3 Temmuz 2011 Pazar

MUTLU OLMANIN SIRRI




RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


Etrafımıza çevremize dünya üzerinde yaşayan insanlara baktığımız zaman, gün, saat, dakika, saniye geçmeden birinin birini öldürdüğünü, hırsızlık, gasp, intihar saldırı haberlerini işitiyor ve bu olaylara tanıklık ediyoruz. Peki, bunların neden ve niçin olduğunu hiç düşündünüz mü? İnsanlar hadi diyelim başkalarına karşı çıldırmışçasına canileştiğini normal karşılayalım. İnsan kendisine karşı neden canilik yapıp intihar edip öldürebiliyor?

Geçenlerde bir televizyon programında boşanmalardaki oranların arttığını, evlenme oranlarındaki düşmelerden söz edildi. Bunların mutlaka bir sebebi olmalı. Eğer mutlu olmak zenginlikte makamda mevkide tahsilde okuma oranların artışında ise, en çok boşanmalar, savaşlar kavgalar bizim aydın dediğimiz insanlar arasında olmaktadır. Peki, bu insanlar ne istiyorlar? da bu huzursuzluklar, mutsuzluklar, gün geçtikçe artış göstermektedir?


“İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” Diye bir atasözü vardır. İşte gönüllerde ayrışma, gönüllerde farklılaşma var da ondan insanlar arasında savaş öldürme yaralama gasp olaylarında huzursuzluğun mutsuzluğun yansımasını gösteriyor. Doğaya baktığımız zaman hiçbir şey sebepsiz değildir. Eğer bir yağmur yağıyorsa yeryüzünün suya ihtiyacından yağıyor. Bir ağaç kuruyorsa ya bir hastalıktan ya da susuzluktan kuruyor demektir. 

Dişlilerde bir gacırtı sesler duyuluyorsa mutlaka yağsız kaldığını anlatmaktadır. İnsanı bir ateş basmışsa mutlaka bir hastalığın habercisidir. Peki, var olan her şeydeki bu olgular bir sebep sonuç ilişkisine bağlı ise insanlardaki mutsuzluk ve arkasından gelen bu nahoş tatsız olaylar sebepsiz olabilir mi?


Hayır, elbette Olamaz. onların da mutlaka bir sebebi olmalı. Ve olmaktadır da. Bir bakıyorsun filan yerde bir kadın çocuğunu öldürmüş. Filan yerde bir koca karısını kesmiş yakmış. Bir bakıyorsun filan yerde bir kişi üç çocuğa tecavüz ettikten sonra kimsenin bulamayacağı bir yere öldürüp gömmüş, gibi haberler hiç eksik olmadan devamlı bizlere gelmektedir.

İnsanlar içerisinde kendisi de dâhil, elinde imkânı olduğu halde bütün dünyadaki insanları yakıp yok edecek şekilde canileşenler olduğu gibi, insanlar içerisinde bütün dünyadaki insanların sıkıntılarına öldürülmelerine elinde imkânı olsa engel olabilmek için canını verebilecek kadar merhametleşebilen insanlar da çıkmaktadır. 

Bu iki taban tabana zıt olan eylemin malzemesi insandır. Her iki yöndeki eylemlerin oluşmasını bizzat insan kendisi bilerek olayın farkında olarak bunu gerçekleştirmektedir. O zaman insan kimdir? nasıl bir varlıktır? Tanımını yaparak mutluluğu bozan ve mutluluğu getiren sebepler üzerinde durmaya çalışalım.


İNSAN: hem canileşecek kadar azgınlaşan eğilimi hem de merhametini kendi canını verebilecek kadar cömertleşen eğilimi ile donatılıp kendi iradesiyle denenmek için özgür bırakılan nötr bir varlıktır.

Her insana Herhangi bir olay karşısında değişik tetikleyici birbirine tamamen zıt iki ses gelmektedir. Psikoloji bu iki farklı sese içimizdeki baba ve çocuk veya alt ben üst ben ifadelerini kullanmıştır. Kuran ise, bu gelen iki sesten birinin adına takva diğerinin adına da, nefis iblis, fısk fücur ifadelerini kullanmıştır. Toplum içerisinde de takva olgusunu vicdan yürek, fısktan gelen sesin tezahürü olan davranışlara da, şeytan ve şeytan’a uyma sözcükleriyle karşılık bulmuştur.

Evet, İşte mutluluğun ve mutsuzluğun asıl sebebini teşkil eden, insanlarda farklı iki olgunun tezahürü olarak insanın kendisinde ve toplumlarda yansıdığı görülmektedir.

Her tartılan bir şeyin hem doğru tartılanı hem de yanlış tartılanı, her ölçülen bir şeyin hem doğru ölçüleni hem de yanlış ölçüleni olduğu gibi, İnsan davranışlarına da tezahür eden her davranışın bir doğru olanları bir de yanlış olanları bulunmaktadır. Eğer insan yapmış olduğu davranışlardan yanlış olanları bilerek ve kasıtlı olarak yapıyorsa bu yapılan yanlış davranışlar topluma yansırken toplum vicdanlarında derin yaralar açmaktadır. Aynı zamanda yanlışı yapan insan da bu rahatsızlığı hissederek mustazaflaşmaktadır.

O zaman mutsuz olmanın temelinde yatan, onu yaşama eyleme dönüştüren olgu iblisin veya fıskın tekliflerinin kabullenilip fiiliyata dönüştürülmesi sonucunda ortaya çıktığı izlenmektedir. Yani bir insan yanlış yaptığı davranışlardan sonra o rahatsız olmaya başlamaktadır. 

Rahatsız olan insan bu rahatsızlığı hem kendi yaşamındaki davranışlarda hem de toplum içerisindeki davranışlarda bozulmalar meydana getirerek hissettirmektedir. İnsanın kendisini ilgilendiren davranışlardaki bozukluklar eğer kendisi tarafından tedbir alınarak düzeltilmezse bu rahatsızlık gittikçe artarak kendinse zarar verdiği gibi toplumlara da zarar vermeye başlamaktadır. Bu öyle boyutlara ulaşmaktadır ki Artık o konuda uzman olanların bile onun o yanlışlıklarını frenleyecek gücü takati yetmemektedir.

İşte İnsanlar nasıl içkiye kumara eroine kokaine sigaraya karşı kullandıkça bağımlıklıları artıyor? Onu kendi esareti altına alıyorsa, Artık o geri dönüşü mümkün olmayan bir yanlışın kurbanı olarak dünya hayatında kendi kendilerinin helakine sebep olmaktadır.

İş yerinde çalışan bir arkadaşım içki müptelası olmuştu. Onunla konuştuğum zaman rahatlıyor içki alışkanlığının kötü olduğunu kavradığı halde, onu bırakamıyordu. Ne kadar doktorlara gidip içki içme alışkanlığından kurtulmak için tedavi olma yollarını denediyse de bir türlü başaramamıştı. Ve bana dedi ki keşke seninle bu içki pisliğine bulaşmadan tanışmış olsaydım da bu hastalığa yakalanmasaydım dedi. Ve o içkiyi bırakmak istese de içki onun yakasını bırakmadı. Ve sonunda genç yaşta öldü.

İnsan Kendisine nasıl zarar olan şeyleri yiyip içtiğinde müzminleşerek onda birçok tahribatlar yaptığı ve büyüyerek devam ettiği gibi, insan davranışlarından da yanlış olan davranışlar giderek büyüyüp kendisi istese de bırakmakta zorlanacağı davranışlar haline gelmektedir. 

Yapılan her yanlış davranış onda büyük hasarlar meydana getirmekte İsteklerine cevap veremeyen hayat da onu mutsuzluğa götürmektedir. Her hastalığın bir tetikleyicisi varsa, Her davranış bozukluklarının da mutlaka bir tetikleyici unsuru vardır. Bunlar ilk başta önlem alınıp tedavi edilirse kurtulma olayı artmaktadır. Fakat insanı bir kanser gibi sarıp kuşatmışsa da artık o ne yanlış davranışlardan ne de kendisini saran hastalıklardan kurtulma şansı çok azalmaktadır.

İNSANLARDA YANLIŞ ANLAŞILAN BİR SÖZ ALLAH DİLERSE BAĞIŞLAR.

Bu Gün insanların anladığı gibi, Allah hiçbir insanı dilerse bağışlamaz. Eğer öyle olmuş olsaydı. Allah insanlar arasında adaletsiz bir konuma düşürülmüş olurdu. Bu anlayışın düzeltilmesi gerekir. Allah bağışlamayı yaratmış. İnsanlardan kendi özgür iradeleriyle bağışlanmaya talip olanları Allah bağışlar. Bir başka deyişle yapılan yanlış eylemden vaz geçerek kendini düzeltenleri Allah bağışlar.

4/116- Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi'ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.

Ayetin altında yatan hikmet budur. Allah insana aklını takvasını ve fıskını vermiş önüne de her iki yöne gidebilecek eğilimi ve malzemeleri de vermiş, insanları kendi özgür iradesiyle baş başa bırakarak Dünya hayatında imtihana tabi tutmuştur.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

İnsanların kendisi istemedikçe Allah insanları saptırmaz ve insanları bağışlamaz da. Bu anlamda kendisi ile ilgili konularda insan kendi kaderini, kendisi çizmektedir. Sermaye mal mülk güç kuvvet Allah’tan bu malzemeleri kullanmak insandandır.

Yani insan sapmak isterse kendisine sapabilecek hem güç verilmiş hem de sapma malzemeleri verilmiştir. Bunun aksine olarak da kişi kendisi doğru yolda yürümek helalerden yemek ve bağışlanmak isterse de o tarafa doğru hem hidayete gelme malzemeleri verildiği gibi bağışlanma eğilimi de verilmiştir.

8/50- Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin.

8/51- Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir.

8/52- Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Şüphesiz, Allah, en büyük kuvvet sahibidir, sonuçlandırması pek şiddetlidir.

8/53- Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.

8/54- Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

Dünya hayatı doğumla ölüm arasında geçen bir süreçtir. İnsanlar ergenlik çağına gelinceye kadar yaptıklarından ve düşündüklerinden sorumlu değildirler. Bu dönem insanları imtihan sürecine hazırlamaktadır. 

Çocukluk eğitimini peygamberlerin gözetiminde yapan insanlar olduğu gibi çocukluk eğitimini firavunlar nemrutlar gölgesinde geçiren insanlar da olmuştur ve olmaktadır. Kişinin nerede kimin kontrolünde çocukluk eğitimini geçirmesi önemli değil, imtihana başlama sürecinden bunaklık ve ölüm dönemine kadar, Allah'ın ona gösterdiği yolda yürüyüp yürümemesi asıl önemli olanıdır.

Her insan kendisinden sorumludur. Yaptığı iyi ve kötü davranışların sonucuna sadece kendisi katlanacaktır. Doğru yolu bulmak ve doğru yolda yürümek isteyenler için asla onun çocukluk döneminde bulunmuş olduğu yer ve konum önemli değildir. 

O Eğer müşrik bir toplumda bulunuyorsa o toplumdan kendisi isterse, Hazreti İbrahim gibi, kendisini o toplumun şirkinden arındırarak tevhidi yakalayabilecek donanımda yaratılmıştır. Nuh gibi bir peygamberin eğitimi altında olsa bile oğlu tevhidi bir anlayıştan uzak kalıp şirke bulaşabilmektedir. Firavun sarayında çocukluğu geçen Musa gibi bir peygamber de kendisini arındırarak nebi ve Resul konumuna gelebilmiştir.

Rüştüne ermiş olan her insan kendi kararlarını kendisi verebilecek kadar donanımlı bir halde imtihan sahnesine çıkmaktadır. Gerek doğadan gerekse insanlar içerisinden onları hem doğru yolda hem de yanlış yolda yürümesini etkileyebilecek güçler bulunmaktadır. Ama insan bunlardan kendisi istemedikçe hiç kimse onu etkileyemez konumdadır.

Ne şeytanlar ne de nebiler ve resuller, insanlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur. Peygamberler hakkı tebliğ etmekle yükümlüdürler. Şeytan da batılı teklif sunmakla görevlidirler.

14/21- Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah'ın huzuruna çıktılar da zayıflar (müstaz'aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: "Şüphesiz, biz size tabi idik; şimdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?" Dediler ki: "Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur."

14/22- İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır."

İnsanlara hem insanlardan hem de kendi içlerinden rabbin yoluna davet eden sesler geldiği gibi hem de şeytanın yoluna davet eden sesler de gelmektedir. İşte her insan burada hangi yolu tercih edip etmediğini denenmesi için imtihana tabi tutulmaktadırlar. Her insan iyi bilir ki yaptığı her yanlışta onu bir ses uyarmaktadır. Veya tamamen aksi olan bir davranışı yaptığında da ona vesvese verip yapılan güzel davranışına engel olmak isteyen, bir sesin de geldiğini fark etmektedir.

22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Nebiler ve resuller de dâhil olmak üzere, Her insana şeytan mutlaka rabbin yolunda yürüyenlere bile musallat olmaktadır. Nebileri diğer insanlardan ayıran özellik ve ayrıcalık,” Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir.” Bu olgu peygamberler dışında olan insanlarda bulunmaz. Vardır diyenler de kurana göre yalan söylemektedirler. Şeytanın vesveseler-ini Allah'ın vahyi imiş gibi saymaktadırlar.

43/ 36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur.

43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

Rabbin yolu İnsanlara evrene açılan bir pencereden bakarak evrendeki olup bitenleri insanlara ufkunu açıyorsa, şirk de bu ufku gölgelemektedir. Sadece Allah'ın yarattıkları bir takım varlıkların penceresinden insanlara evrene bakmayı göstermektedir. Her mezhep her meşrep, her tarikat ve binlerce yol çeşitleri ancak kendi daireleri içerisinde dolap beygirinin dönüp durduğu gibi dönüp durmaktadırlar.

İşte Şirkin bağışlanmaması insanların doğruyu görebilecek pencerelerin kapatılarak perdelenme sidir. Şirk kişilerin kendilerini hakka karşı duyarlıklarını kapattıklarından dolayı Allah onları bağışlamam ifadesi kullanmaktadır. Mühür ifadesi de kişilerin kendi kendilerini duyarlılıktan yoksun bırakmasıdır. İşte İmran’ın karısının Her türlü bağımlılıktan Uzaklaştırarak kızını Allah'a adaması bu anlama gelmektedir. Öldüren dirilten rızkı veren sadece ve sadece Allah'ın olduğunu bilerek Ona kulluk ona ibadet etmeyi Allah istemektedir.

İnsanların mutsuzluğu yerleri ve gökleri yaratan rabbin çizgisi altına girerek onun veliliğini kendilerine veli olarak kabul edememelerinden kaynaklanmaktadır. Eyüp’ün hastalığa karşı sabrı, İbrahim’in yanan kor ateş karşısında ateşin Yakışını hissetmemesi Bizlere onun için örneklendirmektedir.

Mutluluk; saraylarda dünyalık her türlü isteklerin karşılanarak insan önüne konmasıyla değil, Kişinin dünya hayatında ait olduğu yerdeki rolünü konumunu kabullenerek Yerleri ve gökleri yaratan Allah'a karşı ibadet ve kulluk bilincine erişmesiyle sağlanır.

MÜSLÜMAN OLAN BİR İNSANIN MÜSLÜMAN OLMAYAN İNSANLARDAN FARKI NEDİR?

41/33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Müslüman Olanlar her şeyden önce geçmiş şimdi ve gelecek hakkındaki, Bir projenin mimarı-dırlar. Müslüman olmayanlar, hayatı doğumla ölüm arasında bir süreç olarak sanırlar, ama Müslüman olanlar için dünyadaki bir hayat sadece belirlenmiş bir zaman dilimi içerisinde ekilip meyvesini verinceye kadar bir ağaca karşılıksız bakmak gibidir. Onlar için asıl hayat ahiret alemindedir. dünyadaki yaptıkları güzel ameller işlemesi, sabır ve sabır tavsiye etmelerinin sonucunda ebedi bir rahatlığa kavuşulacağı hayattır.

İşte Müslüman olanlar için, Bu hayatı dünyada iken görmek dünyadaki çektiği bazı sıkıntıların insanın mutluluğunu engellemesine izin vermiyor. İnsanın dünya hayatında en çok önüne engel olan her insanın lafını duyduğu zaman kaçıp durduğu ölümdür. Müslüman olanlar işte bu ölümü öldürmüştür. Onlar için ölüm yok olmak değil, gerçek hayatın başlamasının ilk adımıdır.

Kuran'da inen ilk sure ve ilk ayette 

“1- Yaratan Rabbin adıyla oku.” 

İfadesiyle hayatta yaşamanın kuralları insanlara öğretilmektedir. İnsanların üzerinde yaşadığı dünya hayatında hangi meslekte hangi ülkede hangi toplumda ve hangi konumda olurlarsa olsunlar, o yaşadıkları hayatı rabbin insanlara nebiler ve resuller yoluyla gönderdiği kurallar içerisinde taçlandırılması istenmektedir.

Müslümanım diyen insanlar, Önce dünya hayatında düzgün onurluca insanca Müslümanca Müslüman olmayanların içerisinde yaşayabilmesi için, önce ölüm dâhil başına gelebilecek bütün olumsuzlukları riske alacak ve ondan sonra hayatı düzgün olarak taviz vermeden yol ortasında buluşmadan yolunu dosdoğru rabbin tanımladığı istikamette yürüyebilecektir.

Allah Musa ile ilk diyaloğunu kurarken onun dünyalık anlamında biriktirdiği güçleri asa ile sembolleştirerek onları kaybetmeyi göze almasını ve asıl malın mülkün Allah'ın yanında olduğunu o kaybettiği dünyalık bütün güçlerin malların karşılığında daha fazlasını katlayarak kendisine verileceğini anlatmaktadır.

20/18الَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَىٰ

20/18 -Kâle hiye ‘asâye etevekkeu ‘aleyhâ ve ehuşşu bihâ ‘alâ ġanemî veliye fîhâ meâribu u

20/18-Dedi ki: 'O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da.

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."

İnsanları mutsuzlaştıran her şeyi bulduklarında kaybetme endişesi ile kaybettiklerinde de bir daha onu yakalayamayacakları endişesidir. Bir insan öldüğü zaman yeniden dirileceğini bilse ve bu hayattan daha güzel bir hayatın dirildikten sonra olacağını kavrasa, onu ölüm dâhil başlarına gelen hangi bir musibet onları endişelendirebilir?

Şeker hastalığına yakalanmış bir kişiyi uzman bir doktor, karşısına alıp konuşuyor. Ve karşılıklı koltuklarda oturarak rahat çaylarını her ikisi de zevkle yudumlarken, doktor hastasına şöyle söylüyor. Şeker hastalığı hiçbir strese gelemez. Onun için stresten uzak duracaksın. Şu anda bu keyfini bozacak hiçbir olay seni etkilemeyecek. Diye tavsiyelerini sıralarken hemen müşahhas bir örnek veriyor.

Şu anda keyifli keyifli çay içerken altmış yıllık bir bikrimin toplu halde bir evde duruyor. O anda bir yangın çıktı evdeki bütün birikimlerin bir anda yanıp kül olacak. Telaşlanmayacaksın çayını ağır ağır yudumlamaya devam edeceksin çay içişin bittiği zaman ağır ağır gideceksin yanan evdeki birikimlerinden gücünün yettiği oranda kurtarabildiğini kurtaracaksın. Doktor hastasına böyle öğütler veriyor.

Çünkü insan hayatıyla kazancı mukayese ettiğin zaman, kazancın insan öldükten sonra eğer bir gayesi yoksa ne anlamı vardır ki? İnsana ölüm anında eğer ahiret hayatına iman etmemişse ölümden kurtulmak veya öldükten sonra dirilip cehennem azabından kurtulmak için dünya kadar malı olsa ve o kadar da borçlanarak mal verebilecek takati olsa o ölümden kurtulmak veya azaptan kurtulmak için, fidye olarak istense gözünü kırpmadan onları seve seve verirler.

3/91- Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiçbirisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur.

5/36- Gerçek şu ki, inkâr edenler, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, bununla da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır.

İnsan Yaşamı, aklını kullanabilenler için iki boyutlu iki aşamalı bir hayattır. Dünya hayatı inişli çıkışlı sıkıntılar rahatlıklar felaketler zenginlikler fakirliklerle bezenmiş bir hayattır. Ahiret hayatı dünya hayatını hangi aşıyla aşılamışsa o aşıladığı bitkinin meyvesini alacaktır. İman edip Salih amellerle hayatını süslemiş se ahirette cennet ile karşılık görecek, eğer inkâr edip kötü amellerle hayatını süslemiş se cehennemle ebedi bir ceza ile karşılık görecektir.
Sonuç Olarak diyebiliriz ki? İnsanın mutluluğu Ancak yaratılış gayesine uygun olarak yaşamasından geçer. Onun zengin olması fakir olması hasta olması kadın olması erkek olması Onun mutluluğuna gölge düşürmediği gibi olumsuzluklar içerisinde geçen hayat da onun mutsuz olmasını gerektirmez.

İman etmeyenlerin veya iman ettim dediği halde müşrik olanların mutlu görünmesi veya kendilerini mutlu sanmaları zan ve tahminden öteye geçmez. Çünkü onların hakka karşı gözleri kör kulakları sağır kalpleri de hissizleşmiş olanlardır.

İnsanların dünya hayatında insan kanını donduracak kadar denge sizleşip, ister bir fert isterse bir toplum olarak Başlarına gelen musibetlere karşı soğukkanlılığını koruyarak sonucunu sabırla beklemeleri sonucunda görecekler ki kendileri için şer gibi görülen şeylerin belki hayır, hayır gibi görülenlerin de belki şer olabileceğini düşünmeleri gerekir.


2/216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.

Onun için Müslüman hayır olarak kazandıkları makamlar mevkiler zenginlikler şöhretler karşısında aşırı sevinerek şımarmaz, Başlarına gelen şer gibi görülen musibetler karşısında aşırı boyutlara varacak kadar üzülmezler Müslüman bulunmuş olduğu konumda kendi üzerine düşen görevi gereği gibi yapar, gerisini Allaha bırakır. Çünkü insan kendi üzerine düşen görevlerde ancak gücünün yettiği kadarından sorumludur. Güç yetiremediği şeylerden sorumlu değildir.

2/286- Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevla’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.
"
Sonuç olarak, Mutlu olmak için yaratanın ortaya koyduğu projeye uygun olarak inanıp yaşamakla ancak sonuç alınabilir.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN-ANAMUR




http//kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com

2 yorum:

Behruz dedi ki...

Ellerine ve gözlüne saglık Ali hocam...Keşke yazılan her yazıyı okusalar...Gerçekden güzel bir yazı.Allah razı olsun sizden.Selam ve saygılarımla.

Ali Rıza Borazan dedi ki...

Teşekkür eiyorum Behruz Kardeşim Allah sizden de razı olsun senin de dillerine sağlık