29 Eylül 2011 Perşembe

4-MÜDDESİR SURESİNİN TEFSİRİ.




RAHMAN RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA;


74/1- Ey bürünüp örtünen,

Yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan Nazik bir sesleniş, Ey bu güne kadar toplumlardaki yanlış davranışların derdini kendisine dert edinip de. İlahi vahye muhatap olan ve bu yanlışlıkların çözümü karşısında duyarlılığı doruk noktasına varan resul!

74/2- Kalk (ve) bundan böyle uyar.

Artık Kendi kabuğunu yırtarak toplumun içerisine gir ve onları usulüne uygun bir şekilde uyar.

74/3- Rabbini tekbir et (yücelt)

Yerleri ve gökleri yaratan insanı dünya hayatında eğiten ve doğru yolu gösteren Allah'ın rabliği altında bir çıkışla onun ismini onun rabliğini duyur. Ve insanlar bundan habersiz olmasınlar.

74/4- Elbiseni temizle.

Kuran yine mecazi bir anlatım sanatı kullanarak sanatsal üslupla anlatmaya başlamaktadır. Elbise kelimesini Kuran bütünlüğüne baktığımız zaman iki anlamda kullanmıştır. Birisi takva elbisesi bu elbise insanın iç dünyasının vahiy aydınlığı çerçevesinde aydınlanarak kinden nefretten düşmanlıktan kendisini aydınlatması ve arındırması demektir.

İkinci elbise ise toplumlara ve dış dünyaya karşı kendisini arındırması ve insanların karşısına hem giyiniş hem de davranış olarak temiz halis bir davranış ve eylemle karşılarına çıkmaları demektir. Biz konu içerisinde Kuran'ın dış elbiseden mi takva elbisesinden mi bahsettiğini ancak ayetlerin geliş seyrinden anlamaktayız. Şimdi Kuran'dan örnekler vererek söylediklerimizi açmaya çalışalım.

7/26- Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.

7/27- Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.

Bu ayetlerde bahsedilen elbise dikkat ederseniz takva elbisesidir. İnsanlar iç dünyalarında iki yola gidebilme dürtülerinin kaynağı bulunaktadır. Birisi takva vicdan denilen rabbani yola insanları kanal ize eden dürtüdür, diğeri ise iblisin yani fıskın yani nefisin insanı dünya yaşamına kılavuzluk eden dürtüdür. İşte kuranın lisanı haliyle izah ettiği insanda yaratılırken imtihan alanına insanın girmesi ve denemeye tabi tutulması insanda iblis olgusunun ortaya çıkışıyla başlamıştır.

Allah ise insanın iblisin vesveselerine kapılarak insanın dünya hayatında yaşamasını onaylamamakta takva elbisesinin insan hayatında yeşermesini ve anlamlaşmasını istemektedir. İşte müddesir suresinde “elbiseni temizle” diye bahsedilen ayetin asıl anlamı budur. İblisin insana verdiği vesveselerden kurtularak takvanın insana verdiği tekliflerin dürtülerinin önce kendisi içerisinde bir karar verme noktasına gelmesinden getirilmesinden söz edilmektedir.

İkici Anlamda kullanılan elbise ise, İnsanlara karşı insanların namahrem yerlerini sıcaktan soğuktan korumak için bahsedilen elbisedir.

16/80- Allah, size evlerinizi (içinde) "güvenlik ve huzur bulacağınız yerler" kıldı ve size hayvan derilerinden hem göç gününde, hem yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana kadar giyimlikler-döşemelikler ve (ticaret için) bir meta kıldı.

16/81- Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.

Bu ayrıntılara girmemizdeki asıl sebep bununla ilgili ayetler geçtiği zaman konu içerisinde hangi anlamda kullanıldığını önceden bilgilenip rahat anlaşılabilmesi açısındadır.

Dikkat ederseniz Allah nebi ve resulüne hangi elbiseden bahsettiği konu içerisinde arkasından gelen ayette anlaşılmaktadır.

74/5- Pislikten kaçınıp-uzaklaş.

İnsan davranışları insanın öz yapısında var olan olguların tezahürüdür. Eğer insanlarda kötülüklere karşı bir eğilim dürtüsü olmamış olsaydı insanlar da melekler gibi sadece kendilerine kodlanmış bilgiler çerçevesinde hareket ederlerdi. İnsanları meleklerden ayıran temel özellik insanları kötülüğe sevk etmesinin dürtüsünü veren iblis olgusunun var olmasıydı.

İnsanlardan iblis olgusunu kaldırsan atsan insanlar da melekler konumunda olurlar, yeryüzünde savaş yapmazlar, adam öldürmezler kan dökmezlerdi. Ve verilen görev alanı dışına çıkmazlardı. İşte insanı imtihan olmaya tabi tutan olgu iblisin insan içerisinde kötülüklere karşı istekte bulunmak içindir. bu kötülükler ilkesinin sembolü de Kuran'da şeytan olarak anılmaktadır. Konuyu fazla uzatmadan ve dağıtmadan bir ayet örneği vermek burada yerinde olacaktır.

7/ 20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

7/21- Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.

7/22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?"

İşte takva elbisesiyle fısk elbiselerinin kuranda bahsedilen en tipik örneklerdendir. Eğer insan yapısında iblis ve onun ilkelleşerek kötülükler haline gelen davranışları olmamış olsaydı kadın ve erkek hepsi birer melek olurlardı.

Bir insandan hem bir peygamber hem de bir şeytan çıkabilmektedir. Peygamberler ve şeytanların ham maddesi insan olan insandan ortaya çıkmaktadır. Eğer insanların kendi dinamiklerinde kötülüklere ve güzelliklere karşı eğilimi olmamış olsalardı insanlardan ne peygamber ne de şeytanlar türerdi. 

Ama dünya hayatında insanların omuzlarına yüklenmiş bir emanet sorumluluk ve görev vardır. Zaten insanların hangisinin kendi özgür iradeleriyle bu sorumluluğu yerine getirebilecekler diye imtihana tabi tutulmaktadırlar.

33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

İşte Allah’ın insanlara yüklediği emanet Dünya hayatında insanlara adam olma hüviyetlerini hiçbir zaman şeytanın eline kaptırmamak onun oyuncağı haline gelmemektir. İşte pisliklerden uzaklaşmak budur. İşte takva elbisesi budur. İşte temizlenmek budur.

74/6- Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.

İnsanların yapmış oldukları iyi ve kötü davranışların karşılığı insan ve evren kuralları dışında Allah'ın özel bir yardımı olmadan karşılığı ahiret âleminde verilecektir. İnsanlar. Bazıları bazılarına iyilik yaptıkları zaman Onlardan isteyerek ve istemeyerek bir takım kötülükler gelebilmektedir. 

Onlardan gelen kötülükler sanki Allah o iyiliğin karşılığı imiş gibi Allah'tan kötülük geldiğini sanmaktadırlar. Hayır; Allah insanlara dünya hayatında yapmış olduğu kötülüğün karşılığını da vermez yapmış olduğu iyiliğin karşılığını da vermez. Allah öyle ya da böyle iyiliği kötülüğü rızkı ortaya koymuş insanların seçimine bırakmıştır.

74/7- Rabbin için sabret.

Seni terbiye eden sana ilim ve hikmeti veren Allah isteseydi dünya hayatında bütün insanları tek bir ümmet tek bir şeriat altında toplayabilirdi. bunlara gücü yeterdi. Ama insanları Dünya hayatında hangisinin güzel davranışlar ortaya koyup koymayacağını Allah denemektedir. İnsanlar dünya hayatında ibadet ve kulluk için yaratılmışlardır. 

Ama onların kulluk dışında yol almaları Allah'ın istediği değildir. Allah'ın kulluğu dışında yol Alanlar şeytanın dostları ve arkadaşlarıdır. Onlar asla Müslüman olanlara karşı iyi davranış ve iyi niyet beslemezler. Ve onlar devamlı sen Kuran'ı okudukça ve yaşadıkça sana karşı kin ve nefretleri artacak bunlara karşı sen sabret. Ve yolunda dimdik istikrarlı bir şekilde yürü.

74/8- Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman,

Evet, burada hem insanların ölümünden hem de insanoğlunun dünya hayatındaki işlevinin bitişini ve bütün kâinatın yok oluşunu, ve yeni bir yaratılışla yaratılacak olan kıyametten söz etmektedir. İnsanlar ölünceye kadar bu zulüm ve işkencelerini sürdürebilirler. Dikkat ederseniz sabır ayetleri Müslüman olanların Mekke döneminde güç ve kuvvet sahibi olmadıkları zamanda çokça zikredilmektedir. Eğer Müslümanların palazlanıp güç ve kuvvet oldukları Medine döneminde olsaydı, sana saldıranlara karşı sen de saldır diye emir gelirdi.

Kâfir ve zalimler için bir ecel kadar süre tanınmıştır. İnsanlar öldüğü zaman artık zulüm ve işkence bir daha yapamayacak inanmadığı ahiret âleminde bukağıların zebanilerin kızıştırılmış olan cehennemin korkunç homurtusunu işittiği zaman her şey ayan beyan ortaya çıkacak ve bir kaçış yolu da bulamayacaktır.

74/9- İşte o gün, zorlu bir gündür;

İşte o gün zorlu bir gündür. İnsanların kendi istek ve arzularına göre davranamadığı özgürlüklerin tamamen kaybolduğu yaptıkları işkence ve zulümlerin karşılığını görecekleri dehşet bir gündür.

74/10- Kafirler içinse hiç kolay değildir.

İnkâr edenler inanmayanlar için daha şiddetli bir azabın olduğu bir gündür.

74/11- Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak;

Her insan yaratılırken hiçbir zaman birisiyle beraber yaratılmazlar. ikiz ve üçüz olanlar bile oluşum ve doğumlarını tek tek gerçekleştirirler. Bunun yanında da ölürlerken insanlar ayrı ayrı herkes kendi ölümlerini gerçekleştirmektedirler. Bu yalnızlık içerisinde olan insanların bu kadar gururlanıp ve mağrurlanma ölüm anında cehenneme gidiş anında bile kimseleri yanında bulamaması, o dehşet veren bir günden kendilerini koruyamaması onları ürkütmüyor.

74/12- Ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal (servet) verdim.

Dünya hayatında insanlara mal mülk verdiği halde onlara sevgiyi saygıyı aşırı boyutlara ulaştırıp Allah’a olan saygı ve sevginin önüne geçirmişlerdir.

Düşünüldüğü zaman, gözlerini kaybeden bir insana eğer yedek parça olarak göz bulunmuş olsaydı, onu yerine taktırmak için nelerini vermezdi ki? İnsanlarda sayılamayacak kadar hücreler var birçok organları var bunların herhangi birisi işlevini kaybetse vücut düzgün olarak yoluna devam edemez. Tıpkı bir araba gibi o arıza giderilmeden randıman veremez. Allah insana bir akıl nimeti vermiş. Bir el ve ayak nimeti vermiş. Bir kulak işitme nimeti vermiş. Daha niceleri var. Bunlardan birisi eksik olduğu zaman düşünün insanlar neleri kaybediyor.

Kuran Malı hem kendisine verilmiş donanımlı bir hali, hem de evrene yaymış olduğu yiyecek içeceklerden kullanacak malzemelerden bahsetmektedir. Birkaç dakika nefes almasını engel olsan insanın hayatı biter. O zaman insana kendisini ve kâinatı yaratan ve yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlunun önüne seren Allah’a bir teşekkür etmez mi? 

Bu ne biçim nankörlüktür. Teşekkür asıl hak sahibi olan Allah'a değil de Allah'tan alıp insanlara verene yapmak asıl hak sahibini görmezden gelmek olur. İçilmesi zehir zıkkım olan sigara bile ikram ettiği zaman onun önünde bel büküp eğilirken, her şeyini donatan Allah'a teşekkür etmemek gerçekten adil olmayan bir davranış olsa gerektir.

74/13- Göz önünde-hazır çocuklar (verdim).

Bu konu ile ilgili olayı, Kuran şöyle anlatmaktadır.

7/189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız."

7/190- Ama O, onlara (Adem'in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda Ona ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.

7/191- Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

7/192- Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye.

7/193- Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.

7/194- Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Allah çocuk sevgisini insanların özüne öyle yerleştirmiş ki Sevgiyi ve ona olan bağı Allah'a olan sevginin ve bağın önüne geçirilmektedir. Mal mülk kadınlar erkekler babalar analar yakınlar hep birer nimet ve zenginliktir. Hiçbir varlık Allah'tan daha önemli değildir. bu sebeple de onlara olan sevgi ve bağlılık Allah'ın önüne geçirilemez onların yakınlığı ve uzaklığı adil davranmayı da engellememesi gerekmektedir.

4/135- Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

Allah'a olan sevgi ve hürmet onun koyduğu ilkelerin yüceltilmesi ve hayatta anlam haline gelmesidir. Allah’ın ayetlerinin yeşermediği söz edilmediği bir toplum şeytanın hükmünün geçerli olduğu toplumdur.

74/14- Ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim.

İnsana o kadar mal mülk verdi ki; İnsan Allah’ın verdiği bu nimetlere şükretmedi.

74/15- Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur).

Hatta daha arttırması için istekte bulunur. Bir dünya kadar malı olsa bir dünya kadar daha olmasını ister. Durmadan sermayesinin üzerine sermaye koymak ister. Oysa, insanın dünya hayatında ne kadar yiyeceği olabilir ki? İhtiyacının dışındakileri infak etmesi gerekirdi. Kazandıklarından hiç ahiret âlemine götürebilen var mı?

74/16- Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır."

Malları ilahlaştıran arttırdıkça artıranlar, Allah'ı gereği gibi kadrini kıymetini takdir edemeyenler, Allah'ın göndermiş olduğu emir ve yasaklara karşı kulaklarını tıkayanlar gözlerini kapatanlar ve kalp hislerini kaybedenlerdir.

74/17- Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim.

İşte o tip insanları Ahiret âleminde Allah'ın yaratığı cennet nimetlerinden mahrum etmek için dünyada cehennemin azabını tattırmak için sarp bir yokuşu kolaylaştıracaktır.

92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

Allah Dünya hayatında halife olarak yarattığı insanlara iki yol iki amaç vermiştir. Her iki yola gidebilmenin metodolojisini de ortaya koymuştur. Kim hangi yolu seçerse o yolun amacına kendisini ulaştırmak için yolları kolaylaştırmaktadır. Bakınız şu ayetler bunu çok güzel açıklamaktadır.

92/5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,

92/6- Ve en güzel olanı doğrularsa,

92/7- Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.

Bu İman eden ve Salih amel işleyenler için geçerli olan bir ifadedir. Kim Allah'a ve onun gönderdiği nebi ve resullere inanıp kötülüklerden kendisini arındırır sa ve kendisine verilmiş olan nimetlerden ihtiyaç sahiplerine aktarırsa işte o yolda olanlara Allah cenneti kolaylaştıracaktır. Cennet nimetleri, girenlere zorlukla karşılaşmadan seferber edileceği dünya hayatında kazandıklarının hasadının karşılığının verileceği bir yerdir. Bu Müslüman olanlar içindir.

92/8- Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,

92/9- Ve en güzel olanı yalan sayarsa,

92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

Kim de Allah’ın kendisine verdiği nimetleri cimrilik ederek gerektiği zaman ihtiyaç sahiplerine vermez de sakınırsa ve üstelik kibir ve gurur onu sararsa ahiret âlemini de yalan sayarsa biz de cehennemi onun için kolaylaştıracağız.

Düşünün; içkinin kumarın fuhuşun sigaranın bağımlılığına yakalanmış insanlar o bağımlılıktan kendileri içilmesini, istemedikleri halde bir türlü kurtaramıyorlar. Alışmak kudurmuş olmaktan beterdir diye bir söz var. Tıpkı onun gibi, insan neye alışırsa onun peşinden gidiyor. Bu ister iyi yolda olsun isterse kötü yolda olsun.

Kötü yolda gidenlere cehennem kolaylaşmakta iyi yolda gidenlere cennet kolaylaşmaktadır.

74/18- Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tespit etti.

Her insanın doğasında karar verme aşamasına gelebilmesi için bir şura heyeti toplanır. Mecliste hükumet ve muhalefet diye anılırken insanda da aynı olgu takva ve nefis diye geçer. Her insan takvadan gelen sesler doğrultusunda karar vermek istediği zaman, Kendisine gönderilmiş olan vahiyler çizgisi içerisinde yapacağı işi kararlaştırır. 

Kişi fısk ve fücur yolunda gitmek isterse kendi hevasına uygun olanı tercih eder kararını o yönde verir. Hazreti Yusuf’u Vezirin hanımı karşısında muhafaza eden nefisi ona da o isteği teklif sunduğu halde Allah haram ettiği için ondan kaçınmayı başına gelecek olan her türlü zorluklara rağmen karalı kılan onun Muttaki oluşuydu.

12/53- "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."

İşte iman eden ve kararını verip Rabbin yolunda yürümek isteyenlerle kararını verip nefsin, iblisin, şeytanın yolunda yürümek isteyenlerin tutum ve davranışları herhalde bir değildir.

74/19- Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

Rab; Belli ki müstekbirin bu halinden hoşnut değil. Koyduğu ölçü hak ve adalet ilkelerine uymayan bencil bir karar.

74/20- Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

Belli ki yaratanın hiç hoşuna gitmeyen ve müstekbirin vermiş olduğu kararın ne kadar yanlış olduğunu vurgulamak için bize aynı ifadeyi iki sefer kullanmaktadır.

74/21- Sonra bir baktı.

İnsanlar ilk yol seçimlerini yaparlarken nötr bir konumdadırlar. O karar verme aşamasındaki insanın konumunu anlatmaktadır.

74/22- Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.

İşte kararını nefsinin bencil tutkuları yönünde veren insanları bir profilini çizmektedir.

74/23- Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar).

Artık şeytani yolda gidişin kararı verilmiş Kibir-lenmiş gururlanmış olarak maratonda koşmak için yerini kendisi belirlemiştir.

74/24- Böylece: "Bu, yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür" dedi.

Onun büyüklük gururu Mal ve servet bakımından yoksun olan, toplumun büyüklerinden de olmayan bir nebinin getirdiklerini yalanlamakla hayata başlarken ilk yanlış adımını atmış oluyor.

Bu yanlış hayata bakış deli bir meyve ağacının aşılanmışı gibidir. o bir zar ile hayatın meyvesini vermektedir. İman edenler hayata vahyin penceresinden bakarlar ve onun bahçesinde yerler içerler, İman etmeyenler ise küfrün penceresinden bakarlar ve onun bahçesinde rızıklanırlar. Ama Allah insanlara küfrün penceresinden bakmayı ve o bahçenin ağaçlarından meyvelerinden yememeyi insanlara salık vermektedir.

74/25- "Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.

Kuran hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olmayan insanlar bu ifadeyi kullanmaktadırlar. Eğer onlar Kuran'ın çelişkisiz mucizevî bir anlatımını kavrayabilmiş olsalardı, asla Kuran'ın bir insan tarafından uydurulmuş bir kitap olduğunu söylemezler ve söyleyemezlerdi.

Bu gün dünya üzerinde bulunan ateist ve deist inancına sahip olanların tümü peygamberlik olgusuna inanmazlar. Dolayısı ile onların ahiret âlemine olan inançları da yoktur. Kuran bu olayı anlatırken şöyle buyurmaktadır.

6/91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar.

Evet, Allah insanlardan bir elçi seçerek bilgi vermesini kabul etmeyenler bir aldanış ve bir yanılma içerisindedirler. Onun kendi bilgisiyle böyle insanların toplanıp da bir araya gelseler meydana getiremeyecekleri bir kitabı meydana getirmesi ve tecrübî bir bilgiyle ortaya konması olacak bir şey değildir. Eğer bir insan yazması olmuş olsaydı içerisinde birçok aykırılıklar olacaktı. Oysa, Kuran'ı okuyanlar ve onu iyi anlayanlar Kuran'da muazzam bir uyumluluk olduğunu anlayabilirler.

4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

74/26- Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.

Hayatın haramlarla harmanlanmış bölümünü seçenler için dünya hayatında başlarına bir takım evrensel ve toplumsal kurallara uyama nedeniyle bir takım belalar gelmektedir. Ama dünya hayatında yanlış gidişin asıl bedelini insanlar ahiret âleminde yeni bir yaratılışla yaratılarak cehennemle ödeyeceklerdir. İşte nebi ve resuller, bu haberi vermek için asıl gündemlerini oluşturmaktadırlar. Bu haberi insanlar o belaya çarptırılmadan uyarmaktadırlar.

Helak kavramı da müfessirler tarafından yanlış anlaşılmış bir kavramdır. Allah dünya hayatını bir deneme imtihan salonu, ahiret hayatını da onun hasadının oluşacağı yer olarak tanımlamıştır. Nebilerin asıl getirdikleri mesaj ahiret âleminin varlığını insanlara duyurup haber vermek ve o hayata karşı o hayattaki bir takım olumsuzluklar gelmeden dünya hayatında iken onların uyarılmasıdır. Bir örnek verelim.

6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

İşte helak kavramı dünya hayatında iken cehenneme gidiş yoluna yürüyerek geriye dönüşü mümkün olmayan bir sarmalın içerisinde boğulması kaybolması demektir.

Kavimlerin helakinden kuran söz ederken ahiret âleminde olacak olan bir olayı sanki dünya hayatında olmuş gibi bir anlatım ortaya koymaktadır. Eğer kuranda geçen Nuh tufanı Lut kavminin samut kavimlerinin helak mecazi anlamda değil de gerçek anlamında anlatılmış olsaydı şu verecek olduğum ayetlerle tezatlık teşkil ederdi.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Dünya hayatında deneme sınama var. anlatılanlar gibi verilmiş helak ve cezalar yoktur.
74/27- Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?

Cehennem hakkında insanların vahyi bilgiler dışında bilgi edinebilecekleri hiç bir yer yoktur. Ateist ve deistlerin yanıldıkları en büyük yanı burasıdır. Onlar “ Allah beşerden bir adam aracılığı ile vahiyler göndermez” İnancındadır. Bu sebeple vahye karşı duyarsız kalmaktadırlar. Kuran cehennemin ne anlama geldiğini bakınız devam eden ayetlerde nasıl izah etmektedir.

74/28- Ne alıkoyar, ne bırakır.

Ayette ifade edilen ne alı koyar ne de bırakır ifadesini kuran başka ayetlerde izah etmektedir. Dünya hayatındaki insanların bedenleri yaratılış olarak belirli bir ateş onları yaktığı zaman ölürler. Bir daha da dünyaya geri gelmezler. Ama Ahiret hayatında ölüp de kurtulmak yoktur. Onların derileri yandıkça dökülür. Tekrar yenilenerek azap devam eder.

4/56- Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Dünya hayatında yaratılmış olan vücut ateşe dayanıklı değildir. Ateşe atarsan iman etmeyenlere göre ölür ve kurtulur,. Ama ahiret hayatında insanlar yeni bir yaratılışla yaratılıp ebedi bir azaba dayanıklı hale getirileceklerdir.

56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

74/29- Beşere delicesine susamıştır.

İman etmeyen ve zulmünü dünya hayatında yaptıkça artıranlar, kendilerinin yapmış oldukları bu zulmün bedelini ödemeyeceklerini sanan insanlara karşı cehennem sabırla kendilerine gelecekleri anı sabırsızlıkla gelmelerini beklemektedir. 

Gelen elçileri öldürenlere, mazlum olanlara zulmedenlere, kız çocuklarını diri diri gömenlere, hak sahiplerine haklarını vermeyenlere üç yaşındaki beş yaşındaki kızlara tecavüz edip onları öldürenlere, Annesini babasını kesip öldürenlere, güçlü olup zayıf olanlara karşı gücünü işkence malzemesi olarak kullananlara karşı cehennem diş bilmektedir. 

Bu ifadeler Kuran'da hep lisanı haliyle konuşturulmakta.

74/30- Onun üzerinde on dokuz vardır.

Dünya hayatında suç işleyenler belki yakınlarının koltuk ve makam sahiplerinin dayılarının amcalarının bir telefon etmeleriyle veya bir kefalet parası ödeyerek kurtulabilmektedir ama ahiret âleminde böyle bir şansları yoktur. Orada kaçışı mümkün olmayan bekçiler tarafından onlar azabın içerisine sürüklenerek cezalarını çekmek için sürükleneceklerdir. On dokuz ifadesi kaçışı kurtulması imkânı olmayan bekçiler tarafından etrafı sarılmaktadır. Anlamını ifade etmektedir.

74/31- Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kâfirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.

Yeri ve zamanı geldikçe Melek kelimesi üzerinde durmaya çalışacağım. Melek; İnsanların fiziki yapısı da dahil olmak üzere insanların dışındaki yaratılmış olan canlı ve cansız kendilerine kodlanmış bilgilerle insanların emirlerine amade olan varlıkların tümünün adıdır. 

dünya hayatında cehennem azabından koruyan malzeme melekler olduğu gibi, dünya hayatında insanları cehenneme atan da aynı zamanda meleklerdir. Bu aynı zamanda bir bıçağın insanlara yemeklerini yapmak için soğanını domatesini doğraya-bilen bir alet olduğu gibi, dünya hayatını, dünyasını karartan bir insanı öldürmede kullanabilen bir malzemedir, de.

Melekler iki ağızlı bir bıçak gibidirler. İnsanlar dünya hayatını onlarla güzelleştirip mamur ettikleri gibi, Aynı zamanda meleklerle insanlar dünya hayatını berbat hale getirebilirler.


74/32- Hayır; Ay'a andolsun,

Yine Kuran insanların bildikleri şeylerden göstererek atıf yaparak nasıl ayı biliyor ve görüyorsanız arkasından gelecek olan insanların bilmedikleri gayıp haberleri ile ilgili bilgi vermeye başlamaktadır.

74/33- Dönüp gittiği zaman geceye,

Yine burada bilinen bir geceyi insanlara göstererek bir şeyler anlatmak istektedir.

74/34- Ağardığı zaman sabaha,

Buraya kadar konu içerisinde nasıl ayı görüyor ve biliyorsanız nasıl güneş battığı zaman arkasından gelen bir karanlığın farkındaysanız, Nasıl gecenin ardından bir sabahın oluşunu izliyorsanız. Mutlaka bu dünya hayatının arkasından bir de ahiret âlemi gelecektir.

74/35- Gerçekten o, büyük (musibet)lerden biridir.

İşte İnsanların büyük bir kısmının inanmadığı veya insandım dediği halde inancına uygun bir yaşam tarzını sergilemediği Büyük musibetlerden biri olan cehennem azabı mutlaka gelecektir.

74/36- Beşer (insan) için bir uyarıdır.

Bu Kuran ve nebilerin getirdikleri vahiyler, o büyük azap için bir uyarıdır.

74/37- Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.
Kuran kitaptan miras bıraktıklarını üç sınıfa ayırmaktadır. Allahın verdiği malla yarış ederek ön safta olanlar, ikincisi ise orta yolda olanlar, üçüncüsü ise nefislerine zulmedenlerdir.

35/32- Sonra Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.

Bu ayet Allah'tan vahiy geldiğinin bilincinde olan ve vahye muhatap olan inanlardan bahsetmektedir. Bu insanları Kuran üç kısma ayırmaktadır. Birincisi bu vahyin aydınlığında hakla batılı doğru ile yanlışı ayırt edebildiği halde bu nimetlerden iblisin kendisini kuşatması ve gereği gibi istifade edemeyerek dünyalık zevklerini ebedi hayata tercih edenler için kullanmaktadır.

İkincisi Vahye muhatap olanlardan Allah'ın verdiği nimetlerden hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını unutmadan orta bir hayat sürenlerdir. Onlar ne cimrilik ederler ne de saçıp savuranlardır.

25/ 67- Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.

Üçüncüsü ahreti için dünya hayatından vazgeçenlerdir. Savaşta barışta hayırda malını kazandığı bütün dünyalık makamını Allah için canını dahi esirgemeden öne çıkanlardır.

59/ 9- Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.

Bu üç sınıf için ahiret hayatında ayrı bir makam olacaktır. Onlar dünya hayatında derecelerle farklı olduğu gibi ahiret hayatında derecelerle o farklılık belirginleştirecektir.

74/38- Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.

Her imtihana tabi tutulan insan bir işi pazarlık usulü almış işçi gibidir. Ücretini işi bitirdikten sonra almak koşulu ile her gün için çalışabildiği kadar kazancı kendisine aittir. İsterse on günlük bir işi beş günde isterse de on beş günde bitirsin. 

Beş günde bitirdiği zaman iki kat daha fazla kazanç sağlar ama on beş günde bitirdiği zaman da normal kazancının günlük yarısı kadar kazanç sağlar. Aynen onun gibi Dünya hayatında herkes kazanabildiği kadar ahiret âleminde karşılığını görecektir. Onun makamı orada işlemiş olduğu amellerdir. Ne yakınları ne zenginliği ne fakirliği ne de saygınlığıdır. Bir başka ifadeyle her zulüm yapanlar kendi yaptıkları zulümlerin karşılığı olarak orada tutuklanmaktadır.

74/39- Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.

Sağ ehli yani yaşamın kaynağını vahyin çizgisi olan iman eden ve Salih ameller işleyenlerdir. Bunlar için cehennemde tutuklama ve acı bir azap olmayacaktır.

74/40- Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.

Allah'ın gönderdiği kitaplarla hayatlarını bütünleştirenlerin yeri cennettir. Yine kuran burada sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlama sanatı yaparak Oradaki olayı dünya hayatında, olmadan sanki olmuş gibi bir anlatım sanatı yaparak bize gayıp ile ilgili bilgiler vermektedir. Cennet ehli kendi aralarındaki konuşmaları bize anlatmaktadır.

74/41- Suçlu-günahkârları;

Dünyada iken namaz kılanlarla alay edenler kendilerinin cehennemde iman eden ve Salih amel işleyenleri cennette gördüklerinde onlarla şöyle bir konuşma geçmektedir. Aslında hem Müslüman olanlar hem de kâfir olanlar olayı bildikleri halde böyle bir anlatımla anlatmaktadır.

74/42- "Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?"

Cehennem ehlinin özelliklerini dünya hayatında kendi üzerlerine bir sorumluluk olup yapmadıkları davranışları kendilerine itiraf ettirerek şöyle anlatmaktadırlar

74/43- Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.

Her insanın dünya hayatında kendi üzerine yüklenmiş bir sorumlukları vardır. Bunlardan en önde geleni, kendisini yaratan rabbini tanıması hayatı onun koyduğu çerçevede yaşaması gerekir. İşte Allah'a karşı başını secdeye eğmeyenler, mutlaka Allah'ın yarattıkları varlıklara secde ederler. İşte namaz kılmak Allah'a olan aczi yetinin farkında olduğunun farkına varmaktır.

 O anlayış ve yaşamla hayatı anlamlaştırmak gerekir. İşte baştan yaptıkları yanlışlık budur Allah insanlara namaz kılmayı emrettiği halde bunu yapmamak nefsin emrine teslim olarak Allah'ın rabliğinin dışına çıkmaktadır.

74/44- "Yoksula yedirmezdik."

Her varlıklı olan insanın yakınlarına uzakta olanlara mutlaka kazandığı bir maldan pay çıkarması gerekir. İşte kâfir olanlar bundan gaflet içerisindedirler. Onlar Allah'ın verdiği nimetleri kendilerinin kazandıklarını sanınca fakir ve yetime pay vermeyi unuturlar.

74/45- "(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."

Onlar bu yaptıkları yanlışları ancak şeytan ve dostlarıyla beraber yapmaktadırlar. Hak yolda gidenlerin dışında yol alanlar onların modülü olmaktadır.

74/46- "Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."

İşte insanların tartışıp durdukları din ve ceza günü ahiret âlemidir. İman etmeyenler peygamberleri ve adaleti emir edenleri öldürenler ahiret âlemini inkar edenler ve onu yalan sayanlardır.

74/47- "Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."

Evet, yakin kelimesi, insanların geleceğini sanmadıkları ölüm ve arkasından ahiret hayatıdır. Her gün İslam ülkelerinde anons yapılarak bir yakını dostu komşusu öldüğü halde maalesef aynı ölümün kendisine de geleceğini bir türlü kabul edememektedirler unutmaktadırlar. Evet, geldiği zaman ancak uykudan uyanmaktadır.

74/48- Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

Arık herkes kendi kazandıklarına karşılık bir rehinedir. Kitap önüne konmuş. Dünya hayatındaki yaşamı kameralara alınmış, kendi hayatı kendisine izlettirilerek kaçışı mümkün olmayan bir azabın içerisinde olacağını onu hak ettiğini kendisi karar verecek ve istemeyerek o azabın içerisine gönderilecektir. 

İslam âlimlerinin büyük bir kısmının söyledikleri ve anlattıkları gibi orada peygamberler ve Allah dostları şefaat edemeyecektir. Herkes dünya hayatında ahiret hayatındaki yerini ister cehennemdeki isterse cennetteki yerini kendisi hazırlayacak ve kesinlikle cennetten cehenneme veya cehennemden cennete giriş çıkış olmayacak cennete gidenlerde ebedi cennetlik cehenneme gidenler de ebedi cehennemliktirler.

2/ 48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

Bu konu geniş bir konudur. Kuran bütünlüğünde şefaatle ilgili ayetleri değerlendirdiğimiz zaman Her insanın kendi kazandıkları güzel ameller onlara ahiret hayatında onlara şefaatçi olacak ve kurtaracaktır. Eğer insanlardan bir ilerinin başka birilerine yardımı şefaati olmuş olsaydı. Allah'ın adil yargılama sıfatı ortadan kalkmış olurdu. Allah ise adildir hiç kimseye ne zulmeder ne de şefaat eder. Kimsenin kimseye şefaat etmesine de izin vermez.

74/49- Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?

Gerçek olan bu anlattıklarımız olduğu halde, bu kâfir ve müşrik olanlara neler oluyor ki gönderilen peygamberler ve kitaplar Onlara küfürlerini arttırıp durmaktan başka işe yaramıyor. Kuran bir öğüt ve bir hatırlatmadır. neden bu öğüt onların işine gelmiyor ve yaramıyor?

74/50- Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;

Burada kuran eşeklerin yabani bir hayvan veya bir arslanları gördüğü zaman ürküp kaçtığı gibi inkâr edenler de gelen peygamberlerden ve vahiylerden uzaklaştıklarını tasvir etmektedir.

74/51- Arslandan korkup-kaçmışlar.

Belgesellerde eşekleri değil de eşek cinsinde zebraların aslanları gördükleri zaman nasıl kaçtıklarını oradan izlesinler.

74/52- Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.

Evet, inkâr eden müşrikler ve kâfirler, Böyle vahiyden uzaklaşmakla kendi sonlarını, o acı azabı kendileri hazırlamaktadırlar. Onlar kendilerinin dünya hayatında yapmış oldukları kötü davranışın kitabının açılmasını istemektedirler.

74/53- Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.

Allah'tan ancak Allah'a iman eden ve ahiret âlemine inanan insanlar korkar ve onun gönderdiği emirleri ancak iman edenler dinler ve sahiplenirler. Ahiret hayatını kabul etmeyen kâfirler, uyarıları ancak alay konusu olarak kabul ederler.


74/54- Gerçek (şu ki), o (Kur'an,) elbette bir öğüttür.

Evet, o kuran yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan bir mektuptur. O insanlar için bir bilgi hazinesidir. Onu ancak iman edenler dinler ve onu kabullenirler.

74/55- Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür.

Bu ayet üzerinde biraz durmak istiyorum. Ayet insanların sapmasını hidayete gelmesini ve bağışlanmasını da içerisine almaktadır.

Allah sorumluluk yüklediği insana dünyayı ve evreni vermiş, sapmayı bağışlanmayı yaratmış, fakat insanın sapmasında da bağışlanmasında da hiçbir zaman zorlayıcı güç kullanmamıştır. Kuran okuyanlar bilirler. şeytanın insanı saptırmada zorlayıcı bir gücü olmadığı gibi, peygamber ve resullerin de insanların doğru yola gelmesinde de zorlayıcı bir güçleri yoktur.

14/ 22- İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. 

Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır."

39/ 41- Şüphesiz, sana Biz Kitab'ı insanlar için hak olmak üzere indirdik. Artık kim hidayete ererse, bu kendi lehinedir; kim saparsa, o da kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.

Yani insanın kendisi istemedikçe Bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler, ne onu saptırmaya ne de onu hidayete getirmeye güçleri yeter. Ve aileler ve toplumlar içerisinde de bunların örnekleri görülmektedir. 

Ateist deist bir aileden aileleri istemedikleri halde Müslüman insanlar çıkabildiği gibi Müslüman bir ailede de deist ve ateist insanlar çıkabilmektedir. Öyleyse kişi yol seçmede hangi toplumda olursa olsunlar kendileri yetkili ve sorumludurlar. Belki onun elini bağlarlar gözlerini bağlarlar kendi yollarına döndürmek için her işkence ve zulmü yapabilirler ama kişinin kalbine beynine hiçbir zaman müdahale edemezler.

Kuran'da da bunlara örnekler verilmiştir. Hazreti Nuh bir peygamber olduğu halde karısı ve oğlu Müslüman olmamışlardır. Hazreti Lut peygamber olduğu halde karısı Müslüman olmamıştır. Ama bunun tamamen zıddı olan firavun zalim zorba bir müşrik olduğu halde karısını Müslüman olmaktan engelleyememiştir. 

Bunun yanında Meryem ailesiyle yolunu ayırarak Allah'ın övülmüş iki kadından birisi olarak tarihe adını yazdırmıştır. Hazreti İbrahim toplumda her kesim müşrik olduğu halde onların içerisinde rabbin yolunu bularak övülmüş insanlar için tek bir ümmet olma mertebesine yükselmiştir.

O zaman insanların mazeret uydurarak yanlış yolda gitmelerine bahaneler getirmesinin hiç bir akli ve mantıki bir açıklaması yoktur. Kendisi kişi istedikten sonra ona sapacak malzemeler de vardır kişi kendisi istedikten sonra onu hidayete erdirecek malzemeler de vardır. Yani “arayan Mevla’sını da bulur belasını da bulur” sözü doğru ve isabetli bir sözdür.

Allah’ın dileyip saptırması kişilerin dilemesiyle ilgilidir. Kişiler dilemese Allah dilemez. o zaman sapma ve hidayete gelip bağışlanma malzemesi Allah’tan hidayete gelme ve bağışlanmaya yönelip sermayeyi kullanmak insanlardandır. Yani saparsa insan kendisi sapmıştır. Bağışlamışsa da insan kendisi bağışlanmayı istemek ve yönelmekle bağışlanmayı hak etmiştir.

Öyleyse insanın kendisi sapmayı dilerse, Allah saptırmayı diler, bağışlanmayı ve hidayete gelmeyi dilerse de Allah onu bağışlamayı diler ve hidayeti diler.Bu Kuran'ın anlatım sanatıdır.

74/56- Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.

Önce Ayette geçen şu ifadenin kuranda konuşlandığı şeklini bir tespit etmeye çalışalım.” Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar;” Eğer kişinin burada dâhli olmamış olsaydı, cennet ve cehennemin günah ve sevabın haram ve helâlın olmaması gerekirdi. Aslında ayette geçen bu ifadenin Öğüt alacak Kuran'ı Allah gönderdiği halde öğüt almayı dilemeyenler, öğüt almazlar olarak meal edilmesi gerekir. Eğer anlamada Allah’ın dilemesiyle olacak olsaydı veya anlaşılsaydı birçok ayetler yerinden oynar fesat ve karışıklıklar ortaya çıkardı.

Kuran'ı doğru anlamak ve onu doğru okumak Kuran'ın kendi sistematiği içerisindeki yasalara sünnete ters düşmeden anlaşılması gerektiği gibi, onun evren yasalarıyla da uyum halinde olup olmadığının da testten geçirilmesi gerekir.

Puta tapıcılar dediler ki; Allah dilemeseydi bu putlara tapmazdık. Şimdi Allah insanlara kendisini ilah olarak kulluk yapmayı bırakın da putları mı ilah edinin demiş? Bu asla doğru bir anlayış değil ve sonucu da doğru olamaz. Allah puta tapma eğilimini Allah'a kulluk yapma eğilimini yaratmış insanı ise sonucuna katlanmak koşulu ile dilediğini kendi isteğine bırakmıştır. Sapan fahşaya giden insanın kendisidir. Allah insanı puta tapmaya ve fahşayı yapmayı emretmez.

7/ 28- Onlar, 'çirkin bir hayâsızlık' işlediklerinde: "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin hayâsızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"

Bunları sureler içerisinde değişik konu ve kıssalarda, Allah ömür verirse inşallah genişleterek anlatmaya devam edeceğiz.

doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR

27 Eylül 2011 Salı

KURANI DOĞRU ANLAMANIN YOLLARI


RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

KURAN’DAKİ AYETLERİ DOĞRU ANLAMAK İÇİN NASIL BİR METOT İZLEMELİ?

İslam toplumlarında Kuran görsel ve geleneksel olarak kutsandığı kadar, içerik olarak ne demek istediği konusunda gereken ilgi gösterilmiş olsaydı, şimdi İslam toplumları farklı bir konumda olacaklardı.

Asırlardır, edilleyi şerri-e dörttür diye söylenmiş ve inanılmıştır. “kitap sünnet, icmai ümmet, kıyas-ı fukaha “ Kuran; insanların tıkandığı noktada belge olarak Tek kaynak olması gerektiği halde maalesef uygulamada bile göstermelik olarak en başa alınmış ona da uyulmamış. Tedavülden kaldırılmıştır.

İlk bakışta makul gibi görülen bu anlayış, Kuran'ı okuyan insanlar böyle bir söylemin ne kadar saçma olduğunu kavramada güçlük çekmeyecekleri kanaatindeyim. Kuran; Yerleri ve gökleri yaratan Allah'ın insanlara kendi katından gönderdiği bir hayat kitabıdır. Onda hiçbir eksiklik yoktur. Ve insanların ilk yaratılışından son aşamasına kadar başlarına gelmiş ve gelebilecek olan bütün problemlerin çözüm noktasında ışık tutmuştur. Ve tutmaya da devam etmektedir.

“Kuranda bulamadığın bir mesele olursa peygamberin sünnetine, peygamberin sünnetinde bulamadığın bir meseleyi sahabelerin içtihadına, sahabelerin içtihadında bulamadığın bir meseleyi de kıyas yaparak hükmedilir.” anlayışı ile Kuran'ı tedavülden kaldırmışlar ve hedef saptırmışlardır.

25/30- Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kuran’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar."

Allah sanki insan yaşamında neler lazım, neler lazım olmadığını bilmiyormuş gibi, Eksik bırakılan yerler, yarattığı kullar tarafından tamamlanmış, bir hava estirilmektedir. Hayır, kuranda her bir örnekten verilmiş hiçbir eksiklik de bırakılmamıştır.

KURANDA HİÇ BİR EKSİKLİK YOKTUR.

6/38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.

17/89- Andolsun, bu Kuran’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler.
Kuran kâinatın konuşan dilidir. Kuran elbette bir biyoloji kitabı değildir. Elbette bir tıp kitabı değildir. Elbette bir botanik kitabı da değildir. Ama Kuran bütün ilimlerin ilgi alanlarını belirleyerek insanın o konulara yoğunlaşıp bilgiye ulaşılabileceğinin şifresini insanlara sunan bir kitaptır. Kuran'da söylem olarak bir ayet olsun da, eşyanın bilgisine ulaşanlar bu ayetin zıddına bir sonuç ortaya çıkarabilsinler. Bu mümkün olmamıştır.

Evrende bulunan her bir varlıkta, kendine kodlanmış bilgiler vardır. Müspet bilimle uğraşanlar yoğunlaştıklarında o eşyanın bilgisine ulaşmakta ve onlardan istifade edilmesini insanlara sunmaktadırlar. Kuran buna zikir ehli ifadesi kullanmaktadır.

Zikir-ehli Allah'ın yarattığı evreni İnsanlara verdiği akılla keşfederek onda saklanmış bilgileri gün ışığına çıkaranlar için kullanıldığı gibi, Aynı zamanda Allah'ın nebiler aracılığı ile gönderdiği vahyi bilgilerin kitaplardaki anlam bütünlüğünü kavrayarak doğru bir anlayışı ortaya koyanlar için de kullanılmıştır.

16/43- Biz senden evvel kendilerine vahy ettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.

Bu ayette bahsedilen zikir ehli tarikatlarda halkalar oluşturarak kafa sallamayla hu çekme değil, Allah'ın gönderdiği vahiylerle Allah'ın yarattığı kâinat arasında bütünsel bir bakışı yakalayarak vahiylerdeki çelişkisiz bir anlayışı kavrayanlar olarak anımsanmaktadır. 

Allah insanlara temel olarak iki kanalla bilgi sunmaktadır. Birisi bahsettiğim nebiler aracılığı ile insanlara sunulan vahyi bilgiler, ikincisi de evrene yerleştirdiği her varlıkta kendisine ait kotlanmış olan pozitif bilgilerdir. Bu iki bilgiye ulaşmak o konuda gerekli adımı atarak çaba göstermekle ancak mümkün olabilmektedir.

Peygamberlerde Eğer dünya üzerinde pozitif bilimlerden herhangi biri konusunda yoğunlaşıp uzmanlaşmamışsa O konudaki bilgileri Allah vahy etmedikçe bilemez. Allah o konu ile ilgili bir ihtiyaç duyulduğunda peygamberleri o konunun uzmanlarıyla istişare yapmasını istemiş ve onların ortaya koyduğu verilerle onlardan istifade ederek güçlenmesini önermiştir.

3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

“iş konusunda onlarla müşavere et.”İnsan ömrü çok kısa bir zaman dilimi içerisinde seyretmektedir. Allah'ın ilmi insan zihninin kavrayamayacağı kadar geniş, ama insan ancak bu ilimlerden kendine ayrılmış süreç içerisinde ancak kavrayabildiği kadar payını almaktadır. 

Dikkat ederseniz dünya üzerinde insanlar renkleriyle dileriyle cinsleriyle farklılıklar içerisinde yaratılmasıyla bir hareketliliğin ortamı oluşmaktadır. Buna bağlı olarak da dünya üzerinde genellemesi bile sayılması güç olan ilim dalları her insanın bir ilgi alanı sonucunda, var olan geçekleri ortaya çıkarmışlardır.

Eğer İnsanlar Allah’ın evrene yerleştirmiş olduğu bu kadar ilim dallarına yönelmemiş olsalardı. Bu kadar ilim dalları ortaya çıkmazdı. İnsanlar karşılarına problemler çıktıkça o problemleri çözmek için yönelmeleri sonucunda bilgiye ulaşmaktadırlar.

 Daha yakın döneme kadar, insanların ruh ve psikolojik rahatsızlıklarından kaynaklanan hastalıklar üzerinde durulmamış ve olçum insanlar bu gibi rahatsızlıkların sebeplerini cinlerin insan üzerinde yaptığı tahribatlar olarak anlatıp geçmişlerdi. Ama şimdi insanın bedensel yapısındaki rahatsızlıkların büyük bir kısmının psikolojik ve ruhsal bozulmaların sonucu ortaya çıktığı anlaşılıp, bu konuya eğilim gösterilmeye başlanmıştır.

İnsanlar hem kendilerinde olan ihtiyaçlar sonucu, hem de bu ihtiyaçların evrene yerleştirilmesiyle insanlardaki akışkanlık hareketlilik sürekli gelişmekte ve yeni yeni bulgular sonucunda yeni ihtiyaç ve yeni yeni problemlerle Karşılaşılmaktadır. İlim ve teknoloji bir kar topağının yuvarlandıkça büyüdüğü gibi bir eğilim içerisinde büyümekte ve büyümeye devam etmektedir. İşte evrende insanoğlunun aradığı hem malzeme var hem de insanda o malzemelere yönelecek kudret ve donanımlı bir enerji bulunmaktadır. 

Dünya üzerinde hiçbir ilim dalının verileriyle diğer ilim dallarlının verileri çelişmez. Onlar arasındaki bağı mantığı yakalayabilenler ancak eşyanın bilgisine net bir şekilde ulaşabilmektedirler. Aynen Allah'ın göndermiş olduğu vahiyler arasında da bir bütünlük vardır. 

Kuran'da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi evrende de yaratılmış olan hiçbir varlık da hiçbir varlığa benzememektedir. Bir ağaç üzerindeki binlerce yaprak olsa da hiçbir yaprak diğer yaprakların aynısı değildir. Ama o ağacın oluşumunu hayatını idame ettirmesi için ağacın insanlara secde etmesi için hedef birliği oluşturmaktadırlar. 


İnsanlarda ve hayvanlarda organizmanın mükemmel bir şekilde çalışabilmesi için o organizmanın üzerinde onu meydana getiren hücre ve organların tam ve eksiksiz olması gerekmektedir. Organizmadaki bir eksiklik mutlaka verimde düşme meydana getirmektedir. Düşünün insan ağzından aldığı bir takım gıdalar, vücudun ihtiyacı olan Faydalı tarafları vücut tarafından alındıktan sonra diğer işe yaramayan kısımları potsa olarak dışarı atılmaktadır. Eğer ağız ve dışa atılan yerlerden birisi görevini yapmasaydı, insanın yaşaması ve hayatta kalması mümkün olmazdı. İşte insan vücudunun mucize yaratılışı
Ali Rıza Borazan, Mehmet Günaydın'ın fotoğrafında etiketlendi.
Akletmek ve mümeyyiz akıl nedir?
O zaman hem Allah'tan insanlara kendi katından gönderdiği nebiler aracılığı ile vahyi bilgiler ile Evrene Allah'ın yerleştirdiği bilgiler arasında muazzam bir mutabakat vardır. Bir taraftan insanlar vahyin bilgilerini öğrenirken bir taraftan da evrenin yasalarıyla ilgili bilgileri ihmal etmemelidirler. 

İşte deizmimdeki vahyi bilgi eksikliği ile sofizmdeki evren yasalarının hakındaki bilgilerin eksik oluşu onları asla doğru bir dini yakalamaya götürememektedir. Allah'ın gönderdiği din ancak evren bilgileriyle vahiy bilgilerinin kucaklaşmasıyla ancak bulunabilir doğru olan din de odur. 

30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Kuran Yaklaşık bin beş yüz yıl önce bir çağda peygamber ve o peygambere tabi olanlar tarafından doğru bir hayatın nasıl yaşanacağını toplum ve fert olarak bize örnekliğini sunmuştur.

Bir taraftan peygamber hakkında o dönemden sonra gelen kuşaklardan söylenmiş olan aşırı boyutlara varan övme sözler, bir taraftan da gelen kuşaklardan peygamber aleyhinde atılıp tutulan yerici sözler Allah'ın Kuran'da tanımladığı peygamber fotoğrafı değildir. Kuran'ın tanımladığı peygamber, İnsanlarla kendisi arasında elçi olarak görevlendirilmiş yanıldığı zaman düzeltilen ve insanlara örneklik teşkil eden düzeltilmiş bir beşerdir.

O hevadan konuşmaz onun söyledikleri ve yaptıkları vahiy ve vahye uygun olanıdır. Biz bozulmamış ve bozulmayacak olan kuranı doğru anlayabilmemiz için, Kuran'ın dışında bize gelen hikâye ve masallardan sözlerden değil, biz ancak Kuran'ın söylediklerini ve bize anlatmak istediklerini ancak onun konuşma dilini çözdüğümüz zaman ancak anlayabiliriz.

Kuran yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın insanlara peygamberlik ayetini nesih ederek onun yerine daha güzeli olan ve her insanın istediği zaman ulaşabileceği korunmuş ve kıyametin sonuna kadar korunacak olan bir hayat kitabının adıdır. 

O kitap kendisinden önce gelmiş geçmiş toplumlardan kıssalardan örnekler verirken kendi bulunduğu ve kendisinden sonra gelecek olan toplumların ihtiyacı olan her örneği vermiş insan yaşamını kuşatan her asırda yaşayabilecek insanlar için de hiçbir eksiklik bırakmamıştır.

İster bu kurana iman ettim dediği, halde ehli kitap olan insanlar, isterse de inanmayan deist ateist insanlar, bu kuranın değerini kadrini bilip takdir edememişlerdir. Bazıları bu kuranın anlaşılmasını özel olarak Allah'ın seçtiği âlimlerin anlamasına mal ederken, bazıları da bu Kuran'ın herkes tarafından rahatlıkla okunup anlayabileceğini söylemektedirler. 

Bunun her ikisi de doğru olmasa gerektir. Eğer Kuran her okuyanlar tarafından doğru olarak anlaşılabilseydi bu kadar müfessirler içerisinde bir ayetin yorumunu yaparken onlarca anlayış farkı ortaya çıkmazdı. Eğer Bu kuran anlaşılmaz bir kitap olmuş olsaydı, O zaman anlaşılmayan bu kitabı Allah insanlara niçin göndersindi?

Allah insanlara öyle bir yetenek ve kabiliyet vermiş ki; İlgi duyduğu alanda yoğunlaştığı zaman bilgiye ulaşamadığı konuda hemen insanlara yardım elini uzatarak vahy etektedir. İnsanlar içerisinde nebi ve resul olanlarla insanlar içerisinde mucit olanlar herhalde yatarak ilgi duymadan bu insanlar içerisinde seçkin hale gelmeleri kendiliğinden olan bir şey değildir. Onları toplum içerisinde farklı kılan onların kendi alanlarındaki çalışma ve gayretlerinin sonucunda Allah onları o makama ulaştırmıştır.

17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.

Hiç sebepsiz bir şey yoktur. Yağmurun yağmasının ağaçların çiçek açmasının arıların bal yapmasının bir sebebi varsa insanlar içerisin de öne çıkıp kendi yoğunlaştıkları konularda mucit olmaları, veya nebi ve resul seçilmeleri de sebepsiz değildir.

28/14- O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir 'hüküm ve hikmet' ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz.

Dikkat ederseniz her bir ödül mutlaka bir çalışma ve bir gayretin sonucunda gelmektedir. Kuduz mikrobunun aşısını bulan pastör, suyun kaldırma kuvvetini keşfeden Arşimet, tarihte müspet ilimlerde adın duyurmuş daha birçok ilim adamları o makama yatarak keyif yaparak gelmemişlerdir. Onların o konularda gerekli gayreti göstermeleri ve yoğunlaşmalarıyla Allah onları o makama yükseltmiştir. 

Aynen onun gibi Allah peygamberleri de peygamberlik makamına gece gündüz insanlar asındaki doğru davranışın ne olduğu ve yerlerin ve göklerin yaratılışı hakkında gece gündüz düşünerek gayret gösterenler, arasından Allah nebiler seçmiştir. Yoksa İslam toplumların anladıkları ve anlattıkları gibi Muhammet peygamberin, âdem peygamber cennete geldiğinde kapsında ismi yazılı olan bir peygamber değildi.

42/52- Böylece sana emrimizden bir ruh vahy ettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.

İbrahim peygamber de O çevresindeki müşrik toplumlardan kendisini arındırarak peygamberlik makamına yükselmesi herhalde bir tesadüf sonucu olmamıştır. İbrahim peygamberin annesi babası ve yakınları genelde bütün müşrik bir konumdaydı.

Onlar içerisinden kendisini arındırarak Allahın ona verdiği aklı kullanıp gece gündüz doğru bir din ve yaşam biçimini yakalayarak o yolda yürümesi de tesadüf sonucunda kendiliğinden olan olaylardan değildir. Doğru yol hiçbir zaman çoğunluğun gittiği bir yol olmamıştır. O doğru yolda yürüyen genelde çok az insan olmuştur.

6/116- Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.'
KURANIN DOĞRU ANLAŞILMASININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER;

1-MUCİZE KAVRAMININ YANLIŞ ANLAŞILMASI

Nasıl Kuran'da peygamber kelimesinin yerine nebi kelimesi kullanıldığı halde bizim kültürümüze vahye muhatap olma Allah'tan bilgiler alma anlamında nebi kelimesi kullanılmışsa, Mucize kelimesinin yerine de ayet delil belge olarak geçmektedir.
Bize İslam toplumlarından veya ehli kitap anlayışının bir yansıması olarak Mucize Allah'ın peygamberlere kendi peygamberliklerini iddia ve ispat etmek için vermiş olduğu olağan üstü harikulade haller olarak yerleşmiştir. Bunun yanında keramet evliyalara, istihraç da inkârcıların evliyalarına verilmiş olarak anlatılmaktadır.

AYET: Kültürümüze mucize olarak geçen kelimenin anlamı Allah'ın yarattığı vahyi bilgiler olduğu gibi, Kâinatta yaratılmış psikolojinin alanına da giren insanın mana yapısı da dâhil olmak üzere yaratılmış olan zerreden küreye varan her şey için kullanılmış bir kelimedir. O zaman insan bir ayet olduğu gibi sinek ve rüzgârlar da bir ayettir. Akıl bir ayet olduğu gibi peygamberlerin Allah’tan bir bilgi olarak aldıkları da bir ayettir.

Kuranda geçen ayet kelimesinin ne anlamda kullanıldığı bu bilgilerin yerine oturtulmasından sonra konuların akışına göre ayet kelimesinin orada ne anlamda kullanıldığı anlaşılabilecektir. Kurandan ayet kelimesi geçen bir ayeti örnek olarak verelim..

17/59- Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.

İsra elli dokuzuncu ayette geçen “Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı.” cümlesinin içerisindeki ayet kelimesi neyi ifade etmektedir? Müfessirler bu ayette kastedilen mananın Allah son peygamberden önce gelmiş geçmiş peygamberler için bir takım mucizeler vermiş, fakat son peygambere mucize verilmemiş bu hakkını Muhammet peygamber ahiret âleminde ümmetinin kurtuluşu için kullanacağı anlatılmıştır.

Ayet kelimesinin gönderilmesini engelleyen öncekilerin onu yalanlamalarıydı.” Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Demek ki dişi deveyle zulmün ayetin yakın bir ilişkisi var demektir. Onların dişi deveyi boğazlamaları bildiğimiz deveyi keserek etinin yenmesi anlamda değil, devenin yaratılış gaye sininin dışarısına çıkarılarak deveyi ait olduğu yerden başka bir yere konularak ona tapınmayı böyle bir ifade tarzıyla Kuran anlatmaktadır.

Deve de bir ayettir inek de bir ayettir tapmada bir ayettir Ayet kelimesi sadece kuranda sureler içerisinde geçen değil kâinatta var olan her şey için ayet kelimesi kullanılmıştır. Evet deve Allah'ın yarattığı bir ayettir kültürümüzde bunun karşılığı ise deve bir mucizedir. Tefsirlerde anlatıldığı gibi dişi deveyi Salih peygamber kendi mucizesi olarak dağdan doğurtmamıştır. Deve arzda gezen dolaşan su içen doğran üreten insanlara etiyle sütüyle yüküyle daha birçok yararlar sunmakla görevli bir melek olan Allah'ın bir ayeti bir mucizesidir.

Kuran'da helak kelimesinin geçtiği yerde mutlaka insanlar Allah'ın tanımladığı yoldan saparak kelimeyi yerinden oynatanlar için kullanılmıştır. Deve tapınmak için yaratılmamıştır. Aksine deve insanlar ondan yararlansın diye yaratılmıştır. Ama Salih kavmi deveyi ilahlaştırmakla onu sevgide aşırı boyutlara varacak derecede davranışlarda bulunmuşlar ve yoldan sapmışlardır.

Kuran'da Altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken Kuran'i bakışın sınırlarını çizen ayetleri kavramadıkça Kuran'daki müteşabih ayetleri anlamak mümkün değildir. Mucizeyi Peygamberlerin kendi peygamberliklerini ispat etmek için gösterdikleri harikulade olay tanımlaması Kuran'daki ayetlerin anlamasını engellemekle, zaten son noktayı koymuş olmaktadırlar. Kuran'da böyle bir ayet olmadığı gibi böyle bir anlayışa çağrışım yapan bir ayet de yoktur.

Böyle Kuran'a yaklaşım peygamberlerin ellerinde sihirli bir deynek, vurduğu zaman deniz yarılan, vurduğu zaman taştan pınar fışkırtan, işaret ettiği zaman ayı ikiye bölen, daha sayılamayacak kadar, peygamberlere bir profil çizmişlerdir. Oysa Allah Kuran’da böyle bir peygamber, fotoğrafı çizmemiştir. Kuran ayetleri kültürümüze yerleşmiş mucize kavramının tanımlamasını yaparken peygamberler vahyin trafo hükmündedirler.Yani Allah'tan bilgi alırlar insanlara bu bilgiyi almak isteyenlere ulaştırırlar. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik budur.

17/93- "Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"

Müşriklerin peygamberden insanları acizliğe düşürecek olağan üstü mucizeler istemelerine karşı, Allah peygamber konumunu şöyle tanımlıyor.

” De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?" 

İşte peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik budur. Ayet mucize de budur. Peygamberler kavimlerin helakini anlatırken tabiat kuvvetlerinin inkâr eden topluluğu helak etmesi, mecazi anlatım sanatı olarak anlatılmıştır. Eğer bunlar gerçek anlatım olmuş olsaydı depremler sel felaketleri, senin peygamber kâfir kimliğine bakmadan hepsini yok edip ezer geçerdi. Dikkat edilirse Kuran’da iman edenlerin kurtulduğunu iman etmeyen ve zulmedenlerin helak edildiğini vurgulamaktadır.

11/ 93- "Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de yapacağım. Kime aşağılatıcı azap gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim."

11/94- Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve Onunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.

Allah'ın dünya hayatında insanlara özel bir cezası yoktur. Allah'ın evrene koyduğu evreni kullanma prospektüsü ve insanların müdahalesiyle ancak yaptıkları yanlış davranışın bedelini dünyada öderler. Birinin malını çalan bir adama mal çalması nedeniyle kolluk güçlerinden ve malını çalandan darbe yerler. 

Veya elektrik akımının kurallarını bilmeyen insanlar elektrikle oynamaya kalktı mı, çarpılarak ölürler. Veya denize giren bir kişi denizde yüzme bilmesi gerekir. Eğer yüzme bilmezse denizde boğulur. Mucize veya ayet elektriğin kendisidir, denizin veya boğulmanın kendisidir. Bu olgu peygamberlere değil bu olgu eşyanın kendisinde olan bir haslettir.

Yukarıda örnek olarak vermiş olduğum iki ayette İman edenlerin kurtulması iman etmeyenlerin” o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.” İfadesi ahiret hayatında olan veya olacak olan olguyu temsili bir ifade tarzıyla anlatmaktadır. Kuran'ın doğru anlamanın sırrı Kuran'ın konuşma dilinin çözülmesine endekslenmektedir.

Hiç İnsanların müdahalesi olmadan ülke halklarına bombalar yağdıran başka bir ülkenin taş olduğunu dünya hayatında başka insanlardan müdahale olmadan helak olduğunu gördünüz mü? Musa peygamber milattan önce yaklaşık bin iki yüz yıl önceydi. Yaklaşık iki bin yılda milattan sonra dünya zaman yaşadı. Neden o kadar zulmeden ülkelerin Musa’nın denizi yarıp, iman edenlerle beraber geçtiği halde diğer iman etmeyenler Allah'ın Musa’ya verdiği bir mucize olarak boğuluyor da, ondan sonraki tarihi süreçler içerisinde olaylar, tekrarlanmıyor. Şu anda Eğer mazlum olan insanlar böyle bir şansları yoksa adil bir denenme olabilir mi?

Kuran'da Sünnetullah olarak kavimlere nebiler geldiği zaman, nebilere karşı çıkmaları ve ona karşı düşmanlıkların artarak ilerlemesiyle hakka karşı duyarlılıklarının kaybolması onların helaki olmaktadır. Kuranda suç işleyenlerin cezasınını insanlar tarafından verilmedikçe Allah dünya hayatında ceza vermeyeceğini cezanın ahiret hayatına erteleneceğini anlatmaktadır.

35/44- Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Helak olayı ayetlerden anlaşıldığı gibi, insanlar ne kadar zulüm yaparlarsa yapsınlar, ne kadar. Güçlü ve zengin olurlarsa olsunlar, mutlaka bir gün gelip öleceklerdir. O nemrutlar o firavunlar halkı zulmederek köleleştiren o zalim müstekbirler nereye gittiler? 

Eğer mustazaf olan halk kitleleri, birleşerek o firavunların iktidarlarına son verememişlerse onlar ancak kendilerine dünyada tanınmış süre kadar zulümlerini ancak sürdürebilirlerdi. İnsanlar arasında kötülüğü yaygınlaştıran mazlumlar toplumların yerinden yurdundan sürgün edilerek oraları işgal eden ve halka zulmeden de insanlardır. O zulmeden güçlere karşı direnişini sürdürerek onlarla savaşan onların zulümlerini def eden de insanlar olmaktadır.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Eğer bir din, bir ideoloji, ayakta duruyorsa o dini ayakta tutan onun savunucuları olmaları nedeniyle ayakta duruyor demektir. Onun savunucuları olmamış olsaydı mutlaka yok olur giderlerdi. Kuran'daki ayetler kuran bütünlüğü içerisinde anlaşılmadığı sürece, sanki Allah zulmeden kavimleri dünya hayatında hemencecik ilahi bir yaptırımla zelzeleler kum fırtınaları tabi felaketlerle yok ettiği anlaşılmaktadır.

Eğer Musa’dan önceki kavimlerde geçen helak olayları mecazi değil de gerçek anlamında olmuş olsaydı, Allah’ın sünneti olarak, bu gün de helak olayları devam ederdi. Zulüm yapan ülkeler ilahi bir ceza ile dünyada yok olur giderdi. 

Firavunlar ardı arkası kesilmeden firavunluğunu sürdürmeye devam ediyor. Güç kimde ise söz sahibi odur. Eğer güç sahibi Müslümanlar olurlarsa orada adalet var demektir. Orada yetimlerin mazlum olanların hakkı otorite tarafından kendilerine iade edilip korunuyor demektir. Ama kâfir olanlar iktidar sahibi olduklarında ise oraya zulüm girer, ekini ve nesli yok ederler. Kuran'da bunları Allah şöyle anlatmaktadır.

2/204- İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.

2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

2/206- Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.

Dünya hayatı bir zaman dilimi içerisinde insanlar için bir denenme salonudur. Aklını kullananlar, dünya hayatında Yerleri ve gökleri yaratan rabbine teslim olurlar hangi konum ve şartta olurlarsa olsunlar rabbin sözlerinden çıkmazlar. Ve dünya hayatında yaşadığı sürece dünyalık zenginlikleri onu yolundan saptırmaya yetmez. 

Ve bir kul olarak rabbin yolunda dosdoğru yürür. Allah hiçbir insanı sapmak istemedikçe saptırmaz. Allah hiçbir insanı hidayete ve bağışlanmayı istemedikçe bağışlamaz ve hidayete getirmez. Allah insanları hangi yolda giderse gideceği yolları ve malzemeleri vererek kendi özğür iradesiyle baş başa bırakarak denemektedir. Kişiler kendilerini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.

8/53- Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.

8/54- Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

Kişilerin sapışları da kişilerin hidayete gelişleri de kendilerine ait bir seçenektir. peygamberler kavimlere gönderildiğinde helak etme ile ilgili anlatılan kısalar mecazi olarak anlatılmıştır. Bu konu kavranırsa kurandaki diğer konuların da kavranması anlaşılacaktır,  kanaatindeyim.

2-İLAHİ KİTAPLARDAKİ ŞERİAT FARKLILIĞI ANLAYIŞI!

Bu konunun derinliğine incelenerek doğru bir anlayışın mutlaka yakalamak gerekir. Bu anlayış yanlışlığı semavi dinler arasında farklılık oluşturduğu gibi, aynı din mensupları içerisinde de farklı görüşler ortaya konularak mezheplerin türemesine ve hatta mezhepler arasındaki bu farklı anlayış mezhep savaşlarına kadar sürüklemiştir. Önce Kuran'da adı sıkça geçen TEVRAT İNCİL VE KURAN Hakkında Kuran'ın ne demek istediğini Kuran'dan öğrenmeye çalışalım.

TEVRAT İNCİL VE KURAN

Kuran tabi ki, Kuran'ı okuyan ve Kuran'dan bir şeyler öğrenmek isteyen yollarını doğru bir şekilde nasıl yürüteceğinin endişesini taşıyanlara öğüt verir. Yoksa Kuran'ı eline almayan ve Kuran hakkında halkın söylediklerine kapılarak o Kuran örümcek kafalıların kitabıdır anlayışında olanlara Allah o kitabı yasak kılar. İşte Kuran'da temiz olanlar dokunur ayeti bunu anlatmaktadır.

56/78- Saklanmış-korunmuş bir Kitap'ta (yazılı)dır.

56/79- Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz.

56/80- Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

Kalplerinde maraz olmayanlar ve dosdoğru bir istikamet tutturmak isteyenler bu Kuran ile iletişim kurmak isterler. Ve onu ellerine alıp kendilerine kılavuz olarak kabul ederler. Yoksa temiz olanlar dokunur ayetinden abdestli olanlar anlamı çıkmaz. Kuran'ın besmele ile okunması da her türlü bağımlılıklardan arınarak Kuran’ı anlayışa şeytanın sözlerini karıştırılmadan Kuran'a yaklaşmak demektir.

16/98- Öyleyse Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Şimdi biz Kuran'ı sadece Kuran'ın içerisinde geçen bir konuyu Kuran'ın içerisinden çıkmadan kuranı anlamaya çalışalım. Ve kovulmuş şeytanın katmalarını Kuran anlayışımıza karıştırmayalım. Bunu yaparken Kuran'ın bütün ayetlerini bilmek ve konuyu işlerken taşı gediğe konuluşu gibi, ayetleri ait olduğu yere yerleştirebilmek gerekir. Eğer bunu yapabilmişsek bu anlayış hem Kuran'ın bütünlüğü ile hem evren yasalarıyla hem akılla hem de pratik hayatla uyum halinde olduğunu görürüz.

Önce Kuran okuyan kardeşlerimi skandal denecek kadar yanlış olan bir anlayışın düzeltilmesi ile başlamak istiyorum Ve bir ayet vererek bu ayetin ne demek istediğini Kuran içerisinde arayarak ait olduğu yere onu yerleştirmek istiyorum.

İNCİL SAHİPLER ALLAH'IN ONDA İNDİRDİKLERİYLE HÜKMETSİNLER.

5/47- İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.

5/15- Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.

Ayette bahsedilen “İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler.” İfadesi bu gün İznik konsülünün toplanarak dört İncil olarak çıkardıkları ve kabullendikleri İncil mi? Yoksa Allah'ın hazreti İsa’ya gelmiş tahribata uğramamış olan vahiy orijinli İncil mi? Önce burayı ayırmak gerekir. Zaten hazreti İsa’ya gelen İncil elde olsaydı onu doğrulayan Kuran'ın gönderilmesine gerek kalmazdı. Zaten aynı surenin bir önceki ayette onu açıklamaktadır.

5/ 46- Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.

Devamlı üzerine basa basa vurgulayarak Rabbani yol Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu yolun adıdır. Bu Yolun mühendisleri nebiler ve resullerdir. Allah bu yolu yazı kültürü ve sanatının oluşması Allah'tan gelen vahiylerin peygambere gelir gelmez ezberlenmesi ve belgelenip saklanmasına kadar devam etmiştir.

Yani Allah kendi dinini yazı kültürü ve sanatının gelişmediği dönemlerde nebileri peş peşe dizerek insanlardan duymak isteyenlere ulaştırıyordu. Halife olan insanlara insanlar içerisinden nebiler seçerek kendi ayetlerini insanlara ulaştırıyordu.

2/ 87- Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?

Kuran'da peygamber kelimesi geçmez, Onun karşılığı vahye muhatap olma anlamında nebi olarak geçer. Elçi kelimesinin yerine de resul kelimesi geçer. Resulün kelime anlamı aldığı emaneti veya bir sözü eksiltip fazlalaştırmadan ulaştırılmak istenen yere ulaştıran demektir. Bu anlamda her nebi birer elçidir. Ama her elçi bir nebi olamaz çünkü elçiler aynı zamanda meleklerden diğer insanlardan da olabilir. Meleklerden peygamber anlamında nebi olması mümkün değildir.

22/ 75- Allah, meleklerden resuller seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.

22/ 75. (A)llâhu yastafî mine-lmelâ-iketi rusulen vemine-nnâs(i)(c) inna(A)llâhe semî’un basîr(un)

5/67- Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez.

5/68- De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkarlarını artıracaktır. Sen de kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.

5/69- Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

Doğru olan yol ve doğru çizgi Allah'ın nebiler aracılığı ile birbirlerini destekleyen ve doğrulayan çizgidir. Her nebinin kendisinden olan nebileri tasdik edip doğrulaması ve aynı zamanda kendisinden sonra gelecek olanı da müjdelemesi bir gayıp bilgisinin onlara verilerek onları nebi konumuna taşımaktadır. Onları peygamber yapan ve onları diğer insanlardan ayrılmasına sebep olan olgu budur.

Maide suresinin altmış dokuzuncu ayette bahsedilen “Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiler ve Hıristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır” müfessirlerin ve kuran okuyan kardeşlerimin, bazılarını yanıltan olay budur. Bir kişi Yahudi Hristiyan ve sabi olsa da, Salih amel işlemesi onu cennete götürür. Anlayışı kesinlikle doğru değildir. Doğru olan ayette kastedilen mana şu olmalıdır.

Bir insan hangi dinde hangi toplumda hangi millette olurlarsa olsun; Müslüman olmasının önündeki engelleri aşacak güçtedir.” Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır” ifadesi Kuran'ın bütünlüğü içerisinde insanları tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde toplayan Müslüman olmayı ve o kurallara göre hayatını düzenlemeyi ifade etmektedir.

Bazı kardeşlerimizin söylediği gibi, Bir kişinin Hristiyan olması, Yahudi olması, ateist deist olması önemli değildir önemli olanı adam olması yeterlidir anlayışı Kuran’ın anlattığı anlayış değildir. İnsan hem Allah'a hem ahiret gününe hem de nebi ve resullere iman edecek ve hayatını Allah'ın göndermiş olduğu kitaplara göre düzenleyecektir. İşte Allah katında hüsnü kabul görülecek değere tabi tutulacak olanlar bunlardır. Kuran böyle bir yola girenlere Müslüman ismini koymuştur.

41/ 33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Hiçbir peygamber; Yahudi olun Hıristiyan olun diye bir vahiy getirmemiştir. Onlar bu kelimeleri kendileri türetmişlerdir.

3/52- Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.

İnsanlığın ilk başlangıcından bu tarafa Bütün nebi ve resuller Müslümanım ifadesi kullanmışlar. Ve kendisine tabi olanlara bunu söylemelerini istemişlerdir.

2/131- Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti.

2/132- Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyette bulundu.)

Asıl olan Allah’ı kabul etmek onun bir ve tek olduğunu söylemek değil, asıl olan Allah'ın rabliğini kabul ederek onun rabliği altında hayatını düzenlemektir. Allah’ı kabul edenler çoğunlukta ama Allah'ı Rab olarak kabul ederek onun terbiyesi altında hayatını düzenleyen ve düzenlemek isteyenler çok azı teşkil etmektedir. 

İnsanlardan büyük bir çoğunluk Allah'ı kabul ettim dediği halde mutlaka Allah’a ortak edinir öyle Allah'ı Kabullenirler. Kitap ehli olanlar peygamberleri, alimlerini rahiplerini rableştirirler. Deistler de akıllarını atalarını akıllarını dünyayı tabulaştırıp onları Allah’a ortak koşarlar.

9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

İşte burada Allahın dışında yaratılmış olanların rabliği Allaha rağmen onların sevgisi ve emirleri Allaha denk ve Allahın emirlerinin önüne geçmesi anlamındadır. Hüküm koyucu kanun koyucu sadece ve sadece Allahtır. Onun koyduğu kurallar içerisinde düşünmek ve yaşamaktır. Onlara seni kim yarattı desen Allah derler. Ama onlar Allah bize dünya hayatına ilişkin, kural koymaz, nebiler ve resuller göndermez derler. Biz, dünya hayatında yaşamımızın kurallarını kendimiz koyarız derler.   İşte Allah'ın dışındakileri Rab edinmek budur.

Kuran'ı Anlamada temel esaslardan birisi de, Bir kelimenin veya bir ayetin ne alama geldiği, ve ne demek istediği  başka konularda ve ayetlerde gizlendiği bilinmesi gerekir. Bir ayet hem Kuran'da geçen bütün ayetlerle karşılaştırıldığında onlarla çelişmez, aynı zamanda da onlardan bağımsız da düşünülemez. Bu aynı zamanda vahyin dışında Allah'ın yarattığı evrensel ayetlerle de bağımlı ve irtibat halinde düşünülmelidir.

“İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler.” İ

İfadesiyle ne anlatılmak isteniyor? Ey Zebur sahipleri siz Allah'ın indirdiği Zebur’a göre hükmedin. Ey Tevrat sahipleri siz Allah'ın indirdiği Tevrat’a göre hükmedin ey İncil sahipleri siz Allah'tan gelen İncil’e göre hükmedin ey Kuran sahipleri siz Allah'tan gelen kurana göre hükmedin mi? anlamak gerekiyor?

Yerleri ve gökleri yaratan Allah tektir. Zebur'un da Tevrat’ın da incilinde Kuran’ın da göndericisi Allahtır. Allah birisine helal kıldığı bir şeyi diğerine de helal, birisine haram kıldığı bir şeyi diğerine de haram kılmıştır. 

Nebiler arasında hiç bir farklılık olmadığı gibi şeriatlerinde de hiçbir farklılık yoktur. Şeriat farklılığı ancak rabbani yolun dışında olanlar için vardır. Rabbani yolda olanların tek bir ilahı vardır o da Allah’tır. Rabbani yolun dışında olanların ise binlerce ilahları vardır. Her ilah kendi hükmünü kendisine bağlı olanlara geçeli kılar, ve yürütür.

5/ 46- Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.

5/47- İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.

5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitabı (Kuran’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Maide suresinde bir konu içerisinde işlenen üç tane ayeti naklettik. Allah Musa’ya Tevrat’ı, İsa’ya da incili göndermiştir. Hazreti İsa Peygamber Hazreti Musa peygamberin getirdiklerini doğrulayıp tasdik etmektedir. Şimdi İsa Yahudi olanlara siz İncil’e değil Tevrat’a uyun dese doğru olur mu? 

Tevrat da Allah'ın gönderdiği kitap İncil de Allah'ın gönderdiği kitaptır. Bu konuda sanmıyorum farklı düşünen olduğunu. Ama hani ortada Tevrat ve İncil? Bu gün kendi elleriyle yazdıkları Hazreti Musa’ya inen vahiy orijinli Tevrat ile Hazreti İsa’ya inen vahiy orijinli İncil nerde? Milattan sonra 325 yıllarında İznik konsülünde eski ahit yeni ahit adı altında Tevrat ve incilin kendi zan ve tahminlerine göre ortaya koydukları kitaplara mı Allah onlarla hükmetmesini söyleyecek?

Bu anlayış Asla doğru olamaz. Allah Bütün peygamberlere Aynı dini gönderir, ve göndermiştir. Yahudiler ve Hristiyanlar dediler ki biz bize indirilene iman ederiz. Konunun daha iyi anlaşılması için Yahudi ve Hristiyanlar için Kuran'ın söylediği birkaç tane ayetleri bir arada aktarmak istiyorum.

2/89- Allah Katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan bir kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin üzerinedir.

2/90- Allah'ın kullarından, dilediğine Kendi fazlından (peygamberliği) indirmesini 'kıskanarak ve hakka baş kaldırarak' Allah'ın indirdiklerini tanımamakla, nefislerini ne kötü şeye karşılık sattılar. Böylelikle gazab üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

2/91- Onlara: "Allah'ın indirdiklerine iman edin" denildiğinde: "Biz, bize indirilene iman ederiz" derler ve ondan sonra olan (Kur'an)ı inkar ederler. Oysa o (Kur'an), yanlarındakini (kitabı) doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?"

2/92- Andolsun, Musa size apaçık belgelerle geldi. Sonra siz onun arkasından buzağıyı (tanrı) edindiniz. İşte siz (böyle) zalimlersiniz.

“Onlara: "Allah'ın indirdiklerine iman edin" denildiğinde: "Biz, bize indirilene iman ederiz"

Müslüman olanlar bütün peygamberlere ve onlara gönderilen kitaplara iman ettiği ve onlardan hiç birini diğerinden ayırt etmeden kabullendikleri halde onların biz bize indirilene iman ederiz demeleri onları asla hidayete erdirmez ve erdirmemiştir de.

2/ 135- Dediler ki: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz." De ki: "Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir); O müşriklerden değildi."

2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."

Öyleyse İncil ve Tevrat sahiplerinin de iman edecek ve hükmedecek olduğu Allah'tan gelen emirlerdir Musa İsa Muhammet ve diğer peygamberler aynı aileden ve birbirlerinin zürriyetlerindendirler.

5/ 59- De ki: "Ey Kitap Ehli, yalnızca Allah'a, bize indirilene ve önceden indirilene inanmamız ve sizin çoğunuzun fasıklar olmanız nedeniyle mi bizden hoşlanmıyorsunuz?"

Müslüman Olanlar birbirlerinin kardeşleridirler. Onların birisinde olan rahatsızlık diğerlerinde de hissedilir. Ve edilmelidir de. Eğer Tevrat ve İncil sahipleri gerçekten Allah’a onun gönderdiği nebiler ve resullere iman etmiş olsalardı Müslüman olanlara karşı kin ve hınç beslemezlerdi. Ve kendi kitaplarında yazılı olan gelecekteki gelecek olan ümmi peygamberi kabul ederlerdi.

7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Ehli Kitap olanlardan olup da kendi peygamberlerinden kalma vahiyleri ayakta tutup fakat ellerinde o peygamberlere ait yazılı bir belge olmayınca tereddüde düştükleri konularda ne yapacaklarını bilmiyorlardı. İşte Kuran gelince onların üzerinde ağır bir yük olan bilmedikleri konuları tek tek aydınlatarak onları sıkıntıdan kurtarmıştı. İşte tevhit dinini kuran gelinceye kadar Allah peygamberler silsilesiyle ayakta tutuyordu. 

Peygamberler hep Müslüman olanların peygamberdirler. Hiç birisi arasında fark yoktur. İşte Musa’ya ve İsa’ya gelen vahiy orijinli dinin yenilenerek müsebbipleri tarafından bozulan yerler yeniden dizayın edilerek doğru olanların aynen kalması ve yanlış olan yerlerin nesih edilmesiyle onlara yeni bir peygamber yeni bir kitap gelmiştir. İşte bu kitap onları doğru yola ulaştırmaktadır.

“Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” Demek ki İncil ehli kendilerine Allah'tan gelen İncil’le hükmetsinler ifadesi Kuran'la arasında fark olmayan İncil ile anlamında olması daha uygun olmaz mı? 

O İncil’de ortada yok o İncil Allah katında korunmuş ve saklı olandır. Tıpkı Muhammet peygamberle gelen Kuran insanlar tarafından ezberlenerek ve belgelenerek korunduğu halde Kuran'dan saparak insanların bir takım aracılar edinerek mezhepler meşreplere yönelmeleri ve tevhidin bozulması gibidir.

Eğer bu söylediklerim yanlış ise nebilik e vahye muhatap anlamında elçiliğin devam etmesi gerekirdi. Ama nebilik yazı kültürü ve sanatının gelişmesiyle her bir örnekten örnek verilip hiçbir eksik bırakılmamış elde korunmuş ve kıyamete kadar korunacak olan bir kitap bulunmaktadır. Bu kitap olunca yeni bir peygamber gelmesine gerek yok Allah peygamberlik ayetini nesih ederek yerine Kuran ayetini getirmiştir. İnsanlara yol gösteren artık Kuran olmaktadır.

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

Nebilik son bulmuş bütün tarih boyunca nebilere gelen vahiylerin bir özeti olan Kuran onların hayat kıssalarından birer kesit sunularak bize özetlenmiş ve doğru olan yolu bize ve bizden sonra gelecek kuşaklara Kuran yol gösterecektir.

2/ 2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

Bu kitabı takip edenler ancak kurtuluşta olanlardır. Bu kitabın dışında kitap arayanlara cennet yoktur. Çünkü Allah bu kitaptan soracak bu kitaptan cevap isteyecektir.

43/43- Şu halde, sana vah yedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.

43/44- Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

KURANDA TANIMLANAN ÜÇ SINIF İNSANLAR!

1-Allah'ın nebi ve resuller aracılığı ile gönderdiği vahiylere iman edip o yolda yürüyenler.

2-İnkâr eden ve Allah’ın gönderdiği kitapları peygamberleri kabul etmeyenler veya kabul ettiğini iddia ettim dediği halde zulmeden ve Müslüman olanlara düşman olanlar.

3-iman etmediği halde Müslüman olanlara zulüm yapmayan anlaşmalı olanlar.

Dünya hayatında Allah hiçbir zaman insanları iman etmeleri ve onların Müslüman olmaları için cihat yapmaya savaş yapmaya davet etmez. Kuran'da üzerinde durulması gereken ve yanlış anlaşılan ayetlerden birisi de şudur.

2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.

Tefsirlerde ve İslam alimlerinin genel görüşüne göre, Dünyada bütün insanlar İslam oluncaya kadar savaş yapılmasını anlamakta ve anlatmaktadırlar. İslam laik anlayışta nasıl din ile devletin birbirine karıştırılmaması ne dinin devlete müdahalesi ne de devletin dine müdahalesi söz konusu değilken. 

Kuran da insanları inanan ve iman etmeyen diye ayırmaktadır. İnsan olarak her bir ferde Allah dünya hayatında doğru yolda yürüyebilecek gerekli donanımı vermiş insanları kendi özgücülükleri içerisinde dilediği gibi yol seçme hakkını da kendilerine vermiştir.

Allah iman edenlere ve yol seçmemiş olanlara hitabe der. Onlara yol gösterir. İman etmeyenlere peygamber aracılığı ile onlarla konuşur. Kuranda hiçbir zaman ey kâfirler diye bir hitap bulunmaz ama “de ki “ ey kâfirler ifadesi kullanılır.

Müslüman olanların yaşam ve hayatta yürümesi vahyin nebiler tarafından insanlara ulaştırılmasıyla başta nebiler o vahye uymakla iman eden ve Müslüman olanların ilki olmakla insanlara örnek bir hayat tablosu sunarlar.

Teslim olmuş bir Müslüman önce kendisi hem Allaha hem onun getirdiği nebi ve resullere hem ailesine hem Müslüman topluma hem de gayri İslam toplumlarına karşı davranış biçimlerini Allah belirler.

Her bir fert önce kendisini düzeltmek ve dünya hayatını Allahın istediği şekilde iman edip imtihanı başarıyla vermekle yükümlüdür. Kişi kendisinden başka hiç kimseyi ne saptırmada ne de hidayete getirmede güç ve kuvvet sahibi değildir. İşte kuranda İbrahim ve anne babası örneği, onları İbrahim bir peygamber olduğu halde onların doğru yola gelmesini sağlayamadı. İşte Nuh ve oğlu örneği Nuh oğlunu yola getirmeye gücü yetmedi işte lut örneği lut ve Nuh karısını yola getiremedi. İşte Firavun örneği karısını doğru yoldan ayırma gücü yetmedi.

Demek ki insanların başkaları üzerinde kendileri istemedikçe söz ve yetki sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır. O zaman kişilere hiç mi görev ve sorumluluk düşmüyor? Elbette her insanın kendisi üzerindeki bir takım sorumlulukları bulunmaktadır. 

Vahye duyarlı insan vahye uymayan veya vahye uyanlar içerisinde diğer insanlar yanlış yaptıkları zaman onları uyarmak yaptıkları yanlışlıkları onlara hatırlatmak zorundadırlar. İşte bu uyarış şeklini Allah vahiyler ölçüsünde hareket eden nebilere bize örnekler vererek modül oluşturmuşlardır.

18/6- Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmayacak olurlarsa Sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin (öyle mi)?

18/7- Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.

Bakınız peygamberin yaptığı bir davranışın yanlışlığına Allah nasıl parmak basıyor. Evet, dünya hayatı bir deneme bir imtihan salonudur. İnsanlara bir takım Allah'ın yasakladıkları şeyler süslü gösterilerek onlar denemektedirler. 

Kim bu dünya hayatında kendisine verilen süre içerisinde Allah'ın istediği gibi bir hayat yaşarsa kazançlı olacak olan odur. Her insanın yapmış oldukları güzel amellerle kendi kesesine ahiret azığından pay koymaktadır. Konunun biraz uzun olması sebebiyle burada kesmek istiyorum. En doğrusunu Allah bilir . Çalışmak bizden Tevfik Allah’tandır.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN-ANAMUR
http//kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com