30 Temmuz 2010 Cuma

HASAN GÜMÜŞ DERE DEDİ Kİ!


..
Sayın Borazan.

Evvela şu ayetlere mukni bir açıklama getirmeniz gerekmektedir.

"Rabbim bana bir beşer dokunmamışken nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) "Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse yalnızca ona "Ol" der o da hemen oluverir." (Al-i İmran Suresi, 47)

Meryem, kendisine bir beşer dokunmadığı halde çocuk sahibi olacağı için şaşkınlık yaşıyor. Muhatabı da bu olayın Allah için çok kolay olduğunu vurguluyor. "O bir şeye ol der o da hemen oluverir".

İkincisi; "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Biz'den bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. Böylelikle ona gebe kaldı sonra onunla ıssız bir yere çekildi. (Meryem Suresi, 21-22)

Ayette beyan edildiği gibi, insanlara kılınan bir ayet.

Üçüncüsü; Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28)

Kavminin karalamalarına, iffetsiz ithamlarına karşı şunu diyebilirdi. "Şaşılacak birşey yok Çocuğun babası Zekeriya'dır." Ama böyle olmuyor. Ben rahmana oruç adadım ve kimseyle konuşmayacağım diyor. Ve günler sonra beşikteki İsa konuşarak durumun gerçekliğini izah ediyor. Bkz: (Meryem Suresi, 29-34)

Meryem aleyhinde, çocuğunu herhangi bir beşerle olan ilişkisinden dünyaya getirdiğini iddia edenlere ise : "(Bir de) İnkâra sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri... nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik)... (Nisa Suresi, 156-157) Meryem aleyhinde sizin gibi bühtanlarda bulunanları Allah cezalandırdığını ifade ediyor.

Son söz yine Kur'an'dan olsun. "Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir.

Sırf hristiyanların baba oğul ve kutsal ruh sentezini çürütmek için, Meryeme koca, isa'ya baba arayanları Kur'an'a davet ediyorum. Ve bühtanlarından bir an önce vazgeçmelerini temenni ediyorum. Bu kendi hayırlarına olacaktır.

Selamlar

YORUMA CEVAP

Öncelikle samimi ve içtenlikle bir eleştiri yaptığınız için teşekkür ediyorum. Kuranda geçen her kelime ve her bir ayet hem kuranın bütünlüğündeki kelime ve ayetlerle diyalogu olduğu gibi hem de Allah'ın yaratmış olduğu evrenden de bağımsız değildir.

Öncelikle Hazreti İsa peygamberin babası olduğu ile ilgili bir bilgi bize Hıristiyanlardan gelmiştir. Biz kurandaki ayetleri anlamaya çalışırken bizim ön bilgi ve ön yargılarımız ayete bakış açısını belirliyor. Kuranda geçen bir ayetin kastettiği bir mana hem konu içerisinde siyak ve sİbakaa bakmakla hem de kuran bütünlüğünde geçen diğer ayetlerle bütünlüğünün bozulmaması gerekir.

Şimdi Sormuş olduğun ayetlerdeki kastedilen manaları beraber anlamaya çalışalım.

3/47"Rabbim bana bir beşer dokunmamışken nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) "Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse yalnızca ona "Ol" der o da hemen oluverir."

Önce Bu Beşer kim Önce Hazreti Meryem ile ilgili kıssalarda bunu arayalım..

19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

19/18- Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."

19/19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."

19/20- O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.

19/21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.

19/22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.

Kuran'da Hz. Meryem hakkında anlatılanlara baktığımız zaman Meryemin iffetini koruduğunu, Kesinlikle fahişe olmadığını, O Allah katında övülmüş iki kadından bir olduğunu anlamak lazımdır. Bütün peygamber ve Allah dostlarında olduğu gibi, Allaha karşı yaşam biçimlerini ortaya koyanlar toplum tarafından tecrit edilmiştir. Bakınız ayette bunu nasıl izah ediyor.

19/19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Ayette geçen perde, düzgün beşer, ruh, kavramları anlaşılmazsa ayet açıklanamaz. Kuranda perde kelimesi Hazreti Meryem’le kavmi arasındaki inanç ve yaşam biçimi farklılığını anlatmaktadır. Ruh kelimesi Burada Hristiyanların anladığı gibi Allah değil, İslam toplumlarının anladığı gibi Cebrail değil Kuranın anlattığı gibi düzgün bir beşerdir.

Düzgün Beşer de Kuran'da peygamberler için kullanılmıştır. Peygamberlerin özellikleri Yanıldıkları zaman düzeltilen, Kendisinden önce gelen peygamberleri doğrulayan ve tasdik eden ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdeleyen bir konumdadır.

İşte Orada Gönderilen ruh peygamberdir. Peygamberler Allah ile insanlar arasında bir elçidir.

19/19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)." 

Buradaki elçi kelimesi İslam toplumlarında melek olarak anlaşıldığı için kavram kargaşası çıkmaktadır. Kuranda peygamberlere vahiyleri getiren Cebrail diye hiçbir ayet geçmez. Hem Meryem bir peygamber mi ki ona Cebrail vahiy getirecek işte oradaki elçi bir Allah'ın vahiyle düzelttiği ve yönlendirdiği düzeltilmiş olan ancak bir peygamberdir.

19/18- Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."

Burada Hazreti Meryem’in Bana bir beşer dokunmamışken ifadesi kullanırken O bir kuranın toplum tarafından dışlanan bir konumunu anlatmakta aynı zamanda Meryem’in o tarihe o ana kadar da bakire olduğunu anlatmaktadır.

Evet Meryem bakire idi Elçi Olan bir peygamber geldi ve hem gelecekteki bir peygamberin olacağının kim olduğunu hem de ona böyle bir emrin Allah tarafından verildiğini anlşatmaktadır.
19/20- O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.

Evet Meryem azgın utanmaz bir kadın değil o meşru evlilik çerçevesi içerisinde iş gerçekleştirildi. KURAN BU KONU ÜZERİNDE İNSANLARIN BİLDİKLERİ ŞEYLER UZUN UZUN ANLATMAMIŞ BİLEN LEP DEMEDEN LEBLEBİYİ ANLAR ÜSLUBUYLA!

19/21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.

İşte Allah için kolay olan bir erkek çocuğun oluşu kuranın diğer taraflarında detaylı bir şekilde anlatarak izah edilmiştir.

Eğer Ol Kelimesi Hemencecik oluvermiş olsaydı o ayet öyle anlaşılmış olsaydı şu ayet neyin nesi olurdu.

19/22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.

Neden Allah gebe kalmasına gerek duyuyor? Bu Allahın sünneti değil mi? Evrende hiçbir şey sebepsiz değildir her şeyde bir sebep ve sonuç ilişkisi vardır. Bunlar bilinmezse Kuran anlaşılmaz selam ve sevgiler sunuyorum.

Doğrularım allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR

MUCİZE, KERAMET,VE İSTİDRAÇ NEDİR



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

Mucize Kavramını toplumların genel anlayışını teşkil ettiği için Müsemmadan bir alıntı yaparak başlamak istiyorum.

MÜSEMMA

Sözlükte aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay, kudretsizlik ve takatsizlik veren iş anlamlarına gelen mucize, dini bir terim olarak, insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları, peygamberlik iddiasında bulunan zattan âdetin hilafına ve tabiat kanunlarının aksine olarak ve meydan okuma üslubu ile zuhur eden harikulade olay demektir Peygamberin nübüvvet davasını ispat ve doğrulamak amacıyla gösterilirler Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun nübüvvet görevi verilmiş kişilerin elinde ortaya çıkması gerekir 

Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir, “peygamber mucizesi” denilmesi mecazîdir Mucizenin, tabiat kanunlarının çok üstünde ve onlara aykırı olması, iddiaya uygun olarak ortaya konulması, bir yalanlama ya da inkârdan sonra meydana gelmesi ve insanoğlunun aciz kaldığı bir olay türünden gerçekleşmesi gerekir Peygambere verilen mucizeler, bir yönüyle imanın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir: 

“Dediler ki: 'Ona, Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!' De ki: 'Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım” (Ankebut, 29/50) Mucize akıl bakımından da imkansız değildir Çünkü her an insanın çevresinde meydana gelen olaylar ve hayatın her alanı mucizelerle doludur Varlıkların yaratılmaları, ömürleri tamamlanınca yok olmaları ve hayatın kesintisiz olarak devam etmesi bunun en güzel örneğidir Sürekli müşahede ettiğimiz ve bu nedenle değişmez sandığımız tabiat kanunlarını var eden Allâh’tır Allâh bu kanunları dilediği zaman, peygamberlerinin peygamberliklerini ispat için değiştirebilir Bu durumda mucizenin vukuu için aklî bir engel yoktur

Evet, İslam toplumlarında mucize kavramı:” Sözlükte aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay, kudretsizlik ve takatsizlik veren iş anlamlarına gelen mucize, dini bir terim olarak, insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları, peygamberlik iddiasında bulunan zattan âdetin hilafına ve tabiat kanunlarının aksine olarak ve meydan okuma üslubu ile zuhur eden harikulade olay demektir Peygamberin nübüvvet davasını ispat ve doğrulamak amacıyla gösterilirler.

KURANDA TANIMLANAN MUCİZE

Kuran'da Tanımlanan mucize bu anlatılanlardan tamamen farklıdır. Kuran'da kelime olarak mucize geçmez bu bize Kuran'da geçen Ayet, beyine delil, burhan kelimelerinin karşılığı olarak geçmiştir. Bir başka ifadeyle Ayet kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.

Ayet; Allah'ın, Kâinatla beraber yaratmış olduğu Kâinat içerisinde zerreden küreye kadar, bütün madde ve mana âlemine söylendiği gibi, aynı zamanda, peygamberi diğer insanlardan ayıran, Allah'ın vahiyle konuşmasını ve kitaplara ve vahiylere de ayet ifadesi kullanılmıştır.

Peygamberleri şöyle tanımlamaktadırlar. “peygamberlik iddiasında bulunan zattan âdetin hilafına ve tabiat kanunlarının aksine olarak ve meydan okuma üslubu ile zuhur eden harikulade olay demektir.” Böyle bir mucize tanımı Kuran'a göre, doğru Değildir. Peygamberler diğer insanlardan farklı olarak yanıldığı zaman vahiylerle düzeltilen ve Vahiy orijinli bir bilgi ile toplumun karşısına çıkanlardır. Yani toplumların anladığı dilde peygamberlere verilen mucize sadece vahiylerdir ellerindeki kitaplardır.

17/93- "Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"

İslam toplumlarında anlaşılan ve inananların anladıkları gibi peygamberler on parmağımdan su akıtarak askerleri sulamamış. Suyu olmayan çeşmeyi akar hale getirmemiş. Gökten sofra indirmemiş, Gerçek anlamında denize asa ile vurup denizi yarmamış, Hazreti İsa gerçek anlamında ölüleri diriltmemiş Salih peygamber dağdan mucize bir deve  doğurtmamıştır.

Kuran’da anlatılan bu ifadeler, mecazi anlamda anlatılmıştır. Mucizeler sadece Allah'a aittir. İnsanlar akıl ayeti ile ancak evrenin yasalarına uygun olarak bir şeyler icat ederlerse. İcat edenlerin ortaya koydukları mucize değil icattır. İcat edenlerin adı da mucittir.

Peygamberlerin getirdikleri Ayet(mucize) de sadece vahiy bilgisine bağlı olarak kitaplardır.

Müfessirlerin yanıldıkları nokta, Âdetin hilafına olarak peygamberlere evren yasasına uygun olmayan bir mucize verilmemiş o zaten peygamber olmakla Allah'ın bir mucizesi olmaktadır. Eğer Allah'a ait olan bir mucize peygamberlerin peygamber olduğunu iddia etmek için olağan üstü harikulade âdetin hilafına bir takım mucizeler verilmiş olsaydı, 

Allah'ın ilahlığı yanında bir ilah daha ortaya çıkardı. Ki böylece kâinat fesada uğrar tevhit akidesi bozulurdu. Hem peygamber ilah hem de Allah ilah olurdu. Kuran böyle bir anlayış ortaya çıkaranlara müşrik ifadesi kullanmaktadır.

9/30- Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

Yahudilerin ve Hıristiyanların kendi peygamberlerini ve âlimlerini ilahlaştırmalarını Kuran eleştirirken, Kuran'ın indiği dönemin dışındaki çağlarda peygamber ve âlimler ilah konuma getirilerek onları Allah'a rağmen helal ve haram koyma konumuna getirmişlerdir. Bu anlayışlar Allah'tan kitap peygamber geldiğine inanıp da Allah'ın vahiy orijinli olan gönderdiği dinden saparak zan ve tahminle hareket eden kitap ehli için kullanılan ifadelerdir.

Kuran Peygamberlik hakkında insanların bekledikleri bazı âdetin hilafına ait mucizeler gelmeyince ona böyle bir mucize göstermeleri konusunda ısrar etmelerine karşı Allah da onlara şöyle cevap veriyor.

29/ 50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

51- Kendilerine okunmakta olan Kitap’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

İşte Peygamberlere Allah'ın diğer insanlardan farklı olarak vermiş olduğu mucize budur. Bütün dünya insanları bir araya gelseler Kuran'ın benzerini meydana getiremezler. İşte size insanlara kuranda meydan okuyan bir ayet şudur.

17/88- De ki: "Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler."

27/ 23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)�an şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.

Allah peygamberlere İlim ve hikmet vermiştir. Diğer insanlardan farklı olarak onlara vahiyle kitap göndererek Kendisine iman edenleri vahyin ışığında karanlıklardan nura çıkarmıştır. Yoksa peygamberlere söylenenler gibi olağan üstü harikulade eşyanın yaratılışına muhalefet eden hiçbir mucize göstermemişlerdir. Bu inanç tamamen israiliyattır. Allah'ın dini Kâinatla kâinatın, Kuran'la Kuran'ın ve kuranla kâinatın çatışmadığı bir dindir
.
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Bazı cemaatlerde anlaşıldığı gibi, peygamberler evliyalar, küfürde ileri gitmiş firavunların gösterdikleri gibi mucize keramet ve istidraç diye bir olay yoktur. İşte bize gelen bilgilerin yanlışlığının belgeleri şunlardır.

SADAKAT FORMUNDAN ALINTI
Evliyanın kerameti…



“Keramet”, kelime olarak şeref manasınadır.


Tasavvuf ıstılahında ise keramet, peygamberlik iddiası ile ilgisi olmaksızın iman ve amel-i sâlih sahibi bir kişide meydana gelen harikulâde (âdetin üstünde-fevkalâde) hâldir.


Eğer kendisinden bu hâl zuhûr eden kimse, iman ve sâlih amel sahibi değilse, o hârikulâde hâl, istidrâc adını alır.


İstidrac, adım adım ilerlemek, basamak basamak yükselmek demektir. Şeytan, böyle sahtekârları bu gibi hâllerle adım adım daha derin bir uçuruma yuvarlamayı hedefler. Nihâyet Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırıp gadabına yaklaştırır.

Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) zuhûr eden hârikulâde hâllere de mûcize denir.(1)

Kerâmet, Cenâb-ı Hak’ın velî kuluna bir ikrâmıdır ve iki kısımdır:

1. Mânevî ve hakîki kerâmet ki, buna enfüsî kerâmet de denir. Bunlar; ilimde, irfanda, ahlâkta, ibâdette, tâatte, amelde, edepte, insanlıkta ve adamlıkta gösterilen üstün meziyetler, hasletler ve faziletlerdir.


Kısacası en büyük kerâmet, kişinin kötü huyları bırakıp, iyi ve güzel ahlâk sahibi olmasıdır.


2. Kevnî ve sûrî kerâmet. Buna âfâkî kerâmet de denilir. Meselâ uzun mesâfeyi kısa zamanda almak, az bir gıdayı çoğaltmak, su üzerinde yürümek, ateşte yanmamak ve saire gibi.


Nakşibendî ricâli bu nevi kerâmetlere ehemmiyet vermez; bunu, "çocukları uyutan haşhaşa veya onları eğlendiren oyuncaklara benzetirler.”(2) Hatta bazıları, “Kerâmet hayzu’r-ricâldir” demişlerdir. Yani kerâmeti, bir kadının ay hâli gibi görüp açığa çıkmasından hayâ etmişler, bununla meşgul olmamışlardır.

Bir velînin kemâlâtı ne derece yüksekse, kendisinden kerâmet de o nisbette az zuhûr eder. Binâenaleyh kerâmetin çok olması, o velînin büyüklüğünü göstermez.


Bir mü’minin velî olması için de, sûrî kerâmetinin olması şart değildir. Âlimler, hârika haller ortaya koymakla yükümlü olmadıkları gibi, evliyâ da kerâmetler gestermekle mükellef değillerdir. Zira velîlik, Allah Teâlâ’ya yakınlıktan ibarettir. Kerâmet de, mâsivâyı unuttuktan sonra, velî kuluna Cenâb-ı Hakk’ın bir ikrâmıdır.


Bir kimse düşünün ki, kendisine bu yakınlık ihsan edilmiş; fakat gaybla alâkalı hâller ve hâdiselere dair bilgiler verilmemiş.
..
İkinci bir kimse daha düşünün; ona da bu yakınlık verildiği gibi, gaybla ilgili hâller ve hâdiselere ait bilgiler de verilmiş...

Üçünçü bir kişi de vardır ki, kendisine bu yakınlıktan yana bir şey verilmemiş. Ama gizli hâller ve hâdiselerle ilgili bilgiler-haberler verilmiş...
İşte bu üçüncü kişi istidrac ehlindendir. Onun nefsinin sâfiyeti, kendisini gaybla alâkalı keşifler ve müşâhedelere bağlayıp dalâlete düşürmüştür. Kur’ân-ı Kerim’de onların bu hâline şöyle işâret edilmektedir
:

“... Onlar kendilerinin bir şey (bir hakikat) üzerinde olduklarını sanırlar; dikkat ediniz, onlar gerçekten yalancılardır. Şeytan onları istilâ etti (tesiri altına aldı) de kendilerine Allâh’ı zikretmeyi unutturdu. İşte onlar, şeytanın fırkasıdırlar (yandaşıdırlar). Dikkat ediniz; şeytanın fırkası-takımı hüsranda olanlardır (kayıptadırlar).(3)


Evet, mâneviyat büyükleri kevnî ve sûrî kerâmetlere ehemmiyet vermezler. Izhârını da tasvib etmezler. Ancak halk, bu gibi hârikulâdeliklere pek meraklıdır ve çokça itibar eder. Nitekim kâilini bilmediğimiz bir şâirimiz diyor ki:

Şeyh uçmazsa kerâmetle eğer

Mürîd uçurur tâ be-kamer.
(4)


Nakşî yolu Müceddidîn kolu silsilesinin son halkası Süleyman Efendi (k.s.) hazretleri talebelerine ve müntesiplerine hitâben buyurmuşlardır ki:


“Önce geçen evliyâullah, âfâkî kerâmetlerle meşgul olup ziyan ettiler. Siz ictinâb edin (kaçının). Zira sizler, en yüce mertebe olan Zâtullah (yani zâtının ism-i a‘zamı olan Allah ism-i celâlinin zikri) ile meşgul, (sıfâtının ism-i a‘zamı olan) Hayy u Kayyûm sıfatıyla alâkadar olmakla beraber, bu dîn-i mübînin ihyâ ve bekâsına çalışıyorsunuz. Bu da en büyük mertebedir. Sizi tebşîr ederim (müjdelerim): Din yenilenecektir.”(5)


Talebelerinin ittifakla anlattıklarına göre, Süleyman Efendi (k.s.) hazretleri, âfâkî ve enfüsî kerâmet ızhârına kat‘î sûrette karşıdır. Ayrıca o kerâmeti;

1) Âfâkî,


2) Enfüsî,


3) Füyuzât-ı Rabbânî’yi ümmet-i Muhammed’in gönüllerine aşılamak diye üç kısma ayırmaktadır.


Hakiki kerâmet ise, füyuzât-ı Rabbânî’yi ümmet-i Muhammed’in kalblerine aşılamak, onların hidâyetine vesîle olmaktır, buyururlar.

Âfâkî ve enfüsî kerâmeti kat‘î sûrette tasvib etmeyen Süleyman Efendi (k.s.)hazretlerinden de, zaman zaman sadece irşad maksadıyla bu nevi kerâmetlerin zâhir olduğu rivâyetler arasındadır. Nitemim talebelerinden emekli müftü Mehmed EMRE hocaefendi, haftalık Ufuk (Eylül 1978) gazetesine verdikleri beyanatta mevzûmuzla alakalı olarak şunları ifade etmektedir:

“O, kerâmeti ancak irşad sadedinde gösterirdi. Sebepsiz yere ve gelişigüzel kerâmet ızhârından şiddetle kaçınırdı. Huzurundaki sohbetin mânevî hazzı, insanı o derece sarardı ki, dinleyenlar adeta gaşyolurdu. Konuştukları sözlerin inceliklerini ve onun işâretlerinde gizlenen kerâmetleri, ancak huzurlarından ayrılma hâli yaklaştıktan veya ayrıldıktan sonra anlamak kabil olabilirdi.

“Efendi Hazretleri’nin en şümûllü mânevî yönü ve kerâmet-i zâhiresi, Kur’ân-ı Kerim ile ilgili şer‘î ilimleri öğretmekteki gayreti ve muvaffakiyetidir. Teşrîi ve icrâi mevkide bulunan bir çok kimsenin düşmanlık göstermesine, dinî hizmet kademelerinde vazife almış pek çok din adamının kıskançlığı, dedi-kodusu ve iftira kampanyasına kalkışmasına rağmen, tâkip ettiği ulvî dâvâyı yüzbinlere mâl edebilmesi, onun kemâli ve kerâmeti için gösterilebilecek misâllerin başında gelir.”

Kerâmet ızhar etmeyi, mânevî rütbe ve derecelerin kemâline mâni bir nakîsa olarak kabul eden Süleyman Efendi hazretleri, yine bu hususta şunları söylemektedir:

√ Bizim bu âlemde biricik emelimiz var; o da Ümmet-i Muhammed’in evlatlarının kalblerine füyuzât-ı Muhammediye’yi aşılamaktır.


√ Zinhar kerâmete tâlib olmayınız, âfâkî ve enfüsî kerâmetler ızhârında yarışan bir kısım anadolu velîleri, mülk ü milletin tahrîbine sebep olmuşlar, seyirci kalmışlardır. Bizim ve sizlerin tâlib olacağımız bir tek kerâmet vardır; o da Ümmet-i Muhammed’i (feyz-i İlâhî ile) aşılamak, dîn-i celîl-i İslâm’ı öğretip yaymaktır.
İSTİDRAÇ
Cenab-ı Hak, peygamberlere davalarını tasdik için "mucize" verir, veli kullarına da "keramet" dediğimiz bazı harika haller ihsan eder. Velinin gösterdiği kerametler, aynı zamanda Peygamberimizin davasının doğru olduğunun bir alâmetidir. Çünkü velinin gösterdiği keramet, kendi peygamberinin kerameti sayılır. Keramete Hz. Ömer'den iki örnek verilir:


Birincisi Hz. Ömer'in gönderdiği mektubun atılmasıyla Nil nehrinin taşması, diğeri de Hz. Ömer'in Medine'de, minber üzerinde hutbe okurken bir aylık uzaklıktaki İslam ordusunun komutanına "Ya Sâriye, dağdan sakın!" diyerek sesini ona duyurması ve ordunun tehlikeyi atlatmasıdır. Keramet, Yüce Allah'ı bütün sıfatlarıyla birlikte tanıyan, O'na ibadette kusur etmeyen, günahlardan sakınan, helal olmayan lezzetlere iltifat etmeyen, gaflete dalmayan insanlarda görülür. Fakat bu özellikleri taşımayan, hatta tam tersi bir yaşayışın içinde bulunan kişilerde görülen olağanüstü haller keramet değil, "istidraç"tır.

"İstidraç", bir hadiste şöyle tarif edilir: "Allah'ın, isyana devam eden kişiye istediği nimetleri verdiğini gördüğün zaman bu bir istidraçtır." (Fıkh-ı Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhi Tercümesi, s. 195.

) Yani, Cenab-ı Hakkın, dinden uzak, isyankâr bazı kişilerin isteklerini yerine getirmesinin sebebi, böylelerinin azaplarını daha fazla arttırması içindir. Yoksa onlarda bir hakikat olduğundan değildir. Mesela, şeytanın yeryüzünde rahatça dolaşabilmesi, Firavun ve Nemrut gibi tanrılık iddiasında bulunan zalim kişilerin dünyada birçok imkânı ellerinde tutması, istidraca birer örnektir.

Bu hallerin onlara verilmesi de azaplarının arttırılmasını yöneliktir. Bir ayette "Ayetlerimizi yalan sayanları Biz, bilmeyecekleri noktalardan yavaş yavaş felakete yaklaştırırız" buyurularak bu gerçeğe işaret edilir. Zaten istidracın bir diğer anlamı da, bir kimseyi yavaş yavaş arzusuna götürüp haberi olmadan felâkete atmaktır


"Keramet ve istidraç mânen birbirine zıttır. Çünkü keramet, mucize gibi Allah'ın fiilidir. Keramet sahibi de kerametini Allah'tan olduğunu bilir ve bunun farkındadır. Böylece velinin Allah'a olan tevekkülü daha da artar. Fakat bazen keramet gösterdiğinin farkına varır, bazen de varmaz. En iyisi ve isabetli olanı farkına varmamasıdır. Fakat istidraç sahibi, nefsine dayanır, kendi gücüne güvenir, gururu ve kibri öyle fazlalaşır ki, Karun gibi, "Bu servet, bilgim sayesinde benim oldu" âyetini okumaya başlar.


Diğer yandan istidracın sihirle de yakından bir ilişkisi vardır. İstidraç ehli, sihri kullanarak yapılmayan bir şeyi "yapılmış" gibi gösterir. Mesela, cam parçalarını yemediği veya karnına şiş batırmadığı halde, seyredenler onun cam yediğini ve karnına şiş batırdığını sanır.


Böylece kendisine bakanların gözlerini bağlamıştır. Sonuç olarak, Allah'ı tanımayan, O'nun emir ve yasaklarına uymayanlardan böyle garip ve olağandışı şeylerin görülmesi istidraçtan başka bir şey değildir. Hatta İmam-ı Rabbanî Hazretleri, Allah'a iman etmiş olsa bile böyle hallerin gösteriş için yapılmasını istidraç olarak kabul eder.



Mehmet Paksu
KURANDA TANIMLANAN MUCİZE AYET SADECE PEYGAMBERLERE GELEN VAHİYLERDİR.

İşte bize klasik din anlayışında İslam toplumlarında tasavvuf ve ehli tarikat olanların anlayışların özetlemiştir. Anladıkları kavramları özetleyecek olursak şunlardır.

MUCİZE: Peygamberlerin kendi peygamberliklerini ispat etmek için, Adettin hilafına göstermiş oldukları harikulade insanları aciz bırakan hallerdir.

KERAMET: Evliyaların âdetin hilafına muhalefet eden bir takım gösterdikleri harikulade hallerdir.

İSTİDRAÇ: İnkârcı olanlardan zuhur eden bazı harikulade hallerdir.

Anlattıkları Gibi Mucize keramet ve istidraç bu şekildedir. Aklını kullananlara soruyorum. O zaman peygamberle diğer insanlardaki fark nedir? Bu Tanımlar İslam toplumlarında zan ve tahminle yalan söylemeden öte geçmez. Bu Tanımlalar kuranda anlatılanlarla kesinlikle uyum sağlamaz.

 Kuran'da  Peygamberlerin vahyin dışında gösterdikeri,Mucize diye bir ifade geçmez. Ayet beyine delil belge ifadeleri geçer. 

AYET: Allah'ın yaratmış olduğu, Zerreden küreye kadar madde ve mana âleminde ne varsa hepsinin adıdır.(mucizedir) İşte insanları aciz bırakan ve insanlara verilmeyen ayet bunlardır. Bu sebeple insan kâinat içerisinde Allah'ın yaratmış olduğu en büyük  ayettir.mucizedir.

İşte İslam müfessirlerinin bu tanıma uygun bir yaklaşımla kurandaki ayetleri anlamaya yeltenmeleri ayetlerin çarpık olarak anlamalarına sebep olmaktadır.

Kuranı Anlama konusunda kurana yönelen ve samimi ihlas sahibi olanları Kuran'daki ayetleri anlarken bu konunun hassasiyetle göz ardı edilmemesini tavsiye ediyorum.

Doğrularım Allah'a Yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN-ANAMUR
Kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com

29 Temmuz 2010 Perşembe

DUA NEDİR?




RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


DUA: Yeryüzünde Halife olarak yaratılan insanların, İstek ve arzuları istikametinde yönelerek, isteklerini ve arzularını eyleme dönüştürmeleridir. Rabbim Allah diyenlerin duası, Allah'ın koyduğu kurallara bağlı kalarak arzularını ve isteklerini eyleme dönüştürdüğü gibi, rabbim Allah’tır diyenlerin dışındakilerin duası da tağutların adına isteklerini ve arzularını eyleme dönüştürürler. 

Bu Anlamda Allah dünya hayatında kim nereye yönelirse gerektiği gibi o konu ile konsantre olursa Allah istekleri yönünde istediklerini gerçekleştirir.

42/20- Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.

2/186- Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.

Peygamberimize gelen ilk ayet, “96/1- Yaratan Rabbin adıyla oku.” İfadesiyle rabbani yolda yol alanların duasının Allah'ın çizdiği çerçeve içerisinde yapmaları istenmektedir. Eğer Duayı Elleri havaya kaldırarak Allah'tan bir şeyler isteyerek dünya hayatındaki sıkıntılarımızı veya ihtiyaçlarımızı giderme aracı olarak anlamış olursak bu anlayış yanlış olur. 

Eğer öyle olmuş olsaydı Allah en çok peygamberlerine nimetlerini yağdırır onların sıkıntılarını giderirdi. Maalesef öyle olmamış. Rabbim Allah’tır diyen peygamberler rabbaniyunlar dünya hayatında aç kalmışlar sıkıntı çekmişler ve öldürülmüşlerdir. 

2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.

Dünya hayatında Allah insanlara eşit mesafededir. Onları dünya hayatında denemektedir. İnsanların istedikleri nimetleri everene koymuş, kim bu nimetlere sahip çıkmak isterse yönünü o tarafa doğru yöneltirse Allah kişilerin duası yönünde nimetlerini sunmaktadır. Allah insanlara rızkını verir. 

Elbette isteyene verir. ama Allah gökten zembille yatana rızkı göndermez. Kişi duasını rızkın olduğu yöne yönlendirirse ve gerekli gayreti gösterirse Allah'ın rızkı hazır beklemektedir. Dünya hayatında inanan ve inanmayan diye ayırt etmeden bunu yapmaktadır.

2/26- Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahi ret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: �Sadece inananları değil) inkar edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti.

Allah dünya hayatında inan ve inanmayan diye ayırt etmeden kim hangi tarafa yönelir çaba ve gayretini o yönde yaparsa Allah onun duasına icabet edecektir. Bu Allah'ın vaadidir.

17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.

Ayetteki mesajı dikkatlice düşündüğümüz zaman, İnsan Kendisine hayrın gelmesini ister de, şerrin gelmesini nasıl ister? Sorusuna dua kelimesine Kuran'ın yüklediği manayı tekrar gözden geçirerek bir daha düşünmek gerekir. Allah Üzümü yaratmış Ondan istifade edin, temiz olarak yiyin diye. Ama bir kısım insanlar üzümü değişikliğe uğratıp ondan sarhoş edici şeyleri üretip içmektedirler.

16/67- Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.

Allah içki olarak içilmesini yasaklamış ama üzüm ve üzümden sarhoş etmeyen şeyler üretilip yenmesini helal kılmıştır. İşte kişilerin içki olarak eğilim gösterip onlara sarhoşluk nedeni ile başlarına bir takım belaların gelmesini kendileri istemiştir. Onun duası yönünde Allah onu o hale getirmiştir. Ama Allah'ın razı olduğu dua kişilerin sarhoş edici şeylerden uzak kalarak helal ve temiz şekilde üzüm ve hurmanın tüketilmesini istemektedir.

5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. 

5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

İslam toplumlarındaki Duanın yanlış anlaşılması onların hayatlarını derinden etkilemiştir. Dua Müslümanım diyenlerin dünya hayatındaki yaşam biçimlerindeki tercihlerini Allah'ın tanımladığı şekilde Yaşamaya yönlendirmeleridir. Müslüman olmakla Allah ona özel bir vahiy bilgisi vermesi dışında özel bir yardımda bulunmuyor. 

Tıpkı bir doktor gibi yapıyor. Doktora bir hastalık için gidene, İlacını verir. tavsiyesini yapar. ve ilacı kullanıp kullanmamak hastanın kendisi ile ilgilidir. Doktorun tavsiyesine uyarsa iyileşir uymazsa da hastalıktan dolayı muzdarip olur.

Aynen onun gibidir. Allah dünya hayatında insanlara bir yaşam Kılavuzu sunmuştur. Kim bu yaşam Kılavuzunu sahiplenir ve Kılavuz çerçevesinde hayatını düzenlerse diğer insanlardan bir zarar gelmediği sürece hem dünya hayatında hem de ahir et hayatında mutluluğu yakalamış demektir.


İŞTE İSLAM TOPLUMLARINDA BİR VAİZİN ANLATTIĞI DUA ŞEKLİ

ALINTI!

Yağmur Duası

Yüce Mevla, muazzam bir alem ve o alem içinde insan yaşamına en uygun olarak Dünya’yı yaratmıştır. Var edilen bu aleme, Rabbimiz tarafından bir denge konmuş, bu dengenin gözetilmesi ve korunması ise insana bırakılmıştır. Bu sebeple, insanın kendisine, ailesine yaşadığı topluma karşı sorumlulukları olduğu gibi, doğal çevreye karşı da sorumlulukları vardır.
Bugün “Ekolojik Dengenin Bozulması” sonucunda iklimlerin değiştiğini, kuraklık riskinin arttığını görmekteyiz. Yağmurlarını azalması neticesinde ise, öncelikli başvurduğumuz durum ise “Yağmur Duaları” olmaktadır. Bu yazımızda da Yağmur Duası hakkında genel bilgiler vereceğiz.
Rivayet edildiğine göre Peygamberimiz bir cuma günü hutbe okurken bir adam gelip, - “Ey Allah'ın elçisi! Hayvanlar telef oldu, dua et de Allah bize yağmur versin!” demiş, Peygamberimiz de bunun üzerine ellerini kaldırarak, “Allahümme, eskınâ! Allahümme, eskınâ!” (Ey Allahım! Bize su ver, yağmur ver)" diye dua etmiş ve bu duanın ardından gökte hiçbir yağmur belirtisi yokken birden bulutlar görünmüş ve ardından yağmur yağmaya başlamıştı. 
Bu durum bir hafta sürdü. Ertesi cuma bir adam gelerek "Ey Allah'ın elçisi, yağmur sebebiyle, mallarımız telef oldu, yollarımız kapandı. Allah'a dua etseniz de şu yağmuru durdursa!" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz Allahümme havâleynâ velâ aleynâ. Allâhümme! ale'l-âkâm ve'd-dırâb ve butîni'l-evdiye ve menâbiti'ş-şecer (Allahım! Üzerimize değil, çevremize; Allahım, dağlara, tepelere, vadilerin içlerine ve ağaç biten yerlere) diye dua etti ve yağmur hemen kesildi (Buhârî, “İstiska”, 6; Müslim, “İstiska”, 2, 8).
Bazı rivayetlerde, yağmur duasına çıkıldığında Peygamberimiz’in iki rek‘at namaz kıldırdığı, namazda açıktan okuduğu, namazdan sonra ridâsını çıkarıp ters çevirerek giydiği ve kıbleye dönüp ellerini omuz hizasına kadar kaldırarak dua ettiği belirtilmiştir (Müslim, “İstiska”, 1).
Yağmur duası, sulamak ve bol yağmur almak için başka tedbirler almaya engel değildir; müminler hem tabii ve teknik tedbirleri alır, hem de her şey iradesine bağlı bulunan Rablerine dua ederler. Dua ise sadece sözle değildir. Fiili dua da şarttır. Yani üzerimize düşen görevlerin bilincinde olmak fiili duadır. Su kaynaklarımızı doğru kullanmak, israf etmemek ve sularımızı boşa akıtmamak fiili duadır. Biz tedbirlerimizi tam anlamıyla alacağız ve Rabbimize karşı sözlü duada bulunacağız.
Yüce Rabbim suya ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, bizleri susuzluğa bunun neticesinde de kıtlığa maruz bırakmasın.
Ahmet ÜNAL 
******************************************************
İşte Klasik din anlayışında dua anlayışı budur. Tövbe hâşâ Allah Peygamberin emir eri değildir. Allah'ın evrene koyduğu yasa, doğal seyiri, insan kavli dua etmeyle değişmez. Koyunlar değil insanlar susuzluktan kırılsa Doğal seyrini değiştirmez. Allah Kâinat yaratılmadan önce nerde ne zaman neler olacağını bir kitapta yazmış. O yazı hiçbir zaman sadaka vermeyle elleri havaya kaldırıp yalvarmayla değişmez. 
Değişmesi gereken birileri varsa insanlar gidişatını değiştirmeleridir. Yağmur yağmadığı zamanlarda yerin derinliklerindeki suları artezyen kurarak yeryüzüne çıkarmalarıdır. Bazen kuraklığın bazen de bol yağışlar Allah'ın değişmez sünnetleridir. Allah'ın sünnetinde bir değişiklik olmaz. Biz Allah'ın sünnetini değiştirmeye değil, Biz kendimizi Allah'ın sünnetleri çerçevesinde değiştirmek zorundayız.
Yağmur yağmayan bir bölge ise Allah dünya hayatında ne güzellikler bahşeden yerler yaratmıştır. Biz oralarda rızkımızı aramalıyız.
4/100- Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü�ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.
Eğer Dua kelimesi Elleri Havaya kaldırarak, Allah'tan bir şeyler istemek olmuş olsaydı. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa gelen peygamberler öldürülmezdi. Müslüman’ım diyenlere kimse ses çıkaramazdı. Dua etmeleriyle düşmanların tehlikesi def edilirdi. Ama Allah dünya hayatında İman edenleri dua kelimesini anlatırken, Yöneldiğin işe gereği gibi sarılarak ondan almak istediğin meyveyi alıncaya kadar seyrini değiştirmemeyi anlamak gerekmektedir. 
 Başarılı olmak budur. İşine gereği gibi sarsılmak demektir. Akif’in dediği gibi Avrupalının işi var bizim dinimize benzer onların dinleri var bizim işimize benzer” Evet aynen öyle Avrupa eşyaya gereği gibi sarılarak teknolojik ataklarla dünya üzerinde hegemonyasını kurmuş bizim elimizde Kuran gibi bir hazine varken maalesef o keşfedilmemiş, uydurma masal ve hikayelerle Allah'ın dini zannedilip ortalarda dolaşıp durmaktadır.
Doğrularım lah'a yalılarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR.
Kuranianlamametodu.blogspot.com

25 Temmuz 2010 Pazar

HANİFLİK BİR DİNMİDİR.?



BİR ATEİSTİN YAZDIKLARINA CEVAP
aşık74 will become famous soon enoughaşık74 will become famous soon enough
StandartBir ateist'in düşünceleri !!!
HANİFLER KOMDAN AŞIK74 NAKLEDİYOR


Arkadaşlar bir ateist forumda okuduğum bu yazı dikkatimi çekti! Sizlere de okutmak istedim!

Ne kadar kıt akılla ve ön yargılı yazılmış bir yazı, yuh dedim kısacası
Mana bilmeyen birisi , etkilenir bu yalan yanlış bilgilerden !!

Ben çok bilgili biri değilim, kendi çapımda yani Bu ateist forumunda bir kaç müslüman arkadaş, savaş veriyoruz, Sünni yapıda kişiler var , nur cemaati kesiminden arkadaşlar var,hanif düşünce yapısında arkadaşlar var.

Size bir şey soracağım nacizane,sakın beni yanlış anlamayın ! Bu foruma gireli 2 ay kadar oldu,bilgi babında hakikaten derya kişiler olduğunu gördüm bu forumda!

Yani diyeceğim, neden bu ateist forumu hep beraber olup bilgi bombardumanına tutmuyoruz ?Altta yazdığım yazıların olduğu forumun link ini vermedim,ama ver diyen olursa verebilirim...




Son yıllarda Kuran Türkçe okunup etrafa yayıldıkça ne olduğu gözler önüne serildi..

Amacımız çok eşlilik, sariye, kölelik, kadın dövmek, ganimet gibi konuları tartışmak değil.. Onlar ayrı başlıklarda zaten tartışılıyor..


Evet Kuran ın hiçte kendi iç dünyamızda ki gibi bir kitap olmadığı ortaya çıkınca çevrede yeni tipler ve yeni söylemler türemeye başladı.. Bunlardan biride Hanifliktir..Şimdi hanifliği onların anlayışı ile tarif edelim. Zira tarihte hanifliğin ne olduğuna dair elde tek bir yazılı belge ve kayıt yoktur..


Haniflik nedir? Kısacası İbrahime tabi olmak putları reddedip Allaha ortak koşmamaktır.. Kısacası Haniflik ile Müslümanlık bu anlamda aynıdır.. Nahl-23- Bir hanîf olarak İbrahim'in milletine uy!


Buraya kadar her şey doğal.. Ama bu siteden tanıdığın haniflere bakarak Haniflerin günümüzde yaşayan milyarın üzerinde ki Müslümanların Kuran ı ve ayetleri öne sürerek uyguladıkları bir çok şeye karşı çıktıklarını görüyorum.. İşte tam bu noktada İbrahimin dini sayılan Haniflik hakkında ellerinde ilk orjinali ile bir bilgi yokken neye bakıp müslümanlara kuranda şu yoktur, bu putperestliktir diye iddialarda bulunduklarıdır?


Elbette ilk cevapları Kuran olacaktır.. Zira bazı ayetlerde İbrahimden ve haniflikten söz etmiş ama Haniflikte ne vardır ne yoktur tam bir tarifini vermemiştir.. Eğer iddiaları Kuranda geçen topu topu 10 tekil, 8 çoğul hanif kelimesinin geçtiği cümlelerse bunu haklı olarak garipserim.. Zira Kuran ifadelerinde haniflik bir dinden ziyade sadece teist anlamında yani Allaha inanan ve ona ortak koşmayan olarak geçmiştir..


Oysa Hanifler sanki kesin bilgilere sahipmiş gibi bir tutum içindedirler.. Muhammedi de hanif olarak kabul etmelerine rağmen hem Kuran da yazılı, hem de Muhammedi tasvir eden hadislerde yer alan tanımlamaların çoğunu reddederek İslam bu değildir bu putperestliktir derler.. Muhammed Haniflerin dediği gibi bütün bunları yapmadıysa nasıl olurda elimizde bunu destekleyen tek bir kayıt olmaz?


O zaman aklımıza şu geliyor.. O zaman Muhammed hanifliği esas alıp gerisine yaşadığı dönemde kendi doğru saydığı putperest inançlar katıp ortaya atmıştır, vahiyle ve Allahla hiç bir alakası yoktur..


Hanifliğin İslamla uyuşmayan bir tarafı ise Allah son din olarak İslamı seçtim demesine rağmen Hanifliği İslamın önüne koymalarıdır.. Elbette bunu yaparken ne yaptıklarının farkında değiller..


"Şu da emredildi: "Yüzünü, bir hanîf olarak dine çevir. Sakın müşriklerden olma!" (Yunus Suresi 105)

Ayetten anlaşıldığı gibi ortada Hanif diye bir İbrahim dini yok.. Haniflik İslamın Allah'a inanıp ona ortak koşmama ilkesi diyebiliriz.. Ama ortada birde din var.. Gözlemlediğim kadar ile hanifler için bu din milyarlarcainsanın inandığı İslamiyet değil.

 Tekrar aynı soru hanifler İbrahimin hanif olarak yaşadığı İslam dinini neye dayanarak 1400 yıldır milyarlarca insanın kendilerini hanif olarak addedip inandığı İslamiyetten farklı algılıyorlar? İbrahim İslam ı ile Muhammed İslamı arasındaki farkları ortaya sunmak için ellerinde İbrahim in İslamına dair bilgi olması gerekmez mi?


Bana göre Hanifilik günümüzde İslamdan bağımsız ayrı bir din haline girmiştir.. Aslında buna din demekte doğru değil bir inanç olmuştur.. Peki ama neden böyle olmuştur? Din, günlük yaşantının anlaşılmaz ve tehlikeli ortamı içinde gönül huzuruna iç huzuruna götürecek bir yolun bulunmasıdır. 

Kuran ın yazılışı üzerine 1400 yıl geçmiştir ve 1400 yıl önce günlük yaşantıda anlaşılmaz olanlar anlaşılır hale gelmiş, o dönem gelenek ve ahlakında normal sayılan olgular günümüzde yadsınır olmuştur.. Elbette günümüzde 1400 yıl öncesinde ki gibi yaşayan milyarlarca inanır mevcuttur.. Zaten onların da küçük yaşta evlilik, kölelik, yağmuru allah ın yağdırması, gemileri Allah ın yüzdürmesi ile bir sorunları yoktur..


İşte bunlarla sorunu olanlar günümüz gerçekleri ile bağdaşmadığını içsel olarak farkedip duygusal mantıktan arınamayanlar için bir çıkış yolu gerekiyor.. İşte burada dinle özdeş tutulan ama bu iç içelikte tamamen farklı olan inanç devreye girmektedir.. 

İnanç kişinin kendi iç dünyasıdır ve dinden bağımsızdır.. İşte bazıları inançlarının birey psikolojisinde gördüğü işlevlerini dinlere aktarıyorlar.. İnanç, akıl ve mantık yürütme sonunda varılan bir çıkarıma değil, genellikle; korku, umut gibi insani hasletlerin ortaya çıkardığı "ihtiyaca" dayanır.

Bütün olan biten yaşandığı dönemde çok normal olup, binlerce yılın içinden süzülüp hiç değişime uğramadan günümüze ulaşmış arkaik dini uygulamaları kendi iç dünyalarında çevre ve ailenin oluşturduğu çağının gerçekleri ile harmanladığı inançlarıyla bağdaştırma çabası sonucudur..


Durum böyle olunca ortaya Hanifilikten tutunda, Moon Tarikatına kadar onlarca new age inanışının çıkması gayet normaldir.. Zira artık 21 yy da Haniflik sadece Allaha inanıp ona ortak koşmama tanımını aşıp new age bir din haline getirilmiştir..
aşık74 isimli Üye şimdilik offline konumundadıraşık74 isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.Mesajı Moderatöre bildir Alıntı ile Cevapla
HANİFLİK
HANİFLİK: Hiç bir dini görüşün hiçbir meşrebin cemaatin hiç bir beşeri sistemlerin ortaya koyduğu inanış ve yaşam biçimlerinden etkilenmemiş olup çevreye ve kainata baktığı zaman Berrak, bağımlı olmadan ön yargı ve ön bilgilerden beyinleri kirlenmemiş ve kalplerin marazlanmamış kötü duygu ve kötü emelleri kendisinde barındırmayan saf ve temiz bir duruşla gelen bilgilere karşı beyin antenlerinin açık olup, dinledikten sonra bir ölçüyle tartabilen anlayış demektir.

Bir başka deyişle Yaratılışa fıtrata yönelerek Olayları inceleme ve tahlil etme sonucunda bulduğu bulgulara yönelme anlayışı demektir. Bu anlayışı kendisinde barındıranların adı da haniftir.

Hanifelik bir din değildir. Hanifelik dinlere ön yargısız ve kalbi marazlı olmadan bakabilme saf arı duru bir anlayışı ortaya çıkarabilmenin adıdır. Böyle düşünenler ancak doğru yolu ve doğru bir dini yakalayabilirler.

İşte Kuranda Hanifliğin öğülerek Hazreti İbrahim’in yakınları annesinin ve babasının şirk içerisinde olduğu kirli bilgilerin toplumun bütününü istila ettiği halde yalnız başına saf bir arayışla doğru bilgiye ve inanca ulaşabilmiştir. 

O toplum içerisinde sadece yerleri ve gökleri yaratan Allah'ı bularak kulluğu ve ibadeti ona yapmayı başarabilmiştir. onun dışındaki bulunan yaratıklara ait dinleri onun önüne geçirmemeyi sevgide saygıda ihtiramda sadece ve sadece ibadeti ve kulluğu Allah'a yapmayı anlaması kavraması Allah tarafından övülmektedir.

3/67- İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.

Müşrik: Allah'ın Rabliğine ortak koşandır. Her insana sorsan seni kim yarattı desen Allah der. Ama ateist olsa da Allah'ın varlığını fıtratlarında olan bir sesi dinlediklerinde, onlar inkâr ettiklerinden dolayı gerçeği gizlediklerinden onlara gerçeği örtme anlamında kuran kâfir kelimesi kullanmaktadır. Bu evrenin tesadüfen yaratılmayacağını aklı olan her insan kavrar ve bilir. Ama inkâr edişinden dolayı tabiat der diö der. Allah demese de Allah'a atfedilen kelimeleri söylerler.

Bu da gösteriyor ki Allah'ı inkar edenlerin sayısı dünyada yok denecek kadar azdır.

39/38- Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler."

Asıl sorun Allah'ın varlığını kabullendikten sonra, Allah'a ortak koşma sorunudur. İşte Bu Ortak koşma olayı kuranın belirlediğine göre iki tip din anlayışına sahip insanlardan gelmiştir. Puta tapıcılar ve ehli kitap olanlardandır.

Puta tapıcılar Allah'a inandıkları halde Onları İslamdan nasip almayı engelleyen ata dininin onların beyinlerini kirlenmiş olmalarıdır. Bir bağımlılıkları olduğundan dolayı onların beyin antenleri doğruyu yakalamaktan uzak kalıyor. İşte Kuran imranın karısının duasından bahsederken şunları söylemiştir.

3/35- Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.

Bağımlı olmak; Bedeni alışkanlıklara zarar verip, bedeni tahrip ettiği gibi İnsanlar o madde bağımlılığından zarar olduğunu anladığı zaman insan ondan uzaklaşmak istese bile vücut ondan uzaklaşmayı bir türlü kabul etmeyip ondan ayrılamıyor. 

İçki içenin içkiyi bırakamaması eroin içenin ondan ayrılamaması fuhuş yapanın fuhuş yapmayı bırakamaması onları kendisine bağımlı kılmam-asından kaynaklanmamaktadır. Elbette Bu Bağımlı olmak bir hastalıktır. İnsan isterse O hastalıklardan uzman yardımı ile kurtulabilir. Ama onu kendisinden uzaklaştırmak her yiğidin harcı değildir.

Beyinleri Kirlenmiş olanlar düşüncelerde ata dinine ve ehli kitap gibi âlimlerini peygamberlerini Rab edinme konusunda bağımlı olanlar da doğru bir anlayışa gelmesi zor gözükmektedir.. Beyinlerini o kirlilikten temizlemedikçe Ne söylesen nasıl deliller getirsen onlar Kabul etmezler. Çünkü Onların gözleri kör kulakları sağır kalpleri mühürlenmiştir.

2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
ATEİST DÜŞÜNCENİN DİNİ!

Ateist olanlar ateist olmayı her ateistim diyenler, düşünme tahlil, incelemeden sonramı bu ateistliği kabullendi. Hayır. Bu Ateistlik bir beşeri bir din uydurma anlayış şeklidir. Onlarda temel İnanış, Allah'ın Rabliğini Allah'ın veliliğini terbiye edip gözeticiliğini kabul etmemeleridir. Onlara göre Allah kitap ve peygamber göndermez. Ve ahir et âlemi de yoktur. Her ateist bu felsefeyi atalarından duydukları şekilde devam ettirip durmaktadırlar.

6/148- Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık."

Onlardan öncekiler de, Bizim zorlu-azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak "zan ve tahminle yalan söylersiniz."

23/82- Dediler ki: "Öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz mi diriltilecek mişiz?"

23/83- "Andolsun, bu tehdit, bize ve bizden önceki atalarımıza yapılmıştı; bu, geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir."

75/3- İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?

4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

5- Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.'

6- "Kıyamet günü ne zamanmış" diye sorar.

İşte Puta tapıcıların din anlayışları bu dur bu miras kendisinden sonra gelen müşriklerin devam ettirip durdukları bir dindir. Ahi ret alemine inanmazlar sadece hayatın dünya olduğuna inanırlar.

23/34- "Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz."

35- "O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va'dediyor?"

36- "Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat..."

37- "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz."

38- "O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah'a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz."

45/24- Dediler ki: "(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi "kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor." Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.

İşte Puta tapıcıların müşriklerin veya ateistlerin veya materyalistlerin veya deistlerin din anlayışları bu olduğundan dolayı onlar gelen bilgileri önyargısız bir şekilde dinleyemedikleri için veya dinlemeye sabır gösteremedikleri için onların hakka gelmeleri zorlaşıyor.

EHLİ KİTAP OLANLARIN BAĞIMLILIKLARI!

Kuran Ehli Kitap olanların bağımlılıklarını da şöyle tanımlamaktadır. Onlar Allah'a Allah'tan Bir kitap geldiğine Peygamberler olduğuna Ve ahi ret gününe iman ettim dediği halde Zan ve tahminlere dayanarak kendilerine bir takım âlimleri meşrepleri mezhepleri papazları, din koyucu yasa koyucu kabul ettiklerinden dolayı onlar doğru yolda değillerdir. Hatta öyle aşırı boyutlarda sevgiyi saygıyı Allah'ın önüne geçirerek Peygamberleri ilahlaştırıyorlar.

2/79- Artık vay hallerine; Kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için "Bu Allah Katındandır" diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara, vay kazanmakta olduklarına,

Allah kendi peygamberlerini kendisine itaat ve kulluk etmekten başka bir şey için göndermediği halde, Kitap ehli olanlar peygamberlerini sanki haram ve helal koyma makamına yükselmelerinden dolayı onları hidayete eriştirmiyor.

5/116- Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen."

117- "Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahid olansın..

İşte Bu Gün de İslam toplumlarında binlerce ortaya yol edinerek Allah'ın helâlını Allah'ın haramını değiştirerek din uydurmuşlardır. Bunlar Kuranın dışında kendilerine bir takım yollar edinerek peygambere ve âlimlere taparak bağımlı hale gelmekten kendilerini sağlıklı düşünmeye getirememişlerdir.

Ama Müslüman olanlar, hanif olanlar, gelen bilgileri ön yargısız olarak dinlerler ve doğru olana teslim olurlar.

Kuran Allah'ın Müslümanım diyenlerin yaşadıkları hayatı klavuzlayan bir kitaptır. Evet, Allah Yerleri ve gökleri hiç kimseden yardım almadan ve hiç kimseye muhtaç olmadan yarattığı gibi, İnsanlar için dünya hayatında Düzgün yaşamaları ahlaklı hayat sürmeleri kimseye zulmetmemeleri ve kabul eden Müslümanların kardeşçe birbirlerinin hukukuna saldırmadan yaşayarak, Mutlu bir toplum olmayı hedeflemiştir.

Kurana uymak ve onun getirdiği prensipleri, hayata geçirmek insanın kendisi için faydalıdır. Senin sapıp sapmama Allah'a ne etkisi zararı veya faydası olacaktır. İşte Vahiy orijinli dinden sapanlar dünya hayatında helak olup gitmişlerdir. İşte Allah Kullarına Sapmamaları için böyle bir kitap göndermiştir.

Bir Öğretmenin Anlattıklarını dinleyen öğrenciler öğretmenini kendilerine o ders konusunda veli olduğuna inananlardır. Allah'a iman etme de Allah'ın veliliğini kabul ederek onun söylediklerini hayata geçiren Müslümanlardır.

Öyleyse, Hanif bir din değildir. Hanif Her türlü bağımlılıktan kendisini arındırmış Fıtrata yaratılışa yönünü çevirerek halis saf bir dini yakalayabilme sahip insanlar demektir.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Böyle bir dini yakalayıp hayatına uygulayanlar Allah katında değere tabi tutulacaktır. Ne Kâfir olanların ne de Allah'tan olmadığı halden Allah’tandır diyen ehli kitabın dinlerini Allah asla kabul etmeyecektir.

41/33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
Kuranianlamametodu.blogspot.com