İKİNCİ-
BÖLÜM!
ÖN
BİLGİLER!
KURAN’DA
GEÇEN KISSALAR!
RAHMAN
VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
Kuran; İnsanlık tarihinin
başlangıcı ile beraber insanlara, insanlar
içerisinden seçilen ilk peygamber Adem ile başlayan öğretilme süreci, son nebi
ve resule kadar peygamberler silsilesi ile gelen mesajların insanların ortak
değerleri olan konulardaki söylem ve yaşamlarının özeti ve Allah’ın gönderdiği
son kitaptır.
Allah, Bir taraftan
insanların fıtratlarına yerleştirildiği yanlış yaptıkları konularda insanları
uyaran takva sesini devreye sokarken, bir taraftan da nebilerle gelen o takva
sesini onaylayan vahiylerle de ayrıca uyarmaktadır.
26/208- Kendisi için bir
uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
Ne yazık ki, insanları takva
sesine karşı düşman olan ve insanları gelen nebiler ve resullere karşı
insanlara vesvese veren iblis olgusu hakkı olmadığı halde insanları yerleri ve
gökleri yaratan Allah’ın emirlerine karşı kışkırtmış ve İnanlardan büyük bir
çoğunluğu şeytanın yolunu tercih etmişlerdir. İblisin soyunu takip edenler, Rabbim
Allah’tır diyenleri sürekli yerlerinden yurtlarından sürgün etmişler, zulüm
yapmışlar, veya öldürmüşlerdir.
Allah İse, Yeryüzünde
kendisine iman eden ve kendisini veli edinenlerin yeryüzünde iktidar sahibi
olmasını istemekte ve yeryüzünde bozgunculuk yapanları ve şeytanın yolunda
gidenleri, iman eden insanlar eliyle zulümlerini engellemesini istemektedir.
Elbette Allah dileseydi,
bütün insanları kendi yolunda kendisine ibadet ve kulluk yapacak şekild
yaratabilirdi. Bu Allah’a hiç de zor gelmezdi. Ancak dünya hayatında kimin
nasıl amel işleyeceğini denemek için onlara hem takva yolunda yürüyebilecek hem
de iblisin yolunda yürüyebilecek eğilimi ve donanımı vermiş hangi yolu seçip
seçmeyeceğini insanların kendi iradesine bırakmıştır.
67/2- O, amel (davranış ve
eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü
ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah, yeryüzünde ve kâinatta
yaratmış olduğu bütün varlıkları insanın emrine vererek her dönem ve her
koşulda bir zaman dilimi içerisinde insan isterse takva yolunda isterse de
iblisin yolunda yürümek istesin hiç ayırım yapmadan onlara gitmiş oldukları
yolda yürüyebilecek azıklarını vermiştir. İşte bu anlamda Allah insanları
dilediği yolu seçmek ve kendi iradesi ile dilediği eylemi gerçekleştirmeyi
insanın kendisine vermekle onu belirli bir zaman dilimi içerisinde halife
konumuna getirmiştir.
76/2- Şüphesiz Biz
insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı
onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya
şükredici olur ya da nankör.
Her insan dünya hayatında dilediği yolu
seçmekle özgür bırakılmıştır. Ancak dünya hayatında rabbin terbiyesine boyun
eğmeyenlerin cezasını dünyada yaşam kurallarına uymadığından dolayı, çektiği
gibi, bir taraftan da ahiret hayatında Allah’a karşı hesap vererek cezasını
ahirette de ebedi cehennemle ödeyecektir.
22/72- Onlara
karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin
yüzlerindeki ‘red ve inkarı’ tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı
ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: “Size, bundan daha kötü
olanını haber vereyim mi? Ateş… Allah, onu inkâr edenlere va’detmiş
bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır.”
Dünya hayatında inkar
edenler, başkalarının din ve yaşam biçimine müdahale etmediği sürece iman eden
Müslümanların asla inkâr edenlere karşı bir düşmanlık yapmamalarını, Allah
kedisinin velisi olduğu kullarından istemetedir.
60/5- “Rabbimiz, bizi
inkar edenler için fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz.
Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin.”
60/6- Andolsun, onlarda sizlere, Allah’ı ve
ahiret gününü umud edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek olursa,
artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Hamid (övülmeye
layık olan)dır.
60/7- Belki Allah, sizlerle onlardan
kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir sevgi-bağı kılar.
Allah, güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan,
sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli
davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
60/9- Allah, ancak din konusunda sizinle
savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için
arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık
onlar zalimlerin ta kendileridir.
Dünya hayatı her insan için inkâr etme ve iman
etme konusunda zikzaklar çizilen bir yaşam alanıdır. Bazı insanlar yerleri ve
gökleri yaratan Allaha verdiği sözün arkasında durarak istikrarlı bir şekilde
imanını Salih amel işleyerek koruyabilirken bazıları da bazen iman edip bazen
da inkar ederek zikzaklar çizmektedir.
İslam; Dünya hayatında ayrı ayrı dinlerdeki
insanların kendi dinlerini kendilerine vererek başka dinlerde olanlara zulüm ve
işkence yapmadıkları sürece onlarla güzel geçinmeyi bir ibadet olarak kabul
eder.
60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan,
sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli
davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
Dünya yaşamında Güzel davranmayı insanlar
ister kafir olsunlar isterse de ehli kitap olsunlar, onlar zulüm ve işkence
yapmadıkları sürece onların dünyalık icat edenler kendilerine düşman olan ve
yerinden yurdundan sürmek isteyen zalimlere karşı faydalanabilir. Bir başka
yararı da inkar edenler iman eden ve Salih amel işleyenlerin güzel
davranışlarından etkilendir de, onlar da iman edip amellerini geçerli hale
dönüştürebilirler.
60/9- Allah, ancak din konusunda sizinle
savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için
arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık
onlar zalimlerin ta kendileridir.
Dünya yaşamında Müslüman olanların olmazsa
olmazlardan temel olarak iki görevi vardır. Birincisi kendisine ve başkalarına
zulüm yapmamak ikinci görevi ise, kendisi ve başkası tarafından kendisine ve
başkalarına yapılan zulümlere taraftar olmamaktır.
2/ 191- Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve
sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir.
Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla
savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte
böyledir.
2/192- Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de
son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar
onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı
düşmanlık yoktur.
Burada Yeri gelmişken “Fitne kalmayıncaya
kadar onlarla savaşın.” İfadesi onlar Müslüman oluncaya kadar savaşmak
anlamında değil zulüm yapanların kendi dinlerini kendisinin olmak koşulu ile
veya kendi inkar ve zulümlerini başkaları üzerinde denemeye kalkmamaları ve
onları kendi din anlayışları ile kendi kendilerine bırakılması anlamında
savaşanlara karşı savaşmayı Allah istemektedir.
Bazı kalpleri marazlı olanların Allah inkâr
edenlere hem inkâr etme özgürlüğü verirken hem de inkâr edenlere savaş yapmayı
inkârlarından dolayı öldürün dediklerini işitmekteyim. Ayetin burada kastetmek
istediği anlamını başka mecralara çekerek iman edenlerin kafalarını karıştırmak
istemektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde ve ayetinde inkâr edenlerin iman
edenlere veya mazlum olanlara savaş açmadıkları sürece onlara inkârlarından
dolayı savaş açın dediğine dair bir ayet yoktur.
Ancak inkar edenler inkarlarını iman edenlere
karşı zulüm ve işkence yapmak için savaş açarlarsa iman edenlere düşen görev de
kendi varlığını ve dinini korumak için gücü yetiyorsa savaşa karşılık savaş
vardır. Gücü yetmiyorsa da oradan zulüm yapılmayan İnancından dolayı yerinden
yurdundan sürülüp çıkarılmayan yerlere hicret ederler. Bırakın Müslüman olmayı,
insan olana adam olana bundan daha güzel bir din yaşam tarzı olabilir mi?
6/82-İman
edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve
onlar hidayete ermişlerdir.
Bu açıklamalardan sonra Kuran’da geçen helak
edilen kavimlerin helak edilme olayının hangi anlamlarda kullanıldığını tahlil
etmeye çalışalım.
HELAK
EDİLME NE ANLAMA GLMEKTEDİR?
41/45-
Andolsun, Musa’ya kitabı verdik, fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer
Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında
hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir
tereddüt içindedirler.
42/14- Onlar, kendilerine
ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla
ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş
(verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde
ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Genelde İslam toplumlarında
Müfessirlerin büyük bir çoğunluğunun da körüklemesi ile Kuran mantalitesine
uymayan şöyle bir anlayış vardır. Allah suç işleyenleri dünya hayatında suç
işlenmesi sonucunda tabiat kuvvetleri ile onları yerle bir ederek helak eder.
Bu dünya hayatında denemeye
tabi tutulmak için gönderilmiş olan insanın denenme sürecinde yerle bir edilmesi
hem Kuran yasalarına hem de yaratılış yasalarına ters düşmektedir.
“Eğer Rabbinden (daha önce)
bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti.”
“. Eğer Rabbinden, adı
konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak
aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
Allah dünya hayatında,
insanların kendilerine verilmiş olan bir zaman dilimi içerisinde ister Allah’ı
inkar etsin ister zulüm yapsın ister insanları kessin doğrasın özel bir ceza
vermeyeceğine dair söz vermiş. Dünya hayatı bir gözetleme ve imtihan yeridir.
Sınav anında Allah asla ona dokunmayacaktır. Ona ne güzel amellerinin karşılığında
bir ödül, ne de kötü amellerinin karşılığı olarak dünyada özel bir ceza vermeyecektir.
Eğer insanlara bir kötülük gelirse ya evren yasalarına uymamalarından, ya da
insanlar ve insanların koyduğu kurallara uymamasından dolayı, ceza gelmektedir.
22/40- Onlar, yalnızca;
“Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün
edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi
(yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah
Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü
olandır, Aziz olandır.
9/52- De ki: “Siz bizim için
iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı
bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size
bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de
sizlerle birlikte bekleyenleriz.
35/45- Eğer Allah, kazandıkları
dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı
üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar
ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi
kullarını görendir.
Yukarıda vermiş olduğum
ayetler, Allah’ın hiçbir zaman Dünya hayatında insanların suç işlemesi veya
güzellikler yapması sonucunda özel bir mükâfat veya özel bir ceza vermeyeceğini
üstüne basa basa vurgulamaktadır. Nuh kavminin Lut kavminin Musa kavminin Semud
kavinin fil sahiplerinin v.s suç işlemeleri
dolayısı ile helak olmaları, söylenenler dışında başka anlamlara gelebileceğini
düşünebilmeliyiz.
Dilerseniz Kuran’da geçen bu
kıssaların helak edilme ile ilgili anlatılanlar üzerinde ayrı ayrı durarak anlamaya
çalışalım.
NUH TUFANI
7/59- Andolsun Biz Nuh’u
kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin,
sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün
azabından korkmaktayım.”
Nuh da diğer nebi ve resullerde anlatılanlar
gibi, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben,
sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” Demişti.
7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz
seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
Dikkat ederseniz Gelen bütün nebilere ve
uyarıcılara karşı gelenler şımarmış makam mevki koltuk sahibi olan insanlardır.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve
sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
Allah ile insanlar arasında elçi olan sadece
nebiler ve resullerdir. Eğer nebiler olmamış olsaydı insanlar ahiret alemi ile
ilgili gayıp haberlerini nereden bileceklerdi? Nebiler Allah’ın direk olarak vah
yederek konuştuğu kendisine iman edenlere bilgi vermek için, muhatap olduğu
birinci derecede insanlardır. Burada bunu açıklayan bir ayeti naklederek
bilgilendirmek istiyorum.
42/51-
Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir
vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine
vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ
ediyorum. (Ayrıca). Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan
biliyorum
İşte kâfir olanların inkâr ettikleri olay
budur. Budur.” Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan
biliyorum.” Eğer peygamberler onlara kendi peygamberliklerini iddia ve ispat
etmek için olağan üstü mucizeler verip onlar bu mucizeleri görmüş olsalardı
neden onlara inanmasınlar? Peygamberler sadece kendilerine vahyi bilgilerle
çıkmışlardır. Hiçbir peygamberin vahiyden başka toplumlara getirip ve
gösterdikleri bir mucizeleri yoktur.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için,
içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap)
gelmesine mi şaştınız?”
Onlar kendilerine gelen elçilerin kendilerinin
dışında kendilerinin üzerinde bir varlık beklemektedirler. Allah da onlara
başka bir ayetlerle şöyle cevap vermektedir.
17/ 90- Dediler ki: “Bize yerden pınarlar
fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.”
17/91- “Ya da sana ait hurmalıklardan ve
üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar
fışkırtmalısın.”
17/92- “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü
üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid
olarak) getirmelisin.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya
gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye
kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi
olan bir beşerden başkası mıyım?”
17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman,
insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi
gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
17/95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil
de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak
elbette melek gönderirdik.”
Demek ki Bunların hayal ettikleri meleklerden
bir peygamber karşılarında göremeyince en kolay yolu inkar etmekte buluyorlar.
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.
Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Biz Kuran içerisinde geçen olayların anlatılışında
geleneksel olarak anlatılan bilgileri gale alarak, onlardan etkilenmeyiz ve
onları Kuran’ı anlamada değere bile tabi tutmayız. Biz ancak Kuran’ın kendi
bütünlüğünde o kıssaya o ayetlere ve kelimeye yüklemiş olduğu anlama bakarız.
Bir de, Sünnetullah yasalarına uyup uymadığını testten geçirdikten sonra hem
akıl ile hem Kuran ile hem de evrensel yasalarla çelişip çelişmediğini gözden
geçirdikten sonra ait olduğu yere koyarız. Âcizane benim otuz dört yıllık
Kuran’ı anlamada gösterdiğim çaba gayret ve performansımdaki, temel ilkem ve
metodum budur.
Önce Nuh kavminin helak edilişini Kuran
içerisinde ne anlama geldiği ile ilgili bilgi edinmeye çalışalım.
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.
Çünkü onlar kör bir kavimdi.
İnsanların din anlayışları Dünya hayatına
olaylara tarihi kalıntılara insanların davranışlarına evrendeki olup bitenlere
bakarak genelde şekillenmektedir. Şimdi
Kuran’da geçen ayette hayata bakış şeklinden onun dininin nasıl şekillendiğini
örnek vererek, bütün helak ile ilgili kıssaların bu hikmet mantık içerisinde
olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
2/258- Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi
konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim
diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O
zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu
batıdan getir” deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez.
2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran
bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını
ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü
bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün
veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken
yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu
yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak
nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O,
kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi)
Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
İnsanları din ve inanç bakımından temel olarak
ayıran nokta, ahiret âlemine inananlar ve inanmayanlardır. Ahiret hayatı ile
ilgili bilgiyi Allah gayıp haberi olarak bildirmektedir. Eğer Allah’ın insanlar
içerisinden seçmiş olduğu nebilerle
diğer İnanlara bildirmektedir. insanlar için seçmiş olduğu nebi ve resuller
olmamış olsaydı, İnsanlar ahiret âlemi ile ilgili bilgileri nerden
bileceklerdi?
Bakara iki yüz elli dokuzuncu ayette Allah
Dünya hayatında yaşayıp da öldükten sonra ahiret hayatına inanmayan bir kişinin
durumunu bize anlatarak öğüt vermektedir. Ayet içerisinde dikkat çekilmesi
gereken yerleri ele alarak ayetin nasıl anlaşılması gerektiğini kısacık da olsa
üzerinde durmak istiyorum. Çünkü bunlar Kuran’daki helak ile ilgili konuları
anlamamızda olmazsa olmazlardan birisidir.
1-Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir
şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden
sonra nasıl diriltecekmiş?”
Ayetin bu bölümü, Peygamberlerin toplumlara
geldiklerinde insanlar içerisinden öldükten sonra diriltilip hesaba çekileceklerini
söyledikleri zaman, iman etmeyen bir inkârcının konumunu anlatmaktadır. Bunu ayetlerle
örneklendirmeye çalışalım.
45/ 24- Dediler
ki: “(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve
diriliriz; bizi “kesintisi olmayan zaman’ (dehrin akışın)dan başkası yıkıma
(helake) uğratmıyor.” Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur;
yalnızca zannediyorlar.
40/ 37- “O (bütün gerçek),
yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve
yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”
Demek ki, ayette anlatılan adamın konumu bu
şekilde olduğu anlaşılıyor.
2- Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü
bıraktı,
İnsanların, dünya hayatlarına geliş
gayelerinin asıl amacı Allah’a, meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret
gününe iman ederek Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy
orijinli kitaplara göre iman etmeleri ve hayatlarını düzenlemeleridir. Ama
Gördüğünüz gibi adam öldükten sonra dirilmeye iman etmiyor. Hayatını imansız
bir şekilde sürdürerek yüz yıl yaşamış. İşte Allah yaratılış gayesinden uzak
bir şekilde yaşayan insanlara ölü kelimesi kullanmaktadır. İsa’nın Allah’ın
izni ile dirilttiği ölü de bu anlamda kullanılan ölüdür.
3- sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne
kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:)
“Hayır, yüz yıl kaldın,
Bu bölümdeki diriltme ifadesi ahiret âleminde
olan bir olaydır. Dünya hayatında vahye karşı gözleri kör kulakları sağır
kalpleri de mühürlü olanların perdeleri ahiret hayatında açılmakta ve onlara
Allah şöyle söylemektedir.
50/ 22-
“Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü
açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
Ahiret âlemine inanmayanlar,
artık delilli ve ispatlı bir şekilde her şey gözünün önünde cereyan edip
görecektir.
4-“Hayır, yüz yıl kaldın,
Ahiret hayatında inkâr edenlere Dünya hayatında
ne kadar yaşarsa yaşasın onların yaşadıkları hayat bir göz açıp kapayıncaya
kadar kısa geçen bir zaman gibidir. Yüz yıl inkâr ederek yaşayan adam bir gün
veya bir günden az kaldığını iddia etmektedir.
46/ 35- Artık
sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, Onlar için de
acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki
gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamış(olacak)lardır. (Bu,) Bir tebliğdir.
Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?
5- böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak,
henüz bozulmamış;
Burada yiyecek kelimesi kazanmış olduğu
ameller olarak zikredilmiştir. Bir
ayetten örnek verelim.
3/ 49-
İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) “Gerçek
şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir
şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir.
Ve Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir
ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm.
Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.”
Kuran okuyucusu, leb demeden
leblebinin olduğunu anladığı gibi ayette geçen bir cümlenin ne demek istediğini
hemen anlar.” Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm.” Bu
ifade yapılan amellerin Allah’ın bildirmesi ile bilinen gayıp haberlerindendir.
Ahiret âleminde Allah onlara yerden bir dabbe çıkararak ve boyunlarına dolanmış
bir kitap olarak bozulmamış eksiksiz olarak önünde bekler olduğunu görmesidir.
6- eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni
insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya
getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar)
apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten
Allah, herşeye güç yetirendir.”
Ayette geçen eşek kelimesi inkarcı olarak ölen
kişinin bedeni anlamında kullanılmıştır. Nitekim başka bir ayet bunu şöyle
açıklamaktadır.
62/ 5-
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve
hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü
taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne
kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.
Konuyu özetleyecek olursak,
bakara iki yüz elli dokuzuncu ayet, inkârcı bir adamın hayata inkârla bakıp,
yüz yıl dünya hayatında yaşamış olduğu halde ahiret âleminde diriltilip
kaldırıldığında inanmadığı ahiret âlemini görünce inanmasını bize örneklendirip
mesaj vermektedir.
Kuran’da geçen söz konusu
olan ayeti eğer doğru olarak kavrayabilmişsek, Kıssalarda geçen helak edilme
olayını da, rahatlıkla anlayabiliriz demektir.
Yine Nuh kavminin helaki ile
ilgili konumuza geri dönelim. Fusillet
ve şura suresinde geçen şu ifadeyi asla gözden ırak tutmadan konuları anlamaya
çalışalım.
“Eğer Rabbinden (daha önce)
bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti.”
“. Eğer Rabbinden, adı
konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak
aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
Eğer, biz toplumlardan klasik olarak aktarıla
gelen bilgilerle Kuran’a yaklaşmış olsaydık Onlar gibi biz de Dünya hayatında
suç işleyen kavimlerin işlemiş oldukları suçlardan dolayı Allah cezayı dünya
hayatında hemen vererek onların helakinin dünyada olduğu anlayışından
kurtulamazdık. Ancak, Kuran’ın neresine bakarsak bakalım böyle bir anlayış ne
Kuran’ın kendi bütünlüğüne, ne evrensel yasalara, ne akla ne de pratik hayatla
böyle bir anlayış asla uyum sağlamamaktadır.
Eğer tefsirlerde anlatılan gibi, suç işleyen
kavimler, tabiat kuvvetleriyle yerle bir edilmiş olsaydı, Helak Musa kavmine
kadar gelmiş daha sonra Kuran’da bir daha helak olma izine rastlamamaktayız.
Eğer suç işleyenler o zaman helak olmuşlarsa şimdi de suç işleyenler helak
olması gerekirdi. Şu anda Dünyada var olan firavunlar dünyayı kasıp kavurmakta
insan kelleleri kesilerek basında yayınlanmakta, Gökten yağan bombalarla ekin ve nesil yok edilmekte
hiçbir dönemde rastlanmayan zulüm ve işkence fazlası ile yapılmakta, rabbim Allah’tır diyen yerlerinden ve
yurtlarından sürülmektedir. Yine de bu zalimler anlatılanlar anlamda helak
edilmedikleri görülmektedir.
Hayır, hayır böyle bir Kuran anlayışında sizce
bir gariplik yok mu? Allah Dünya hayatında suç işleyenlerin cezasını ahiret
hayatına erteleyeceğine dair söz vermiş. Bu suçlar elbette cezasız kalmayacak
herkes dünyada yaptıklarının cezasını hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler
kadar haksızlık yapılmadan ahiret hayatında karşılığını misliyle göreceklerdir.
Peki, Bu güne kadar, Cudi dağının eteklerinde
Nuh’un gemsini aramaları boşuna mı idi? Şimdi bu kıssaların anlatmak
istedikleri mesajı Kuran’dan dinleyelim. Ve ne demek istediğini anlamaya
çalışalım. Nuh kavmi kıssası özet olarak şöyle anlatılır.
11/25- Andolsun, Biz Nuh’u kavmine gönderdik.
(Onlara:) “Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum.”
Kuran içerisinde yaklaşık olarak kırk dört
yerde Nuh peygamberin ismi zikredilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Kuran’da
isimleri zikredilmiş olan nebi ve resullerden ikincisi olarak kuran içerisinde
zikredilmektedir. Bu demek değildir ki, Adem peygamber ile Nuh peygamber
arasında hiç nebi ve resul gelmedi. Mutlaka geldi, ancak Kuran sadece kıssası
olan ve toplumlarda ses getiren peygamberlerin isimleri zikredilerek onlarla
ilgili geçen kıssalar, anlatılmıştır.
3/ 33- Gerçek
şu ki, Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine
seçti;
4/ 164- Ve gerçekten sana
daha önceden hikayelerini anlattığımız elçilere, anlatmadığımız elçilere
(vahyettik). Allah, Musa ile de konuştu.
HUD SURESİNDE NUH KISSASI
ŞÖYLE ANLATILIR.
Hud suresinde geçen bu
kıssanın Kuran bütünlüğü içerisinde geçen ayetler ve Sünnetullah yasaları ile
de test ederek ayetlerin hem kuran içerisindeki yerini Kuran bütünlüğüne ters
düşmeden hem de evrensel yasalara hem de akıla hem de pratik hayata ters
düşmeden anlamaya çalışalım.
11/26- “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.
Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım” (dedi).
Ayette geçen bu ifade Allah’ın kendi kelamı
ile vahyettiği, fakat Nuh peygamberin ağzından toplumlara bir hitap şeklidir.
Bütün nebiler ve resul olanlar, tabiri caizse Allah’ın kumandası gibidirler.
Onlar kendi hevalarından konuşmazlar. Onların söyledikleri ve yaşadıkları
hayatı, Allah vahiylerle belirler. Bu sebeple onların hayatları ve söylemleri
Müslüman olanlar için yaşamlarının kuralı ve peygamberler de onlar için, güzel
bir örnektir.
6/ 162- De ki:
“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.”
Nuh peygamber de kendi
kavmine diğer toplumlarda olduğu gibi peygamber olarak gönderilenlerdendi.
Ayette belirtildiği gibi, örnek bir insanın profilini Allah öyle çizmektedir.“Şüphesiz
benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.”
Kim Allah’tan gelen nebilerin getirdiklerine
iman eder ve yaşarsa o Allah’a iman etmiş ve onun koyduğu kurallar çerçevesinde
hayatını anlamlaştırmıştır. İşte nebilere itaatin Allah’a itaat nebilere
itaatsizliğin de Allah’a itaatsizlik olmasının sebebi de budur.
Her insanın öz yapısında var olan takvanın
sesi ve iblisin sesi işte burada aktif rol almaya başlamaktadır. Peygamberlerin
insanlara getirdikleri mesajlar, bir adı takva bir adı da vicdan olan sesle tam
bir uyum halindedirler. Kim peygamberlerin getirmiş oldukları mesajlara iman
eder, onlara yardım eder, onlara yataklık yapar ve destek olurlarsa bunlar
tercihlerini bağışlanma yolunda kullananlardır demektir. Bu yolun ağacı takva
ağacıdır. Bu ağaç Müslüman olanların nemalana bilecekleri ağaçtır.
İkinci insanda aktif olan ses iblisin sesidir.
Onun görevi insanları gelen peygamberlere karşı kışkırtarak o da bizim gibi
beşer biz neden ona itaat edecekmişiz? Sözü iblisten gelen bir sestir. O zaman
diye biliriz ki, İnsanları ya takva yolunu tercih etmeye ya da iblisin yolunu
tercih etmeye yönelmesinin, iki potansiyel tetikleyicisi vardır.
İşte insanlardan bazılarının takva yolunu
bazılarının da iblisin yolunu seçmeleri sonucunda, iki farklı yolda giden insanlar
ve toplum ortaya çıkmaktadır. Takva yolunu seçenlerin yol göstericisi
Allah’tır, İblisin yolunu seçenlerin yol göstericisi iblis ve iblisin yolunda
giden şeytanlardır.
İşte Allah’ı rab kabul etmek demek onun
göndermiş olduğu nebilerle insanlara gelen vahiy orijinli dini kendilerine
yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul etmek demektir. Bu yolda olanlara, Allah
Müslüman, Bu yolun dışında yaşam biçimi hayat tarzı olarak ortaya koydukları
bütün beşeri sitemlere de tağut ve tağuti sistemler ismini vermektedir.
41/33- Allah’a
çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden
daha güzel sözlü kimdir?
İşte Allah bunların
velisidir, işte Allah bunları karanlıklardan nura çıkarır. İşte Allah bunlara
yol gösterir. İşte Allah bunlara ahiret aleminde merhamet eder.
6/14- De ki: “O, gökleri ve
yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah’tan
başkasını mı veli edineceğim?” De ki: “Bana gerçekten Müslüman olanların ilki
olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.” (denildi.)
İkinci olarak tercihini
iblisin teklifleri yönünde kullananlardır. Bunların Allah’tan gönderilmiş olan
kitaplara peygamberlere, karşı gözleri perdelenmiş, kulaklarında bir ağırlık ve
kalpleri de mühürlenmiş olarak yeryüzünde kör ve sağır olarak yaşarlar.
İşte bu iki farklı yolda
yürüyen insanlar biri birlerine düşmandırlar. Kuran bu iki topuluğu şöyle tarif
etmektedir.
2/257- Allah, iman edenlerin
Velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar
edenlerin velileri ise tağut’tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte
onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.
İşte Allah bu iki yolda veya iki seçenekten hangi yolu hangi seçeneği
tercih edip etmeyeceğinin kararını insanın kendisine bırakarak dünya hayatında
kendisine verilen bir süreç içerisinde imtihana tabi tutmaktadır.
Hâşâ Allah dünya hayatında
tabiri caizse, insanın bu iki tercihten hangisini seçerse seçsin ona engel
olmamakta üstelik kişilerin tercihi yönünde yollarını cömertçe açmaktadır. Yani
Allah insanlar hangi yolda seçimini yaparlarsa yapsınlar yollarını
kolaylaştırmaktadır.
18/88- Kim iman eder ve salih
amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan
kolay olanını söyleyeceğiz.”
İMAN EDEN VE SALİH AMELLER
İŞLEYENLER İÇİN
92/4- Gerçekten sizin
çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.
92/5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,
92/6- Ve en güzel olanı doğrularsa,
92/7- Biz de onu kolay olan için başarılı
kılacağız.
İNKAR EDEN VE TAĞUTİ YOLDA OLANLAR İÇİN!
92/8- Kim de cimrilik eder, kendini müstağni
görürse,
92/9- Ve en güzel olanı yalan sayarsa,
92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba
uğramasını) kolaylaştıracağız.
Bu açıklamalardan sonra şimdi Nuh kavmi ile
ilgili konuları ayetler eşliğinde yorumlamaya devam edelim.
11/27- Kavminden, ileri gelen inkarcılar: “Biz
seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü
olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir
üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz” dedi.
İşte iblis bu ayette insanlar içerisinden
insan olan bir peygamberin inkar edilmesi ile ilk darbede yapacağını yapıyor.
İblis üzerinde çok konuştuk çok yazdık ama her konuda ve onunla ilgili
ayetlerde iblis gündeme gelmektedir. İblis tabiri yerindeyse insan vücudunda
zehir saçan bir yılan gibidir. İşte Allah onun için yasak ağaç tabiri ile
iblise yaklaşmayın ifadesiyle insanları uyarmaktadır.
İşte Ebu cehillerin Ebu Leheplerin son nebi ve
resule karşı çıkmaları onun sözünü dinlememeleri onların dünya yaşamlarındaki
zenginlikleri ve toplum karşısındaki makamları ve koltuklarıdır.
Dikkat ederseniz, Nuh peygambere karşı
çıkanlar da aynısıdır. Değişen bir şey yok.
“Kavminden, ileri gelen inkarcılar: “Biz seni
yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en
aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir
üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz” dedi.
Oysa Allah insanlara insanların dışında bir
peygamber bir elçi göndermez. Bakınız Allah son nebi ve resulü inkar edenlerin
de profilini şöyle ortaya koyarak anlatmaktadır.
17/ 89- Andolsun, bu Kur’an’da her örnekten
insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda
ayak direttiler.
17/90- Dediler ki: “Bize yerden pınarlar
fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.”
17/91- “Ya da sana ait hurmalıklardan ve
üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar
fışkırtmalısın.”
17/92- “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü
üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid
olarak) getirmelisin.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya
gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye
kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi
olan bir beşerden başkası mıyım?”
17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman,
insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi
gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
17/95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil
de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak
elbette melek gönderirdik.”
Peygamberleri peygamber yapan ve onları
kutsallaştıran onlara gelen vahyi bilgiliden başkası değildir. Ehli kitap ve
İslam toplumlarında anlaşılanlar gibi, Ne onlar, dağdan bir deve mucize olarak
getirebilirler, ne onlar dağları altın edebilirler, ne onlar denizi gerçek anlamında
yararak geçebilirler, ne onların alınlarında peygamber mührü ne de üzerlerinde
dolaşan bulut vardır. Onlar sadece Allah’tan vahiy almakla ve vahiyle konuşmakla
diğer insanlardan farklılaşmaktadırlar.
29/ 50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler
(birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca
Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana
indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için
gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.
Peygamberlere Gelen bilgilerin kendisi
içerisinde çelişkisizliği ve peygamberlerin getirdiği bilgilerle yaşamlarının
tutarlılığı onların söylem ve yaşamlarının kendisine ait olmadığı o inkar
edenlerin inanmadıkları Cibril olgusu ile onlar bilgilendirilmekte ve eğitilip
toplumların karşılarına dik duruşlarını her ne şartlarda olursa olsunlar
canları pahasına da olsa söylemeleri ve yaşamalarıdır.
Allah Kura’da
peygamberin profilini şöyle çizmektedir.
69/40- Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir
elçinin kesin sözüdür.
69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az
inanıyorsunuz?
69/42- Bir kahinin de sözü değildir. Ne az
öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri
uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve
kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46- Sonra onun can damarını elbette
keserdik.
Güzel sözleri dizeleyerek insanları etkileyen
bir şair değil, gelecekten haber vererek insanları kandıran bir kâhin de
değildir o ancak yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın Geçmişten ve gelecekten
haber veren Allah’ın bilgi vermesi ile bunları söylemektedir.
2/97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin
ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı
ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98- Her kim Allah’a, meleklerine,
elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin
düşmanıdır.”
İşte deistlerin ve ateistlerin inkâr ettikleri
olay budur. Bundan dolayı onlar Kuran gibi muhteşem bir kitaba yaklaşamıyorlar
ve ona iman edenlere düşman olular. Yoksa Allah bütün insanlara eşit
uzaklıktadır. Allah İnsanlar arasında ne zulüm yapıcıdır. Ne de özel bir torpil
yapıcıdır. Kim dünya hayatında Allah’tan başkasını rab edinmez ve onun nebiler
aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli dinin kurallarına göre iman eder
ve yaşarsa kurtuluşta olan onlardır. Allah ahiret âleminde onlara merhamet eder
ve edecektir.
11/28- Dedi ki: “Ey kavmim, görüşünüz nedir
söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana
Kendi Katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa?
Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız?”
İşte Nuh peygamberin Kendisine peygamberlik
görevi verildiğinde kavmine seslenişinin ilk dönemlerindeki bir anlatma
metodudur.
Dedi ki: “Ey kavmim, görüşünüz nedir söyleyin?”
Bu ifade gelen nebilerin getirdikleri vahyi bilgileri
kabul edip etmemeleri kendilerine ait bir karar olduğunun en büyük bir
delilidir.
Her insan veya her toplum peygamberlerin
getirdiklerini kendi fıtratlarında var olan takva sesi onayladığı halde
kıskançlık kibirlenme sonucunda gelen nebilere karşı çıkmaktadırlar.
2/ 213-
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler
gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler
konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine
apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve
kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden
başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri
gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
18/ 57- Kendisine
Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden
gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri
üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına
bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla
hidayet bulamazlar.
Her insanın fıtratında
peygamberlerin getirdikleri bilgiler var. Yaratılışta onlara bu bilgiler yüklenmiş
Ancak seçim kendi iradesine bırakıldığı için inkârı kıskançlığı baş kaldırmayı,
tercih etmektedir. Çünkü dünyalık menfaatler elinden gidecek korkusu ve endişesini taşımaktadırlar.
11/29- “Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık
bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aittir. Ben iman edenleri
kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi,
cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.
Bu ayet çok önemli bir konuya dikkat
çekmektedir.” “Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum.”
Demek ki ücret isteyenler dünyalık menfaatleri
uğruna gerçekleri gizleyip saklayabiliyorlar. Kuran bütünlüğü içerisinde bu
ayete onay veren birçok ayetler vardır. İsterseniz her toplumda ve her çağda dinini
gizleyerek satan insanlar olduğu anlaşılıyor.
26/109- “Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine
aittir.”
25/57- De ki: “Ben buna
karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında
sizden bir ücret istemiyorum.”
11/30- “Ey kavmim, ben onları kovarsam,
Allah’tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?”
İnkâr edenleri kuşkulandıran şey peygamberlere
destek çıkanların hep fakir yoksul ihtiyaç sahibi insanlar olmalarıdır. Sebebi
onların peygamberlerden kaybedecek bir şeyleri yok. Ama inkâr edenler müstekbir
olanlar genelde hep zengin şımarmış olanlardır. Bu sebeple dünyadaki makam ve
mevkileri ellerinden gidecek endişesi taşımaktadırlar.
11/31- “Ben size Allah’ın hazineleri
yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve
gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de
demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini
yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir.”
Allah bütün insanlara eşit uzaklıktadır. Renk
dil cins ırk zenginlik fakirlik makam koltuk güzellik çirkinlik hepsi birer
Allah’ın insanları denemek için vermiş olduğu roldür.
Yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil,
yeryüzü farklılıklar içerisinde yaratılan insanların farklılıkları ile
insanlara adaletle davranıp davranmayacaklarının sınava tabi tutulduğu yerdir.
Allah Katında üstün olan kendisini dinleyen ve kendisinden en çok korkan ve sadık
olan takvada üstün olan kullardır.
49/13- Ey
insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle
tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah
Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en
ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
Kendisini üstün görerek fakir
yoksul insanları aşağılayan bir bakış açısı insanları hayra ulaştırabilir mi?
Dikkat edin yanınızda mahallenizde şehrinizde veya ülkenizde sadece yaşamın dünya
hayatı olduğunu zannedenler, Kibirlenmiş gururlanmış nankör olan, müstekbir
insanlardır. Onların o halleri bile hayata nasıl baktığını nasıl bir din, nasıl
bir yol tutturduğunun bilgisini bize vermektedir. Kuran da onların konumunu
bize şöyle anlatmaktadır.
74/41-
Suçlu-günahkarları;
74/42- “Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten
nedir?”
74/43- Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik”
dediler.
74/44- “Yoksula yedirmezdik.”
74/45- “(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle
biz de dalar giderdik.”
74/46- “Din (hesap ve ceza) gününü yalan
sayıyorduk.”
74/47- “Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan
ölüm) gelip bize çattı.”
Demek ki körle yatan şaşı olarak kalkar
demelerindeki hikmet buymuş.
11/32- Dediler ki: “Ey Nuh, bizimle
çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bize
vaadettiğini getir (görelim.)”
Nedir Nuh’un kavmine karşı çekişip durması?
Neler vaat etti Nuh kavmine? Nuh kavmine şunları vaat etti. Eğer siz müstekbir
olursanız, Allah benim aracılığımla size göndermiş olduğu emirleri
dinlemezseniz, Yeryüzünde ekini ve nesli yok eder bozgunculuk çıkarırsanız,
insanları köleleştirir haksız olarak onların mallarını ellerinden alıp
yerseniz, yoksulu yetimi yolda kalıp isteyip dileneni yedirip içirmezseniz,
Rabbim Allah’tır deyip dosdoğru yolda olanları yerinden yurdundan sürüp
çıkarırsanız, güçlüyüm diye güçsüz ve zayıf olanlara zulüm yapar mazlum
olanları köleleştirirseniz, başınıza mutlaka ama mutlaka dünya hayatında
insanlar eliyle gelmese bile ahiret hayatında Allah’ın eliyle başınıza şu
felaketler gelecektir.
6/128- Onların tümünü toplayacağı gün: “Ey cin
topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz” (diyecek).
İnsanlardan onların dostları derler ki: “Rabbimiz, kimimiz kimimizden
yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık.” (Allah) Diyecek ki:
“Allah’ın dilediği dışta olmak üzere, ateş sizin içinde süresiz kalacağınız
konaklama yerinizdir.” Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet sahibi olandır,
bilendir.
6/129- Böylece Biz, kazandıkları dolayısıyla
zalimlerin bir kısmını bir kısmının başına geçiririz.
6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden
size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi
uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: “Nefislerimize karşı şehadet ederiz”
derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi
nefislerine karşı şehadet ettiler.
11/33- Dedi ki: “Eğer dilerse, onu size Allah
getirir ve siz (O’nu) aciz bırakacak değilsiniz.”
Nuh’un İnsanlara vaat ettiği gelecek olan
felaket, ahiret hayatında ebedi bir azap endişesi idi. İnkâr edenler böyle bir
hayatın olmayacağını zannetmektedirler. Bundan dolayı da Nuh’un gayıp haberleri
ile ilgili söylediklerine sen uydurdun bunları diyerek inanmamaktadırlar.
Ahiret âlemini inkâr edenler ancak ölüp de diriltilmeyeceğini sanan kâfirlerdir.
Onlar şöyle söylemektedirler.
23/35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline
geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı
va’dediyor?”
23/36- “Heyhat, size va’dedilen şeye heyhat…”
23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim
(yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz
diriltilecekler değiliz.”
Dünya hayatında yaşamaya böyle bakanlar
Kendisinin üzerine bir emanet yüklenmiş olduğunu ve dünya hayatının bir denenme
bir İmtihan salonu olduğunu kabul edebilirler mi?
11/34- “Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse,
ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin
Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.”
Allah hiç kimseyi azdırmayı dilemez. Allah hiç
kimseyi hidayete erdirip bağışlamaz. Allah hiç kimseyi cehenneme atmaz. Allah
hiç kimseyi cennete de atmaz. Ancak Allah insanlara sapma yoluna gidecek
eğilimi ve hidayete gidebilecek eğilimi de verir. Hangi yolu tercih edecekse o
yolda yol göstericilerini de insanlara gönderir. Ahiret âlemini yaratır. Sonucunda
cenneti ve cehennemi de yaratır sonuçlarına katlanmak koşulu ile insanları
dünya hayatında hangi yolu seçip seçmeyeceklerini, kendi özgür iradelerine
bırakır.
Sapan da, insanın kendisidir. Hidayete gelen
ve seçimini bağışlanma yönünde seçen de insanın kendisidir cehennemi ve cenneti
tercih eden de insanların kendisidir. Allah insanları ne cennete atar, ne cehenneme
atar. Allah kim nereyi istemişse istedikleri şeyleri deneme salonunda boynuna
doladıkları kitapta yazılı olanlara göre hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler
kadar haksızlığa uğratmadan hak ettiği yere gönderir. Allah zulüm edici değildir.
Şu ayetler söylediklerimin bir kanıtı değil
mi?
50/ 24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı
nankörü atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah
edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki:
“Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık
içindeydi.”
50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda
çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz
ve Ben kullara zulmedici değilim.”
50/30- O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?”
O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.
11/35- Onlar: “Bunu kendisi uydurdu” mu
diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben,
sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım.”
Kuran inkâr edenlerin temel özelliklerini bu
ayette vurgulamak istiyor. Nasıl bu gün Kuran Muhammed’in tecrübî bilgileri
sonucunda kendi uydurduğu bir kitap olduğunu söylüyorlarsa, Nuh kavmi de Nuh’un
onlara getirmiş olduğu Allah’tan aldığı vahiyleri kendisinin halkı korkutmak ve
kendisine itaat ettirmek için uydurduğunu sanmaktadırlar.
11/36- Nuh’a vahyedildi: “Gerçekten iman
edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte
olduklarından dolayı üzülme.”
Dikkat ederseniz, Nuh’a Kuran bütünlüğü
içerisinde iman eden onun getirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde yaşayan
kişilerin çok az kişi olduğu anlaşılmaktadır. İsterseniz kuranda bir sörf
yaparak o konu ile ilgili ayetlerden naklederek örnekler vermeye çalışalım.
11/40- Sonunda
emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: “Her birinden
ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve
iman edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman
etmemişti.
Genelde çok az peygamberler
dışında iman edenlerin ve onlara destek verenlerin sayısı çok az olduğu
zikredilmektedir.” .” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.”
11/37- “Bizim gözetimimiz altında ve
vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü
onlar suda- boğulacaklardır.”
Asıl Nuh Tufanının anlaşılmasında zor olanlar
bu ayetten sonra başlamaktadır. İşte burada Ayetlerin ne söylediği değil ne
söylemek istediğinin anlaşılması ile ancak kıssalar ve konular doğru olarak
anlaşılabilir.
““Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi
imal et.”
Gemi kelimesi Kuran içerisinde iki farklı
anlamda kullanılmıştır. Birincisi denizlerde dev dalgalarla boğuşarak
insanların ihtiyaçlarını deniz yolu ile gideren tahtadan veya kalın saçlardan
yapılan gemidir. İkincisi de vahiyle çerçevesi belirlenen hayat gemisidir. Şimdi
bunlardan her ikisine ait Kuran’dan örnekler vermeye çalışalım.
Kuran içerisinde yaklaşık olarak otuz dört
ayette gemi kelimesi geçmektedir.
Birincisi denizde yüzen gemi anlamında geçen ayetler.
2/ 164-
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda
gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın
yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı
orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun
eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır.
16/ 14- Denizi de sizin
emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan
süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini
görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
Vermiş olduğum bu ayet
örneklerinde Gerçek anlamındaki gemilerden söz etmektedir.
İkinci anamda kullanılan gemi
de vahiylerle yaşanan hayat anlamında kullanılanlardır.
Bizim asıl konumuzu
ilgilendiren ayette geçen gemi mecazi anlamda kullanılan vahiy anlamında
kullanılan gemidir. Dünya hayatında biri birine zıt iki yol vardır. Birisi
nebiler aracılığı ile projesi Allah tarafından çerçevelenen çizilen vahiylerle
yaşanılan yoldur. Diğeri ise vahiylerle çerçevelenen yolun dışında olan
tağutların yoludur.
10/ 22- Karada
ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da
güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona
çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir;
onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na
‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar:
“Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden
olacağız.”
Ayette örneklendirilen her
türlü çıkış ve kurtuluş imkânının kalmadığı artık ölüme gidişin kesin gözüyle
bakıldığı bir anı, Kuran bize misal vererek oradaki insanların tek Kurtarıcı
olan Allah’ın insanda odaklaştığı bir konumu bir anı tasvir etmektedir.
Bu olaylar hem karada hem de
denizde olan olaylardır. Okyanuslarda gezen gemilerin şiddetli fırtınalarla
veya titanik gibi buzul dağa çarpan geminin bulunmuş olduğu durum gibi kurtuluş
ümidinin kaybolduğu bir anı da bize hatırlatmakta ve aynı zamanda karada
tusunamilerin, depremlerin sel felaketlerinin veya hortumların her tarafı yıkıp
söktüğü bir zaman içerisinde de olan bir anı da bize tasvir etmektedir.
10/ 73- Fakat onu
yalanladılar; Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve onları
halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Uyarılanların
nasıl bir sonuca uğratıldıklarına bir bak.
İşte Bu ayet, Hayatta yaşamın
kurlarını vahiyden alan yasaklanan yasak ağaçtan yemeyen yaşamını ölümünü
Allah’a teslim edenlerin yolu vahiy gemisidir.
67 162- De ki: “Şüphesiz
benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.”
11/38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri
gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: “Eğer bizimle alay
ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz” dedi.
Kuran’da bakara suresinde geçen Nuh’un gemi
yapma olayını şu ayetle özdeşleştirmeye çalışalım.
2/ 127-
İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi
şöyle dua etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve
bilensin”;
Buradaki anlatılan evin sütunları
mı? Yoksa tevhit akidesinin temellerinin yükselişi midir?
Elbette Kuran’da İbrahim ve
İsmail’in övgü ile bahsettiği Allah’ın
örnek bir model olan baba ile oğlunun teslimiyette
doruk noktaya ulaştığı bir tevhitten bir imamdan söz edilmektedir. İşte Bu
ayetle de bağ kurduğumuz zaman Nuh için bahsedilen gemi de mecazi anlamda
kullanılan vahiy gemisidir. İbrahim ve İsmaillin sütunlarında olduğu gibidir.
Nuh’un yaptığı gemi denizde yüzen gerçek
anlamında yük taşıyan gemi mi? Yoksa vahyin gözetiminde yaşanan bir hayatın
projesi midir? Eğer Kuran bunu mecazi değil de gerçek anlamında anlatmış
olsaydı Dünya hayatında suç işleyenlerin cezasını dünyada iken verilmesi,
Kuranın kendisi içerisinde çelişkili bir anlatış olduğunu bize gösterirdi. Oysa
Allah suç işleyenlerin cezasını ahiret
hayatında verecek olduğuna dair bir sözü olduğunu bize hatırlatmaktadır.
42/ 14- Onlar,
kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’
dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar
geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde
ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Eğer bir ayet doğru olarak
yorumlanmış veya anlaşılmış ise mutlaka o anlayışı destekleyen başka bir ayetin
de olması gerekirdi. Şimdi bu ayeti doğru anlamış olduğumuza kanıt olarak başka
bir ayetle belgeleyelim de, itiraz eden olmasın.
29/ 14- Onlar, kendilerine
ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla
ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş
(verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde
ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Birçok makalelerimde ve
surelerin tefsirinde bu konulara değindim. Dünya hayatı Bir imtihan salonudur.
İmtihan salonunda insanların biri birlerine müdahalesi hariç Allah’ın
insanların iki farklı yoldan hangisini tercih ederse Allah onların seçmiş
oldukları yolda gidişlerine müdahalesi olmamıştır. İnsanlar isterlerse Allah’ın
istediği yolda, isterse şeytanın yolunda yürümüş olsunlar ne onlara engel olmuş
ne de onlara torpilde bulunmuştur. Hangi yola gitmek isterlerse gitmek
istedikleri istikamette yollarını kolaylaştırıp açmıştır.
11/39- “Artık, ilerde bileceksiniz.
Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek.”
Allah burada ileride bileceksiniz ifadesi ile
iki şekilde onlara azabın dokunacağı hatırlatılmaktadır. Ya peygamber yanında
olup ona destek verenler iktidar olduklarında insanlar eliyle onlara dokunacak
olan azaptan bahsedilmekte, ya da ahiret âleminde Allah’ın eliyle yapmış
oldukları zulmün bedelini cehennemle çekilecek olan azaptan söz edilmektedir.
Şimdi bunu onaylayan bir ayet getirelim.
9/ 52- De ki:
“Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında
başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim
elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun,
kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Nuh kavminin içerisinde
olanların çok azı iman edip Nuh’un yanında olduğunu Allah ize diğer ayetlerde
açıklamaktadır. O zaman Tehdit edilen azabın ahiret hayatında olduğu bir
gerçektir.
11/ 40- Sonunda
emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: “Her birinden
ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve
iman edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman
etmemişti.
26- Artık, ye, iç, gözün
aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman (olan
Allah)’ a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.”
Genelde müfessirlerin büyük çoğunluğu Nuh
kavminin iman edenlerin kurtuluşu ile ilgili ayetlerden mecazi anlamda
anlatılan vahiy gemisini bildiğimiz denizde yüzen gerçek gemi olarak
anladıklarından dolayı büyük bir kuran anlayışında Kuran ve evren yasaları ile
çelişen yanlış anlayışı bize anlatmaktadırlar. Oysa Kuran’da ve evrensel
yaslarda asla bir çelişki yoktur.
Allah bu ayette, inkâr edenlerle iman
edenlerin saflarının netleşmeye başladığını artık sen inkâr edenlere bir şeyler
anlatman mümkün olmaz sen ancak sana iman edenlere söz anlatabilir söz
dinletebilirsin. Ayetleri ile beraber düşünerek anlamız gerekir.
27/ 81- Ve sen
körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak,
ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar
bunlardır.
Zekeriya ve Meryem’in
konuşmama orucu da bu anlamdadır. Artık inkâr edenler sen ne söylersen söyle
onlar inanmazlar. Sözün bittiği yer anlamında Kuran bu ifadeyi kullanmıştır.
19/ 26- Artık, ye, iç, gözün
aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman (olan
Allah)’ a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.”
Dikkat ederseniz Kuran
içerisinde anlatımlarda hiçbir zaman çelişki bulunmamaktadır. Asıl çelişki biz
aklımızı doğru kullanamadığımız için ayetler arasındaki hikmet ve mantık
anlayışını oturtturamadığımız için Kuran’daki konuları anlamakta güçlük
çekiyoruz.
Ayette geçen ifadeye
bakınız.” “Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş
olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte çok
azından başkası iman etmemişti.”
Burada Diğer peygamberlerin
hayat kıssalarında anlatıldığı gibi Nuh kavminin kendisine iman edenler ve iman
etmeyenler diye ayrıldığını görmekteyiz. Allah hem iman edenlere dünya
hayatında rızklarını vermekte hem de inkâr edenlere rızklarını vermektedir.
İşte burada ikişer çift al derken İman edenlerin rızklarının yine dünyada Allah’ın
yaratmış olduğu hayvanlardan ve bitkilerden oluşmaktadır.
“aileni ve iman edenleri ona
yükle”
Ey Nuh! Sen sana iman
edenleri sana gelen vahilerle eğit inkâr edenlere sen ne kadar emek çeksen
onlar dönmezler. Biz zamanı zemini geldiğinde onların inkârlarına ve
zulümlerine karşı ne yapacağımızı biliyoruz. Sen onların söylediklerine ve
yaptıklarına aldırış etmeden bizim gözetimimiz altında onları yönlendir.
11/41- Dedi ki: “Ona binin. Onun yüzmesi de,
demir atması (durması) da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim
bağışlayandır, esirgeyendir.”
İşte dünya hayatında peygamberlerin
kavimlerine karşı söyledikleri de o değil miydi?
6/ 162- De ki:
“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.”
Ey iman edenler! Nuh’un
söyledikleri ve yaşadıkları kendi havasından değildir. O vahiyle söyler ve
vahye uygun olarak yaşar. Siz onun söylediklerine uyun, ilk inen alak suresinde
geçen ayetin de anlamı o değil miydi? “96/ 1- Yaratan Rabbin adıyla oku.” Bütün
peygamberlerin yaşamı ve söylemleri vahiyler ve onların pratik hayattaki
uygulamalarıdır.
Allah Ayette binin derken
vahiyle söyleyin vahiyle hayatınızı yaşayın anlamını vermektedir.
11/42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar)
içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: “Ey oğlum,
bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma.”
İşte Ayette inananlarla iman etmeyenler
arasında farklılıklar ve düşmanlıklar aşırı boyutlara ulaşınca Nuh oğluna bir
daha seslenişte bulunmaktadır. “Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle
birlikte olma.”
11/43- (Oğlu) Dedi ki: “Ben bir dağa
sığınacağım, o beni sudan korur.” Dedi ki: “Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen
olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.” Ve ikisinin arasına dalga girdi,
böylece o da boğulanlardan oldu.
Puta tapıcıların söyledikleri de bu değil
midir? Müslüman olanlar Allah’ın çizmiş olduğu vahiy projesi ile yollarını
yöntemlerini belirlerler, Puta tapıcılar da dünya yaşamını ideolojilerinin
mimarı kimse hayatlarını onların koydukları kurallara göre yaşarlar ve
inanırlar.
Puta tapmak demek Taştan ağaçtan
sembolleştirdikleri heykellerin önünde bel büküp eğilmek değil, Puta tapmak
demek, ilahlaştırdıkları insanların koyduğu yaşam kurallarına göre hayatlarını
düzenlemeleridir.
Nuh’un oğlu da bunlardan biridir. Demek ki Bir
insanın babasının veya oğlunun peygamber olması bir ayrıcalık değil, insanın
kendisi istemedikçe yakınlarının peygamber veya firavun olması bir anlam
taşımıyormuş.
Yani oradaki gemi denizlerde yüzen gemi değil
vahiyle yaşayan insanların bulunduğu vahiy gemisidir. Nuh oğluna çağırışını yaparken Allah’ın
yoluna davet etmektedir.
11/44- Denildi ki: “Ey yer, suyunu yut ve ey
gök, sen de tut.” Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde
durdu ve zalimler topluluğuna da: “Uzak olsunlar” denildi.
Burada Kuran inkar edenlerle iman edenlerin
konumunu mecazi bir anlatımla anlatarak inkar edenlerin inkarları ve
kendilerine gelen uyarıcıları reddetme nedeni ile dünya hayatında yaşadıkları
halde ecellerinin sonuna kadar kör ve sağır olarak dolaşıp durduklarını
Kuran’nın diğer ayetlerinde bize anlatılmaktadır.
11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki:
“Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va’din de doğrusu haktır.
Sen hakimlerin hakimisin.”
Nuh da her insanın fıtratında olduğu gibi,
kendi öz oğlunun İman edenler ve Salih ameller işleyen bir topluluğun
içerisinde olmasını istemektedir.
11/46- Dedi ki: “Ey Nuh, kesinlikle o senin
ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında
bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye
sana öğüt veriyorum.”
Allah Bütün insanlara yaratılışta onların
fıtratlarına rabbin yolunda yürüyebilecek donanımı yerleştirmiştir. Ama ne
yazık ki, ergenlik çağında ona yüklenen iblis ve takva olgusu iki yol seçme
hakkını da ona dünya hayatında vermektedir. Maalesef Nuh’un oğlu da hayat
yaşamının seçimini rabbin yolunda değil, İblisin teklifleri yönünde kullanmıştır.
Allah her insana yol seçme özgürlüğünü kendisine vererek yüklenen emaneti
yerine getirip getirmeyeceğini denemeye tabi tutmaktadır.
Hiçbir insan kendisi istemedikçe bütün dünya
üzerindeki insanlar bir araya gelip toplansalar onu ne doğru yola ne de yanlış
yola götürebilirler. Belki insanlar onların ellerini, bağlarlar gözlerini bağlayabilirler
ayaklarına zincirler takabilirler ama rabbi ile kalbi arasına girip onları
rabbin yolundan engelleyemezler.
Kuran Zürriyet kelimesini iki anlamda
kullanmıştır. Birincisi biyolojik bağı anlamında kullanılan zürriyet, İşte
Nuh’un oğlu biyolojik olarak Nuh’tun bir zürriyet ama din bağı olarak onun
zürriyetinden olmadığı ayette vurgulanmaktadır.
11/47- Dedi ki: “Rabbim, bilgim olmayan şeyi
Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen,
hüsrana uğrayanlardan olurum.”
Evet Allah’ın istemediği bir şeyi hiçbir
peygamberin kendi nefsani arzuları için isteme hakkı yoktur. Oğlu eğer Müslüman
olmayı istememişse senin ona Müslüman ol demeyi hatırlatman yeterlidir.
28/56- Gerçek
şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete
erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.
11/48- “Ey Nuh” denildi. “Sana ve seninle
birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in.
(Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara
Bizden acı bir azap dokunacaktır.”
Bu ayetle öyle anlaşılıyor ki, filimin sonuna
gelinmiş Artık Nuh ders almak isteyenlere gerekli söylem ve yaşamı ile mesajını
vermiş artık yeni bir peygamber gelinceye kadar kim Nuh’un getirmiş olduğu
vahiylere iman eder vahiyle yaşarsa Allah da onlardan onlar da Allah’tan razı
olmuş olarak ona döneceklerdir.
TEFSİRLERDE ANLATILALAR GİBİ NUH KAVMİ HELAK
OLMADI?
Şimdi bunları maddeler halinde izah etmeye
çalışalım.
1-Helak Kelimesini Kuran suç işleyenlerin
cezasını Kuran’da mecazi bir anlatımla anlatılan ayetleri gerçek anlamında
anlayacak olursak Dünya hayatı Allah’ın denemeye tabi tuttuğu yer değil, dünya
hayatı Allah’ın Sanki ceza vermek için yarattığı bir yer konumuna gelir.
Oysa Allah, Dünya hayatını bir deneme ahiret
hayatını ise denemeye tabi tutulan insanların karşılığını alacakları yer olarak
yaratmıştır.
67/2- O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
2- Dünya hayatında Allah’ın inkâr
edenlere ne özel bir cezası ne de iman edenlere özel bir torpili vardır. Allah
Cezayı da mükâfatı da ahiret âleminde verecektir.
20/129- Eğer Rabbinden geçmiş
bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım
azabı) kaçınılmaz olurdu.
Kuran içerisinde yaklaşık olarak sekiz civarında
ayette cezanın dünya hayatında değil cezanın ahiret hayatında olacağı ile
ilgili ayet vardır. Bir ayet daha verelim.
42/14- Onlar,
kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’
dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar
geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş
bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde
ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
3-Kuran’da dikkat ederseniz
helak kelimesini kullanırken “İman edenleri kurtardık inkâr edenleri suda
boğduk, sayha tutu, taş yağdırdık, sel afetlerinin sonucunda helak edildiği
söylenmektedir.
11/58- Emrimiz geldiği zaman,
tarafımızdan bir rahmet ile Hud’u ve O’nunla birlikte iman edenleri kurtardık.
Onları şiddetli-ağır bir azaptan kurtardık.
11/94- Emrimiz geldiği zaman,
tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı ve O’nunla birlikte iman edenleri kurtardık;
o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş
olarak sabahladılar.
Size soruyorum!,deprem sel
felaketleri hortumlar kum fırtınaları geldiği zaman iman edenlerle iman
etmeyenleri ayırt eder mi? Veya denize yüzmek bilmeyen bir peygamber düşse
deniz ona sen bir peygambersin ben seni boğmam diyebilir mi?
İşte buradaki iman edenleri
kurtarması diğerlerini de helak etmesi, ahiret hayatında gerçekleşecek olan bir
olaydır. Çünkü Allah katında zaman yok zaman insanlar için yaratılmıştır. Hâşâ
Allah zamana değil zaman Allah’a mahkûmdur. Allah, Her hangi bir şeye “Ol” dedi
mi oluverir, demesinin hikmeti budur. İnsanlığa göre belki milyarlarca yıl olan
bir olay Allah’a göre bir andır.
4- Eğer Kuran’da helak edilen
kavimlerin helakini dünya hayatında yok edilme anlamında anlaşılması doğru
olmuş olsaydı, O dönemlerde helak edilen kavimlerin başına gelenler şimdi de
gelmesi gerekirdi.
Oysa Zulüm, kan, işkence,
mazlum olanları yerinden yurdundan etme, sürme olayları şimdi de artarak devam
ettiği halde, maalesef şimdi eğer suç işleyenlerin helakinin öyle anlaşılmış
olsaydı şimdi de helak olması gerekirdi.
18/55- Kendilerine hidayet
geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden
alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesi veya azabın
onları karşılarcasına gelmesi(ni beklemeleri)dir.
Nuh kavmi suç işledi
peygamberlerine karşı geldiler ve sonucunda iman edenler Nuh’un yaptığı gemiye
binip kurtuldular diğerleri de sular altında kalarak yok olup gittiler. Sizce
bu kadar aktarmış olduğum ayetlere Böyle
bir anlayış ortaya koyarsak Kuran’ın kendi içerisinde tezat teşkil etmez mi?
İnkâr edenlerin helaki, İnkârcı
bir bakışla hayata bakmaları sonucunda gelen peygamberlere ahiret gününe ve
Allah’ın göndermiş olduğu kitaplara iman etmedikleri için şeytani yolda
yürümeleri ve o yolda ecellerine kadar yaşayarak iman etme gözlerinin kapanması,
işiten kulaklarının tıkanması ve kalplerinin de mühürlenmesi anlamında olduğu
bir gerçektir.
2/259- Ya da altı üstüne
gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki:
“Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu
yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?”
O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl
kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir
bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere
de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi.
O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi)
Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
Bu ayet konumuzla ilgili
helaki çok güzel bir şekilde tanımlaması açısından önem arz etmektedir.
Dünya hayatında Allah’ın
Ahiret âleminde insanları diriltip hesaba çekileceğine inanmayan bir inkârcının
yüz yıl dünya hayatında yaşadığı halde onun yaşamış olduğu hayatı ölü olarak
tanımlaması ve ahiret hayatında diriltilişini bize anlatarak örneklendirme
açısından çok önemlidir.
Demek ki kavimlerin helaki,
dünya hayatında suç işlemeleri nedeni ile yerle bir olması anlamında değil,
İnkar edenlerin hayata bakışlarını uyarıcılara karşı gözeri olduğu halde
kapamaları kulakları olduğu halde tıkamaları ve kalplerinin de bu şekilde
hayata bakıp yaşamaları sonucunda ölene kadar gittiği yanlış yoldan
dönmemelerini Kuran bize Helak ettik ifadesi ile özetlemiştir.
7/179- Andolsun, cehennem
için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri
vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları
vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.
İşte bunlar gafil olanlardır.
Doğrularım Allah’a
yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN- ANAMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder