RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA
Kur’an hakkında birçok
Kur’an’a ilgi duyanlar, gerek tefsir konusunda gerekse Kur’an’da geçen
kıssaları anlama konusunda birçok tefsir ve kitaplar yazılmış hala yazılmaya
devam etmektedir.
Kur’an Yerleri ve
gökleri yaratan onlara bir düzen ve intizam veren Allah’ın insanlar içerisinden
duyarlılığını gösteren bir elçi aracılığı ile, Allah’ın insanlara dünya
hayatında, insanlarla Allah, insanlarla insanlar ve insanlarla insanların
dışında yaratılmış olan varlıklarla nasıl bir iletişim kurulacağının yolunu
yöntemini öğreten, sadece o kitaptan sorguya çekileceği ilahi bir yaşam
projesidir.
43/44- Ve
şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan)
sorulacaksınız.
Kitabımda belki bu güne kadar duymadığınız bazı
şeyler duyacaksınız. Sizin asırlardır öğrene geldiğiniz din anlayışı ile
Kur’an’ın anlatmış olduğu din anlayışı arasında bu kadar nasıl farklılıklar
olduğu konusunda sizi şaşkınlığa uğratacak ve sizi silkeleyecektir.
Otuz altı yıllık Kur’an’ı anlama konusundaki
göstermiş oluğum, çaba ve gayretlerim beni böyle bir kitap yazmaya sevk etti.
Kitaba, “KUR’AN’IN KONUŞMA DİLİ “ İsmini vermemin sebebi Kur’an kendi üslubu ve
anlatım sanatı ile kendisini tanımlamış olmasındandır.
Kur’an; Son nebi ve resulün peygamber oluşu ile
başlayan bir konuşma dili yirmi üç yıllık iniş sürecindeki anlatımlar kendi dili
ve üslubu ile ne demek istediği anlatılmıştır. Arapça bilmek ile Kur’an’ı
anlamak arasında yakın bir alaka yoktur. Arapça bilmek ayrı bir ilim Kur’an’ı
anlamak ayrı bir ilimdir. Eğer Arapça bilmek ile Kur’an anlaşılmış olsaydı, Tefsir
yapanların genelde hepsi Arapça bilenlerdi. Ama hiçbir müfessirin bir ayet veya
Kur’an’da geçen bir kıssa hakkında söylediği, hiç birisini tutmadığı
görülmektedir. Bu da gösteriyor ki, Kur’an’ı anlamakla Arapça bilme ile
yakından alakası olmadığını göstermektedir. Peki, Kur’an Arapça bilmeden nasıl
anlaşılır? Sorusu ister istemez hemen bir soru olarak karşımıza çıkacaktır. Şimdi
onu açıklamaya çalışayım.
Kur’an edebi sanatlarda olduğu gibi, iki farklı
anlatım şekli kullanmıştır. Edebi sanatlarda Nasıl hakiki anlatım, mecazi
anlatım sanatı varsa, Kur’an’da da bunun karşılığı muhkem anlatım müteşabih
anlatım şekli vardır. Asıl Kur’an’ı doğru anlamada engel teşkil eden muhkem
anlatım değil, müteşabih anlatım şeklidir. Yani edebi sanatlarda kullanılan
mecazi anlatım şekli gibidir.
Mecazi Anlatım; Bir kelimenin veya bir deyimin
kendi anlatım şekli dışında farklı anlamlara gelen anlatım şeklidir. Kur’an’da
bunun karşılığı müteşabih anlatım şeklidir. Kur’an’da geçen müteşabih olan bir
ayeti anlayabilmek için Kur’an’ın konuşma dilini ve kültürünü anlamak ve onunla
ilgili Kur’an’da geçen bütün ayetleri bilmek gerekmektedir.
Kur’an’da geçen müteşabih bir ayetten örnek
vererek insanların, Kur’an’ın konuşma dilini anlamadıklarından dolayı ne kadar
çarpık bir din anlayışı, ortaya çıkardıklarını gözler önüne sereceğim inşallah.
6/39-Ayetlerimizi yalan sayanlar
karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu
dosdoğru yol üzerinde kılar.
الَّذِينَ كَذَّبُواْ
بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَن يَشَإِ اللّهُ يُضْلِلْهُ وَمَن
يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى
صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun
fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ
sırâtın mustakîm(mustakîmin).
1.
|
ve
ellezîne
|
: ve o
kimseler, onlar, ...olanlar
|
2.
|
kezzebû
|
:
yalanladılar
|
3.
|
bi
âyâti-nâ
|
: âyetlerimizi
|
4.
|
summun
|
:
sağırdır
|
5.
|
ve
bukmun
|
: ve
dilsizdir
|
6.
|
fî ez
zulumâti
|
:
karanlıklar içinde
|
7.
|
men
yeşâi
|
:
kim(i) dilerse
|
8.
|
allâhu
|
: Allah
|
9.
|
yudlil-hu
|
: onu
dalâlette bırakır
|
10.
|
ve men
|
: ve
kim(i)
|
11.
|
yeşe'
|
:
dilerse
|
12.
|
yec'al-hu
|
: onu
kılar, yapar
|
13.
|
alâ
|
:
üzerinde
|
14.
|
sırâtın
mustakîmin
|
:
Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol)
|
Mütercimlerin
yapması gereken şey, ayetin tercümesini kendi dillerine doğru olarak çevirip
ayetin ne anlatılmak istendiğini okuyucuların kendilerine bırakmaktır.
Bazı Arapça
bilen kardeşlerimiz ayetlerin kastettikleri manaları yakalayamadıklarından
ayetlerin çevirisi hakkında kelimeleri eğip bükmektedirler. Oysa Kur’an bir
ayetin ne anlatmak istediğini kendi içerisinde anlatmaktadır. İşte okuyucu ve
Kur’an üzerinde anlaşılması konusunda emek harcayanlar, Kur’an içerisinde o
ayetin veya kelimelerin ne anlama geldiğini anlamalıdırlar. Yani bir ayete bir
anlam verirken Kur’an’da geçen hiçbir ayetin anlamını zedelememeli aynı zamanda
sünnetullaha, yani Allah’ın kâinata koyduğu yaslara ters düşmemelidir.
Şimdi asıl
konumuzu ilgilendiren ayette Allah “dilediğimi saptırır dilediğimi hidayete
erdiririm “ diyor. Ayetin yukarıda da orijinal olan metninde bu geçmektedir.
Ama ayetin bu
ifadelerden neyi murad ettiğini yakalanmak gerekir. Bu müteşabih bir ayettir.
Yani konu içerisinde kendi söylemiş olduğu gerçek anlamının dışında farklı
anlamlara geldiği bir gerçektir.
Allah’ın
teşbihte hata olmazsa insanlardan birisine gel kulum seni öyle istiyorum
saptırıyorum, birsine de gel kulum seni öyle istiyor ve diliyorum hidayete
erdiriyorum demesi olacak şey değildir. Çünkü Allah bütün İnanlara eşit
uzaklıktadır. Allah birine torpil yapıp doğru yola getirmediği gibi, birisine
de zulüm yapıp yanlış yola da götürmez.
İş gelip gelip,
muhkem ve müteşabih ayetlerdeki, farklılığın ayırt edilememesi ve müteşabih
ayetlerdeki kastedilen anlamın farklı olduğu konusunun anlaşılamamasından
kaynaklandığı görülmektedir.
Her dilde
mecazi anlatım ve gerçek anlatım olduğu gibi, Kur’an’da da bunun karşılığı
muhkem ve müteşabih anlatımdır. Bunlar doğru anlaşılmazsa, Kur’an’daki
konuların anlaşılması mümkün olmamaktadır.
Bizim
kültürümüzde ayetin anlatmak istediği anlam şöyle olmalıdır. Allah, Kimseyi
saptırmaz, Allah kimseyi hidayete erdirmez. Allah İnsanlara hem sapacak eğilimi
ve malzemeleri, hem de hidayete gelebilecek eğilimi ve malzemeleri verir
kişileri yapmış oldukları, doğru ve yanlış davranışlarının sonucuna katlanmak
koşulu ile karar verdiği istikamette yollarını açar ve kolaylaştırır. Sapık
yolu tercih edenleri saptırdım, bağışlanma yolunu tercih edenleri de hidayete
erdirdim der.
Ayetin kendi
anlatım şekli gibi olmadığını iki ayetle anlatmaya çalışalım.
76/2-
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan
dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik;
(artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Ademe isimlerin öğretilmesi,
gerek kendi öz yapısına yerleştirilmiş olan takva ve iblis olgusuyla, kendisine
bir olay karşısında farklı iki ses gelerek kişilere gideceği yönde teklif
sunmaktadır. Yani insan takva yoluna gitmeye karar verse de, İblisin teklifleri
yönünde gitmeye karar verirse de kişilerin kendi vermiş olduğu yön hangi
istikamette ise o istikamette bilgi öğretilmektedir.
Denenmeye tabi tutulan insanlar
sapma ve hidayete gelme yönünde vermiş oldukları karara kendisi istemedikçe hiç
kimsenin müdahale etme hakkı ve şansı yoktur. Kişiler kendi vermiş oldukları kararların
sonuçlarına ister müspet yönden, isterse menfi yönden kendileri sorumludurlar.
Kur’an’da geçen mucize, helak,
kader, şefaat, melek, iblis, şeytan, cin, kavramları doğru olarak anlaşılamadığından
Kur’an kıssaları da doğru anlaşılamamıştır. Yazmış olduğum Kitap iki yüz on iki
sayfadan ibarettir. Bu kitapta bunların hepsi işlenmesi mümkün değildir. Ama Bu
kitabımdan sonra Kur’an’da geçen kıssaları önem sırasına göre okuyucuları yeni kitaplarla
yeni konularla Allah ömür verirse devam edeceğim inşallah.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise
bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN- ANAMUR
17-8-2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder