RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!
İslam toplumlarında ve ehli kitap
toplumlarda, gerek tarihsellik, gerek hadis kaynaklarından, gerek mezheplerin
içtihatlarından, gerek deist, gerek ateist bakışların etkisinde kalarak,
Kur’an’ı doğru anlamak için gösterilen çaba gayretler, Kur’an’daki ayetleri
doğru anlama yerine aksine doğru anlamaya engel teşkil etmektedir.
Tarihsel bir bakış ile Kuranı anlama
konusunda son günlerde gündeme gelen Prf. Mustafa Öztürk ve Fazlur Rahman’ın Tarihsellik,
modernizim ile ilgili Bir makalelerini yayınlayarak Bakış açısının ne kadar
yanlış olduğunu, otuz beş yıllık Kur’an’ı Doğru anlama konusunda gösterdiğim
çaba ve gayretlerim sonucunda metodolojik bilgilerle ortaya koymaya çalışacağım inşallah.
İslam Dünyasında Tarihselciliğin Öncü İsmi
: Fazlurrahman
“İslam
Modernizmi”nin çağımızdaki belki de en önemli siması olan Fazlur Rahman kendi tabiriyle
“bir modernist olarak” üzerinde konuşulup tartışılması gereken bir düşünürdür.
Özellikle Türkiye, Endonozya, Malezya gibi arap olmayan ülkelerde daha bir
popüler olan Fazlur Rahman, ülkemizde özellikle ilahiyat çevrelerinde –bilhassa
Ankara ilahiyat- görüşleriyle revaçtadır.
İSLÂM dünyasında
modernleşme 19. yüzyılda düşüncede başlamış, yavaş yavaş diğer alanlara da
yayılmıştır. Bu sırada İslam coğrafyasına dağılan ve Hıristiyanlığı yaymayı
amaçlayan misyonerlik faaliyetleri ile daha sonra ortaya çıkan oryantalist
çalışmalar en önemli gelişmelerdendir. Zira Batılıların İslam dünyasını
modernleştirme planlarının bir parçası, misyonerler tarafından devreye
sokulmuştur. Bu amaçla, zeki çocukları kendi ülkelerine götürerek eğitmiş, daha
sonra sömürgeleştirilen ülkelerinde yönetici veya önemli makamların başına
getirmişlerdir. Batıda ortaya çıkan gelişme ve değişme, sömürgecilik ve
misyonerlik yoluyla İslam dünyasını etkisi altına alınca, sayı itibarıyla az
fakat etki itibarıyla güçlü olan bir takım müslümanlar daha önce hiç şüphe
etmedikleri dini ve manevi değerlerinden şüphe etmeye, dini, ilerleme ve
gelişmenin önünde engel olarak görmeye başlamışlardır. Yönetici kadroların da
basiretsizliği ile etki daha da derinleşmiştir. ********
Bu sürecin ürünü
olan ‘İslâm Modernizmi’nin ilk temsilcileri Seyyid Ahmed Han, Cemaleddin Afgani
ve Muhammed Abduh’tur. İsmi anılan kişiler İslam dünyasında başta ilim adamları
olmak üzere birçok kişiyi etkilemiştir. Artık insanlar din alanında çok
derinliğine bir eğitim almadan da bir şeyler söyler olmuş, sözlerinin ses
getirmesi için bazı Batılı düşünceleri kendi söylemlerinin arasına
serpiştirmişlerdir. Seyyid Ahmed Han’la başlayan bu süreçteki ortak nokta;
Batı’ya ve Onun değerlerine karşı, Batının anlayış usûllerini kabullenen bir
gündeme sahip olmadır. (1)
Kur’an ve Sünnetin
kendi dinamiklerinden neşet eden Tefsir Usûlü’ne ve o usûl çerçevesinde
istinbat edilen anlamlara bir başkaldırı tarzında gerçekleşen yeni
yaklaşımların Kur’an’ı anlayış usûlünde önerdikleri köklü değişiklikler içinde;
Muhammed Abduh’un ‘İctimai’, Seyyid Ahmed Han’ın ‘Modernist’ ve öncülüğünü
Fazlur Rahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer
tutmaktadır.********
Kuran’ın, Hz.
Rasulullah’ın (sav) yaşadığı miladi yedinci asra yönelik ilahi bir müdahale
olduğunu ve mevcut hükümleri ile bu günün insanına hitap etmediğini iddia eden
tarihselciler içerisinde Fazlur Rahman, Mısırlı felsefe hocası Hasan Hanefi,
Nasr Hamid Ebu Zeyd, Cezayirli Muhammed Arkoun, Fransız Roger Garaudy ve Muhammed
Abid el Cabiri önemli bir yer tutmaktadır. *********
Bu modernistler
arasında Fazlur Rahman’ın oldukça kritik ve etkili bir pozisyonu bulunduğu
dikkati çekmememiz gerekir. Özellikle metodoloji (usûl) çalışmalarıyla dikkat
çeken ve akademik camia arasında etkili olduğu gözlenen Fazlur Rahman,
Tasavvuf’tan Hadis’e, Fıkıh’tan Kelam’a kadar İslamî disiplinlerin tamamı
hakkında yenilikçi/modernist bir yaklaşım sergilemiştir. Kendisinden sonraki
modernist tutuma ilham kaynağı olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. İslam
dünyası ve özellikle de Türkiye’de tarihselciliğin öncü ismi(2) olarak kabul
edilen Fazlur Rahman, 1919’da Hindistan’ın Hazara şehrinde, dindar bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Diyobendî ekole mensup bir alimdi. Fazlur
Rahman, ilk eğitimini babasından aldıktan sonra medrese eğitimine başladı.
Ailesi 1933 yılında Lahor kentine taşınınca üniversiteye gitti. 1940’ta Pencap
Üniversitesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede yaptığı yüksek lisansını 1942
yılında tamamladı ve aynı yıl bu üniversiteye asistan olarak atandı. 1946-1949
yılları arasında Oxford Üniversitesi’nde doktora çalışması yaparken bir
taraftan da İslam felsefesi ile ilgilendi. Bu dönem, Fazlur Rahman’ın geçirdiği
zihniyet dönüşümü bakımından bir dönüm noktası olmuştur.
Bunu kendisi şöyle
ifade eder: “İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde doktora öğrenimi yaptıktan ve
Durham Üniversitesi’nde ders vermeye başladıktan sonra, daha önce almış olduğum
modern eğitim ile geleneksel eğitimim arasında bir çelişki hissettim. 1940’lı
yılların sonu ile 1950’li yılların başlarında felsefe çalışmaktan doğan ciddi
bir şüphe dönemi geçirdim. Bu, geleneksel inançlarımı darmadağın etti.”(3)*********
Doktorasını
tamamladıktan sonra Oxford’da Fars Medeniyeti ve İslam Felsefesi hocası olarak
ders vermeye başladı; arkasından Durham Üniversitesi’ne, 1958 yılında da Kanada
McGill Üniversitesi’ne geçti. Burada üç yıl çalıştıktan sonra Pakistan’da
askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren Eyüp Han’ın daveti üzerine Pakistan’a
gitti. Eyüp Han’a danışmanlık, İslamî Araştırmalar Enstitüsü’nde idarecilik ve
müdürlük yaptı (1961-1968); İngilizce Islamic Studies ve Urduca Fikr-o-Nazar
dergilerini çıkardı. Bu enstitü bünyesinde çok sayıda talebeye dersler verdi ve
yurtdışına gitme imkânı sağladı.
Burada kaleme
aldığı kitap ve makalelerde ortaya attığı görüşler dolayısıyla Pakistan
ulemasının büyük tepkisini çekti. Gittikçe artan tepkiler onu 1968 yılında
Pakistan’ı terk etmeye zorladı. Amerika’ya gitti; 1969 yılında Chicago
Üniversitesi’ne hoca olarak intisap etti ve 26 Temmuz 1988 yılında vefat edene
kadar burada İslam Düşüncesi Profesörü olarak çalıştı. (4)
Fazlur Rahman’ın görüşleriyle ilgili 2 cilt kitap(5) yazmış olan Dr. Ebubekir Sifil, Fazlur Rahman’ın tarihselcilik görüşünü şöyle değerlendiriyor: Fazlur Rahman’a göre Kur’an, temelde ahlakî ilkeler içeren bir kitaptır ve onun çağrısının esası ahlakîdir. Bu da Kur’an’ın ihtiva ettiği hukukî hükümlerin bile ahlakî çerçevede anlaşılması gerektiğini ifade eder. Bir diğer deyişle Kur’an’ın ahkâm ayetleri bizler için bugün somut hükümler değil, bu hükümlerin gerisinde bulunan ahlakî ilkelerin esas olduğunu anlatır.
Kur’an’ın
tarihselliği (içerdiği hükümlerin Hz. Peygamber (sav dönemine mahsus olup bugün
aynen uygulanamayacağı) tezinin alt yapısını teşkil eden bu anlayışı Fazlur
Rahman şöyle ifade etmektedir: “İslamî çağdaşçılığın bir anlamı varsa, o da
kesinlikle şeriatın muhtevasının değişime, büyük ölçüde ve çok yönlü bir
değişime tabi tutulması gerektiğidir. Bu makalede belirtildiği şekilde değişim
ilkesi kabul edilirse bu faaliyet hiçbir şeyle sınırlandırılamaz; hatta
Kur’an’ın kanun koyan ayetleri dahi bu yeni yorumun kapsamı dışına itilemez. Bu
ilkenin tek sınırı ve gerekli çerçevesi, Kur’an’ın sosyal gayeleri, temel ve
ahlakî ilkeleridir.”(6)**
Çünkü özel olarak
Fazlur Rahman’a, genel olarak İslam modernistlerine göre Kur’an VII. Yüzyıl
Arabistanı’nda nazil olduğu için, içerdiği somut hükümler de o topluma yönelik
olmalıdır. Günümüz modern insanı ve toplumuyla o dönemin insan ve toplumu
arasında, insanî özellikler bakımından büyük farklılıklar vardır. O dönemin
insanı hayli “ilkel” ve “geri” olduğu için Kur’an’ın hukuki hükümleri onları
“yola getirecek” tarzda gelmiştir. Fazlur Rahman bu durumu şöyle ifade eder:
“Kur’an, Allah’ın ezelî kelamı olmakla beraber yine de öncelikle belli bir
sosyal yapıya sahip olan muayyen bir topluma hitap etmektedir. Hukukî açıdan
ifade edecek olursak, bu toplum ancak o kadar ileri götürülebilirdi, daha fazla
değil.”(7)*******
Ona göre
“Kur’an’da az sayıdaki “yasama ile ilgili” ayetler de Arap toplumunun örfü ve
tatbikata ilişkin kuralları ile bağlantısı içinde doğmuştu.”(8) Dolayısıyla
Kur’an’ın somut yasama ihtiva eden ayetleri tarihseldir ve bugün aynen
tekrarlanamaz.******
Herhangi bir
meselenin Kur’anî çözümünü elde etmek için yapmamız gereken iki yönlü bir
hareket bulunduğunu söyleyen Fazlur Rahman, bu iki yönlü hareketi şöyle ifade
eder: “Birincisi, nazil olduğu zamanın konu ile ilgili mevcut toplumsal
şartlarını göz önünde tutarak, Kur’an’ın somut olayları işleyişinden, bir bütün
olarak Kur’an’ın hedeflediği genel ilkelere doğru hareket etmektir. İkincisi,
bu genelleme düzeyinden günümüzde geçerli olan konu ile ilgili mevcut toplum
şartlarını göz önünde tutarak şu anda uygulanmak istenen özel yasamaya doğru
hareket etmektir.”(9)******
Bunun anlamı ve
açılımı şudur: Kur’an’ın herhangi bir olaya hüküm getirirken hangi esasları göz
önünde bulundurduğunu tesbit etmek için, ilgili Kur’an ayetinin nazil olduğu
özel olayı ve toplumsal şartları inceleyerek buradan bir genel ilke çıkarmak
şeklindeki birinci hareketin ardından günümüze gelerek, somut hüküm vermek
istediğimiz olayı, toplumsal şartlar ve diğer hususları dikkate alarak
incelemeli ve daha önce elde ettiğimiz genel ilkeyi bu somut olaya nasıl
uygulayabileceğimizi araştırmalıyız.********
Tabii olarak bu
durumda varacağımız sonuç, ilgili ayetin öngördüğü somut hüküm ile
bağdaşmayabilecektir. Ama Fazlur Rahman’a göre bunun bir önemi yoktur. Önemli
olan o hükmün arkasındaki genel ilkeyi hayata geçirmektir. Buna bir müşahhas
örnek vermek gerekirse Fazlur Rahman’ın kadınlara mirasla ilgili görüşüdür.
Fazlur Rahman’ın bu konudaki görüşünü bizzat kendisinden dinleyen Prof. Dr.
Mehmed Said Hatiboğlu bir söyleşisinde şunları naklediyor:”Amerika’da yaşayan
ve orada vefat eden Fazlur Rahman adlı Pakistanlı bir âlim var. Pakistan’da
İslamileştirme Kurumu’nun başına getirilmiş ve orada barınamamıştı da
Amerika’ya gitmişti. Ankara’da bir konferans sebebi ile bulunduğu dönemde, ben
bu meseleyi ona sorduydum. Ne diyeceğini tahmin ettiğim için –hocanın
kitablarını okumuşuz– kendisine soruyu uzun boylu sordum ki kendisi sadece evet
veya hayır desin:
“Hocam, Peygamber
(as.) döneminde miras ayetiyle, geçim mesuliyetleri olmadığı için kadınlara
yarım pay verilmiş. Ama bugün kadınlar geçim mesuliyetlerini alıyorlar, idari
sorumluluklara geliyorlar. Bugün bu miras eşitlenebilir. Siz böylemi
düşünüyorsunuz?” dedim. Hoca ayağa kalktı.”Evet” dedi.”Hatta günümüzde
kadınlara erkeklerden daha fazla pay vermek Kur’an hukukuna ve ahlakına daha
uygundur.”(10)*******
Fazlur Rahman’a
göre, Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır.
Ya bütünü ile laik
Batı’ya entegre olmak yahut da İslam’ı yeni bir içtihat metodu (tarihselci
yorum usûlü) ile yorumlayarak yeniden hayatın bütün alanlarına sokmak, böylece
çağdaş dünyaya, laik olmayan, fakat İslami geleneğe değil, Kur’an’ın ahlaki ve
sosyal amaçlarına uygun yeni kurum ve kurallara dayanan bir alternatif model
sunmak. ********
Ona göre,
tutulması gereken yol bu ikincisidir. Gelenekçi ve muhafazakar yaklaşım ve
tutumlar ile bazı Müslüman modernistlerin ‘süküt, ikiyüzlü idarecilik, geleneği
kullanmak ve tedrici-seçmecilik’ tavır ve yaklaşımlarının varacağı sonuç, İslam
dünyasında ve Müslümanların hayatında giderek laisizmin ve sekülarizmin
hakimiyet kurması olacaktır. (11)
Müslümanları
Kuran’ın indiği devre dönmeye çağıran Fazlur Rahman önerdiği “Etkin Tarih”
teziyle Allah’ın (cc) ezeli kelamı Kuran’ı, tarihi ve kültürel değerlerin karşı
konulamaz yönlendiriciliği altında şekillenmekle izah ederken şunları söyler:
“Kuran’ın anlaşılması için onun nesnel ortamı şüphesiz ki olmazsa olmaz bir
usûldür; çünkü özellikle Müslümanlar için mutlak kuralsal olması açısından
Kuran, Allah’ın (cc) tarih içerisinde cereyan eden durumlara Peygamberin (sav)
zihni vasıtasıyla verdiği cevaplar olduğu için bu zorunluluk daha da
güçlenmektedir.”(12)
İhsan Şenocak,
yukarıda serdetmeye çalıştığımız Fazlur Rahman’ın tarihselcilik görüşünü şöyle
eleştirir:”Fazlur Rahman’ın, İslam ümmeti için yegane kurtuluş yolu olarak
gösterdiği tarihselcilik gerçekte kilisenin skolastik müktesebatını
insanileştirmek için doğan bir anlayış tarzıdır. Aydınlanma devrinde öz adıyla
tedavüle çıkan tarihselcilik, Hıristiyanlık kültürü içinde oluşum sürecini
tamamlayınca, oryantalistler tarafından İslam dünyasına taşındı ve Kur’an’a
tatbik edildi. Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmeyen Oryantalizm, tarihselci
anlayış çerçevesinde ayetlerin evrensel duruşlarını reddetti. Onlara göre,
Kuran-ı Kerim belli bir tarihliliğe sahipti ve yalnız o bağlamda ele
alınmalıydı.
Oryantalizmin,
vahiy gerçeğini inkar edebilmek için Kur’an’ı Kerim’e uyguladığı tarihselciliği
Fazlur Rahman’ın İslam ümmetinin sekülarizme esir olmaktan kurtulmasının tek
çaresi olarak göstermesi sadece İslam düşmanlarını inandırabilir. Zira böyle
bir anlayış zehiri ilaç kabının içine koyup şifa niyetine hastaya içirmekten
başka bir şey değildir.
Gerçekten Müslüman
modernistler İslam dünyasını kuşatan sosyo-kültürel krizi aşmak istiyorlarsa,
öncelikle işe, modern değerlerin ve de Batı’da olduğu hali ile iktibas
ettikleri tarihselciliğin tarihselliğini ilan ederek başlamalıdırlar. Çünkü
İslam coğrafyasının fikri rekaketi içi doldurulmadan ithal edilen modern
değerlerin tahribatıyla oluşmuştur. Bu yüzden tedavinin gerçekleşmesi, teşhisin
doğruluğuna bağlıdır.
Tarihselciliğin
İslam coğrafyasındaki versiyonunun öncelikle müstemleke muamelesi gören
insanların ülkelerinde neşvü nema bulması, onu kabul eden Müslüman
modernistlerin zihnen tükendiklerinin, terkib ve tahlil ameliyelerini
yitirdiklerinin ve bu yüzden de kendileri olabilmeyi düşünemediklerinin
izharıdır. Bu nedenle tarihselcilik, zihnen mağlubiyetin getirdiği reaksiyoner
bir anlayış sistemidir. Bu anlayış, İslami ilimlere kısmen vakıf olan
modernistleri bütünü ile İslam geleneğinden koparmıştır.
Ortaya, İslam’a
göre şekillenen bir hayat yerine, hayata göre şekillenen bir İslam çıkmıştır.
Çünkü yaşanan krizi, cemiyete müdahale eden müceddit akılla aşan geleneksel
ulemanın yerini her türlü müdahaleye açık tarihselci müteceddit akıl
almıştır.”(13)*****
Ziyaüddin Serdar
da, Fazlur Rahman’ın görüşlerini şöyle değerlendirmekte: “Fazlur Rahman’ın
‘İslâm’ı İslam’ı oryantalistlerin tarzında yeniden kurmaya yönelik modernist
bir teşebbüstür. Böylece onun, sünnet kritiği Joseph Schact’a dayandı, İslam
tarihi analizi H. A. R. Gibb’inkinin esasına dayalı olarak hazırlandı ve
seçtiği konuya olan tüm yaklaşımları ise, öğretmeni ve ruhsal öğütçüsü W. C.
Smith’in düşünceleri ile köklendi. Bizim Fazlur Rahman ve diğer
öğrenci–oryantalistlerin çalışmalarını ciddiye almamız için esaslı bir neden
yoktur. Onlar, daha çok kendi gruplarının diğer üyeleri ve oryantalistler için
yazılmışlardır. Gerek oryantalistler gerekse öğrenci Müslümanlar oksidental
medeniyetin ve onun ruhsal hamisi Hıristiyanlığın üstünlüğünü göstermeye
uğraşıyorlar.”(14)
“İslam
Modernizmi”nin çağımızdaki belki de en önemli siması olan Fazlur Rahman kendi
tabiriyle “bir modernist olarak” üzerinde konuşulup tartışılması gereken bir
düşünürdür. Özellikle Türkiye, Endonozya, Malezya gibi arap olmayan ülkelerde
daha bir popüler olan Fazlur Rahman, ülkemizde özellikle ilahiyat çevrelerinde
–bilhassa Ankara ilahiyat- görüşleriyle revaçtadır. Buna birtakım yöneticilerin
de katkıda bulunması manidardır. Nitekim İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, 22-23
Şubat 1997 tarihlerinde Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre Merkezi’nde “İslam ve
Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi” adı altında uluslararası bir sempozyum
düzenlemiş, yerli ve yabancı çok çeşitli simaların katıldığı sempozyumda Fazlur
Rahman’ın düşünceleri üzerinde durulmuş ve Fazlur Rahman’ın İslam dünyası için
çok büyük bir değer(!) olduğu lanse edilmiştir. (15)
İlahiyat
çevrelerinin bunca çabası ve bazı yöneticilerin desteklerine rağmen şunu açıkça
söyleyebiliriz ki, Fazlur Rahman’ın fikirleri Türkiye’deki İslami kitlelerde
pek bir etki yapmamıştır.
PRF.
MUSTAFA ÖZTÜRKÜN KURANIN TARİHSELLİK AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ!
Evet, ben Kur’an konusunda tarihselci yaklaşımı
benimsemiş biriyim. İlahiyat akademyasında bu yaklaşımı benimseyenlerin yok denecek
kadar az olduğunu biliyorum. Ama aynı zamanda hem gizli tarihselcilerin hem de
sözde evrenselci özde tarihselcilerin varlığını da çok iyi biliyorum. Bununla
birlikte, tarihselcilik denince kim bundan ne anlıyor, pek bilmiyorum.
Çoğunlukla herkesin kendi zihninde kurduğu tarihselciği anlattığını ve bunun
üzerinden, buna göre değerlendirmeler yaptığını görüyorum.
Bu konuda en azından kendi bakış açımı ve yaklaşımımı
etraflıca ortaya koyacak bir metin yazmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum;
lakin ders, tefsir, tez, tebliğ, konferans, paralelle savaş vs derken, şöyle
birkaç ay kadar bir kenara çekilip adamakıllı bir metin oluşturma imkânı
bulamıyorum; ama eğer Allah izin verirse bu işi yapacağıma söz veriyorum.
İmdi, ben bunları niye söylüyorum; hemen arz edeyim,
şundan söylüyorum: Bir asistan arkadaşımıza gönderilen özel facebook mesajında,
çok sevdiğim dostum Prof. Dr. Adil Çiftçi’nin -eğer aklımda yanlış kalmadıysa
Duha ve İnşirah sureleri üzerine facebookta yazdığı bir yazıda tarihselciliği
benim anladığım tarzda anlamadığını, Fazlur Rahman’ın iki hareketli anlama ve
yorumlama yönteminin çok sağlam ve sağlıklı bir yöntem olduğunu ve fakat buna
tarihsel değil, varoluşsal anlama yöntemi denmesi gerektiğini belirtmesi ve söz
konusu arkadaşın da bu mesajdan bizi haberdar etmesidir.*******
Bilindiği gibi, Türkiye’de Kur’an ve tarihsellik
tartışmaları 1990’lı yılların özellikle ikinci yarısında hız kazandı ve fakat
2000’li yılların başlarından itibaren büyük ölçüde üstü kapandı. Tartışmanın
ivme kazandığı dönemlerde Fazlur Rahman deyim yerindeyse mihver haline geldi ve
merhumun Kur’an’a dair görüş ve yorumlarının ülkemiz insanıyla buluşmasına
sevgili dostum Adil Çiftçi birçok çeviri ve telif makalesiyle ciddi bir katkı
verdi. Ama gelin görün ki tarihsellik meselesi maalesef heder edildi ve bir
anlamda gümbürtüye gitti. Geriye kala kala, o gün bugündür hükümranlık tahtında
oturan ve halen gücüne güç katan evrenselci muhafazakâr söylemin özellikle
İlahiyat camiasında tesis ettiği engizisyon ve cadı avında kullandığı bir
“tarihselci” yaftası kaldı.
Abbasiler dönemindeki Mihne hadisesini az çok
anımsatan bu sürecin sonunda kimi eski tarihselciler müthiş kıvrak manevrayla
yeniden gelenekçiliğin faziletlerini (aslında avantajlarını) keşfetti, kimileri
Türkiye’de ve bilhassa İlahiyat çevrelerinde yaşanan iğrenç olaylara kahredip
yurt dışına gitti; tarihselcilik çizgisini koruyan birkaç kişi ise tabir caizse
ülkenin dört bir yanına dağılıp yalnızlığa ve bir nevi menkubiyete terk edildi.
17 Aralık’tan bugüne kadar yaşanan süreçte ise olup bitenleri farklı
zaviyelerden okuma neticesinde, bu birkaç menkub da kendi içinde ihtilafa
düşüverdi. Kısaca, dağıla dağıla, bölüne bölüne tek hücreli canlı noktasına
gelindi.
Görüldüğü gibi, hikâyemiz çok dramatik. Olsun,
gam-kedere mahal yok, en azından benim için yok. Çünkü ben bugüne kadar kendi
işimi hep kendim yapmaya çalıştım; üstesinden gelebildiğimi başardım,
gelemediğimi bıraktım. Şimdi bir kez daha anladım ki bu tarihsellik meselesinde
de tek başıma yoldayım. Ama hemen belirteyim ki önemli olan teklik-çokluk
meselesi değil; ne söylediğimizi doğru anlatabilme ve doğru anlaşılabilme
meselesidir. Bu yüzden sevgili dostum Adil Çiftçi’nin mesajı vesilesiyle,
tarihsellik konusundaki meramımı kısa bir şekilde yeniden ifade etmem gerekir:
Evet, bana göre de tarihsel denen Kur’an okuma/anlama
tarzı varoluşsal karakterlidir. Çünkü tarihsel bakışla okumanın temel amacı,
kendisiyle fiilî varlığımız arasında iman üzerinden tesis edilmiş çok sıkı bir
bağ bulunan Kur’an,
“Bugün bize ne diyor, bizden ne istiyor?” sorusunun en
doğru ve sahici cevabını bulmaktır. Bu cevap, “Kur’an yüce Allah’ın kelamıdır;
bu yüzden bize ne söylediği konusundaki mesajı bugün tam olarak kavrayamasak,
hatta hiçbir şey söylemiyor sonucuna varsak da, işin gerçeği böyle değildir;
Kur’an mutlaksa evrensel bir şeyler söylüyor olsa
gerektir” gibi bir varsayıma yaslanmak ve konformist bir tutum içinde bu
söylemin keyfini çıkarmak değildir. Aksine söz konusu cevabı bulmak için, önce
Kur’an’ın ilk hitap çevresinde ne söylediğini, o gün orada neler olup bittiğini
mümkün mertebe en iyi şekilde anlamaya çalışmak, kimi zaman yırtınmayı
gerektiren bu anlamadan bir öz/çekirdek anlam çıkarmak, daha sonra o
öz/çekirdek anlamın bugünkü tarihsel tecrübedeki ve kendi varoluşsal gerçekliğimizdeki
karşılığını bulmaya çalışmaktır.
Merhum Fazlur Rahman’ın iki etaplı/hareketli
yöntemiyle anlatmaya çalıştığı mesele de temelde bu meseledir. Bu yöntemin ilk
etabı anlama ve açıklama, ikincisi yorumlama ve uygulamadır. Anlama ve açıklama
etabı, tarihî geçmiş ve yaşanmışlıkla ilgili olduğundan, eldeki bilgi
malzemesinin otantikliği ve güvenilirliği nispetinde nesnel ve objektif
sonuçlar verir. İkinci etap ise yorumun konusu olduğu için temelde sübjektif
karakterlidir. Ancak unutmamak gerekir ki her rey ve içtihad çabası da
sübjektiftir ve bizim burada yorum dediğimiz şey de içtihattan çok farklı bir
şey değildir.
Aslında buraya kadar gelenekselci yaklaşımı çok
rahatsız edecek bir husus mevcut değildir. Rahatsızlık, Kur’an’ın açıkça
konuştuğu ve hüküm kurduğu hususlarda da içtihadın işletilmesi noktasında
kendini gösterir. En azından benim tarihselciliğim, Kur’an’ın açık hükümler
düzenlediği hususlarda da bugünkü tarihî tecrübeyi ve bu tecrübe içindeki
varoluş gerçekliğimizi dikkate alarak içtihadda bulunmak gerektiği fikrini
içerir.
Bu fikir Kur’an’daki ahkâmın lafzî mucibince aynen
bugün de uygulanabilir olmadığı kabulünü de içerir. Özellikle toplumsal düzen
ve hukuk alanı insan ve toplum içindir; toplum ve pratik hayat ise sabit değil,
değişkendir. Bu yüzden, pratik hayatın tanzimiyle ilgili hükümlerin değişmesi
ve değiştiği bedihi bir gerçektir. Bu gerçeklik, “Allah tarih üstü bir
varlıktır; bu yüzden Kur’an her ne kadar belli bir tarihsellikle kuşatılmış bir
ilk hitap çevresine nazil olmuşsa da, O’nun zatının ezelî ve ebedi oluşu
kelamındaki ahkâmı da tarih-üstüleştirir” gibi söylemlerle, inkârı gayri kabil
bir gerçeklik olmaktan çıkmaz.
Sonuç olarak, Kur’an’da hüküm vardır; ilk nazil olduğu
gün gibi aynen uygulanır; Kur’an’da hüküm vardır; bugünkü olgusallıkta menatı
yoktur. Bizim işimiz, hangi hükmün hangi mahiyette olduğunu ortaya koymaktır.
Öte yandan, Kur’an’da ayet/ayetler vardır, bunların
ilk hitap çevresindeki muhatapları müşrikler ve kâfirlerdir; ama bugün o
ayetlerdeki muhteva kişiliğimiz ve hayat pratiğimizde de az çok karşılık
bulduğu için, muhatap kitle hem kâfirler hem de biz müminlerdir. Bu bağlamda
müşrikleri mal-mülk biriktirme ve dünyevileşme açısından eleştiren ayetler
bizim, özellikle bilerek ya da bilmeyerek dünyevileşme seline kapılıp giden
zengin müminler için ibretlik birer örnektir.
Görüldüğü gibi, tarihselcilik, “Kur’an’ın söylediği
her şey sadece o gün ve o günkü muhataplar içindir, demek değil, tam tersine o
gün müşriklere hitap eden ayetlerin muhatabı bugün pekâlâ müminler olabilir”
demeyi de gerektiren bir okuma/anlama biçimidir. Günümüz insanına hangi ayetin
ne söylediği veya söylemediği üzerinde kafa yormak, bu konuda bir sonuç ortaya
koymak da biz müminlerin işidir. Allah bize bunca kabiliyeti acaba niye verdi,
dersiniz.
İki yüz elli, hadi bilemediniz üç-yüz elli ahkâm
ayetinin lafzî anlam sınırları dâhilinde, miladi 632 yılından kıyamet gününe
kadar dünya üzerinde ortaya çıkacak bütün beşerî, içtimai, hukuki, iktisadi
olaylar ve sorunların çözüleceğini savlamak, Allah’ın biz müminlere bahşettiği
akıl nimetiyle alay etmek değildir de nedir? Bundan da öte, Kur’an’daki birçok
hukuki içerikli ayeti bugünkü hayat tecrübemiz içerisinde bir kez dahi tatbik
etmediğimiz, üstelik tatbik ihtiyacı hissetmediğimiz, dahası bundan hiçbir
rahatsızlık da hissetmediğimiz halde, sadece bizi ve bizim gibi düşünenlere
tarihselci demek, gayr-i ahlakilik değil midir?
Not: Def’aten ve irticalen yazıp sonradan bir kez daha
okuyamamaya bağlı imla ve ifade kusurlarım affola!
Sayın Mustafa Öztürk böyle yazıp bitiriyor makalesini.
Şimdi Böyle bir Kur’an anlayışına yaklaşımın ne gibi yanlış sonuçlar
doğurduğunu gücümüzün yettiği dilimizin döndüğü kadar izah etmeye çalışalım
İnşallah.
KUR’AN DOĞRU BİR ŞEKİLDE GEÇMİŞTE GÜNÜMÜZDE VE GELECEKTE
NASIL ANLAŞILIR?
Kur’an; Yerleri ve gökleri yaratan
Allah’ın, kendisine inanan müminlerin yaşam biçimlerini hayat
tarzlarını, ilk insanların yaratılışından başlayarak, şu anda ve kıyamete kadar
yaşayacak olan insanların yaşam biçimlerini hayat tarzlarını düzenlemiş
düzenleyen ve düzenleyecek olan, Allah’ın nebiler aracılığı ile sunulan bir
hayat ve yaşam projesidir.
Her ideoloji ve her sitem kendi içerisinde
değerlendirilerek anlaşılır. Kur’an da kendi sistematiği içerisinde
anlaşılmalıdır. Kur’an’ı kendi sistematiği içerisinde anlayabilmek için de,
Kur’an’ın kendi içerinde geçen ayetlerin tarihselliğini insanların ortaya
koyduğu zan ve tahminle ortaya koydukları tarihlerden değil, kendi içerisinde
geçen bir başka ifadeyle koruma altına alınmış tarih içerisinde Kur’an’ı
anlamak gerekir.
Bana Kur’an’nın dışında insanların ortaya koydukları
ideoloji ve yaşam biçimleri içerisinde kendi içlerinde tutarlı çelişkisiz bir
yaşam ve hayat tarzı koyan bir tane insan gösterin. Bu Mümkün değildir. Çünkü
insan eksiktir çünkü insan nankördür. Ama Kur’an kendi bütünlüğü içerisinde
Anlayabilenler için çelişkisiz, İlahi bir kitaptır.
4/ 82- Onlar hala
Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı,
kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kur’an’daki bir ayeti doğru
anlamak, insanları şu sonuca götürmesi gerekir. 1- Kur’an içerisinde geçen bir ayet, diğer
ayetlerle çelişmez, 2-evrensel yasalarla çelişmez,3- akıl ve mantıkla çelişmez.
4- uygulamada yaşamda pratikte de çelişkisiz bir sonuca varılır.
Bana şu anda bir savaş olsun
ki, onu dört tarihçi veya onu dört gazeteci anlatsın da, hepsinin anlattıkları
birbiri ile tam bir uyum halinde olsun. Ben şahsen görmedim gören bilen varsa
bildirsin. Peki, Bundan yüz sene; bundan bin sen, hatta bundan bin beş
yüz sene önce inmiş şu Kur’an’ı tarihsel bir yaklaşımla nasıl çelişkisiz bir
anlatım ile anlaşılabilir veya anlatılabilir?
Ancak yerleri ve gökleri
çelişkisiz yaratan Allah, ancak insanların yaşam biçimini hayat tarzını da
çelişkisiz olarak ortaya koyabilir. İşte O çelişkisiz yaşam ve hayatın kaynağı
sadece ve sadece Kur’an’dır.
67/ 3- O,
biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır.
Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
Bir taraftan Allah Kendi göndermiş olduğu Kur’an
içerisinde çelişki olmadığından bahsederken, bir taraftan da yaratmış olduğu
evrende çelişki olmadığından söz etmektedir.
Kur’an’da çelişki yok, Evrende çelişki yok, peki,
insanların din algılamasında bir çelişki varsa, bunda bir yanlışlık bunda bir
sapmışlık olduğu düşünülmez mi? Elbette din anlayışında da veya yaşamında da
bir çelişki olmaması gerekir.
30/ 30-
Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına
çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir
değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu
bilmezler.
Vermiş olduğum bu ayetler,
Allah’ın yaratmış olduğu kâinatla Allah’ın göndermiş olduğu Kur’an’ın
söyledikleri asla ve asla birbirleri ile çelişmez ve çelişmemesi de gerekir.
Öyleyse Tarihselcilik,
hadisçilik, mezhepçilik, cemaatçilik, tarikatçılık, hepsinin yolları doğru ise,
bu ayrışmalar bu farklı anlamalar neyin nesidir. Hiçbir tarihçinin söylediği
hiçbir tarihçinin söylediğini tutmuyorsa, hiçbir mezhep imamının söylediği
hiçbir mezhep imamının söylediği ile uyum sağlamıyorsa, hiç bir Tarikat ehlinin
söyledikleri ve yaşadıkları diğer tarikat ehli olanlarla uyum sağlamıyor. Peki,
bu nasıl Kur’an’ı anlama Kur’an’a iman etme ve Kur’an’ın yol göstericiliğinde
yola gitme oluyor. Bir başka ifadeyle Tevhit oluyor.
Tevhit; Allah’tan başka hiç
bir ilah rab kabul etmeden sadece ve sadece onun peygamberlerle göndermiş
olduğu vahiy orijinli söylemde eylemde, yaşamda ve imanda tek bir ümmet ve tek
bir şeriat içerisinde bütünleşmek demektir.
5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,)
önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı
(Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana
gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz
için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek
ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda
yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz
şeyleri size haber verecektir.
Ayetin vermek istediği temel
mesaj şudur. Allah’ın insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa göndermiş
olduğu dinin adı İslam, teslim olanların adı da müslümandır. İşte Kur’an’ın
“Tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olanlar” dediği bunlardır.
“Sizden her biriniz için bir
şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” Bu ifade Gönderilen vahiylerin yolundan
sapan, Rabbin tanımladığı yolun dışında yol alan insanlar için söylenmiş bir
ifadedir. Bu gün gerek Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri kabul etmeyen
ateistler veya deistlerin, Gerekse Peygamberlik olayına inandım dediği halde
Allah adına Allah’tan olmayan din uyduran Kitap ehli olanlar, Kur’an’a göre
hep, ayrı şeraitler ayrı ümmetler, olanlardır.
Allah ne bir Yahudilik dini,
ne bir Hıristiyanlık dini ne bir Sünnilik dini ne de bir şialık dini
göndermiştir. Bu isimleri onlara koyan Allah değil, kendileri koymuşlardır.
Allah kendi yolunda dosdoğru gidenlere, Müslüman ismini vermiş, Müslüman
kelimesinden başka bir isim koymamıştır.
Bütün peygamberler geldiklerinde, istisnasız hepsi
Müslüman olduklarını ve Müslüman olanların ilki olduklarını söylemişlerdir.
41/ 33- Allah’a çağıran,
salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel
sözlü kimdir?
Kur’an içerisinde yaklaşık
olarak kırk dokuz ayette Müslüman kelimesi geçmektedir. Bunlardan birkaç
tanesini nakletmeye çalışayım.
3/ 102- Ey iman edenler,
Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak
Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.
7/ 126- “Oysa sen, yalnızca,
bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden
intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak
öldür.”
3/ 52- Nitekim İsa, onlarda
inkarı sezince, dedi ki: “Allah için bana yardım edecekler kimdir?” Havariler:
“Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar
olduğumuza şahid ol” dediler.
Kur’an Kur’an’la
anlaşılmalıdır. Tarihi kaynaklar Kur’an’ı doğru anlatmaya gücü yetmez. Kur’an’daki
ayetleri doğru bir şekilde ortaya koyabilmek için, Allah İnsanlardan iki belge
istemektedir. Birincisi vahyi belgeler- İkincisi de, kayıt altına alınmış
sosyolojik olaylar ve eşyanın belgesini istemektedir.
Önce Kur’an’ın Nasıl
korunduğu ile ilgili Kur’an ayetlerinden bilgiler vererek anlamaya çalışalım.
KUR’AN ALLAH TARAFINDAN
KORUNMUŞ BİR KİTAPTIR.
15/ 9- Hiç şüphesiz, zikri
(Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.
İman edenler için bütün
peygamberlere gelen vahyi bilgileri Allah indirdi. Ancak Kur’an’ın yazılışını
dizilişini korunuşunu, insanlar eliyle yazdırdı ve insanlar eliyle Allah
korudu.
25/ 4- İnkar
edenler dediler ki: “Bu (Kur’an) olsa olsa ancak Onun uydurduğu bir yalandır,
kendisi düzüp uydurmuş ve Ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.”
Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.
25/5- Ve dediler ki: “Bu, geçmişlerin uydurduğu
masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.”
25/6- De ki: “Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen
(Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
Yukarıda vermiş olduğum bu ayetler, Kur’an’ın Bizzat Allah
tarafından gönderilmiş olduğunu ve aynı zamanda Korumasını bizzat Allah
insanlar eliyle yaptığını bize anlatmaktadır.
Somut bir örnekle, diğer Allah’tan gelen kitapların Kur’an
gibi korunmadığının sebebini anlatmaya çalışalım. İlk Kuran tilaveti sesli
okunuş olarak bin sekiz yüz seksen beş tarihinde gündeme gelmiş. Bunun sebebi
Sesin kayıt altına alınıp saklanması için mutlaka sesi kayıt altına alan ses
kayıt cihazının olması gereklidir. Ne zaman plaklar kasetçalarlar teypler video
kameralar icat edildi, ses kayıtları o zaman gündeme gelmeye başladı.
Tıpkı Onun gibi, Kur’an’ın yazılıp belgelenmesi için ya
ezberlenmesi ya da deriler ve kağıtlar üzerine yazılabilmesi için kalemin ve
kağıdın icat edilmesi gerekir. Bunu Bir ayet örneği ile izah etmeye çalışalım.
6/91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey
indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De
ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça
parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz
ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size
öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma
uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.
De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak
getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir
kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin
ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.”
Kur’an kendisinin nasıl korunduğunu izah etmektedir. Elbette
Kur’an’ın korunmuşluğunda en önemli faktör insanlardır. İnsanlık tarihinin
başlangıcından bu tarafa insanlara bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Birisi
vahyi bilgiler, ikincisi de eşyanın bilgisine ulaşılan bilgilerdir. İnsanlık
tarihinin başlangıcında İnsanların bilgileri sıfır idi!
2/ 31- Ve Adem’e
isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru
sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize
öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
2/33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara
isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de
dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim,
gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
Âdem’e bütün isimlerin öğretilmesi İnsanların
ilk yaratılışından son insan yaratılışına kadar devam eden süreç içerisinde
Bilginin sürekli gelerek yenilenmesi ve Bir çekirdeğin filizlenip olgunlaşarak
ağaç haline gelmesinde geçen süreç gibi süreç geçerek bilgi olgunlaşmaktadır.
Bundan on sene yirmi sene elli sene önceki
teknolojiyi düşünün, şimdiki teknolojiyi düşünün. Kırk elli sene gibi bir zaman
diliminde bu kadar insan yaşamında teknolojik farklılıklar olabiliyorsa, bundan
bin sene bin beş yüz sene hatta insanların ilk yaratılışındaki teknolojik farklılıklar
insan aklını durduracak kadar gerilerde olduğu tahayyül bile edilemez.
Yani eskiden Allah’tan peygamber aracılığı ile
gelen bilgiler deriler ve kâğıtlar üzerine yazılıp korunuyorsa şimdi gelmiş
olaydı videolara kayıt edilir korunurdu. Demek ki Son nebiden önce gelen
peygamberlere gelen kitapların korunmayışı Allah’ın onlara ayrıcalık yaptığından
veya onları değersiz gördüğünden değil, teknolojik imkânların onu kayıt etme
konusunda yetersiz kalışından kaynaklanmaktadır.
TARİHSELCİLİK VE EVRENSELLİK NE DEMEKTİR?
Tarihselcilik; Kur’an’ın inmiş olduğu
toplumda, o toplumun örfüne adetlerine göre vahyin veya peygamberin ortaya
koyduğu bir yaşam biçimi hayat tarzıdır. Çağ ilerledikçe bazı Kur’an
hükümlerinin geçerliliğini kaybederek yeniden yorumlamaya ihtiyaç olduğu konusunda
fikir yürütenlerdir.
Evrensellik; Kur’an hükümlerinin değişmez bir
kural olduğunu her çağda her şartlarda geçerliliğini ileri süren ve bu anlayışı
kabul edenlerdir.
Biz bu iki farklı Kur’an’a bakış şeklini hele
hele günümüzde ağırlık konu olan tarihselci görüşün öncülerinden olan Fazlur
Rahman’ın kendi dilinden söylemlerinden örnekler vererek doğru olan yanlarını
ve yanlış olan yanlarını ortaya koyarak Kuran Ayetleri ile karşılaştırmaya
çalışacağız inşallah.
TARİHSELCİLİK;
Kur’an ve Sünnetin kendi dinamiklerinden neşet eden Tefsir
Usûlü’ne ve o usûl çerçevesinde istinbat edilen anlamlara bir başkaldırı
tarzında gerçekleşen yeni yaklaşımların Kur’an’ı anlayış usûlünde önerdikleri
köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’, Seyyid Ahmed Han’ın
‘Modernist’ ve öncülüğünü Fazlur Rahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları
önemli bir yer tutmaktadır.
Modernist ve tarihselci görüş Aslında İslam
toplumlarının yanlış din algısı bunun karşısında teknolojide bilimde sanatta
Küçümsenemeyecek kadar ileri gitmiş batı karşısında yenik düşmeleri, çaresiz
ezilmiş ve zavallı hale gelişleri bazı düşünen çekirdeği İslam, fakat dalları
ve meyveleri modernist olan ilim adamlarını harekete geçirmiştir. Bu gidilen
yolda bir yanlışlık var.
Oysa Bu yanlışlığın kaynağı Kur’an mı yoksa
Kur’an’nın tedavülden kaldırılarak Peygamberi kalkan olarak kullanıp, peygamber
adına uydurulan Hadisler midir? Bir Müslüman olarak bunların düşünülüp masaya
yatırılması gerekirdi.
Batı bin yedi yüz seksen dokuz yılında,
Hıristiyanlık din anlayışının yanlışlığını fark etti devlet yönetimini ekonomik
çalışmaları kiliseden ayırarak kilise sadece ruhbanlara ait bir ayin merkezi
haline getirildi. Daha sonra batıda eşyanın yapısı çözüldükçe teknolojik
gelişmelerde büyük bir ilerleme kaydettiler. Din anlayışı batı için sadece bir
ayin sadece bir haftalık streslerin atıldığı bir şov haline dönüştü. Tabi ki bu
da yine Hıristiyan Avrupalının çok azını teşkil ediyordu.
Onlar ruhbanlığı, ağırlıklı olarak
yaşamlarından kaldırdılar, ama eşyanın konuşma dilini çözerek ilimde
teknolojide yoğunlaştılar. Onlar Allah’ı Kabullendikleri Halde Allah’ın
rabliğini ret ettiler. Yani Biz dünya yaşamında kanunu kuralı biz koyarız
Allah’ı kendi yaşamımıza karıştırmayız anlayışını benimsediler.
Batının Bu ilerleyişini fark eden bazı uyanık
Müslümanlar kendi din anlayışlarından doğruluğu ve yanlışlığı konusunda haklı
olarak şüphe etmeye başladılar. Yine bir alıntı aktararak olayı daha da iyi
anlamaya ve anlatmaya çalışalım.
“Zira Batılıların İslam dünyasını modernleştirme planlarının bir
parçası, misyonerler tarafından devreye sokulmuştur. Bu amaçla, zeki çocukları
kendi ülkelerine götürerek eğitmiş, daha sonra sömürgeleştirilen ülkelerinde
yönetici veya önemli makamların başına getirmişlerdir. Batıda ortaya çıkan
gelişme ve değişme, sömürgecilik ve misyonerlik yoluyla İslam dünyasını etkisi
altına alınca, sayı itibarıyla az fakat etki itibarıyla güçlü olan bir takım
Müslüman’lar daha önce hiç şüphe etmedikleri dini ve manevi değerlerinden şüphe
etmeye, dini, ilerleme ve gelişmenin önünde engel olarak görmeye
başlamışlardır.”
Tabi ki, Şu anda İslam toplumlarında anlatılan ve algılanan din
anlayışını anlayacak olursak gayet doğru Ama Kur’an’ın anlattığı din
anlayışından söz edersek asla doğru değildir.
İslam toplumluklarında gerek hadislerden,
gerek mezhep imanlarından, gerek tefsirlerden gerekse de Kur’an’i olmayan bütün
cemaatlerden öğrenilen din anlayışları İlimde teknolojide adım atmaya engel
teşkil ediyordu.
Daha Çocuk yaşımdan bu tarafa Dünyada ve İslam
toplumlarında anlaşılan ve anlatılan din anlayışları beni meşgul ediyordu.
Yerleri ve gökleri yaratan bir Allah’ın olduğuna inanıyor, Fakat cemaatlerdeki
mezheplerdeki tefsirlerdeki din anlayış farklılıkları beni düşündürüyor ve
uykularımı kaçırıyordu. Din hakkında kaleme alınmış kitaplardan yüzlercesini
okuduğum halde onların hiç birisi beni tatmin etmiyor, onların hepsi çelişkiler
halinde idiler.
Bahsettiğim hiziplerin hepsi Kur’an’ı referans
gösterdikleri halde anlatılan ve yaşanılanların Büyük bir çoğunluğu Kur’an
ayetleri ile uygun olmadığı gün gibi aşikârdı. Kur’an tercümesinden birkaç kez
okuduğumda Gördüm ki bize anlatılanların büyük bir çoğunluğu Kur’an ayetleri
ile uyum sağlamadığını gördüm. O zaman kendi kendime şöyle dedim. Gerçekten Bu
Kur’an mahcur bırakılmış. Önce Bu Kur’an’ın doğru bir anlayışla anlaşılması ve
daha sonra da bir toplum halinde yaşanır hale gelmesi gerekir.
Evet, otuz beş yıldır aralıksız olarak şu Kur’an’ın
kendi dışına çıkmadan kendi bütünlüğü içerisinde ayetlerin ne söylemek
istediğini gece gündüz düşünerek okuyarak anlamaya çalıştım. Kur’an Çağın
hastalığına teşhis koyan ve tedavi eden Yerlerin ve göklerin yaratıcısı
tarafından gönderilmiş hayat kitabının adıdır.
İnsanların gerek Kur’an’ın indiği dönemde,
gerek daha sonraki çağlarda her problemin nasıl çözüleceğinin formülünü vererek
insanların her sorusuna cevap vermiş ve kıyamete kadar da vermeye devam
edecektir. Elbette Kur’an ne bir edebiyat kitabı, ne bir fizik, ne bir
matematik, ne de bir kimya kitabıdır. Kur’an bütün ilimlerin ortaya koydukları
verileri bir formül olarak verir, o formülün çözülmesini açıklanır hale
getirilmesini o konunun uzmanlarına yani, zikir ehline bırakır.
3/ 159-
Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla,
onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen
artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa,
sürekli insanlara bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi, Vahyi bilgiler, Bu
bilgiler sadece nebilerle gelen bilgilerdir. Kur’an bunu şu ayetlerle
açıklamaktadır.
2/ 97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise,
(bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri
doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine
indiren O’dur.
2/98- Her kim Allah’a, meleklerine,
elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin
düşmanıdır.”
Cibril; Allah’ın insanlar içerisinden insan
olan ve insanlarla Allah arasında Allah’ın elçi olarak seçtiği nebilere
vahyetme olayının adıdır. Allah Bu olayı inkar edenlere kafir ve bu olayı kabul
etmeyenlere Allah düşman olduğunu dolayısı ile vahyi bilgilerden nasiplerini
almayanlar Dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşamakta ahiret hayatında da
ebedi olarak cehennemde kalacağını Allah bize vahyi bilgilerle haber
vermektedir.
Peygamberlik olayı ilk Ademler içerisinde
insan soyundan ilk peygamber Adem ile başlayıp, son nebi olan Muhammed ile
noktalanmıştır. Şimdi bu iki ayeti de vererek olayı anlatmaya çalışalım.
3/ 33- Gerçek
şu ki, Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine
seçti;
Burada Bahsedilen ilk insan
olan adem değil ilk insanlar içerisinde nebi ve resul seçilen ve Allah’ın kitap
ve hikmet verip elçi olarak gönderdiği ademdir.
Allah İlk insan toplumundan başlayarak
peş peşe insanlara kendi yolunu göstermek için nebileri son peygambere kadar
ardı arkasına dizmiştir. Hiçbir kavim uyarıcısız kalmamıştır.
2/ 87- Andolsun, Biz Musa’ya
kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da
apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs’le teyid ettik. Demek, size ne zaman
bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir
kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?
26/ 208- Kendisi için bir
uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
Burada Konu içerisinde göz
ardı edemeyeceğimiz Uyarıcının her insanın kendi öz yapısında var olan takva
olgusudur. Her insan yanlış bir davranış yaptığında ona yanlış yaptığını
söyleyen bir ilham gelir. Bu da gösteriyor ki, Klanların Afrika ormanlarında
küresel toplumlardan uzaklaşmış ilkel toplumlarda bile, uyarıcılar mutlaka
vardır.
Kur’an İbrahim peygamberi
örnek verirken de onun kendi dinamikleri içerisinden fıtrat sesinin azami
ölçüde kullanmasıyla kendisine gelen bilgileri miras yolu ile öğrenme değil, fıtrata
yerleştirilen takva sesi ile ortaya çıkarabilmiştir. Onun için “Kur’an’da
İbrahim peygamber tek bir ümmet olarak ismini tarihe kayıt ettirmiştir.
16/ 120- Gerçek şu ki,
İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir
muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.
Evet, Peygamberlik olayı son
nebi ve resul ile sona ermiştir.
33/ 40- Muhammed, sizin
erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
Artık Bir daha peygamber
gelmeyecek, Kim Bundan sonra ben peygamberim derse o sahtekârdır o yalancıdır.
Peki, Bir daha peygamber
gelmeyeceğine göre, daha sonraki toplumların sorunlarına nasıl bir çözüm
bulunacaktır?
İki farklı görüş üzerinde,
yani tarihsellik ve evrensellik üzerinde tartışanlar aslında Kur’an hakkında
detaylı bir bilgiye sahip olamadıklarından Bunlar gündeme gelmektedir. Şimdi
tarihsellik ve evrensellik üzerine yazılmış bir makaleyi ele alarak Kur’an
bütünlüğü içerisinde her ikisini de değerlendirmeye çalışalım.
İSLAMİ HÜKÜMLERİN TARİHSELLİĞİ VE EVRENSELLİĞİ
MESELESİ!
Tarihsellik Ve Evrensellik!
Tarihsellik ve evrensellik
konusu, sosyal bilimlerin ortak bir konusudur. Bu açıdan öncellikle bu
kavramları genel olarak açıklamakta fayda vardır. Böylece bu iki kavramın ne
zaman ve nerede kullanılmaya başlandığı hakkında genel bir fikir edinmiş
oluruz.
A. Tarihsellik
Kelime olarak; herhangi bir tarihi olgu ve olayın ilgili tarihsel diliminin
özelliklerini taşımasıdır.[1] İlgili olduğu bilim dalının özelliklerine göre tanımlandığı için
terim olarak tarihselliğin değişik tarifleri bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda
tüm dalların tanımlarını getirecek değiliz. Genel olarak düşünüldüğünde
tarihselciliğin şöyle bir tanımlanması mümkündür:
“İlgili vakıanın,
gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.”
B. Evrensellik
Kelime olarak; tüm evreni ilgilendiren, insanların tamamıyla alakası olan
şeydir.[2] Tarihsellik kavramında olduğu gibi evrensellik kavramında da
ilgili olduğu bilim dalının tanımı etki etmiş olduğu için değişik görüşler
bulunmaktadır. Evrensellik için ise; genel olarak, herhangi bir olgu, olay,
düşünce ve oluşumun her yönden herkesi, her zamanda etkilemesi gibi bir tanım
tercih edilebilir.
II. İslami Hükümlerin Tarihselliği Ve Evrenselliği Meselesi
A. İslami Açıdan Tarihsellik ve
Evrensellik Kavramı!
İslami açıdan evrensellik ve tarihsellik kavramları, dinin ana kaynağında
bulunan veya bu ana kaynağa bağlı kaynakların hükümlerinin, hükmün gelmiş
olduğu dönemin şartlarını mı taşıdığı, yoksa her zaman, her yerde herkesi
bağlayan bir özelliğe sahip mi olduğu şeklinde ele alınmaktadır. Buna göre bu
iki kavrama şöyle bir tanımlama getirilebilir.
1. İslami Açıdan Tarihsellik:
İslami Hükümlerin gelmiş olduğu dönemin özelliğini taşıması ve bu açıdan ilgili
tarih dilimini aşmamasıdır. Kuran hükümlerinin ve Kurana bağlı kaynakların
belirli bir tarih diliminin özelliğini yansıttığı için her zaman her yerde
herkesi bağlamayacağı görüşüdür. Bunlar kendi içerisinde iki kısma
ayrılmaktadır. Bir kısım, Kuran da dâhil tüm kaynaklardaki hükümlerin tarihsel
olduğunu ifade ederken, diğer bir kısım sadece içtihatları tarihsellik
kavramının içinde düşünmektedir.
a. Tüm Kaynakların Tarihsel Olduğu
Görüşü
Kuran ve sünnet kaynakları da dâhil tüm İslami hükümlerin tarihsel olduğu
görüşüdür. Bunlara göre Kuran gelmiş olduğu insan topluluğunun sorunlarını
çözmeye çalıştığı için hiçbir şekilde hükümleri evrensel olamaz. Bu görüş
Müslümanlar arasında oldukça zayıf durmaktadır.
b. İçtihatların Tarihsel Olduğu Görüşü
Kuran ve Sünneti evrensel görüp bu iki kaynaktan çıkarılan içtihatların
tarihsel olduğunu savunan görüştür. Bunlara göre, Kuran ve sünnet genel ilkeler
verdiği için evrenseldir ancak içtihatlar bu genel hükümlerin ilgili çağdaki
yorumu olduğu için tarihseldir. Bu görüş ise Müslümanlar arasındaki en güçlü
görüştür. İslam tarihinin belirli bir döneminde mutlak içtihat yasaklanmışsa da
fetva içtihatları yapılmış ve bu şekilde içtihadın yenilenmesi yoluna
gidilmiştir.
2. İslami Açıdan Evrensellik
İslami hükümlerin sadece doğduğu tarih ve coğrafyanın özelliğini taşımaması,
her zaman her yerde her insan için uygulanabilir hükümler olması anlamına
gelir. İslam hükümlerinin kaynağının Allah olması sebebiyle ilgili dönemi
aştığı ve herkesi her zaman ilgilendirebileceği görüşüdür. Bunlar da kendi
arasında ikiye ayrılmaktadır. Bir kısım, Kuran hükümlerinin tüm lafız ve
mesajlarıyla her dönemi bağlayacak şekilde evrensel olduğunu söylerken diğer
bir kısım ise kuran lafızlarının tarihsel, mesajlarının evrensel olduğu bunun
için de hükümlerin bağlayıcı değil, örnek olduğu görüşünü savunmaktadır. Üçüncü
bir kısım ise Kuranın bir kısmını evrensel görürken geri kalan kısmını tarihsel
olarak görmektedirler.
a. Tüm İslami Kaynakların Her Yönüyle
Evrensel Görüşü:
Bunlara göre, gerek Kuran hükümleri gerek sünnet hükümleri ve gerekse de
içtihatlar zamanında her şeye çözüm getirmiş ve eklenecek herhangi bir şey
bırakmamıştır. İçtihadın yasaklanmasından sonra İslam dünyasında güçlenen bu
görüş fetva içtihatları ile kısmen zayıflamış ve modern dönemlerde zayıf bir
görüş haline gelmiştir.
b. Sadece Kuran ve Sünnetin Evrensel
Olduğu Görüşü
İçtihatların tarihsel olduğuna inanan görüştür. Buna kısaca değindik. Bunun
için burada tekrarlamayı gerek görmüyoruz.
c. Kuran ve Sünnetin kısmen Evrensel
Olduğu Görüşü
Bunlara göre kaynaklardan birisinin tamamını evrensel veya tamamını tarihsel
görmeye gerek yoktur. Her kaynak, evrensel hükümler içerebileceği gibi tarihsel
hükümler de içerebilir. Fazlurrahman ile güçlenen bu görüş günümüz modern
çevrelerde de desteklenmektedir.
d. Hükümlerinin Tarihsel, Mesajlarının
Evrensel Olduğu Görüşü
Kuranın tarihsel okunuşundan evrensel değerlerin çıkarılabileceğine inanan
görüştür. Buna göre hükümlerin kendisi değil, illetleri önemlidir. İlet
değişince hüküm de değişir. Ama verilmek istenen mesaj evrenseldir. Çünkü
insanlara bir form vermektedir. Eski bir kısım mutezile ve asrımızın
kelamcıları ile Sünni ekolün içtihat ekolüne bağlı önemli oranda bu görüşe
sahip olanlar vardır.
B.
Evrensellik Ve Tarihsellik Tartışmasının Tarihçesi
Tarihsellik-evrensellik konusu, Hz. Peygamber döneminden itibaren
değişik isimler adı altında, değişik yöntemlerle tartışılmaya başlanmış ve bu
tartışma günümüze kadar gelmiştir. Tarihsellik adı verilerek yapılan
tartışmaların hızlandığı dönem ise oryantalistlerin islamı araştırmaya
başladıkları asırlara denk gelmektedir. İslam tarihi boyunca açıkça veya
dolaylı bir şekilde buna matuf olan tartışmaların bir kısmını aşağıya alıyoruz.
1. Vahyin niteliği hakkında yapılan
tartışmalar dolaylı olarak Kuranın evrenselliği ve tarihselliğini de
ilgilendirmektedir. Kuranın mahlûk olduğunu söyleyenler genel olarak hükümlerin
tarihsel olduğunu da ifade etmiş gibi oluyorlar. İslam düşünce tarihinde
Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasında cereyan eden bu tartışma bu yöndeki ilk
tartışmalardan biridir.
2. Kuranda neshin var olup olmadığına
dair tartışmalar da kuranın tarihsellik ve evrensellik özelliği ile ilgilidir.
Hatta direk bir şekilde ilgili olduğu için birçok kişi neshi kabul etmemiştir,
Nesh bile değişik yorumlamalar sebebiyle çeşitli şartlara bağlı olarak kabul
edilmiştir. Nesh, hükümlerin tarihsel olduğu düşüncesinde olanlar için her
zaman gerçekleşebilene bir zarurettir. Hükümlerin evrensel olduğuna inananlar
için ise Hz. Peygamber dönemi ile sınırlı olup ondan sonra temelli bir şekilde
kaldırılmıştır.
3. Kuranın
sözlü bir vahiy mi yoksa yazılı suhuf şeklinde bir metin mi olduğu tartışması
da Kuranın evrensellik ve tarihselliği ile ilgili bir tartışmadır. Sözlü olan
vahyin daha çok ilgili kişileri ve çevresindekileri bağlayacağı, bunun için de
sonrakileri bağlamayacağı ve haliyle tarihsel olacağı, yazılı olanın ise yasa
kabul edildiği için daha çok kişileri kapsayacağı düşünülerek konuya bu yönden
de bakış açısı getirilmiştir. Kuran, sözlü bir ürün olduğuna inananlar için
tarihsel, yazılı bir metin olduğuna inananlar için evrensel olarak
görülmektedir.
4. Batıda 16 ve 17.yy da Hıristiyanlık
üzerinde araştırmalar yapılırken tarihsellik-evrensellik konusu bir yöntem
olarak değişik bir sistem içerisinde tartışılmıştır. Oryantalistler vasıtasıyla
bu yeni tartışma yöntemi İslam dünyasına da girmiştir. Kilisenin mutlak gücüne
karşı gelişen başkaldırıların yansımalarından biri olarak görülen bu hareketin
modern dönemlerde bir kısım Müslüman’ı da aynı yöntemleri takip etmek şeklinde
etkilemiş olduğunu görmekteyiz. Bunlara karşı çıkanlar ise batı ile İslam
dünyasının şartlarının ayrı olduğunu, onlar için geçerli olan durumların İslam
dünyası için geçerli olmayacağını söylemektedirler.
C. İslami
Hükümlerin Tarihselliği ve Evrenselliği hakkındaki Görüşlerin Analizi!
İslami hükümlerin tarihselliği ve evrenselliği hakkında genel
anlamda iki görüş olmasına rağmen bu görüşlerin de kendi aralarında değişik
düşündüklerini ifade etmiştik. Genel olarak tarihselciler ve evrenselciler diye
ikiye ayırtılan bu kısımların birçok defa karıştırılması da bu fikirlerin kendi
içerisinde ortak bir görüşe sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Biz bu
analizimizde görüşleri üç kısma ayıracağız. Birinci kısım, hükümlerin tamamının
evrensel olduğunu, ikinci kısım hükümlerin tamamının tarihsel olduğunu, üçüncü
kısım ise hükümlerin durumuna göre hem tarihsel hem de evrensel olduğunu
düşünmektedir.
1.Tarihselcilik Görüşü:
İslami hükümlerin, islamın gelmiş olduğu coğrafyayı ve çıkmış olduğu tarih
dilimini ilgilendirdiği görüşüdür. Bunun için de bazı deliller getirmişlerdir.
Bunların bir kısmını ele alalım:
1. İslam ortaya çıktığı zaman, ancak
içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları
sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek bir
sorun olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun
olmadığı için üzerinde durmamıştır.
2. İslam hukukunda içtihat kavramı İslam
hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir. İslam,
neticede tarihin bir diliminde ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu
hükme bağlamamış olması tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve
coğrafik ve hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları
zorunlu hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı
yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.
3. İslam hukukunda nesih kavramı,
hükümlerin daha peygamber zamanına bile tarihsel olduğunun en büyük delilidir.
Peygamber döneminde dahi hükümler birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki
dönemlerde hükümlerin birbirini yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir.
Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kuranda geçtiği halde şartları
değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.
4. Sosyal değişme insan hayatında her
zaman olacaktır. Devamlı değişen şartlar ve durumlara aynı hükmü bindirmek
insanlığın geleceğini duraklamak olabileceği gibi üretimi de durdurur.
2. Evrensellik Görüşü
İslami hükümlerin genel geçer olduğu ve tarihin belirli bir zamanında belirli bir
yerinde yaşayan insanlarla sınırlı olmadığını, kaynağının Allahtan olması
sebebiyle her zaman her yerde hükümlerinin uygulanabileceğini söyleyen
görüştür. Görüşleri için getirmiş oldukları delillerden bir kısmını ele alalım:
1. İslam sadece belirli bir kesim insanın
sorunlarını çözmek için gelmiş olamaz. Çünkü kaynağı ilahidir. Allah zaman ve
mekân üstü olduğu için onun sözlerinin ve sözlerinin ardındaki mesajlarının da
evrensel ve zaman üstü olması gerekiyor.
2. İlk Müslümanların sadece Arap
Yarımadasında İslam’ı yaymakla yetinmemeleri, Hz. Peygamberin diğer ülke
hükümdarlarına gönderdiği mektuplar İslam’ın öz itibariyle evrensel olduğunu
göstermektedir. Hz. Peygamberin bu mektuplarının sonucu Müslümanların sonraki
hayatlarına ağır faturalar ödetmesine rağmen bundan vazgeçmediği ve tüm
insanlığa seslendiği görülmektedir. Eğer İslam, sadece Arabistan yarımadasının
sorunlarını çözme niyetiyle ortaya çıkmış olsaydı diğer ülkelere karşı bir
müdahalede bulunması gerekmezdi.
3. İslam dininin son din olması, ayette
söylendiği gibi bu dinin kemale erdirildiğinin söylenmesi de artık islama
eklenecek yeni bir şeyin kalmadığını göstermektedir. Henüz tarihsel
özelliklerinin etkisinden insanlık kurtulmamış olsaydı Hz. Muhammed son
peygamber olmayacaktı.
4. Kuranın değişik yerlerinde geçen ve
tüm insanlara seslenen ayetler olduğu için de kuranı bir bütün olarak evrensel
görmek gerekiyor. Bu açıdan islamın dışında hiçbir akla, hiçbir sonuca ve
hiçbir ideolojiye meyletmemek gerekir. Çünkü bu din her şeye gücü yeten bir
varlıktan gelen mesajlardır ve her şey, onun aydınlığında yürüyebilmelidir.
5. Kuranın tarihsel olduğunu söylemek
Allahın peygamberden sonra insanlara müdahalede bulunmadığı anlamına gelir. Bu
yönüyle Allah 1400 yıl öncesine kadar insanlara iyilik yolunu göstermiş ama
ondan sonrakilerin başlarının çarelerine bakmalarını dilemiştir. Bunun Allahın
sıfatları ile çeliştiği açıktır.
3. Niteliğine Göre Hem Tarihsel Hem de
Evrensel Olduğu Görüşü:
Bu görüş, ilk iki görüş arasındaki aşırı farkı dengeleyen görüştür. Ancak genel
olarak yukarıdaki iki akım, birbirleriyle mücadele içinde olduğu için üçüncü
gruptakileri karşı grupta görmektedirler. Bu görüş de şu hususlara dikkat
çekmektedir.
1. Tarihsellik ve Evrenselliği Kuranın
tamamında bulmak gerekmiyor. Kuranın tarihsel nitelikli hükümleri olabileceği
gibi evrensel nitelikte de hükümleri olabilir. Bu görüşe göre Kuranın temel
ilkeleri evrensel iken sosyal yapı ile ilgili önerdiği düzenlemeler,
tarihseldir. Çünkü kaynağı ne olursa olsun sosyal yapının aynı kalması mümkün
değildir. Öte yandan evrensel ilkeler ise hiçbir zaman değişemeyen ve insanın
fıtratıyla uyumlu olan ortak vicdanın sesidir. Bunları da tarihsel görmek
mümkün değildir. Bu açıdan bir kısmının tarihsel diğer bir kısmının evrensel
olduğunu söylemekten başka bir seçenek kalmıyor. Peygamberler tarihi
şeriatların değiştiği ama ilkelerin değişmediği örneklerle doludur. Diğer
peygamberlerin de aslında çıkış amaçları evrensel ilkeler vermek idi, fakat
imkânlarının kıtlığı sebebiyle belirli bir coğrafya ve belirli bir zamana
hapsolmuşlardır.
2. Hükümler, verdikleri mesaj açısından
evrensel, kullandıkları örnekler açısından ise tarihsel olabilir. Bu durumda
verdiği örnekler sadece bir formdur ve diğer insanları bağlamayabilir ancak
mesajından alınacak bir örnek olabilir. Yani bunlara göre evrensel olan hükmün
lafızları değil, lafızların içerisinden çıkarılacak olan mesajlardır. Sebeb-i
nüzul, hükmün lafzı açısından değerlendirilirse hükmün sebebidir ve tarihsel
bir sebep olmaktan başka bir durumu olmaz. Ancak hükmün mesajı açısından
bakılırsa nüzulün yegâne sebebi değil, benzer durumlarda da aynı hükmün
uygulanacağı mesajını veren örnek bir sebeptir.
3. Bir hükmün tarihsel bir niteliğinin
olması onun sadece o tarihin bir özelliği olacağı anlamına gelmez. Şartlara
göre, kavramlara göre bu değiştirilebilir. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’in
Arapça olması, Kureyş lehçesi ile gelmiş olması, önce Arapları muhatap alması,
Mekke’yi, Medine’yi muhatap alması ve halkayı gittikçe genişletmesi, bunlar
elbette, orada, o şartlarda, o gün geldiği için öyledir. Başka yerlerde
gönderilmiş olsaydı muhtemelen başka olacaktı. Ama bunların böyle olması
Kur’an-ı Kerim’in söylediklerinin tarihsel okunmasını gerektirmez. Neticede
kuran evrensel ve aşkın olan mutlak bir varlıktan tarihsel olan ve göreceli
olan varlıklara inmiştir. Böyle bir durumda çıkan ürünün göreceli olmasından
başka bir seçenek olamaz. Ama bu durumda sonraki dönemleri ilgilendirmediği
düşüncesi çıkarılamaz.
4. İslam’ı bir bütün olarak tarihsel
görmek dinde sabitenin olmadığı kapısını açar. Bu açıdan dinde değişebilenler
ile değişemeyenlerin birbirlerinden ayırt edilmesi gerekiyor. Bu yapılırken
tamamen dinin gereksinimleri göz önünde bulundurulmalı, asrın bakış açıları tek
ölçü olmamalıdır. Dindeki içtihad mekanizmasının özellikle sosyal hayata önemli
bir düşünce gelişimini getirdiği düşünürsek değişebilenlerin ne olduğunu da
göreceğiz.
D. Sonuç Ve Değerlendirme!
İslam düşünce tarihinde İslami hükümleri evrensel olarak görenler ile tarihsel
olarak görenler olmak üzere iki bakış açısı olduğu düşünülmesine rağmen konu
hakkında detaylı bir araştırma yapıldığında kısmen evrenselliği veya kısmen
tarihselliği kabul eden üçüncü bir görüşün de olduğu ortaya çıkmaktadır. Üçüncü
görüş, henüz dar bir alanda tartışılıyorsa da ilk iki görüşün birbirleriyle
olan tartışmalarını aza indirecek ve birbirlerini daha iyi anlamalarına sebep
olacak bir görüş olabilir. Ne var ki şu an itibariyle üçüncü görüş, konu
hakkındaki soruları daha da artırmış bulunmaktadır. Dinde değişebilenler ile
değişemeyenlerin hangi açıdan birbirleriyle ayırt edilebileceği konusu tartışma
halindedir. İçtihadların değişebileceği konusunda geniş bir görüş birliği
olmasına rağmen kuran hükümlerinin de kısmen de olsa değişebileceğini
düşünenler fazla yoktur. Meccellede “Mevrid-i nassta içtihada mesağ
yoktur”(kuran ve hadislerde içtihat olmaz) derken diğer taraftan ile “ezmanın
tağayyuru ile ahkâmın tağayyuru inkâr olunmaz”(zamanın değişmesiyle hükümlerin
de değişeceği inkâr olunmaz” demektedir. Tarafların daha detaylı tartışmaları
durumunda sorunun düzelmesi imkânı bulunmaktadır. Bu çalışmamız da bu sorunun
çözümü için bir katkı konumundadır.
TARİHSELCİ VE EVRENSELCİ
ANLAYYIŞIN KUR’AN İLE KRİTİĞİ!
A. Tarihsellik
Kelime olarak; herhangi bir tarihi olgu ve olayın ilgili tarihsel diliminin
özelliklerini taşımasıdır.[1] İlgili olduğu bilim dalının özelliklerine göre tanımlandığı için
terim olarak tarihselliğin değişik tarifleri bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda
tüm dalların tanımlarını getirecek değiliz. Genel olarak düşünüldüğünde
tarihselciliğin şöyle bir tanımlanması mümkündür: İlgili vakıanın,
gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.
“İlgili vakıanın,
gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.”
Kur’an’a tarihselci gözle bakıp
Kur’an Hükümlerini Yirmi üç yıllık bir döneme hapsetmek demektir. Kur’an
hakkında ufak tefek bilgisi olalar bile böyle bir düşünce ve anlayış biçiminin
Kur’an ile ne kadar çelişkili bir anlayış olduğunu rahatlıkla kavrayabilir.
Kur’an sadece son nebi ve
resulün yirmi üç yıllık bir dönem ile ilgili bilgileri değil, Kur’an aynı
zamanda insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte meydana gelen tarihi olaylar
hakkında bilgiler verdiği gibi aynı zamanda Daha vuku bulmamış ve zamanla vuku
bulacak olan gaybi bilgileri de içerisinde barındırmakta ve bilgi vermektedir.
Hatta ve hatta sosyo kültürle ilgili olmayan ve ayı zamanda evrenin yaratılışı
hakkında da bilgi vererek inanan insanları evrenin yaratılışı hakkında
gözlemlemeğe ve incelemeye davet ederek onların yaratılışı hakkında bilgi
toplamaya davet eder.
41/ 9- De ki: “Gerçekten
siz mi yeri iki günde yaratanı inkar ediyor ve O’na birtakım eşler
kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir.”
41/10- Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz
dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak
üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.
41/11- Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi;
böylece ona ve yere dedi ki: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” İkisi de:
“İsteyerek (İtaat ederek) geldik” dediler.
41/12- Böylece onları iki gün içinde yedi gök
olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle
süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan,
bilen (Allah)’ın takdiridir.
Kur’an’ı peygamberin tecrübî bilgisi ile
ortaya çıkarılmış bir kitaptır diyenlerle, Kur’an’ın Yirmi üç yıllık bir dönem
içerisinde sadece bulunmuş olduğu topluma hitabeden bir kitaptır diyenler
Kur’an’a karşı büyük bir haksızlık etmiş ve aynı zamanda büyük bir yanılgı
içerisinde olduklarını ortaya koymaktadırlar.
Kur’an Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan
Allah’ın, Kâinatın yaratılışı ve kâinatın sonlanması ile bilgileri verirken,
bir taraftan da, İnsanlığın ilk var oluşu ve insanlığın son yok oluşu hakkında,
hatta daha da ileri giderek ahiret hayatında olacak olanlar hakkında bilgi
vermektedir.
Kur’an, Yerlerde ve göklerde yaratılmış olan varlıkların,
Emanetini, İnsanlara yüklemiştir. Bu sebeple insan, yeryüzünde halife, âdem, beşer,
cin, şeytan, kafir Müslüman münafık sıfatları ile anılmaktadır. Kâinatta
yaratılmış olan insanlar ile insanların dışındaki bütün varlıkları Allah Şöyle
ayırmaktadır.
33/ 72- Gerçek
şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü
o, çok zalim, çok cahildir.
İnsan Kur’an’ın tanımlamasına
göre iki farklı boyutta ele alınmaktadır. Birincisi beden, can, ruh, Bu olgu
insan dışında yaratılmış olan bütün varlıklarda canlılar ve cansız varlıklar da
dâhil olmak üzere hepsinde bulunmaktadır. İkinci boyut, takva, iblis ve
akıldır. İnsan yaratılışındaki bu farklılık insanların dışında hiçbir varlıkta
yoktur.
İşte İnsanı halife yapan ve
insanı diğer varlıklardan ayırarak onu denenmeye tabi tutulmasına neden olan
olay budur.
91/ 7- Nefse ve ona ‘bir
düzen içinde biçim verene’,
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah
ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah
bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla)
örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Allah Yerleri ve gökleri sadece ve sadece
insanlar için yarattığını vurgularken, Bir taraftan da insanları en güzel bir
biçimde yarattığını vurgulamaktadır.
2/ 28- Nasıl
oluyor da Allah’ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi
yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz.
38/ 75- (Allah) Dedi ki: “Ey
İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin
mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”
95/ 4- Doğrusu, Biz insanı en
güzel bir biçimde yarattık.
Kur’an’daki ayetler, hem tarihsel,
bu Kâinatın ve insanlığın yaratılış başlangıcındaki ayetlerin kültür ve
teknolojik bilgiler genişledikçe ayetlerin dozunda ve söylemlerinde de bir
değişmeler olmaktadır. Bu değişimler Diğer peygamberlerin getirdikleri
mesajlarda olduğu gibi, son nebi ve resulün yirmi üç yıllık bir dönem
içerisinde de değişiklikler olmaktadır. Değişmeler derken Allah’ın önce
söylediğini nesh etmesi anlamında değil, zamanın getirmiş olduğu şartlara göre
yöntem farklılığıdır.
İslam Toplumlarında yanlış
anlaşılan ve yanlış anlatılan konulardan en önemlilerinden birisi de nesh etme
olayıdır. Eğer biz bu Kur’an içerisinde bahsedilen nesh olayını Kur’an
bütünlüğü içerisinde geçen ayetlerle anlayabilirsek Tarihselci görüşün ne kadar
yanlış bir bakışla Kur’an’a baktığını anlamış olacağız.
KUR’AN’DA BAHSEDİLEN NESH
OLAYI NEDİR?
Kur’an içerinde bir yerde
nesh ile ilgili ayet vardır. O da şudur.
2/ 106- Biz, daha hayırlısını
veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü
yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye
güç yetirendir.
Bir ayetin ne demek
istediğini doğru bir şekilde anlayabilmek için, Kur’an ayetleri hakkında
detaylı bir bilgiye sahip olmak gerekir. Yorum, tefsir, fıkıh etme genelde bir
ayetin konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde sosyal evrensel şartları da göz
önünde bulundurarak doğru bir şekilde o ayetin kastettiği anlamı açıklamak
demektir.
Nesh etme olayını Kur’an iki
açıdan ele almaktadır.
Birincisi, sosyal toplumlarda,
Allah’ın göndermiş olduğu, peygamberlerin getirmiş olduğu vahyi kurallardan
sapan kavimlerin yaşam biçimlerinde meydana gelen sapmalar ve yanlışlıklar ve
bu yanlışları doğruları ile değiştirerek yeni bir düzenleme getirme anlamında
olan nesh’tir.
İkincisi de Teknolojik olarak
gelişmelerde daha güzellerinin icat edilmesi ile bir öncekilerin kullanılmaz
hale gelmesini kast etmektedir. Mesela pulluğun icadı ile kara sabanın
tedavülden kaldırılması, kamyonların taksilerin gemilerin uçakların icat
edilmesi ile develerin atların eşeklerin taşımacılıktan kaldırılmalarına örnek
verebiliriz.
Ayetin konu içerisinde nesh
olayından kastettiği manayı konu içerisinde değerlendirerek anlamaya çalışalım.
2/ 104- Ey iman edenler,
“Raina-Bizi güt, bize bak” demeyin. “Unzurna-Bizi gözet” deyin ve dinleyin.
Kafirler için acı bir azap vardır.
2/105- Kitap Ehlinden olan kafirler ve
müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah
ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir
benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti nesh etmez (hükmünü yürürlükten
kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç
yetirendir.
Nesh ile ilgili kendisinden önce gelen
ayette, son nebi ve resulün peygamber
olduğunu kabul etmeyen ehli kitabın tutum ve davranışını gündeme getirmektedir.
Başka ayetlerde Kur’an kitap ehli için şöyle demektedir.
2/ 142- Birtakım beyinsiz insanlar: “Onları
daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da
Allah’ındır, batı da. O dilediğini doğru yola yöneltir.”
2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve
örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid
olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye
uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir.
Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir
yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara
şefkat edendir, esirgeyendir.
Burada Kıblenin Kur’an bütünlüğü içerisinde
ait olduğu yere koymaya çalışalım. Kıble bir din ve yaşam biçiminin odaklandığı
örnek alındığı hayat ve yaşam tarzı olarak kabullenildiği yolun adıdır.
Yukarıda bahsettiğim ayetler Kitap ehli ve
müşrik olanların ortaya koydukları yaşam biçimleri ve dinden son nebi ve
resulün getirmiş olduğu dini kabul eden Yahudi Hıristiyan veya müşrikleri
kastetmektedir. Kitap ehlinin kıblesi ne idi? Yahudilik ve Hıristiyanlıktır.
2/ 90- Allah’ın kullarından, dilediğine Kendi
fazlından (peygamberliği) indirmesini ‘kıskanarak ve hakka baş kaldırarak’
Allah’ın indirdiklerini tanımamakla, nefislerini ne kötü şeye karşılık
sattılar. Böylelikle gazab üstüne gazaba uğradılar. Kafirler için alçaltıcı bir
azap vardır.
2/91- Onlara: “Allah’ın indirdiklerine iman
edin” denildiğinde: “Biz, bize indirilene iman ederiz” derler ve ondan sonra
olan (Kur’an)ı inkar ederler. Oysa o (Kur’an), yanlarındakini (kitabı)
doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: “Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce
ne diye Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
İşte Allah Hazreti Musa ve Hazreti İsa’ya
gelen vahiy orijinli dini bozarak satarak gizleyerek, Allah’ın helal
kıldıklarını haram, Allah’ın haram kıldıklarını da helal kılan Yahudi ve
Hıristiyanların din anlayışlarını nesh ederek yerine son nebi ve resul ile
bozulmuş olan tevhit dinini tekrar dizayın ederek değiştirmesidir.
Genelde belki istisnalar vardır ama bütün
İslam müfessirleri Nesh olayını Allah sanki, Yahudilik ve Hıristiyanlık dini
göndermiş de bu dinleri kaldırarak İslam dinin getirmiş anlamında
anlamışlardır.
Oysa Allah’ın Bütün peygamberlerle Göndermiş
olduğu dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslüman’dır. Allah Bir
peygambere neyi helal neyi haram etmişse diğerlerine de onları helal ve haram
etmiştir.
6/ 146- Yahudi
olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan,
sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç
yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’
nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Tarihselcilerin Bir olayın
bulunmuş olduğu toplumda ve kültürde nasıl anlaşılmış nasıl yaşanmışsa onu o
kültür o çağda değerlendirmeli onu o çağın dışına çıkarılmamalıdır. Anlayışı
Kur’an anlayışını doğru anlayamamalarından kaynaklanmaktadır.
Kur’an tarihselliği de
evrenselliği de kendi sistematiği içerisinde anlatmaktadır. Yani Bir ayeti
doğru anlamak için o ayet içerisinde geçen kelimelere Kur’an hangi anlamları
yüklemiş ve o konuda geçtiği ayette ne gibi bir değişikliğe uğratmış onu yakalamak
onu tespit etmek gerekmektedir.
Önce Kur’an’ın Doğru
anlaşılmasında Olmazsa olmaz olan şu kuraların çok iyi bilinmesi gerekir.
1-Kur’an’da çelişki yoktur.
4/ 82- Onlar hala Kur’an’ı
iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz
içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
2-Evren yasalarında ve evrende çelişki yoktur.
67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’
(mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın
yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte
gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir.
3-Sünnetullah ile Allah’ın göndermiş olduğu
vahiyler arasında da bir çelişki yoktur.
30/30- Öyleyse
sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına
çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir
değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu
bilmezler.
4- Her peygamberin
kendilerinden öncekileri doğrulaması ve tasdik etmesi, kendilerinden
sonrakileri de müjdelemesi.
3/50- “Benden önceki Tevrat’ı
doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size
Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah’tan korkup bana itaat edin.”
61/6- Hani Meryem oğlu İsa
da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir
elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan
bir elçinin de müjdeleyicisiyim”
5-Allah Bütün peygamberlere
temiz şeyleri helal murdar ve pis olan şeyleri de haram kılmıştır.
5/4- Sana, kendilerine
neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: “Bütün temiz şeyler size helal
kılındı.” Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların
yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah’ın adını anarak- yiyin. Allah’tan
korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
5/5- Bugün size temiz olan şeyler helal
kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz
onlara helaldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce
(kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta
bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini
(mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp
küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana
uğrayanlardandır.
Vermiş olduğum bu şıklar ve şıklara uygun ayetler
çerçevesinde, ayetin kastettiği manayı doğru olarak anlamaya çalışalım.
6/ 146- Yahudi
olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan,
sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç
yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’
nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Allah İnsanları yol bakımından biri birine
zıt, Rabbani yol- Gayrı rabbani yolda olanlar olmak üzere iki farklı yola
ayırmıştır. Rabbani yolda olanların yaşam biçimlerini hayat tarzlarını Allah
kendi gönderdiği vahiylerle belirler.
6/161- De ki: “Rabbim gerçekten beni doğru
yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif (muvahhid) dinine… O,
müşriklerden değildi.”
6/162- De ki: “Şüphesiz benim namazım,
ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
6/163- “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle
emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.”
Öyleyse Allah Müslüman olanlara temiz olan şeyleri
helal kılmışsa Musa peygamberin kavmine de onları helal kılmıştır. Burada
dikkatinizi çekmek istiyorum. Ayette geçen” Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve
koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar
dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık.”
Allah haram kıldık ifadesini
Kur’an bütünlüğü içerisinde değerlendirdiğimiz zaman, onların kendi kendilerine
helal olanları haramlaştırdıkları şeyleri Allah haram kıldık ifadesini kullanmaktadır.
Bu ifade Kur’an’ın anlatım dili anlatım sanatıdır. Bakınız başka bir ayette
söylediklerimi doğrulamaktadır.
16/ 118- Yahudi olanlara da,
bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak
onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
İnsanlar için en güzel
nimetlerden olan hayvan etleri, yenmediği zaman insanlar besin ihtiyaçlarını
tamamlayamamaktadırlar. Temiz güzel bir yiyeceği insanın kendi kendine haram
kılmasından daha büyük bir zulüm olabilir mi?
İslam Müfessirlerinin
söylemiş olduğu, peygamberler arasındaki şeriat farklılığı söylemleri ve
anlayışlarının ne kadar tutarsız ve Kur’an’a aykırı olduğu görülmektedir.
Adem peygambere gelen şeraitte,
kardeş evliliğini helal sayan, Nuh ve daha sonra gelen peygamberlerin
şeraitlerinde kardeş evliliğini haramlaştıran bir din anlayışının ne kadar
vahiyden bilimden uzak olduğunu Kur’an gözler önüne sermektedir.
Kur’an İnsanlık tarihinin
başlangıcından bu tarafa, Tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olanlar
Allah’ın vahiy çizgisinde yürüyenler için kullanmıştır. Vahiy çizgisinde
olanlar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerindedirler. Bunların dışındaki
insanlar da ayrı ayrı ümmet ve şeriat içerisinde olanlardır.
5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,)
önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı
(Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana
gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz
için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek
ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık
hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa
düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
İşte Bu ayet Peygamberler
şeraitinin farklılığını değil, Peygamberlerin dışında yol alan ümmetlerin
şeraitinin farklılığından söz etmektedir. İşte tarihselcilik anlayışlarının
bakış açılarının yanlışlıklarından en önemlisini bu anlayış teşkil etmektedir.
Tekrar tarihselciliğin tanımına dönecek olursak,
” Genel olarak düşünüldüğünde tarihselciliğin şöyle bir
tanımlanması mümkündür: İlgili vakıanın, gerçekleştiğin yerin ve zamanının
özelliğini barındırması, onu aşmamasıdır.”
Allah Ne Yahudilik diye bir din
göndermiştir, ne de Hıristiyanlık diye bir din göndermiştir. Şimdi tutar da Bu
ayette geçen Yahudiliği sanki Allah din olarak göndermiş olarak anlarsan Kur’an
anlayışını evrensel olmaktan çıkarır, sadece indiği döneme hapsedersin. Ayette
haram edilen şeyler Musa peygambere gelen vahiy orijinli dinde olanlar değil,
Musa dinine inandığını iddi eden fakat yozlaşmış olan din mensuplarının kendi
kendilerine helal olanı haram ettikleri bir şeylerdir.
Musa’ya sütannelerinin haram
edilmesi ile ilgili ayeti nasıl anlamak gerekir.
Süt Anneleri ile ilgili biri
birine zıt iki ayeti aktaralım ve tefekkür ederek anlamaya çalışalım.
28/ 12-
Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Kız kardeşi:) “Ben, sizin
adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi
size bildireyim mi?” dedi.
2/ 233- Emzirmeyi tamamlamak
isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin)
yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya)
aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez.
Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara
uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer
(anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan)
sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer
çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun
olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah’tan korkup-sakının ve
bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir.
Kur’an’da geçen bir ayeti yorumlamak
tefsir etmek onu açıklamak için Kur’an bütünlüğü içerisinde geçen onunla ilgili
bütün ayetleri bir araya getirerek o ayetten kastedilen manayı fıkh etmek
gerekir.
Allah bir taraftan süt
annelerini helal kılsın, bir taraftan da sütannelerini haram kılsın. Demezler
mi adama “bu ne biçim lahana turşusu ne biçim perhiz” İki Farklı ayette bir
peygamber kavmine sütannelerinin helal olması, bir peygamberin şeraitinde sütannelerinin
haram olması düşünülemez. Ya sütanneleri Musa’ya haram ise diğerlerine de
haramdır. Musa’ya helal ise diğerlerine de helaldir.
Doğru olan anlamı şu olması
gerekmez mi? Musa Annesinin memesini emmeye alışmış diğer Musa’yı emzirmek için
gelen kadınların hiç birisinin memesini emmemiş. Ayette kastedilen anlam olsa
olsa bu olmalıdır. Musa’nın diğer annelerin sütünü haram kıldık derken Musa
kendisi diğer annelerinin sütünü kendisine haram kılmıştır.
KUR’ANIN YİRMİ ÜÇ YILLIK BİR
DÖNEM İÇERİSİNDE NESH EDİLMİŞ GİBİ SANILAN BAZI AYETLER!
Araştırın inceleyin tarihselcilerin
büyük bir çoğunluğunun tarihi olayları, Kur’an’ın kendi tarihi içerisinden
değil, Belgesi olmayan insanlar tarafından ortaya konulmuş din anlayışına göre değerlendirip
Ön plana çıkmaktadırlar.
Oysa Kur’an insanları belgeye
ve delile davet etmektedir. Belgesi delili olmayan hiçbir söz ve hüküm geçerli
değildir.
35/ 40- De ki: “Siz, Allah’ın
dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi
yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara
bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?
Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vaat etmiyorlar.
Kur’an ashab-ı Kehf hakkında
bir olayı anlatır. Ve sonra gelen kuşakların o olay hakkında söyledikleri sözleri
eleştir.
18/ 19- Böylece,
aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık).
İçlerinden bir sözcü dedi ki: “Ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün veya
günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.” Dediler ki: “Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi
yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik
davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.”
18/20- “Çünkü onlar üzerinize çıkıp
gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi
olarak kurtuluş bulamazsınız.”
18/21- Böylece, Allah’ın va’dinin hak olduğunu
ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir
halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler)
Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: “Onların
üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir.” Onların işine galip
gelen (sözleri geçen)ler ise: “Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız”
dediler.
18/22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki:
“Üç’tüler, onların dördüncüsü köpekleridir.” Ve: “Beştiler, onların altıncısı
köpekleridir” diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. “Yedidirler,
onların sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayısını
daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez.” Öyleyse onlar
konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında
bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
18/23- Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın
mutlaka yapacağım” deme.
18/24- Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah
yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Umulur ki, Rabbim beni
bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.”
18/25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar
ve dokuz (yıl) daha kattılar.
18/26- De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah
daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne
güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç
kimseyi ortak kılmaz.”
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni
oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir
sığınacak (makam) bulamazsın.
*********************************************
Şimdi Bu surede anlatılan bir olayı, Olayın
olduğu tarihte olanların konumu ile olaydan birçok seneler sonra geçtiğinde
insanların o olayı nasıl anlamışlar ve gerçek hayattan kopuk ne kadar farklı
bir konuma çektiklerinin bir mesajını Kur’an bize vermektedir.
Şu anda İslam toplumlarında o gençlerin
mağaralarında kaç yıl kaldıklarını bırakın dağdaki bir çobanı, köydeki bir
Mehmet ağayı, din üzerinde ihtisas yapmış bütün din adamları ve profesörlerin
büyük bir çoğunluğu o gençlerin mağaralarında üç yüz yıl köpekleri ile beraber
uyduklarını söylerler.
Oysa Kur’an mağarada üç yüz yıl kaldı sözü,
Allah’ın sözü değil, üç yüz kaldı diyenlerin o yanlış din anlayışına sahip olan
halkın böyle uydurduklarını Kur’an bize
anlatır.
18/25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar
ve dokuz (yıl) daha kattılar.
18/26- De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah
daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne
güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç
kimseyi ortak kılmaz.”
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni
oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir
sığınacak (makam) bulamazsın.
Ayetlerde görüldüğü gibi, Mağaralarında üç yüz
yıl kaldı diyen Allah değil, Halkın uydurmasıdır. Allah onlar hakkında şöyle
der.” De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin
gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir.” Ve arkasında peygamberini
uyarır ve şöyle der. “Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku.”
Kur’an’nın iniş dönemindeki bazı yapısal ve
sosyolojik değişikliklerden örnekler vermeye devam edelim.
8/ 65- Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı
hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz
(kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa,
kafirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.
8/66- Şimdi, Allah sizden (yükünüzü)
hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi)
bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa,
Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.
Kur’an herkesin bildiği gibi yirmi üç yıllık
bir dönem içerinde tamamlanmıştır. Yine herkessin bildiği gibi ayetlerin
bazıları mekkede bazıları da Medine’de inmiştir. Mekkede inen ayetler, genelde
Müslüman olanların İlk çekirdek toplum ve İslam’ın daha filizlenme dönemi ile
ilgili ayetlerdir.
Ateistlerin ve deistlerin Kur’an içerisinde
geçen en çok eleştiri konusu yaptıkları ayetlerden birisi de budur. Çelişki
gördükleri iki ayetin çelişki görülen bölümünü aktaralım düşünmeye ve ne demek
istediğini anlamaya çalışalım.
“Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi)
bulunursa, kafirlerden binini yener.”
“Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve
sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların)
iki yüzünü bozguna uğratır;”
Ayetin birisinde sizden yüz kişi olursa
onlardan binini yener diyor. Ayetin birinde ise sizden sabırlı yüz kişi olursa
onların iki yüzünü yener diyor.
İnsanların göz ardı ettikleri ve
anlayamadıkları konu şudur. Bu ayetlerin
birisi Mekke döneminde veya Mekke döneminden yeni çıkılmış devamlı kâfirlerin
saldırı yapıldığı bir dönemi ele almakta, Bu dönemde Müslümanlar devamlı
teyakkuz halinde antramanlı savaşa hazırlıklı ve bazı savaş için hazırlıklı
olduğu dönemden bahsetmektedir. Diğer ayette Medine döneminde İnsanlar uzun bir
savaşmanın mücadele vermenin arkasından ganimetlere kavuştuğu savaştan uzak
kaldığı ve hantallaştığı bir dönemde inen bir ayettir. Düşünen akıl sahipleri
için iki konum aynı olabilir mi?
Hayatınızın her alanında, ister düşünme
konunda, ister beden ile yapılan çalışmalar konusunda, isterse de koşu ve sporlar konusunda devamlı antramanlı
halde olan biri ile o konu da çalışmamış
hantal olan, insanların konumu da aynı değildir.
Bu Olaya Tarihsel bir gözle bakıp sizin
yüzünün onların binine bedeldir ayetini tutup o tarihe ve olaya hapsederek o
ayeti olay dışına çıkarmamak ne kadar doğru olabilir?
Ayette ana fikir antramanlı olmak ve
hantallıktır. Demek ki, Bu Kur’an’nın indiği döneme değil Aynı konum aynı
şartlar Bu gün geçerliliğini koruduğu gibi kıyametin sonuna kadar geçerliliğini
korumaya devam edecektir.
İÇKİNİN HARAM KILINMASI;
16/ 67-
Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem
sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını
kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.
Kur’an içerisinde yaklaşık
olarak sekiz yerde içki kelimesi geçmektedir. Şimdi Bu ayette geçen içkinin
haramlığını sadece Hurmadan ve üzümden yapılan içkiler olduğunu söylersen veya
anlarsan doğru olabilir mi? Ayette Kast edilen ve haram edilmesinin altında
verilmek istenen temel mesaj içkinin aklı örtmesi ve insan ne dediğini ne
yaptığını bilemez hale gelmesi demektir. Ne dediğini bilmeyen bir insanın sizce
yaşamasının bir anlamı var mı? O Ne Allah’ın gönderdiği mesajları anlayabilir
ne de kendisine yarar sağlaya bilecek işleri yap bilir. Günümüz toplumlarında
bunların çok örneklerini görebiliyoruz.
2/ 219- Sana içkiyi ve kumarı
sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar
vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.” Ve sana neyi infak
edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah, size
ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
Allah’ın yaratmış olduğu
bütün haram olan şeylerin de faydalı yönleri olduğu gibi zararlı olan yönleri
de bulunmaktadır. İşte Zararlı olan yönleri daha fazla olan bütün şeyler haram
kılınmıştır. Son nebi ve resule kadar İnsanlık tarihinin başlangıcından bu
tarafa ardı arkası kesilmeden peygamberler ve uyarıcılar, peş peşe dizilerek
gelmişlerdir. Eğer üzüm ve hurmadan ilk insanlar içki yapmasını bilmiş olsaydı
Allah ilk insanlara da onu haram kılardı. Şimdi Belki de içkinin çıktığı ilk
dönem Kur’an’ın indiği döneme rastlaya bilir. O dönemde oldu diye içki, o dönem
haram kılınmış o tarihte o geçerli idi denilerek şimdi içile bilir anlayışı
sizce nasıl bir mantıklı bir anlayış olabilir?
5/ 90- Ey iman edenler,
içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan
pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla
aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak
ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
Birçok aile hayatlarının yıkılıp sona ermesi birçok
insanların bir birlerini öldürmesi Bu içki ve kumar yüzünden olmaktadır. Allah
İçkinin ve kumarın zararlarını bildiriyor ve iman edenlere sakın ola ki içki
içmeyin kumar oynamayın bu şeytanın bir amelidir Müslüman bunu yapamaz
uyarısında bulunmaktadır. Şimdi siz kalkar Bu bin dört yıl öncesine ait bir
olaydı şimdi geçerli değil deyip içerseniz veya içki içmenin yaralı olduğundan
söz ederseniz ne kadar inandırıcı ve gerçek olabilir?
Bir taraftan teknoloji baş döndürecek şekilde
ilerlerken, bir taraftan da hastalıklar, sorunlar da ona paralel olarak da
artmaktadır.
Kur’an’ın Bir zaman dilimi içerisinde fert halinde
bir yaşamdan devlet ve otorite haline gelinceye kadar vahiyle bir yaşam
biçimini hayat tarzını ortaya koyan bir peygamber ve ona iman eden bir
toplumdan bahseder. Yemede içmede ve davranışlarda neyin helal neyin haram
olduğunu her örnekten bir örnek verip hiçbir eksik bırakmadan Komutan bir
peygamber O peygambere itaat eden bir toplumlumdan söz edilir. Kendisinden sonra
gelecek olan kuşaklara bir daha peygamber gelmemek üzere örnek bir toplum örnek
bir peygamberin yirmi üç yıllık bir dönemini bize örnek vererek siz de böyle
inanın ve siz de böyle bir yaşam ortaya koyun diyerek Kur’an bize mesaj verir.
2/ 143- Böylece
Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık;
Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü,
Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri
dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin
dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak
değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Kur’an’nın indiği dönemden farklı olarak
insanları sarhoş eden ve o dönemde olmayıp da şimdi olan ve bundan sonra o
özellikleri taşıyan şimdi olmayıp da ileriki zamanlarda olacak olan bazı sarhoş
edici ve kumar çeşitleri de olmaya devam edecektir.
O konuda uzmanlaşmış olan ve Kur’an hakkında
detaylı bir bilgiye sahip olan insanların Haram oluş sebebi ve illetinden
sapmadan o konu hakkında fıkH etmesi veya fetva vermesi veya o olayın
haramlığını ve helalığını açıklaması gerekir.
Bunlardan bir kaçına örnek vermeye çalışalım.
Votka, bira, viski, bunlar aynen rakının şarabın hem bağımlılık yaptığı gibi aynı
zamanda hem de sarhoş etmektedir. Şimdi bunlar Kur’an’da yok deyip de bunları
helal saymanın bir anlamı var mı? Veya,
esrar eroin bonzai veya bizim bilemediğimiz insana bağımlılık yapan içmediği
zaman yaşayamayan bazı içecekler Kur’an’da yok deyip de bunlar haram değil
demek yerinde olabilir mi? Veya Kur’an’ı indiği dönemin kitabı diyerek onu
oraya hapsetmek doğru olabilir mi?
TARİHSELCİLERİN DÜŞTÜKLERİ EN BÜYÜK
YANLIŞLIKLARDAN BİRİSİ MİRAS İLE İLGİLİ OLANIDIR
İsterseniz bu konuyu ikinci bölümde incelemeye
çalışalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder