BİRİNCİ BÖLÜM;
Kuran, Son nebi ve resule ilk
ayetin inmeye başlamasından, yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde, son inen
ayet, arasında kalan bütün emirler ve yasakların, Allah tarafından kurgulamış
bir hayat projesinin adıdır. Bir başka ifadeyle hayat kitabının adıdır.
Bu güne kadar Kuran’ı anlamak
için başka dillerde olan insanlara, bilebildiğim kadarıyla üç yol veya üç
şekilde insanlara ulaştırılmaya çalışılmıştır. 1-Tercüme yapılması yoluyla, 2-meal
yapılması yoluyla, 3- tefsir yapılması yoluyla Kuran’ın mesajı insanlara
ulaştırılmaya çalışılmıştır.
Kuran yerlerin ve göklerin
yaratıcısı tarafından Arapça bilen bir peygambere Arapça olarak vahyedilmiştir.
Bunun sebebi, Arapçanın kutsal oluşundan değil, son nebi ve resulün Arap
toplumu içerisinden oluşu ve Arapça bilmesi ve konuşmasından dolayı Arapça
olarak indirilmiştir.
20/113- Böylece Biz onu,
Arapça bir Kuran olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde
açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini)
oluşturur.
/كَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا
عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ
ذِكْرًا
Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ
fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren).
Elbette Allah Arap olan ve
Arapça bilen ve Arapça konuşan birisine İngilizce Türkçe veya başka dillerden
indirecek değildi. Nasıl bir mucit icadını gerçekleştirirken ona ilham kendi
dilenden gelip onu insanlara kendi diliyle açıklıyorsa, Allah da Kuran’ı Arap
olan Arapça bilen birisine vahiyleri Arapça olarak indirecek ve kendi dili ile
de açıklayacaktı. Eğer Allah kendi dilinden değil de başka dillerde Kuran’ı
indirseydi, İtiraz etmek isteyenler yine
itiraz edecekler ve şöyle diyeceklerdi.
41/44- Eğer Biz onu A’cemi
(Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki:
“Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir
dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman
etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı
bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.”
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا
فُصِّلَتْ آيَاتُهُ أَأَعْجَمِيٌّ
وَعَرَبِيٌّ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء وَالَّذِينَ لَا
يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُوْلَئِكَ
يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ
Ve lev
cealnâhu kur’ânen a’cemiyyen le kâlû lev lâ fussilet âyâtuh(âyâtuhu), e
a’cemiyyun ve arabîy(arabîyyun), kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun,
vellezîne lâ yû’minûne fî âzânihim vakrun ve hûve aleyhim amâ(amen), ulâike
yunâdevne min mekânin baîd(baîdin).
Eğer, peygambere bu Kuran
Arapça değil de başka bir dilde indirilmiş olsaydı, Bizim anlamadığımız bir
dilde Kuran Ha! Diyeceklerdi. Elbette Arapça bilmeyenlere de Bu Kuran o konuda
her farklı dilerde olan kavimler O Kuran’ı kendi dillerine tercüman aracılığı
ile çevirmeleri gerekir. Eğer Kuran, anlaşılır şekilde tercüme edilmemiş
olsaydı onu insanlar hayatlarına nasıl uygulama imkânı bulacaklardı?
Arapça bilenlerin kendileri
ile Kuran arasında tercüme edilmesi için aracıya gerek yoktur. Onlar zaten o
dilin insanlarıdır. Ancak Arapça bilmeyen başka dilerde olan insanlara kendi
dillerine çevrilmesi için bir tercümana ihtiyaç vardır. Ancak her dilde ve her
lehçede Kuran içerisinde kullanılan kelimelerin karşılığı olmayabilir. Eğer
kendi dilinde o kelimeye bir karşılık bulamıyorsa mütercimin yapacağı şey o
kelimeyi orijinal olarak nakletmesidir.
Arapça bilmek demek, Kuranı
anlamak demek değildir. Arapça bilmek ayrı bir ilim, Kuran’ı anlamak ayrı bir ilimdir.
Bundan dolayı da devamlı makalelerimde Şunun altını çizerek vurgulamak
istiyorum. Kuran’ın ne söylediği değil, ne söylemek istediğinin anlaşılması
gerekir.
Nasıl kâinat Allah’ın
yarattığı bir varlıksa Ve kâinatta yaratılmış olan bütün varlıklar arasında
muazzam bir uyumluluk vardır. Kuran da Allah’ın İnsanlar içerisinden bir insan
olan elçi aracılığı ile göndermiş olduğu Muazzam çelişkisiz bir yaşam kılavuzu
ve hayat kitabıdır.
67/ 3- O, biri diğeriyle
‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan
Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin.
İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık)
görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir.
Kâinatta yaratılmış olan varlıkların inceliklerini
sırlarını iç yüzünü ve detaylarını anlaya bilmek için, uzmanlara mucitlere, kâşiflere
ihtiyaç vardır. Her uzman, her mucit, her kâşif kendi bulgularını, kendi
halkına kendi dilleri ile açıklamaktadırlar. Eğer Onların bulguları başka dil
bilen toplulara ulaştırılabilmesi için mutlaka ama mutlaka bir tercümana
ihtiyaç vardır.
Mütercimin görevi o dilde olan kültürü kendi
yorumunu katmadan moto mot aktararak Bilmek isteyenlere ulaştırması gerekir. O
kültürde kullanılan bazı deyimlerin veya bazı kelimelerin ne anlama geldiğini,
ancak o kültürü tanımakla mümkün olabilir.
Kuran da Allah tarafından gönderilmiş
çelişkisiz bir kitaptır.
Kuran’daki kelimelerin ve ayetlerin doğru bir
şekilde anlayabilmek için de Kuran kültürünü tanımak gerekir.
39/ 28-
Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kuran’dır (bu). Umulur ki sakınırlar.
4/ 82- Onlar hala Kuran’ı
iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz
içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Eğer, Kâinatta ve Kuran’da
bir çelişki çarpıklık yoksa ki yoktur. Kâinatı ve Kuran’ı anlarken de bulmuş
olduğumuz bulgular ve yapmış olduğumuz yorumların Kuran ve Kâinatla çelişki
oluşturmaması gerekmektedir. Şimdi Bizim asıl makalemizin konusu olan Kuran’ı
doğru anlamak için gösterilen çaba ve gayretlerimin ilgi odağı Tercüme, meal,
ve tefsir oluşturmaktadır.
Neden Kuran’ı meallendirirken
Biri birinden kopya almamışsa, bütün mealcilerin mealleri biri birlerini
tutmuyor? Bunun sebebi Herkes kendi
gerek geçmişlerden gerekse Kuran’dan anladığı anlayışı ayetin orijinlinde
geçmediği halde mealine yansıtmakta ve dolayısı ile sanki Kuran kendi
içerisinde tutarsız bir kitap gibi, çelişkili bir kitap haline gelmektedir.
O zaman Bu farklılıkları
ortadan kaldırmak için, Kuran’ın ya tercümesi doğru olarak yapılıp Ayetlerin
anlatmak istediğini okuyuculara bırakmak gerekir. Ya da O konuda kendisine
güvenen evrenin Yaratılışı ve Kuran’daki ayetleri doğru anlamak için esaslı bir
çaba ve gayret gösterenlerin kendi dillerine Kuran’da geçen ayetleri tefsir
etmesi açıklaması gerekir. Şimdi Tercümelerde, meallerde ve tefsirlerde yapılan
hataların neden ve niçinini sorgulayarak anlamaya çalışalım.*******
KURAN TERCÜMESİ VE
MEALLERDEKİ TUTARSIZLIKLAR.
Tercüme, Kuran’da geçen kelimelerin
ve ayetlerin Mütercimin kendi dilinde olan insanlara o kültürde o topluda
kullanılan kelimelerle karşılığının verilmesidir.
Meal; Kuran’da geçen kelime
ve ayetlere Mütercimin veya meal yapan kişinin kısacık yorumlayarak
aktarılmasıdır. Belki meal yapan kişinin Kuran bütünlüğü ve Sünnetullah yasalarını
doğru okuyarak ve doğru algılayarak çaba ve gayret sonucu meal yapmışsa Kuran
bütünlüğü içerisinden süzülüp gelen anlatımı toplumun anlayacağı dilden
ciltlerle izah edilmesi güç olan bir anlayışı kısaca özetleyerek
yorumlayabilir. Ancak bu zor bir ihtimaldir.
Tefsir; Bir müfessirin Kendi
dilindeki toplumlara, Kuran içerisinde anlatılan ve konu içerisinde geçen
kelime ve ayetlerin, gerek Kuran’ın diğer sure ve ayetlerde o konu ile ilgili ayetlerden
kıyas yaparak, yorumlamalıdır. Gerekse evrensel yasalar içerisinde o ayetlerin
durduğu yeri örnekler vererek ortaya koyarak yorumlamalıdır. Gerekse yaşanılan
hayattan Kuran’da örnekleri verilen geçmiş kavimlere anlatılan kıssaları da göz
önünde bulundurarak halkın anlayacağı bir şekilde, belgelere dayanarak, hem
kurana, hem evrensel yasalara, hem akıla, hem de pratik hayata, tezat teşkil
etmeyecek bir şekilde açıklamalı ve yorumlamalıdır.
Kuran Bir Kâinat kitabı
gibidir. Kuran bir organizma gibidir. Bir insanda bütün organlar bütün hücreler
psikolojik fiziksel veya biyolojik olarak, Her hücre ve organ kendisine kodlanmış
bir görev yaparak organizmayı tamamlarlar. Her hücre veya her organ hiçbir
organla aynı değildir. Ama hiçbir organ ve hücre diğer hücre ve organlardan da
bağımsız değildirler. Vücutta bulunan bir hücre veya organ görevini yapamaz
hale geldiğinde ister istemez vücudun bütün organlarını ve hücrelerini etkiler.
Kuran içerisinde geçen hiç
bir kelime hiçbir kelimenin aynısı değildir. Ama yine Kuran içerisinde geçen
hiçbir kelime hiçbir kelimeden de bağımsız değildir. Kuran’da Kullanılan bir
kelimenin yerini değiştirsen veya kaldırsan Kuran anlayışına fesat getirir.
İşte insan vücudundan alınan bir damla kan örneği bütün vücutta bulunan organların
özelliğini taşıdığı gibi, Kuran’da geçen bir ayet veya bir kelime Kuran’ın
bütünün özelliğini taşımaktadır.
Şimdi bu verdiğimiz ön
bilgilerden sonra Kuran’ı doğru olarak anlayabilmek için, Kuran’ın doğru bir
tercümeye ve doğru bir tefsirine ihtiyacı vardır. Meal değil tefsir edilmesi veya tefsir yapılması gerekir.
Kuran okuyanların ve Kuran
ile hayatını anlamlaştırmaya çaba harcadıkları halde, anlayamadıkları için
çıkmazlara düşmelerinin sebebi de bu sanırım olmalıdır. Kuran eğer doğru bir şekilde
tercüme edilse bile, Kuran, uzman olanlar tarafından tefsir edilmezse, sanki Kuran
kendi içerisinde çelişkiler halinde bir kitapmış gibi olur. O zaman nasıl
evrende insanların dışında yaratılmış olan her varlık kendine verilmiş görevi
yapıp diğerlerine karışmıyorsa, Mütercim de Kuran’ın ne dediği hakkında uzman
değilse Kuran’da geçen kelime ve ayetlerin, ne demek istediği hakkında yorum
yapması doğru olmaz.
Arapça bilenlerin kendi
üzerine düşen görevi ayetler içerisine ekleme ve çıkarma yapmadan tercüme
etmesi gerekir. Kuran’ı anlama konusunda uzman olan kişilerin de Arapça bilsin
veya bilmesin, Doğru tercüme edilmiş olan Kuranı, ayet konu ve Kuran ve
bütünlüğü içerisinde Kuran’ı hem kendisine, hem evrensel yasalara, hem de
pratik hayata ters düşmeden yorumlamalıdır. Bir başka ifadeyle açıklamalıdırlar.
Yine bir başka ifadeyle tefsir yapmalıdır.
KURAN’IN TERCÜME, MEAL VE
TEFSİRLERİNDE YAPILAN BAZI YANLIŞLIKLAR.
Şimdi Kuran’dan örnekler
vererek bunları açıklamaya çalışalım.
الْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ
Vel
cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm(semûmi).
Bir kaç tane mealcinin
aktarışına bir bakalım.
Ali Bulaç Meali
|
Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.
|
Abdullah Parlıyan
meali
|
Şeytanı ise, insandan daha önce yakıcı, öldürücü bir harareti olan
ateşten yaratmıştık.
|
Ahmet Varol Meali
|
(Cinlerin atası) Cann'ı da daha önce dumansız şiddetli ateşten
yarattık.
|
Ahmet Tekin Meali
|
Cinleri de, daha önce, insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen
dumansız zehirli bir ateşten yarattık.
|
Ali Fikri Yavuz
Meali
|
Cin yaratığını da daha önce şiddetli ateşten yarattık.
|
Buraya Hicir suresinin yirmi
yedinci ayetinin mealini beş tane mealcinin çevirisini verdik. Dikkat ederseniz
hiç birinin çevirisi hiç birisini tutmamaktadır.
Ayette geçen cann kelimesine
cin şeytan (cin yaratığı) cinlerin atası, anlamları yüklemişler. Ama genelde
kabul gören ve en çok ağırlıkta kullanılan cin manası vermeleridir. Şimdi
Kuran’da geçen cin kelimesi geçen ayetlerden örnek vererek yapılan
yanlışlıkları görmeye çalışalım.
فَلَمَّا
قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ
الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ
كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
Fe lemmâ kadaynâ aleyhil mevte mâ dellehum alâ
mevtihî illâ dâbbetul ardı te’kulu minseeteh(minseetehu), fe lemmâ harre
tebeyyenetil cinnu en lev kânû ya’lemûnel gaybe mâ lebisû fîl azâbil
muhîn(muhîni).
34/ 14- Böylece onun
(Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte
olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce,
açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine
aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Bakınız can kelimesi cann olarak
orijinal olan metinde geçerken cin kelimesi orijinal olan metinde cinnu olarak
geçmektedir.
Bir başka örnek verelim.
وَإِذْ
صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا
حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِم
مُّنذِرِينَ
Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni
yestemiûnel kur’ân(kur’âne), fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye
vellev ilâ kavmihim munzirîn(munzirîne).
46/ 29- Hani cinlerden
birkaçını, Kuran dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna
geldikleri zaman, dediler ki: “Kulak verin;” sonra bitirilince kendi
kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.
Bu ayette de orijinalinde cinni
kelimesi geçmektedir. O zaman meallerde can kelimesi cin kelimesi olarak
çevrilmesi Kuran’daki cinlerle ilgili bütün ayetlerin yanlış anlaşılmasına
neden olmaktadır.
Kuran içerisinde hiçbir
ayette cinlerin ve şeytanın dumansız ateşten veya ateşten yaratıldığı ile ilgili ayet yoktur.
Mealcilerin genelde cin anlayışlarının ister istemez meallerine yansıtmışlardır.
Doğru olan tercüme şöyle olması gerekir. Bu tercüme şekli cinlerle ilgili ayetlere
yüklen anlamı da değiştirecektir.
15/ 26- Andolsun, insanı
kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
15/27- Ve Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden
kavurucu’ ateşten yaratmıştık.
Kelime ve ayetlerin doğru anlaşılmasında kendisinden
önce ve kendisinden sonra gelen ayetlerle de ilgi kurmak gerekir. Kendisinden
önce gelen ayette” insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan
yarattık.” Bu insanın beden kısmıdır. Yani et kemikler organlar hücreler vs.” Ve
Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.” Beden kısmını
ayakta tutan diri tutan enerjiyi de dumansız ateşten yarattık ifadesi kullanır.
insanda can bir başka ifadeyle diri tutan
enerjiyi de dumansız ateşten yarattık ifadesi kullanılmaktadır. Beden ile cinin
ne alakası var? Ama beden ile can birleşince insan hayata tutunuyor. Ona bir de
ruh üflenince Artık insanda var olan hücreler organlar ve takva ve iblis olgusu aktif hale geçerek
kendi üzerlerine yüklenen grevleri yerine getirmeye başlıyorlar.
Dolayısı ile insan iki farklı ana parçalarla
karşımıza çıkmaktadır. Birinci ana parçalar, beden can ve ruh, ikinci ana parçalar, iblis
olgusu, takva olgusu ve akıldır. Bu saymış olduğum insanların olmazsa olmaz ana
parçalarıdır. Bunlardan herhangi birisi olmazsa insan tamamlanmış olmaz.
Kuran’a göre bu insana ait parçaların hepsi
melektir. O zaman İnsan; Allah’ın meleklerden inşa ettiği, yarattığı veya
yorumladığı bir varlığın adıdır. İşte insan kendisinde var olan ana
malzemelerle dünya hayatında diğer meleklerden farklılaşarak kendi yol seçme
kararını kendisi veren bir halife konumuna yükselmektedir.
İnsan iki farklı yola gidebiliyorsa, İki
farklı yola gitmeyi teklif sunan melek var Demektir. Kuran bu iki farklı teklif
sunan meleğin birisi iblis meleğidir. Diğeri ise takva meleğidir. İblis meleği
insana şeytani yolda yürümeyi teklif sunan, takva meleği de insana rabbani
yolda yürümeyi teklif sunan bir melektir.
Eğer İnsanda iblis meleği olmamış olsaydı,
insanlar da diğer melekler gibi kendilerine kodlanmış olan bilgilerle hareket
ederlerdi. İşte insanı, insan yapan ve onu iki yol iki amaç verilerek, onu
hangi yolu seçip seçmeyeceğini kendi öz iradesine bırakarak Allah dünya hayatında
insan iradesine ve kararına müdahale etmeden imtihana tabi tutmaktadır.
90/10- Biz ona
‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.
76/3- Biz ona yolu gösterdik;
(artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Denenmenin imtihana tabi
tutulmanın sebebi de budur.
67/2- O, amel (davranış ve
eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü
ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah iki farklı yola ve iki
farklı amaca götürecek hem eğilimi hem de sermayesini önüne koyarak bu iki
farklı yoldan hangisini seçip seçmeyeceğini sonuçlarına katlanmak koşulu ile
kendisine bırakılmıştır. İşte insanlara emanet yüklenip de insanın kabullenmesi
bu anlamdadır.
33/72- Gerçek şu ki, Biz
emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten
kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim,
çok cahildir.
İnsanların dışındaki
yaratılmış olan varlıklarda bir başka ifadeyle meleklerde böyle iki yol ve iki
amaç yoktur.” Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar;” Allah burada hüsnü tahlil
sanatı yaparak, sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak
anlatmış. Yerler gökler dağlar emaneti sorumluluğu nerden bilsinler? Onlarda
iki amaç ve iki seçenek iki sonuç yok ki. Onlar kendilerine kodlanmış
bilgilerle seyirlerini düzenleyen meleklerdir. İşte Allah’ın Âdeme secde etmesi
dolayısı ile verilen emirleri yerine getirme sebebi ile Allah’a istisnasız
secde etmeleri bunu anlatmaktadır.
16/ 49- Göklerde ve yerde
olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük
taslamazlar.
Ama Bu secde etme olayı
insanlara gelince iki farklı yol iki farklı amaç olunca insanlardan bazıları
secde etmekte bazıları da büyüklenip kibirlenip secde etmemektedirler.
22/ 18- Görmedin mi ki,
gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar,
hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine
azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici
yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
İşte insanlardan bazılarının
secde etmeyip ayette vurgulanmak istenen,” Birçoğu üzerine azap hak olmuştur.” İfadesi İnsanların yol seçmede nankör olmayı
inkar etmeyi kibirlenme sonucunda gayrı rabbani yolu kendi kararı ve kendi
iradesi ile seçmesi sonucunda onların üzerine azap hak olduğu vurgulanmaktadır.
Allah insanlara yasak ağaçtan yememelerini ama helal ağaçtan yemelerini
istemişti. Maalesef insanlardan büyük bir kısmı ihanet etmişlerdir.
7/ 20- Şeytan,
kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara
vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca,
sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
Ayette Bahsedilen,“Rabbinizin
size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi
yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
Eğer iblis olgusu insanın öz
yapısında olmamış olsaydı, insanlar tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde
olurlardı.
İblis; insanı yaratılışta
vermiş olduğu, sözden caydırmayı teklif sunmakla görevli bir melektir.
İnsan; Hem takva yoluna
eğilimli hem de iblis yoluna eğilimli aklı ile, nötr bir varlıktır.
Öyleyse, iblis ağacından
nemalanan, Allah’ın yemesini, içmesini ve yapılmasını yasaklamış olduğu yaşam
yolunu seçenler iblis soyundandır. Bir başka ifadeyle Allah’ın nebiler
aracılığı ile göndermiş olduğu yolun dışında yol seçenlerdir. İşte Allah genel
başlık altında gerek puta tapıcıları gerekse Allaha peygamberlere ahiret gününe
inandığını iddia edip rab yolundan ayrılan ehli kitap olanlara cinler ifadesi kullanmaktadır.
Cinler bu güne kadar
algılanan ve anlaşılan beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış
olan varlıklar değil, Yaratılışta vermiş olduğu Rabbim Allah’tır sözünden dönen
İblisin soyundan olan iblisin ağacından beslenen kendisine verilmiş iki amaçtan
nankörlüğü seçen insanların genel adıdır.
51/ 56- Ben, cinleri ve
insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Bu ayetten genelde
müfessirler, İbadet ve kullukla sorumlu iki varlık olduğunu anlamışlar ve öyle
sanmışlardır. İnsanlar- cinler. Asıl konumuz olan Tercüme, meal, ve tefsirlerde
yapılan yanlışlıklar ile ilgili konumuzu açarak genişletmekteyiz. Sakın ola ki
konuyu dağıtıyorsun demeyin. Çünkü Kuran’da geçen her kelime başka ayetlerin ve
başka kelimelerin açıklaması ile anlaşılabilir.
Şimdi genelde bütün
mealcilerin veya müfessirlerin, Cin kelimsine yüklemiş oldukları anlamı Kuran’ın
cinlerle ilgili hiçbir ayetiyle bağdaştırmıyoruz. Olar cinleri tanımlarken “Beş
duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış ibadet ve kullukla sorumlu
varlıklardır” diye tanımlamışlardır.
Soru–1- Cinlerden kendilerine
kendilerinden olan bir peygamber veya bir uyarıcı gelmiş midir?
Cevap–1- Kuran’ın hiçbir
yerinde cinlerden bir peygamber gönderildiğine dair hiçbir ayet yoktur.
Soru–2- Cinler eğer beş
duyularla algılanamayan varlıklarsa nasıl insan olan bir peygamberden Kuran
dinleyerek doğru yolu bulabiliyorlar?
Cevap -2-Eğer aşağıda vermiş
olduğum ayetlere göre Beş duyularla algılanamayan varlıklara ancak kendi
cinslerinden olan beş duyularla algılanamayan varlıklardan peygamber gelmesi
gerekirdi.
17/ 94- Kendilerine
hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi
olarak bir beşeri mi gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
17/95-
De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler
olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”
Soru -3- Can kelimesine cinlerin atasıdır.
Diyerek işin içinden sıyrılmaya kalmaktadırlar. Oysa Kuran’da bu tanımın
karşılığını onaylayan bir ayet yoktur. Eğer bu söyleminizde iddialı iseniz bir
belge getirebilir misiniz?
Cevap–3- Hemen şu ayetleri getirecekler.
Bakalım ayetlerde öyle mi?
55/ 15- Cann’ı da ‘yalın-dumansız bir ateşten’ yarattı.
15/ 27- Ve Cann’ı da daha
önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.
Bu ayetlerin cinlerle
yakından uzaktan alakası yoktur. Genelde can kelimesine cin kelimesi anlamını
verdiklerinden dolayı Cinlerle ilgili Kuran’ın verdiği anlamlar buharlaşıp
gitmektedir.
Ayetleri Kuran bütünlüğü
içerisinde yorumlayacak olursak Allah insanın beden kısmını topraktan onu diri
tutan canı bir başka ifadeyle enerjiyi yalın dumansız ateşten yarattığı
vurgulamaktadır. Sizce bu yorum Kuran’da geçen ayetlerin hangisi ile
çatışmaktadır? Allah “her şeyi çift yarattık” der. İnsan temel olarak bir
bedenden bir de candan yaratılmıştır. Bir dünya yaşamı varsa bir de ahiret yaşamı
vardır. Bir kötü yolda giden insanlar varsa bir de iyi yolda giden insanlar
vardır. Bir erkek varsa bir de kadın vardır. Bunları dilediğiniz kadar
çoğaltabilirsiniz.
Şu bir gerçek ki Eğer cinler
insan değil de insanların dışında bir varlık olmuş olsaydı o da melekler kategorisine
girerdi ki melek olan varlıklarda hiçbir zaman denenme sınanma olayı yoktur.
O zaman cinleri Kuran’a göre
bir tanımlamaya çalışalım.
Cin; yaratılışta veya
yaratılırken rabbim Allah’tır diye söz veren insanların ergenlik döneminde
insana yüklenmiş olan iblis takısının teklifleri yönünde tercihini kullanan cehennem
yolunu tercih eden, insanlara Kuran’ın verdiği bir sıfattır.
İblisin cinlerden olması,
iblisin yaratılış amacının insanları cinleşmeye davet etmesinden dolayıdır.
İblis insana sapmayı teklif sunan bir melektir. Ama cin ise iblisin teklifleri
ile yaşamını batıl yolda anlamlaştıran insan veya insanlardır.
18/ 50- Hani meleklere:
“Adem’e secde edin” demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O
cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni
bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin
düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
İblis bir insan değil, Ama
iblis insanın bir parçasıdır. Cin ise insanın iblis ile hem dem olma halidir.
Bir başka ifadeyle yasak ağaçtan nemalanan insanlardır. Bu yasak ağaç insanı
cehenneme götüren o ağaçtan yiyenler kendisini değiştirmedikçe o ağacın
meyvelerini az bir kısmı hariç yiyenler dışında rabbin yolundan sapan
insanlardır. Bir başka ifadeyle cinlerdir.
Yine Kuran’da geçen kelime ve
ayetlere yanlış meal verilmesi ve yanlış tefsir edilmesi ile ilgili konuları
örneklendirmeye devam edelim.
İSA BABASIZ DEĞİLDİR.
Tefsirlerde ve meallerde
yapılan en büyük yanlışlardan birisi de İsa peygamberin babasız olduğu ile
ilgili açıklamalardır.
Kuran’ın hiçbir yerinde İsa
peygamberin babasız doğduğuna dair bir ayet yoktur. Ancak yanlış meal ve buna
bağlı olarak da genelde bütün tefsirlerde İsa’nın babasız doğduğu anlayışı hâkimdir.
Şimdi salim akıl sahiplerini düşünmeye ve doğru bir Kuran anlayışına yönelmeye davet
ediyorum. Yine bununla ilgili ayetlerden Arapçasını, Türkçe okunuşunu ve
tercümesini naklederek doğru bir anlayışı yakalamaya çalışalım.
19/ 16- Kitap’ta Meryem’i de
zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
19/ 17- Sonra onlardan yana bir
perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer
kılığında görünmüştü.
فَاتَّخَذَتْ
مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا
سَوِيًّا
Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ
ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen).
Ayetin
doğru tercümesi orijinal olan metne göre on yedinci ayette geçtiği gibi olmalıdır.
Eğer Meryem’e gelen Ruhu tutar da Cebrail diye tercüme eder veya
meallendirirseniz Konunun doğru anlaşılmasını engeller.
Edip yüksel çevirisi
19/17- Kendisiyle onlar
arasına bir perde çekmişti. Bu durumda ona Ruhumuzu gönderdik ve önünde
mükemmel bir insan olarak biçimlendi.
Elmalı çevirisi
19/17- Sonra ailesiyle
kendisi arasına bir perde koymuştu.
Biz ona meleğimiz (Cebrail)i gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü.
Genelde bütün mealciler
Ayette kullanılan ruh kelimesini Cebrail veya Cibril diye tercüme etmişlerdir.
Demek ki Arapça bilme ile Kuran’ı doğru anlamanın bir ilgisi yokmuş. Arapça
bilen ayete kendi yorumunu katmadan olduğu gibi, kelime kelime çevirir.
Tefsirini o konuda uzmanlaşanlara bırakır. Tıpkı, mucidin icadını
gerçekleştirmesi, ressamın resmini yapması, Kâşifin keşfini ortaya koyması
gibidir.
Milyarlarca insanlar
içerisinden bir tanesi çıkıyor bilgisayar, uçak, envai çeşit arabalar, bombalar
vs. icat ediyor. Neden bütün insanlar mucit olup, icatlarını
gerçekleştiremiyorlar? Bu olaylar, onlara verilmiş kabiliyet ve o konular
üzerinde çaba ve gayretlerinin sonucunda olmaktadır.
Kuran’da Kuran’ın kendi
ifadesi ile iki tip ayet vardır. Muhkem olan ayetler- müteşabih olan
ayetlerdir. Bunlar aynen her dilde olmaktadır ve kullanılmaktadır. Bizim
dilimizde de öyledir. İki anlatım vardır. Gerçek anlatım mecazi anlatım. Eğer
mecaz olmamış olsaydı onlarca ciltlerle bir deyim veya bir sözcük izah
edilemezdi.
Edebi sanatlarda mecazi
anlatım kendi gerçek anlamının dışında farklı anlamlara gelen anlatım şeklidir.
“adamın kolu uzun” deyimi sizce konu içerisinde kullanıldığı zaman siz bunu
nasıl anlarsınız? Fiziki olarak mı? Hırsız olarak mı? Makamı ve koltuğunun gücü
olarak mı anlarsınız? İşte Onun cevabı o kelimenin kullanıldığı konuda
gizlidir. Aynen müteşabih olan ayetlerde böyledir. Bir kelimenin veya bir
ayetin ne demek istediğini konu ve Kuran bütünlüğü içerisinde değerlendirmekle
ancak o kelimeye o konuda hangi anlamda kullanıldığını anlayabilmekteyiz.
Şimdi bu izahlardan sonra
Tekrar örneğini verdiğimiz ayeti nasıl tefsir edebiliriz? Ayeti tekrar
nakledelim.
19/ 17- Sonra onlardan yana bir
perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer
kılığında görünmüştü.
Kuran’da geçen bir ayete
Yorum yapabilmek veya onu insanların anlayacağı bir şekilde tefsir edebilmek
için, Kuran’ın o kelimelere yüklediği anlamın bulunması ve bilinmesi gerekir.
Bu ayette geçen üç kelimenin
ne anlamda kullanıldığının bilinmesi gerekir. 1- Perde kelimesi, 2-ruh
kelimesi,3-düzgün beşer kelimesidir. Eğer bu kelimelere Kuran’ın yüklemiş
olduğu anlam bilinemezse ayeti anlamak mümkün değildir. Ayrıca bu kelimelere yüklenen anlamlar
bilinecek konu içerisinde hangi anlama geldiğini de bilmek lazımdır.
1-Perde kelimesi.
Perde kelimesi, Kuran’da
yaklaşık olarak on üç yerde geçmektedir. Bunlardan bir kaçını aktarmaya
çalışalım.
17/45- Kur’an okuduğun zaman
seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.
18/57- Kendisine Rabbinin
ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden
gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri
üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına
bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla
hidayet bulamazlar.
33/53- Ey iman edenler
(rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille
de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği
yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet
vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak (kı açıklamak)tan
utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde
arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de
daha temizdir. Allah’ın Resûlü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini
nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah
Katında çok büyük (bir günah)tır.
Bu ayetlerde geçen perde
kelimesi hepsi biri birinden farklı olarak kullanılmıştır. Ailesinden kopup
ayrılan Meryem’in Ailesi ile kendisi arasında çekilen bir perde ile, Peygamberin
hanımları ile konuşurken perde arkasından konuşma şekli aynı mıdır? “Onlardan
(peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin.
Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah’ın
Resûlü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi
olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah Katında çok büyük (bir
günah)tır.”
Konumuzla ilgili olan ayette
perde kelimesi Meryem’in bulunduğu aile ve toplumu arasında bir din farklılığı
ve çatışması olduğu anlatılmak istenmektedir.
Ama mümin erkeklerin
peygamber eşleri ile perde arkasından konuşulması onları peygamber hanımları
ile evlenmenin haramlığı hatırlatılarak sakın ola ki kalbinizden onlara karşı
yanlış kem gözle bakmayın ihtarı verilmektedir.
Her nebi her resul ve Allah
dostlarında olduğu gibi, Meryem de Rabbine karşı duyduğu duruş kimlik ve eylemle
bulunmuş olduğu müşrik olan toplum tarafından dışlanmış Meryem’e karşı cephe
almış oldukları anlaşılmaktadır. Meryem Kuran’da iki övülmüş kadından birisi
olarak görülmektedir.
66/10- Allah, inkar edenlere, Nuh’un eşini ve
Lut’un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun
nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları)
kendilerine Allah’tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: “Ateşe
diğer girenlerle birlikte girin” denildi.
66/11- Allah, iman edenlere de Firavun’un
karısını örnek verdi. Hani demişti ki: “Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir
ev yap; beni Firavun’dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler
topluluğundan da kurtar.”
66/12- İmran’ın kızı Meryem’i de. Ki o kendi
ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin
kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı
olanlardandı.
Şimdi Meryem’in Allah katında önemini ve
durduğu yeri tespit etmeye çalıştık. Meryem de Firavunun karısı gibi müşrik
toplumdan kendisini arındırmak inkâr edenlerden kurtulmak için çaba harcayan
muttaki bir kadındı. Kavminden ayrılıp doğu tarafına çekilmesi bu anlamda
kullanılmıştır.
Arapça bilen birisi eğer Kuran’ın hikmet veya
mantık anlayışını bilmezse bu kelime ve ayetlerin kastettiği manaları nereden
blecek?
2- Ruh kelimesi,
Ruh kelimesi yaklaşık olarak,
Kuran’da yirmi iki ayette geçmektedir. Bunlardan bir kaç tane ayeti naklederek
Ruh hakkında bilgi sahibi olmaya çalışalım.
17/ 85- Sana ruhtan sorarlar;
de ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey
verilmiştir.”
4/171- Ey Kitap Ehli, dininiz
konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin.
Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘OL’
kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve
elçisine inanınız; “üçtür” demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır.
Allah, ancak bir tek İlah’tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve
yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
42/ 52- Böylece sana
emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak
Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete
erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.
26/193- Onu Ruhu'l-emin
indirdi.
Ruh: Allah’ın ta kendisidir.
Asıl İnsanların Allah hakkında bilgileri Kuran’ın bildirdiği kadardır. Allah;
İnsanlar içerisinden seçmiş olduğu nebileri kendi eğitimi ile eğiterek O
Allah’ın emirleri dışarısında söylem ve eylemlerini gerçekleştirdiği için peygamberlere
“Ruh” demiş. Vahye “Ruh” demiş. Kitaplara “Ruh” demiş. İnsanlara üflenene “Ruh”
demiş. Takva olgusundan gelen sese de “Ruh “ ifadesi kullanmıştır.
İşte Ayette Meryem’e
gönderilip de düzgün bir beşer kılığında görülen Ruh bunlardan hangisidir?
19/ 17- Sonra onlardan yana bir
perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer
kılığında görünmüştü.
Bu saymış olduğumuz ruh ile
ilgili ayetlerden hangisini yerine koyduğumuzda doğru olan yere oturmaktadır?
Genelde bütün mütercimler
veya müfessirler, Meryem’e gelen Ruhu Cebrail olarak anlamışlar ve öyle
anlatmışlardır. Kuran içerisinde Cebrail kelimesi ile ilgili hiçbir ayet
geçmez. Cibril geçer. O da Kuran’da Allah’ın nebilere vahyetme olayının veya
olgusunun adıdır. Velev ki öyle olsa bile geleneksel din anlayışına göre sadece
peygamberlere Cebrail vahiy getiren meleğin adıdır. Ancak Cebrail erkeklerden
seçilmiş olan peygamberlere vahiy getirir. Peygamberlerin erkeklerden
seçildiğini Kuran kendisi söylemektedir.
16/43- Biz senden evvel
kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer
bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.
Bu ayete göre Eğer Meryem’e
gelen elçi Cebrail ise, bu Kuran’la tezat teşkil eder. Bir taraftan Allah
erkeklerden peygamber seçer desin. Bir taraftan da kadın olan Meryem’e Cebrail
gönderip erkek bir çocuğu olacağını ona müjdelesin.
O zaman diyebiliriz ki,
Meryem’e gelen elçi Mutlaka ama mutlaka kendinden öncekileri doğrulayan ve
kendisinden sonra gelecek olan bir peygamberi mücdeleyen Allah’ın kendisine
gayıp olan haberleri, bildirmesi ile bilen peygamber olan insan olması gerekir.
Yani nisa 171 ayette bahsedilen,
peygamber anlamında ifade edilen olan bir ruhtur.
3-Beşer kelimesi.
Beşer kelimesi Kuran’da
yaklaşık olarak otuz altı ayette geçmektedir.
3/47- “Rabbim, bana bir beşer
dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?” dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse
yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “ol” der, o da hemen
oluverir.”
Beşer kelimesinin ne anlama
geldiğini bilmek için önce insan kelimesinin bir tanımını yapmamız gerekir.
İnsan; Hem takva yönüne
eğilimli hem de iblis yönüne eğilimli aklı ve düşünme yeteneği ile nötr bir varlıktır. Beşer kelimesi insan hangi
yönde yol seçimine karar vermişse bulunmuş olduğu konum onun sıfatlaşmış
halidir. İşte Kuran’ın beşer kelimesine hangi anlamı yüklediğini biz konu
içerisinde anlayabiliyoruz. Şimdi ikisi için de kullanılan bir örnek verelim.
54/24- Dediler ki: “Bizden
biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık
(delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz.”
21/34- Senden önce hiçbir
beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?
17/93- “Yahut altından bir
evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir
kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi
yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Beşer; Hem takva yoluna
eğilimli hem de iblis yoluna eğilimli olan insanın hangi yolda gideceğine karar
verme sonucunda almış olduğu sıfatın adıdır. Beşer kelimesi kâfir insan için de
kullanılmış olabilir. Mümin insan için de kullanılmış olabilir. Beşer
kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını ancak konu içerisinde anlaşılabilir.
Meryem’e gelen Düzeltilmiş
beşer, Vahyin kontrolünde hayatını anlamlaştıran nebi ve resul olmalı ki, Bu
kelime düzgün olarak ait olduğu yere oturabilsin. Kuran; düzeltilmiş bir beşer
kelimesini sadece nebi olan resuller için kullanmıştır.
22/ 52- Biz senden önce
hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman,
şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın.
Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini
sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Bu ayette geçen kelimeleri
açıkladıktan sonra tekrar konumuzla ilgili ayeti naklederek ayetin Konu ve Kuran
bütünlüğü içerisinde kastedilen anlamı ortaya koymaya çalışalım.
19/ 17- Sonra onlardan yana bir
perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik, o da, düzgün bir beşer
kılığında görünmüştü.
Müşrik bir toplumdan
uzaklaşan Meryem, Has bel kader nebi ve resul olan bir insanla karşılaşıyor. Bu
olayı Kuran şöyle anlatmaktadır.
19/18- Demişti ki:
“Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen
(bana yaklaşma).”
Allah Bu ayette Meryem’in kendisi ile iletişim
Kurmak isteyen bir erkek karşısında Meryem’in nasıl bir tepki gösterdiğini,
Toplumun Meryem hakkında atmış olduğu bühtanları burada temize çıkarmaktadır.
Çünkü Meryem övülen bir ailenin övülen bir kızıdır. O asla vahyin yasak ettikleri
şeyleri kendisine meşru görmez. Ve görmeiştir.
19/19- Demişti ki: “Ben, yalnızca Rabbinden
(gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için
(buradayım).”
Kendisine gelen nebi olan elçi, Meryem’in bu
irkilmesine ve tepki duymasına karşı, şöyle dedi. “Ben, yalnızca Rabbinden
(gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için
(buradayım).”
Eğer, Bu gelen elçiyi Cebrail olarak anlarsan
Meryem bir kadın ona Cebrail gelmez. Ve dolayısı ile Meryem’in daha ana rahmine
intikal etmeden bir erkek çocuğunun olmasını bilmesi ve zamanı gelince o sözün
gerçekleşmesi Kuran hakkında birazcık bilgisi olanları düşündürmesi gerekir.
Cebrail kelimesini ne o konuda ne de Kuran bütünlüğü içerisinde oturtacak bir
yer bulamayız.
Ancak o gelen elçi insan cinsinden erkek olan
bir nebinin Meryem gibi temiz bir kadınla evlenerek İsa gibi Allah yolunda
canını malını verebilecek erkek çocuk dünyaya getirebilsin. Kuran’ın hiçbir
yerinde İsa’nın babasız dünyaya geldiğine dair bir ayet yoktur.
Genelde İslam dünyası Hıristiyan inançlarından
gelen bir anlayışa odaklandıklarından dolayı Cebrail veya hâşâ Allah Meryem’in
ana ramine mucize olarak çocuk yerleştirildiği anlayışı dönüp dolaşıp
durmaktadır. Oysa bir damla su ile yumurtalığın alaka kurarak oluşması mucize
değil mi de daha başka mucize aramaktadırlar.
Allah kâinatta olmakta olan şeylerin hangisini
sebebe dayanmadan yarattığı görülmüştür? Eğer yağmur yağıyorsa mutlaka bulut
olması gerekir. Eğer ortada bir meyve varsa mutlaka onun bir ağacı olması
gerekir. Eğer ortada bir fotoğraf varsa mutlaka onun bir aslı, eğer ortada bir
icat varsa mutlaka onun bir mucidi olması gerekir. Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır. Bana
sebepsiz yaratılan bir tek şey gösterebilirisiniz?
Eğer Meryem Gelen elçiden gebe kalmışsa
Mutlaka ama mutlaka bir evlilik ve nikâh olayı gerçekleşerek gebe kalması
gerekir. Bacadan müheriden pencereden çocuk gelmez.
19/20- O: “Benim nasıl bir erkek çocuğum
olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın)
değilken” dedi.
Evet, Meryem’e o ana kadar hiçbir beşer eli
dokunmamış ve evlenmemiş. Ama o an gelmiş Allah onu gelen nebi ile evlendirmiş
insanlığa ve kendi kavmine delil ve belge olarak kendisine saygı duyan ve
annesine yapılan bühtanları ortadan kaldıran bir İsa gibi nebi ve resul gelmek
için onun tohumu ortaya atılmıştır.
19/21- “İşte böyle” dedi. “Rabbin, dedi ki:
-Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak
için (bu çocuk olacaktır).” Ve iş de olup bitmişti.
Allah için kolay olan nedir? Bir damla su ile
yumurtalığın ana rahminde ilgi alaka kurarak Meryem’in hamile kalmasıdır. Kuran
üzerinde bütün ayetleri incelediğimiz zaman bir çocuğun olabilmesi için sperm
ile yumurtalığın olması buluşması gerekir. Bakınız bir çocuğun olması için Kuran
şöyle söylemektedir. Mucize olan da o olması gerekmez mi?
22/5- Ey
insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi
topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo), sonra
yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi)
açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde
tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına
erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte,
kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en
aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi
görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve
her güzel çiftten (ürünler) bitirir.
Bunu destekleyen başka
ayetler de şunlardır.
23/12- Andolsun, Biz
insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
23/13- Sonra onu bir su damlası olarak,
savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
23/14- Sonra o su damlasını bir alak (embriyo)
olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası
olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık;
böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik.
Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.
İsa’nın babasız oluşu ile ilgili söylenenler
Kuran’a göre hiç doğru değildir. Eğer Böyle bir anlayış doğru olmuş olsaydı
Nikâhsız çocuk peydahlayanlara bu olay delil teşkil ederdi. Gayri meşru ilişki
ile çocuk doğuranlara Bir emsal teşkil eder ve gayet toplumlardan toplumlara
meşru gösterilerek devam eder gelirdi.
Tıp ilmine sorun babasız bir çocuk doğal
şartlarda meydana gelebilir mi?
2/235- (İddeti
bekleyen) Kadınları nikahlamak istediğinizi (onlara) sezdirmenizde ya da böyle
bir isteği gönlünüzde saklamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Gerçekte
Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilir. Sakın bilinen
(meşru) sözler dışında onlarla gizlice vaadleşmeyin; bekleme süresi
tamamlanıncaya kadar nikah bağını bağlamaya kesin karar vermeyin. Ve bilin ki,
elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki,
şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır.
Allah Gizli buluşma ve meşru
olmayan erkeklerin ve kadınların ilişki kurmasını yasaklamaktadır. Ve çocuk
doğdurulmasını yasaklamaktadır. Mutlaka Çocukların meşru bir babası meşru bir
anası olması gerekir. Nitekim söylediğimi destekleyen ayette şöyle der.
33/5- Onları (evlat
edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah Katında daha
adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz
ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir
vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda
vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
“Onları (evlat
edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah Katında daha
adildir.”
Peki haşa Allah, “Babalarına
nisbet ederek çağırın” derken Babası olmayan çocukları unutmuş mu? Allah
unutmaz yanılmaz. Bir de şu itirazda bulunmaktadırlar. Allah neden İsa’nın
babasından değil de annesinden bahsediyor? Musa’nın annesinden Muhammed’in
annesinden hem de babasından bahsetmiyor. Neden onların babası yok diye
söylenmiyor da sadece İsa’nın basından bahsedilmeyince onun babası yok anlamını
çıkarıyorlar? Evet, Kanımca Musa İsa Muhammed Doğmadan önce babaları ölmektedir
bu sebepten dolayı anneleri zikredilerek isimleri anılmaktadır.
19/22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla
ıssız bir yere çekildi.
Nebi Ve resul ile Meryem evlendi. Ondan gebe
kaldı. Bir taraftan kendi kavminin dışlamışlığı, bir taraftan ekonomik
zorluklar, bir taraftan kocasının ölümü Meryem’i dünya hayatında şiddetli bir
denemeden geçirilmişti. Elbette İlk yaratılış hariç Daha sonraki yaratılışların
tümünü Allah bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Peki; Meryem’in kocası Kim?
Şimdi Kurandan onu aramaya çalışalım.
İSA’NIN BABASI, ZEKERİYA PEYGAMBERDİR.
30/ 30- Öyleyse
sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına
çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir
değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu
bilmezler.
Bu ayet Allah’ın Yarattığı Kâinat
ile Allah’ın gönderdiği vahiylerin çatışmadığı din Allah’ın insanlara sunduğu
dindir. Bir başka ifadeyle, kâinatla kâinatın, Kuran ile Kuran’ın ve Kainatla Kuran’ın
çatışmadığı din Allah’ın insanlara sunduğu dindir. Fıtrat dini hanif dini
İbrahim dini budur. Dimdik ayakta duran din de budur.
Ayette bahsedilen ve bizim
konumuzu ilgilendiren bölümü,” Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur.”
Kuran’ın hiçbir yerinde
İsa’nın Babasız olduğundan bahsetmez. Babası olduğundan da söz etmez. Ancak
Kuran’da geçen verilerden delillerden biz onun babasız olmadığını iddia
ediyoruz. İsa’nın babasız olduğu kanaatine nereden varmışlar? Eğer bunu ispat
edebilecek birisi varsa çıksın ortaya. İspat edemezler Çünkü öyle bir belge yok
ortalarda. Biz İsa’nın babasız olmadığını Bazı Kuran’a sorular sorarak anlamaya
çalışıyoruz.
1-Vermiş olduğum ayet
örneğinde görüldüğü gibi,” Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur.”İfadesi
Kullanırken, İsa’ya kadar doğan çocukların istisnasız hepsi Bir anne ve bir
babadan meydana gelmiş fakat İsa’ya gelince İsa babasız doğmuş, Bunun
iddiacılar tarafından ispat edilmesi gerekir.
2-Bütün Dünya üzerinde Tıp
ilmi ile uzmanlaşanları toplayın Babasız bir çocuğun olduğunu örnek
göstersinler, olabileceğini belgelesinler. Belgeleyemezler ve babasız çocuğa
örnek gösteremezler. Bu Allah’ın yaratışına ve sünnetine terstir.
Kuran içerisinde bununla
ilgili üç tane ayet geçmektedir.
33/ 62- (Bu,) Daha önceden
gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde
kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.
35/ 43- (Hem de) Yeryüzünde
büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen,
kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden
başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik
bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
48/ 23- (Bu,) Allah’ın öteden
beri sürüp giden sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik
bulamazsın.
Sünnet kelimesi geçmişken onu
da burada izah etmek yerinde olacaktır. Öteden beri süregelen, tekrarlanarak
devam eden, gerek yaratılışla ilgili gerekse de sosyal ve toplumsal olayların
sürekli olagelmesi anlamını taşımaktadır.
Yaratılış ile ilgili olarak
Tekrar edilen sünnet., Devamlı güneşin doğudan doğup batıdan batması, devamlı
doğan çocukların bir anne ile babanın birleşmesinden doğması, her sabahın bir
akşamı her ahşamın bir sabahı olarak tekrar edip gelmesi, Yerlerin ve göklerin
yaratılışından bu tarafa ayların sayısının on iki olarak devam edip gelmesi hep
Allah’ın Yaratılışla ilgili sünnetlerindendir.
Yaratılış sünnetine bir ayet
örneği verelim.
9/ 36- Gerçek şu ki, Allah
Katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın
kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesap
(din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca
savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takva
sahipleriyle beraberdir.
Sosyal ve toplumsal
sünnetler. Gelen uyarıcılara karşı bir toplumun önde gelenleri, uyarıcıya karşı
gelerek baş kaldırmaları sonucunda o önde gelenlerle birlikte takip eden halkın
helak olması Allah’ın değişmeyen toplumsal sünnetlerindendir.
Toplumsal ve sosyal olan
sünnetlerden örnek verelim.
17/ 76- Neredeyse seni
(bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda
kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
17/77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz
resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.
Buraya kadar, Babasız bir çocuk olamayacağını
Kuran ayetleri içerisinde bir sörf yaparak anlamaya çalıştık. Şimdi de İsa’nın
babası neden Zekeriya peygamber olduğunu ayetlerle izah etmeye çalışalım.
3/ 37- Bunun
üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi
yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba
girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince,
“Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir”
dedi.
Meryem’in bitki gibi
yetiştirilmesi, Nasıl bitkiler kendilerine kodlanmış olan bilgilerle hareket
edip kendilerine yüklenmiş olan görev dışına çıkmıyorlarsa Meryem de insan
olduğu halde o gerek ailesinden aldığı terbiye gerekse de kendi duasını rabbin
bağışlama yönünde tercih etmesi ile Allah böyle bir ifade kullanmıştır.
Bir başka ifadeyle bitkiler
Allah’a secde etmekle onun emirleri dışarısına çıkmamakla birer melektirler.
55/ 6- Bitki ve ağaç (O’na)
secde etmektedirler.
Sakın ola ki, Meryem’in bitki
gibi yetiştirilmesi olayını tutup da onu kocasızlıkla çocuk doğurmasına sebep
olarak anlamayın. Burada Meryem bir insan olduğu halde ona gerek cinlerden
gerekse insanlardan gelen vesveselere karışı kendisini takva yolunda
kararlılığını sürdürmesi ve rabbin yolunda emin adımlarla yürümesi anlamında
kullanılan bir ifadedir.
“Zekeriya’yı ondan sorumlu
kıldı.” Dünya hayatında, Akıl baliğ çağına gelmiş hiçbir insan hiçbir insana
karşı sorumlu değildir. Ancak Kuran’a göre sadece erkekler karısından
sorumludur. O sorumluluk da evli kaldıkları süresincedir. Şunu da burada ifade
etmek gerekir kadın da, erkek vahyin yolundan sapmışsa kadın da erkeğinden
sorumludur.
Eğer bu bilinmezse, ayetin
kastettiği mananın da anlaşılması mümkün olamaz. Allah katında sorumlu olmak
onun yapmış oldukları davranışlara kefil olmak demektir. Eğer kadın vahyin çerçevelediği
sınırlar dışına çıkarsa evlilik sözleşmesi bozularak sorumluluktan kurtulur.
Tabi ki bu kadınlar için de geçerlidir. Erkek vahyin dışına çıkarsa kadın
erkekten ayrılarak kendisini bekleyen tehlikelerden arındırabilir. Bir ayetle
bunu açıklamaya çalışalım.
4/ 34- Allah’ın, bazısını
bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle
erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’ Saliha kadınlar, gönülden (Allah’a),
itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan
korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız
bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir
yol aramayın. Doğrusu Allah Yücedir, büyüktür.
Yukarıda vermiş olduğum ayetin, önce şu
bölümünü anlamaya çalışalım. “Allah’ın, bazısını
bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle
erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.’”
Burada üstün kılmak adalet
hukuk yönü ile değil, Erkeğin kadınlardan biyolojik, psikolojik ve sosyolojik
olarak yaratılış farklılığından söz edilmektedir. Allah katında kendisine
verilmiş rol sorumluluğu açısından erkek ve kadın arasında hiçbir farklılık
yoktur. Her ikisi de Allah katında eşit konumdadır. Ancak, yaratılış bakımından
kim daha güçlü ise Allah kendisinden güçsüz olarak yaratılmış olanı güçlü olan erkeğe emanet etmektedir emanet
etmektedir.
Bu gerçeği, hiç kimse inkar
edemez etse de boşunadır. Bakınız Kuran
başka bir ayette şöyle buyuruyor.
4/ 32- Allah’ın kendisiyle
kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere
kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır.
Allah’tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir.
Şimdi konumuz sorumluluk
kelimesinin ne anlama geldiği ile alakalı idi. Ancak Allah’ın erkeği ve kadını
ait olduğu konulan yerden kaldırılarak başka yerlere konulur veya yerleri
değiştirilirse fesat ortaya çıkar. Kavram kargaşalığı ile karşı karşıya
kalırız.
Ayette vurgulanmak istenen
olay bir evlilik hayatında erkekler kadınlara göre güç ve kuvvet yönüyle üstün
yaratılmışlardır. Bu demek değildir ki erkek şah padişah kadın ise onun kölesi
esiri. Hayır, öyle değil erkek ailede emir sahibi, diğerlerinin yaptıklarını
onaylayıp veya onaylamayan kişidir. Tabi ki bu Müslüman olan ve Müslüman olmayı
seçen erkekler ve kadınlar için geçerlidir.
Askerde bir komutana,
devlette bir cumhurbaşkanına, okulda bir müdüre, diğerleri neden o komutan?
Neden o cumhurbaşkanı, Neden o müdür demeyip, ona itaat ediyorlarsa aile
içerisinde erkek ve kadın da aynı konumdadır. Erkek reis kadın ise o reisin
emirleri vahiyler çerçevesine uygun olduğu sürece kadının da ona itaat etmesi
uyması gerekir.
Allah bu kâinatın yaratıcısı ve
rabbidir. Mülk onunsa tasarruf sahibi de o olması gerekmez mi? Allah mülkü yeryüzünde insanlara farklı
şekillerde dağıtmıştır. Yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü
Allah’ın insanlara kendilerine verilmiş olan malları adaletle dağıtmayı ve adil
olarak davranmayı insanlara emanet olarak yüklemiştir. İşte halife olmanın işte
imtihan edilmenin anlamı budur.
Sonuç olarak, eğer Meryem kocasız
değilse, eğer Meryem’e gelen nebi ve resul ise, ki öyledir. Ben İsa’ın
babasının Zekeriya peygamberden başkasının Kuran’i bulgulara göre olamayacağı kanaatindeyim.
Doğrularım Allah’a
yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN- ANAMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder