17 Ağustos 2016 Çarşamba

“KUR’AN’IN KONUŞMA DİLİ” İSİMLİ YAZMIŞ OLDUĞUM KİTAP HAKKINDA KISA BİR BİLGİ SUNMAK İSTİYORUM!


 RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA

Kur’an hakkında birçok Kur’an’a ilgi duyanlar, gerek tefsir konusunda gerekse Kur’an’da geçen kıssaları anlama konusunda birçok tefsir ve kitaplar yazılmış hala yazılmaya devam etmektedir.

Kur’an Yerleri ve gökleri yaratan onlara bir düzen ve intizam veren Allah’ın insanlar içerisinden duyarlılığını gösteren bir elçi aracılığı ile, Allah’ın insanlara dünya hayatında, insanlarla Allah, insanlarla insanlar ve insanlarla insanların dışında yaratılmış olan varlıklarla nasıl bir iletişim kurulacağının yolunu yöntemini öğreten, sadece o kitaptan sorguya çekileceği ilahi bir yaşam projesidir.

43/44- Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

Kitabımda belki bu güne kadar duymadığınız bazı şeyler duyacaksınız. Sizin asırlardır öğrene geldiğiniz din anlayışı ile Kur’an’ın anlatmış olduğu din anlayışı arasında bu kadar nasıl farklılıklar olduğu konusunda sizi şaşkınlığa uğratacak ve sizi silkeleyecektir.

Otuz altı yıllık Kur’an’ı anlama konusundaki göstermiş oluğum, çaba ve gayretlerim beni böyle bir kitap yazmaya sevk etti. Kitaba, “KUR’AN’IN KONUŞMA DİLİ “ İsmini vermemin sebebi Kur’an kendi üslubu ve anlatım sanatı ile kendisini tanımlamış olmasındandır.

Kur’an; Son nebi ve resulün peygamber oluşu ile başlayan bir konuşma dili yirmi üç yıllık iniş sürecindeki anlatımlar kendi dili ve üslubu ile ne demek istediği anlatılmıştır. Arapça bilmek ile Kur’an’ı anlamak arasında yakın bir alaka yoktur. Arapça bilmek ayrı bir ilim Kur’an’ı anlamak ayrı bir ilimdir. Eğer Arapça bilmek ile Kur’an anlaşılmış olsaydı, Tefsir yapanların genelde hepsi Arapça bilenlerdi. Ama hiçbir müfessirin bir ayet veya Kur’an’da geçen bir kıssa hakkında söylediği, hiç birisini tutmadığı görülmektedir. Bu da gösteriyor ki, Kur’an’ı anlamakla Arapça bilme ile yakından alakası olmadığını göstermektedir. Peki, Kur’an Arapça bilmeden nasıl anlaşılır? Sorusu ister istemez hemen bir soru olarak karşımıza çıkacaktır. Şimdi onu açıklamaya çalışayım.

Kur’an edebi sanatlarda olduğu gibi, iki farklı anlatım şekli kullanmıştır. Edebi sanatlarda Nasıl hakiki anlatım, mecazi anlatım sanatı varsa, Kur’an’da da bunun karşılığı muhkem anlatım müteşabih anlatım şekli vardır. Asıl Kur’an’ı doğru anlamada engel teşkil eden muhkem anlatım değil, müteşabih anlatım şeklidir. Yani edebi sanatlarda kullanılan mecazi anlatım şekli gibidir.

Mecazi Anlatım; Bir kelimenin veya bir deyimin kendi anlatım şekli dışında farklı anlamlara gelen anlatım şeklidir. Kur’an’da bunun karşılığı müteşabih anlatım şeklidir. Kur’an’da geçen müteşabih olan bir ayeti anlayabilmek için Kur’an’ın konuşma dilini ve kültürünü anlamak ve onunla ilgili Kur’an’da geçen bütün ayetleri bilmek gerekmektedir.

Kur’an’da geçen müteşabih bir ayetten örnek vererek insanların, Kur’an’ın konuşma dilini anlamadıklarından dolayı ne kadar çarpık bir din anlayışı, ortaya çıkardıklarını gözler önüne sereceğim inşallah.

6/39-Ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar.

الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَن يَشَإِ اللّهُ يُضْلِلْهُ وَمَن يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى 
صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
1.
ve ellezîne
: ve o kimseler, onlar, ...olanlar
2.
kezzebû
: yalanladılar
3.
bi âyâti-nâ
: âyetlerimizi
4.
summun
: sağırdır
5.
ve bukmun
: ve dilsizdir
6.
fî ez zulumâti
: karanlıklar içinde
7.
men yeşâi
: kim(i) dilerse
8.
allâhu
: Allah
9.
yudlil-hu
: onu dalâlette bırakır
10.
ve men
: ve kim(i)
11.
yeşe'
: dilerse
12.
yec'al-hu
: onu kılar, yapar
13.
alâ
: üzerinde
14.
sırâtın mustakîmin
: Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol)

Mütercimlerin yapması gereken şey, ayetin tercümesini kendi dillerine doğru olarak çevirip ayetin ne anlatılmak istendiğini okuyucuların kendilerine bırakmaktır.

Bazı Arapça bilen kardeşlerimiz ayetlerin kastettikleri manaları yakalayamadıklarından ayetlerin çevirisi hakkında kelimeleri eğip bükmektedirler. Oysa Kur’an bir ayetin ne anlatmak istediğini kendi içerisinde anlatmaktadır. İşte okuyucu ve Kur’an üzerinde anlaşılması konusunda emek harcayanlar, Kur’an içerisinde o ayetin veya kelimelerin ne anlama geldiğini anlamalıdırlar. Yani bir ayete bir anlam verirken Kur’an’da geçen hiçbir ayetin anlamını zedelememeli aynı zamanda sünnetullaha, yani Allah’ın kâinata koyduğu yaslara ters düşmemelidir.

Şimdi asıl konumuzu ilgilendiren ayette Allah “dilediğimi saptırır dilediğimi hidayete erdiririm “ diyor. Ayetin yukarıda da orijinal olan metninde bu geçmektedir.

Ama ayetin bu ifadelerden neyi murad ettiğini yakalanmak gerekir. Bu müteşabih bir ayettir. Yani konu içerisinde kendi söylemiş olduğu gerçek anlamının dışında farklı anlamlara geldiği bir gerçektir.

Allah’ın teşbihte hata olmazsa insanlardan birisine gel kulum seni öyle istiyorum saptırıyorum, birsine de gel kulum seni öyle istiyor ve diliyorum hidayete erdiriyorum demesi olacak şey değildir. Çünkü Allah bütün İnanlara eşit uzaklıktadır. Allah birine torpil yapıp doğru yola getirmediği gibi, birisine de zulüm yapıp yanlış yola  da götürmez.

İş gelip gelip, muhkem ve müteşabih ayetlerdeki, farklılığın ayırt edilememesi ve müteşabih ayetlerdeki kastedilen anlamın farklı olduğu konusunun anlaşılamamasından kaynaklandığı görülmektedir.

Her dilde mecazi anlatım ve gerçek anlatım olduğu gibi, Kur’an’da da bunun karşılığı muhkem ve müteşabih anlatımdır. Bunlar doğru anlaşılmazsa, Kur’an’daki konuların anlaşılması mümkün olmamaktadır.

Bizim kültürümüzde ayetin anlatmak istediği anlam şöyle olmalıdır. Allah, Kimseyi saptırmaz, Allah kimseyi hidayete erdirmez. Allah İnsanlara hem sapacak eğilimi ve malzemeleri, hem de hidayete gelebilecek eğilimi ve malzemeleri verir kişileri yapmış oldukları, doğru ve yanlış davranışlarının sonucuna katlanmak koşulu ile karar verdiği istikamette yollarını açar ve kolaylaştırır. Sapık yolu tercih edenleri saptırdım, bağışlanma yolunu tercih edenleri de hidayete erdirdim der.

Ayetin kendi anlatım şekli gibi olmadığını iki ayetle anlatmaya çalışalım.

76/2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Ademe isimlerin öğretilmesi, gerek kendi öz yapısına yerleştirilmiş olan takva ve iblis olgusuyla, kendisine bir olay karşısında farklı iki ses gelerek kişilere gideceği yönde teklif sunmaktadır. Yani insan takva yoluna gitmeye karar verse de, İblisin teklifleri yönünde gitmeye karar verirse de kişilerin kendi vermiş olduğu yön hangi istikamette ise o istikamette bilgi öğretilmektedir.
Denenmeye tabi tutulan insanlar sapma ve hidayete gelme yönünde vermiş oldukları karara kendisi istemedikçe hiç kimsenin müdahale etme hakkı ve şansı yoktur. Kişiler kendi vermiş oldukları kararların sonuçlarına ister müspet yönden, isterse menfi yönden kendileri sorumludurlar.
Kur’an’da geçen mucize, helak, kader, şefaat, melek, iblis, şeytan, cin, kavramları doğru olarak anlaşılamadığından Kur’an kıssaları da doğru anlaşılamamıştır. Yazmış olduğum Kitap iki yüz on iki sayfadan ibarettir. Bu kitapta bunların hepsi işlenmesi mümkün değildir. Ama Bu kitabımdan sonra Kur’an’da geçen kıssaları önem sırasına göre okuyucuları yeni kitaplarla yeni konularla Allah ömür verirse devam edeceğim inşallah.  
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN- ANAMUR
17-8-2016
                       



Hiç yorum yok: