21 Ağustos 2011 Pazar

KURAN TEFSİRİ ALAK SURESİ


KURAN TEFSİRİ
ÖNSÖZ
RAHMAN VE RAHİM  OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

Kuran; Birçok müfessirler tarafından tefsir edilmeye çalışılmıştır. Ama ne yazık ki Kuran'daki ayetlerin anlatmak istediği manayı, Kuran'daki ayetlerle değil, Kuran'ın dışından gelen bilgi ve ön yargılarla Kuran tefsir edilmeye çalışılmıştır. Oysa Her ilim ve her ideoloji kendi sistematiği içerisinde kendisini tanımladığı gibi Kuran da kendini kendisi tanımlamış ve açıklamıştır. Kuran'ın dışından gelen bilgiler ve anlatışlar Kuran'ı tanımlamaya ve anlatmaya hakkı olmadığı gibi yetkisi de yoktur.

Kuran; Peygamberimizin peygamber oluşuyla birlikte başlayan anlatım ile peygamberimizin peygamberlik tarihinin bitişi ile son bulan bir kültürün bir edebiyatın dili, Kuran'da yansıtılmıştır. Kuran'da geçen bir kelime Kuran'da geçen başka ayetler içerisine anlatılmıştır. Herkes Kuran hakkında bir tanımlama getirmeye çalışmıştır. 

Ama her şeyin bir doğrusu olduğu gibi bir de yanlışı vardır. Kuran'a Kuran dışından gelen yaklaşımlar Kuran'ı doğru açıklamaya uygun değildir. Kuran'daki bir ayetin doğru anlaşılabilmesi için önce Kuran'da geçen diğer ayetlerle çelişmemesi, İkinci olarak evren yasalarıyla çelişmemesi, Üçüncüsü olarak akılla çelişmemesi gerekir. dördüncüsü olarak da ayet doğru anlaşılmışsa pratik hayatta verim ürün alması gerekir.

Peygamberlere verilen hikmet budur. Allah kendi vahyini nebilere vahy ederken onlara aynı zamanda bu vahyi anlama feraseti ve yeteneği vererek doğru düşünmenin metodunu da vermiştir. Kâinatta yaratılmış her bir varlık, bir yere konmuş ona Allah tarafından bir değer biçilerek ait olduğu yer belirlenmiştir.

Kuran'da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi. Kâinatta yaratılmış hiçbir varlık da hiçbir varlığın yerine konulmamıştır. Bir ağaç üzerinde ne kadar yaprak varsa, hiçbir yaprak hiçbir yaprağın aynısı değildir. Yağan kar ve dolu daneleri de hiçbir kar ve dolu taneleriyle aynı değildir. Dünya üzerinde bu güne kadar gelmiş geçmiş insanların parmak uçlarının çizgileri hiç birbirine benzemediği gibi kıyamete kadar var olacak olan insanların da parmak uçları da hiç birinin aynısı olmayacaktır.

75/4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

Kuran'ı doğru anlamanın önünde Temel olan engel Kuran'ı okurken ve anlamaya çalışırken, ön bilgi ve ön yargılardan uzaklaşarak Kuran'ı sadece Kuran'da geçen kelime ve ayetlerle Kuran'ı anlamaya çalışmak lazımdır. İşte Müessirler Kuran'ı tefsir ederken genelde müteşabih ayetlerin anlaşılmasında sıkıntıya düştükleri zaman O ayetleri peygamber anlar anlayışıyla hadisler peşine düşmüşler ve o Kuran'ı anlama sihri orada bozulmaya başlamıştır. Çünkü hadisler bir belge ve ilim niteliği taşımaz taşıyamaz da. Hadislerin büyük bir kısmı, ehli kitap tarafından uydurulmuştur. 

Kuran'ın inişiyle zaten hadislerin gündeme gelmeye başlaması arasında yüz elli iki yüz sene gibi bir zaman geçmiştir. Ağızdan ağza dolaşan hele hele çok cahil ve zalim olan insanların eline de düşerse bunlardan ne kadarı doğru olarak kalabilir? Yüz binlerce hadisler içerisinde Kuran'daki bir ayetin kastettiği manayı arayıp bulmak da ayrı bir dert olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten peygamber de gelen vahye göre hayatını düzenlemiş ve Kuran'ın dışına çıkmamıştır. Kuran bunu bize şöyle anlatmaktadır.

69/40- Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?

69/42- Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Görüldüğü gibi, peygamberleri kutsallaştıran ona itaat etmeyi sağlayan olgu onun kendisinden bir vahiy uydurmadığı o sadece Allah'ın söylediklerini söylemesi ve onu pratik olarak yerine getirmeleriyle diğer insanlardan onları ayrı bir konuma taşımaktadır. Ona itaatin Allah'a itaat olması ona itaatsizliğin Allah'a itaatsizlik olması bu sebepten kaynaklanmaktadır. Elçiye zeval olmaz derler ya o kendisinden uydurmuyor o sadece Allah'ın verdikleri emir ve yasakları aktarıyor.

Bir mümin kadın ve erkek her hangi bir konuda bunu ben kabul etmiyorum deme hakkına sahip değildir.

33/ 36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

İnsan ya iman eder. vahyi emirler, hem söylemde hem de yaşamda onun hayatını şekillendirir. ya da iman etmez kendi aklına ve diğer insanların peşine takılarak hayatını şekillendirir. Elbette ne şeytanın ne de nebi ve resullerin insanlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur. 

Her insan bu dünyada yetki ve sorumluluk sahibidir. Kimse kimsen üzerinde yola gitmede ne bir kurtarıcı ne de sorumluluğu üstlenme pozisyonunda değildirler. Hiçbir insan kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler onu ne doğru yola ne de yanlış yola götüremezler. Sadece teklif sunarlar.

Kuranın doru anlaşılması üzerinde tefsircilerin yanılmış oldukları bazı konuları başlıklar halinde kısa kısa açıklayarak benim kuranı tefsir ederken anlattığımı okuyucular okurken kolay anlamada önemli bir katkı sağlayacağını umuyorum.

ALLAH DÜNYA HAYATINDA İNSANLARIN YAŞAM BİÇİMLERİNE MÜDAHALE ETMEZ.

Belki Bu başlık ilk olarak bu güne kadar geleneksel olarak anlatılan ve anlaşılan İslam anlayışını silkelemektedir. Ama göreceksiniz ki Kuran'ın doğru anlaşılmasının önünde ilk sırayı bu yanlış anlayış oluşturmaktadır. Dünya hayatı bir imtihan ve Allah'ın gözetleme yeridir.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Dünya hayatında Allah insanlara aklını takvasını ve fıskını vermiş ve insanlar her iki yola gitmek istediklerinde her iki yolda da yürüyebilecek malzemeleri de vererek her insanı bir ferd olarak bir zaman dilimi içerisinde kendi özgür iradeleriyle denemeye tabi tutmuştur. Ve hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Asıl yapılan suçların cezası din günü olan ahiret âleminde verilecektir.

35/ 45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Bu konunun anlaşılması biraz zaman alacaktır.. Çünkü bu Kuran'da geçen bu anlatımlar edebiyat dilinde mecazi Kuran dilinde de müteşabih olarak geçmektedir.

Müteşabih: kelimesinin asıl anlamı benzeşen ve karmaşık olan ayetler anlamını ifade eder. Bunu anlayabilmek için de Kuran'da geçen diğer ayetler hakkında derin bir bilgiye sahip olmak gerekir. Bazı örnekler vererek bunları kısacık da olsa bilgi vermeye çalışalım. 

Hazreti İsa'nın ölüleri diriltmesi Kuran'da geçmektedir. İlk olarak Kuran'a iman etmiş bir insana hazreti İsa Hayati fonksiyonunu yitirmiş bir insanı  diriltemez. böyle bir olay olmamıştır. desen hemen seni ayeti yalanlamakla suçlarlar. Hâlbuki Kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. 

Birisi canlı olduğu halde duyarsız insanları vahiyden uzak insanları kastetmektedir. Diğeri ise hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölülerden bahsetmektedir. Bu ayetin hangi konuda, Kuran içerisinde geçen diğer ayetlerden ne anlama geldiği doğru olarak anlaşılabilir.Kuran'da geçen, bir ayete verilen bir anlam diğer ayetlerin sınırlarını ihlal etmemesi gerekmektedir. Eğer bir okuyucu o ayeti okurken şu ayeti de beraberinde düşünebilmiş olsaydı o anlayışından hemen vazgeçerdi.

21/ 95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Kuran çelişkisiz bir kitap olduğunu söylerken bir taraftan hazreti İsa'nın öleni diriltsin hem de Allah ölenin dünya hayatında geri gelmeyeceğini söylesin. Bu çelişki olmayan bir kurana çelişki meydana getirmez mi?

Bir ayette Allah dünya hayatında İnsanların suç işlemesiyle cezalandırmayacağını söylüyor. bir ayette de suç ve zulüm işlemeleri dolayısıyla helak ettiğini söylüyor bir ayette de hem kâinatın hem de gönderilmiş olan kitabın çelişki olmadığından söz ediyor. 

Kuran'da anlatılan kıssalar olaylar arasında bir tutarsızlık varsa ateistler ve deistler burada haklı çıkmış olurlar. Kuran’ın Muhammed'in tecrübi bir bilgi sonucu kendi yazdığı ve yazdırdığı kitap hükmüne girmiş olurdu. Hayır, ben Kuran'ın yerleri ve gökleri yaratan Allah tarafından insanlar içerisinden seçtiği bir elçiye ve nebiye vahy ederek gönderildiğine iman ediyorum. Biz kuran anlayışımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Kuran'da ve kâinatta da hiçbir çelişki ve tutarsızlık yoktur. çelişki ve tutarsızlık bizim yanlış anlayışımız-dandır. Yine konumuza geri dönecek olursak Allah evrene insanoğlunu halife olarak koymuş ve kendisi insan için sermaye olabilecek her türlü malzemeyi vermiş ve vermeye devam ederek insanların özgür iradelerine hiçbir zaman dünya hayatında müdahale etmemiştir.

Ama insanlar evrende düzgün yolda yürümedikleri zaman, ceza gibi algılanan fakat bunlar Allah'ın cezası değil insanların kendi ellerinden dolayı başlarına gelen felaketlerdendir. Birisi evrenin yasalarına uymadıkları zaman başlarına gelen felaketler. Bunlar deprem sel afetleri, ateş denizler, yırtıcı hayvanlara olan iletişim kurallarına uymadıkları zaman bir takım zararlar görmektedirler. 

Deprem kaç şiddetinde süregelen bir sünnet olarak o bölgede oluyorsa o olagelen şiddetten daha dayanıklı binalar yapılması lazım ki o sarsıntı geldiğinde zarar görülmesin. işte bu felaketlerin insanların iman edip etmemeleriyle alakası yoktur.

İnsanların başlarına gelenler, evrensel yaslara uyup uy-mamalarıyla alakası vardır.

Olaylarda görüldüğü gibi depreme karşı dayanaklı binalar yapan ülkeler hiç bir kişinin burnu bile kanamadan o sarsıntıları atlata bilmektedirler. Bu yasalar insan yaşamında her alanda aynıdır. Trafik kurallarına uymayanların başlarına gelen felaketler, denize girme kurallarına uymamanın sonuçları, ateşin kurallarına uyulmadığı zaman sonuçlar, hep bunlar Allah'ın dünyayı kullanma kılavuzunun içerisinde bilenler için mevcuttur.

İkinci bir felaket insanların insanlar elleriyle verilen cezalardır. İnsanlar eğer bir insanı öldürürse veya zulmederse Allah zalim olanlara müdahalede bulunmaz. Ancak bu müdahaleyi diğer insanların fıtratlarına yerleştirir. Onlar birbirlerine müdahale eder ve zarar verirler. Ayette de onu anlatıyor.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Öyleyse kuranda geçen Nuh Tufanı ad, sem ut Salih ve diğer kavimlerin başlarına gelmiş gibi anlatılan felaket ve helakler edebiyat dilinde mecazi Kuran dilinde müteşabih olarak anlatımlardır. 

Helak denemeye tabi tutulan insanların dersine çalışmayıp da oyun eğlenceyle vakit geçiren öğrencilerin sınıfta kalarak dünya hayatında rezil olmaları gibidir. İnsanlar imtihanı kaybedenler ahiret âleminde cezalandırılacaklardır. Kuran bunları kıssalarla olacak olan olayları, olmuş gibi anlatmaktadır. Bunları surelerde ve ayetler konu içerisinde geçtikçe detaylı olarak Allah ömür verirse anlatmaya çalışacağım.

MUCİZE KAVRAMININ YANLIŞ ANLAŞILMASI

Kuran'da mucize kelimesi geçmez ama bizim kültürümüze kuranda ayet olarak geçen kelimeler mucize olarak, tercüme etmişlerdir. İnsanları yanıltan Allah'a ait olan ayetlerin sanki peygamber tarafından insanları iman etmeleri için onlara verilen oğlan üstü haller olarak anlatılmıştır.

Kuran'da geçen ayet kelimesi kâinatta Allah’ın yaratmış olduğu zerreden küreye kadar ne varsa hepsinin yaratılışı için kullanılmış bir kelimedir. Kuran'i anlayışta bir inek ayet olduğu gibi bir savaş da ayettir. Bir insan bir deve de ayettir. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik onların söylediklerinin vahiy olmasıdır. İşte Allah'ın peygamberlere verdiği bizim kültürümüzde mucize geçen olay budur.

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

İslam toplumlarının anladıkları ve algıladıkları gibi Allah peygamberlere, On parmağından su akıtarak askerlerini sulaması kuru çeşmeyi sulandırması ölüleri diriltmeleri ellerinde sihirli bir değnekle istediklerini yapmaları için olağan üstü mucizeler vermemiştir. Allah'ın peygamberlere verdiği mucize sadece vahiyler ve kitaplarıdır.

Eğer Kuran “İşte size mucize bir deve “ dediği zaman bunu Salih peygamberin insanları iman ettirmek için mucize olarak dağdan deve doğurttu olarak anlarsak o zaman Allah'a ait olan ayetlerin peygamberlerde zuhur etmesi anlamına gelir ki, İsa peygamberin ilahlaştırılması gibi diğer peygamberler de ilah konumuna sokulmuş olurlar. 

Allah Kendi bilgilerinin insanlara nasıl ulaştığı konusunda kuranda anlatmıştır. Ne yazık ki ayet kelimesi geçen ayetler kurandaki sureleri meydana getiren ayetler olarak anlaşılması Kuran’ın doğru anlaşılmasını önemli ölçüde engellemiştir.

Evrende yaratılmış olan hangi bir organizmayı insanlar toplanıp bir araya gelseler yapabilirler? İnsanları aciz bırakan mucize olan onların kendileridir. İşte peygamberlerin yaptıkları o mucizelerin Allah'a ait olduklarını insanlara göstermektir. Yoksa hiçbir peygamberin Allah'a ait olan bir varlığı mucize olarak yapması ve göstermesi olacak şey değildir.

İnsanların yanıldıkları konulardan birisi de Kuranda kıssalar anlatılırken kelimelerin mecazi anlamda mı yoksa gerçek anlamında mı kullanıldığı konusunda ayırım yapılamamasından kaynaklanmaktadır. Bazı kuran okuyucu ve savunucusu kardeşlerimin yanıldıkları noktalardan birisi de kuranın indiği toplumların tarihi sosyal kültürel yapılarının bilinmesiyle ayetlerin anlaşılmasına doğrudan etki edeceği inancındadırlar. 

Hâlbuki tarih bir insanın olaylara bakış açısının belgelenmesi anlamdadır. O zaman hiçbir tarihçi Allah'ın baktığı gibi bakabilme onların iç yüzünü kavrayabilme yeteneğine sahip değildir. Bu tarihi bilgileri kuran anlayışına bir delil olarak getirilip konulursa doğru bir anlayış olmaz kanaatindeyim.

Kuran o kültürü saf ve yalın bir biçimde kendi sistematiği içerisinde anlatmış zaten. Biz kurandan doğru bir anlayışı ancak kavramakla anlayabiliriz.

Kuran'ı insan kitabından uzaklaştıran Olgulardan birisi de gayp haberleriyle ilgili bilgilerdir. Asıl peygamberlerin peygamber olduğu bu bilgilerle anlaşılabilir. Zaten cemaat liderlerini kendi cemaatine saygınlığını kazandırmak için böyle gaybi bilgiler sunarak onları kendilerine itaat etmesini sağlamışlardır. 

Onların gayba ait söyledikleri zan ve tahmindir. hatta vahyin dışında peygamberlerin de bilgi vermesi mümkün değildir. Ancak Allah'ın peygamberlere Kuran'da bahsedilen gayıp haberleri vahiyle bildirilen gayp haberleridir.

Kuran iki gayıp haberinden peygamberleri bilgilendirmiştir. Birincisi, insanlar dünya hayatında yaşarlarken sonucuna teknolojinin ilerlemesiyle varılan gayp haberidir. İkincisi de insanlar dünya hayatında hiçbir zaman ne kadar,Teknolojik olarak ilerleseler de çözemeyecek oldukları ve  ulaşamayacakları gayp haberleridir. Bir peygamberin kendisinden sonra gelecek olan ve gelmemiş olan bir peygamberi müjdelemesi onun kendisine ait bir gaybi bilgi olamaz. 

Çünkü gelecekte kimin peygamber olacağı konusunda insanın bilgi sahibi olması insan yaratılışına uygun değildir. Bir başka örnek, kendi sahasında uzman olmadığı halde o sahada uzmanların toplanıp da verdiği bilgi konusunda fikir birliği edinmeleridir. Hiçbir ilim kendi dalıyla ilgili Kuran'dan bir bilgi verilsin de onun ilmiyle çelişsin bu olmamıştır.

Bir insanın bütün ilimlere karşı söylemiş olduğu bir söylemin tıpatıp uyuşması onun insan sözü olmadığını gösterir.

İkinci Gayıp ve en önemli gayıp bilgisi de budur. Ahiret âlemi ile bilgilerdir. Evrenin hiçbir yerinde ahiret âlemi ile bilgiye ulaşılamaz. Zaten peygamberlik olgusunu kabul etmeyen ata dini mensupları onun için ahiret âlemini kabul etmemektedirler. Bu bilgiyi peygamberlerden başka bilen yoktur. Onlar aracılığı ile ahiret inancı toplumlara yerleşmiştir. Peygamberler de kendilerinden üretmezler onlara Allah bu bilgiyi verir. Onın ispatını Allah Ahiret hayatında yapacaktır.

Kuran'ın anlaşılmasında önemli olanı Kuran'ın ne söylediğinden ziyade Kuran'ın ne söylemek istediğinin yakalanması gerekir. Allah dilediğimi saptırırım ifadesinde yol seçme özgürlüğü verilen insanlardan dileyeni saptırırım anlamının yakalanması gerekir.

 “Allah bana borç verin” İfadesinde Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığının bilinmesi borcu ihtiyaç sahipleri için cennet karşılığında Allah için vermek anlamında olduğunun çıkarılması gerekir.
Kıssalar'da anlatılan helak edilen kavimlerin helakinin tabiat kuvvetleriyle deprem sel felaketlerle yok edilmesi anlamında değil, ahiret âleminde onları korkunç bir şekilde cehennem azabı ile, cezalandırılması olduğunun bilinmesi gerekir. Adam Allah'a küfrediyor Allah'tan bir ses yok. Adam küçücük kızlara tecavüz edip öldürüyor, Allah'tan yine bir ses yok. Adam öldürüyor. Allah'tan yine bir ses yok. Bu sefer adam Allah'ın bir ceza vermeyeceği anlayışına kapılıyor. 

Bu yapılan zulümler karşılıksız kalmayacak ya insanlar eliyle ya da Allah'ın ahiret âleminde cehennem azabı ile bu cezalar mutlaka verilecektir.Belki de yakın zamana kadar, genel olarak bakıldığında duyulmamış ezber bozan konuları dile getirmeye çalışacağız. Şimdiye kadar Kuran'ın bakış açısının dışında bir bakış açısıyla bakılarak bir takım tefsirler yapılmıştır. 

Ancak Kuran'ı Kuran'la anlatan ve insanlara nebilerin sanki ayaktaymış gibi diri olarak insanlara sunulan bir tefsir karşınıza çıkmamıştır. İnşallah Kuran'ın çağımızda nasıl dinleyenleri ve kendisine tabi olanların dirildiğine dünya şahit olacaktır.
Kuran her çağa hitabe diyor. Bu çağımıza da hitabe diyor. Ve kıyametin sona kadar onun diriliği inanmaları diri tutacaktır. raflarda saklanan tozlanan kuranın raflardan inecek ve insanlar cehalet karanlığından aydınlığa kavuşacaktır. Tekrar cehalet karanlığına düşen insanlar onu okudukça onda dirilecekler ve İslam toplumu ezilmişlikten yanlış olan kader anlayışından kurtulacaklardır. 

Doğru bir anlayışla yeniden dirilecekler. Mustazaf olma yerine güç ve iktidar olacaklar ve ekini ve nesli yok etme yerine adaleti ihsanı emredecekler insanlar tekrar hangi dinden hangi meşrepten olurlarsa olsunlar akın akın İslam’a yani güvenilen emin ve eman içerisinde olan yere sığınacaklardır.

Yeni başladığım Kuran tefsirini, yıllarca çalışmamın bir ürünü olan Kuran anlayışımı Allah yaşım ilerlemesine rağmen, ölmeden insanlarla paylaşma fırsatı  inşallah verir. Dünyada Allah'ın bana ayırdığı zaman dilimi içerisinde ona iyi bir kul olmayı kovulmuş Şeytanın zulmüne uğramadan bana son nefesime kadar sadece kendisini rab edindiğimi hem insanlara şahit hem meleklere şahitlik ettirir. de kendi huzuruna çıktığım zaman beni mahcup etmez edilmesine de müsaade etmesin niyazında bulunuyorum.

İnsan olmak hata yapabilme olgusunu ve dürtüsünü de beraberinde taşımaktadır. Elbette bu tefsirimde gerek gaflet sonucu gerek idrakte eksilik sonucu yaptığım tüm hatalar ve yanlışlar bana aittir. doğrularım ise hatadan eksiklikten münezzeh olan saygının hürmetin ihtiramın hamdın övgünün sadece ve sadece layık olan Allah’a aittir.

Ali Rıza Borazan
http//kuranianlamametodu.blogspot.com
20.08.2011


KURANDAKİ AYETLERİ KURANDAKİ AYETLERLE TEFSİR ETMEK
ALAK SURESİ
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN ADIYLA

Kuran'daki İlk inen sure ve ilk ayetlerdendir.

Kuran'da geçen kelimelerin ne anlama geldiğini, kuran'da geçen ayetlerde arayarak anlaşılmalıdır. Biz sureleri nüzul sırasına göre anlamaya çalışırken, aynı zamanda sureler içerisinde geçen kelimelerin anlamlarını Kuran bütünlüğü içerisinde geçen ayetlerde arayarak Kuran orijinalinden sapmadan Kuran'ı doğru anlamanın metodunu sistematiğini ortaya koymuş olacağız inşallah. 

Alak kelimesinin ne anlama geldiğini Kuran'da geçen sureler ve ayetler içerisinde kullanılan alak sözcükleri ile ilgili ayetleri bir araya getirerek ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

“sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından;

23/ 12- Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.

23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.

23/14- Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.

Kuran'da Alak kelimesi ile ilgili bir kaç tane ayet daha bulunmaktadır. Ama biz alak ile ilgili kelimenin ne anlama geldiğini sanırım Kuran'dan yeteri kadar bilgiyi aldık. Alak Erkeğin Kaburgalar arasından gelen sperması ile kadının rahmindeki yumurtaların ilgi alaka kurarak birleşmesinin adı olduğu anlaşılmaktadır.

86/5- İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı?

86/6- Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.

86/7- (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında(ki organlar)dan çıkar.


Mümin un suresinde geçen 13 ve 14.cü. ayetlerde olayı çok güzel anlatmaktadır.

23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.

23/14- Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; “
Kurandaki ayetlerin Doğru anlaşılmasının testi ayetlerin evrendeki yasalarla buluşup pratikte mükemmel bir doğru sonucun ortaya çıkmasıyla anlaşılır. İşte kurandaki bu ayetlerin bu konularla uğraşan ilim adamlarının ortaya koydukları bilgilerden bir video dinleyin.

POPİLER BİLGİ SİTESİNDEN BİR ALINTI

BELGESELLER - Populer Bilgi - İnsanın Yaratılışı

www.populerbilgi.com/belgesel/insan.php51 dakika - 29 Mar 2005
Populer bilgi. Bu belgesel insanın nasıl yaratıldığını, hangi aşamalardan geçtikten sonra var edildiğini anlatıyor. Bu belgesel sizi anlatıyor!

****************************************************

96/1- Yaratan Rabbin adıyla oku.


İslam müfessirleri İlk inen bu ayeti Peygamber efendimizin mağarada iken, Cebraillin geldiğini, kuvvetle peygamberi sıkarak oku dediğini, o da “ ben okuma yazma bilmem “ dediğini tekrar kuvvetle sıkarak tekrar oku dediğini o da tekrar ben okuma yazma bilmem dediğini, üçüncü sefer oku dediğini ve o kemikleri çatırdatan bir sıkışla sıkıldığını ve okumaya başladığı klasik olarak anlatılıp durulmaktadır.

İlk inen bu ayet, Yerleri ve gökleri yaratan Allah Uzun zaman kendisini arayan bir insanın Allah'ın onunla bir iletişim kurması ve insanların büyük bir çoğunluğunun kabul etmeyerek ona vahy etmesi ve onun kalbine ilka ve ilham ederek hayatı onun koyduğu kurallar içerisinde anlamlaştırmasını istemektedir.

Kuran'ın hiçbir yerinde Peygambere vahiylerin Cebrail aracılığı ile geldiğine dair bir ayet yoktur. Bu tamamen israiliyattır. Bakınız bakara suresi doksan yedinci ayette şöyle buyrulmaktadır.

2/97- De ki: "Cibril'e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren Odur.

2/98- Her kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır."

2/99- Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkâr etmez.

Ayette bahsedilen Allah'ın insanlar içerisinden kendi bilgilerini nebiler aracılığı ile insanlardan nebi ve resul seçerek ilahi mesajı kabul etmeyenlerin Allah'ın düşmanı olduğunu onların kâfir ve sapık inkâr eden müşrikler olduğunu anlatmaktadır.

Cibril: Allah insanlar içerisinden elçi seçtiklerine vahiy iletme bilgilendirme olayı ve olgusudur. Bakınız bir peygambere vahiy nasıl geldiğini necim suresinde şöyle anlatılmaktadır.

53/1- Battığı zaman yıldıza andolsun;

2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.

3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.


4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

5- Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi öğretmiştir.

6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.

7- O, en yüksek bir ufuktaydı.

8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

9- Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.

10- Böylece O'nun kuluna vah yettiğini vahy etti.

Necim suresinde Anlatılan vahiy iletme metodunda, Üstün güç sahibi diye mütercimlerin bahsettiği, Cebrail değil Allah’tır.

7/180- İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkara) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.

Burada önemli olanın vahyin gökten mi geldiği yoksa yerden mi geldiği değil, vahyin bilinmeyen konularda gelerek insanlığın aydınlatılmasıdır. Vahyi gönderen de kutsaldır vahiyi gönderenden alıp da getiren de vahy ilettiği için insanlar arasında farklılaşarak onu ayrı bir konuma taşımaktadır. Ama bir gerçek var ki o vahiy gelmiş ve insanları cehaletten aydınlığa, kavuşturmuştur.

O zaman “Yaratan Rabbin adıyla oku.” İfadesi Dünya hayatında Attığın her adımı, konuştuğun her sözü, yaptığın her davranışı Yerleri ve gökleri yaratan Allah'ın koyduğu kurallara göre Oku ve yaşa anlamını ifade etmektedir. Ayette 

bahsedilen okuma yazma bilmeyen birisinin Cebrail'in sıkmasıyla okumaya başlaması değil, vahyin gölgesi altıda eğitimini Allah’ın koyduğu kurallar içerisinde hayatın anlamlanması demektir. Hayat bilindiği gibi ya şeytanın öğrettiği gibi ya da Allah'ın öğrettiği gibi yaşanır. Şeytanın istediği kurguladığı gibi değil Allah’ın istediği ve kurguladığı gibi hayatın anlamlanması istenmektedir.

96/2- O, insanı bir alak'tan yarattı.


Yukarıda hem vahyin hem de bu konu ile ilgili ilmi verilerin ortaya koyduğu gibi bir damla su ile yumurtanın birleşerek ilgi alaka kurarak insanın yaratılışı ile ilgili bir yaratış biçiminden söz etmektedir.

96/3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;

Kâinatı incelediğimiz zaman yediren içiren ikram eden en büyük ikram sahibi Allah’ın Olduğunu ondan başka terbiye eden onun terbiyesi dışında terbiye edebilecek hiçbir güç ve kuvvet sahibi bir varlığın olmadığının bilinmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Bilindiği Gibi Allah'ı kabul etmek Allah’ın rabliğini de kabul etmekle anlam kazanmaktadır. Dünya üzerinde İnsanların büyük bir çoğunluğu Allah'ı kabul ettikleri halde Onun gönderdiği nebi ve resullerin getirdikleri mesajları kabul etmemektedirler. İnsanlar içerisinde Allah'ı ve onun gönderdikleri kurallar içerisinde yaşayan insan sayısı yok denecek kadar azdır. . Firavun da ben sizin rabbinizim demişti. Ama firavun kendi ölümünü bile engelleyememişti.

96/4- Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.


Kâinatta insanlar dışında ne varsa onlar kendi görev alanları içerisinde Allah'ın onlara kodlamış olduğu bilgiler çerçevesi içerisinde hareketlerini sürdürürler. Ama insanlar ilk yaratıldıkları zaman bilgileri sıfır idi. İnsanlara ilk yaratılışta bilgi iki kanalla gelmektedir. 1-Vahyi bilgiler, 2- eşyanın konuşma dilinin çözülerek gelen bilgilerdir. bir başka ifadeyle evrenin yasaları ile ilgili bilgilerdir.


Her, insan kuşağı kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara kendi, bilgi ve kültürlerini miras olarak devrederken, onlar da kendisinden sonra gelecek kuşağa bir takım katkılar ve buluşlar ortaya koyarak kültür mirası devretmektedirler. Bu bilgi zamanımıza kadar devam etmiş ve kıyametin sonuna kadar da devam edip gidecektir. İşte insana bilmediğini kaleme öğretti ifadesi bunu ifade etmektedir.

96/5- İnsana bilmediğini öğretti.


İnsanlara Bilgi İki kanaldan gelmektedir. Birincisi vahyi bilgiler. Bu bilgiler Allah'ın insanlar arasından nebi ve resuller seçerek bu bilgileri insanlara ulaştırmasıdır. Diğer bilgi ise insanoğlunun var oluşu ile başlayan bir süreç içerisinde insanlığın sonuna kadar insanlar eşyanın bilgisine yöneldikleri zaman Allah'ın onlarla konuşması ve bilgiye ulaşmalarıdır. Bakara suresinde geçen âdeme isimlerin hepsini öğretti ifadesiyle de söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu onaylamaktadır.

2/31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.

Meleklerin secdesi de bir anlamda insanların eşyanın bilgisine yöneldiklerinde o kendilerinde olan bilgileri insanlara vermeleri ve insanların gidiş yolu istikametinde hizmet etmeleridir. Düşünün bir ağaçta, bir dağda bir maden çeşidinde bir denizde, ne bilgiler gizlenmektedir. İşte insanoğlu bu bilgilere yöneldikçe ve ihtiyaç duydukça kazanmaktadırlar.

İnsanoğlu var oldukça problemler oluşacak. Problemler ortaya çıktıkça da yeni bilgilere ulaşılmaya devam edecektir. Bu olgu insanoğlunun bütün kendisine ihtiyaç duyduğu bilgiler bittikten sonra artık insanlığın da sonu gelmiş olacaktır. Ve kıyamet kopacak insanlar yeni bir yaratılışla yaratılarak hesaba çekileceklerdir. Burada önemli olan ve Allah'ın insanlarla konuşma şekillerinden bir ayeti de hatırlamamak haksızlık olacaktır. Bu ayette bilginin kayağının Allah olduğunu ve öğrenenler de bu bilgileri iki yolla ulaştıklarını anlatmaktadır.

42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Rabbinin adıyla okuyanlar hem Allah'ın yaratmış olduğu evreni çözmekle konuşurlar. Hem de nebilere gelen vahiyle Allah ile konuşurlar ve Allah’tan bilgi alırlar. Ayet bunları iki kısma ayırmaktadır. Birincisi bizzat nebi olanların kendisidir asıl vahye muhatap olan Allah’tan birinci derecede vahiy alan onlardır.

İkincisi ise nebi ver resullere iman edenlerdir bunlar da nebilerin Allah'tan aldıkları bilgileri okumakla yaşamakla Allah ile konuşmaktadırlar. Diğer Allah'ın perde arkasından konuştukları ise Allah’ın rabliğini kabul etmeyen deistler ve ateistlerdir. Yani her insan ister inansın ister inanmasın bu şekilde evrenin bilgisine yönelmeleri sonucunda Allah ile konuşmuş olmaktadırlar.

96/6- Hayır; gerçekten insan, azar.

96/7- Kendini müstağni gördüğünden.


Yukarıda geçen altı ve yedinci ayetleri beraber açıklamak doğru olacaktır. Çünkü her iki ayet insanı merkeze almaktadır. Birisi insanın azmasını diğeri ise azmasının sebebini kibirlen meye büyüklenmeye bağlanmasından kaynaklanmaktadır. Bununla ilgili İsra suresinde geçen bir ayeti naklettikten sonra açıklamalarımızı yaparsak olayı daha güzel kavramış olacağız.

17/16- Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

Ayette geçen toplumun önde gelenleri, varlık ve güç sahiplerini Allah helak ediyorsa ve bu anlatım sanatsal değil de gerçek anlamında anlaşılırsa o zaman varlık sahibi olarak doğmak suç olması anlamına gelir. 

Oysa, ayette anlatılmak istenen olay genel olarak bozguncu olanlar zulmedenler halkın refah sahibi önde gelenlerinden çıkmaktadır. Yani insan dünya hayatında kimseye ihtiyacı kalmayınca kendisini sanki ilah rab sanmaya başlamaktadırlar. Ama ne zaman onların ellerinden bu makam ve mallar gitti, işte o zaman burnu havadan iner Yerleri ve gökleri yaratan rabbini görmeye ve tanımaya başlarlar.

Demek ki, insanın azması güç sahibi otorite sahibi olduğu zaman azıp, yörüngesinden çıkarak karışıklık ve fesat çıkarmaya başlıyormuş.

96/8- Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.


Dünya hayatı insanların at koşturduğu bir mekândır. Onlara Allah yetkiyi ve sorumluluğu vermiş sonucuna katlanmak koşulu ile bir yaşam süreci içerisinde aklı olan her insan değişik imtihan sürecinden geçirmektedir.

76/ 3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Allah ahiret âleminde insanların kendi ellerinin kazandıklarına karşı yargılayacaktır. Dünya hayatında insan istediği davranışı yapmaktadır. Allah'tan özel bir müdahale hiçbir zaman gelmemiştir ve kıyamete kadar da gelmeyecektir. Her insan kendisine ayrılmış zaman dilimi içerisinde denenip eceli geldiği zaman yoldan ya Muttaki yolu, ya da şeytani yolu seçmiş herhangi birinde karar kılarak hayatını bitirmiştir. 

İşin sonu yine Allah'a kavuşmak olacaktır. Dünya hayatında her insan yapmış oldukları iyi ve kötü amellerin karşılığını hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlığa uğratılmadan karşılılığını alacaklardır. İnsanlar dünya hayatında ister iyi yolda yürüsünler isterse de yanlış yolda yürüsünler, ister Allah ile kavuşacaklarına inansınlar isterlerse de iman etmesinler mutlaka Allah ile orada karşılaşacaklardır.

96/9- Engellemekte olanı gördün mü?

96/10- Namaz kıldığı zaman bir kulu.


Yine bu iki ayet birbirlerine bağlantılı oldukları için ikisini birden açıklamaya çalışalım. Kuran'da namazın karşılığı salâttır. Asıl namaz düzgün olarak yaşanan bir hayatın adıdır. Günün belirlenmiş vakitlerinde kılınan namaz da o yaşadığın hayatın Allah'a karşı bir teşekkürüdür. Daha önce de insanın iki birbirine taban tabana zıt yolda olduklarını açıklamıştık. 

Her iki yolda giden insanlar asla birbirleriyle yaşam biçimleri uyum sağlamazlar. Müslüman olmayan bir erkekle Müslüman olan bir kadının, veya Müslüman olan bir erkekle Müslüman olmayan bir kadının, evliliklerini bile kuran yasaklamaktadır. Müslümanım diyenler kesinlikle savaşı başlatan olmamışlardır.Allah savaşı başlatan olmayı da yasaklamaktadır. Ama Müslüman olmayanlar mazlum olanları yerlerinden yurtlarından sürmüşler ve onların yaşam haklarını özgürlüklerini ellerinden almışlardır.

Günümüz toplumlarında Kuran'da ritüel olarak namazın olmadığı hakkında görüşler ortaya atanlar bulunmaktadır. Elbette namaz kelimesi Kuran'da yoktur. Ama salât kelimesi de konulduğu, ve kullanıldığı yerde anlam, kazanmaktadır. Bir ayette Salât kelimesi kullanırken şöyle buyurur.

33/56- Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de O'na salât edin ve tam bir teslimiyetle O'na selam verin.

Burada salât kelimesi destek verme anlamında kullanılmıştır. Herhalde Allah peygambere namaz kılacak değildir. Melekler insanlar da peygambere namaz kılmazlar. Peygamberin gittiği yolu Allah onaylar ve onu vahiylerle destekler. Meleklerde onu destekledikleri ve gitmiş olduğu yolda secde ederek peygamberin yolunu kolaylaştırmaktadırlar. 

İman edenler de o peygamber yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın emirlerini hayata hekim kılma mücadelesi verdiği için iman sahipleri de onu desteklemektedirler. Bazı Kuran okuyan kardeşlerimizin salatın sadece bu anlamını aldıkları için salat mali destek ve eğitim kelimesi ile kelimenin anlamını tanımlamışlardır.

Kuran'da Kullanılan bir kelime kullanılmış olduğu yerde farklı anlamlara gelmektedir. Salat ile ilgili bir ayet örneği verdikten sonra kelime üzerinde anlatışımızı yaygınlaştırmaya çalışalım.

5/6- Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.

İsterseniz bir de ayetin Türkçe okunuşunu nakledelim.

Rabbin adıyla okumak hayata bakışını rabbin tanımladığı pencereden bakmakla olur. Eğer ben Müslümanım diyorsan sen nerede hangi şartta hangi makamda olursan ol onun koyduğu kurallar içerisinde hayatı okumak ve yaşamak zorundasın. Yoksa Müslümanım kelimesi boş bir kelime olur. Peki hayat fakire yedirip içirmek yoksulu doyurmak onlara destek vermek evlenmek üretmek çalışmak ise hayatın hangi alanında bir iş yapacağımız zaman abdest alacağız yatarken mi?. Otururken mi? Düşünürken mi? Bunların hepsi salattır.

Burada eğri oturup doğru konuşmak lazımdır. Salat insanların doğru yolda yürümeleri için Günün beş vaktinde Allah ile sohbet etmenin adını da taşımaktadır. Bu salat insanları fahşadan kötülüklerden alı koyar. Eğer kötülükten alıkoymayan salat da salat değildir. Kendi kendisini kandırmaktır. Bakınız Kuran geniş olarak hayata bakışı yönü yöntemi hepsini birden bir ayet içerisinde toplamıştır.

2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahirleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.

Salatın adı yukarıda ayette isim verilenlerin hepsine birden veriliyorsa, bunları Kuran ayrı ayrı zikretmesine de gerek kalmazdı. Her puta tapanların putlarına karşı bir ibadet şekilleri varsa iman edenlerin yerleri ve gökleri yaratan rablerine kaşı Allah'ın Kuran'da tanımladığı bir ibadet şekli de vardır. 

Bu şekilde anlatılan salata yok demek namaz kılmamak güneş yok demek gibidir. Şuurlu namaz kılanlarla namaz kılmayan ve inkar edenlerin davranış biçimleri aynı mı? Kuran bir tek namaz kılınması gerektiği zaman abdest almayı insanlardan istemektedir. Abdest de de temel amaç temizlik değildir. İbadettir eğer temizlik olmuş olsaydı namaz kılınacağı zaman su bulamazsanız teyemmüm edin demezdi.

Allah için kılınmayan bir namaz insanı düzeltmediği gibi Allah için verilmeyen bir infak da insanı hayra ulaştırmaz.

2/264- Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

Burada salat kelimesi geçtiği için günümüz toplumlarında yanlış anlaşılan salatın bir boyutunu alıp diğer boyutunu almayan anlayışı zikretmiş olduk. Elbette Asıl namaz ve Kuran'da orta namaz diye bahsedilen namaz yaşanan Allah'ın tanımladığı şekilde olan namazdır. İnkâr edenleri korkutan ürküten namaz işte Müslüman olanların o yaşadıkları hayat namazıdır. İşte bir ayet örneği ile bunu açıklamaya çalışalım.

11/ 87- Dediler ki: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın."

Demek ki Ayette bahsedildiği gibi, namaz sadece eğilip kalkılan değil namaz insanın hayata bir bakış tarzını, duruşunu ve yaşam biçimini insanlara göstermektedir.

İman etmeyenlerin Engellediği eğilip kalkılan namaz değil, iman etmeyenlerin engellediği namaz, Müslümanım diyenlerin yaşadığı hayat tarzı ve onların dinidir. Yani onların hayatlarını düzenleyen mallarında söz sahibi olan bir varlığın Allah olunduğunu kabul edemeyişlerinden dolayı onlarla ayrılmaktadırlar. Yoksa onlarda Allah'ın bir ve var olduğunu kabul etmektedirler. Ama Onlar Allah’ın insanlar içerisinden nebi ve resul seçerek insanlara Allah bilgi vermesini kabul etmemektedirler.

29/61- Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?

Ama onlar ister ehli kitaptan olsunlar isterlerse müşriklerden olsunlar o putlarına Allah’a yaklaştırmak için taptıklarını söylemektedirler.

39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.

İşte namaz kılanları engelleyen ve şiddetli düşmen olan, iki gurup vardır. Birisi müşrikler, diğeri Yahudileşmiş insanlardır. Bunar rabbim Allah'tır diyenlerin en şiddetli düşmanıdırlar.

5/82- Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.

96/11- Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise,

96/12- Ya da takvayı emrettiyse.

Her İnsana kendi içerisinden birbirine taban tabana zıt iki ses gelmektedir. Birisi takvadan bu rabbin yoluna insanı tetikleyen ve teklif sunan bir olgudur. Diğeri ise fısk ve fücurdan gelen bir sestir. Bu ses de insanı fuhşa, inkara yoldan çıkmaya azgın olmayı, tetikleyen sestir. 

Değişik bir anlatımla, psikoloji ilmi de aynısını söylemektedir. Her insanın içerisinde bir alt ben bir de üst ben vardır. Bazı psikologlar da bunu içimizdeki baba ve çocuk kavramlarıyla açıklamaya çalışmışlardır. Ama bir gerçek var ki insan iki yola gidebilme eğiliminde yaratılmış nötr bir varlıktır. Her insanın yaratılışında bu olgu vardır.

Takva yolunda yürüyenlerin yol göstericisi Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş  olduğu vahiydir. Onların hayatlarının kılavuzu Rab olan Allahtır. İşte Allah bu yolda yürüyenlerden hoşnut olmakta ve kurtuluşun ve cennetin anahtarının kapısı bu insanlara açılmaktadır.

Takva yolunda giden insanlarla fısk yolunda giden insanların arasında yaratılış olarak bir düşmanlık vardır. Ve onların yaşam biçimleriyle takva yolunda yürüyenlerin yaşam biçimleri arasında görülmez bir perde kılınmıştır. 

Bütün peygamber ve takva yolunda yürümek isteyen Allah dostları devamlı fısk yolunda yürüyen insanlar ve toplumlar tarafından kovulmuş dövülmüş ve sürülmüşlerdir. Ve her peygamber genelde din ve yaşam biçimleri farklılığı ile bulunmuş oldukları toplumlarla uzlaşamamış ve onlar mutlaka toplumlardan bir gece yolculuğu yaparak uzaklaşmışlar hicret etmişlerdir.

İki Övülmüş kadından biri olarak bahsedilen İmran’ın kızı Meryem de bu akıbetle karşılaşmıştı. Kavmi ile kendisi arasına perde çekilmiş ve doğu tarafına bir yere çekilerek kavminden din ve yaşam biçimi ile ayrılmıştı.

19/16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.

19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuzu göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Meryem’in toplumdan uzaklaşması veya uzaklaştırılması herhalde keyfi değildi. Onun namazı onun takvası toplumu rahatsız ediyor onun rabbinin gönderdiği kurallar içerisinde yaşaması müşrik olan toplumları rahatsız ediyor ve onlar buna tahammül gösteremiyorlardı.

Ayette geçen perde kelimesi inananlarla iman etmeyenler arasındaki yaşam biçimini farklılığını ifade etmektedir.

17/45- Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

Bu Olgu Kuran'da, âdemin iki oğlu ile sembolleştirilerek başlayan serüven insanlığın sonuna kadar devam edecektir. Maide suresinde bu olay şöyle sembolleştirilerek anlatılmaktadır.

5/27- Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."

57/28- "Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

5/29- "Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur."

5/30- Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.

5/31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu.

Bu olgu insanların ilk yaratılışında başlamış insanların sonuna kadar devam edecektir. Birisi şeytanın yolunu diğeri ise rahmanın yolunu takip edecektir. İki yol iki amaç mutlaka karşı karşıyadır. Dileyen iman eder rabbinin yolunda yürür. Dileyen inkâr eder şeytanın yolunu takip eder. ikisine de yol kolaylaştırılmıştır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

76/2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Alak suresine kaldığımız yerden ayetleri açıklamaya devam edelim.

96/13- Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise.

Ayette ifade edilen Eğer bir kul hayrı teşvik edip ve yaptığı halde bir kul da bu hayrı engellemeye çalışıyorsa mutlaka bu iki yol arasında bir zıtlık vardır demektir. Kuran bunları bize boşuna anlatmıyor. Kendisine iman edenleri sağ salim bu dünya hayatında denenmeyi başarıyla geçirerek ömrümüzün sonuna kadar bizim sap mamamızı istiyor. Kuranın bize her verdiği bilgi bizi doğru yolda yürümemizin yol levhalarıdır. Bir an o levhaları kaybettiğimizde maazallah kendimizi kaybetmiş oluruz.

Bir insan kendisine baksın hayra muhtaç olanları destekleyip onları gözetip kollan-mıyorsa üstelik hayra muhtaç olanları destekleyenleri engelliyorsa bu helake gidişin yolunu kendisi hazırladığını bilmesi gerekmektedir.

96/14- O, Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu?

İnsanların Allah’tan başka tapmış olduğu putların ilahların kedilerine bile gelen zararı def edecek güce sahip değilken, yerleri ve gökleri yaratan Allah, yerlerde ve Göklerde ne varsa kuru ve yaş olmak üzere ne varsa, onun kontrolü altındadır. o görmekte ve bilmektedir.

6/59- Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.

İman edenler böyle bir yaratıcının terbiyesi altındalar. Ve ona kulluk etmektedirler. Ama inkâr edenler ise Allah'ın dışındaki yaratılmış olanları kendilerine ilah olarak kabul ederler. O ilahlar ise insanları asla temize çıkaramaz. 

Ve gözetleyemez. Bu sebeple inkâr edenler dünya hayatında bağa girmiş bir ekini bir hayvanın talan ettiği gibi dünyayı yakarlar yıkarlar bozarlar talan ederler. Ekini ve nesli yok ederek azgınlaşırlar. Kendilerinin yapmış oldukları zulmün bir gün karşılığını göreceklerini sanmazlar ve kabul etmezler. Ama bir gün kendilerinin kendi elleriyle hazırladıkları toz bulutları kasırgalar karabasanlar kendilerini mutlaka kuşatacaktır.

6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

96/15- Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;

Dünya hayatı her aklı başı yerinde olan insanların ergenlik çağına ermesinden bunaklık ve ölüm dönemine kadar, denemeden geçirildiği bir imtihan salonudur. Dünyada Allah’ın özene bezene yaratarak bütün mahlûkatın halifesi olan ve kendi özgürlük alanı içerisinde serbest bırakılan tek varlık insandır. İnsan hem günah işlemeye hem de günahından dolayı tövbe etmeye meyilli yaratılmıştır.

İnsanlar ilk yaratılışlarında saf berrak bir şekilde hepsi yerleri ve gökleri yaratan Allah'ın rabliğini kabul edecek ve onun rabliği çerçevesinde hayat bulacak şekilde dizayın edildiği halde, onda olan bir iblis olgusuyla bu büyü bozuluyor. 

Ve insan iblis ile bir imtihan sürecinde Allah'ın rabliği yanında insanları kışkırtarak Allah'ın rabliği dışında insanları götürmek için teklif sunmaktadır. Fakat ne yazık ki; İnsanlar iblisin tekliflerini rahmanın teklifleri yanında daha cazibeli bularak insanlardan çok azı müstesna Şeytanın adımını izleyerek dünyayı istemişler ve dünya hayatı onlara ebedi olan ahiret hayatını unutturmuştur.

İnsanlar öyle ya da böyle dünya hayatında deneme yanılma yollarıyla gerek bazen şeytanın adımlarını gerekse de bazen rahmanın yolunu izleyerek yürümektedirler. Ama önemli olanın insanın kendisine verilen zaman dilimi içerisinde mutlaka yaptıkları yanlışları düzelterek rabbin tanımladığı yola gelmesi ve o yolda karar kılması gerekmektedir.

Mevlana’nın söylediği gibi bin sefer tövbe edip ve bozarak islama hakka gelmek yoktur. Allah ancak iki sefer tövbe edip ve bozmayı kabul ediyor ikiden fazla bunu yaparsa artık laçkalaşmış bir somun ve cıvatanın kullanılamaz hale geldiği gibi, insan da artık bir daha doğru yolda yürüyebilecek hali kalmıyor.

4/137- Gerçek şu, iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkâra sapanlar sonra da inkârları artanlar Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.

Ayette Bahsedilen iki sefer iman ve inkârın bağışlanmaması kişinin kendisini bağışlatacak konumdan uzaklaşması anlamındadır. Yoksa elbette Allah insan ölüm anı hariç dönüşün her türlüsünü kabul eder. Ama insanların o inkâr ve yaptıkları yanlışlardan dönememesinden kaynaklanan sebeplerden dolayı böyle bir üslup kullanmaktadır.

Her hastalık erken tanı ve teşhis sonucunda tedavi edilmesi daha kolay olduğu gibi insanlar yaptıkları yanlışlıklar büyümeden erken davranıp o yanlışlıklardan dönmesi daha kolay olmaktadır. Zaten Allah kişi kendisi istemedikçe onu ne bağışlar ne de saptırır. Önce kişinin kendisi bağışlanmayı istemesi gerekmektedir. Sermaye Allah'tan kullanmak insandandır.

TÖVBE
Ayetin içeriğini ilgilendirdiği için tövbe konusunda biraz durmak istiyorum. Tövbe: Kişinin kendisinin gitmiş olduğu yanlış yoldan karar vererek doğru yolu seçmesi ve o yolda yürümesi demektir. Yoksa ağızla akşam söyleyip sabah söylediğini bozması demek değildir.

4/17- Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

4/18- Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.

Allah'ın Kabul etmediği tövbe, iki çeşittir. Ölümünü kesin olarak geleceğini bildikten sonraki yapılan tövbe ikincisi de kâfir ve müşrik olarak ölenler için geçerli değildir. Nisa on sekizinci ayette bahsedilen de budur. "Ben şimdi gerçekten tövbe ettim" diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. 

Kişinin son gidiş anı çok önemlidir. Bazı mezhep görüşlerinin söylediği gibi kişi kelimeyi tevhidi son an anda getirip her türlü günah ve pislikleri yaptıktan sonra cehenneme girdikten sonra günahları miktarınca yanıp daha sonra cennete girecek anlayışı da kurana göre yoktur.

Kişi Öldükten sonra İş bitmiştir o ya cehennemlik olarak ya da cennetlik olarak kendi yerini hazırlamıştır. Ahiret hayatında ne insanlardan ne de Allah'tan onu kimse kendisi hazırladığı cehennemden kurtaramayacaktır. Kişi dünya hayatında kendi kazandığı güzel ameller onu ahiret hayatında güzel makamlara koymaya güç yetirecektir.

2/48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

20/109- O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

Konuyu fazla dağıtmadan tövbe dünyada iken gidilen yanlış yolda iken değişmenin adıdır. O da dünyada iken iki sefer tövbeyi bozma ve düzeltme hakkına sahiptir. Daha sonra yasa gereği kişi kendisini düzeltmesi mümkün olmadan müşrik ve kâfir olarak ahiret âlemine ebedi cehennemlik olarak kendi yerini kendisi hazırlamaktadır.

96/16- O yalancı, günahkâr olan alnından.

İnsanlar ilk yaratılışta Allah'ı rab olarak kabul etmişlerdi. Fakat iblisin insanda konuşlandırılmasıyla insanlardan büyük bir kısmı, Bu verdikleri sözden cayarak Allah’ın dışında birtakım yaratıkları kendilerine rab kabul ederek Müşrik ve kâfir oldular. İşte ayette bahsedilen yalancı ve günahkâr olanlar bunlardır. Bunların kendilerine bir takım ilahlar edinerek taptıkları asla onları ahiret âleminde kurtaramayacaktır. Kuran tapanlarla tapılanlar arasında geçen diyalogu bize şöyle anlatmaktadır.

14/21- Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah'ın huzuruna çıktılar da zayıflar (müstaz'aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: "Şüphesiz, biz size tabi idik; şimdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?" Dediler ki: "Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur."

14/22- İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır."

14/23- İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: "Selam"dır.

Artık Dünya hayatında kendilerine şefaat edecek olduklarını umdukları âlimleri peygamberleri, papazları rahipleri mezhep meşrep başkanları, kendilerine şefaat etmediklerini görecekler. Ve cehennem zebanileri onların perçeminden tutacak ve cehenneme sürükleyeceklerdir.

96/17- O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.

Ahiret âleminde artık dayı amca baba ana mal mülk onları, işlemiş oldukları suçlardan kurtaramayacak hatta dünyayı kazanmış olsalar bunun bir katını daha fidye olarak vermek isteseler onlardan yine kabul edilmeyecektir.

39/47- Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah'tan kendileri için açığa çıkmıştır.

96/18- Biz de zebanileri çağıracağız.

İnsanların Dünya hayatında halife olarak anılması ve Allah'ın yerlerde ve göklerde bulunan bütün varlıkların insanoğlunun hizmeti için yarattım demesi herhalde boşuna olmasa gerektir. Dünya hayatı bir deneme Ahiret hayatı ise bu insanların yaptıklarının hiçbir eksik bırakılmadan bir kitap olarak önüne konularak orada hesaba çekilmesi ve ceza ve mükâfatlarının bir hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlık yapılmadan herkese ait olduğu muamelenin görülmesi demektir.

Dünya Hayatı Allah'ın adalet dağıttığı yer değil, dünya hayatı, Allah'ın insanlara Adaletle davranmayı emrettiği yerdir. Ne Yazık ki insanlar bundan haberi olmadan kendilerine verilmiş mal ve mülkün makamın çılgınlığını, insanlara, adaleti ihsanı yapma, ve yerine getirme yerine, zulmetme aracı olarak kullanmışlardır.

Firavunlar, Karunlar, nemrutlar, kendilerine verilmiş malların otoritenin şımarıklığı içerisinde halka zulmetmişler mustazaf olanları daha da güçten düşürerek köleleştirmişler. Onlara insanca yaşama hakkı vermemişlerdir. Üstelik Allah'tan gönderilmiş nebiler ve resuller, yoksulun yetimin, zulme uğramış zayıf insanların yanlarında olmaları nedeniyle ya öldürülmüşler ya dövülmüşler, ya da vahyin tebliğini engellemeye çalışmışlardır. 

İşte Allah da kendilerinden önce gelen nebilerine teselli verdiği gibi son nebisine de bunların yaptıkları işkence ve zulüm sebebiyle, dünya hayatında Kendisinin özel bir müdahalede bulunmayacağını söz verdiğini hatırlatarak ahiret âleminde o zulmedenlerin cezasını vereceğini vurgulamaktadır. “Biz de zebanileri çağıracağız.”

29/ 53- Azap konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.

O İnkâr eden ve zulmeden iman edenlere karşı her türlü işkenceler yapan kâfirler ve müşrikler kendilerine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde bu zulümlerini gerçekleştirebilirler. Ancak onlar Allah'ın ahiret âleminde Allah’ın huzuruna çıktıları zaman yaptıklarına pişman olacaklar iş işten geçmiş olacak azabın içerisinde kendilerini bulacaklardır.

96/19- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.

Dünya Hayatında Asla müşrik kâfir olanlara uyma onlarla yol ortasında buluşma eğer sen onlara güçlü makam ve koltuk sahibi oldun diye onlara uyacak olursan seni yoldan saptırırlar. Ahiret âleminde de sana yardım edecek kimse de bulunmaz. 

Kuran'ın bu konu hakkında peygamberin duruş ve yaşam biçimini şekillendirirken onun şahsında diğer Müslüman’ım diyenlerin de hayatlarını şekillendirmektedir. Kalem suresinde inkâr eden kâfir ve müşrik olanların tutum ve davranış şekillerini ortaya koyarken onlarla nasıl bir diyalog kurulup kurulmayacağının fotoğrafını da ortaya koymaktadır.

68/8- Şu halde yalanlayanlara itaat etme.

9- Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.

10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,

11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan),

12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar,

13- Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;

14- Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,

15- Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: "(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır" diyen.

16- Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.

Allah’ı rab kabul etmek ve onun terbiyesi altında hayatı anlamlaştırmak budur. Kâfir olanlar makam mevki koltuk sahibi olabilirler ama insanın yolunu Allah'ın yolundan döndürmeye asla ve asla hakları ve yetkileri yoktur. Kuran'ın bahsettiği firavunlar nemrutlar samiriler halkın desteği ile halka zulmediyorlar onları köleleştiriyorlardı. Eğer halk içerisinde o müstekbir ve zalim olanlara destek veren olmamış olsaydı onlar zulümlerini sürdüremezlerdi.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa ne yazık ki; peygamberler ve ataleti emreden insanlar öldürülmüş zalim olanların iktidarları genelde yeşermiştir. Binlerce peygamber gelip geçtiği halde kuranda adı geçen peygamber sayısı yirmi beşi geçmemiştir. Bunun sebebi de Halkın peygamberlere değil makam mevki sahiplerine rağbet göstermelerinden kaynaklanmaktadır.

İman edenlere ve rab yolunda giden öncülere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Hak yoldan dövülse de zarara uğrasa da bir bedel ödese de sapmaması gerekmektedir. O zaman doğru olan halk içerisinde önem kazanmaya ve rağbet görmeye başlar. Cennet öyle ucuz değildir. Nitekim ayette bahsedilen dünyayı verme karşılığı müjdelenme de boş bir vaat değildir.

9/111- Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.

Allah isteseydi kâfirleri müstekbir ve zulmeden müşrikleri bir kaşık suda boğmaya gücü yeterdi. Ama onlara dünya hayatında bir zaman dilimi içerisinde ölünceye veya bunaklaşıncaya kadar istediğini yapması için mühlet vermektedir. 

İman edenlerin de iman edip etmediğini sınamak testten geçirmek için karşısına, savaş yokluk kıtlık fakirlik hastalık gibi problemler çıkararak onların sabrını ve ihtiyaç sahiplerini kollayıp gözetip göz-etmeyeceği denenmektedir. Cennet öyle kolay kazanılmamaktadır. Dünyada Allah uğruna malını gerekirse canını bile ortaya koyarak hakkı ayakta tutanların yanında olarak onlara destek vererek ortaya koymakla ancak kazanabileceğini vurgulamaktadır.

“- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.” Yerleri ve gökleri yaratan insanlara ve yaratılmış olan bütün canlılara rızkını veren Allah ancak secde edilmeye onun emirlerine boyun eğmeye layık olandır. Bizi dünya hayatında rızkımızı verdiği gibi onun rızasına uygun olarak yaşadığımız zaman ahiret hayatında da karşılığını tastamam verecektir.

Alak suresini böylece burada tamamlamış oluyoruz. Arkasından nüzul sırasına göre gelen surenin tefsirini yapacağız inşallah. 

Yanlışlıklar kusurumuz bizim, doğrularımız ise, Allah'a aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR