20 Eylül 2014 Cumartesi

BİRİNCİ BÖLÜM; KUR'AN’IN KONUŞMA DİLİ VE KUR'AN KISSALARI NASIL ANLAŞILMALIDIR?





RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

KURAN KENDİ KENDİSİNİ TEFSİR ETMİŞTİR.

Önce Kuran’ın ne olduğunu bir tanımlamaya çalışalım.

Kuran; Allah’ın Kendisine muhatap aldığı insanlara, dünya hayatının her alanında, kendileri ile Allah, kendileri ile diğer insanlar ve kendileri ile kendileri dışında yaratılmış olan varlıklar arasında nasıl bir iletişim kurularak dünya hayatında düzgün, ahiret hayatında üzülmeyecek bir sonuca ulaştıran Allah’ın kurguladığı ve Muhammed resul ile gönderdiği bir hayat projesinin adıdır.

17/9- Şüphesiz, bu Kur’an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.

Kuran, Arapça olarak indirilmiş bir kitaptır. Bunun da sebebi Arapçanın kutsal oluşundan değil, Muhammed’in Arap toplumu içerisinde Arapça dil bilen ve konuşan birisi olduğundandır. Nasıl bir mucide gelen ilham ona bilmediği bir konuda bir fısıltı geldiğinde onu etrafında olan insanlara kendi dili ile izah edip açıklıyorsa, Muhammed’e gelen vahyi bilgileri de Muhammed kendi dili ile etrafında olan insanlara açıklıyordu.

41/2- (Bu Kur’an,) Rahman ve Rahim’den indirilmiştir.
41/3- Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) ‘fasıllar halinde açıklanmış’ Arapça Kur’an (veya okunan) Kitap’tır;
Peki, sizce Muhammed’e bu Kuran hangi dilde indirilmeliydi? Kuran onlara da şu cevabı vermektedir.
41/44- Eğer Biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.”
Vermiş olduğumuz ayet örneklerinde, Kuran Muhammed’e eğer kendi anladığı dilde inmemiş olsaydı Muhammed yabancı bir dilde olan Kuran’ı onların anlayacağı bir dilde açıklaması gerekirdi. Kendilerinin anlayacağı dilde geldiği halde bu sefer başka dilde neden indirilmedi diye yakınmaktadırlar. Bu da kalpleri marazlı olanlar onlar hangi şekilde inerse insin mutlaka itiraz edeceklerdi.
Bakınız Kuran Kuran’ın nasıl indirildiğini şöyle anlatır.
2/97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
Genelde İslam toplumlarında Kuran’daki geçen altı bin iki yüz otuz altı ayetin tamamı Cebrail tarafından Allah’ın peygambere iletildiği anlayışı hâkim olmuştur
Oysa Kuran’da geçen hiçbir ayette vahiyleri Cebraillin getirdiğine dair bir ayet yoktur. Kuran içerisinde topu topuna üç yerde Cibril kelimesi geçer. Birisi vermiş olduğumuz Bakara doksan yedinci ayet, diğerleri de bakara doksansekiz ve tahrim suresi dördüncü ayetlerdir.
Böylece de Kuran’ın Kuran ile nasıl tefsir edildiği ile ilgili makalemizin başlığına uygun olan anlayışa girmiş bulunuyoruz.
Şimdi söylediğimiz her sözün, Kuran’daki bir ayetle karşılığının tescillenmesi gerekir. Eğer Kuran’da kullanılan bir kelime veya bir ayeti doğru olarak anlayabilmişsek mutlaka ama mutlaka Başka ayetlerle ve aynı zamanda pratik olan hayat evren yasaları ile de uyum halinde olması gerekir. Bu söylediklerimizi Kuran’dan değişik sure ve ayetlerden örnekler vererek ispatlamaya çalışalım.
42/51- Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ayette Kast edilen mana şudur. Allah Bütün insanlarla konuşur. Ancak hayata farklı bakan insanlarla üç farklı şekillerde konuşur.
1-Peygamberlerle konuşma şekli; Bu konuşma şekli direk aracısız olarak ilka ve ilham yoluyla konuşma şeklidir. Sadece böyle konuşma şekli nebilerledir. İşte örnekleri şunlardır.
81/19- Şüphesiz o (Kur’an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah’tan getirdiği) sözüdür;
Gerçekten elçi olan Muhammed bu Kuran’ı Cebrail aracılığı ile mi? Yoksa Allah ile direk olarak mı? Konuşuyormuş? onu anlamaya çalışalım.
53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
53/5- Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi öğretmiştir.
Mütercimin ve genelde mütercimlerin beşinci ayette Vahyi bilgileri Cebrail tarafından öğretildiği konusunda birleşmektedirler.
Oysa yukarıda örneklerini vermiş olduğumuz ayetlerde Allah ile direk aracısız olarak konuştuğu anlaşılmaktadır.
Cibril: Allah ile nebiler arasında vahiy getirip götüren melek değil, bizzat Allah’ın nebilerle konuşma olgusunun adıdır. Şimdi ikinci konuşma şeklini anlamaya çalışalım.
 2- “perde arkasından” konuşma şekli; Bu konuşma şeklini anlayabilmek için, Kuran içerisinde geçen perde kelimesinin hangi anlamında kullanıldığını anlama ile çözüme ulaşacaktır. Şimdi Kuran içerisinde bir sörf yaparak perde kelimesi geçen ayetlere şöyle bir göz atalım.
Perde kelimesi, Kuran içerisinde on üç yerde geçtiğini görmekteyiz. Ama perde kelimesi geçen her ayet kendi öz anlamını yitirmeden konuşlandığı yerde ve ayette o ayete yeni bir boyut kazandırmaktadır. Şimdi bunlardan bir kaç tane anlaşılması açısından örnekler vermeye çalışalım.
17/ 45- Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.
Eğer, bu ayette kullanılan perdeyi Musa ile Allah’ın tefsirlerde anlatıldığı ve anlaşıldığı gibi anlarsak Kelimeyi yerinden oynatarak zulmetmiş oluruz.
Demek ki, Bu ayette geçen perde kelimesi, İnkâr edenler için kullanılmış bir kelimedir. Her ayet Kuran içerisinde o kadar mucizevî bir şekilde yerine oturtulmuş ki, Ciltlerle izah edilmeye zemin hazırlamaktadır. Ancak bu ayette kastedilen manayı başka sure ve ayetlerden örnek vererek kısacık da olsa bakış açısını yakalamaya çalışalım.
Kuran, insanları temel olarak iki kısma ayırmaktadır. Birincisi Rabbin yolunda, Allah’ın terbiyesi ile hayatını düzenleyenler. İkincisi de rabbin terbiyesi dışında hayatını düzenleyenlerdir. Bir başka ifadeyle şeytan ve şeytanın yolunda yürüyenlerdir.
Rabbin terbiyesi dışında olanlarla Allah’ın konuşması, Gelen nebileri ve resulleri kabul etmemeleri ve bundan dolayı da gelen vahiylere karşı gözlerinin kör kulaklarının sağır ve kalplerini de kendi istekleri ile hikmetle hayata bakmayı kapadıklarından dolayı Allah onlara kalplerini mühürledik ifadesi kullanmaktadır.
 18/ 57- Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
Dünya hayatında, İnsanlar nasıl hayata bakmak ister ve bakarsa, Allah Onların bakış açısına göre yollarını açar ve kendi yollarının dosdoğru olduğunu sanırlar. Şu anda Dünya hayatında binlerce din ve yol farklılıklarında yürüyen insanlara sorsan onlardan istisnasız hepsi yollarının dosdoğru olduğunu söylerler ve sanırlar. Nitekim Kuran onların durumlarını bize şöyle açıklamaktadır.
43/ 36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.
43/- Sonunda Bize geldiği zaman, der ki: “Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen).”
Yine konuyu uzatarak okuyuculardan tepki alacağımı biliyorum. Konuyu dağıttın ve uzattın diyecekler. Ama bunların da konunun aydınlanması için bilinmesi gerektiği kanaatindeyim. Şimdi tekrar konumuza dönelim,”Perde arkasından Allah insanlarla nasıl konuşur? Perde kelimesi Konu ve ayet içerisinde konuşlandığı yer ve anlam, Allah’tan gelen peygamberler aracılığı ile gelen vahiylere, ahiret hayatına ve kitaplarına iman etmeyen insanların beyin antenlerinin kapanması anlamında olduğu anlaşılıyor.
Peki, inkâr edenler Dünya hayatında nimetlerden istifade ediyorlar. İşte o nimetlerden istifade edebilmeleri için, eşyanın bilgisine yönelerek, Allah’ın kodlamış olduğu bilgileri çözerek eşya ile düzgün iletişim kurduklarında onlara nimetler harıl harıl yağmaktadır. Maalesef bu gün batı Perde arkasından Allah ile konuşmasını iyi becermiş ve Dünya hayatında güç ve kuvvet üstünlüklerini göstermişlerdir.
Meleklerin âdeme secdesini de kuran bu anlamda kullanmıştır.. Kim bahçesine gerekli gayreti gösterir usulüne uygun şekilde bakarsa, inansın veya inkâr etsin gösterdiği performansa uygun olarak karşılığını almaktadır.
11/15- Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.
Yani Her kim ister nankör isterse şükür etsin, hiçbir ayırım yapılmadan Allah Dünya hayatındaki çalıştığının karşılığını vermektedir. İşte Allah’ın perde arkasından konuşarak inkâr edenlere dünyalık çabalarının karşılığını vermesini perde arkasından konuşma olarak özetlemiştir.
3-Üçüncü olarak Allah’ın konuşma şekli “elçi aracılığı ile konuşmasıdır.” Bu konuşma şekli Vahiyle Allah’ın konuştuğu nebi ve resuller aracılığı ile konuştuklarının ikinci elden ulaşan ve bu vahiylerin getirdiklerini kabul eden insanlar olmaktadır. Yani her iman eden mümin Allah ile elçi aracılığı ile konuşmaktadır. Daha açık bir ifade ile her Vahiy orijinli bozulmamış Tevrat, İncil, kuran ve semavi olarak Allah’tan gelen kitapları okuyanlar Allah ile elçi aracılığı ile konuşmakta ve konuşmuş olmaktadır.
KURAN’DA GEÇEN BAZI KISSALAR VE VERMEK İSTEDİĞİ MESAJ NEDİR?
Anne karnından başlamak üzere doğan çocuklar nasıl bir süreç içerisinde olgunluk yaşına ve ölümüne kadar bir süreç içerisinde değişim geçiriyorsa, Kuran da insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa insanların değişim geçirerek değiştiği her konumda yapılması gerekenleri zamana zemine uygun olarak güncellemektedir.
Çocuk, anne karnında (belki tıp ve biyoloji ile ilgili konularda o konuların uzmanı olmadığım için yanılabilirim ama yanıldığım noktalarda beni bağışlamanızı istiyorum.) Bütün canlılık dönemine ulaştığında göbek bağı ile annenin almış olduğu besinleri alarak besleniyorsa, Doğduktan sonra belirli bir zaman dilimi içerisinde çocuk hayatını anne sütü ile beslenerek idame ettirmektedir. Bu süreç belirli zamandan sonra anne sütünden ayrılarak eğitimde yine anne ve etrafındaki insanların kültüründe ergenlik dönemine kadar bağımlı olarak yaşamaktadır.
İşte bu süreçten sonra, ergenlik dönemi gelmekte ve çocuk birçok değişimler geçirerek yeni bir yaşam ve yeni bir hayat tarzı ile hayata merhaba demektedir.
4/6- Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
Ayette geçen,” Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin.”
Bu mal, dünyalık malları da kapsam içerisine alsa da asıl kastedilen anlam onun içerisinde fıtratında gizli olan “rabbim Allah’tır” veya, “Rabbim şeytanlardır” sözünün kendi özgür iradesine verilerek denenmenin özgür bir ortamda sağlanmasını gündeme getirmektir.
Bu konu ile ilgili iki ayet var onun ikisini de aktarmak istiyorum.
6/ 152- “Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.”
17/ 34- Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.
Her insanın yaratılışında hem Allah’ı rab edinecek bir eğilim ve cevher, hem de Allah’ın dışında olanları rab edinecek bir eğilim ve cevher vardır. Ancak bu cevherler her çocukta ergenlik çağına gelinceye kadar sesiz sedasız beklemektedir.
İşte İnsanların asıl yaratılış gayesi kendisini yaratan Allah’a ibadet ve kulluk yapmaktır. Denenme farklı seçeneklerden ve yollardan doğru olanı seçmek ve yapmak, yanlış olanları seçmemek ve yapmamaktır. İşte Allah insanların niçin yaratıldığını şöyle beyan der.
67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
İnsanlar ergenlik çağına geldikleri zaman onu şu sorumluluklar ve değişim beklemekte ve oluşmaktadır. Şimdi bunları maddeler halinde ayetlerden yaşamdan örnekler vererek izah etmeye çalışalım.
1- İnsanlara emanet yüklenmektedir.
33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
Buradaki Yüklenen emanet Yaratılışta vermiş olduğu sözün arkasında durması ve yaşamını ibadetlerini ölümünü namazını Allah adına okuyarak ve yaşayarak Erginlik çağından bunaklık ve ölümüne kadarki süreçte arkasında olmasıdır.
7/ 172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
İnsan yaratılışı Allah’ı rab kabul edecek şekilde yaratılmıştır. Ancak insanları diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerden birisi İnsana Yaratılışta vermiş olduğu sözden caymayı teklif sunan bir varlığın insanoğluna yüklenmesidir. İşte Bütün insanların doğuştan ergenlik dönemine kadar, yerlerde ve göklerde yaratılmış olan melekler gibi doğuştan ergenlik çağına kadar. Tertemiz ve günahsız olmasıdır.
7/ 20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
İşte tam bu dönem her insanın, yaşamının farklı bir boyuta taşındığı dönemdir. Ergenlik bu dönemde olmakta, Yasak ağaç bu dönemde gündeme gelmekte, Dünyadaki cennetten bu dönemde çıkarılmakta, evlenme çağı bu dönemde oluşmakta, iki farklı seçenek ve iki farklı yol bu dönemde karşısına çıkarılmakta, kitap ve hikmet bu dönemden sonra verilmekte, asıl önemli olanı iblis ve takva olgusu bu dönemde yerleştirilmektedir.
Eğer, İblis olgusu insanlara yerleştirilmemiş olsaydı, ne denenme ne cennet ne cehennem ne de akıl ve irade olgusu da insanlarda olmazdı. Asıl insanların denenmesine vesile olan onu asıl yaratılış gayesinden uzaklaştırmayı teklif sunan iblistir.
İblis:  Her insana kendi öz içerisinden, Yaratılıştaki vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır sözünden caydırmayı teklif sunmakla görevli bir melektir. Gerçi insan her eylemini meleklerin kendisine yardımı ile gerçekleştirmektedir. Bu da demek oluyor ki, insan Allah’ın emirlerini yaparken meleklerin hizmeti ile gerçekleştirmekte, insan Allah’ın emirlerine muhalefet etmeyi de meleklerin hizmeti ile gerçekleştirmektedir.
O zaman ayette geçen iki melek olmamak veya cennete girememek bu iblis olgusunun insana verdiği teklifleri kabul etmek ve yaratılıştaki vermiş olduğu sözden cayarak şeytan ve dostlarını veli edinerek ebedi cennete girmeyi ve orada sürekli kalmayı engellemek içindir.
2- İnsanlar halife konumuna bu dönemde erişmektedir.
Halife kelimesinin iki farklı anlamı olmakla beraber konu içerisindeki anlamı üzerinde durmaya çalışacağım.
Halife; Yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın, İnsanların hem Allah’ın yolunda hem de şeytanın yolunda, kendi özgür iradeleri ile yol seçebilmeleri ve seçmiş oldukları farklı yollardan dilediklerini seçerek seçmiş oldukları yollarda özgürce davranmalarıdır. İşte farklı yollarda iki farklı seçenekle yol almak isteyenlerin her iki yolda da gitmeleri halinde hizmet edecek meleklerin olması onları halife konumuna taşımaktadır.
2/ 29- Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, herşeyi bilendir.
2/ 30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
Meleklerin âdeme secde etmesi İnsanların ister küfür yolunda isterse da hak yolunda seçmiş oldukları yollarda emirlerine amade olarak hizmet etmesi anlamındadır.
Eğer, Söylemiş olduğum doğru olmamış olsaydı İnkâr eden ve şeytanın yolunda yürüyenler devamlı iman eden ve Salih amel işleyenlere karşı, mağlup olurlardı. Oysa görülüyor ki inkâr edenler dünya hayatında üstünlüğü sağlamış, İman eden ve Salih amel işlemek isteyenlere nefes aldırmaz konuma gelmişlerdir.
Rahman, Dünya hayatında Müslüman ve kafir ayırt etmeden çaba ve gayretinin karşılığını veren Rahim ise iman eden ve Salih amel işleyenlere karşılığını ahiret hayatında veren Allah anlamındadır.
DİLEYENE İKİ FARKLI YOL, İKİ FARKLI MALZEME, VE İKİ FARKLI SONUÇ VARDIR.
Dünya hayatı, İki farklı yola gitmek isteyenlerin iki farklı ağaçtan yiyerek yarış halinde oldukları bir sınanma bir denenme salonudur. Kim dünya hayatında kendilerine verilmiş olan yetenek ve donanımı ile gerekli gayret ve çabayı gösterirse dünya hayatında, iktidar ve güç sahibi odur.
Allah bütün insanlara Hiçbir ayırım yapmadan Hem Rabbani yolda yürümeyi teklif sunan takvasını, hem de tağuti yolda yürümeyi teklif sunan fıskını vererek Hangi yola gitmeye karar verirse o yolda gidebilecek aklını da malzemeleri de vererek, Kendilerine verilen bir zaman dilimi içerisinde imtihana tabi tutulmaktadır.
Ama Aklını Asıl yaratılış gayesine uygun olarak kullanmayan insanlara hayvanlar gibi hatta daha aşağılık olduğunu vurgulayarak aklı en karlı en faydalı geçmiş ve geleceği bilen Allah’ın yol göstericiliğinde göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde kullanmayı insanlardan istemektedir.
25/43- Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.
İKİ YOL VARDIR. DOĞRU YOL- YANLIŞ YOL!
33/4- Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.
Bu ayette kalp derken kan pompalayan et parçası olan kalp değil, asıl insanın yol yöntem seçmesinde karar verme mercii olan beyindir. Her insana bir olay karşısında müspet veya menfi iki ses gelmektedir. Bu seslerden birisi takvadan diğeri ise iblisten gelmektedir. İşte bu iki farklı seslerden hangi sesin teklifine evet der onay verirse beyin o insanın kararına saygı duyar ve insanın karar verdiği doğrultuda onu destekler. Şimdi Bunları pratik hayattan örnekler vererek ayetlerle açıklamaya çalışalım.
Bir insan hiç kimsenin olmadığı bir yerde evde otelde gemide uçakta her nerede olursa olsun kendisine helal olmayan para veya nikahı altında olmayan bir kadın ilişti. Adama iblisten gelen ses veya ilham şöyle bir teklif sunar. Nasıl olsa kimse seni görmüyor ve izlemiyor. Bu parayı al veya bu kadınla yat, kendi isteklerinde kullan der. Takvadan gelen bir ses der ki, Ey insan bu parayı sen alamazsın ve bu kadını veya kadın arzulamışsa sen erkekle yatamazsın diye bir uyarı gelir Senin bu yaptığın yanlış der.  Bu yapmış olduğun yanlış davranış Allah tarafından kameraya alınmakta ve Allah seni izlemektedir. Bu yanlış davranışı yapma diye uyarır.
Ne yazık ki, İnsan bu uyarıya rağmen o haram olan başkasına ait parayı zimmetine geçir  veya zina olayını işlerse artık o hayata yanlış bakış ve yaşamla adımını atmaya başlar. Onu her yaptığı yanlış davranış yasak ağaç meyveleri ile beslenerek daha çok yanlışa daha çok dünyevileşmeye daha çok hakkı batılla örtmeye kalkarak devam eder. Artık her yaptığı yanlışa karşı bir uyarı sesi veren takva sesine karşı kulağı işitmez gözleri görmez kalbi de hakka karşı kendisinin mühürlemesi ile mühürlenip şeytani yolda yürüyen bir insan konumuna gelir.
4/76- İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.
DOĞRU YOLDA YÜRÜYNLERİN HAYATA BAKIŞLARI VE YAŞAM BİÇİMLERİ!
Doğru yol, Allah’ın göndermiş olduğu Nebi ve resullerin getirmiş oldukları vahiylerle hayatın anlamlaşmasıdır. Her nebi ve resul bulunmuş oldukları toplumlara, Kendilerinin Yerleri ve gökleri yaratan Allah’a teslim olduklarını ve yaşamını Allah’ın koyduğu kurallar içerisinde düzenlediklerini söylerler yaşarlar ve kendileri gibi diğer insanların da söylemesini ve yaşamasını isterler.
2/285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır” dediler.
Gelen nebi ve resullerin alınlarında sen Allah’ın nebisi ve resulüsün diye yazmaz. Tıpkı mucitlerin alınlarında sen mucitsin diye yazmadığı gibidir. Nasıl mucitler icatlarını bir belge olarak insanlara sunduktan sonra onun mucitliğini insanlar kabul ediyorlarsa, Peygamberler de kendi peygamberliklerini insanların bilmedikleri konularda Allah’ın onlara bildirmesi ile Olağan üstü insan aklının kavrayamadığı çelişkisiz bir bilgi getirmeleridir. Düşünen aklını kullanan insanlar onun bir peygamber olduğunu ancak test ettikten sonra kabul edip iman edebilirler.
Gelen peygamberler,  genelde Kendi öz fıtratlarında var olan ve yaratılışta vermiş olduğu sözün arkasında olup daha peygamber olmadan onların güvenirliği konusunda toplumun gönüllerinde taht kurmuş olan insanlardır. Ancak Her peygamber çocukluk çağında böyle saf ve temiz ailelerin yanında eğitilmemiş olabilirler. Onlar da mutlaka ama mutlaka yaratılışını yerleri ve göklerin yaratılış biçimini düşünerek o çelişkisiz kâinatın karşılığında çelişkisiz bir şekilde vahiy yasası, olması gerektiğini düşünerek peygamber olmuşlardır. Buna İbrahim peygamberi örnek olarak gösterebiliriz.
Ya da Firavun gibi zalim bir hükümdarın yanında eğitim alıp ergenlik yaşına geldikten ve Şuayip peygamberin yanında belirli bir müddet eğitim gördükten sonra peygamberlik makamına yükselmiş olan Musa’yı örnek verebiliriz.
Ama gerçek olan odur ki, Her peygamber, peygamber olmadan önce bir takım yanlışlıklar yapmış ama peygamber olduktan sonra vahyin gözetiminde yanlışlıkları Allah tarafından düzeltilerek toplumun karşısına söylemleri ile eylemleri uyum halinde olan birer insan olarak  çıkmışlardır.
22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Allah İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Göndermiş olduğu bir tek din vardır. O dinin adı İslam, teslim olanların adı da müslümandır. Tabiri caizse Bu dinin mimarı Allah’tır. Allah kendi dinini Peygamberleri peş peşe dizerek ardı arkası kesilmeden son nebi ve resule kadar devam ettirerek gerçekleştirmiştir. Bu yolda olanlar Tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde olanlardır.
5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Müslüman’ım diyenler Tek bir ümmet tek bir şeriat içerisindedirler. Müslüman olanların yaşamını hayatını ölümünü dirimini namazını Allah belirler ve Allah’ın belirlediğine iman ederler.
6/161- De ki: “Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif (muvahhid) dinine… O, müşriklerden değildi.”
6/162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
6/163- “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.”
İnsanlar, ilk yaratılışında insanlar içerisinde Allah’ın nebi ve resul seçtiği Âdem peygamber ile, İnsanlar içerisinden peygamber seçtiği Muhammed arasında gelmiş geçmiş bütün nebiler ve resullerin getirdikleri haramlar ve helaller arasında hiçbir farklılık yoktur. İslam toplumlarında skandal denecek kadar, yanlış bir anlayış olarak, Allah’ın göndermiş olduğu peygamberler arasında farklı şeraitler olduğu anlayışı Allah’ın rabliğine gölge düşürmektedir.
Oysa Allah Bütün peygamberleri kendi katından gelen bilgilerle hareket etmelerini emreder. Allah bir peygambere haram ettiğini diğer peygamberlere de haram etmiştir. Allah bir peygambere Helal ettiğini diğer peygamberlere de helal etmiştir.
5/ 4- Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: “Bütün temiz şeyler size helal kılındı.” Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah’ın adını anarak- yiyin. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
Yani, Allah kendisine iman eden müminleri iblis ve onun soyunu takip eden insanlardan uzak durmalarını, yasak ağaçtan yememelerini içmemelerini ve iblisin insanlara sağından solundan önünden arkasından yaklaşarak mümin olanlara yapmamaları istenen şeyleri yapmalarını teklif sunmasıyla yapmasını istediği yanlış olan şeylerden kaçınarak yapmaması gerekmektedir.
8/72- Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Müslüman olanların velisi Allah’tır. Ve aynı zamanda Allah’ı veli edinen Müslümanlar da birebirlerinin velileridir. Nasıl bir vücutta bulunan bir organ yara almışsa bütün vücudu ilgilendiriyorsa Müslüman olanlardan bir kişinin sıkıntısı başta müminlerin nebisi ve resulü olmak üzere diğer müminlerin de acısı sıkıntısı olmalıdır.
9/128- Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
Bütün nebiler ve müminlerin emir sahipleri bir vücudun beyni gibidir. Vücudun bir hücresi veya bir organı hasar gördüğünde beyin ondan haberdar ise Müslüman olanların resullerinin de her hangi bir Müslüman’ın başına gelen bir sıkıntı veya olumsuzluklardan haberdar olması gerekmektedir.
Müslüman olanlar, ister az olsunlar isterse, çok olsular yürekler tevhit akidesi etrafında bir birlerine destek olarak ayrılmadan parçalanmadan birlik ve beraberlik içerisinde olmalıdırlar. Maalesef asırlardır İslam toplumları bu tevhidi oluşturmadıklarından dolayı parça parça olarak küfrün ağzında yem olmuşlardır.
Küfür hiçbir zaman Müslüman olanların birlik içerisinde olmasını istemezler. Küfür kendi inkârlarını pekiştirmek güç ve iktidarını sürdürmek için onları mezheplere tarikatlara cemaatlere meşreplere partilere bölerek onları bir birine düşürerek işlerini görmektedirler. Ve öyle hale gelmişler ki, Bir de peygamberi kalkan olarak kullanıp ”Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.” Deyip hadis uydurarak bölünmüşlüğü meşru hale getirmişlerdir.
28/4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Küfür Kendi zulmünü devam ettirebilmesi için, kendisinin karşısında güç ve iktidar sahibi kimsenin olmasını istemez. Küfür bir taraftan zulmünü yaparken ben iyilik yapıyorum diyerek gelir. Bir taraftan da Müslüman olanları kendi içlerinde fırkalara ayırarak kendisi suya sabuna dokunmadan onları kendi elleri ile kendi kendilerini yok edip bitirme taktiği uygular.
Allah firavun ve Musa örneğini verir.  Ve bütün dünyadaki küfür güçlerinin aynı mantık içerisinde hareket ettiğini iman edenlere mesajını vererek devamlı azmış olan kavimlere karşı onları uyarmaktadır. Peki, o zaman Müslüman’ım diyenler nasıl bir metot izlemeli ki, Bu ezilmişliğin, horlanmışlığın pençesinden kurtularak kendi kimliğini bulmalı ve göstermemdir.

DEVAM EDECEK.

Hiç yorum yok: