30 Eylül 2012 Pazar

ZÜLKARNEYN KİMDİR?



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!


Kuran’da geçen Zu'l-Karneyn hakkında geçen kıssayı naklettikten sonra  yorumumuzu yapmaya çalışalım.

18/83- Sana (Ey Muhammed,) Zu'l-Karneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim.

Kuran’da Örneklik teşkil eden ya nebilerden ya da nebilere gelen vahiyleri Kendilerine kılavuz olarak kabul eden  resuller örnek olarak insanlara sunulmaktadır. Nebi; Kelimesi daha önce de değişik makalelerimde izah ettiğim gibi, vahye muhatap olan resullerdir. Nebiler yanıldıkları zaman  Allah tarafından düzeltilme özellikleri mevcuttur. 

Peygamber kelimesi bizim kültürümüze Farsçadan geçmiş bir kelimedir. Her ne olursa olsun, orijinal olan kuran metininde peygamber kelimesi geçmese de, İslam toplularında  vahye muhatap olan elçi olduğu anlaşılır. Yani onlar konuştukları zaman vahiy konuşurlar. Kendi hevalarından konuşmazlar. Onların diğer insanlara göre bazı farklılıkları bulunmaktadır. Konumuz o olmasa da olayın düzgün anlaşılması açısından, peygamberlerin farklılık arz eden bazı özellikleri vermeye çalışayım.

1-Onlar yanıldıkları zaman Allah tarafından düzeltilirler.

22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

22/53- Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler.

22/54- (Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir.

2-Nebilerin, Allah kendilerine gösterilen yoldan sapmamalarına dair bir sözleşmeleri bulunmaktadır. Bu sebeple hiçbir peygamber kendisine nebilik görevi verildikten sonra o görevden kaçması ve dönüş yapması söz konusu değildir.

3/81- Hani Allah peygamberlerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım" demişti.

3-Her peygamber mutlaka kendilerinden önce gelmiş peygamberleri doğrulama ve tasdik etme özellikleri vardır. Ve kendilerinden sonra gelecek olanı da Allah’ın bildirmesiyle müjdelemektedirler.

3/3- O, sana Kitab’ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti.

19/7- (Allah buyurdu:) "Ey Zekeriya, şüphesiz Biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; Biz bundan önce ona hiçbir adaş kılmamışız."

ZÜLKARNEYN  KİMDİR?

Şimdi Zülkarnyn hakkında Kuran’ın anlattıklarında onun hangi konumda birisi olduğunu yakalamaya çalışalım.

18/84- Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik.

Allah Peygamberi Geçmiş kavimlerden  Örnekler vererek bilgilendirmektedir. Bundan önce   Aynı surede Ashabı Kehf Ve hazreti Musa’nın kendi Katından bir kul ile  geçen yolculuğu anlatmış, Ve o konular hakkında bilgi vererek nebisine öğüt vermişti. Tabi ki inananlarla beraber  bu öğüdü almışlardı. Şimdi de,Zülkarnyn  ve kavmi ve başından geçen olayları ve halkla nasıl mücadele verdiğini  anlatarak peygamberini bilgilendirmek istiyor.

Bilindiği gibi her insan kendisine verilen ister bedeni güçten, isterse mal ve mülk gücünden, isterse de halkın ona verdiği destekten dolayı bir yük yüklenmiştir. Kişi kendisine verilen güç kadar sorumludur. İnsanların dışındaki varlıklarda böyle sorumluluk yoktur. Onlar kendilerine nasıl bir görev verilmişse onu yerine getirirler. Ama insanlar Bir halife olarak yaptıkları her işten, iki yol seçme eğiliminde olup, dünya hayatında bir emanet yüklenmişlerdir.

33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Evet, İnsan bu dünyaya başı boş dolaşsın diye gelmedi. Her insanın dünya hayatında yapması ve yapmaması gereken bir çok helal ve haramlar vardır.

İşte ayette lisanı haliyle anlatılmak istenen iki varlık, (melekler ve insanlar) farklı konumlarda yaratılmışlardır. Melekler tabiri caizse bir işçi, insanlar ise bir patron veya bir başka ifadeyle işverendir. İşçi karı zararı düşünmez. Akşam olunca ücretini alır gider. Ama patronun üzerinde ağır bir yük vardır. O iş yerinin çarkının devam edebilmesi için kârlılık esasına dayanarak yönetmek zorundadır. Eğer iş yerini iyi yönetemezse veya zarar ederse o iş yeri iflas eder.

İşte insanlar, Yaptıkları her davranışın  hem yetkilisi hem de  sorumlusudur. Eğer insan dünya hayatında sorumluluğunu gereği gibi yerine getirirse, ve bunları rabbinin adını anarak yaparsa, dünya hayatında aç kalmaz. Ahret hayatında da bunu ibadet için yapması dolayısıyla iyi bir makama ulaştırılırlar.

Zülkarneyn Dünya hayatında kendisine verilen emanete sahip çıkıp, Allah’ın kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirenlerden birisidir. Ve aynı zamanda dünya üzerinde güç ve iktidar sahibi olarak gücünü zulüm ve işkence olarak kullananların karşısında,  mazlum olanlara destek verme, ve onları koruma  konumunda olan birisidir.

Kuran Bunun yanında Firavun gibi halka zulmeden ve o halkın Allah’ın dinini yaşamasını engelleyen , köleleştiren  eylemleri karşısında ona boyun eğmeyen Bir Musa kıssasından da söz eder.  Ve bunları kuran örneklendirirken  hem geçmiş kavimlerden zulmedenler olduğu gibi, hem de zulmeden insanlarla nasıl mücadele verileceğini anlatmaktadır.

18/85- O da, bir yol tuttu.

Ayette Zülkarneyn kısasını anlatmaya başlıyor.

Kıssa  üç ana  bölümde ele alınmaktadır.

1- Birinci bölümde, Güç ve iktidarını  kendisine muhalefet eden  bir kavimle nasıl mücadele verileceğini anlatan bölüm.

2-İkinci merhalede Zülkarnyn öyle şatafatlı bir merhaleye ulaşıyor ki, Bilgi ve detaylı bir donanımı ile  detaylı bir ordu hazırlıyor.

3-üçüncü merhalede Artık Zülkarnyn karşısında zulmeden ve halkı köleleştiren kavimleri  karşısına alarak mazlumlarla yapılan diyalogu gündeme getiriyor.

BİRİNCİ BÖLÜM!

18/86- Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin."

Dikkat edilirse Zülkarnyn ayette anlatıldığına bakılırsa  vahye muhatap olan nebilerden olduğu anlaşılmaktadır. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin."

Kuranda Bu ifade Allah'ın kendisine muhatap aldığı nebiler için kullanılır. Nebi olmayan  İnsanlara böyle bir ifade kullanılmaz.,

 42/ 51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ayette bahsedildiği gibi, Allah üç tip insanlarla farkılı şekilde konuşmaktadır. Bir başka ifadeyle vah yetmektedir.

VAHİY İLE, PERDE ARKASINDAN,ELÇİ ARACILIĞI İLEDİR.


Vahiy ile konuşması  Nebilere kendi katından bilgiler vererek insanlara yol kılavuz olan  kitaplar göndermiştir. Bu tip Allah’ın konuşması veya vahyetmesi son peygamberle noktalanmıştır.

33/40-Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

İkinci tip konuşma şekli perde arkasından Konuşmadır. Bilindiği gibi İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa insanlar Allah tarafından iki yoldan bilgilendirilmektedir.

Vahyi  bilgiler, Diğeri de evrende yaratılmış olan eşyaya kotladığı bilgilerdir. İşte evreninin yaratılışı ve eşyanın bilgisine ulaşılarak mucitlerin icatlarını gerçekleştirmeleri, İnanmasalar bile Allah’ın onlarla konuşmaları ve bilgilendirilmeleri olmaktadır. Perde kelimesi genelde Kuran’da inkar edenlerle diyalog konusunda Vahyi bilgilerin kapanması anlamında  kullanılmıştır.

Dikkat ederseniz Kuran’da Kafirlere hitap ederken  peygamber aracılığı ile hitap etmektedir. “de ki; Ey kafirler” Gibi.

Üçüncü tip konuşma Nebi olmayıp, Nebilere gelen vahiyleri kabul eden onu okuyan ve hayatına uygulayan insanlara da Elçi aracılığı ile konuşma şeklidir. İşte ayette Zülkarnyn’ Direk vah yetme olayı onun  nebi olduğunun bir kanıtıdır.



Ayette sık sık vurgulanan güneşin doğuşu, batışı Nimetlerin azalması ve çoğalması anlamında kullanılmıştır.  

18/17- (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.

Ashabı Kehf de bahsedilen olay da aynıdır. Mağara ifadesi ayette de mecazi bir anlam ifade etmektedir. Kendi içlerindeki iman ve Salih amel hazinesini Kralın zulmünden kaçarak dışa vuramayan kehf ehli Bulunmuş olduğu toplumda Hazineleri diğer insanlarla paylaşıncaya kadar onların durumunu mağarada uykuda kalma olarak ifade etmiştir. Ne zaman topluma bu hazineleri ikram etmeye başladılar. İşte onların  uykudan uyanması olarak anlatılmıştır.

Zülkarnyn kıssasında da Vahyin getirdiği mesajlardan uzak  dünya hayatını tabulaştırmış Bir kavmin konumundan bahsetmektedir. Bir peygamber herhangi bir toplumda ortaya çıktığı zaman  toplum içerisinden  peygambere destek verenler insanlar olduğu gibi iman etmeyen ve ona düşman olanlar da olmaktadır. Ve toplum,  ikiye ayrılmaktadır. Eğer Zülkarneyn’e destek veren bir toplumla belirli bir güce ulaştıkları zaman arkasından mutlaka bir savaş çığlığı gelmektedir. Nitekim  tövbe suresinde bu olay ayette şöyle özetlenmektedir.

9/52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

"Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin."  

Ayette bahsedilen önde gelenlerden,  zenginlikten şımarmış bir kavmin savaşla yenilgiye uğratılarak, Onların mazlum  olan halka zulüm ve işkence yapmalarını engellemektir. Ya onlar zulkarneyn’in gücü karşısında bel büküp eğilecek onlara yeryüzünde adil bir ortam sağlayacak ya da karşı gelip savaşırsa onlar yenilgiye uğratılacak ve aşağılatılmış olarak zülkarneyn’e itaat etmek zorunda bırakılacaktır.

İnsanları özgür bir ortam hazırlayarak kişilerin dünya hayatında kimseye dininden dolayı zulüm yapmadan insanlar istedikleri gibi inanacak ve yaşayacak sonucunda da Allah güzel amel işleyenleri ve iman edenleri cennetle ödüllendirilecektir. İşte aşağıdaki ayetler onu anlatmaktadır.

18/87- Dedi ki: "Kim zulmederse biz onu gazaplandıracağız, sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azapla gazaplandırır."

18/88- Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz."

İKİNCİ  BÖLÜM

18/89- Sonra (yine) bir yol tuttu.

18/90- Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.

İkinci merhalede  Güçten düşmüş Ve zalim iktidarlar tarafından kuşatılmış Bir kavimden söz etmektedir. Zülkarnyn gibi adil bir hükümdarın o mazlum kavim üzerine bir güneş gibi doğarak onları yaşamlarında rahatlatmıştır.

18/91- İşte böyle, onun yanında "özü kapsayan bilgi olduğunu" (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.

18/92- Sonra bir yol (daha) tuttu.

18/93- İki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu.

Bu Merhalede Zülkarnyn Artık Karşısında  Büyük bir zulmeden güçlü bir ordu olduğu gözleniyor. Zulme uğrayan halk onların işkence ve zulmünden bıkmışlar zülkarneynn’den yardım istemektedirler. Ve aşağıdaki ayet bunu bariz bir şekilde anlatıyor.

18/94- Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?"

Daha önce de üzerine basa basa durduğum, ve altını kalın çizgilerle çizdiğim bir  konu şudur. Bütün peygamberlerin  getirdikleri dinin adı İslam teslim olanların ad da Müslüman’dır. Müslüman olanlar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisindedirler.
İslam İnsanları Müslüman etmek için değil, İslam insanların başka dindeki olan insanlara kendi din ve yaşam biçimlerini baskı ve zulüm aracı yapmadıkça onlarla iyilik yapmayı engellemez.

60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.

O zaman  Zülkarneyn’in  Yecüc ve Yecüc denilen zalim ve zulmeden bir topluluğa karşı yardım  isteyen, fakat Müslüman olmayan mazlum güçsüz bir topluluktan, kavimden söz edilmektedir.

Zülkarneyn de aşağıdaki ayette kendisini tanımlayarak onlarla iletişime geçmektedir.


18/95- Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım."

İnsanlık tarihinin başlangıcından  bu tarafa rabbani yolda olanlarla , gerek müşriklerden gerekse de kitap ehli olanlarla  hak ve batıl mücadelesi sürüp gelmektedir. Ne zaman İman edenler ve Salih amel işleyenler  Allah’ın kendilerine verdiği argümanlarla gerekli gayretlerini Gösterip Yarış atlarıyla düşman güçlerine karşı üstün geldiler. Orada hak ve adalet hakim olmuştur.

Ama ne zaman inkar edenler ve ehli kitap olanlar gerekli gayreti gösterip güç ve kuvvetçe üstün olmuşlarsa o zaman onlar güç ve iktidar olmuşlardır. Ve iş başına geçtiklerinde ekini ve nesli yok etmişlerdir.

2/ 205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

11/15- Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.

18/96- "Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim."

Burada ", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" İfadesi mecazi anlamda anlatılmıştır.

Ayetlerde anlatılmak istenen , Hayata bakışları taban tabana zıt olan iki topluluktan söz ediliyor. Yani rabbani yolda olanlarla gayri rabbani yolda olanların konumundan söz ediliyor. İnkar edenler asla Allah’a iman eden ve Salih amel işleyenlerden hoşlanmazlar. İman edenlerle inkar edenler arasında görünmez bir perde vardır.

17/45- Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

17/46- Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran’da sadece Rabbini "bir ve tek" (İlah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler.

İnkar edenler, işbaşına geldikleri zaman ekini ve nesli yok ederler. Ama iman edenler iş başına geldikleri zaman cennete ve mağfirete çağırarak adaletle hükmederler.

İşte ayetlerde iki tip toplumun dünya yaşamında izah edilen profili budur.

2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

3/104- Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.

Savaşın oluşabilmesi için Karşılıklı güçlerin üç aşağı beş yukarı bir dengede olması gerekir. Kuran hiçbir zaman Müslüman olanların az ve güçsüz olduğu zamanlarda dövülseler sürülseler yerinden yurdundan edilseler de savaş yapılmasını   önermemiştir. Mekkede on üç yıllık geçen süreç bunun en güzel örneğidir.

Ne zaman Müslüman olanlar inkar eden ve onları yerinden yurdundan eden topluluğun saldırmaları anında kendilerini güçlü hissederlerse o zaman savaş olayı  vuku bulur.

8/43- Hani Allah, onları sana uykunda az gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi, gerçekten yılgınlığa kapılacaktınız ve iş konusunda gerçekten çekişmeye düşecektiniz. Ancak Allah esenlik (kurtuluş) bağışladı. Çünkü O, elbette sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

Son bölümü özetleyecek olursak, Zulkarneyn gibi bir resulün gelmiş olduğu toplulukta güç ve iktidar sahibi olunca, Zalim olan ve halka zulmeden yecüc ve mecüc gibi bir küfür toplumuna  karşı mazlum olanları korumak ve kollamakla yükümlüdür.

Hazreti Süleyman Nasıl karşısında  ilim ve teknolojide oldukça ileri gitmiş olan Belkıs’ın ordusu karşısında değişik toplumlardan uzman olanları getirterek güçlü ve donanımlı bir ordu hazırlayıp  Belkıs’a karşı zafer kazanmışsa. Zülkarneyn de inansın veya inanmasın zulmeden otoriteye karşı  güç  toplayıp bir savaşın olması gerekiyordu ki; Kibir ve gururu kırılarak aşağılansın ki zulüm yapamasın.

Kıssada geçen iki dağın düzleşmesi, İki karşılıklı gücün dengeleşmesi anlamında kullanılmıştır. Dengelenen iki birbirine düşman olan iki güç artık  kozlarını paylaşarak kimin  galip kimin mağlup olduğu savaştan sonra belli olacaktır.

18/97- Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler.

Bir topluma Hak geldi mi, O toplumda batıl ile mutlaka bir çatışma yaşamaktadır. Bu olay insanlık tarihinin başlangıcı ile beraber var idi. Şimdi de var ve kıyamete kadar da var olmaya devam edecektir.

İnsan var oldukça bu iki zıt kutup  çatışmaya birbirlerine düşman olmaya devam edip gidecektir.

60/4- İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten Sana yöneldik.' Dönüş Sanadır."

18/98- Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır."

AHİRET ALEMİ GERÇEĞİ.

Nebilerin en büyük mucizelerinden birisi, Allah’ın kendilerine bildirmesiyle bildirdikleri ahret alemi ile ilgili getirdikleri bilgilerdir. Eğer deistleri ve ateistlerin dedikleri  gibi Allahtan vahyi bilgiler gelmez inancı doğru  olmuş olsaydı, Ahret alemi ile ilgili bilgileri insanlar nereden bilebileceklerdi. Evet test sonucu, ve deneme yanılma yollarıyla insanlar eşyanın bilgisine ulaşabiliyorlar. Ahret alemi ile ilgili hiçbir bilgi nasıl test edilip ulaşılabilecek?

Bütün peygamberlerin temel görevi, insanları ahret alemine varmadan başlarına gelecek felaketlere karşı  yanlış olda olanları uyarmak doğru yolda olanları da müjdelemektir.  Ahret alemine inanmak sadece  mümin olanlara ait bir olgudur. Onun dünyada iken bir ispatı yok. Güneş var diyoruz bizi ışık ve sıcaklığı ile aydınlatıp ısıtıyor. Deniz var diyoruz, onu gözümüzle görüp, içerisinde yüzebiliyor, ve gemilerle dolaşabiliyoruz. 

Ama ahret alemi var diyoruz, ne onu dünyada iken görebiliyor, ne de varlığını hissedebiliyoruz. Ancak Gönderilen vahiylerdeki kendi aralarındaki çelişkisizlik ve tutarlılık insanın kendi aklı ile üretebileceği bir kitap olmadığını ve bu Allah tarafından gayb’i bilgilerin  de doğru olabileceğine iman ediyoruz.  

2/ 2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

2/3- Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

“Allah Din günün malikidir.” Ayeti Dünya ve kainattan uzak anlamına gelmez. Allah insanları dünya hayatında bir zaman dilimi içerinde sermayeyi verip kendi özgür iradesiyle dilediği şekilde iki yoldan birini tercih ederek yaşama özgürlüğü ile baş başa bırakmıştır. Yoksa Allah her insanın yaptıklarını kalbinden geçirip de yapamadıklarını ertelediklerini bile bilmektedir. Ve insanların her yaptıkları davranış, bir kitap halinde ahret hayatında  önüne konulacaktır..

17/ 14- "Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter."

Artık Orada ayrı ayrı yollar yok dünya hayatında yollarının doğru olduğunu sanan kafir ve ehli kitap olanlar, nefesleri kesilmiş yaptıkları ve kalplerinden geçirdikleri bile kameralara kaydedilmiş kendilerine izlettirilmektedir. Dünya hayatında mal verilip şımarmış olan ve bunu insanlara adalet için kullanmayıp, zulüm ve işkence yapmak için kullananlar artık orada bu rütbe ellerinden alınmış, sadece sanık sıfatıyla orada yargılanacak ve ait oldukları cezayı adalet ölçüsü içerisinde çekeceklerdir.

20/ 105- Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak"

20/106- "Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır."

20/107- "Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek."

20/108- O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.

20/109- O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

İşte İnkar edenler, böyle bir günün geleceğini sanmıyorlardı. Ama geldi ve çattı. Artık olan olmuş, ok yaydan fırlamış, geriye dönüş yok. Onlar inanmadıkları yere geldiklerinde şöyle diyecekler.

32/ 11- De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız."

32/12- Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen.

6/ 27- Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık."

6/28- Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir.

İşte Zülkarneyn kıssası böyledir. Eksiksiz hatasız ve yanlışsız bir tek Allah vardır. Hatalar ve kusurlar bana ait, doğrularım ise Allah’a aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN -ANAMUR

23 Ağustos 2012 Perşembe

KURAN’I DOĞRU ANLAMAK BİR UZMANLIK İŞİDİR?





RAHMAN VE  RAHİM OLN ALLAH'I ADIYLA!

Bir çok Kuran okuyucu kardeşlerimizin, geleneksel din anlayışlarından kurtulma sarhoşluğu içerisinde Kuran okumaya başlamasıyla Kuran'daki ayetleri   detaylı bilgiye sahip olmadan anlaşılabileceği vehmine kapılarak Kuran'ı her okuyan anlayabilir diye yaygaralar koparmaktadırlar. 

Oysa Her ilim dalında o ilmin kendi sistematiği içerisinde eğitim görüp uzmanlaşmadan nasıl karşısına çıkan problemleri çözemiyorsa Kuran okuyan kişilerin de Kuran'ın kendi içerisindeki konuşma dilini öğrenmeden Müteşabih olan ayetlerin, ne anlatmak istediğini anlamaları mümkün değildir.

Elbette Biz klasik din anlayışlarına sahip olanlar gibi,  insanların kendilerine şeyh alim  yakıştırarak Kuran'ı belirli şahısların anlayabileceğini söylemiyoruz. Ancak Kuran ilgi duyanlara onun anlaşılması konusunda yoğunlaş anlara kendini açar diyoruz. Kuran'ı doğru anlamak eşyanın bilgisiyle vahyin söylemlerinin,  kucaklaşarak insanı rahatlatan ve mutmain hale getiren bir anlayışa ulaşmakla onun doğru anlaşıldığı söylenebilir.

36/69- Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran'dır.

KURAN “KURAN APAÇIK BİR KİTAPTIR” DEMEKLE NEYİ KASTETMEKTEDİR?

Eğer her Kuran'ı okuyan kişi, Kuran’da geçen bir ayetin ne demek istediği konusunda, aynı sonuca varabilmiş olsalardı, Kuran'ı anlamak için alim uzman olmaya gerek yok her okuyan Kuran'ı anlar deyip geçerdik. Ama Kuran’da geçen müteşabih ayetlerde Bırakın, sıradan insanların ayet hakkında aynı anlayışa sahip olmayı, alim diye bahsedilen müfessirlerden bile bir kaçının o ayet hakkında  aynı sonuca bile vardığı ender rastlanmaktadır. 

Öyleyse Kuran'ı doğru anlamak söylenilen gibi kolay değil, uzmanlaşmak o konuda derin tefekkür ve bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Kuran'ı anlamak isteyen herkese apaçık Bir kitaptır. Allah bu kitabı anlamayı bazılarına açıp bazılarına kapatmamıştır. O zaman ayette geçen ifadeden anlatılmak istenen muradı nedir? onu Kuran’dan anlamaya çalışalım.

Kuran’da geçen ayetler genel olarak iki kısma ayrılmaktadır.Muhkem ve müteşabih.

3/7- Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Bazı Kuran okuyucular, Müteşabih olan ayetleri ancak Allah bilebileceğini insanların bu ayetleri kavrayamayacağını bu ayetten anlamaktadırlar. Bazıları da Kuran'ı her okuyan anlar diyerek Kuran'daki müteşabih ayetleri anlamanın ancak derin tefekkür sahibi olmakla anlaşılabileceğini göz ardı etmektedirler. 

Oysa Allah Bu Kuran’ın insanlar için yol gösterici bir kitap olduğunu ve bu kitaptan insanları Allah hesaba çekeceğini vurgulamaktadır. Her iki anlayış da yanlıştır. Evet Kuran'ı sıradan insanlardan her okuyan mutlaka bir şeyler anlar, ancak Kuran’da geçen müteşabih olan ayetleri de derin ince ayrıntıları yakalayabilen yoğunlaşan tefekkür sahibi insanlar anlarlar.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

Bu Ayet doğru yolda yürümek isteyen her insanın kendisine rehber olabileceğini bu kitabın peşinde gidenlere bir kılavuz ve yol gösterici olduğunu söylemesi elbette içerisinde muhkem ve müteşabih demeden her ayetten söz etmektedir. Eğer bir insan Kuran'ı anlama konusunda zikir ehli değilse Kuran'ı adres göstererek zikir ehli olanların anlattıklarını dinlemekle Takvadan gelen sese kulak verdiklerinde en doğrusunu seçerek ona tabi olmalarını Kuran öğütlemektedir.

39/18- Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.

Yol gösterici olan Kuran’ın içerisinde geçen müteşabih olan ayetler olsa da insanlar içerisinde onu anlayan o konuda yoğunlaşarak doğru anlayışı yakalayabilen mutlaka her an ve her dönemde olmakta ve olmaya devam etmektedir.

Asıl sıkıntı kimlerin Kuran’da geçen müteşabih ayetleri doğru anlayıp anlayamadığı konusunda bilgiye ulaşma sıkıntısıdır. Bunu da anlamak için zikir ehli olanların testten geçirilmesi gerekir. Onlar bir araya geldiklerinde müteşabih bir ayet konusunda varmış oldukları sonuç aynı olanlar doğru sonuca ulaşanlar, sonuçları farklı olanlar da o konuda yanlış sonuca ulaş anlardır. İşte kuran Kuran'ı doğru aktarıp doğru anlayanlar hem zikir ehli hem de resul olarak onlara isim vermektedir.

14/10- Resulleri dedi ki: "Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor." Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin."

Resuller Ya Allah’tan aldıkları vahiyleri insanlara ulaştırırlar, Bu anlamda onlar nebi konumundadırlar. Ya da Allah’tan vahiy alan nebilerin getirdiklerini eksiksiz bir şekilde diğer insanlara aktarırlar. Bunlar da Kuran’da resul olarak tanımlanmaktadır. Her nebi bir resuldür ama her resul bir nebi değildir.

Her ne olursa olsun nebi ve resullerin getirdikleri mesajlarda tam bir ahenk ve bütünlük vardır. Asla onlar arasında farklı anlayış yoktur. Öyle anlaşılıyor ki resullük öyle sıradan bir şey değil,insanlar içerisinde ender rastlanan kişilerdir. Tıpkı ilim konusunda ender rastlanan mucitler gibi. Resuller de Allah’ın gönderdiği din konusunda doğru dini yakalayan ender  insanlardır.

43/44- Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

Allah bizi bu kitaptan hesaba çekeceğini, ve bu kitabın insanlara yol göstericisi olduğunu söylerken, her halde içerisinde bulunan müteşabih ayetleri de insanların anlaması gerekmektedir. Öyleyse Kuran muhkem ve müteşabih kelimelerinden ne Murat etmektedir? Onu anlamaya çalışalım.

MÜTEŞABİH: Birbirine benzeyen, karmaşık farklı anlamlara gelebilen, ne anlama geldiği detaylı bir bilgiye  sahip olunca ancak  anlaşılabilen ayetler demektir. Bu ayetlerin ne anlatmak istediğini, Kuran’da hem onunla ilgili ayetleri bilmek, hem de onunla ilgili  pozitif ilimlerin getirdikleri verilerden haberdar olarak, ayetin anlatmak istediğinin yakalanması  ancak mümkün olabilir.

Müteşabih ve muhkem ayetler. Tıpkı edebi sanatlarda kullanılan mecazi ve gerçek anlamında kullanılan kelimeler gibi anlaşılmalıdır. Mecaz bir kelimenin kendi anlamı dışında başka manalarda kullanabilme sanatıdır. Bu kelimeler birkaç anlama gelebilen kelimelerdir.

Mecazi anlamda kullanılan kelimelerden birkaç tane örnek vererek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışalım. 

“Adamın burnu havada” Bu deyim mecazi olarak kullanılmıştır. Burun insanın nefes alıp vermesini sağlayan bir koklama organıdır. Kafasının ön tarafındadır. Burnu havada sözüyle başka bir anlamda kullanıldığı  anlaşılmaktadır. Bu ifade gerçeği yansıtmamaktadır. 

Bu deyim o insanın kibirli gururlu olduğunu anlatmaktadır. Bu ifadenin ne demek istediği anlaşılamazsa bununla ilgili geçen konular da anlaşılamaz. Edebi sanatlarda bir de gerçek anlamında kullanılan kelimeler vardır ki o kelime ne anlamda kullanılmışsa o anlamı orada görmek mümkündür.

Gerçek anlamda kullanılan bir söz söylemek gerekirse,”insanlar nefes alırken burundan, verirken de ağızdan vermelidirler”. Bu ifadenin başka anlama şekli yoktur. Gerçek anlamda kullanılan bir kelimedir.

Şimdi, Kuran’da geçen  Müteşabih ayetlerden örnekler vererek müteşabihin ne anlama geldiğini Kuran’ın kendi içerisindeki anlatım sanatından kavramaya çalışalım.

2/260- Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine  bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

HZ. İBRAHİM PEYGAMBERİN DİRİLTTİĞİ NASIL BİR ÖLÜDÜR?

Kuran Ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birincisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamdaki ölü, ikincisi de yaşadığı halde hayvanlarda eğitilmemiş duyarlık sız, insanlarda ise yaratılış gayesinden uzaklaşmış olanlar için kullanılmış bir kelimedir. 

Biz Kuran’da bunların hangi anlamlarda kullanıldığını çelişkisiz olan bir kitapta  başka ayetlerde o kelimelerin işlendiği konu içerisinde anlamaya çalışıyoruz. Önce Kuran’da bir ayetin ne anlama geldiğini doğru olarak anlayabilmek için , Kuran’ın ana çatısını oluşturan ayetlerin bilinmesi gerekir. İşte her ayete bir anlam yüklerken o yüklemiş olduğun anlam hiçbir ayetin sınırını ihlal etmemiş olsun, aynı zamanda o ana çatıyı oluşturan ayetlere tezatlık teşkil etmesin.

Şimdi bu açıklamalardan sonra, Hazreti İbrahim’in dirilttiği kuşlar nasıl kuşlar onu yakalamaya çalışalım. Kuran’da ve müspet bilimlere göre her canlı doğar büyür ve ölürler. Bu hem Allah’ın yaratmış olduğu evrenin değişmez yasası olduğu gibi, hem de göndermiş olduğu vahiylerin değişmez yasasıdır.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

İnsanlar için, iki hayat vardır. Dünya ve ahret hayatıdır. Dünyada ölen bir insan yalnızca ahrette diriltilecektir. Eğer dünya hayatında bir ölünün dirilişinden Kuran söz ediyorsa o mutlaka müteşabih  bir ayettir. Çünkü Kuran dünya hayatında ölen bir canlının asla dirilmeyeceğinden söz etmektedir.

21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Pratik  hayatta da öyledir. Ölen bir insan asla dünya hayatında dirilmez. Ve dirilmemiştir. Hazreti İsa peygamberin diriltmiş olduğu Allah’ın izni ile ölü duyarlık sız kuş ve hayvanların eğitilerek duyarlı hale  gelmesidir. Yüz yıl ölü bırakılıp da diriltilen ölü ya ahret hayatındaki bir dirilmekten ya da vahye karşı duyarlık sız olma anlamındaki bir ölüden söz edilmektedir.

5/110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm."

2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her-şeye güç yetirendir."

Önce vermiş olduğumuz birinci  ayetteki Hazreti İsa peygamber nasıl bir ölüyü dirilttiği üzerinde duralım.” Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun.” Bu ifade Hazreti İsa peygamberin hayata çıkardığı ölü, tefsirler deki anlatılanlar gibi, hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamındaki ölüler değil. Vahye karşı duyarsız olan insanların, neden ve niçin yaratıldığının farkına vararak diriltilen  ölüdür. Yoksa Allah’tan başka hiç kimse  ölüleri diriltemez.

2/28- Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz.

Eğer bir kul gerçek anlamındaki ölüleri diriltecek olmuş olsaydı, önce kendi ölümlerini engellerlerdi. Ölmeyen dirilten ve öldüren sadece ve sadece yerleri ve gökleri yaratan Allahtır.

Allah’ın izni ile diriltmesi  doğru yol Allah’tan. Doğru yola gitme eğilimini veren de Allahtır. Kişilerin istemeleriyle Allah onları hidayete erdirmektedir. Doğru yola gitme dileğinde bulunanları Allah diler izin verin. Bunların hep kuran bütünlüğü içerisindeki anlamlarını doğru yere oturtmak gerekir.

İslam toplumlarında genel olarak anlatılan ve anlaşılan Allah Hazreti İsa peygambere bir mucize olarak ölü insanları diriltme gücü vermiş ve hazreti İsa da ölüleri diriltiyor-muş gibi bir anlam çıkarmaktadırlar. Bu anlayış  yanlıştır. Doğru olanı Allah kendisinden başka hiç kimseye ölüleri gerçek anlamında dirilten bir güç vermemiştir. Ancak imansız olanları ikna ederek onları vahye bağlı insan konumuna getirmeleri onların diriltilmeleridir.

Konumuzun aslını oluşturan hazreti İbrahim peygamberin dirilttiği kuşlar, gerçek anlamında ölen kuşların diriltilmesi değil, İnsanlar hayvanları eğiterek evcilleştirilerek, onlardan istedikleri şekilde istifade etmelerini anlatmak için Allah böyle bir örnek vermektedir.

İnsanlar, köpekleri eğiterek, eroin esrar, hatta depremlerde ceset ve insan bulmalarında insanlardan daha duyarlı  maharetler ortaya koydukları bir gerçektir. Belgeselleri incelerseniz nice hayvanları insanlar eğiterek hayvanlara ne işlerini gördürdüklerini anlayabilirsiniz. 

Öyleyse kuşların hayvanların diriltilmesini, hayati fonksiyonlarını  yitirmiş anlamındaki ölüler değil, onların konuşma dilini çözerek onlarla iletişim kurarak senin isteklerine boyun eğecek şekilde eğitilerek cevap vermesi anlamında anlamak doğru olanıdır.

Bakara suresi 259.cu ayette bahsedilen, kişinin yüz yıl ölü bırakılıp dirilmesi, de iki anlamda anlaşılabilir. Birinci anlamı: Kişinin insanların ölüp de dirilmeyecekleri inancı onda hakim ise, öyle olduğu anlaşılıyor. O kişi zaten yaşadığı hayat boyunca  ölü demektir. Ve o anlayış onda hakim olduğu sürece insanların ölüp de ahret aleminde dirilme anlayışı asla kabul görmeyecektir. İşte kuran böyle kişilere  ölü kelimesi kullanmaktadır.

18/57- Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.

16/21- Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar.

2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

Kuran’dan birkaç tane müteşabih anlamda kullanılan ayetlerden örnekler verdik. İlginç Olanı bakara suresinde geçen bir topluluğun   kestikleri ineğin bir parçasını alıp vurmasıyla ölen bir kişinin dirilmesi olayıdır.

Haydi diyelim ki; peygamberlere Allah  kendi katından peygamberlerin peygamber olduklarını ispat etmek için bir mucize olarak ölüleri diriltme gücü verdi. Bu anlayış da kurana uygun değil ama, İslam toplumlarının kendi içlerindeki çelişkilerden söz etmek istiyorum. Bir topluluğun kesilen ineğin parçasıyla ölen kişiye vurup diriltilmesini hangi kelimeyle izah edecekler?.

Kuran’da Musa kavminin kıssası kuran bütünlüğünde değişik sure ve konulara serpiştirilmiş olarak anlatılmıştır. Eğer birbirlerini tamamlayan o konuları kuran bütünlüğü ve evren yasaları çerçevesinde  değerlendirip anlayamazsak oradaki “Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" İfadesini, inek bacağı ile ölen insan diriltildiğini anlarız. 

Oysa Kuran insanları vahyin güdümünden uzaklaştırarak,Buzağıya taptıran bir Samiri’nin hem kendisi hem de saptırdığı kavmin manen öldüğünü anlatmaktadır. Samiri’ye destek veren halkın onu desteklemeleriyle onu öldürmelerini, desteklerini çekip hazreti Musa’nın telkinleriyle dirilerek, bu telkinleri ona da anlatmalarıyla da onun körleşmiş gözlerin açılması, sağırlaşmış kulakların işitir hale gelmesi, hissizleşmiş kalbin de duyarlı hale gelmesini dirilme olarak anlatmaktadır.

Beşikteyken konuşan, çocukken Tevratın öğretilmesi ve İncil verilmesi de Kuran’da geçen müteşabih ayetlerdendir. İnsanlar ergenlik yaşına geldikleri zaman imtihan süreci başlar. Şimdi Kuran'ı  anlama konusunda uzman olanlara olmayanlar arasındaki farka bir göz atalım.  

BİLENLERLE BİLMEYENLERİN KURAN OKUMALARI BİR OLUR MU?

Biz bu konuları ele alırken, Kuran’ın dışında yüzlerce yol farklılığı oluşan mezheplerden meşreplerden cemaatlerden tarikatlardan tasavvufi yolda olanlardan söz etmiyoruz. Biz burada Kuran okuyup rehberim yol göstericim kuran diyenlerden söz ediyoruz.

Evet Kuran Muttaki olanların yol göstericisi olan ilahi bir kitaptır. O kitap doğru anlaşıldığı zaman, çelişkisi olmayan bir kitabın çelişkisiz de bir anlayışı olması gerekir. Kuran'daki  ayetlerin ne demek istediğini anlayabilmek için Kuran’ın kendisi ve evrensel yasalarla beraber düşünerek ele almak lazımdır.

Çünkü Kuran kainattan ayrı niteliklerle gönderilmiş bir kitap değildir. Kuran bir kanun kainat ise bu kanunların yasalarına uygun olarak dizayn edilmiş bir halidir. Kuran kendi içerisindeki bir çelişkisizlikten söz ederken  aynı zamanda evren yasaları içerisindeki çelişkisizliklerden de söz eder.

4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

67/3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Kuran’daki çelişkisizliği bilebilmek için, Kuran hakkında detaylı bir bilgiye derin bir tefekkür edebilme yeteneğine sahip olmak gerekir.

Evrenin çelişkisizliği hakkında bilgi sahibi olmak için de evrenin kendi içerisindeki  insan yaratılışı ruh ve pozitif  bilimlerden haberdar olmak  ve onunla ilgili uzmanları dinlemek gerekmektedir. Elbette hiçbir insan bütün ilimleri bilmez. Onların hepsini öğrenmeye kalksa  buna ömrü de yetmez. Ancak her insan ayrı ilim dallarında uzmanlaşmış o konuda dirsek çürütmüş insanlarla iletişim kurarak ve onlardan bilgi toplayarak kendi o günkü sorunlarını çözebilir.

Peygamberlerin  insanlar içerisinden kendilerini destekleyerek güç ve otorite oldukları zaman,Allah değişik işlerde uzmanlaşmış olanlardan bilgi toplamayı emretmektedir.

3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Hatta Müslüman olanlardan ihtiyaçları konusunda eksik olanları  da cinlerde yani yabancı insanlardan da destek alarak gücünü tamamlıyorlardı.

27/17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.

Bu gün dünya üzerinde hangi millet ve ülkeler bu metodu bilmez ve uygulamazsa  güçsüz ve yenik düşerler.

Allah Müslüman olanlara hiçbir zaman insanları öldürmek köleleştirmek ve onların mallarını mülklerini ellerinden almak için silah üretin savaş yapın demediği gibi,Böyle yapan küfür toplumlarına karşı güçlü olmayı inanlardan istemektedir.

8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

Kuran Okuyanlardan Farklı anlayışlara sebep olan bazı ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.

1-7/163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Ayeti eğer yüzeysel bir bakışla okuduğumuz zaman, sanki balıkların Yahudilerin iş yapma yasağını kontrol eden bir anlayışla  anlamak gerekir. Oysa Kuran’da balık hangi anlamlarda kullanılmış iş yapma yasağı ve serbestliği nedir? 

Bu kavramlar anlaşılmazsa bu ayetin anlaşılması  mümkün değildir. Kuran hakkında derin tefekkür sahibi olmayanlar ayetten Yahudilerin imtihan edildiğini  Cuma ertesi günü onların ibadet günü olduğunu  o ibadet gününde  balıkların kıyıya geldiklerini ibadet gününün dışında ise gelmediklerini anlarlar.

Oysa Allah insanlar dışında hiçbir varlığı olayların neden ve niçinler ini kavrayacak şekilde yaratılmadığını anlatırken balıkların ibadet yasağına uyup uymadıkların denetleyen bir müfettiş gibi ibadetlerini yerine getirdiklerinde balıkların geldiğini getirmediklerinde ise balıkların gelmediğini anlamaktadırlar.

Kuran’da geçen ayetler hakkında detaylı bir bilgiye sahip olanlar ise, Burada balığın nimet olarak mecazi bir anlamda kullanıldığını anlarlar. Ve derler ki, Yahudiler evrendeki yasalara uydukları zaman kendi işlerini işlerinin kurallarına göre yaptıkları zaman nimetlerin yağdığını, işi kuralına göre yapmadığı zaman da geçimlerinde darlık ve sıkıntı çektiklerini anlamaktadırlar. 

Çelişkisiz olan kuran bütünlüğü içerisinde ele aldığımız zaman hayvanların bitkilerin ve insanların dışında yaratılmış olan varlıkların insanların isteklerine göre hizmet secde etmek için yaratılmış bir varlıklar olduğunu bilirler. Bu sebeple Balıklar bir müfettiş değil balıklar akıl etmeyen hayvanlardır.

7/179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

“Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.” Akıl etmeyen yaratılış gayesinden habersiz olanların konumunu Allah böyle teşbih yaparak anlatmaktadır.

O zaman Ayette bahsedilen ana fikri yakalamaya çalışalım. Yahudiler  Hangi meslekte ve hangi iş dalında çalışırlarsa onlar o iş dalında o işin kurallarına gereği gibi uyduklarında nimetler bolluk bereket içerisinde çalkalanırken iş kurallarına uymadıkları zaman da açlık sefalet içerisinde kıvrandıkların anlatmaktadır. 

Doğru olan da bu olması gerekmez mi? Hangi ülke kendi işinde gereği gibi işin hakkını vererek çalışmışsa o ülkeler zengin müreffeh içerisinde yaşamaktadırlar. Ama işine gereği gibi önem vermeyen ülkeler de açlık sefalet içerisinde kıvranmaktadırlar. Allah rızkı verir  kimse açlıktan ölmez zihniyeti beyinleri işgal ettikçe o toplum iflah olmaz. Evet Allah rızkı yaratmış.ama kim o rızka sahip olmak isterse Allah ona rızkı vermektedir.

Nerede görülmüş Cuma ertesi günleri Yahudiler ibadet ederken balıkların kıyıya geldiği, Balıklar nereden bilsin insanların ibadet edip etmediğini? Doğru olanı pratik hayatta da görüldüğü gibi Yahudiler dünyevileşerek dünyalık işlerinde eşyanın bilgisine ulaşmayı ve onlardan gerektiği azami şekilde istifade etmeyi kendilerine bir görev telakki etmişler. Allah da onlara çabalarının karşılığını eksiksiz olarak vermiş. Çünkü bu Allah'ın bir vaadidir.

11/ 15- Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe /

İşte Allah Yahudilere dünya çalışmalarının karşılığını tastamam vermiş ve dünya insanlarını ilim ve teknolojileriyle esir almayı başarabilmişlerdir.

PEYGAMBERE HANIMLARININ HATIRI İÇİN HELAL KILINAN BAL ŞERBETİ DEĞİLDİR

2-66/ 1- Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Bu ayeti kuran bütünlüğü içerisinde değerlendirip, ne anlama geldiğini anlayamazsan geleneksel anlayışların etkisiyle Allah’ın  peygambere  helal kılıp kendisine haramlaştırdığı bal şerbeti mi pekmez şerbeti mi diye tartışılır durur.

66/2- Allah, yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kıldı. Allah, sizin mevlanız (sahibiniz, yardımcınız)dır. O, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

66/3- Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, O da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda haberi verince (eşi) demişti ki: "Bunu sana kim haber verdi?" O da: "Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti.

66/4- Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.

66/5- Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler' verir.

Konu Bu beş ayette özetlenmiştir. Allah’ın kendisine helal kılıp Allah resulünün kendisine haramlaştırdığı bal  veya pekmez şerbeti değil, Kendi aralarında çeteleşerek peygambere tuzak kuran inanmayan iki eşini   gerektiği halde boşamasını hanımlarının hatırına ertelemesi veya yapmamasıdır.

Kuran, Peygamberin eşlerinden iki tanesinin peygambere tuzak kurduklarını  Allah vahiyle bildiriyor. İki eşinin bundan haberi yok. İki eş kendi aralarında peygamber aleyhine atıp tutmalarından ve ona tuzak kurmalarından kimsenin de haberi yok. 

Peygamberin hanımlarına bu konuşmaları net olarak eksiksiz bir şekilde kameralardaki gibi aktarınca peygamber hanımları bunu şaşkınlıkla karşılıyorlar. Olay kuranda şöyle anlatılıyor.

66/3- Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, O da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda haberi verince (eşi) demişti ki: "Bunu sana kim haber verdi?" O da: "Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti.

"Bunu sana kim haber verdi?" O da: "Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti.

Bu  ifadeler iki kişinin gizli konuşmalarını dinleyen ve bir üçüncü varlık Allah olduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda kuran muhammendin uydurduğu bir kitaptır sözlerine  tokat gibi bir cevap olmaktadır.

58/7-Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.

Olayı  ilk baştaki 2.ci ayette bahsedilen,” Allah, yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kıldı.”  Yemin kelimesi burada nikah bağı olarak kullanılmıştır. Eğer eşlerden herhangi birisi nikah olayını zedeleyecek sözleşme hükümlerinden birini ihlal ederse nikah akdi fesih olunur.

2/ 224- Bir de yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah'ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir.

2/225- Allah sizi, yeminlerinizdeki 'rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözler'den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.

2/226- Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde eşlerine) dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Dikkat ederseniz yemin kelimesini nikahın bağlanıp çözülmesi için kullanmıştır. Öyleyse Allah resulünün inkar eden ve Allah resulünün attığı adımları engellemek için tuzak kuran iki eşinin bu yaptıklarına göz yumması ve aldırış etmemesi peygamberlik görevine halel getirecek ve yapacakları güzelliklere mani olacaktı. 

İşte Kuran Müslüman olmayan bir kadınla Müslüman olan bir erkeğin asla nikahlarının bir arada olmasını yasaklamaktadır. İki tane ayet örneği vererek söylediklerimizi güçlendirmeye çalışalım.

60/ 10- Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet (gerçekten) mü'min kadınlar olduklarını bilip-öğrenirseniz, artık sakın onları kafirlere geri çevirmeyin. (Çünkü) Ne bunlar onlara helaldir, ne onlar bunlara helaldir. Onlara (kafir kocalarına kendileri için) harcadıklarını verin. Onlara (hicret eden mü'min kadınlara) ücretlerini (mehirlerini) verdiğiniz takdirde onları nikahlamanızda size bir güçlük yoktur. Kafir (kadın)ların ismetlerini (nikahlarını) tutmayın ve (onlar için) harcadıklarınızı isteyin. Onlar da (mü'min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür; sizin aranızda hükmeder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

2/ 221- Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.

Fıkıh kitaplarında bahsedildiği gibi Müslüman erkekler Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla evlenebilir. Ama Müslüman kadınlar Yahudi ve Hıristiyan erkeklerle evlenemez uydurması Kuran’dan değildir. Eğer Müslüman olan erkek ve kadından herhangi birisi vahye uygun olan gidişatını  bozarsa nikah akdi ister erkeğin sapması isterse de kadının sapması sonucu nikah bozulur.

İşte Kuran’da tahrim suresinde İki kadın evlilik sözleşme hükümlerini, çiğnediğini ve Allah da bunu peygambere haber verdiğini, ve gereken müdahaleyi yapması gerektiğini haber vermektedir. Yani iki kadının arkasından gelen ayetlerde izah edildiği gibi kalplerinin eğrilik gösterdiğini bu şekilde konumlarını sürdürdükleri taktirde Allah resulünün onları boşayacağı tehdidi yapılmaktadır.

Kuran konu içerisinde olayı anlattığı halde Allah resulünün kendisine Allah  helal ettiği halde hanımlarının hatırına  haramlaştırdığı şeyin bal şerbeti mi zencefil mi diye tartışıp durmalarını anlamakta şahsen güçlük çekiyorum.

Evet sonuç olarak Allah kalpleri eğrilmiş iki kadının durumundan söz etmektedir. Özet olarak da onların boşaması farz olduğu halde hanımlarının hatırı için boşa mamasını Allah eleştirmekte ve Müslüman olanlar için bu olay güzel bir örneklik teşkil etmektedir.

Doğrularım Allah'a Yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR