19 Aralık 2014 Cuma

TERCÜME MEAL, TEFSİRLERDE YAPILAN ÖNEMLİ YANLIŞLIKLAR.,İKİNCİ BÖLÜM



İKİNCİ- BÖLÜM!
ÖN BİLGİLER!

KURAN’DA GEÇEN KISSALAR!

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

Kuran; İnsanlık tarihinin başlangıcı ile beraber  insanlara, insanlar içerisinden seçilen ilk peygamber Adem ile başlayan öğretilme süreci, son nebi ve resule kadar peygamberler silsilesi ile gelen mesajların insanların ortak değerleri olan konulardaki söylem ve yaşamlarının özeti ve Allah’ın gönderdiği son kitaptır.

Allah, Bir taraftan insanların fıtratlarına yerleştirildiği yanlış yaptıkları konularda insanları uyaran takva sesini devreye sokarken, bir taraftan da nebilerle gelen o takva sesini onaylayan vahiylerle de ayrıca uyarmaktadır.

26/208- Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.

Ne yazık ki, insanları takva sesine karşı düşman olan ve insanları gelen nebiler ve resullere karşı insanlara vesvese veren iblis olgusu hakkı olmadığı halde insanları yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın emirlerine karşı kışkırtmış ve İnanlardan büyük bir çoğunluğu şeytanın yolunu tercih etmişlerdir. İblisin soyunu takip edenler, Rabbim Allah’tır diyenleri sürekli yerlerinden yurtlarından sürgün etmişler, zulüm yapmışlar, veya öldürmüşlerdir.

Allah İse, Yeryüzünde kendisine iman eden ve kendisini veli edinenlerin yeryüzünde iktidar sahibi olmasını istemekte ve yeryüzünde bozgunculuk yapanları ve şeytanın yolunda gidenleri, iman eden insanlar eliyle zulümlerini engellemesini istemektedir.

Elbette Allah dileseydi, bütün insanları kendi yolunda kendisine ibadet ve kulluk yapacak şekild yaratabilirdi. Bu Allah’a hiç de zor gelmezdi. Ancak dünya hayatında kimin nasıl amel işleyeceğini denemek için onlara hem takva yolunda yürüyebilecek hem de iblisin yolunda yürüyebilecek eğilimi ve donanımı vermiş hangi yolu seçip seçmeyeceğini insanların kendi iradesine bırakmıştır.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Allah, yeryüzünde ve kâinatta yaratmış olduğu bütün varlıkları insanın emrine vererek her dönem ve her koşulda bir zaman dilimi içerisinde insan isterse takva yolunda isterse de iblisin yolunda yürümek istesin hiç ayırım yapmadan onlara gitmiş oldukları yolda yürüyebilecek azıklarını vermiştir. İşte bu anlamda Allah insanları dilediği yolu seçmek ve kendi iradesi ile dilediği eylemi gerçekleştirmeyi insanın kendisine vermekle onu belirli bir zaman dilimi içerisinde halife konumuna getirmiştir.

76/2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Her insan dünya hayatında dilediği yolu seçmekle özgür bırakılmıştır. Ancak dünya hayatında rabbin terbiyesine boyun eğmeyenlerin cezasını dünyada yaşam kurallarına uymadığından dolayı, çektiği gibi, bir taraftan da ahiret hayatında Allah’a karşı hesap vererek cezasını ahirette de ebedi cehennemle ödeyecektir.
22/72- Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki ‘red ve inkarı’ tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: “Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş… Allah, onu inkâr edenlere va’detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır.”
Dünya hayatında inkar edenler, başkalarının din ve yaşam biçimine müdahale etmediği sürece iman eden Müslümanların asla inkâr edenlere karşı bir düşmanlık yapmamalarını, Allah kedisinin velisi olduğu kullarından istemetedir.
60/5- “Rabbimiz, bizi inkar edenler için fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin.”
60/6- Andolsun, onlarda sizlere, Allah’ı ve ahiret gününü umud edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Hamid (övülmeye layık olan)dır.
60/7- Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah, güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
60/9- Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.
Dünya hayatı her insan için inkâr etme ve iman etme konusunda zikzaklar çizilen bir yaşam alanıdır. Bazı insanlar yerleri ve gökleri yaratan Allaha verdiği sözün arkasında durarak istikrarlı bir şekilde imanını Salih amel işleyerek koruyabilirken bazıları da bazen iman edip bazen da inkar ederek zikzaklar çizmektedir.
İslam;  Dünya hayatında ayrı ayrı dinlerdeki insanların kendi dinlerini kendilerine vererek başka dinlerde olanlara zulüm ve işkence yapmadıkları sürece onlarla güzel geçinmeyi bir ibadet olarak kabul eder.
60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
Dünya yaşamında Güzel davranmayı insanlar ister kafir olsunlar isterse de ehli kitap olsunlar, onlar zulüm ve işkence yapmadıkları sürece onların dünyalık icat edenler kendilerine düşman olan ve yerinden yurdundan sürmek isteyen zalimlere karşı faydalanabilir. Bir başka yararı da inkar edenler iman eden ve Salih amel işleyenlerin güzel davranışlarından etkilendir de, onlar da iman edip amellerini geçerli hale dönüştürebilirler.
60/9- Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.
Dünya yaşamında Müslüman olanların olmazsa olmazlardan temel olarak iki görevi vardır. Birincisi kendisine ve başkalarına zulüm yapmamak ikinci görevi ise, kendisi ve başkası tarafından kendisine ve başkalarına yapılan zulümlere taraftar olmamaktır.
2/ 191- Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.
2/192- Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.
Burada Yeri gelmişken “Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın.” İfadesi onlar Müslüman oluncaya kadar savaşmak anlamında değil zulüm yapanların kendi dinlerini kendisinin olmak koşulu ile veya kendi inkar ve zulümlerini başkaları üzerinde denemeye kalkmamaları ve onları kendi din anlayışları ile kendi kendilerine bırakılması anlamında savaşanlara karşı savaşmayı Allah istemektedir.
Bazı kalpleri marazlı olanların Allah inkâr edenlere hem inkâr etme özgürlüğü verirken hem de inkâr edenlere savaş yapmayı inkârlarından dolayı öldürün dediklerini işitmekteyim. Ayetin burada kastetmek istediği anlamını başka mecralara çekerek iman edenlerin kafalarını karıştırmak istemektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde ve ayetinde inkâr edenlerin iman edenlere veya mazlum olanlara savaş açmadıkları sürece onlara inkârlarından dolayı savaş açın dediğine dair bir ayet yoktur.
Ancak inkar edenler inkarlarını iman edenlere karşı zulüm ve işkence yapmak için savaş açarlarsa iman edenlere düşen görev de kendi varlığını ve dinini korumak için gücü yetiyorsa savaşa karşılık savaş vardır. Gücü yetmiyorsa da oradan zulüm yapılmayan İnancından dolayı yerinden yurdundan sürülüp çıkarılmayan yerlere hicret ederler. Bırakın Müslüman olmayı, insan olana adam olana bundan daha güzel bir din yaşam tarzı olabilir mi?
6/82-İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.
Bu açıklamalardan sonra Kuran’da geçen helak edilen kavimlerin helak edilme olayının hangi anlamlarda kullanıldığını tahlil etmeye çalışalım.
HELAK  EDİLME NE ANLAMA GLMEKTEDİR?
41/45- Andolsun, Musa’ya kitabı verdik, fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
42/14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Genelde İslam toplumlarında Müfessirlerin büyük bir çoğunluğunun da körüklemesi ile Kuran mantalitesine uymayan şöyle bir anlayış vardır. Allah suç işleyenleri dünya hayatında suç işlenmesi sonucunda tabiat kuvvetleri ile onları yerle bir ederek helak eder.
Bu dünya hayatında denemeye tabi tutulmak için gönderilmiş olan insanın denenme sürecinde yerle bir edilmesi hem Kuran yasalarına hem de yaratılış yasalarına ters düşmektedir.
“Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
“. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
Allah dünya hayatında, insanların kendilerine verilmiş olan bir zaman dilimi içerisinde ister Allah’ı inkar etsin ister zulüm yapsın ister insanları kessin doğrasın özel bir ceza vermeyeceğine dair söz vermiş. Dünya hayatı bir gözetleme ve imtihan yeridir. Sınav anında Allah asla ona dokunmayacaktır. Ona ne güzel amellerinin karşılığında bir ödül, ne de kötü amellerinin karşılığı olarak dünyada özel bir ceza vermeyecektir. Eğer insanlara bir kötülük gelirse ya evren yasalarına uymamalarından, ya da insanlar ve insanların koyduğu kurallara uymamasından dolayı,  ceza gelmektedir.
22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
9/52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.
Yukarıda vermiş olduğum ayetler, Allah’ın hiçbir zaman Dünya hayatında insanların suç işlemesi veya güzellikler yapması sonucunda özel bir mükâfat veya özel bir ceza vermeyeceğini üstüne basa basa vurgulamaktadır. Nuh kavminin Lut kavminin Musa kavminin Semud kavinin fil sahiplerinin v.s  suç işlemeleri dolayısı ile helak olmaları, söylenenler dışında başka anlamlara gelebileceğini düşünebilmeliyiz.
Dilerseniz Kuran’da geçen bu kıssaların helak edilme ile ilgili anlatılanlar üzerinde ayrı ayrı durarak anlamaya çalışalım.
NUH TUFANI
7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”
Nuh da diğer nebi ve resullerde anlatılanlar gibi, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” Demişti.

7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
Dikkat ederseniz Gelen bütün nebilere ve uyarıcılara karşı gelenler şımarmış makam mevki koltuk sahibi olan insanlardır.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
Allah ile insanlar arasında elçi olan sadece nebiler ve resullerdir. Eğer nebiler olmamış olsaydı insanlar ahiret alemi ile ilgili gayıp haberlerini nereden bileceklerdi? Nebiler Allah’ın direk olarak vah yederek konuştuğu kendisine iman edenlere bilgi vermek için, muhatap olduğu birinci derecede insanlardır. Burada bunu açıklayan bir ayeti naklederek bilgilendirmek istiyorum.
42/51- Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca). Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum
İşte kâfir olanların inkâr ettikleri olay budur. Budur.” Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.” Eğer peygamberler onlara kendi peygamberliklerini iddia ve ispat etmek için olağan üstü mucizeler verip onlar bu mucizeleri görmüş olsalardı neden onlara inanmasınlar? Peygamberler sadece kendilerine vahyi bilgilerle çıkmışlardır. Hiçbir peygamberin vahiyden başka toplumlara getirip ve gösterdikleri bir mucizeleri yoktur.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?”
Onlar kendilerine gelen elçilerin kendilerinin dışında kendilerinin üzerinde bir varlık beklemektedirler. Allah da onlara başka bir ayetlerle şöyle cevap vermektedir.
17/ 90- Dediler ki: “Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.”
17/91- “Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.”
17/92- “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
17/95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”
Demek ki Bunların hayal ettikleri meleklerden bir peygamber karşılarında göremeyince en kolay yolu inkar etmekte buluyorlar.
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Biz Kuran içerisinde geçen olayların anlatılışında geleneksel olarak anlatılan bilgileri gale alarak, onlardan etkilenmeyiz ve onları Kuran’ı anlamada değere bile tabi tutmayız. Biz ancak Kuran’ın kendi bütünlüğünde o kıssaya o ayetlere ve kelimeye yüklemiş olduğu anlama bakarız. Bir de, Sünnetullah yasalarına uyup uymadığını testten geçirdikten sonra hem akıl ile hem Kuran ile hem de evrensel yasalarla çelişip çelişmediğini gözden geçirdikten sonra ait olduğu yere koyarız. Âcizane benim otuz dört yıllık Kuran’ı anlamada gösterdiğim çaba gayret ve performansımdaki, temel ilkem ve metodum budur.
Önce Nuh kavminin helak edilişini Kuran içerisinde ne anlama geldiği ile ilgili bilgi edinmeye çalışalım.
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
İnsanların din anlayışları Dünya hayatına olaylara tarihi kalıntılara insanların davranışlarına evrendeki olup bitenlere bakarak genelde şekillenmektedir.  Şimdi Kuran’da geçen ayette hayata bakış şeklinden onun dininin nasıl şekillendiğini örnek vererek, bütün helak ile ilgili kıssaların bu hikmet mantık içerisinde olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
2/258- Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
İnsanları din ve inanç bakımından temel olarak ayıran nokta, ahiret âlemine inananlar ve inanmayanlardır. Ahiret hayatı ile ilgili bilgiyi Allah gayıp haberi olarak bildirmektedir. Eğer Allah’ın insanlar içerisinden   seçmiş olduğu nebilerle diğer İnanlara bildirmektedir. insanlar için seçmiş olduğu nebi ve resuller olmamış olsaydı, İnsanlar ahiret âlemi ile ilgili bilgileri nerden bileceklerdi?
Bakara iki yüz elli dokuzuncu ayette Allah Dünya hayatında yaşayıp da öldükten sonra ahiret hayatına inanmayan bir kişinin durumunu bize anlatarak öğüt vermektedir. Ayet içerisinde dikkat çekilmesi gereken yerleri ele alarak ayetin nasıl anlaşılması gerektiğini kısacık da olsa üzerinde durmak istiyorum. Çünkü bunlar Kuran’daki helak ile ilgili konuları anlamamızda olmazsa olmazlardan birisidir.
1-Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?”
Ayetin bu bölümü, Peygamberlerin toplumlara geldiklerinde insanlar içerisinden öldükten sonra diriltilip hesaba çekileceklerini söyledikleri zaman, iman etmeyen bir inkârcının konumunu anlatmaktadır. Bunu ayetlerle örneklendirmeye çalışalım.
45/ 24- Dediler ki: “(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi “kesintisi olmayan zaman’ (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.” Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.
40/ 37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”
Demek ki, ayette anlatılan adamın konumu bu şekilde olduğu anlaşılıyor.
2- Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı,
İnsanların, dünya hayatlarına geliş gayelerinin asıl amacı Allah’a, meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe iman ederek Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli kitaplara göre iman etmeleri ve hayatlarını düzenlemeleridir. Ama Gördüğünüz gibi adam öldükten sonra dirilmeye iman etmiyor. Hayatını imansız bir şekilde sürdürerek yüz yıl yaşamış. İşte Allah yaratılış gayesinden uzak bir şekilde yaşayan insanlara ölü kelimesi kullanmaktadır. İsa’nın Allah’ın izni ile dirilttiği ölü de bu anlamda kullanılan ölüdür.
3- sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın,
Bu bölümdeki diriltme ifadesi ahiret âleminde olan bir olaydır. Dünya hayatında vahye karşı gözleri kör kulakları sağır kalpleri de mühürlü olanların perdeleri ahiret hayatında açılmakta ve onlara Allah şöyle söylemektedir.
50/ 22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
Ahiret âlemine inanmayanlar, artık delilli ve ispatlı bir şekilde her şey gözünün önünde cereyan edip görecektir.
4-“Hayır, yüz yıl kaldın,
Ahiret hayatında inkâr edenlere Dünya hayatında ne kadar yaşarsa yaşasın onların yaşadıkları hayat bir göz açıp kapayıncaya kadar kısa geçen bir zaman gibidir. Yüz yıl inkâr ederek yaşayan adam bir gün veya bir günden az kaldığını iddia etmektedir.
46/ 35- Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamış(olacak)lardır. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?
5- böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış;
Burada yiyecek kelimesi kazanmış olduğu ameller olarak zikredilmiştir.  Bir ayetten örnek verelim.
3/ 49- İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) “Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.”
Kuran okuyucusu, leb demeden leblebinin olduğunu anladığı gibi ayette geçen bir cümlenin ne demek istediğini hemen anlar.” Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm.” Bu ifade yapılan amellerin Allah’ın bildirmesi ile bilinen gayıp haberlerindendir. Ahiret âleminde Allah onlara yerden bir dabbe çıkararak ve boyunlarına dolanmış bir kitap olarak bozulmamış eksiksiz olarak önünde bekler olduğunu görmesidir.
6- eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
Ayette geçen eşek kelimesi inkarcı olarak ölen kişinin bedeni anlamında kullanılmıştır. Nitekim başka bir ayet bunu şöyle açıklamaktadır.
62/ 5- Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.
Konuyu özetleyecek olursak, bakara iki yüz elli dokuzuncu ayet, inkârcı bir adamın hayata inkârla bakıp, yüz yıl dünya hayatında yaşamış olduğu halde ahiret âleminde diriltilip kaldırıldığında inanmadığı ahiret âlemini görünce inanmasını bize örneklendirip mesaj vermektedir.
Kuran’da geçen söz konusu olan ayeti eğer doğru olarak kavrayabilmişsek, Kıssalarda geçen helak edilme olayını da, rahatlıkla anlayabiliriz demektir.
Yine Nuh kavminin helaki ile ilgili konumuza geri dönelim.  Fusillet ve şura suresinde geçen şu ifadeyi asla gözden ırak tutmadan konuları anlamaya çalışalım.
“Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
“. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
Eğer, biz toplumlardan klasik olarak aktarıla gelen bilgilerle Kuran’a yaklaşmış olsaydık Onlar gibi biz de Dünya hayatında suç işleyen kavimlerin işlemiş oldukları suçlardan dolayı Allah cezayı dünya hayatında hemen vererek onların helakinin dünyada olduğu anlayışından kurtulamazdık. Ancak, Kuran’ın neresine bakarsak bakalım böyle bir anlayış ne Kuran’ın kendi bütünlüğüne, ne evrensel yasalara, ne akla ne de pratik hayatla böyle bir anlayış asla uyum sağlamamaktadır.
Eğer tefsirlerde anlatılan gibi, suç işleyen kavimler, tabiat kuvvetleriyle yerle bir edilmiş olsaydı, Helak Musa kavmine kadar gelmiş daha sonra Kuran’da bir daha helak olma izine rastlamamaktayız. Eğer suç işleyenler o zaman helak olmuşlarsa şimdi de suç işleyenler helak olması gerekirdi. Şu anda Dünyada var olan firavunlar dünyayı kasıp kavurmakta insan kelleleri kesilerek basında yayınlanmakta,  Gökten yağan bombalarla ekin ve nesil yok edilmekte hiçbir dönemde rastlanmayan zulüm ve işkence fazlası ile yapılmakta,  rabbim Allah’tır diyen yerlerinden ve yurtlarından sürülmektedir. Yine de bu zalimler anlatılanlar anlamda helak edilmedikleri görülmektedir.
Hayır, hayır böyle bir Kuran anlayışında sizce bir gariplik yok mu? Allah Dünya hayatında suç işleyenlerin cezasını ahiret hayatına erteleyeceğine dair söz vermiş. Bu suçlar elbette cezasız kalmayacak herkes dünyada yaptıklarının cezasını hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlık yapılmadan ahiret hayatında karşılığını misliyle göreceklerdir.
Peki, Bu güne kadar, Cudi dağının eteklerinde Nuh’un gemsini aramaları boşuna mı idi? Şimdi bu kıssaların anlatmak istedikleri mesajı Kuran’dan dinleyelim. Ve ne demek istediğini anlamaya çalışalım. Nuh kavmi kıssası özet olarak şöyle anlatılır.
11/25- Andolsun, Biz Nuh’u kavmine gönderdik. (Onlara:) “Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum.”
Kuran içerisinde yaklaşık olarak kırk dört yerde Nuh peygamberin ismi zikredilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Kuran’da isimleri zikredilmiş olan nebi ve resullerden ikincisi olarak kuran içerisinde zikredilmektedir. Bu demek değildir ki, Adem peygamber ile Nuh peygamber arasında hiç nebi ve resul gelmedi. Mutlaka geldi, ancak Kuran sadece kıssası olan ve toplumlarda ses getiren peygamberlerin isimleri zikredilerek onlarla ilgili geçen kıssalar, anlatılmıştır.
3/ 33- Gerçek şu ki, Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;
4/ 164- Ve gerçekten sana daha önceden hikayelerini anlattığımız elçilere, anlatmadığımız elçilere (vahyettik). Allah, Musa ile de konuştu.
HUD SURESİNDE NUH KISSASI ŞÖYLE ANLATILIR.
Hud suresinde geçen bu kıssanın Kuran bütünlüğü içerisinde geçen ayetler ve Sünnetullah yasaları ile de test ederek ayetlerin hem kuran içerisindeki yerini Kuran bütünlüğüne ters düşmeden hem de evrensel yasalara hem de akıla hem de pratik hayata ters düşmeden anlamaya çalışalım.

11/26- “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım” (dedi).
Ayette geçen bu ifade Allah’ın kendi kelamı ile vahyettiği, fakat Nuh peygamberin ağzından toplumlara bir hitap şeklidir. Bütün nebiler ve resul olanlar, tabiri caizse Allah’ın kumandası gibidirler. Onlar kendi hevalarından konuşmazlar. Onların söyledikleri ve yaşadıkları hayatı, Allah vahiylerle belirler. Bu sebeple onların hayatları ve söylemleri Müslüman olanlar için yaşamlarının kuralı ve peygamberler de onlar için, güzel bir örnektir.
6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Nuh peygamber de kendi kavmine diğer toplumlarda olduğu gibi peygamber olarak gönderilenlerdendi. Ayette belirtildiği gibi, örnek bir insanın profilini Allah öyle çizmektedir.“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Kim Allah’tan gelen nebilerin getirdiklerine iman eder ve yaşarsa o Allah’a iman etmiş ve onun koyduğu kurallar çerçevesinde hayatını anlamlaştırmıştır. İşte nebilere itaatin Allah’a itaat nebilere itaatsizliğin de Allah’a itaatsizlik olmasının sebebi de budur.
Her insanın öz yapısında var olan takvanın sesi ve iblisin sesi işte burada aktif rol almaya başlamaktadır. Peygamberlerin insanlara getirdikleri mesajlar, bir adı takva bir adı da vicdan olan sesle tam bir uyum halindedirler. Kim peygamberlerin getirmiş oldukları mesajlara iman eder, onlara yardım eder, onlara yataklık yapar ve destek olurlarsa bunlar tercihlerini bağışlanma yolunda kullananlardır demektir. Bu yolun ağacı takva ağacıdır. Bu ağaç Müslüman olanların nemalana bilecekleri ağaçtır.
İkinci insanda aktif olan ses iblisin sesidir. Onun görevi insanları gelen peygamberlere karşı kışkırtarak o da bizim gibi beşer biz neden ona itaat edecekmişiz? Sözü iblisten gelen bir sestir. O zaman diye biliriz ki, İnsanları ya takva yolunu tercih etmeye ya da iblisin yolunu tercih etmeye yönelmesinin, iki potansiyel tetikleyicisi vardır.
İşte insanlardan bazılarının takva yolunu bazılarının da iblisin yolunu seçmeleri sonucunda, iki farklı yolda giden insanlar ve toplum ortaya çıkmaktadır. Takva yolunu seçenlerin yol göstericisi Allah’tır, İblisin yolunu seçenlerin yol göstericisi iblis ve iblisin yolunda giden şeytanlardır.
İşte Allah’ı rab kabul etmek demek onun göndermiş olduğu nebilerle insanlara gelen vahiy orijinli dini kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul etmek demektir. Bu yolda olanlara, Allah Müslüman, Bu yolun dışında yaşam biçimi hayat tarzı olarak ortaya koydukları bütün beşeri sitemlere de tağut ve tağuti sistemler ismini vermektedir.
41/33- Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?
İşte Allah bunların velisidir, işte Allah bunları karanlıklardan nura çıkarır. İşte Allah bunlara yol gösterir. İşte Allah bunlara ahiret aleminde merhamet eder.
6/14- De ki: “O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah’tan başkasını mı veli edineceğim?” De ki: “Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.” (denildi.)
İkinci olarak tercihini iblisin teklifleri yönünde kullananlardır. Bunların Allah’tan gönderilmiş olan kitaplara peygamberlere, karşı gözleri perdelenmiş, kulaklarında bir ağırlık ve kalpleri de mühürlenmiş olarak yeryüzünde kör ve sağır olarak yaşarlar.
İşte bu iki farklı yolda yürüyen insanlar biri birlerine düşmandırlar. Kuran bu iki topuluğu şöyle tarif etmektedir.
2/257- Allah, iman edenlerin Velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut’tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.
İşte Allah bu iki yolda veya  iki seçenekten hangi yolu hangi seçeneği tercih edip etmeyeceğinin kararını insanın kendisine bırakarak dünya hayatında kendisine verilen bir süreç içerisinde imtihana tabi tutmaktadır.
Hâşâ Allah dünya hayatında tabiri caizse, insanın bu iki tercihten hangisini seçerse seçsin ona engel olmamakta üstelik kişilerin tercihi yönünde yollarını cömertçe açmaktadır. Yani Allah insanlar hangi yolda seçimini yaparlarsa yapsınlar yollarını kolaylaştırmaktadır.
18/88- Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz.”

İMAN EDEN VE SALİH AMELLER İŞLEYENLER İÇİN

92/4- Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.
92/5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,
92/6- Ve en güzel olanı doğrularsa,
92/7- Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.
İNKAR EDEN VE TAĞUTİ YOLDA OLANLAR İÇİN!
92/8- Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,
92/9- Ve en güzel olanı yalan sayarsa,
92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.
Bu açıklamalardan sonra şimdi Nuh kavmi ile ilgili konuları ayetler eşliğinde yorumlamaya devam edelim.
11/27- Kavminden, ileri gelen inkarcılar: “Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz” dedi.
İşte iblis bu ayette insanlar içerisinden insan olan bir peygamberin inkar edilmesi ile ilk darbede yapacağını yapıyor. İblis üzerinde çok konuştuk çok yazdık ama her konuda ve onunla ilgili ayetlerde iblis gündeme gelmektedir. İblis tabiri yerindeyse insan vücudunda zehir saçan bir yılan gibidir. İşte Allah onun için yasak ağaç tabiri ile iblise yaklaşmayın ifadesiyle insanları uyarmaktadır.
İşte Ebu cehillerin Ebu Leheplerin son nebi ve resule karşı çıkmaları onun sözünü dinlememeleri onların dünya yaşamlarındaki zenginlikleri ve toplum karşısındaki makamları ve koltuklarıdır.
Dikkat ederseniz, Nuh peygambere karşı çıkanlar da aynısıdır. Değişen bir şey yok.
“Kavminden, ileri gelen inkarcılar: “Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz” dedi.
Oysa Allah insanlara insanların dışında bir peygamber bir elçi göndermez. Bakınız Allah son nebi ve resulü inkar edenlerin de profilini şöyle ortaya koyarak anlatmaktadır.
17/ 89- Andolsun, bu Kur’an’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.
17/90- Dediler ki: “Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.”
17/91- “Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.”
17/92- “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?” demelerinden başkası değildir.
17/95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”
Peygamberleri peygamber yapan ve onları kutsallaştıran onlara gelen vahyi bilgiliden başkası değildir. Ehli kitap ve İslam toplumlarında anlaşılanlar gibi, Ne onlar, dağdan bir deve mucize olarak getirebilirler, ne onlar dağları altın edebilirler, ne onlar denizi gerçek anlamında yararak geçebilirler, ne onların alınlarında peygamber mührü ne de üzerlerinde dolaşan bulut vardır. Onlar sadece Allah’tan vahiy almakla ve vahiyle konuşmakla diğer insanlardan farklılaşmaktadırlar.
29/ 50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.
Peygamberlere Gelen bilgilerin kendisi içerisinde çelişkisizliği ve peygamberlerin getirdiği bilgilerle yaşamlarının tutarlılığı onların söylem ve yaşamlarının kendisine ait olmadığı o inkar edenlerin inanmadıkları Cibril olgusu ile onlar bilgilendirilmekte ve eğitilip toplumların karşılarına dik duruşlarını her ne şartlarda olursa olsunlar canları pahasına da olsa söylemeleri ve yaşamalarıdır.
Allah Kura’da  peygamberin profilini şöyle çizmektedir.
69/40- Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?
69/42- Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.
Güzel sözleri dizeleyerek insanları etkileyen bir şair değil, gelecekten haber vererek insanları kandıran bir kâhin de değildir o ancak yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın Geçmişten ve gelecekten haber veren Allah’ın bilgi vermesi ile bunları söylemektedir.
2/97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır.”
İşte deistlerin ve ateistlerin inkâr ettikleri olay budur. Bundan dolayı onlar Kuran gibi muhteşem bir kitaba yaklaşamıyorlar ve ona iman edenlere düşman olular. Yoksa Allah bütün insanlara eşit uzaklıktadır. Allah İnsanlar arasında ne zulüm yapıcıdır. Ne de özel bir torpil yapıcıdır. Kim dünya hayatında Allah’tan başkasını rab edinmez ve onun nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli dinin kurallarına göre iman eder ve yaşarsa kurtuluşta olan onlardır. Allah ahiret âleminde onlara merhamet eder ve edecektir.
11/28- Dedi ki: “Ey kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana Kendi Katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız?”
İşte Nuh peygamberin Kendisine peygamberlik görevi verildiğinde kavmine seslenişinin ilk dönemlerindeki bir anlatma metodudur.
Dedi ki: “Ey kavmim, görüşünüz nedir söyleyin?”
Bu ifade gelen nebilerin getirdikleri vahyi bilgileri kabul edip etmemeleri kendilerine ait bir karar olduğunun en büyük bir delilidir.
Her insan veya her toplum peygamberlerin getirdiklerini kendi fıtratlarında var olan takva sesi onayladığı halde kıskançlık kibirlenme sonucunda gelen nebilere karşı çıkmaktadırlar.
2/ 213- İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
18/ 57- Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
Her insanın fıtratında peygamberlerin getirdikleri bilgiler var. Yaratılışta onlara bu bilgiler yüklenmiş Ancak seçim kendi iradesine bırakıldığı için inkârı kıskançlığı baş kaldırmayı, tercih etmektedir. Çünkü dünyalık menfaatler elinden gidecek korkusu ve  endişesini taşımaktadırlar.
11/29- “Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.
Bu ayet çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir.” “Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum.”
Demek ki ücret isteyenler dünyalık menfaatleri uğruna gerçekleri gizleyip saklayabiliyorlar. Kuran bütünlüğü içerisinde bu ayete onay veren birçok ayetler vardır. İsterseniz her toplumda ve her çağda dinini gizleyerek satan insanlar olduğu anlaşılıyor.
26/109- “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.”
25/57- De ki: “Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden bir ücret istemiyorum.”
11/30- “Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah’tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?”
İnkâr edenleri kuşkulandıran şey peygamberlere destek çıkanların hep fakir yoksul ihtiyaç sahibi insanlar olmalarıdır. Sebebi onların peygamberlerden kaybedecek bir şeyleri yok. Ama inkâr edenler müstekbir olanlar genelde hep zengin şımarmış olanlardır. Bu sebeple dünyadaki makam ve mevkileri ellerinden gidecek endişesi taşımaktadırlar.
11/31- “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir.”
Allah bütün insanlara eşit uzaklıktadır. Renk dil cins ırk zenginlik fakirlik makam koltuk güzellik çirkinlik hepsi birer Allah’ın insanları denemek için vermiş olduğu roldür.
Yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü farklılıklar içerisinde yaratılan insanların farklılıkları ile insanlara adaletle davranıp davranmayacaklarının sınava tabi tutulduğu yerdir. Allah Katında üstün olan kendisini dinleyen ve kendisinden en çok korkan ve sadık olan takvada üstün olan kullardır.
49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
Kendisini üstün görerek fakir yoksul insanları aşağılayan bir bakış açısı insanları hayra ulaştırabilir mi? Dikkat edin yanınızda mahallenizde şehrinizde veya ülkenizde sadece yaşamın dünya hayatı olduğunu zannedenler, Kibirlenmiş gururlanmış nankör olan, müstekbir insanlardır. Onların o halleri bile hayata nasıl baktığını nasıl bir din, nasıl bir yol tutturduğunun bilgisini bize vermektedir. Kuran da onların konumunu bize şöyle anlatmaktadır.
74/41- Suçlu-günahkarları;
74/42- “Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?”
74/43- Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler.
74/44- “Yoksula yedirmezdik.”
74/45- “(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.”
74/46- “Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.”
74/47- “Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.”
Demek ki körle yatan şaşı olarak kalkar demelerindeki hikmet buymuş.
11/32- Dediler ki: “Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bize vaadettiğini getir (görelim.)”
Nedir Nuh’un kavmine karşı çekişip durması? Neler vaat etti Nuh kavmine? Nuh kavmine şunları vaat etti. Eğer siz müstekbir olursanız, Allah benim aracılığımla size göndermiş olduğu emirleri dinlemezseniz, Yeryüzünde ekini ve nesli yok eder bozgunculuk çıkarırsanız, insanları köleleştirir haksız olarak onların mallarını ellerinden alıp yerseniz, yoksulu yetimi yolda kalıp isteyip dileneni yedirip içirmezseniz, Rabbim Allah’tır deyip dosdoğru yolda olanları yerinden yurdundan sürüp çıkarırsanız, güçlüyüm diye güçsüz ve zayıf olanlara zulüm yapar mazlum olanları köleleştirirseniz, başınıza mutlaka ama mutlaka dünya hayatında insanlar eliyle gelmese bile ahiret hayatında Allah’ın eliyle başınıza şu felaketler gelecektir.
6/128- Onların tümünü toplayacağı gün: “Ey cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz” (diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: “Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık.” (Allah) Diyecek ki: “Allah’ın dilediği dışta olmak üzere, ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir.” Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.
6/129- Böylece Biz, kazandıkları dolayısıyla zalimlerin bir kısmını bir kısmının başına geçiririz.
6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: “Nefislerimize karşı şehadet ederiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.
  
11/33- Dedi ki: “Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve siz (O’nu) aciz bırakacak değilsiniz.”
Nuh’un İnsanlara vaat ettiği gelecek olan felaket, ahiret hayatında ebedi bir azap endişesi idi. İnkâr edenler böyle bir hayatın olmayacağını zannetmektedirler. Bundan dolayı da Nuh’un gayıp haberleri ile ilgili söylediklerine sen uydurdun bunları diyerek inanmamaktadırlar. Ahiret âlemini inkâr edenler ancak ölüp de diriltilmeyeceğini sanan kâfirlerdir. Onlar şöyle söylemektedirler.
23/35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va’dediyor?”
23/36- “Heyhat, size va’dedilen şeye heyhat…”
23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”  
Dünya hayatında yaşamaya böyle bakanlar Kendisinin üzerine bir emanet yüklenmiş olduğunu ve dünya hayatının bir denenme bir İmtihan salonu olduğunu kabul edebilirler mi?
11/34- “Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.”
Allah hiç kimseyi azdırmayı dilemez. Allah hiç kimseyi hidayete erdirip bağışlamaz. Allah hiç kimseyi cehenneme atmaz. Allah hiç kimseyi cennete de atmaz. Ancak Allah insanlara sapma yoluna gidecek eğilimi ve hidayete gidebilecek eğilimi de verir. Hangi yolu tercih edecekse o yolda yol göstericilerini de insanlara gönderir. Ahiret âlemini yaratır. Sonucunda cenneti ve cehennemi de yaratır sonuçlarına katlanmak koşulu ile insanları dünya hayatında hangi yolu seçip seçmeyeceklerini, kendi özgür iradelerine bırakır.
Sapan da, insanın kendisidir. Hidayete gelen ve seçimini bağışlanma yönünde seçen de insanın kendisidir cehennemi ve cenneti tercih eden de insanların kendisidir. Allah insanları ne cennete atar, ne cehenneme atar. Allah kim nereyi istemişse istedikleri şeyleri deneme salonunda boynuna doladıkları kitapta yazılı olanlara göre hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlığa uğratmadan hak ettiği yere gönderir. Allah zulüm edici değildir.  
Şu ayetler söylediklerimin bir kanıtı değil mi?
50/ 24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”
50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”
50/30- O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.
11/35- Onlar: “Bunu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım.”
Kuran inkâr edenlerin temel özelliklerini bu ayette vurgulamak istiyor. Nasıl bu gün Kuran Muhammed’in tecrübî bilgileri sonucunda kendi uydurduğu bir kitap olduğunu söylüyorlarsa, Nuh kavmi de Nuh’un onlara getirmiş olduğu Allah’tan aldığı vahiyleri kendisinin halkı korkutmak ve kendisine itaat ettirmek için uydurduğunu sanmaktadırlar.
11/36- Nuh’a vahyedildi: “Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.”
Dikkat ederseniz, Nuh’a Kuran bütünlüğü içerisinde iman eden onun getirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde yaşayan kişilerin çok az kişi olduğu anlaşılmaktadır. İsterseniz kuranda bir sörf yaparak o konu ile ilgili ayetlerden naklederek örnekler vermeye çalışalım.
11/40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: “Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
Genelde çok az peygamberler dışında iman edenlerin ve onlara destek verenlerin sayısı çok az olduğu zikredilmektedir.” .” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.”
11/37- “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır.”
Asıl Nuh Tufanının anlaşılmasında zor olanlar bu ayetten sonra başlamaktadır. İşte burada Ayetlerin ne söylediği değil ne söylemek istediğinin anlaşılması ile ancak kıssalar ve konular doğru olarak anlaşılabilir.
““Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et.”
Gemi kelimesi Kuran içerisinde iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi denizlerde dev dalgalarla boğuşarak insanların ihtiyaçlarını deniz yolu ile gideren tahtadan veya kalın saçlardan yapılan gemidir. İkincisi de vahiyle çerçevesi belirlenen hayat gemisidir. Şimdi bunlardan her ikisine ait Kuran’dan örnekler vermeye çalışalım.
Kuran içerisinde yaklaşık olarak otuz dört ayette gemi kelimesi geçmektedir.
Birincisi denizde yüzen gemi anlamında  geçen ayetler.
2/ 164- Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
16/ 14- Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
Vermiş olduğum bu ayet örneklerinde Gerçek anlamındaki gemilerden söz etmektedir.
İkinci anamda kullanılan gemi de vahiylerle yaşanan hayat anlamında kullanılanlardır.
Bizim asıl konumuzu ilgilendiren ayette geçen gemi mecazi anlamda kullanılan vahiy anlamında kullanılan gemidir. Dünya hayatında biri birine zıt iki yol vardır. Birisi nebiler aracılığı ile projesi Allah tarafından çerçevelenen çizilen vahiylerle yaşanılan yoldur. Diğeri ise vahiylerle çerçevelenen yolun dışında olan tağutların yoludur.
10/ 22- Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: “Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız.”
Ayette örneklendirilen her türlü çıkış ve kurtuluş imkânının kalmadığı artık ölüme gidişin kesin gözüyle bakıldığı bir anı, Kuran bize misal vererek oradaki insanların tek Kurtarıcı olan Allah’ın insanda odaklaştığı bir konumu  bir anı  tasvir etmektedir.
Bu olaylar hem karada hem de denizde olan olaylardır. Okyanuslarda gezen gemilerin şiddetli fırtınalarla veya titanik gibi buzul dağa çarpan geminin bulunmuş olduğu durum gibi kurtuluş ümidinin kaybolduğu bir anı da bize hatırlatmakta ve aynı zamanda karada tusunamilerin, depremlerin sel felaketlerinin veya hortumların her tarafı yıkıp söktüğü bir zaman içerisinde de olan bir anı da bize tasvir etmektedir.
10/ 73- Fakat onu yalanladılar; Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Uyarılanların nasıl bir sonuca uğratıldıklarına bir bak.
İşte Bu ayet, Hayatta yaşamın kurlarını vahiyden alan yasaklanan yasak ağaçtan yemeyen yaşamını ölümünü Allah’a teslim edenlerin yolu vahiy gemisidir.
67 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
11/38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: “Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz” dedi.
Kuran’da bakara suresinde geçen Nuh’un gemi yapma olayını şu ayetle özdeşleştirmeye çalışalım.
2/ 127- İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin”;
Buradaki anlatılan evin sütunları mı? Yoksa tevhit akidesinin temellerinin yükselişi midir?
Elbette Kuran’da İbrahim ve İsmail’in  övgü ile bahsettiği Allah’ın örnek bir model olan  baba ile oğlunun teslimiyette doruk noktaya ulaştığı bir tevhitten bir imamdan söz edilmektedir. İşte Bu ayetle de bağ kurduğumuz zaman Nuh için bahsedilen gemi de mecazi anlamda kullanılan vahiy gemisidir. İbrahim ve İsmaillin sütunlarında olduğu gibidir.
Nuh’un yaptığı gemi denizde yüzen gerçek anlamında yük taşıyan gemi mi? Yoksa vahyin gözetiminde yaşanan bir hayatın projesi midir? Eğer Kuran bunu mecazi değil de gerçek anlamında anlatmış olsaydı Dünya hayatında suç işleyenlerin cezasını dünyada iken verilmesi, Kuranın kendisi içerisinde çelişkili bir anlatış olduğunu bize gösterirdi. Oysa Allah suç işleyenlerin cezasını  ahiret hayatında verecek olduğuna dair bir sözü olduğunu bize hatırlatmaktadır.
42/ 14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Eğer bir ayet doğru olarak yorumlanmış veya anlaşılmış ise mutlaka o anlayışı destekleyen başka bir ayetin de olması gerekirdi. Şimdi bu ayeti doğru anlamış olduğumuza kanıt olarak başka bir ayetle belgeleyelim de, itiraz eden olmasın.
29/ 14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Birçok makalelerimde ve surelerin tefsirinde bu konulara değindim. Dünya hayatı Bir imtihan salonudur. İmtihan salonunda insanların biri birlerine müdahalesi hariç Allah’ın insanların iki farklı yoldan hangisini tercih ederse Allah onların seçmiş oldukları yolda gidişlerine müdahalesi olmamıştır. İnsanlar isterlerse Allah’ın istediği yolda, isterse şeytanın yolunda yürümüş olsunlar ne onlara engel olmuş ne de onlara torpilde bulunmuştur. Hangi yola gitmek isterlerse gitmek istedikleri istikamette yollarını kolaylaştırıp açmıştır.
11/39- “Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek.”
Allah burada ileride bileceksiniz ifadesi ile iki şekilde onlara azabın dokunacağı hatırlatılmaktadır. Ya peygamber yanında olup ona destek verenler iktidar olduklarında insanlar eliyle onlara dokunacak olan azaptan bahsedilmekte, ya da ahiret âleminde Allah’ın eliyle yapmış oldukları zulmün bedelini cehennemle çekilecek olan azaptan söz edilmektedir. Şimdi bunu onaylayan bir ayet getirelim.
9/ 52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Nuh kavminin içerisinde olanların çok azı iman edip Nuh’un yanında olduğunu Allah ize diğer ayetlerde açıklamaktadır. O zaman Tehdit edilen azabın ahiret hayatında olduğu bir gerçektir.
11/ 40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: “Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
26- Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman (olan Allah)’ a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.”
Genelde müfessirlerin büyük çoğunluğu Nuh kavminin iman edenlerin kurtuluşu ile ilgili ayetlerden mecazi anlamda anlatılan vahiy gemisini bildiğimiz denizde yüzen gerçek gemi olarak anladıklarından dolayı büyük bir kuran anlayışında Kuran ve evren yasaları ile çelişen yanlış anlayışı bize anlatmaktadırlar. Oysa Kuran’da ve evrensel yaslarda asla bir çelişki yoktur.  
Allah bu ayette, inkâr edenlerle iman edenlerin saflarının netleşmeye başladığını artık sen inkâr edenlere bir şeyler anlatman mümkün olmaz sen ancak sana iman edenlere söz anlatabilir söz dinletebilirsin. Ayetleri ile beraber düşünerek anlamız gerekir.
27/ 81- Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.
Zekeriya ve Meryem’in konuşmama orucu da bu anlamdadır. Artık inkâr edenler sen ne söylersen söyle onlar inanmazlar. Sözün bittiği yer anlamında Kuran bu ifadeyi kullanmıştır.
19/ 26- Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman (olan Allah)’ a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.”
Dikkat ederseniz Kuran içerisinde anlatımlarda hiçbir zaman çelişki bulunmamaktadır. Asıl çelişki biz aklımızı doğru kullanamadığımız için ayetler arasındaki hikmet ve mantık anlayışını oturtturamadığımız için Kuran’daki konuları anlamakta güçlük çekiyoruz.
Ayette geçen ifadeye bakınız.” “Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle.” Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.”
Burada Diğer peygamberlerin hayat kıssalarında anlatıldığı gibi Nuh kavminin kendisine iman edenler ve iman etmeyenler diye ayrıldığını görmekteyiz. Allah hem iman edenlere dünya hayatında rızklarını vermekte hem de inkâr edenlere rızklarını vermektedir. İşte burada ikişer çift al derken İman edenlerin rızklarının yine dünyada Allah’ın yaratmış olduğu hayvanlardan ve bitkilerden oluşmaktadır.
“aileni ve iman edenleri ona yükle”
Ey Nuh! Sen sana iman edenleri sana gelen vahilerle eğit inkâr edenlere sen ne kadar emek çeksen onlar dönmezler. Biz zamanı zemini geldiğinde onların inkârlarına ve zulümlerine karşı ne yapacağımızı biliyoruz. Sen onların söylediklerine ve yaptıklarına aldırış etmeden bizim gözetimimiz altında onları yönlendir.
11/41- Dedi ki: “Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir.”
İşte dünya hayatında peygamberlerin kavimlerine karşı söyledikleri de o değil miydi?
6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Ey iman edenler! Nuh’un söyledikleri ve yaşadıkları kendi havasından değildir. O vahiyle söyler ve vahye uygun olarak yaşar. Siz onun söylediklerine uyun, ilk inen alak suresinde geçen ayetin de anlamı o değil miydi? “96/ 1- Yaratan Rabbin adıyla oku.” Bütün peygamberlerin yaşamı ve söylemleri vahiyler ve onların pratik hayattaki uygulamalarıdır.
Allah Ayette binin derken vahiyle söyleyin vahiyle hayatınızı yaşayın anlamını vermektedir.
11/42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: “Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma.”
İşte Ayette inananlarla iman etmeyenler arasında farklılıklar ve düşmanlıklar aşırı boyutlara ulaşınca Nuh oğluna bir daha seslenişte bulunmaktadır. “Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma.”
11/43- (Oğlu) Dedi ki: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” Dedi ki: “Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.” Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
Puta tapıcıların söyledikleri de bu değil midir? Müslüman olanlar Allah’ın çizmiş olduğu vahiy projesi ile yollarını yöntemlerini belirlerler, Puta tapıcılar da dünya yaşamını ideolojilerinin mimarı kimse hayatlarını onların koydukları kurallara göre yaşarlar ve inanırlar.
Puta tapmak demek Taştan ağaçtan sembolleştirdikleri heykellerin önünde bel büküp eğilmek değil, Puta tapmak demek, ilahlaştırdıkları insanların koyduğu yaşam kurallarına göre hayatlarını düzenlemeleridir.
Nuh’un oğlu da bunlardan biridir. Demek ki Bir insanın babasının veya oğlunun peygamber olması bir ayrıcalık değil, insanın kendisi istemedikçe yakınlarının peygamber veya firavun olması bir anlam taşımıyormuş.
Yani oradaki gemi denizlerde yüzen gemi değil vahiyle yaşayan insanların bulunduğu vahiy gemisidir.  Nuh oğluna çağırışını yaparken Allah’ın yoluna davet etmektedir.
11/44- Denildi ki: “Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.” Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: “Uzak olsunlar” denildi.
Burada Kuran inkar edenlerle iman edenlerin konumunu mecazi bir anlatımla anlatarak inkar edenlerin inkarları ve kendilerine gelen uyarıcıları reddetme nedeni ile dünya hayatında yaşadıkları halde ecellerinin sonuna kadar kör ve sağır olarak dolaşıp durduklarını Kuran’nın diğer ayetlerinde bize anlatılmaktadır.
11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: “Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va’din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.”
Nuh da her insanın fıtratında olduğu gibi, kendi öz oğlunun İman edenler ve Salih ameller işleyen bir topluluğun içerisinde olmasını istemektedir.
11/46- Dedi ki: “Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.”
Allah Bütün insanlara yaratılışta onların fıtratlarına rabbin yolunda yürüyebilecek donanımı yerleştirmiştir. Ama ne yazık ki, ergenlik çağında ona yüklenen iblis ve takva olgusu iki yol seçme hakkını da ona dünya hayatında vermektedir. Maalesef Nuh’un oğlu da hayat yaşamının seçimini rabbin yolunda değil, İblisin teklifleri yönünde kullanmıştır. Allah her insana yol seçme özgürlüğünü kendisine vererek yüklenen emaneti yerine getirip getirmeyeceğini denemeye tabi tutmaktadır.
Hiçbir insan kendisi istemedikçe bütün dünya üzerindeki insanlar bir araya gelip toplansalar onu ne doğru yola ne de yanlış yola götürebilirler. Belki insanlar onların ellerini, bağlarlar gözlerini bağlayabilirler ayaklarına zincirler takabilirler ama rabbi ile kalbi arasına girip onları rabbin yolundan engelleyemezler.
Kuran Zürriyet kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birincisi biyolojik bağı anlamında kullanılan zürriyet, İşte Nuh’un oğlu biyolojik olarak Nuh’tun bir zürriyet ama din bağı olarak onun zürriyetinden olmadığı ayette vurgulanmaktadır.
11/47- Dedi ki: “Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.”
Evet Allah’ın istemediği bir şeyi hiçbir peygamberin kendi nefsani arzuları için isteme hakkı yoktur. Oğlu eğer Müslüman olmayı istememişse senin ona Müslüman ol demeyi hatırlatman yeterlidir.
28/56- Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.

11/48- “Ey Nuh” denildi. “Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azap dokunacaktır.”
Bu ayetle öyle anlaşılıyor ki, filimin sonuna gelinmiş Artık Nuh ders almak isteyenlere gerekli söylem ve yaşamı ile mesajını vermiş artık yeni bir peygamber gelinceye kadar kim Nuh’un getirmiş olduğu vahiylere iman eder vahiyle yaşarsa Allah da onlardan onlar da Allah’tan razı olmuş olarak ona döneceklerdir.
TEFSİRLERDE ANLATILALAR GİBİ NUH KAVMİ HELAK OLMADI?
Şimdi bunları maddeler halinde izah etmeye çalışalım.
1-Helak Kelimesini Kuran suç işleyenlerin cezasını Kuran’da mecazi bir anlatımla anlatılan ayetleri gerçek anlamında anlayacak olursak Dünya hayatı Allah’ın denemeye tabi tuttuğu yer değil, dünya hayatı Allah’ın Sanki ceza vermek için yarattığı bir yer konumuna gelir.
Oysa Allah, Dünya hayatını bir deneme ahiret hayatını ise denemeye tabi tutulan insanların karşılığını alacakları yer olarak yaratmıştır.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
2- Dünya hayatında Allah’ın inkâr edenlere ne özel bir cezası ne de iman edenlere özel bir torpili vardır. Allah Cezayı da mükâfatı da ahiret âleminde verecektir.
20/129- Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.
Kuran içerisinde yaklaşık olarak sekiz civarında ayette cezanın dünya hayatında değil cezanın ahiret hayatında olacağı ile ilgili ayet vardır. Bir ayet daha verelim.
42/14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
3-Kuran’da dikkat ederseniz helak kelimesini kullanırken “İman edenleri kurtardık inkâr edenleri suda boğduk, sayha tutu, taş yağdırdık, sel afetlerinin sonucunda helak edildiği söylenmektedir.
11/58- Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hud’u ve O’nunla birlikte iman edenleri kurtardık. Onları şiddetli-ağır bir azaptan kurtardık.
11/94- Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı ve O’nunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.
Size soruyorum!,deprem sel felaketleri hortumlar kum fırtınaları geldiği zaman iman edenlerle iman etmeyenleri ayırt eder mi? Veya denize yüzmek bilmeyen bir peygamber düşse deniz ona sen bir peygambersin ben seni boğmam diyebilir mi?
İşte buradaki iman edenleri kurtarması diğerlerini de helak etmesi, ahiret hayatında gerçekleşecek olan bir olaydır. Çünkü Allah katında zaman yok zaman insanlar için yaratılmıştır. Hâşâ Allah zamana değil zaman Allah’a mahkûmdur. Allah, Her hangi bir şeye “Ol” dedi mi oluverir, demesinin hikmeti budur. İnsanlığa göre belki milyarlarca yıl olan bir olay Allah’a göre bir andır.
4- Eğer Kuran’da helak edilen kavimlerin helakini dünya hayatında yok edilme anlamında anlaşılması doğru olmuş olsaydı, O dönemlerde helak edilen kavimlerin başına gelenler şimdi de gelmesi gerekirdi.
Oysa Zulüm, kan, işkence, mazlum olanları yerinden yurdundan etme, sürme olayları şimdi de artarak devam ettiği halde, maalesef şimdi eğer suç işleyenlerin helakinin öyle anlaşılmış olsaydı şimdi de helak olması gerekirdi.
18/55- Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesi veya azabın onları karşılarcasına gelmesi(ni beklemeleri)dir.
Nuh kavmi suç işledi peygamberlerine karşı geldiler ve sonucunda iman edenler Nuh’un yaptığı gemiye binip kurtuldular diğerleri de sular altında kalarak yok olup gittiler. Sizce bu kadar aktarmış olduğum ayetlere  Böyle bir anlayış ortaya koyarsak Kuran’ın kendi içerisinde tezat teşkil etmez mi?
İnkâr edenlerin helaki, İnkârcı bir bakışla hayata bakmaları sonucunda gelen peygamberlere ahiret gününe ve Allah’ın göndermiş olduğu kitaplara iman etmedikleri için şeytani yolda yürümeleri ve o yolda ecellerine kadar yaşayarak iman etme gözlerinin kapanması, işiten kulaklarının tıkanması ve kalplerinin de mühürlenmesi anlamında olduğu bir gerçektir.
2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
Bu ayet konumuzla ilgili helaki çok güzel bir şekilde tanımlaması açısından önem arz etmektedir.
Dünya hayatında Allah’ın Ahiret âleminde insanları diriltip hesaba çekileceğine inanmayan bir inkârcının yüz yıl dünya hayatında yaşadığı halde onun yaşamış olduğu hayatı ölü olarak tanımlaması ve ahiret hayatında diriltilişini bize anlatarak örneklendirme açısından çok önemlidir.
Demek ki kavimlerin helaki, dünya hayatında suç işlemeleri nedeni ile yerle bir olması anlamında değil, İnkar edenlerin hayata bakışlarını uyarıcılara karşı gözeri olduğu halde kapamaları kulakları olduğu halde tıkamaları ve kalplerinin de bu şekilde hayata bakıp yaşamaları sonucunda ölene kadar gittiği yanlış yoldan dönmemelerini Kuran bize Helak ettik ifadesi ile özetlemiştir.
7/179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN- ANAMUR

Hiç yorum yok: