadar Allah'tan yaşama süresi istemiştir.

7/14- O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.

Yine iblis lisanı haliyle konuşturuluyor. Burada iblis Allah’tan süre istese de istemese de her insanda var olan bir olgudur. Onun İnsanların diriltilip kaldırılacağı güne kadar süre istemesi onun zaten süreli olduğunu sanat yaparak kuran anlatmaktadır. Her insanda var olan bir olgu ise kendisinden sonra gelecek olan nesillere bu olgu miras olarak aktarılıp durmaktadır. Bu da insanlığın sonuna kadar da devam edecektir.

7/15- (Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.

O zaman iblis insanlardan insanlara aktarılarak ebediliğini sürdüren ve her insan yaşadıkça onda var olduğunun bir kanıtıdır. İblis adam değildir ama adamın içerisinde adam olmayı tamamlayan bir olgudur.

7/16- Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım."

7/17- "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."

7/18- (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım."

7/19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Ayetlerde imtihana tabi tutulan insanı doğru yolda yürümesini engellemek için ne tuzaklar beklemektedir.

7/20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Dikkatlice incelendiği zaman iblis Allah’tan süre istemişti ve insanların diriltilip hesaba çekilecekleri güne kadar da süre verilmişti. İnsanlar da iblis gibi bir yaratık olmuş olsaydı, onlara da süre verilip yaşayacaklardı. Âdem ve eşine vesvese verirken

” Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

İşte haramı tatmakla günah işleme olayı gündeme geliyor. Ve cennetlik olan Âdem ve eşi günahsız ortamı bozarak günah işleyen bir ortama gelerek haramla tanışıyorlar.

Yoksa haramı tatmayacak bir şekilde yaratılmış olsalardı onlarda melek olurlardı. Ve günah işlemezlerdi.

Kuran’da iblisin ateşten yaratıldığını ve cinlerden olduğunu söylediği zaman, sanki cinlerin de ateşten yaratıldığına dair bir kanaat oluşmaktadır. Cinlerin kuranda Ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet olmadığı gibi, Bazılarının tanımladığı görünmeyen varlıklar da değillerdir. Onlar da insandır. İnsanlar nasıl topraktan yaratılmışlarsa cinler de topraktan yaratılmışlardır. Kuranda “iblis cinlerdendi ifadesi” ile kelimenin başka bir konu ile ilgili yere konmasından kaynaklanmaktadır.

18/ 50- Hani meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Bilindiği gibi cinler de eylem bakımında Allah'a ibadet ve kulluk yapmayan zengin şımarmış toplulukların adıydı. İblis, bilindiği gibi İnsana yanlış yapmayı teklif etmekle büyük bir haksızlık yapmıştı. Asıl İnsan Yaratılırken Allah'ın rabliğini kabul etmiş ona boyun eğmekle yükümlü olduğunu söylemişti.

7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

İnsan yaratılırken Allah'ı tanımak ve ona kulluk yapma eğiliminde yaratılmıştı. İşte iblisin Allah’a kulluk ve ibadet etmek için yarattığı insanı sözünden caydırmak istemekle hakkı olmayan bir davranışı yapmıştı. İşte Allah onu onun için huzurundan kovmuş onun yaptıkları hiçbir sözü onaylamamıştır. O bakımdan da o insanın yaratılış gayesine uygun hareket etmeyi engellemek istemekle de yabancı konumuna düşmektedir.

İşte o ayette “İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi,” İfadesiyle söylediklerimizi onaylamaktadır. Öyleyse Kuran Bütünlüğü içerisinde Kâinattaki varlıkların bazı önemli olanların isimlerinin ne anlama geldiğini kurandan karşılığını vermeye çalışalım.

Halife: Allah adına dünyada iş gören Kâinatta yaratılmış olan bütün varlıklara hükmedebilen insanoğlunun Adıdır. Halife bir başka anlamda da kullanılmaktadır. O da Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderdiği emirleri Allah adına inanların güç ve iktidar olduğunda emredenler ve yaşayanlardır.

Âdem: Yokluktan var oluşa doğru yaratılış sürecinde takva ve fıskı yaratılmamış günah işlemeyen bir konumda oluşunu bu haliyle âdem ve eşinin cennete oluşu ifadesiyle bunu anlatmıştır. Kuran’a göre cennet bu anlamda iki mana ifade etmektedir. Birisi günah işlememiş hali ikincisi de dünya hayatında denenme sonucunda günahtan kendisini arındıranların ahret aleminde mükâfat olarak gidecekleri yer anlamındadır.

Melek: İnsanın fiziki ve ruhsal yapıları da dâhil olmak üzere insanların dışındaki insanların emirlerine amade olan varlıkların adıdır. Onlarda akıl ve irade yoktur. Karşılarında iki yol ve iki seçenek de yoktur. 

Onların görevleri sadece Allah’ın kendi konumlarında kodlamış olduğu bilgiler çerçevesinde seyirlerini sürdürürler. İşte kuranda meleklerin âdeme secde edişini kendi görev alanında insanlar hangi yöne giderlerse kendi gidiş yolunda kullanmalarına uygun hareket etmelerini meleklerin âdeme yani insanlara secde ifadesiyle anlatmıştır.

İblis: İyiye veya kötüye gidebilme eğiliminde olan insanın, sadece insana kötülüğü teklif sunmakla görevli bir melektir. Eğer insanın yaratılışında var olan bu olguyu kaldırıp atsan insanlar kötülüğe meyil etmezler ve böylece diğer yaratıklardan da farkları kalmazdı.

Şeytan: İnsanın iblis tarafından kötülüğü teklif etmesi ve bu kötülüklerin ilke haline gelerek bu ilkelerle hayatını anlamlaştıran insanların adıdır.

Takva: İnsan yanlış yaptığı zaman, o yanlış davranışın yanlış olduğuna dair fısıltı veren sestir. Aynı zamanda iblisin karşı tarafında muhalefet eden bir olgudur.

Akıl: İnsan hangi yola giderse o yolda insanı başarılı kılmak için insanın hizmetinde olan bir melektir. Şeytanın yolunu takip eden insanların yollarını akıl güçlendirdiği gibi Rahmanın yolunu takip edenlerin de yollarını güçlendiren akıldır.

İnsan; Takva ve iblisin seslerinden herhangi birisini tercih etmek ve o yolda yürüyebilmek için ham maddesini oluşturan bir varlıktır. Karar verme, seçme düşünme, ve aklını kullanma gibi donanıma sahip nötr bir varlıktır. 

İnsan düşüncelerinin eyleme dönüşmesi ve o yollarda karar kılarak yürümesi aşamasında geçirdiği evreler onun adını almaktadır. Sonuçta insanlar ölüm anına kadar iki yol üzerinden birisini kabullenerek ya Muttaki insan olup rahmanın gönderdiği yolda yürümüş olarak ahret âleminde cennette yerini almak üzere giderler. Ya da kâfir inkârcı olarak ahret âleminde cehenneme aday olarak giderler.

Yukarıda kabataslak olarak açıkladığımız kuranın ana çatısını oluşturan kelimeler içerisindeki anlamları surenin diğer ayetlerinde anlamlaştığı anlamları yakalamaya çalışalım.

113/3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,

Bu ayetlerde bahsedilen karanlık cehalet sonucunda insanları düştüğü karanlıktır. Allah insanlara Aklını takvasını fıskını vermiş hem insanları doğru yola ve yanlış yola gidebilecek eğilimi de vermiş üstelik insan hangi yola giderse O yollardaki kendi yolunda yürüyebilecek malzemeleri de vererek insanları kendi özgür iradelerine bırakmıştır. Saparsa insan kendi özgür iradesiyle sapar hidayete ererse de kendi özgür iradesiyle hidayete erer.

Yani dünya hayatında insanlara Allah'ın ve diğer insanların kendileri istemedikçe özel zorlayıcı bir güç kullanmamışlardır. Kişi kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler. Ne doğru ne de yanlış yola götürebilirler. Ancak kişinin kendisi yol seçmede kara vermesi gerekmektedir.
***
113/4- Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden,

Düğüm kelimesi Kuranda felak suresinden başka bir de Taha suresinde geçmektedir. Çözülmesi zor olan problemlerin uyanıklar tarafından kıvırtılarak kendi çıkarlarına olayları yönlendirip karşılığında menfaat sağlamalarıdır. Ruhsal Hastalıkların tedavisi psikoloji ilminin ortaya çıkışıyla gündeme geldi. Nasıl doktor olmadığı yerde olçumların cirit atarak hastaları tedavi etmeye kalkmaları gibi, ruh biliminin gelişmediği dönemlerde cinciler büyücüler, sihirbazlar türemeye başlamaktadır.

Fiziki rahatsızlıkların teşhis ve tedavisinde belirli seviyeye gelen tıp, psikolojik ve ruhsal tedavilerde başarılı olamamışlardır. Bunun yerine cinciler büyücüler olaya el koyarak yalanlarla muska ve kâğıtlarla hastaları tedavi ettiklerini söylemişlerdir. 

Ve halkı asırlardır kandırmışlar hala kandırmaya devam etmektedirler. Allah Hastalı vermişse mutlaka ölüm dışında tedavi yöntemlerini ve ilaçlarını da yaratmıştır. Bunun da teşhis ve tedavi yöntemlerini zikir ehlinden öğrenmeyi öğütlemiştir zikir ehli bir konuda uzmanlaşan bilen demektir.

20/27- "Dilimden düğümü çöz;"

20/28- "Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar."

Burada Bahsedilen düğüm hikâyelerde masallarda anlatılan Hazreti Musa peygamberin çocukluğunda eline kor parçası alarak ağzına koyup dilinin pepe olması değil, Buradaki düğüm; Hazreti Musa'nın firavun toplumunda bir adam öldürüp suç işlemesiyle topluma ilahi mesajı götürmesinde çekeceği problemden zorluktan söz etmektedir.

İslam toplumlarında bu düğüm olayı sihir büyü ile anlatılmıştır. Bu olayın içerisine cinler de dâhil edilerek olayı bir orkestra şeklinde anlatarak şova dönüştürmüşlerdir. Burada düğüm ve büyü ifadesi geçip de Bakara yüz ikinci ayette geçen Harut ve Mar ut’u hatırlamak yerinde olur.

2/102- Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Mar ut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. 

Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi.

Felak suresinde bahsedilen kadınların düğümlere üflemesi bakara suresi yüz ikinci ayette açıklanmaktadır. Müfessirler Bu ayeti açıklarken sanki sihir büyü olayı varmış gibi anlatmaktadırlar. 

Oysa melek kavramı doğru düzgün açıklanmış olsaydı, bu ayeti anlamakta güçlük çekmeyeceklerdi. Melekler insanlar, doğru yola gitmek isteseler de insanların hizmetindedirler. Yanış yola gitmek isteseler de insanların hizmetindedirler. 

Ayette dikkat çekilmek istenen temel mesele “Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkar etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. İnsanlar yanlışa gitmek kötülükleri planlamak için yöneldiklerinde melekler onlara kötülükleri öğrettiklerini vurgulamak istenmektedir.

Pratik hayata yansıyan olaylara baktığımız zaman bazı insanlar kendilerini kötülüklere adamış bazı insanlar da kendilerini iyiliklere adamışlardır. Dünya hayatı insanların Allah'ın insanlara bütün malzemeleri önlerine koyarak denenme için yaratılan bir imtihan salonudur. 

Yine bakara yüz ikide ayetin devamında şöyle buyrulmaktadır.”Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı.”

Burada erkekle karısının arasını açan şey; Erkek ve kadının birbirleri aleyhinde onların evliliklerini bozacak bühtanlar aktarılmasıdır. Erkeği kadın aleyhine kadını da erkek aleyhine kışkırtmaktır. Kuran'ın bahsettiği İnsanların arasını bozan bilgilerin öğrenilerek bir sektör haline getirilmesinden ve fesadın toplumlarda yaygınlaştırılmasından söz edilmektedir.

“Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Burada Kuranın anlatmak istediği Allah nasıl düğümleri problemleri yaratmışsa o problemlerden kurtulmak için çözüm yollarlını da yaratmıştır. İnsanlar işte zikir ehline bu problemlerin çözülebileceği ilim ehline gitmek yerine yalan yanlış insanların zaafından istifade ederek muskacıların büyücülerin hileleriyle kandırılmalarına dikkat çekilmektedir.

Evet, Allah insanların dünya hayatında özgürlüklerine müdahale etmiyor. Allah'ın izin vermesi kişinin doğru yola ve yanlış yola kendi isteğiyle gidişinde direk bir bağlantı vardır. 

Kişi kendisi istemedikçe Allah kimseyi saptırmaz kişi kendisi istemedikçe de kimseyi bağışlamaz. Eğer Allah dileyip birini saptırmış dileyip birisini bağışlamış olsaydı, İmtihan adaletli bir ortamda yapılmamış olurdu. Oysa Allah adildir İnsanlar kendilerine zulüm yapmadıkça Allah kimseye zulüm yapmaz.

“Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Mar ut’a indirileni öğretiyorlardı. Burada iki melek olan Harut ve Marut birisi, saptırmayı sapmanın bozgunculuğun ekini ve nesli yok etmenin, kibirlenmenin yollarını öğrenmek isteyenlere öğretilmesidir. 

Öbürü de bu öğretilenlere çanak tutan onları dinleyenlerdir. Başka bir ifadeyle zulmü yapan ile zulme taraftar olanların konumu gibidir. Kuran bu olayı firavunla ilgili kıssalarda anlatmaktadır.

10/79- Firavun: "Bana bütün bilgin büyücüleri getirin" dedi.

10/80- Büyücüler geldiğinde Musa: "Atacağınız şeyleri atın dedi.

10/81- Onlar atınca, Musa dedi ki: "Sizlerin (ortaya) getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez."

10/82- Allah, suçlu-günahkârlar istemese de, hakkı (hak olarak) Kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir.

10/83- Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.

Dikkat edilirse kavimler zorba zalim olan Fravunlarların zihniyetleriyle disiplin altına alınırlar. Onlar halkını kendisine itaat ettirmesini kuvvetlendiren din adamları ve bilginlerle desteklettirmektedirler. Değilse zorba ve zalim olan iktidarlar kolay kolay halk uyanıp, ölümü göze alıp kıyam etmedikçe zalim olanlar zalimliğini sürdürür giderler.

Müstekbirler önde gelenler gelen nebi ve resullere hep büyücü sihirbaz diye halka onları tanıtmıştır. Kuran bu olayı firavunun büyücüleriyle Allah'ın gönderdiği Nebi ve resul olan Musa ve Harun’u karşılarına çıkarır. Ve bir buluşma zamanı tespit edilerek halkın huzurunda karşılaşarak kozlarını paylaşırlar. Olay kuranda şöyle anlatılır.

20/57- Dedi ki: "Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?"

20/58- "Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir 'buluşma zamanı ve yeri' tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun" dedi.

20/59- (Musa) Dedi ki: "Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun)."

20/60- Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) biraraya getirdi, sonra geldi.

20/61- Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir."

20/62- Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.

20/63- Dediler ki: "Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler."

20/64- "Bundan ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur."

20/65- "Ey Musa" dediler. Ya sen (asanı) at veya önce biz atalım."

20/66- Dedi ki: "Hayır, siz atın." Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.

20/67- Musa, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.

20/68- "Korkma" dedik. "Muhakkak sen üstün geleceksin."

20/69- "Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz."

20/70- Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler.

20/71- (Firavun) Dedi ki: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız."

20/72- Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz." Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin."

20/73- "Gerçekten biz Rabbimiz'e iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir."

Bu kıssada bahsedilen konu firavunun bilginleriyle Hazreti Musa peygamberin getirdikleri ideolojilerin halkın gözü önünde tartışılıp güreştirilerek vahyi bilgiler karşısında beşeri bilgilerin yenik düşmesi izah edilmektedir.

Yüreğinde Allah korkusu ve takva duygusu taşıyanlar firavun ve taraftarlarının halkı kandırdığını ve böylece Allah'ın gazabını firavunun gazabından çok daha şiddetli olduğunu anlayan ve bilenler Her türlü riski göze Alarak yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan rabbe teslim olduklarını ilan etmişlerdir.

20/69- "Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz."

Musa peygamberin sağ elindeki vahyi bilgilerdi. vahyi bilgiler karşısında insanların uydurdukları akli bilgileri elbette yutacak onların hilelerini açığa çıkaracaktı. 

İşte insanların bilmedikleri konularda zan ve tahminde bulunarak insanları kandıranlar ve bu kandırışlarını sihir büyü cin kelimeleriyle ortaya koyanlar büyük bir yalancıdırlar. Sihir de büyü de cin de insanların anladığı ve anlattığı gibi değil ancak kuranın anlattığı gibidir.

113/5- Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.

Şer: İnsanların hoşlanmadığı karşılaşmayı hiç kabul etmediği başlarına gerek dünya hayatında gerekse ahret hayatında gelen felaketlerdir.

10/11- Eğer Allah, onların hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi, insanlara şerri de çabuklaştırsaydı, mutlaka ecellerine hüküm verilirdi. İşte Bize kavuşmayı ummayanları Biz böylece taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakırız.

Haset; Başkasında olanı istememek kıskanmak bu yüzden de ona kıskançlığından dolayı tuzaklar hazırlayarak ondaki olanı yok etme isteğidir.

Önce insanların bir şeyi istemeleriyle o iş olmaz. Ancak istedikleri şeyler istikametinde gerek iyiliklerde adım atmak gerekse kötülüklerde adım atmakla o iş gerçekleşir. Bu anlamda dua istek ve arzuların istenilen istikamette eyleme dönüşmesiyle anlamlaşır. 

Yoksa peygamberler Allahın en sevdikleri kullarıdırlar. Duayla hem de halkın anladığı anlamda bu işler olacak olsaydı. Peygamberler dünyada en başarılı istekleri en çok yerine getirilen insanlar olurdu. Maalesef öyle olmamış Allah kişilerin gidiş ve adımlarını hangi yönde atarak eylemlerini gerçekleştirmeleriyle dualara icabet edilmektedir.

İşte Kuran'da Kardeşini kıskanan Âdemin iki oğlunun kıssası şöyledir.

5/27- Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."

5/28- "Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

5/29- "Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur."

5/30- Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.

Rabbani Yolda olan Müslümanlarda haset olmaz. Bu kıssada kuran iki insan tipinin fotoğrafını ortaya koyarak bize örnekler vermektedir. Hased rabbani yolda olmayan insanlar içerisinden çıkmaktadır. O hased ettiği zaman insanı öldürecek kadar canileşmektedir. Allah böyle insanların şerrinden insanlara koruyacak tedbirler almasını istemektedir.

Soğuk ve sıcak savaşlar, gasp soygun yakıp yıkma hırsızlık fuhuş içki kumar fal okları hep bu ahlaki dejenerasyonun oluşundan ortaya çıkmaktadır.

Felak suresini Özetleyecek olursak.

113/1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.

113/2- Yarattığı şeylerin şerrinden,
113/3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,

113/4- Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden,

113/5- Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.

Dünya hayatında insanlara özgür iradelerini vererek ahret âleminde insanlara bu yaşadığımız hayattan sorgulayacak olan din günün maliki olan Allah’a sığınırım.

İnsanları denemek için yaratılan iblis ve iblisin uzantıları olan bütün davranış biçimi ile insanları doğru yoldan alı koyan söz eylem ve kötülüklerden Allah'a sığınırım.

Cehaletin doruk noktasına ulaştığı Ve simsarların fırsatçıların bu cehaletten istifade ederek insanları kendi menfaatleri için kullanmalarından Allah’a sığınırım.

İnsanlar bilgiye ulaşamadıkları problemler karşısında onları fırsat bilen aşağılık insanların sihir büyü cin adı altında insanları başka konulara odaklandırarak yapacakları kötülükleri yapanlardan Allah’a sığınırım.

Bu vesileyle Kendisinin zorbalığı ve müstekbirliği karşısında hiç kimsenin güçlenmesini rahat yaşamasını isteyen, onların rahat yaşamalarının önüne engel koymak isteyen, hased edenin şerrinden Allah'a sığınırım.

Doğrularım, Allah'a hata ve yanlışlar ise bize aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR


http//kurnianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com

Hiç yorum yok: