RAHMN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!
Araf suresi Kuran sıralamasına göre yedi nüzul
sırasına göre de otuz dokuzuncu sure olup mekkede indirilmiştir. İki yüz altı
ayetten ibarettir.
7/1- Elif, Lam, Mim, Sad.
Genelde surelerin başlarında Kura’da geçen
harflerden örnekler vererek, Kuran nasıl bu harflerden meydana eliyorsa
diyerek, bilinmeyenleri izaha başlamaktadır.
7/2- (Bu,) Bir Kitap’tır ki onunla uyarman
için ve mü’minlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse bundan dolayı
göğsünde bir sıkıntı olmasın.
Son nebi ve resul, Bir taraftan Toplumlardaki
süre gelen cehalet nedeniyle yapılan yanlışlıklar. Bir taraftan iman edenlere
yapılan zulümler nedeniyle bir takım sıkıntılara çıkmazlara düşmekteydi. Allah
Resulünü rahatlatmakta ve şöyle söyleyerek uyarmaktadır.
75/16- Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için)
aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve
onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen
de onun okunuşunu izle.
75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait
(bir iş)tir.
Allah Her örnekten bir örnek verdiği ve hiçbir
eksiğin bulunmadığı ve muttakiler için yol gösterici olan ve sadece insanların
Kuran gibi bir kitaptan sorgulanacağı bir kitaptan bahsetmektedir.
2/2- Bu,
kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.
43/43- Şu halde, sana
vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
43/44- Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin
için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.
43/45- Senden önce gönderdiğimiz
elçilerimizden sor: Biz, Rahman (olan Allah)ın dışında tapılacak birtakım
ilahlar kıldık mı (hiç)?
7/3-
Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt
alıyorsunuz?
Yerleri
ve gökleri yaratan ve onları yöneten bir tek ilah vardır o da Allah’tır.
İnsanların dışında bulunan bütün varlıklar istisnasız ona secde etmektedirler.
Onun emrinin dışına çıkmamaktadırlar. Ama insanlara gelince Allah’tan başka bir
takım ilahlar edinerek onun terbiyesi altına girmektedirler. Allah da kendisine
iman edenlere veli edinilecek rab edinilecek ve sadece ve sadece kendisinden
nebiler aracılığı ile gelen vahiylere uyulması gerektiğini altını kalın
çizgilerle çizerek vurgulamaktadır.
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni
oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir
sığınacak (makam) bulamazsın.
18/28- Sen de sabah akşam O’nun rızasını
isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı)
süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete
düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa
gidene itaat etme.
Allah Kendi yolunda gidenlerin veya gitmek
isteyenlerin profilini şöyle çizmektedir.
2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır.
İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker.
Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, herşeye güç
yetirendir.
2/285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilene
iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine
inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik
ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır” dediler.
Dünya üzerinde yüzlerce binlerce yol
farklılıklarının olması, insanların Allah’tan gelen vahiyler dışına çıkılarak
veli olarak Allahtan başka veliler edinilmesinden dolayı ortaya çıkmaktadır.
Allah Dinde teşri makamını sadece ve sadece kendisinin olduğunu söylemekte
helalı ve haramı sadece ve sadece kendisi koyduğunu vurgularken, Maalesef
peygamberleri Allah’ın koyduğu yerden kaldırarak onu teşri makamına koyarak
ilahlaştırmaları Puta tapıcılığın bir başka versiyonunu öne sürmektedirler.
Doğru yol sadece ve sadece Rabbin nebiler
aracılığı ile gönderdiği vahiy orijinli yoldur. Peygamberler Kendileri
kendirlerine gelen vahiy yoluna uymuşlar ve iman edenlere de vahye uymaya davet
etmişlerdir. Hiçbir peygambere Allah’ı bırakıp da kendilerine uymaya davet
etmezler bu onlara yakışmaz da.
33/38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir
şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce
gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş
bir kaderdir.
33/39- Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın
risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın
dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
5/116- Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara,
beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?”
dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz.
Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin,
ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin
Sen.”
5/117- “Ben onlara bana emrettiklerinin
dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların
üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki
gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.”
Âlim bilen demektir. Bilen ise insanları
kendisine değil belgeye davet eder. Belge de Allah’ın ayetleridir. İşte Allah
sadece, İman edenlere Peygamberleri örnek edinmelerini söylemiştir. Oların
söyledikleri ve konuştuklarının vahiy olduğunu ve vahyin dışında bir şey
söyleme haklarının olmadığını vurgulamaktadır.
69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri
uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve
kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46- Sonra onun can damarını elbette
keserdik.
69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek
bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.
Emek ki, Tek doğru yol Allah’ın nebiler
aracılığı ile gönderilen vahiy yoludur. Allah bütün insanları bu yolda görmek
istemektedir.
HELAK EDİLMENİN ANLAMI;
7/4- Biz
nice ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün
dinlenirlerken Bizim zorlu azabımız onlara geliverdi.
Yukarıda
Doğru yolun ne olduğunu Ayetlerden örnekler vererek izah etmeye çalıştık,
Kuran’da Yıkıma uğratma helak edilme ifadelerini bundan önce tefsirini Yapmış
olduğum surelerde geniş geniş anlatmaya çalıştım. Bu ayette de yıkım uğratmayı
Allah’ın tabiat kuvvetlerini devreye sokarak değil, vahiylere krşı duyarsız
olanların ölümlerini ve ahiret hayatında başlarına glecek felaketleri izah
etmektedir.
7/5- Zorlu azabımız onlara gelince
yakarabildikleri: “Biz gerçekten zulme sapanlardandık” demelerinden başka
olmadı.
İşte bu serzeniş inkâr eden ve vahyin yolunda
hayat yaşamayanları ahiret hayatlarındaki serzenişleridir. Bakınız inkâr
edenlerin başlarına gelecek olan felaketi neml suresinde Allah şöyle
anlatmaktadır.
27/78- Şüphesiz senin Rabbin, onların arasında
Kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve üstün olandır, bilendir.
27/79- Sen, artık Allah’a tevekkül et; çünkü
sen apaçık olan hak üzerindesin.
27/80- Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz)
dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
27/81- Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan
çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz)
dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.
27/82- O söz, başlarına geldiği zaman, onlara
yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir
bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.
Debbe; İnkâr edenlerin dünya hayatında yapmış
oldukları amellerin kalplerinden geçenler ile birlikte bir kameraya kayıt
edilerek ahiret âleminde, kendilerine belge olarak gösterilmesidir. Bu ayeti
başka bir ayetle Kuran desteklemektedir.
17/13- Biz, her
insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet
gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
7/6-
Andolsun, kendilerine (peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara
gönderilenlere (peygamberlere) de elbette soracağız.
Ahiret âleminde
Hem kendilerine gönderilen peygamberlere hem de kendilerine yapmış oldukları
yanlış davranışların ve inkarlarının mutlaka sorulacağı vurgulanmaktadır.
11/61- Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i
(gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka
İlahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler
kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim
Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir.”
11/62- Dediler ki: “Ey Salih, bundan önce sen
içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın
taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi
davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.”
Bütün kavimlerde söylenen bu sözler
geçerlidir.
7/7-
Andolsun (yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve Biz
gaibler (onlardan uzakta olan habersizler) de değildik.
Dünya
hayatında, Sakın ola ki yaptıkları çirkin sözler ve davranışlardan kimsenin
haberdar olmadığını sanmasınlar. Allah mutlaka iki kişinin üçüncüsü üç kişinin
de mutlaka dördüncüsü olarak yalarında dır.
58/6- Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara
neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir)
saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır.
58/7- Allah’ın göklerde ve yerde olanların
tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli
toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka
O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede
olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine
haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir.
7/8- O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır
basarsa, işte kurtulanlar onlardır.
Tartı kelimesi kilo gram anlamında değil,
İnsanların yapmış oldukları iyi ve kötü davranışların değerlendirilmesi
anlamındadır.
2/219- Sana
içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için
(bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.” Ve sana
neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah,
size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
7/9-Kimin
tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmede geldiklerinden dolayı
nefislerini hüsrana uğratanlardır.
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah
bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla)
örtüp-saran da elbette yıkıma uğramış.
Her yiyeceğin ve içeceğin faydalı ve zararlı
yönleri olduğu gibi, Her insanın da yaptıkları davranışların doğru ve yanlış
olanları da vardır. İşte Nasıl yiyeceklerde ve içeceklerde zararlı yönleri,
faydalı yönlerinden fazla olanlar haram kılınıp onların yenilim içilmesi haram
kılınmışsa, İnsan davranışlarının da kötü davranışları iyi davranışlarını
kuşatmışsa onlara cennete girmeyi de haram kılmıştır.
Her insanın öz yapısında hem sapma yolun
gidebilme eğilimi olduğu gibi, hem de bağışlanma ve hidayete gelme eğilimi de
bulunmaktadır. İşte Allah insanları bununla imtihana tabi tutmaktadır. Kim
sapmadan gelen tekliflere karşı kendisini korur vahyin yolunda yürümeyi
başarabilirse o kurtulmuş, Kim de takva yolundan gelen uyarılara karşı duyarsız
kalarak şeytanın yolunda yürümeyi kendisine ilke edinmişse o da helak olmuştur.
Her aklı başında olan insanın cinsiyeti
milliyeti ırkı dini ne olursa olsun, İnsanı sapmaya ve hidayete ermeye götüren
hem teklifler vardır. Hem de karar verdiği istikamette malzemeler vardır.
Allah İnsanlara kendi özgür iradeleriyle
sonuçlarına katlanmak koşulu ile dilediği yolda yürümesini kendi özgür
iradelerine bırakmıştır. Dünya hayatında Sapanlara yapmış oldukları yanlış davranışlarından
dolayı insanların ve doğa yasalarının verdiği cezadan başka ceza vermemektedir.
Hâşâ Tabiri caizse Allah her iki yolda gitmek isteyenlere iltimas geçmeden
gittikleri istikamette yollarını açmaktadır.
43/33- Eğer
insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı,
Rahman’ı (Allah’ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde
çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.
7/10- Andolsun, sizi yeryüzünde yerleşik
kıldık ve orda size geçimlikler yarattık. Ne az şükrediyorsunuz?
İnsan kendi yaratılışına ve kâinata baktığı
zaman Ne kadar şükretmiş olsa yine de azdır. Yerlerde ve göklerde ne varsa
insanoğlu için yaratılmıştır. İnsanın nefes aldığı hava içmiş olduğu su,
meyveler bitkiler sebzeler hayvanlar, yaratılmamış olsaydı insanın hali ne
olurdu?
Ama Allah Dünya hayatında Kimin şükredip kimin
şükretmeyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.
67/ 2- O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
76/ 2- Şüphesiz Biz
insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı
onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya
şükredici olur ya da nankör.
Allah, İnanan ve inanmayan, mazlum ve zalim
demeden herkese, yeryüzüne yönelip rızkını aradığı zaman herkese rızkını
vermektedir. Rahman, dünya hayatında mümin ve kâfir ayırt etmeden rızkını
veren, Rahim ise Ahiret hayatında sadece mümin olanlara merhamet eden
anlamındadır.
Allah, Güç ve kuvvet olmayı, zayıf mustazaf ve
mazlum olanlara zulüm yapmak için değil, Adaletli davranmak için vermiştir.
Yeryüzü, Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, Yeryüzü güçlü olanların zayıf
olanlara adaletli davranmaları için imtihana tabi tuttuğu yerin adıdır.
7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size
suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. Onlar
da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
Yeryüzünde, donanım manevra ve kabiliyet
yönünden, İnsan en mükemmel olarak yaratılmış olan varlıktır. İnsanın halife
olması yeryüzünde yaratılmış olan bütün yaratıklar karşısında en üstün olarak
yaratılışından kaynaklanmaktadır.
95/ 4 -
Doğrusu, Biz insanı en güzel biçimde yarattık.
Yeryüzünde yaratılmış olan
varlıklardan insanlara en yakın olan yaratık hayvanlardır. İnsanlarla hayvanlar
arasında Üç temel farklık vardır. Akıl, Takva, iblis. Yani Hayvanlarda bu
farklılık arz eden olgu olmayanca Onlarda düşünme irade kavramı da yoktur. Dolayısı ile İmtihan diye bir şeyde onlar için
olamaz. Nitekim Kuran’da, İnsanlarla hayvanlar arasındaki farka şöyle dikkat
çekmektedir.
7/ 179- Andolsun, cehennem
için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri
vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları
vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.
İşte bunlar gafil olanlardır.
İnsanların dışında yaratılmış
olan bütün varlıklarda akıl ve irade yoktur. Hangi varlık ne ile
görevlendirilmişse O varlığa kendi görev alanı içerisindeki bilgiler kodlanarak
görevlerinde eksiklik ve kusur yapmadan seyirlerini sürdürmektedir. İşte Kuran
Bunların Hepsine istisnasız genel bir başlık halinde Melek tabirini
kullanmaktadır.
Meleklerin Ademe secde etmesi
namaz kılması anlamında değil, insanın emrine teslim olması veya emrine amade
olması anlamındadır. O zaman yerlerde ve göklerde yaratılmış olan insanların
dışındaki bütün varlıklar meleklerdir. Gökteki güneş ay ve yıldızlar yerdeki
dağlar denizler bitkiler ve hayvanlar hepsi melekler kategorisine
girmektedirler.
7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni
secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni
ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
Kuran içerisinde on iki yerde İblis kelimesi geçmektedir.
İnsanlarla Melekleri ayıran İnsana farklı bir seçenek teklif sunmakla insanı
insan olma boyutuna taşıyan İnsana yüklenmekle gündeme gelmektedir.
O zaman İblisi Tanımlayacak olursak, İnsanı
yaratılışta vermiş olduğu Rabbim Allah’tır sözünden caydırmakla görevli olup,
İnsana İsyan etmeyi inkâr etmeyi Ve insanı rabbin yolundan ayırarak dilediği
kötülükleri işlemesi için teklif sunan bir melektir.
Eğer insanda iblis olusu olmamış
olsaydı,İnsanların kötülük yapmaları mümkün olmayacak diğer melekler gibi
Allahın emirlerine secde edeceklerdi.
7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda
büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük
düşenlerdensin.”
Ne
iblis, insansız barınacak veya işlev görecek bir yeri vardır. Ne de insan
iblissiz kötülük yapabilecek bir konumu vardır. İnsanı insan yapan ve insanı
diğer meleklerden ayıran özellik iblis olgusunun insanda var olması ile gündeme
gelmektedir. Eğer, İnsan İnkar ediyorsa, İblis ona inkarı tetiklemektedir.
Dolayısı ile İnsanın yapmış olduğu bütün negatif davranışların arka planında
mutlaka iblis dürtüsü yatmaktadır.
7/14- O
da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.
İblisin
İnsanların diriltilip kaldırılacaklara kadar yaşama isteği veya süre istemesi
iblis istediği için mi veriliyor Yoksa zaten iblis insanoğlu dünya da var
oldukça genetik olarak var olmaya devam ettiği için mi süre tanınıyor?
Allah
Burada ne iblis ile pazarlık yapar ne de iblis istedi diye iblise kıyamete kadar
süre tanır. Zaten insan var oldukça var olacak olan iblisi lisanı haliyle
konuşturarak Hüsnü tahlil sanatı yapmıştır. Yani Sebebi bilinen bir olayı daha
güzel bir sebebe bağlayarak bize anlatmıştır.
7/15-
(Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.
Evet, iş
bitirilip hükme bağlandı, iblis insan var oldukça var olmaya devam edecek ve
insanları Allah’ın yolundan saptırabildiğini saptıracak.
7/16-
Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak)
için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
İblis;
Melekler kategorisinden olup,diğer meleklerden nüans farkıyla ayrılarak görevi
sadece insanı yaratılışta verdiği sözden caydırarak Allah’ın yolundan
saptırmakla görevli bir melektir. Diğer melekler takva meleği hariç, İnsan
ister iblisin teklifleriyle küfür yolunu seçse de onlar insanlara hizmet
etmektedirler. Rahmanın yolunu seçseler de insana hizmet etmektedirler.
Doğru
olan da o değil mi? İblise insan desek insan değildir. İblise melek desek o da
değildir. O zaman insanı bir tanımlayalım.
İnsan,
Hem iblisin tekliflerine meyilli hem de takvanın tekliflerine meyilli Kendi
aklıyla kendi kararını hangi yolda gidebileceğine karar verebilen nötr bir
varlıktır. O zaman insan hem takva hem akıl hem de iblis üçlüsünün bir yorumudur.
Nasıl helva şeker un yağın bir yorumu ise Helvaya ne yağ ne şeker ne de un
diyemiyorsak Helva her üçünün harmanlanıp başka bir sıfatla karşımıza çıkmış
halidir. Adı helvadır.
7/17-
“Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
İnsanlara
vermiş olduğu vesveseler çeşitliliği ile, İnkar etmeyi, Allahtan olmadığı halde
Allah adına din uydurmayı, peygamberleri âlimleri şeyhlerini efendilerini
rabler edinmeyi, Allah var deyip deist olmayı, velhasıl değişik yollardan
girerek Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli dinden
saptırmayı ifade etmektedir.
7/18-
(Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun,
onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”
İşte,
İnsanları saptırmakla görevli olan iblis, ve onun teklifleri sonucunda cinlenen
şeytanlaşan ve rabbin yolundan sapan bütün insan davranışlarını Allah
onaylamamakta ve onlardan asla razı olmamaktadır. Onların dünya hayatında
yerleri aşağılamaları, ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle
cezalandırılmalarıdır.
7/19- Ve
ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu
ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
Âdem ve eşine
Allah iki teklifte bulunmaktadır. Ya dünya hayatında Allahın size helal kıldığı
şeylerden yer içer ve yaparsınız, Ahiret
âleminde ebedi cenneti hak edersiniz. Ya da size yasaklanmış olan haramlardan
yer içer ve yaparsanız zalim olarak dünya hayatında yaşarsınız ahiret hayatında
da ebedi cehennemi hak ederek ceza çekersiniz.
Yukarıda
Ademe sunulan iki teklif, Her insanın çocukluk çağından çıkarak ergenlik çağına
gelmesi ile, Gündeme gelmektedir. Yani Attığı her adımdan konuştuğu her sözden yaptığı her davranıştan yetkili ve
sorumlu olması onun cennetten çıkışını
Temsil etmektedir. Yoksa çocukluk çağında, ne yasak ağaç ne de helal
ağaç vardır. Bir başka ifadeyle çocukluk döneminde, ne iblis olgusu ne de takva
olgusu vardır.Zaten devam eden ayetlerde onları izah etmektedir.
20/ 115-
Andolsun, Biz bundan önce Adem’e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda
bir kararlılık bulmadık.
20/116-
Hani Biz meleklere: “Adem’e secde edin” demiştik, İblis’in dışında (diğerleri)
secde etmişlerdi, o, ayak diremişti.
20/117-
Bunun üzerine dedik ki: “Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın
sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.”
20/118-
Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana
bağlı)dır.”
20/119-
Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.”
20/120-
Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok
olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?”
20/121-
Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi,
üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine
karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.
20/122-
Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.
20/123-
Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size Benden
bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp
sapmaz ve mutsuz olmaz.”
7/20-
Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için
onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması,
yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız
içindir.”
Önce
Şunu bilmek gerekir. İblis ve takva olgusu Adem ve eşi kelimesi kullanmaya
başlayınca gündeme gelmektedir. Bir başka ifadeyle erginlik yaşına gelmiş olan
erkek ve kadının Sorumluluk yüklenmeye başlayınca iblis ve şeytan kelimesi
aktif rol almaya başlamaktadır. İnsan olmasa ne iblis ne de şeytan diye bir
varlık gündeme gelmez.
Her
insanın yaratılıırken Allah ile bir sözleşmesi bulunmaktadır. O söz de, “
Rabbim Allah’tır” sözüdür.
7/ 172- Hani
Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi
nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti
de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü:
“Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Ama Ne zaman, İnsana İblis Olgusu
yerleştirildi, Artık insana, İblis vermiş olduğu o sözü unutturmaya
başlamaktadır. Yukarıda insan kelimesini tanımlarken, Hem iblisin teklifleri
yönüne eğilimli hem de takva olgusunun teklifleri yönüne eğilimli nötr bir
varlık diye tanımlamıştık. İnsan günah ve sevap işlemeden nötr bir haldedir.
Ne zaman insan, takva yolunda sevap işlemeye
veya iblisin yolunda günah işlemeye adım attı o zaman bulunmuş olduğu konumdan
insanın çıkışını anlatmaktadır bir başka ifadeyle cennetten çıkışını
anlatmaktadır. Bir başka ifadeyle çocukluk döneminden erginlik dönemine girerek
sorumluluk yüklenme dönemine girmektedir.
7/21-
Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.
Şeytan
Hiçbir zaman en yalan söylüyorum sizi kandırıyorum diye insanlara teklif
sunmaz. Hep Doğru söylüyorum diyerek gelir.
Dikkat
edildiği zaman Şeytan iblisin teklif sunmasıyla insanın o teklife istek duyması
şeytanı gündeme getiriyor. Eğer İblisin tekliflerine karşı insanlar istek
duymamış olsaydı şeytan diye bir varlık gündeme gelmezdi. Öyleyse iblis ve
şeytan insanlardan ayrı varlıklar değil, iblisin ve şeytanın boy atıp
filizlendiği yer insandır.
Şeytan;
İblisin tekliflerinin ilke haline gelmesi ve bu ilkeleri kabul eden insanlara verilen
insanın sıfatlaşmış bir ismidir.
Ya
insanlar İblisin teklifleri yönünde tercihini kullanır, yaratılışta vermiş
olduğu sözün muhalefetinde yaşam sürer. Ya da takvanın teklifleri yönünde
tercihini kullanır Allah’ın razı olduğu bir hayat görüşünü tercih eder.
Kuran’ın
yasak ağaç diye bahsettiği, Tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlaşılan gibi
elma ağacı veya buğday ağacı değil, Yasak ağaç İbisin teklifleri ve bu
teklifleri kabul eden insanların dal budak salarak batıl toplumun meyvesini
veren bir ağaçtır. Bunun karşılığında da bir de helal ağaç serbest ağaç vardır.
28/ 30- Derken
oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey
Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah Benim;” diye seslenildi.
Kuran bunları anlatırken hep
sanatsal mecazi bir üslupla anlatmaktadır. İşte sağ yanındaki ağaç takva
ağacıdır. Bu ağaçtan nemalananlar Allah’ın razı olacağı bir konuma gelirler. Bu
ağaç Allah’tan başka ilah edinmeyen, muttaki, Müslüman mümin yardım sever namaz
kılan yetimleri koruyan gözleyen mazlum olanları zalimlere karşı koruyan
gözleyen insan üretir.
7/22-
Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri
kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar.
(O zaman) Rableri kendilerine seslendi: “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim?
Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”
Dikkat
ederseniz, İblis kötülük yapmak için teklif sunuyor. İnsan da bu teklifi kabul
etme olayı şeytan olgusunu gündeme getiriyor.
7/23-
Dediler ki: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve
esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.”
Eğer
Yasak ağaçtan yiyip de, Onu temizleyecek takva ağacının meyveleri olmamış
olsaydı Bütün insanların yeri ebedi cehennem olurdu. Allah İnsanlara günah
işlediklerinde tövbe etmeyi ve bağışlanmayı da vermiş ki Dileyen de bağışlanma
yolunu tercih edebilsin.
7/24-
(Allah) Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir
vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.”
İşte her
erkek ve kadının kendi öz yapısına yerleştirilmiş olan iblis, fısk fücur, ve
nefis diye ifade edilen günah ve inkara gitmeyi pompalayan bir tetikleyicinin
oluşu ile Bunlardan kaçınmayı Rabbim
Allah’tır diyerek rabbin terbiyesi altına girmeyi teklif sunan bir de takva
olgusunun var olması ile insanlar yeryüzünden elli bir vakte kadar
deneneceklerdir.
İblis
ile takva birbirine nasıl düşman ise peygamberler ve onun yolundu yürüyenlerle
şeytan ve şeytanın yolunda gidenler arasında büyük bir düşmanlık
oluşmuştur. İşte iblisin kıyamete kadar
yaşamasının temelinde bu mantık yatmaktadır. İblis ve şeytan var oldukça insan
da var demektir. İnsan var oldukça da iblis ve şeytan da var demektir.
7/25-
Dedi ki: “Orda yaşayacak, orda ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.”
Allah,
En güzel bir biçimde yaratılan insanların tahlilini yaparak Bize izah etti. Ve
ölen insanların tekrar diriltilip hesaba çekileceğinin altını çizerek öğüt
vermektedir.
7/26- Ey
Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs
kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise,
bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt
alıp-düşünürler.
Her
İnsan yaratılışta bir başka ifadeyle fıtratında Hem şeytanın yolunun ve
meyvelerinin cevheri tohumu olduğu gibi, Hem de rahmanın yolunun cevheri ve
tohumları bulunmaktadır. Tabiri caizse insan hangi tohumun meyvelerinden yemek isterse
o tohumu nemlendirir filizlendirir büyütür ve meyvelerini vermesini sağlar.
İşte
Allah’ı veli edinenlere Onun göndermiş olduğu nebi ve resullere iman edenlere
Diyor ki, İblis ve şeytanın ürettikleri meyvelerden yemeyin. Onlardan size asla
hayır gelmez. Onlar size çekici ve süslü gelse de onların ürettikleri sonucu
felaket olan bir azaba ağır ağır sizi yaklaştırır. Size hayırlı olarak
yaratığım meyvelerden yiyin. Zina yasak ve kötü bir yoldur. Siz zina yaparak
arzularınızı değil, nikâhlanarak evlenerek ihtiyaçlarınızı karşılayın. İçki
kumar, fal okları putlar sizi hayra ulaştırmaz Bunlardan kaçının sizin en güzel
elbiseniz takva elbisesidir.
7/27- Ey
Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek
için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de
bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz
yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların
dostları kıldık.
Kuran
Bütün insanoğluna kesin bir uyarı göndermektedir. Sizden öncekileri Nasıl
yaratılışta insana verdiği sözü yani, takva elbisesini kaldırarak inkârın
isyanın velhasıl kötülüklerin haram yiyiciliğin elbisesini giydirerek sizden öncekileri
felakete uğratmışsa sakın sizi de belaya uğratmasın.
Buradaki
Cennetten çıkarma Dünya hayatında İblis olgusunun ergenlik çağına her insanın
girmesi ile Günah işlemeyen bir konumdan günah işleyen bir konuma geçerek
deneme sürecinin başlaması olarak anlatmıştık.
“Çünkü o
ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir.”
Ayete
geçen bu bölüm üzerinde biraz durmak istiyorum. Şeytan ve taraftarları,
dünyevileşen insanlardır. Dünyada Eşyanın konuşma dilini çözen ve teknolojide
ileri gitmiş olan insanlar genelde cinlerdir. Cin deyince sakın ola ki
insanların dışında dumansız ateşten yaratılmış olan varlıklar aklınıza
gelmesin. Onlar Yaratılışta vermiş oldukları Rabbim Allah’tır sözünden cayarak
iblisin teklifleriyle dünya yaşamını düzenleyen şeytanlaşmış insanlardır.
72/ 6- “Bir de
şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı.
Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”
İnsanlardan bazı adamların
cinlere, yani rahmanın yolundan sapan insanlara dünya hayatındaki teknolojik
yönden ileri giderek Onlara karşı aşırı güven beslemeleri ve onlara tapacak
konumuna getirmelerinden kaynaklanmaktadır. Dünya üzerinde ne kadar ilim v
teknoloji yönünden ileri gitmiş ülkeler varsa, diğer ülkelerden zeki akılı
insanlara yüksek ücretler vererek onlarla ekonomik üstünlüğünü
sağlamaktadırlar.
Dünya hayatında kim çalışırsa
üstünlüğü Allah ona vermektedir. Müslüman’ım diyenlerin en büyük kayıpları
Eşyanın dilini çözmek için yeteri kadar çalışmamaları nedeniyle Müspet
bilimlerde çok geri kalmışlardır. Batı Vahiy dinini kabul etmemişler ama
Allah’ın eşyaya koyduğu bilgilere ulaşarak evreni kendilerine hizmet ettirmeyi
becermişlerdir.
Adamlar uçak yapıp sana
satıyorlar ama sattıkları uçakları kendi kurallarına göre kullanmazsan
düşürebiliyorlar. Maalesef Müslüman oluğunu iddia eden İslam ülkeleri onlara
bağımlı kalarak yenik düşmektedirler.
7/28-
Onlar, ‘çirkin bir hayasızlık’ işlediklerinde: “Biz atalarımızı bunun üzerinde
bulduk. Allah bunu bize emretti” derler. De ki: “Şüphesiz Allah, ‘çirkin
hayasızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”
12/ 40- “Sizin
Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil
indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası
değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisi’nden başkasına kulluk
etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu
bilmezler.”
Allah İnsanlara hem sapma
eğilimini, hem de bağışlanma eğilimini hem de aklını da vererek kişileri kendi
özgür iradeleriyle baş başa bırakmıştır. Allah kimseyi ne saptır ne de bağışlar.
Sapmanın ve bağışlanmanın yollarını ve sonucunda başlarına gelebilecek
felaketleri bildirir ve insanların yol seçmelerinde özel bir müdahalede
bulunmaz. Halife olmanın denenmenin anlamı da budur.
7/29- De
ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde)
yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi’ne has kılarak O’na dua
edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.”
Yeryüzü
Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, Yeryüzü Allah’ın güç ve iktidar sahibi
olan insanlara kendi ellerinin altındakilere adaletle davranmayı emrettiği
yerdir. İşte Allah bununla insanları denemeden geçirmektedir.
Yeryüzü
bütün insanların kendi dinlerinin kurallarına göre secde ettikleri
mescitleridir. Rahmanın yolunda olanların mescitleri olduğu gibi Rahmanın
yolunun dışında olanların da mescitleri vardır. Allah istiyor ki; Sadece kendi
kurallarına göre insanlar yaşamını sürdürsün Allah katışıksız hurafelerden uzak
halis bir dine iman etmelerini ve yaşamalarını istemektedir. İşte Allah böyle
insanlardan razı olacaktır.
2/ 150- Her
nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede
olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında
insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden
korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
Bu gün insanlar yükselmek
kariyer elde etmek iin yönlerini batıya çeviriyorlarsa, Allah’ın razı olacağı insanlar da tevhidin
doruk noktasına ulaştığı hanif İbrahim dinine yönelmeleri gerektiğini
vurgulamaktadır.
Kurtuluş ancak, ister deist
ister ateist ister ehli kitap olsunlar Her türlü şirkten uzaklaştırılmış olan
İbrahim dinine Allah yöneltmek istiyor. Asla başka kurtuluş yolu yoktur.
7/30-
Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı hak etti. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp
şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.
Allah
Katında Bütün insanlar Allah’a eşit uzaklıktadırlar. Allah insanın kendisi
sapıklığı istemedikçe onu saptırmaz. İnsanın kendisi istemedikçe Allah onu
hidayete erdirmez. Bununla ilgili açıklamaları daha önce geniş olarak izah
etmiştik.
Allah
İnsanların isterlerse sapmaları yönünde şeytanları gönderdiği gibi hidayete
ermeleri yönünde de peygamberleri göndermiştir. İnsanların kendileri
istemedikçe ne şeytanların ne de peygamberlerin onlar üzerinde zorlayıcı bir
güçleri yoktur.
16/ 99- Gerçek şu ki, iman edenler ve
Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü
yoktur.
16/100- Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli
edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir.
7/31- Ey
Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf
etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
Allah
dünya hayatında Biri birine zıt insanlar için iki farklı rızık yaratmıştır.
Haram olanlar- helal olanlardır. Allah Helal olanlardan saçıp savurmadan yemeyi
içmeyi ve yapmayı serbest kılmıştır. Devam eden ayette de bunu genişleterek
anlatmaktadır.
7/32- De
ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram
kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü
ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer
açıklarız.
Allah
temiz ve güzel olan rızkları dünya hayatında iman eden ve Salih amel işleyenler
için yaratmıştır. Ahiret âleminde bunlardan daha güzeli onları beklemektedir.
İnkâr eden ve sapanlar için ahiret âleminde asla onlara bunlar haram kılınmıştır.
13/ 18-
Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler ise,
yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka
(kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar
içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!..
7/33- De
ki: “Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli
olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan ‘isyan ve saldırıyı’ kendisi
hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah�a şirk koşmanızı ve
Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
Ayette
bahsedilen yasaklar sırlanarak sayılmaktadır.
53/ 32- Ki
onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin
utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O,
sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha
annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi
temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.
7/34-
Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat
ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)
Her
insan için kendisine ayrılmış bir süre vardır. O sürenin ne bir saat önünde ne
de bir saat sonuna alınıp ertelenemez.
4/ 78- Her
nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda
olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir
kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne
oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?
7/35- Ey
Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim
sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar
mahzun olmayacaklardır.
91/ 7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim
verene’,
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah
ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah
bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla)
örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Her insan
ergenlik çağına geldiği zaman Yaptığı her yanlış karşısında kendi öz yapısında
var olan takvadan veya vicdanından bir ses gelir. Yaptığın yanlıştır diye. İşte
kendisine gelen bu uyarı sesi Allah’ın vahiylerle kontrol altına almış
oldukları nebi ve resullerle de desteklenmektedir. Eğer insan varsa mutlaka
saptıran da varır sapanları uyaran da vardır. Allah uyarıcı göndermediği bir
kavimi helak etmeyecekse ki öyledir. Demek ki Allah her kavme mutlaka ama
mutlaka bir uyarıcı gelmiştir.
26/ 208-
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
7/36-
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin
arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.
Yalanlama
sapma yoldan çıkma inkâr zulüm fahşa aklına n kadar kötülük varsa işte onların
tetikleyicisi hep iblisin insana verdiği vesveselerden kaynaklanmaktadır. Kim
kendisine gelen uyarıcılara karşı duyarlılığını kaparsa ve iblisin teklifleri
yönünde hayat yaşarsa işte onların yerleri ebedi cehennemdir.
7/37- Öyleyse,
Allah�a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan
daha zalim kimdir? Kitaptan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır.
Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde
onlara diyecekler ki: “Allah’tan başka taptıklarınız nerede?” “Onlar bizi
(yüzüstü) bırakıp-kayboldular” diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten
kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.
Buradaki
tehdide muhatap olanlar Kitap- ehli olanlardır. Bunlar dünya hayatında Allah
kendilerine gönderilen kitaplarda Allah’tan başkalarını rabler edinmeyeceksiniz
dediği halde bunar peygamberlerini âlimlerini şeyhlerini efendilerini rabler
edinerek müşrik kâfir olmuşlardır.
Kitap-Ehli;
Allah’ın varlığına birliğine kitaplarına peygamberlerine ahiret gününe
meleklerine iman ettikleri halde, Allahtan gelen vahiy orijinli dinden saparak,
Allah adına din uyduranlara kuranın verdiği bir isimdir.
Buradaki
elçilerin hayatlarına son vermek için gelmeleri ölüm meleklerini kastetmektedir.
Genelde İslam müfessirleri Ölüm meleğini Azrail diye anlamışlar ve
anlatmışlardır. Oysa Kuran’ın hiçbir yerinde Azrail ifadesi geçmez.
32/ 11- De ki:
“Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize
döndürülmüş olacaksınız.”
7/38-
(Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle
birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini)
lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar,
en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten
kat kat artırılmış bir azap ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır.
Ancak siz bilmezsiniz” diyecek.
22/ 18-
Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler.
Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için
bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
3/ 21- Allah’ın ayetlerini
inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti
emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
Doğru yola gelen ve doğru
yoldan sapanların ham maddesi insanlardır. İnsanlardan hem cin, şeytan, kâfir
münafık zalim türemekte, hem de mümin Müslüman peygamberler türemektedir. Cin
kelimesi genelde İslam müfessirleri ve toplumlar tarafından yanlış anlaşılmış
ve yanlış aktarılmıştır. İnşallah Allah izin verir de ölmezsek Bundan sonra
nüzul sırasına göre gelen cin suresinde Cin kelimesi üzerinde kuranın anlatmak
istediği kavramı geniş olarak anlatacağım inşallah.
Dünya üzerinde bulunan
insanlar ya müslümandır. Ya da Müslüman değildir. Kuran’da Müslüman olmayan
bütün insanlara Allah genel başlık olarak cin tabirini kullanıştır.
7/39-
(Bu sefer) Önde gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: “Sizin bize göre
bir üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın.”
Allah
her insana aklını takvasını ve fıskını vererek dünya hayatında kendilerine
ayrılmış olan zaman süreci içerisinde denemektedir. İnsanın kendisi istemedikçe
Bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler, Onu ne saptırmaya gücü
yeter ne de hidayete gelmeye gücü yeter. İnsan saparsa da kendi isteği ile
sapmıştır. Hidayete gelirse de kendi isteği ile hidayete gelmiştir.
Ama
onlar ahiret hayatında sıkıştıklarında suçu bir biri üzerine atarak kurtulmaya
çalışacaklardır. Oysa Allah yanında söz değişikliğe uğratılmayacaktır. Bunların
konuşmalarını Kaf suresinde şöyle anlatır.
50/ 21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir
sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet
içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün
görüş-gücün keskindir.”
40/23- Onun yakını olan (ve yanından
ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”
50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı
nankörü atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah
edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki:
“Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık
içindeydi.”
50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda
çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz
ve Ben kullara zulmedici değilim.”
Evet, Ahiret hayatında herkes kazandıklarını
önünde kaydedilmiş bir kamerada istisna yapılmadan büyük küçük demeden hepsini
kaydedilmiş olarak bulacaklardır. Orada onlara ne Allah ne peygamberler ne
şeyhleri efendileri şefaat edeceklerdir. Sadece şefaat edecek olan ellerinde
güzel amellerinin kaydedildiği kitap veya kameralardaki güzel davranışlardır.
7/40-
Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için
göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar
cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız.
İnkâr
eden ve zulmedenler için ebedi bir cehennem vardır. İman eden ve Salih amel
işleyenler için de ebedi cennet vardır. Ne cehennemde yanıp da cennete gitme
olayı ne de cennetten cehenneme gitme olayı vardır. Her ikisi de süresiz olarak
mükâfat ve cezanın görüleceği yerdir.
2/ 80- Dediler ki: “Sayılı günlerin dışında,
ateş asla bize değmeyecektir.” De ki: “Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki
Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi
söylüyorsunuz?”
2/81- Hayır; kim bir kötülük işler de günahı
kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz
kalacaklardır.
2/82- İman edip salih amellerde bulunanlar ise
cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
7/41-
Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme
sapanları işte böyle cezalandırırız.
Allah
Dünya hayatında inkâr eden ve zulmedenlere karşı özel bir müdahale ve ceza
vermemiştir. Üstelik tabiri caizse Onların inkârlarına çanak tutmuştur. Bir
başka ifadeyle yollarını açmıştır.
43/ 33- Eğer
insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı,
Rahman’ı (Allah’ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde
çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.
Allah iman eden ve Salih amel
işleyenlerin ödülünü ahiret âleminde vereceği gibi inkâr eden ve zulmedenlerin
cezasını da ahiret âleminde verecektir. Allah’ın insanların dualarına icabet
etmesi, İnsanların istek ve arzularının istikametinde çabasının karşılığını
vermesi anlamındadır. Çabası olmayan bir dua ışığı olmayan bir lamba gibidir.
7/42-
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden
fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz
olarak kalacaklardır.
Allah
hiçbir kimseye kendinin kaldıramayacağı yük vurmamıştır. Herkesin kendi gücü
nispetinde ihlas ve samimiyetle Göstermiş olduğu performansa göre derecelerle
ödüllendirecektir.
7/43-
Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar
akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize
hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz’in elçileri hak
ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı
kılındığınız cennettir” diye seslenilecek.
İşte
İman eden ve imanlarını Salih amellerle buluşturanların mükâfat olarak
ödüllendirileceği yer, Ahiret hayatında cennettir. Allah dünyada yaptıklarından
hoşnut olmuş onlar da cennette onlara verilen ikramdan hoşnut olmuşlardır.
58/ 22- Allah’a
ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve
elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar;
bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi
aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine
imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları,
altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak
kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır.
İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası
olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
7/44-
Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz’in vadettiğini
gerçek buldunuz mu?” Onlar da: “Evet” derler. Bundan sonra içlerinden seslenen
biri (şöyle) seslenecektir: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.”
Dünya
hayatında deli, mecnun, örümcek kafalılar, cinlenmiş dedikleri insanlar ile
inkar eden ve zulmeden insanları ahire hayatında karşı karşıya getirerek Allah konuşturmaktadır. “Cennet halkı, ateş
halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz’in vadettiğini gerçek buldunuz
mu?”
Onlara
dünya hayatında o kadar uyarıcılar gelmiş olmasına rağmen hakka karış tecavüzde
bulunmaları nedeniyle bir türlü uyarıcıların söylediklerine karşı kulaklarını
tıkamışlar ve gülmüş geçmişlerdi. Oysa Allah kesin olarak vaadinde duracağına
dair söz vermişti. Ve o söz gerçekleşmiş ve inkâr edenler o gerçek söz
karşısında şok geçirerek şöyle demektedirler.
Bir
başka surede inkar edenlerin konumu şöyle dile getirilir.
50/ 19- O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak
gelip de, (insana) “İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir”
(denildiği zaman da).
50/20- Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu,
tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir
sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet
içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün
görüş-gücün keskindir.”
50/23- Onun yakını olan (ve yanından
ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”
50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü
atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah
edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki:
“Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık
içindeydi.”
50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda
çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz
ve Ben kullara zulmedici değilim.”
7/45-
“Ki onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti
tanımayanlardır.”
İşte
İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin profilini bize anlatarak öğüt vermektedir.
7/46-
İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde hepsini yüzlerinden
tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: “Selam size” derler, ki bunlar,
henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.’
7/ وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الأَعْرَافِ
رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِسِيمَاهُمْ وَنَادَوْاْ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَن
سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
7/46-Ve beynehumâ hicâb(hicâbun) ve alel a'râfi
ricâlun ya'rifûne kullen bi sîmâhum ve nâdev ashâbel cenneti en selâmun aleykum
lem yedhulûhâ ve hum yatmeûn(yatmeûne).
Dünya
hayatında iki sınıf iki ağırlık olarak hayat sürenler ve yaşayanlar, Ahiret
hayatında iki sınıf ve iki farklı insanlar olarak toplanacaklardır.
Bu aynen
dünya hayatında öğrencilerden derslerine çalışarak her sınavda iyi not
alanlarla çalışmayıp haylazlık edenlerin de her sınavda kırık not alarak
yılsonunda Sınıfta kalanlar ile sınıf geçenlerin farlılığı gibi ahiret
hayatında farklılıklar olacaktır.
Burada
inkar eden ve zulmedenler ile, iman eden ve Salih amel işleyenleri ayırt eden
orada görevli melekler vardır. Ayetin orijinalinde rical un geçse de insanları
kendi amelleri ile beraber gelenlerin derecelerine ve sınıflarına göre ayırt
eden bir cihaz olması gerekir. Nasıl marketlerde Binlerce çeşit malın
fiyatlarını bilen bir cihaz varsa ahiret hayatında da onları yüzünden okuyan
cihazlar olacaktır.
7/47-
Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalimler
topluluğuyla birlikte kılma” derler.
Bu
sesleniş, İman eden ve Salih amel işleyerek sarp yokuşa göğüs gererek Allah’ın huzurda
toplanan cennetlikler için söylenen bir sözdür. Dünya hayatında onlar Bu
şekilde dualarını yaparak bu mertebeye gelmişlerdi.
7/48-
Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen
birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet) toplamış olmanız,
ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.”
Zümer
suresinde Dünya hayatında elçiler tarafından uyarılıp da dinlemeyen
cehennemlikleri konuşturarak anlatmaktadır.
39/ 68- Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın
diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir
daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.
39/69- Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta
yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile
hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.
39/70- Her bir nefse yaptığının tam karşılığı
verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilendir.
39/71- İnkar edenler, cehenneme bölük bölük
sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara
(cehennemin) bekçileri dedi ki: “Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle
karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” Onlar: “Evet.”
dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.
39/72- Dediler ki: “İçinde ebedi kalıcılar
olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama
yeri ne kötüdür.”
7/49-
“Kendilerine Allah’ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler
bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve
mahzun olmayacaksınız.”
Dünya
hayatında küçümsedikleri Rabbim Allah diyen o Müslümanlar Allah’ın
rızasına mazhar olmuş olarak cennete girin denilerek inkar edenleri
kıskandıracak bir fotoğraf ortaya çıkmaktadır.
7/50-
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: �Bize biraz sudan ya da Allah�ın size
verdiği rızıktan aktarın.� Derler ki: �Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere
haram (yasak) kılmıştır.�
Dünya
hayatında asıl kâfirlerin lüks hayatları Müslüman olanlara haram kılınmışsa
Ahiret hayatında da Müslüman olanlara verilen güzel nimetler kâfirlere haram
kılınmıştır.
7/51-
Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı
onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim
ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
İnkar
edenler ve zulmedenler, Dünya hayatında kendilerine yüklenmiş olunan emanete
hıyanet etmişler ahiret hayatından pay almayı unutmuşlardır.
5/13-
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı
kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık)
Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden
birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet,
aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.
7/52-
Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet
ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde
açıkladık.
Dünya
üzerinde bulunan insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ı Kabul ettikleri halde
Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde Bu
topluluğun karşılığı deistlerdir. Dünyada bulunan insanların da çok az bir
kısmı ateistler ve Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta
deyince yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman
olduğunu sansalar da maalesef onar Kuran’ın ifadesiyle kitap ehlinden bakası
değildirler.
7/53-
Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün,
daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize
hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri
çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar,
kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de
kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı?
Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten
Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek
şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını
yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta
oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.
“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”
7/54-
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva
eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten,
Güneş�e, Ay�a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun,
yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne
Yücedir.
Yerlerin
ve göklerin yaratılışının altı günde olması bizim yirmi dört saat anlamında gün
değil, Altı aşamada olduğu vurgulanmadadır.
İlim
adamlarının tespitlerine göre Kâinatın yaratılmasından bu tarafa yaklaşık on
beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir.
Allah’a
göre zaman yoktur. Zaten kâinatın yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır.
Zaman kavramı İslam toplumlarında anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün
olamıyor.
22/47- Onlar
senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak
muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta
olduklarınızdan bin yıl gibidir.
7/55-
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları
sevmez.
7/56-
Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın;
O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik
yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen
O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan)
ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle
bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki
ibret alasınız.
7/58-
Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan
başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli
biçimlerde açıklıyoruz.
7/59-
Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim,
Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin
için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”
7/60-
Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve
sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
7/61- O:
“Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin
Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
7/62-
“Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin
bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.
7/63-
“Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam
aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?”
7/64- Onu
yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık,
ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
7/65- Ad
(toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim,
Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Hala
korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
7/66-
Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî
bir yetersizlik’ içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu
sanıyoruz.”
7/67-
(Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten
alemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.
7/68-
“Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir
öğütçüyüm.”
7/69-
“Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin
gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler
kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını)
hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız.”
70-
Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta
olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize
vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
71-
“Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli
kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile
babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar
ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun;
şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”
72-
Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımız’dan bir rahmet ile kurtardık.
Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.
73-
Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a
kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir
belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu
salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi
acı bir azap yakalar” dedi.
74-
“(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde
(güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler
kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini
hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”
75-
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden
iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in
gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz
gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler.
76-
Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin
inandığınızı tanımayanlarız.”
77-
Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de
şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber)
isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
78-
Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz
üstü çöke kaldılar.
79- O da
onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin
risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri
sevmiyorsunuz.”
80- Hani
Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı
hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?
81-
“Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu
siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”
82-
Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça
temizlenen insanlarmış!” demekten başka olmadı.
83-
Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise
(helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı.
84- Ve
onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları
sona bir bak işte.
85-
Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki:
“Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size
Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun,
insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve
düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın.
Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.”
86-
“O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda
çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki
siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl
bir sona uğradıklarına bir bakın.”
87-
“İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup
inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
88-
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey
Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız
veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?”
dedi.
89-
“Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz
Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi
dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim
bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle
kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en
hayırlısısın.”
90-
Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a
uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.”
91-
Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz
üstü çökmüş olarak sabahladılar.
92-
Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi
oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar.
93- O da
onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin
risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir
topluluğa nasıl üzülebilirim?”
94- Biz
hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar
diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla
yakalayıvermişiz.
95-
Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve:
“Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler
dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri hiç şuurunda
değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
96- Eğer
o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem
gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar
yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
97- O
ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden
güvende miydiler?
98- Ya
da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler?
99-
(Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak
kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
100-
(Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya
erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara
günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar
vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
101-
İşte bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten,
onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları
nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle
damgalar.
102-
Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu
fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük.
103-
Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde
gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte
bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
104-
Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir
elçiyim.”
105-
“Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir.
Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle
gönder.”
106-
(Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden
isen, bu durumda onu getir (bakalım).”
107-
Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
108-
(Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
109-
Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir
büyücüdür”;
110- “Sizi
topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”
111-
Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele),
şehirlere de toplayıcılar yolla”;
112-
“Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”
113-
Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize
bir karşılık (armağan) var, değil mi?”
114-
“Evet” dedi. “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”
115-
Dediler ki: “Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”
116-
(Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini
büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir
getirmiş oldular.
117- Biz
de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de
baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
118-
Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
119-
Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
120- Ve
sihirbazlar secdeye kapandılar.
121-
“Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.
122-
“Musa’nın ve Harun’un Rabbine�”
123-
Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu,
halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır.
Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.”
124-
“Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam
edeceğim.”
125-
(Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimiz’e döneceğiz” dediler.
126-
“Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka
bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi
Müslüman olarak öldür.”
127-
Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: “Musa ve kavmini bu toprakta
(Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi
(serbest) bırakacaksın?” (Firavun) Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve
kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe
sahibiz.”
128-
Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz
Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç
muttakiler içindir” dedi.
129-
Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.”
(Musa:) “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde
halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek” dedi.
130-
Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye
yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
131-
Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük
isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak
yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar
kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
132-
Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine
de biz sana inanacak değiliz” dediler.
133-
Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge,
buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve
suçlu-günahkar bir kavim oldular.
134-
Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: “Ey Musa, Rabbine -sana verdiği
ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden
çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğulları�nı seninle
göndereceğiz.
135- Ne
zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı
çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular.
136- Biz
de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan
habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
137-
Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor
kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz’afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin
İsrailoğulları�na olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı
(yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini
(köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik.
138-
İsrailoğulları�nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan
bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var;
onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte
olan bir kavimsiniz” dedi.
139-
Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler
(ibadetler) de geçersizdir.
140- “O sizi
alemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir İlah mı arayacağım?”
141-
“Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek
çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden
sizin için büyük bir imtihan vardı.”
142-
Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin
belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim
yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi.
143-
Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana
göster, Seni göreyim” dedi. (Allah:) “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak;
eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli
edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde:
“Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.
144-
(Allah:) “Ey Musa” dedi. “Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni
insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”
145- Biz
ona Levhalarda herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklamasını yazdık.
(Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle
sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim” (dedik).
146-
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar
her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da
görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol
olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil
olmaları dolayısıyladır.
147-
Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa
çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
148-
(Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir
buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve
onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler
mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular.
149- Ne
zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına
düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: “Eğer
Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana
uğrayanlardan olacağız” dediler.
150-
Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: “Beni arkamdan, ne
kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?” dedi.
Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki
Harun ona:) “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp
güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları
sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma
(sayma)” dedi.
151-
(Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine
kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.”
152-
Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında
bir zillet yetişecektir. İşte Biz, ‘yalan düzüp-uyduranları’ böyle
cezalandırırız.
153-
Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz
Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.
154-
Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir)
Nüshasında “Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır”
(yazılıydı).
155-
Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı.
Bunları da ‘dayanılmaz bir sarsıntı’ tutuverince, dedi ki: “Rabbim, eğer
dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki
beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin
denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini
hidayete erdirirsin. Bizim Velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge;
Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
156-
Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi
ki: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu
korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere
yazacağım.”
157-
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi
haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği)
emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri
haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor.
Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte
indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
158- De
ki: “Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi
(peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka İlah
yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamber olan elçisine
iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki
hidayete ermiş olursunuz.
159-
Musa’nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır.
160- Biz
onları (İsrailoğulları�nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet)
olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: “Asan’la taşa vur”
diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan-
topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve
onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) “Size
rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” Onlar Bize zulmetmedi,
ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.
161-
Onlara: “Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, ‘dileğimiz
bağışlanmadır’ deyin ve kapısından secde ederek girin, (Biz de) hatalarınızı
bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) artıracağız” denildiğinde,
162-
Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle
değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten ‘iğrenç bir
azap’ indirdik.
163- Bir
de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi
(yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına
uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş
yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları
dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.
164-
Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir
azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde
“Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler diye” dediler.
165-
Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları
kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile
yakaladık.
166-
Onlar, kendisinden sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’
onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.
167-
İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe
kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile)
sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.
168-
Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri
salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır.
Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik, ki dönsünler.
169-
Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ‘kötü kimseler’ geçti.
(Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: “Yakında
bağışlanacağız” diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar.
Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine
ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan)
Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?
170-
Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih
olanların ecrini kaybetmeyiz.
171- Bir
zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise
neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) “Size
verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız.”
172-
Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi
nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti
de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü:
“Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
173- Ya
da: “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme
bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı
edeceksin?” dememeniz için.
174-
İşte Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız, umulur ki dönerler.
175-
Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan
sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan
olmuştu.
176-
Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere
saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan,
kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte
ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara
aktar. Ki düşünsünler.
177-
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği
ne kötüdür.
178-
Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp-saptırırsa
artık onlar da hüsrana uğrayanlardır.
179-
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık
(hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır
bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar
gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
180-
İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun
isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkara) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları
dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.
181-
Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan)
bir ümmet vardır.
182-
Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece
(günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.
183-
Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim (cezalandırmam)
sapasağlamdır.
184-
Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey
olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.
185-
Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût)
Allah’ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına
bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
186-
Allah’ın saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları
içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
187-
Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki:
“Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır. Onun süresini O’ndan başkası
açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten
başkası değildir.” Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar.
De ki: “Onun ilmi yalnızca Allah’ın Katındadır. Ancak insanların çoğu
bilmezler.”
188- De
ki: “Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye)
malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı
arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için,
bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.”
189- O,
sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini
var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir
süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah’a dua ettiler:
“Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız.”
190- Ama
O, onlara (Adem’in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince,
kendilerine verdiği şey konusunda O�na ortaklar kılmaya başladılar. Allah,
onların şirk koştuklarından Yücedir.
191-
Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak
koşuyorlar?
192-
Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç
yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe.
193-
Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun
dursanız da size karşı (tutumları) birdir.
194-
Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen
onları çağırın da size icabet etsinler.
195-
Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya
görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak
koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile
açtırmayın.”
196- Hiç
şüphesiz, benim velim kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu
(veliliğini) yapıyor.
197-
O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.
198-
Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi)
görürsün, oysa onlar görmezler bile.
199- Sen
af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve
cahillerden yüz çevir.
200-
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen
Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
201-
(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice
düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp
bilmişlerdir.
202-
(Şeytan’ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini
bırakmazlar.
7/203-
Onlara bir ayet getirmediğin zaman: “Sen onu (inmeyen ayeti)
derleyip-toplasana” derler. De ki: “Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana
uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir
hidayet ve bir rahmettir.”
7/204-
Kuran okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş
olursunuz.
7/205-
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle,
yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.
7/206-
Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu
tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.
3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.
“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”
3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.
“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”
KURAN’IN KURN’LA TEFSRİ ;
39- ARAF SURESİ TEFSİRİ İKNCİ BÖLÜM;
7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun
(konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle
karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’
gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
İnkâr eden ve zulmedenler, Dünya hayatında
kendilerine yüklenmiş oluan emanete hıyanet etmişler, ahiret hayatından pay
almayı unutmuşlardır.
5/13-
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı
kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık)
Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden
birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet,
aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.
7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik;
iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye
dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.
Dünya üzerinde bulunan insanların büyük bir
çoğunluğu Allah’ı Kabul ettikleri halde Allah’ın kitap ve peygamber
gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde Bu topluluğun karşılığı
deistlerdir. Dünyada bulunan insanların da çok az bir kısmı ateistler ve
Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta deyince
yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman olduğunu
sansalar da maalesef onlar Kuran’ın ifadesiyle kitap ehlinden başkası
değildirler.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına
bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler
ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat
edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden
başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır,
uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.
“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”
7/54- Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde
gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın
kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş�e, Aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla
baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur.
Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.
Yerlerin ve göklerin yaratılışının altı günde
olması bizim anladığımız, yirmi dört saat anlamında gün değil, Altı aşamada
olduğu vurgulanmadadır.
İlim adamlarının tespitlerine göre Kâinatın
yaratılmasından bu tarafa yaklaşık on beş milyar yıl geçtiği tahmin
edilmektedir.
Allah’a göre zaman yoktur. Zaten kâinatın
yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır. Zaman kavramı İslam toplumlarında
anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün olamıyor.
22/47- Onlar
senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak
muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta
olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Ayette bahsedilen “bir gün”
kelimesi bizim anladığımız yirmi dört saat anlamındaki gün değil bir an kadar
kısa anlamını ifade eden bir kavramdır.
7/55- Rabbinize yalvara yalvara ve için için
dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.
Dua; İki eğilime karşı istek duyan insanların,
kendi özgür iradeleriyle istek duydukları yönde göstermiş oldukları çaba ve
gayretleridir. İnkâr edenlerin duası iblisin istekleri istikametinde yapmış
oldukları çaba ve gayretleridir. İman edenlerin duaları ise Allah’ın nebiler
aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde göstermiş oldukları çaba
ve gayretleridir.
İslam toplumlarında, anlatılan ve anlaşılan
dua kesinlikle Kuran’ın dua kelimesine yüklemiş olduğu anlamdan tamamen
uzaktır. Nasıl beden ile can kelimesi ayrı ayrı hiçbir anlam taşımıyorsa, Dua
kelimesi isteklerin fiili hayata götürmeden de bir anlam ifade etmez. Allah
Herkese Kendi duası yönünde çaba ve gayretine göre cevap verir.
2/186- Kullarım
Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği
zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap
versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.
Allah insanlar isterlerse
küfür yolunda isterlerse kendi yolunda gitmek isterlerse her iki yönde de
yollarını açmakta ve onların dualarına icabet etmektedir. Ama Allah Kendi
istediği yolda dualarını yapanlardan razı olmaktadır. İşte denenmenin adı da bu
anlamdadır. Allah insanlardan Müslüman olarak yaşamalarını ve Müslüman olarak
can vermelerini istemektedir. Ancak inkar edenlerin inkarları yönündeki yollarını
açmakta ve onların dualarına da icabet etmemektedir. İşte bu tip insanların ne
dualarından hoşnut olmakta ne de kendilerinden hoşnut olmaktadır.
17/10- Ve şüphesiz,
ahirete inanmayanlar için de acı bir azap hazırlamışızdır.
17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de
dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.
İşte inkâr edenlerin duası cehennemi elde
etmek içindir. Eğer ahiret âleminin varlığına onlar inanmış olsaydı cehennemde
ebedi olarak azap çekmelerini isterler miydi? Şeytan onların üzerine bir kabuk
bağlayarak gerçekleri onlara göstermemektedir.
43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini
görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’;
artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları
yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını
sanırlar.
İçkinin, kumarın fuhuşun kötü sonuçlarını
insanlar gördükleri halde nasıl öyle bir yanlışı yapıp kendilerine süslü
gösterilmiştir.
Demek ki, Rahmanın yolunda olanlar dualarını
rahmanın razı olacağı şekilde hayatlarını yaşama götürerek yapmaktadırlar,
Şeytanın yolunda yürüyenler de dualarını şeytanın razı olacağı şekilde
yapmaktadırlar.
7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra
yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua
edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin
önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları
kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve
bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz,
ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.
İnsanlarda, İnsanları inkâra isyana
bozgunculuk çıkarmaya teklif sunan iblis olgusu olmamış olsaydı, Yeryüzünde ne
bozgunculuk çıkar, ne de insanlar arasında savaş, hırsızlık, ahlaksızlık,
zulüm, öldürme diye bir şey olurdu. İnsanlarda diğer melekler gibi kendilerine
kodlanan bilgilerle seyirlerini düzenlerlerdi. Tabi ki İmtihan da olmazdı. Bu
kötülüklerin teklif sunucusu iblistir. Kim iblisin tekliflerine yeşil ışık
yakıp onun istekleri doğrultusunda hayatını düzenlerse Yeryüzü fesada uğrar.
Ama kim takvanın tekliflerine yeşil ışık yakarsa Yeryüzü düzene konulduğu gibi
korunmuş olur
7/58- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle
çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir
topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
Ayette Kuran, mecaz sanatı kullanmış. Nasıl
güzel aile kültüründen güzel davranışlı insanlar çıkıyorsa, Kötü ailelerden de
kötün insanlar çıkar benzetmesini yapmaktadır. Ama bu demek değildir ki, İyi
ailelerden tamamı ile iyi insanlar, kötü ailelerden de tamamı ile kötü insanlar
çıkar demek değildir.
Eğer İnsan kendilerine verilmiş akılını iyi
kullanabilirlerse kötü ailelerden de iyi inanlar çıkabilmektedir. Değilse kötü
ailelerden doğan çocuklar haksızlığa uğramış olurlardı. Kim dilerse kendisini
rabbin yoluna götürecek malzeme de bulur yer de bulur kim dilerse de şeytanın
yoluna gidecek malzemeler bulur yer de
bulur.
7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine
(toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan
başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından
korkmaktayım.”
7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz
seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve
sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ
ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan
biliyorum.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için,
içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap)
gelmesine mi şaştınız?”
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.
Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Araf elli dokuzuncu ayetten altmış dördüncü
ayete kadar Nuh kavmini bize anlatılmaktadır. Bundan önceki surelerde
kavimlerin helaki ile ilgili konularda Nuh tufanını geniş geniş anlatmaya
çalışmıştım.
Önce, Kuran’da geçen kavimlerin helakı ile
ilgili konularda, Mükâfatın ve cezanın dünya hayatında olmadığını, ahiret
hayatında olduğunu bilmek ve anlamak lazımdır. Eğer Nuh kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi, Gibi kavimler
tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlatılan ve anlaşılanlar gibi olmuş
olsaydı, Şimdi o kavimlerin yapmış oldukları zulümlerden daha çok dünyada
zulümler işlenmekte ve insanlar yakılıp yok edilip öldürüldükleri halde öyle
bir helak şekli göremiyoruz.
Kuran, kendi içerisinde çelişkisiz bir
kitaptır. Eğer bir ayette, “Biz dünya hayatında zulmedenlerin cezasını
vermeyiz” Diyor da başka bir ayette Onları dünya hayatında işledikleri
suçlardan dolayı helak ettik diyorsa Biz ya bu ayetleri doğru anlayamamışızdır.
Ya da kuran kendi içerisinde çelişkili bir kitap olmalıdır. İnananlar için Kuran
elbette çelişkisiz bir kitaptır. Kuran’ın kendi yapmış olduğu açıklamayı biz
doğru anlayamamışız demektir. Başka bir alternatif yoktur.
16/61- Eğer
Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde
(yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir
süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat
ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
Her insan Ergenlik yaşı ile bunaklık
ve ölüm dönemine kadar kendisine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde
denenmektedir. Dünya hayatı bir sınav salonu, Ahiret hayatı ise bu denenmenin
arkasından ürünlerinin alınacağı devşirme yeridir. Kim dünya hayatında, Allah’a
iman eder ve onun gönderdikleri vahiyler çerçevesi içerisinde hayatını
düzenlerse, Onun ahirette konaklama yeri ebedi olan cennettir. Kim de Allah’ı
veya gönderdiklerini inkâr eder Rabbin terbiyesi dışında yaşarsa onların
konuklanma yeri de ebedi cehennemdir.
Dünya hayatında Her iki yola
gidene de Allah yollarını açacak imkânlar da vermiş gidebilecek eğilimi de
vermiştir. İnsanların Dünya hayatındaki cezaları ya evren yasalarına
uymamaları, ya da insanların kurallarına uymamaları sonucunda evrenden ve
insanlardan gelmektedir.
22/40- Onlar, yalnızca;
“Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün
edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi
(yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah
Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü
olandır, Aziz olandır.
10/19- İnsanlar, tek bir
ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş
(verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka
aralarında hüküm verilmiş olurdu.
20/129- Eğer Rabbinden geçmiş
bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım
azabı) kaçınılmaz olurdu.
29/53- Azap konusunda senden
acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir
vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda
olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.
Vermiş olduğum ayet örneklerinden
de anlaşıldığı gibi, ceza ve mükâfat ahiret âlemimdedir. İşte Allah’ın vaadi
budur ve Allah kesin olarak vaadinden dönmez.
3/9- “Rabbimiz, kendisinde
şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah,
va’dinden cayıp-dönmez.”
39/19- Azap sözü kendisi
üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur)? Ateşte olanı artık sen mi
kurtaracaksın?
39/20- Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar
ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina
edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir.
Allah, va’dinden dönmez.
Yukarıda değişik ayetlerden örnekler vermeye
çalışıştık. Bu ayetlere göre Nuh kavminin helaki nasıl anlaşılmalıdır? Sorusuna
cevap aramaya çalışalım.
1-Dünya hayatında yapılan suçlar nedeni ile
Allah cezalandırmıyor. Ceza ahiret âlemine ertelenmektedir.
2- Ceza ve mükafatın hiret âleminde mutlaka
verileceğini Allah vaat etmektedir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir.
3-Peki Allah neden? Nuh kıssasını anlatırken İnkâr
edenleri suda boğduk iman edenleri gemiyle kurtardık ifadesi kullanıyor? Çünkü
Allah’a göre zaman kavramı yok Ahirette bize göre gelecek bir zaman için olan
olay Allah katında bir andır. Ahiret hayatında olacak olan bir cezayı şimdi
veriyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır.
4-7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.
Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Ayette Gemi Mecazi anlamda kullanılmıştır.
Dünya hayatında İman edenler Nuh peygamberin getirmiş olduğu vahiy gemisine
binerek Yaşamlarını vahyin çizgisinden sapmadan yürümüşler ve ahiret âleminde
cennet denilen yere gelip konaklamışlardır. İnkâr edenler ise vahiyden
nasiplerini almak istemedikleri için kör ve sağır olarak hayatlarını sürdürmüşler
ahiret hayatında da acı bir cehennem azabı onları beklemektedir.
7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u
(gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan
başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkar
edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz
ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl
yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.
7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ
ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”
7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam
aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın)
Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi
arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini
hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız.”
7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a
kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi
geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize
iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir
delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu)
birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele
ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte
bekleyenlerdenim.”
7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları
Katımız’dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış
olanların kökünü kuruttuk.
Dikkat ederseniz genel olarak bütün uyarıcı
olarak gelen elçilerde bir sünnet olarak halkın önde gelenlerle elçiler
arasında bu söylemler devam edip gelmiştir. Allah’ın sünneti Kuran’da iki
farklı anlamda kullanılmıştır.
Birincisi Toplumsal sünnet- İkincisi de
Yaratılış sünnetidir. Şimdi Kavimlerle İlgili geçen konuların düzgün
anlaşılabilmesi için Bu iki farklı sünnetin ne demek olduğunu Kuran’dan
ayetlerden örnekler vererek anlatmaya çalışalım.
TOPLUMSAL SÜNNET;
Kuran içerisinde on iki yerde sünnet kelimesi
geçmektedir.
17/ 71- Her insan-grubunu imamlarıyla
çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını
okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa
uğratılmazlar.
17/72- Kim bunda (dünyada) kör ise, O,
ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.’
17/73- Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden
başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman
seni dost edineceklerdi.
17/74- Eğer Biz seni sağlamlaştırmasaydık,
andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
17/75- Bu durumda, Biz sana, hayatın da kat
kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra Bize karşı bir yardımcı
bulamazdın.
17/76- Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan)
çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir
süreden başka kalamazlar.
17/ 77- (Bu,)
Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir
değişiklik bulamazsın.
Resullerin sünnetlerinden
olanlar, 1- Kavmin önde gelenleri Peygamberleri yalanlamışlar, 2- Onlara deli
Mecnun, sapmış kâhin şair sözleriyle eleştirmişlerdir.
35/ 43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük
taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi
sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden
başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir
değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de
bulamazsın.
Hayata İnsanlar bakışlarını
hangi açıdan bakarlarsa o yönde inanmaya ve o yönde yaşamaya başlarlar. Kendi
bakış açısını ve gidiş tarzın değiştirmeyen insanın gidiş tarzını da Allah asla
değiştirmez.
2-YARATILIŞ SÜNNETİ;
7/185- Onlar, göklerin ve
yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı
şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan
sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
İşti Bizim evrensel yasalar
deyip durduğumuz Sünnetullah bu anlamdadır. Güneşin her gün doğudan doğup
batıdan batması, yağmur yağacağı zaman mutlaka havanın bulutlanması, akşam
olduğu zaman havanın kararması, güneş doğduğu zaman gündüz olması Yüzmek
bilmeden denize girersen denizin boğması evleri depremlerin şiddetlerine göre
dayanıklı yapmazsan evlerin yıkılarak altında kalınması hep Allah’ın yaşamış olduğumuz
hayattaki değişmez sünnetleridir.
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i
(gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka
İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın
bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın,
ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
7/74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi
halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini
hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler
yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular
olarak karışıklık çıkarmayın.”
7/75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük
taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara
(müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini
biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız”
dediler.
7/76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de
şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”
7/77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve
Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer
gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir,
bakalım.”
7/78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir
sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
7/79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle)
dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt
verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”
Bu ayetlerde gündeme gelen konu Salih
peygamber ve kavmidir. İşlemiş oldukları suçların en büyüğü Allah’ın mucize olarak yaratmış olduğu deveyi
kesmeleri ve böylece kesen ve kesenin
yanında bulunanlarla beraber helak olmalarıdır.
Genelde bu konu tefsirlerde, Allah Salih peygambere
Dağdan mucize olarak bir deve doğurtturur. O beldede su deveyle bölüşüldüğünden
dolayı halkın su içme ihtiyaçlarına zarar verip azalttığından dolayı deveyi
içlerinden birisi öldürdüğü anlatılmaktadır. Allah da deveyi kesmelerinden
dolayı o kavmi helak etmektedir.
Bu konuyu bir de şuara suresinden aktaralım.
26/142- Hani onlara kardeşleri Salih:
“Sakınmaz mısınız? demişti.
26/143- “Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş
güvenilir bir elçiyim.”
26/144- “Artık Allah’tan korkup-sakının ve
bana itaat edin.”
26/145- “Buna karşılık ben sizden bir ücret
istemiyorum;
26/146- “Siz burada güvenlik içinde mi
bırakılacaksınız?”
26/147- “Bahçelerin, pınarların içinde,”
26/148- “Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz
alıcı hurmalıklar arasında?”
26/149- “Dağlardan ustalıkla zevkli evler
yontuyorsunuz.”
26/150- “Artık Allah’tan sakının ve bana itaat
edin.”
26/151- “Ve ölçüsüzce davrananların emrine
itaat etmeyin.”
26/152- “Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk
çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar).”
26/153- Dediler ki: “Sen ancak
büyülenmişlerdensin.”
26/154- “Sen yalnızca bizim benzerimiz olan
bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet
(mucize) getir-görelim.”
26/155- Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir;
su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.”
26/156- “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra
büyük bir günün azabı sizi yakalar.
26/157- “Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak
pişman oldular.”
26/158- Böylece azap onları yakaladı.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Burada asıl anlaşılmasında güçlük çekilen
konu, Ayet veya mucize kelimesinin doğru anlaşılamaması, ikincisi de deveyi
kestiler ifadesi neyi anlatmaktadır.
Ayet; Allah’ın kainatta görülen veya
görülmeyen bilinen veya bilinmeyen ister kötülük iter iyilik ne varsa zerreden
küreye kadar, peygamberlere gelen vahiyler de dahil olmak üzere ne varsa
hepsinin adıdır. Veya her birine verilen isimdir.
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i
(gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka
İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın
bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın,
ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
Öyleyse Dişi deveyi Salih peygamber mucize
olarak kendisi göstermemiş. Bildiğimiz Allah’ın etinden sütünden yavrularından
tüyünden istifade edilen bildiğimiz bir devedir. Bu konuyu burada geniş olarak
anlatmayacağım.
Eğer bu konu hakkında detaylı bir bilgi
edinmek isteyen olursa benim web sayfamda Salih peygamberin kavminin kestikleri
deveyle ilgili bir makalemden bilgi edinebildiler. Ancak burada kısacık da olsa
deve kesmenin ne anlama geldiğini, Kuran bu ifadeyi hangi anlamda kullandığını
anlatmaya çalışacağım.
Salih kavmine baktığımız zaman, Deveyi
kesenler içlerinden önde gelen inkârcı bozguncu gelen uyarıcılara karşı kin ve
öfke kusan birisidir. nu destekleyen
yardım eden yataklık edenler de aynı konumdadırlar. Deveyi kesmek mecazi alamda
kullanılmıştır. Yani Allah’ın Deveyi koyduğu konumdan kaldırarak onu tapınılır
hale getirilmesinden dolayı Allah böyle bir ifade kullanmıştır. Bakınız Hac
suresinde develerin kesilip etlerinden yenmesini ve yedirilmesini Allah
takdirle karşılamaktadır.
22/ 36- İri
cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir
hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta
durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da
onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için
boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.
Allah bir kavim deve kestiği
zaman o kavi helak ediyor, Bir kavim deve kestiği zaman Allah o kavmi övüyor.
Demek ki “deve kesme” olayı doğru anlaşılamadığı için çarpık bir anlayış olarak
karşımıza çıkmaktadır. Oysa kuranda çelişki yoktur.
4/ 82- Onlar hala Kuran’ı
iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz
içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kâinatta canlı ve cansız ne
varsa bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. Deve yük taşıyacak etinden
yenecek yünleri eğrilip ip yapılacak ne varsa insan içindir. Bunlar başka bir
amaç için kullanılıp insanlar bunlardan istifade etmezlerse Allah’ın
yarattıklarına zulüm yapmış olular. Allah korkutmaktadır.
Binmek için almış olduğun
arabaya binmezsen olduğu yerde çürütürsen hem arabaya hem de kendine zulüm
yapmış olmaz mısın? İşte Allah’tan’ gelen emirleri nebiler aracılığı ile
duydukları zaman onları inkara götürmekte ve Dünya hayatına bu bakışla bakanlar
ve yaşayanlar kör ve sağır olarak ömürleri biterek ahiret hayatında da
kendilerini yaratan Allah’a Nankörlük yaptıklarından dolayı hem dünya hayatında
mutsuz , hem de ahiret hayatında ebedi bir cehennemle
7/ 80- Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce
alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?
7/81- “Gerçekten siz kadınları bırakıp
şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir
kavimsiniz.”
7/82- Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp
çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka
olmadı.
7/83- Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve
ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride
kalanlardandı.
7/84- Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı
yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
Kuran’da anlatılan kıssalara baktığımız zaman,
İşlenen suçların en ön planda olanlara dikkat çekerek onların helak oluşlarını
anlatmaktadır. Çünkü diğer suçlar o büyük suçun gölgesi altında kaybolup
gitmektedir. Mesela; Allah “Şirk koşulmasını bağışlamam” der. Neden? Çünkü
diğer günahlar şirk koşmanın yanında güneş doğduğu zaman yıldızların kaybolduğu
gibi kaybolmaktadırlar.
4/ 48-
Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı
ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla
iftira etmiş olur.
Aslında Allah kendisine
verilmiş zaman dilimi içerisinde kendisini düzeltir ve değiştirirse
bağışlamadığı bağışlayamayacağı bir suç yoktur. Ancak Bu suçları işleyen
kişiler kendilerini bağışlamaz veya bağışlayamazlar.
Salih kavmin helak olmasının
sebebi Devenin su içme hakkına tecavüz
etmeleriydi, Yani deveyi yaratılış gayesinin dışarısına çıkarmalarıydı. Lut
kavinin helak oluşunun nedeni de, Erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını kadınlardan
değil de erkeklerden görmeleriydi. Hayata böyle yanlış bir bakış, Onların
yolunu yöntemini bu anlayışla çizmeleriydi.
Hicir suresinden Lut kavmi
hakkında Kuran’dan bir kıssayı aktarmaya
çalışalım.
15/ 57- Dedi ki: “Ey
elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?”
15/58- Dediler ki: “Gerçekte biz,
suçlu-günahkar olan bir topluluğa gönderildik.”
15/59- “Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların
tümünü muhakkak kurtaracağız.”
15/60- “Ama karısını (kurtaracaklarımız)
dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır.”
15/61- Böylelikle elçiler Lut ailesine
geldiklerinde,
15/62- (Lut) Dedi ki: “Sizler gerçekten
tanınmamış bir topluluksunuz.”
15/63- “Hayır” dediler. “Biz sana, onların
hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik.”
15/64- “Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz
doğru söyleyenleriz.”
15/65- “Hemen aileni gecenin bir bölümünde
yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın;
emrolunduğunuz yere gidin.”
15/66- Ve onlara şu emri verdik: “Sabaha
çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir.”
15/67- Şehir halkı birbirlerine müjdeler
vererek geldi.
15/68- (Lut onlara) “Bunlar benim konuğumdur,
beni utandırıp-dillere düşürmeyin” dedi.
15/69- “Allah’tan korkup-sakının ve beni küçük
düşürmeyin.”
15/70- Dediler ki: “Biz seni ‘herkes(in işin)e
karışmaktan’ alıkoymamış mıydık?”
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız,
işte bunlar, benim kızlarım.”
15/72- Ömrüne andolsun ki, onlar,
sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.
15/73- Derken, tan yerinin ağarma vaktine
girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi.
15/74- Anında (yurtlarının) üstünü altına
çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.
Lut’a gelen elçiler, Tefsirlerde anlatılanlar
gibi melekler değil, Allah’ın nebi ve resullükle görevlendirdiği peygamberlerdir.
Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu
tarafa, “Rabbani yolu” peş peşe dizdiği
nebiler ve resuller aracılığı ile son nebi ve resule kadar ayakta tutmuştur.
Kuran bütünlüğü içerisinde dikkat ederseniz, her peygamber kendilerinden önce gelen
peygamberleri tasdik edip doğrulamış ve kendilerinden sonra gelecek olan
peygamberleri de müjdelemişlerdir.
61/6- Hani
Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan
gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra
ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara
apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız,
işte bunlar, benim kızlarım.”
Bu ayette ki anlatım mecazi
bir anlatımdır. Bir peygamber kendi kızlarını inkârcı yoldan çıkmış zorba ve
zalim olan kızlarına peşkeş çekecek değil herhalde. Cinselliğinizi Allah’ın
helal kıldığı yöntemler dâhilinde giderin, anlamındadır. İşte böyle yoldan
çıkan bir kavmin İşledikleri suçlar nedeni ile doğru düzgün bir yaşamaya
yönelmemektedirler. Ahiret hayatında Kendilerini yaratan Allah cehennemle
hesaplarını görecektir.
7/85- Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı
(gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin
O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize)
gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını)
eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra
yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer
inanıyorsanız.”
Şuayp peygamberin kavminde Ölçü ve tartıda
yapılan taşkınlıklar gündeme gelmektedir. Aldatarak mal satma, aldatarak mal
alma, Enflasyon, döveliyasyon insanların mallarının değerinden düşürülerek
haksızlığa uğratılma konusunu ele almaktadır. Bu konu geniş bir makale ve bir
kitap yazacak kadar geniş bir konudur. Ancak kısacık da olsa bazı ölçü ve
tartılarda ön plana çıkan yanlışlıkları gündeme getirmeye çalışalım.
1-Kasıtlı veya kasıtsız olarak, düzgün olmayan
karşıdaki kişilerin atlatılmasına zemin hazırlayan bütün kusurlu ölçeklerden
kaçınmak lazımdır.
2- Yaş mahsullerden kurutularak satılan, sulu
mamullerden suyunun giderildikten sonra satışa sunulan malların olgun hale
gelmesine veya kuruma noktasına gelinceye kadar yaşlığını gizleyerek satmamak
lazımdır.
3-Borç verilen paralar enflasyon olduğu
dönemlerde değer kaybetmektedir. Borç verildiği dönemde paranın alım gücü neyse
borcu öderken alım gücü aynı olacak şekilde ödemek gerekir. Alacaklı olan
kişinin bağışlaması bunun dışındadır.
4- Bilerek kasıtlı olarak Vermiş olduğu
paranın karşılığında vermiş olduğu paranın üzerine para ekleyerek geri
alınmasını Allah kesinlikle yasaklamaktadır. Bunun bir adı riba bir adı da
faizdir.
2/ 275- Faiz
(riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan
başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir”
demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır.
Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi
kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin
halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.
Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ
yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike
bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer
ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve
emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Ayetin orijinalinde riba
geçiyor ama, bu günkü toplum dilinde Ribanın karşılığı faizdir.
7/86- “O’na iman edenleri tehdit ederek,
Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun
(başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi
çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”
Çok peygamberlerin öldürülmesi veya onları destekleyen
yardım eden yataklık eden iman eden ve Salih amel işleyenlerin çok az olmuştur.
Önde gelen makam mevki koltuk sahibi olan zalimler peygamberlerin sözlerini
desteklemeleri ve onlara yardım etmeleri nedeni ile zalim olanların önde
gelenleri onlara korku salarak sindirmişler korkutmuşlar veya daha da olmadı
öldürmüşlerdir.
İkinci alternatif olarak, İman etmek
isteyenleri, fikri mücadele vererek iman etmek isteyenlerin göremedikleri
yerden görerek onları ikna etme yollarına girmektedirler. Şu anda ateist
olanlar Kuran hakkında detaylı bilgiye sahip olmayanları kandırmaları gibidir.
7/ 16- Dedi ki:
“Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için
mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
72/ 9- “Oysa gerçekte biz,
dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa,
(hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”
İblisin cinlerin şeytanın
doğru yolun ortasına oturması Bilgi sahibi olmayan insanları bazı bilemedikleri
yerden girerek onları kandırması anlamındadır.
7/87- “İçinizden bir grup, kendisiyle
gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah,
aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
Batıl olan bir topluma hak geldiği zaman
ayrışma başlar. Yani inkâr eden ve zulmeden bir kavme bir peygamber geldiği zaman
İman eden ve Salih amel işleyen insanlar çıktığı gibi, inkârlarına devam eden
ve zulmeden insanlar da olmaya devam etmektedir.
7/88- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük
taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman
edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri
döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi.
Hep dikkat ederseniz, İnkar etmeleri ve gelen
uyarıcıları yalanlamaları edeni ile, Onlara körlük ve imana karşı yoksulluk yakalarını
bırakmaz hale gelmektedir.
7/89- “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra,
bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz
olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için
olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a
tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’
Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.”
İşte bütün peygamberler, genelde Ya “ Rabbim
Allah’tır deyip yeryüzünde güç sahibi olmuşlar ve topluma adaleti getirmişler
ya da iman eden ve o peygamberleri destekleyen olmadığı için güçsüz kalmışlar
öldürülüşlerdir. Ya ölümü göze alacaksın Dünya hayatında başarırsan onurlu bir
şekilde yaşayacaksın ahiretin de sana ödül olarak verilecek, ya da ölümden
korkacaksın hem dünyada hem de ahirette perişan olacaksın. İşte bütün nebiler
ve Allah dostları birinci şıkkı tercih etmişlerdir. Bu iki gurup biribiriyle
asla barışık yaşamamışlardır.
33/38- Allah’ın
kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük
yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir.
Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
7/90- Kavminin önde gelenlerinden inkar
edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba
uğrayanlardan olursunuz.”
İnkar edenler,
hem kendileri uyarıcıları kabul etmedikleri gibi, Uyarıcılara karşı
sevgi besleyen onlara destek verenleri de tehdit etmektedirler. Bu demektir ki,
Hem kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemek, hem de kendi üzerine
yüklenen sorumluluğu yerine getirenlere karşı savaş açmaktır.
4/76- İman
edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar
öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek
zayıftır.
7/91- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir
sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
Yani, Bütün rabbani yolun dışında giden
kavimlerin inkar etmeleri ve
büyüklenmeleri dolayısı ile Rabbin
terbiyesi altına girmeyi kabul etmediler.
Böylece Dünya hayatında ecellerinin sonun kadar Kör ve sağır olarak yaşayıp
Ahiret âleminde dirildiklerinde İse ancak yollarının yanlış olduklarının
farkına vardılar ama ne yazık ki o da onlara bir yarar sağlamadı.
7/92- Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç
refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük
hüsrana uğradılar.
İşte İnkâr edenlerin dünya hayatında gidiş
tarzlarını ve sonucunda dirilip hesaba çekilirken konumlarını en güzel
belirleyen şu ayeti aktarmadan geçemeyeceğim.
2/ 259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre
uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra
nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu
diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az
kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve
içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni
insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya
getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar)
apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten
Allah, herşeye güç yetirendir.”
Dikkatinizi çekmek istiyorum,
ayette bahsedilen tefsirlerde anlatılan gibi ” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü
bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” ifadesi dünya
hayatında ölüp de diriltilme değil, Dünya hayatında yüz yıl yaşayıp ahiret
aleminde diriltilmesidir. İşte dünya hayatındaki yüz yıllık bir zaman ahiret
hayatında olanlar için bir an veya bir saat gibi kısa bir zamanla izah
edilmektedir.
7/93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle)
dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt
verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?”
Nebiler ve uyarıcıların görevi, Allah’tan
kendilerine verilmiş olan emirleri tebliğ ederler. İnsanların üzerinde
insanların kendileri istemedikçe ne şeytanların ne de uyarıcıların onlar
üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur.
5/99- Elçiye
tebliğden başka (yükümlülük) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da, gizli
tuttuklarınızı da bilir.
7/94- Biz hangi memlekete bir peygamber
gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz
bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.
İnsanlar hem iyiliğe meyilli hem de kötülüklere
meyilli bir varlıktır. Dünya hayatı da bazen sıkıntılar yokluklar içerisinde,
bazen de bolluk ve bereketler içerisinde yer değiştirip duran bir denenme
salonudur. Doğru olanı İnsan kıtlık ve yokluk içerisinde geçen zamanlarda
sabretmek ve bolluk ve bereketler içerisinde geçen zamanlarda da şükretmekle
görevlidir.
2/214-Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın
yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek
yakındır.
7/95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle
değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli
sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine,
Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
7/96- Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı,
gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler)
açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle
yakalayıverdik.
7/97- O ülkeler halkı, geceleri uyurken,
onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Helak edilme olayını, şimdiye kadar geçen
helak ile ilgili ayetlerde izah etmeye çalıştık. Dünya hayatında Allah’ın
insanların suç işlemesi nedeniyle insanlar ya insanlardan ceza görürler ya da
evren yasalarına uymadıkları zaman uymamanın bedelini öderler. Allah Cezayı
ahiret âlemine ertelemektedir.
Her insana Allah bir ecel tayin etmiştir.
Kendisine verilen bir zaman dilimi içerimside süreç ister iman etsin isterse de
inkâr etsin bir gün gece veya gündüz ölüm gelecektir. İnkar edenler Kendilerine
haşa başka bir ilahtan bir kitap mı geldi ki, inkarlarının ve yapmış oldukları
zulmün karşılığını görmeyeceklerine dair ellerinde bir belgeleri mi var?
7/98- Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti
eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
7/99- (Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından
güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir
topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
Kâfir Olanların tuzağı, Dünya hayatında
bencilleşerek İman eden ve Salih amel işleyenlere karşı hayat hakkı tanımayıp yeryüzünde
onları öldürüp yaşatmamaktır. Peki, Allah’ın onlara hazırladığı tuzak nedir?
Dünya hayatında böyle davrananlara hakkı görmemeleri için gözlerini köreltmesi
kulaklarını sağırlaştırması kalpleri de mühürleyerek Ahiret âleminde ebedi olan
bir cehenneme atmasıdır.
8/30- Hani o
inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak
kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir
karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin)
hayırlısıdır.
7/100- (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra
yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi?
Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet
ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler
olurlardı.
Allah, Dünya hayatında Bütün insanlara eşit
mesafededir. İmtihana tabi tuttuğu aklı olan her insana Hem takva yolu
eğilimini, hem de iblisin veya kötülüklerin yolu eğilimi ve malzemelerini
vererek insanları kendilerine verilen bir süreç içerisinde denemektedir.
67/2- O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah isteseydi Bütün insanları tek bir ümmet
ve tek bir şeriat içerisinde yaratır dünya hayatında ne savaş olur ne öldürme
ne zulüm ne de bozgunculuk olurdu. Allah Bu sınavda kim kendisine verilen
emanete sahip çıkarak dünya hayatında kendisine verilmiş olan rolü en güzel oynarsa
o ahiret hayatında ebedi cennetle ödüllendirilecek. Kim de kendisine verilen
emanete hıyanet eder zulmederse ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle
cezalandırılacaktır.
5/48- Sana da
(Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’
olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle
hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma.
Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah
dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi
içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Allah katında bir tek doğru
yol vardır. O yolun o dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslümandır.
Bunlar bir zürriyet olarak İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah’ın
göndermiş olduğu nebilerin yol göstericiliği içerisinde devam edip gelmektedir.
Zürriyet deyince sakın ola ki yanlış anlaşılmasın Bunlar biyolojik anlamda
zürriyet değil iman eden ve Salih amel işleyenler anlamında olan zürriyettir.
52/21- İman edenler ve
soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine
katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi
kazandığına karşılık bir rehindir.
Allah hiç bir zaman Kimseyi
saptırmaz, ama sapma özgülüğü verir. Allah hiç kimseye hidayet vermez, ama
hidayete gelme özgürlüğü verir. Allah Hiç kimseyi cehenneme atmaz, ama cehenneme
gitme Özgürlüğü verir. Allah kimseyi cennete atmaz ama cennete gitme özgürlüğü
verir.
Yani Dünya da ahiret de
insanlarını emrine sunulmuş insanlar kendi seçimlerini kendileri yapmaktadır.
76/3- Biz ona yolu gösterdik;
(artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
DEVAM DECEK
KURAN’IN KURN’LA TEFSRİ ;
39- ARAF SURESİ TEFSİRİ İKNCİ BÖLÜM;
7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun
(konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle
karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’
gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
İnkâr eden ve zulmedenler, Dünya hayatında
kendilerine yüklenmiş oluan emanete hıyanet etmişler, ahiret hayatından pay
almayı unutmuşlardır.
5/13-
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı
kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık)
Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden
birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet,
aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.
7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik;
iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye
dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.
Dünya üzerinde bulunan insanların büyük bir
çoğunluğu Allah’ı Kabul ettikleri halde Allah’ın kitap ve peygamber
gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde Bu topluluğun karşılığı
deistlerdir. Dünyada bulunan insanların da çok az bir kısmı ateistler ve
Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta deyince
yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman olduğunu
sansalar da maalesef onlar Kuran’ın ifadesiyle kitap ehlinden başkası
değildirler.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına
bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler
ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat
edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden
başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır,
uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.
“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”
7/54- Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde
gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın
kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş�e, Aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla
baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur.
Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.
Yerlerin ve göklerin yaratılışının altı günde
olması bizim anladığımız, yirmi dört saat anlamında gün değil, Altı aşamada
olduğu vurgulanmadadır.
İlim adamlarının tespitlerine göre Kâinatın
yaratılmasından bu tarafa yaklaşık on beş milyar yıl geçtiği tahmin
edilmektedir.
Allah’a göre zaman yoktur. Zaten kâinatın
yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır. Zaman kavramı İslam toplumlarında
anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün olamıyor.
22/47- Onlar
senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak
muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta
olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Ayette bahsedilen “bir gün”
kelimesi bizim anladığımız yirmi dört saat anlamındaki gün değil bir an kadar
kısa anlamını ifade eden bir kavramdır.
7/55- Rabbinize yalvara yalvara ve için için
dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.
Dua; İki eğilime karşı istek duyan insanların,
kendi özgür iradeleriyle istek duydukları yönde göstermiş oldukları çaba ve
gayretleridir. İnkâr edenlerin duası iblisin istekleri istikametinde yapmış
oldukları çaba ve gayretleridir. İman edenlerin duaları ise Allah’ın nebiler
aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde göstermiş oldukları çaba
ve gayretleridir.
İslam toplumlarında, anlatılan ve anlaşılan
dua kesinlikle Kuran’ın dua kelimesine yüklemiş olduğu anlamdan tamamen
uzaktır. Nasıl beden ile can kelimesi ayrı ayrı hiçbir anlam taşımıyorsa, Dua
kelimesi isteklerin fiili hayata götürmeden de bir anlam ifade etmez. Allah
Herkese Kendi duası yönünde çaba ve gayretine göre cevap verir.
2/186- Kullarım
Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği
zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap
versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.
Allah insanlar isterlerse
küfür yolunda isterlerse kendi yolunda gitmek isterlerse her iki yönde de
yollarını açmakta ve onların dualarına icabet etmektedir. Ama Allah Kendi
istediği yolda dualarını yapanlardan razı olmaktadır. İşte denenmenin adı da bu
anlamdadır. Allah insanlardan Müslüman olarak yaşamalarını ve Müslüman olarak
can vermelerini istemektedir. Ancak inkar edenlerin inkarları yönündeki yollarını
açmakta ve onların dualarına da icabet etmemektedir. İşte bu tip insanların ne
dualarından hoşnut olmakta ne de kendilerinden hoşnut olmaktadır.
17/10- Ve şüphesiz,
ahirete inanmayanlar için de acı bir azap hazırlamışızdır.
17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de
dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.
İşte inkâr edenlerin duası cehennemi elde
etmek içindir. Eğer ahiret âleminin varlığına onlar inanmış olsaydı cehennemde
ebedi olarak azap çekmelerini isterler miydi? Şeytan onların üzerine bir kabuk
bağlayarak gerçekleri onlara göstermemektedir.
43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini
görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’;
artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları
yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını
sanırlar.
İçkinin, kumarın fuhuşun kötü sonuçlarını
insanlar gördükleri halde nasıl öyle bir yanlışı yapıp kendilerine süslü
gösterilmiştir.
Demek ki, Rahmanın yolunda olanlar dualarını
rahmanın razı olacağı şekilde hayatlarını yaşama götürerek yapmaktadırlar,
Şeytanın yolunda yürüyenler de dualarını şeytanın razı olacağı şekilde
yapmaktadırlar.
7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra
yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua
edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin
önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları
kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve
bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz,
ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.
İnsanlarda, İnsanları inkâra isyana
bozgunculuk çıkarmaya teklif sunan iblis olgusu olmamış olsaydı, Yeryüzünde ne
bozgunculuk çıkar, ne de insanlar arasında savaş, hırsızlık, ahlaksızlık,
zulüm, öldürme diye bir şey olurdu. İnsanlarda diğer melekler gibi kendilerine
kodlanan bilgilerle seyirlerini düzenlerlerdi. Tabi ki İmtihan da olmazdı. Bu
kötülüklerin teklif sunucusu iblistir. Kim iblisin tekliflerine yeşil ışık
yakıp onun istekleri doğrultusunda hayatını düzenlerse Yeryüzü fesada uğrar.
Ama kim takvanın tekliflerine yeşil ışık yakarsa Yeryüzü düzene konulduğu gibi
korunmuş olur
7/58- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle
çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir
topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
Ayette Kuran, mecaz sanatı kullanmış. Nasıl
güzel aile kültüründen güzel davranışlı insanlar çıkıyorsa, Kötü ailelerden de
kötün insanlar çıkar benzetmesini yapmaktadır. Ama bu demek değildir ki, İyi
ailelerden tamamı ile iyi insanlar, kötü ailelerden de tamamı ile kötü insanlar
çıkar demek değildir.
Eğer İnsan kendilerine verilmiş akılını iyi
kullanabilirlerse kötü ailelerden de iyi inanlar çıkabilmektedir. Değilse kötü
ailelerden doğan çocuklar haksızlığa uğramış olurlardı. Kim dilerse kendisini
rabbin yoluna götürecek malzeme de bulur yer de bulur kim dilerse de şeytanın
yoluna gidecek malzemeler bulur yer de
bulur.
7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine
(toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan
başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından
korkmaktayım.”
7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz
seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve
sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ
ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan
biliyorum.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için,
içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap)
gelmesine mi şaştınız?”
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.
Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Araf elli dokuzuncu ayetten altmış dördüncü
ayete kadar Nuh kavmini bize anlatılmaktadır. Bundan önceki surelerde
kavimlerin helaki ile ilgili konularda Nuh tufanını geniş geniş anlatmaya
çalışmıştım.
Önce, Kuran’da geçen kavimlerin helakı ile
ilgili konularda, Mükâfatın ve cezanın dünya hayatında olmadığını, ahiret
hayatında olduğunu bilmek ve anlamak lazımdır. Eğer Nuh kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi, Gibi kavimler
tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlatılan ve anlaşılanlar gibi olmuş
olsaydı, Şimdi o kavimlerin yapmış oldukları zulümlerden daha çok dünyada
zulümler işlenmekte ve insanlar yakılıp yok edilip öldürüldükleri halde öyle
bir helak şekli göremiyoruz.
Kuran, kendi içerisinde çelişkisiz bir
kitaptır. Eğer bir ayette, “Biz dünya hayatında zulmedenlerin cezasını
vermeyiz” Diyor da başka bir ayette Onları dünya hayatında işledikleri
suçlardan dolayı helak ettik diyorsa Biz ya bu ayetleri doğru anlayamamışızdır.
Ya da kuran kendi içerisinde çelişkili bir kitap olmalıdır. İnananlar için Kuran
elbette çelişkisiz bir kitaptır. Kuran’ın kendi yapmış olduğu açıklamayı biz
doğru anlayamamışız demektir. Başka bir alternatif yoktur.
16/61- Eğer
Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde
(yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir
süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat
ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
Her insan Ergenlik yaşı ile bunaklık
ve ölüm dönemine kadar kendisine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde
denenmektedir. Dünya hayatı bir sınav salonu, Ahiret hayatı ise bu denenmenin
arkasından ürünlerinin alınacağı devşirme yeridir. Kim dünya hayatında, Allah’a
iman eder ve onun gönderdikleri vahiyler çerçevesi içerisinde hayatını
düzenlerse, Onun ahirette konaklama yeri ebedi olan cennettir. Kim de Allah’ı
veya gönderdiklerini inkâr eder Rabbin terbiyesi dışında yaşarsa onların
konuklanma yeri de ebedi cehennemdir.
Dünya hayatında Her iki yola
gidene de Allah yollarını açacak imkânlar da vermiş gidebilecek eğilimi de
vermiştir. İnsanların Dünya hayatındaki cezaları ya evren yasalarına
uymamaları, ya da insanların kurallarına uymamaları sonucunda evrenden ve
insanlardan gelmektedir.
22/40- Onlar, yalnızca;
“Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün
edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi
(yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah
Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü
olandır, Aziz olandır.
10/19- İnsanlar, tek bir
ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş
(verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka
aralarında hüküm verilmiş olurdu.
20/129- Eğer Rabbinden geçmiş
bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım
azabı) kaçınılmaz olurdu.
29/53- Azap konusunda senden
acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir
vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda
olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.
Vermiş olduğum ayet örneklerinden
de anlaşıldığı gibi, ceza ve mükâfat ahiret âlemimdedir. İşte Allah’ın vaadi
budur ve Allah kesin olarak vaadinden dönmez.
3/9- “Rabbimiz, kendisinde
şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah,
va’dinden cayıp-dönmez.”
39/19- Azap sözü kendisi
üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur)? Ateşte olanı artık sen mi
kurtaracaksın?
39/20- Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar
ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina
edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir.
Allah, va’dinden dönmez.
Yukarıda değişik ayetlerden örnekler vermeye
çalışıştık. Bu ayetlere göre Nuh kavminin helaki nasıl anlaşılmalıdır? Sorusuna
cevap aramaya çalışalım.
1-Dünya hayatında yapılan suçlar nedeni ile
Allah cezalandırmıyor. Ceza ahiret âlemine ertelenmektedir.
2- Ceza ve mükafatın hiret âleminde mutlaka
verileceğini Allah vaat etmektedir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir.
3-Peki Allah neden? Nuh kıssasını anlatırken İnkâr
edenleri suda boğduk iman edenleri gemiyle kurtardık ifadesi kullanıyor? Çünkü
Allah’a göre zaman kavramı yok Ahirette bize göre gelecek bir zaman için olan
olay Allah katında bir andır. Ahiret hayatında olacak olan bir cezayı şimdi
veriyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır.
4-7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide
onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.
Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Ayette Gemi Mecazi anlamda kullanılmıştır.
Dünya hayatında İman edenler Nuh peygamberin getirmiş olduğu vahiy gemisine
binerek Yaşamlarını vahyin çizgisinden sapmadan yürümüşler ve ahiret âleminde
cennet denilen yere gelip konaklamışlardır. İnkâr edenler ise vahiyden
nasiplerini almak istemedikleri için kör ve sağır olarak hayatlarını sürdürmüşler
ahiret hayatında da acı bir cehennem azabı onları beklemektedir.
7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u
(gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan
başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkar
edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz
ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl
yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.
7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ
ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”
7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam
aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın)
Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi
arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini
hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız.”
7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a
kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi
geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize
iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir
delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu)
birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele
ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte
bekleyenlerdenim.”
7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları
Katımız’dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış
olanların kökünü kuruttuk.
Dikkat ederseniz genel olarak bütün uyarıcı
olarak gelen elçilerde bir sünnet olarak halkın önde gelenlerle elçiler
arasında bu söylemler devam edip gelmiştir. Allah’ın sünneti Kuran’da iki
farklı anlamda kullanılmıştır.
Birincisi Toplumsal sünnet- İkincisi de
Yaratılış sünnetidir. Şimdi Kavimlerle İlgili geçen konuların düzgün
anlaşılabilmesi için Bu iki farklı sünnetin ne demek olduğunu Kuran’dan
ayetlerden örnekler vererek anlatmaya çalışalım.
TOPLUMSAL SÜNNET;
Kuran içerisinde on iki yerde sünnet kelimesi
geçmektedir.
17/ 71- Her insan-grubunu imamlarıyla
çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını
okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa
uğratılmazlar.
17/72- Kim bunda (dünyada) kör ise, O,
ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.’
17/73- Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden
başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman
seni dost edineceklerdi.
17/74- Eğer Biz seni sağlamlaştırmasaydık,
andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
17/75- Bu durumda, Biz sana, hayatın da kat
kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra Bize karşı bir yardımcı
bulamazdın.
17/76- Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan)
çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir
süreden başka kalamazlar.
17/ 77- (Bu,)
Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir
değişiklik bulamazsın.
Resullerin sünnetlerinden
olanlar, 1- Kavmin önde gelenleri Peygamberleri yalanlamışlar, 2- Onlara deli
Mecnun, sapmış kâhin şair sözleriyle eleştirmişlerdir.
35/ 43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük
taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi
sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden
başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir
değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de
bulamazsın.
Hayata İnsanlar bakışlarını
hangi açıdan bakarlarsa o yönde inanmaya ve o yönde yaşamaya başlarlar. Kendi
bakış açısını ve gidiş tarzın değiştirmeyen insanın gidiş tarzını da Allah asla
değiştirmez.
2-YARATILIŞ SÜNNETİ;
7/185- Onlar, göklerin ve
yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı
şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan
sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
İşti Bizim evrensel yasalar
deyip durduğumuz Sünnetullah bu anlamdadır. Güneşin her gün doğudan doğup
batıdan batması, yağmur yağacağı zaman mutlaka havanın bulutlanması, akşam
olduğu zaman havanın kararması, güneş doğduğu zaman gündüz olması Yüzmek
bilmeden denize girersen denizin boğması evleri depremlerin şiddetlerine göre
dayanıklı yapmazsan evlerin yıkılarak altında kalınması hep Allah’ın yaşamış olduğumuz
hayattaki değişmez sünnetleridir.
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i
(gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka
İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın
bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın,
ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
7/74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi
halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini
hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler
yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular
olarak karışıklık çıkarmayın.”
7/75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük
taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara
(müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini
biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız”
dediler.
7/76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de
şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”
7/77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve
Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer
gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir,
bakalım.”
7/78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir
sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
7/79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle)
dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt
verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”
Bu ayetlerde gündeme gelen konu Salih
peygamber ve kavmidir. İşlemiş oldukları suçların en büyüğü Allah’ın mucize olarak yaratmış olduğu deveyi
kesmeleri ve böylece kesen ve kesenin
yanında bulunanlarla beraber helak olmalarıdır.
Genelde bu konu tefsirlerde, Allah Salih peygambere
Dağdan mucize olarak bir deve doğurtturur. O beldede su deveyle bölüşüldüğünden
dolayı halkın su içme ihtiyaçlarına zarar verip azalttığından dolayı deveyi
içlerinden birisi öldürdüğü anlatılmaktadır. Allah da deveyi kesmelerinden
dolayı o kavmi helak etmektedir.
Bu konuyu bir de şuara suresinden aktaralım.
26/142- Hani onlara kardeşleri Salih:
“Sakınmaz mısınız? demişti.
26/143- “Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş
güvenilir bir elçiyim.”
26/144- “Artık Allah’tan korkup-sakının ve
bana itaat edin.”
26/145- “Buna karşılık ben sizden bir ücret
istemiyorum;
26/146- “Siz burada güvenlik içinde mi
bırakılacaksınız?”
26/147- “Bahçelerin, pınarların içinde,”
26/148- “Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz
alıcı hurmalıklar arasında?”
26/149- “Dağlardan ustalıkla zevkli evler
yontuyorsunuz.”
26/150- “Artık Allah’tan sakının ve bana itaat
edin.”
26/151- “Ve ölçüsüzce davrananların emrine
itaat etmeyin.”
26/152- “Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk
çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar).”
26/153- Dediler ki: “Sen ancak
büyülenmişlerdensin.”
26/154- “Sen yalnızca bizim benzerimiz olan
bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet
(mucize) getir-görelim.”
26/155- Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir;
su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.”
26/156- “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra
büyük bir günün azabı sizi yakalar.
26/157- “Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak
pişman oldular.”
26/158- Böylece azap onları yakaladı.
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Burada asıl anlaşılmasında güçlük çekilen
konu, Ayet veya mucize kelimesinin doğru anlaşılamaması, ikincisi de deveyi
kestiler ifadesi neyi anlatmaktadır.
Ayet; Allah’ın kainatta görülen veya
görülmeyen bilinen veya bilinmeyen ister kötülük iter iyilik ne varsa zerreden
küreye kadar, peygamberlere gelen vahiyler de dahil olmak üzere ne varsa
hepsinin adıdır. Veya her birine verilen isimdir.
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i
(gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka
İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın
bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın,
ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
Öyleyse Dişi deveyi Salih peygamber mucize
olarak kendisi göstermemiş. Bildiğimiz Allah’ın etinden sütünden yavrularından
tüyünden istifade edilen bildiğimiz bir devedir. Bu konuyu burada geniş olarak
anlatmayacağım.
Eğer bu konu hakkında detaylı bir bilgi
edinmek isteyen olursa benim web sayfamda Salih peygamberin kavminin kestikleri
deveyle ilgili bir makalemden bilgi edinebildiler. Ancak burada kısacık da olsa
deve kesmenin ne anlama geldiğini, Kuran bu ifadeyi hangi anlamda kullandığını
anlatmaya çalışacağım.
Salih kavmine baktığımız zaman, Deveyi
kesenler içlerinden önde gelen inkârcı bozguncu gelen uyarıcılara karşı kin ve
öfke kusan birisidir. nu destekleyen
yardım eden yataklık edenler de aynı konumdadırlar. Deveyi kesmek mecazi alamda
kullanılmıştır. Yani Allah’ın Deveyi koyduğu konumdan kaldırarak onu tapınılır
hale getirilmesinden dolayı Allah böyle bir ifade kullanmıştır. Bakınız Hac
suresinde develerin kesilip etlerinden yenmesini ve yedirilmesini Allah
takdirle karşılamaktadır.
22/ 36- İri
cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir
hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta
durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da
onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için
boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.
Allah bir kavim deve kestiği
zaman o kavi helak ediyor, Bir kavim deve kestiği zaman Allah o kavmi övüyor.
Demek ki “deve kesme” olayı doğru anlaşılamadığı için çarpık bir anlayış olarak
karşımıza çıkmaktadır. Oysa kuranda çelişki yoktur.
4/ 82- Onlar hala Kuran’ı
iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz
içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kâinatta canlı ve cansız ne
varsa bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. Deve yük taşıyacak etinden
yenecek yünleri eğrilip ip yapılacak ne varsa insan içindir. Bunlar başka bir
amaç için kullanılıp insanlar bunlardan istifade etmezlerse Allah’ın
yarattıklarına zulüm yapmış olular. Allah korkutmaktadır.
Binmek için almış olduğun
arabaya binmezsen olduğu yerde çürütürsen hem arabaya hem de kendine zulüm
yapmış olmaz mısın? İşte Allah’tan’ gelen emirleri nebiler aracılığı ile
duydukları zaman onları inkara götürmekte ve Dünya hayatına bu bakışla bakanlar
ve yaşayanlar kör ve sağır olarak ömürleri biterek ahiret hayatında da
kendilerini yaratan Allah’a Nankörlük yaptıklarından dolayı hem dünya hayatında
mutsuz , hem de ahiret hayatında ebedi bir cehennemle
7/ 80- Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce
alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?
7/81- “Gerçekten siz kadınları bırakıp
şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir
kavimsiniz.”
7/82- Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp
çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka
olmadı.
7/83- Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve
ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride
kalanlardandı.
7/84- Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı
yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
Kuran’da anlatılan kıssalara baktığımız zaman,
İşlenen suçların en ön planda olanlara dikkat çekerek onların helak oluşlarını
anlatmaktadır. Çünkü diğer suçlar o büyük suçun gölgesi altında kaybolup
gitmektedir. Mesela; Allah “Şirk koşulmasını bağışlamam” der. Neden? Çünkü
diğer günahlar şirk koşmanın yanında güneş doğduğu zaman yıldızların kaybolduğu
gibi kaybolmaktadırlar.
4/ 48-
Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı
ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla
iftira etmiş olur.
Aslında Allah kendisine
verilmiş zaman dilimi içerisinde kendisini düzeltir ve değiştirirse
bağışlamadığı bağışlayamayacağı bir suç yoktur. Ancak Bu suçları işleyen
kişiler kendilerini bağışlamaz veya bağışlayamazlar.
Salih kavmin helak olmasının
sebebi Devenin su içme hakkına tecavüz
etmeleriydi, Yani deveyi yaratılış gayesinin dışarısına çıkarmalarıydı. Lut
kavinin helak oluşunun nedeni de, Erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını kadınlardan
değil de erkeklerden görmeleriydi. Hayata böyle yanlış bir bakış, Onların
yolunu yöntemini bu anlayışla çizmeleriydi.
Hicir suresinden Lut kavmi
hakkında Kuran’dan bir kıssayı aktarmaya
çalışalım.
15/ 57- Dedi ki: “Ey
elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?”
15/58- Dediler ki: “Gerçekte biz,
suçlu-günahkar olan bir topluluğa gönderildik.”
15/59- “Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların
tümünü muhakkak kurtaracağız.”
15/60- “Ama karısını (kurtaracaklarımız)
dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır.”
15/61- Böylelikle elçiler Lut ailesine
geldiklerinde,
15/62- (Lut) Dedi ki: “Sizler gerçekten
tanınmamış bir topluluksunuz.”
15/63- “Hayır” dediler. “Biz sana, onların
hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik.”
15/64- “Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz
doğru söyleyenleriz.”
15/65- “Hemen aileni gecenin bir bölümünde
yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın;
emrolunduğunuz yere gidin.”
15/66- Ve onlara şu emri verdik: “Sabaha
çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir.”
15/67- Şehir halkı birbirlerine müjdeler
vererek geldi.
15/68- (Lut onlara) “Bunlar benim konuğumdur,
beni utandırıp-dillere düşürmeyin” dedi.
15/69- “Allah’tan korkup-sakının ve beni küçük
düşürmeyin.”
15/70- Dediler ki: “Biz seni ‘herkes(in işin)e
karışmaktan’ alıkoymamış mıydık?”
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız,
işte bunlar, benim kızlarım.”
15/72- Ömrüne andolsun ki, onlar,
sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.
15/73- Derken, tan yerinin ağarma vaktine
girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi.
15/74- Anında (yurtlarının) üstünü altına
çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.
Lut’a gelen elçiler, Tefsirlerde anlatılanlar
gibi melekler değil, Allah’ın nebi ve resullükle görevlendirdiği peygamberlerdir.
Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu
tarafa, “Rabbani yolu” peş peşe dizdiği
nebiler ve resuller aracılığı ile son nebi ve resule kadar ayakta tutmuştur.
Kuran bütünlüğü içerisinde dikkat ederseniz, her peygamber kendilerinden önce gelen
peygamberleri tasdik edip doğrulamış ve kendilerinden sonra gelecek olan
peygamberleri de müjdelemişlerdir.
61/6- Hani
Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan
gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra
ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara
apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız,
işte bunlar, benim kızlarım.”
Bu ayette ki anlatım mecazi
bir anlatımdır. Bir peygamber kendi kızlarını inkârcı yoldan çıkmış zorba ve
zalim olan kızlarına peşkeş çekecek değil herhalde. Cinselliğinizi Allah’ın
helal kıldığı yöntemler dâhilinde giderin, anlamındadır. İşte böyle yoldan
çıkan bir kavmin İşledikleri suçlar nedeni ile doğru düzgün bir yaşamaya
yönelmemektedirler. Ahiret hayatında Kendilerini yaratan Allah cehennemle
hesaplarını görecektir.
7/85- Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı
(gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin
O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize)
gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını)
eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra
yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer
inanıyorsanız.”
Şuayp peygamberin kavminde Ölçü ve tartıda
yapılan taşkınlıklar gündeme gelmektedir. Aldatarak mal satma, aldatarak mal
alma, Enflasyon, döveliyasyon insanların mallarının değerinden düşürülerek
haksızlığa uğratılma konusunu ele almaktadır. Bu konu geniş bir makale ve bir
kitap yazacak kadar geniş bir konudur. Ancak kısacık da olsa bazı ölçü ve
tartılarda ön plana çıkan yanlışlıkları gündeme getirmeye çalışalım.
1-Kasıtlı veya kasıtsız olarak, düzgün olmayan
karşıdaki kişilerin atlatılmasına zemin hazırlayan bütün kusurlu ölçeklerden
kaçınmak lazımdır.
2- Yaş mahsullerden kurutularak satılan, sulu
mamullerden suyunun giderildikten sonra satışa sunulan malların olgun hale
gelmesine veya kuruma noktasına gelinceye kadar yaşlığını gizleyerek satmamak
lazımdır.
3-Borç verilen paralar enflasyon olduğu
dönemlerde değer kaybetmektedir. Borç verildiği dönemde paranın alım gücü neyse
borcu öderken alım gücü aynı olacak şekilde ödemek gerekir. Alacaklı olan
kişinin bağışlaması bunun dışındadır.
4- Bilerek kasıtlı olarak Vermiş olduğu
paranın karşılığında vermiş olduğu paranın üzerine para ekleyerek geri
alınmasını Allah kesinlikle yasaklamaktadır. Bunun bir adı riba bir adı da
faizdir.
2/ 275- Faiz
(riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan
başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir”
demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır.
Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi
kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin
halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.
Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ
yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike
bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer
ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve
emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Ayetin orijinalinde riba
geçiyor ama, bu günkü toplum dilinde Ribanın karşılığı faizdir.
7/86- “O’na iman edenleri tehdit ederek,
Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun
(başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi
çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”
Çok peygamberlerin öldürülmesi veya onları destekleyen
yardım eden yataklık eden iman eden ve Salih amel işleyenlerin çok az olmuştur.
Önde gelen makam mevki koltuk sahibi olan zalimler peygamberlerin sözlerini
desteklemeleri ve onlara yardım etmeleri nedeni ile zalim olanların önde
gelenleri onlara korku salarak sindirmişler korkutmuşlar veya daha da olmadı
öldürmüşlerdir.
İkinci alternatif olarak, İman etmek
isteyenleri, fikri mücadele vererek iman etmek isteyenlerin göremedikleri
yerden görerek onları ikna etme yollarına girmektedirler. Şu anda ateist
olanlar Kuran hakkında detaylı bilgiye sahip olmayanları kandırmaları gibidir.
7/ 16- Dedi ki:
“Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için
mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
72/ 9- “Oysa gerçekte biz,
dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa,
(hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”
İblisin cinlerin şeytanın
doğru yolun ortasına oturması Bilgi sahibi olmayan insanları bazı bilemedikleri
yerden girerek onları kandırması anlamındadır.
7/87- “İçinizden bir grup, kendisiyle
gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah,
aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
Batıl olan bir topluma hak geldiği zaman
ayrışma başlar. Yani inkâr eden ve zulmeden bir kavme bir peygamber geldiği zaman
İman eden ve Salih amel işleyen insanlar çıktığı gibi, inkârlarına devam eden
ve zulmeden insanlar da olmaya devam etmektedir.
7/88- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük
taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman
edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri
döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi.
Hep dikkat ederseniz, İnkar etmeleri ve gelen
uyarıcıları yalanlamaları edeni ile, Onlara körlük ve imana karşı yoksulluk yakalarını
bırakmaz hale gelmektedir.
7/89- “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra,
bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz
olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için
olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a
tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’
Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.”
İşte bütün peygamberler, genelde Ya “ Rabbim
Allah’tır deyip yeryüzünde güç sahibi olmuşlar ve topluma adaleti getirmişler
ya da iman eden ve o peygamberleri destekleyen olmadığı için güçsüz kalmışlar
öldürülüşlerdir. Ya ölümü göze alacaksın Dünya hayatında başarırsan onurlu bir
şekilde yaşayacaksın ahiretin de sana ödül olarak verilecek, ya da ölümden
korkacaksın hem dünyada hem de ahirette perişan olacaksın. İşte bütün nebiler
ve Allah dostları birinci şıkkı tercih etmişlerdir. Bu iki gurup biribiriyle
asla barışık yaşamamışlardır.
33/38- Allah’ın
kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük
yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir.
Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
7/90- Kavminin önde gelenlerinden inkar
edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba
uğrayanlardan olursunuz.”
İnkar edenler,
hem kendileri uyarıcıları kabul etmedikleri gibi, Uyarıcılara karşı
sevgi besleyen onlara destek verenleri de tehdit etmektedirler. Bu demektir ki,
Hem kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemek, hem de kendi üzerine
yüklenen sorumluluğu yerine getirenlere karşı savaş açmaktır.
4/76- İman
edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar
öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek
zayıftır.
7/91- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir
sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
Yani, Bütün rabbani yolun dışında giden
kavimlerin inkar etmeleri ve
büyüklenmeleri dolayısı ile Rabbin
terbiyesi altına girmeyi kabul etmediler.
Böylece Dünya hayatında ecellerinin sonun kadar Kör ve sağır olarak yaşayıp
Ahiret âleminde dirildiklerinde İse ancak yollarının yanlış olduklarının
farkına vardılar ama ne yazık ki o da onlara bir yarar sağlamadı.
7/92- Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç
refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük
hüsrana uğradılar.
İşte İnkâr edenlerin dünya hayatında gidiş
tarzlarını ve sonucunda dirilip hesaba çekilirken konumlarını en güzel
belirleyen şu ayeti aktarmadan geçemeyeceğim.
2/ 259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre
uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra
nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu
diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az
kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve
içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni
insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya
getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar)
apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten
Allah, herşeye güç yetirendir.”
Dikkatinizi çekmek istiyorum,
ayette bahsedilen tefsirlerde anlatılan gibi ” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü
bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” ifadesi dünya
hayatında ölüp de diriltilme değil, Dünya hayatında yüz yıl yaşayıp ahiret
aleminde diriltilmesidir. İşte dünya hayatındaki yüz yıllık bir zaman ahiret
hayatında olanlar için bir an veya bir saat gibi kısa bir zamanla izah
edilmektedir.
7/93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle)
dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt
verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?”
Nebiler ve uyarıcıların görevi, Allah’tan
kendilerine verilmiş olan emirleri tebliğ ederler. İnsanların üzerinde
insanların kendileri istemedikçe ne şeytanların ne de uyarıcıların onlar
üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur.
5/99- Elçiye
tebliğden başka (yükümlülük) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da, gizli
tuttuklarınızı da bilir.
7/94- Biz hangi memlekete bir peygamber
gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz
bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.
İnsanlar hem iyiliğe meyilli hem de kötülüklere
meyilli bir varlıktır. Dünya hayatı da bazen sıkıntılar yokluklar içerisinde,
bazen de bolluk ve bereketler içerisinde yer değiştirip duran bir denenme
salonudur. Doğru olanı İnsan kıtlık ve yokluk içerisinde geçen zamanlarda
sabretmek ve bolluk ve bereketler içerisinde geçen zamanlarda da şükretmekle
görevlidir.
2/214-Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın
yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek
yakındır.
7/95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle
değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli
sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine,
Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
7/96- Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı,
gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler)
açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle
yakalayıverdik.
7/97- O ülkeler halkı, geceleri uyurken,
onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Helak edilme olayını, şimdiye kadar geçen
helak ile ilgili ayetlerde izah etmeye çalıştık. Dünya hayatında Allah’ın
insanların suç işlemesi nedeniyle insanlar ya insanlardan ceza görürler ya da
evren yasalarına uymadıkları zaman uymamanın bedelini öderler. Allah Cezayı
ahiret âlemine ertelemektedir.
Her insana Allah bir ecel tayin etmiştir.
Kendisine verilen bir zaman dilimi içerimside süreç ister iman etsin isterse de
inkâr etsin bir gün gece veya gündüz ölüm gelecektir. İnkar edenler Kendilerine
haşa başka bir ilahtan bir kitap mı geldi ki, inkarlarının ve yapmış oldukları
zulmün karşılığını görmeyeceklerine dair ellerinde bir belgeleri mi var?
7/98- Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti
eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
7/99- (Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından
güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir
topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
Kâfir Olanların tuzağı, Dünya hayatında
bencilleşerek İman eden ve Salih amel işleyenlere karşı hayat hakkı tanımayıp yeryüzünde
onları öldürüp yaşatmamaktır. Peki, Allah’ın onlara hazırladığı tuzak nedir?
Dünya hayatında böyle davrananlara hakkı görmemeleri için gözlerini köreltmesi
kulaklarını sağırlaştırması kalpleri de mühürleyerek Ahiret âleminde ebedi olan
bir cehenneme atmasıdır.
8/30- Hani o
inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak
kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir
karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin)
hayırlısıdır.
7/100- (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra
yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi?
Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet
ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler
olurlardı.
Allah, Dünya hayatında Bütün insanlara eşit
mesafededir. İmtihana tabi tuttuğu aklı olan her insana Hem takva yolu
eğilimini, hem de iblisin veya kötülüklerin yolu eğilimi ve malzemelerini
vererek insanları kendilerine verilen bir süreç içerisinde denemektedir.
67/2- O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah isteseydi Bütün insanları tek bir ümmet
ve tek bir şeriat içerisinde yaratır dünya hayatında ne savaş olur ne öldürme
ne zulüm ne de bozgunculuk olurdu. Allah Bu sınavda kim kendisine verilen
emanete sahip çıkarak dünya hayatında kendisine verilmiş olan rolü en güzel oynarsa
o ahiret hayatında ebedi cennetle ödüllendirilecek. Kim de kendisine verilen
emanete hıyanet eder zulmederse ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle
cezalandırılacaktır.
5/48- Sana da
(Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’
olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle
hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma.
Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah
dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi
içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Allah katında bir tek doğru
yol vardır. O yolun o dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslümandır.
Bunlar bir zürriyet olarak İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah’ın
göndermiş olduğu nebilerin yol göstericiliği içerisinde devam edip gelmektedir.
Zürriyet deyince sakın ola ki yanlış anlaşılmasın Bunlar biyolojik anlamda
zürriyet değil iman eden ve Salih amel işleyenler anlamında olan zürriyettir.
52/21- İman edenler ve
soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine
katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi
kazandığına karşılık bir rehindir.
Allah hiç bir zaman Kimseyi
saptırmaz, ama sapma özgülüğü verir. Allah hiç kimseye hidayet vermez, ama
hidayete gelme özgürlüğü verir. Allah Hiç kimseyi cehenneme atmaz, ama cehenneme
gitme Özgürlüğü verir. Allah kimseyi cennete atmaz ama cennete gitme özgürlüğü
verir.
Yani Dünya da ahiret de
insanlarını emrine sunulmuş insanlar kendi seçimlerini kendileri yapmaktadır.
76/3- Biz ona yolu gösterdik;
(artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
ARAF SURESİ TEFSİRİNE DEVAM;
7/101- İşte bu ülkeler, sana onların
‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten, onlara elçileri apaçık
belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder
olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar.
Allah Son nebi ve resulüne, kendilerinden önce
gelen kavimlerin kıssalarından örnekler vererek Kendi kavminden de kendisine
gelebilecek kötülüklere karşı uyarmaktadır. Peygamberlerde İslam toplumlarında
anlaşılanlar gibi ne ellerinde sihirli büyülü değnekleri var, ne de onların
kendisine kötülükler yapmak isteyenlere karşı özel olarak Allah’ın vermiş
olduğu mucizeler vardır. Onlar, sadece Allah’ın kendilerine göndermiş olduğu
vahyi bilgilerle diğer insanlardan ayılmaktadırlar.
7/102- Onların çoğunda ‘verdikleri söze
bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak
gördük.
Bu ayet şu ayetle tefsir edilmektedir.
7/172- Hani
Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi
nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti
de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü:
“Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Bütün insanlar yaratılırken,
Diğer meleklerin Allah’ı tespih ve takdis ettikleri gibi insanlar da tespih ve
takdis etmişlerdi. Ama Ne zaman insanlara vermiş olduğu sözden caydırmak için
yüklenmiş olan iblis olgusu gündeme geldi, İnsanlar Allah’tan başka ilah
edinmeye ve sapmaya başladılar.
Allah’ı Rab edinmek demek, Onun
nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu dini, yaşamak demektir. Yani Allah’ı rab
edinen her insan şu ayetin de muhatabı olmaktadır.
6/162- De ki: “Şüphesiz benim
namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Ne yazık ki, İnsanların büyük
çoğunluğu, İblisin teklifleri ile rabbin yolundan saparak şeytanın yolunu
kendilerine ilke edinmişlerdir. Kuran’ın bütünlüğü içerisinde bu olayı
değerlendirdiğimiz zaman çok az insan yaratılışta vermiş olduğu, “Rabbim
Allah’tır” sözüne sadakat göstererek yaşamını sürdürmektedir.
7/103- Sonra bunların (peygamberlerin)
ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik;
onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl
bir sona uğradıklarına bir bak.
Kuran’da En çok anlatılan konulardan birisi de
Musa ile firavun kıssalarıdır. Öğüt almak isteyenler için, Çok güzel örnekler
vardır. Musa çocukluk çağını ergenlik yaşına kadar Firavunun yanında geçiren,
Daha sonra da Şuayip peygamber yanında sekiz ila on yıl civarında yaşamında
değişkenlik yaparak yeni bir kimlikle peygamber olup tekrar firavunun karşısına
çıkmaktadır. Aşağıda geçen ayetlerle Musa ile firavunun mücadelesi
başlamaktadır.
7/104- Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten,
ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
Musa, Firavun kültüründe yetişmiş birisi
olarak, Firavunu en iyi tanıyan yaptıkları zulüm ve taşkınlıkları en iyi bilen
biri olarak Allah’ın kendisine yüklemiş olduğu Tebliğ görevini yapmakla
başlamaktadır. “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir
elçiyim.”
7/105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a
karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim.
Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”
Burada Nebi ve resul kelimesi üzerinde biraz
durmak istiyorum. Nebi; Vahye muhatap olan Bütün yaşamının kurallarını Allah’tan
alan kendisine yüklenen görevde asla suiistimal yapmayan İnsanlara verilen
isimdir.
Resul; Allah’tan almış olduğu emirleri;
insanlara aktaran elçilerdir. Her nebi, Allah’tan kendisine gelen emirleri
Başkalarına aktarması ile aynı zamanda bir elçi konumu yüklenmiş olmaktadır.
Öyleyse her Nebi Aynı zamanda bir resuldür. Bir başka ifadeyle elçidir. Ama her
resul bir nebi değildir. Resuller nebiler dışında insanlardan olduğu gibi aynı
zamanda meleklerden de olmaktadır.
İnsanlardan Resul; Nebilere gelen vahiyleri
kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabullenen ve o Vahiyleri başkalarına
aktaranlar da resuldür. Nebilerle arasındaki tek fark Nebiler vahiyleri direk
Allah’tan alır ve aktarırlar ama nebilerin dışındaki resuller nebiler aracılığı
ile gelen vahiyleri aktarırlar. Dolayısı ile ikinci el gibidirler.
Meleklerden resuller; Melek tarif edilirken
insanların dışında insanların fiziki ve psikolojik yapısı da dâhil olmak üzere
Allah’ın insanların hizmetlerine verdiği bütün yaratıkların adıdır. Demiştik.
اللَّهُ
يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ
بَصِيرٌ
22/75-Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve
minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
22/75- Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan
da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
Resul; bizim dilimizdeki
karşılığı elçi demektir. Peki, insanlardan Elçiler olur da, meleklerden nasıl
elçi olur? Bu konuları değişik makalelerimde geniş olarak anlatmaya çalıştım.
Ancak burada da kısacık değinip tekrar konumuza dönelim.
Bir elma ağacının Allah’ın
kodlaması ile ürettiği elma meyvesini insanlara sunması Meleklerin Allah ile
insanlar arasında bir elçi olmasının bir delilidir. Veya takvadan gelen,
İnsanın yapmış olduğu her yanlışa karşı insanlara uyarı vermesi onun elçilik
görevini yapmasından kaynaklanmaktadır. Daha örnekleri çoğaltabiliriz ancak
konunun uzamaması açısından bu kadarla yetinelim.
7/106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir
ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).”
Size Birisi gelse ben Allah’tan gönderilmiş
nebi ve resulüm dese, siz ona elinde bir belge var mı diye sormaz mısınız?
Elbette sorarsınız. İşte firavun da bunu yapmıştır. Musa’dan belge istemiştir.
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca,
anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Kuran’da anlaşılası zor konulardan biri bu
ayette geçen asa kelimesinin ne anlama geldiği konusunda bilginin olmayışı ile
onunla ilgili konular, Kuran doğru
olarak anlaşılamamıştır.
Genelde Müfessirlerin anlattıkları gibi halk
peygamberlerin peygamber olduklarını belgeleyen olağan üstü harikulade
göstermiş oldukları mucizeler olarak anlamışlar ve anlatmışlardır. Oysa Kuran’a
göre Mucizeler Allah’a aittir. Peygamberlere sadece Vahyi bilgiler dışında
mucize verilmemiştir.
29/50- Dediler
ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De
ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
17/93- “Yahut altından bir
evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir
kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi
yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Evet, Mucizeler, bir başka
ifadeyle ayetler, sadece ve sadece Allah’a aittir. Peygamberlerin getirdikleri
ise sadece Allah’tan aldıkları vahyi bilgilerdir.
Şimdi ayeti bu bilgiler
ışığında anlamaya çalışalım.
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca,
anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Asa kelimesi; Kuran’da iki
farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi Dünya hayatında makam mevki, güç
otorite yakınları çevresi koltuğu ve malları anlamındaki asadır Şimdi o asa ile
ilgili geçen bir ayeti konu içerisinde naklederek anlatmaya çalışalım.
DÜNYALIK GÜÇ VE KUVVETİ
ANLAMINDA KULLANILAN ASA!
20/17- “Sağ elindeki
nedir ey Musa?”
20/18- Dedi ki: “O, benim asamdır; ona
dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim
için daha başka yararlar da var.”
20/19- Dedi ki: “Onu at, ey Musa.”
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o
hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Şimdi, Bir asayı Musa fırlatıyor ejderha oluyor,
bir asayı fırlatınca yılan oluyor. İsterseniz bu iki farklı ayetin hem Arapçasını
hem Türkçe okunuşunu hem de tercümesi ile birlikte ele alarak arada kullanılan
kelimenin farkını anlamaya çalışalım.
أَلْقَاهَا
فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى
20/20-Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o
hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
فَأَلْقَى
عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِي
7/107-Fe
elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca,
anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Şimdi İki farklı konu ve iki farklı ayette Asa
kelimesinin fonksiyonlarından bahsettik. Birinci konuda Musa elindeki asayı
atınca yılan oldu ve kaçmaya başladı. İkinci konuda Musa elindeki asayı atınca,
kendisine karşı çıkan bilginlerin asalarını ejderha olup diğerlerinin attığı
asaları yutu.
Bu ifadeler Kuran’da mecazi anlamda kullanılan
ifadelerdir. İslam müfessirlerinin genelde ağız birliği yaparak bunlar Musa’nın
kendisine halkın iman etmeleri için Allah’ın verdiği fizik yasalarını altüst
eden mucizeler değil, Musa’nın elindeki vahiy asası bir başka ifadeyle vahiy
gücüdür.
İşte Kuran’da geçen kelimelerin Kuran’daki
karşılığını bilmek gerekirken O kelimenin hangi konuda hangi anlama geldiğinin
de belirlenmesi gerekir. Allah Asa kelimesini sembolleştirerek “Sağ elindeki
nedir ey Musa?” Musa da şöyle cevap veriyor.
” Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta,
onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha
başka yararlar da var.” Sağ el kelimesinin Kuran’da karşılığı Dünyalık güç ve
kuvveti temsil eder. Yani Musa koyularını davarlarını bahçelerini ve neyi varsa
onları saymaya başlıyor. Allah da Ona şöyle diyor.” Onu at, ey Musa.” Ve işte o
anda olanlar oluyor.” Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan
(kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Siz olsanız, otuz yıl kırk yıl dünya hayatında
kazanmış olduğunuz çocuklarınızı, evlerinizi arabalarınızı bahçelerinizi terk
etmenizi isteseler. Eğer olayın iç yüzünü bilmeseniz nasıl bir sarsıntı
yaşarsınız? İşte Musa da bir sarsıntı yaşamaktadır. O elinden kaybolup giden mallarıdır.
Musa elindeki mallarının kaybolmasından ürküp kaçmaktadır.
7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında
bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
Musa Kendisine verilen vahyi bilgileri Topluma
anlatırken Her insanın takvadan gelen seslerle tıpa tıp örtüştüğünü düşünen ve
aklını kullanan aklıselim sahibi insanlar bunları fark etmekteydi.
7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler
ki: “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”;
Firavunun destekçileri ve onun önde gelen
kalpleri haktan kaymış olan insanlar Musa’nın bir büyücü olduğunu söyleyip
halkı onun getirdiği ilahi nizam karşısında etkilenmelerinden alı koymk için, “Bu
gerçekten bilgin bir büyücüdür”; sözüyle ona karşı düşmanlık beslemelerini öne
sürmektedirler.
7/110-
“Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”
Firavunun yandaşları ve önde gelenleri,
Musa’nın söyledikleri kendisinin sizi topraklarınızdan sürmek iktidarı ele
getirmek için uydurduğu sözlerdir.
7/111- Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik
bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”;
Halk Ve firavun yakınları Firavun’a şöyle bir
teklifte bulunuyorlar. Biz Musa ve kardeşinin doğru söyleyip söylemediğini
anlayabilmek için Onun gibi bilgin olanları karşı karşıya getirip her ikisini
dinledikten sonra ancak bilebiliriz
7/112- “Bütün bilgin büyücüleri sana
getirsinler.”
Bu teklif de firavun ve yakınları tarafından kabul
görerek iş hükme bağlanıyor.
7/113- Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki:
“Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?”
Öncelikle bilinmesi gereken Musa ve kardeşinin
sihirbazlığı ile firavunun Bilginlerinin sihirbazlığı bu günkü tefsirlerde
anlatılanlar gibi sihir büyü olayı değil, aksine bir ideoloji dünya yaşamı
dünya düzeni tartışmasıdır.
Firavunun Bilginleri Musa’nın ortaya koyduğu
ideolojiden daha üstün bir ideoloji koyabilirlerse Firavundan ödül
istemektedirler. Firavun da bunu kabul etmektedir.
7/114- “Evet” dedi. “(O zaman) Siz en
yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”
Bilginler, Musa’yı yenerse alacakları ödül yakın kılınmak
yani devletin önemli mevkilerine getirilmek olacak.
Artık anlaşma sağlanmış Musa ve kardeşi bir
tarafta Firavunun büyücüleri bir tarafta her iki taraf da konferansa
hazırlanmaktadırlar. Taha suresinde bu hazırlık çalışması şöyle anlatılır.
20/ 57- Dedi ki: “Ey Musa, sen bizi sihrinle
yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”
20/58- “Madem böyle, biz de sana buna benzer
bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’ tespit et, bizim
de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun” dedi.
20/59- (Musa) Dedi ki: “Buluşma zamanımız,
(ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).”
20/60- Böylelikle Firavun arkasını dönüp
gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya getirdi, sonra geldi.
20/61- Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar
olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü
kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”
20/62- Bunun üzerine, kendi aralarında
durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.
20/63- Dediler ki: “Bunlar herhalde iki
sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak
tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”
20/64- “Bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya
getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten
kurtuluşu bulmuştur.”
7/115- Dediler ki: “Ey Musa (ilkin) sen mi
atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”
Burada atmak istedikleri değnek olan asa
değil, Dünyalık yaşam biçimlerini ortaya koydukları ideolojileridir. Yani
konuşmaya önce sen mi biz mi başlamak istersiniz demeleri onu anlatmaktadır.
7/116- (Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını)
atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve
(ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
Konuşmaya ilk başlayan taraf Firavunun
bilginleri olduğu görülmektedir. İnsanlar Musa’nın vahyi bilgileri hakkında
bilgi sahibi olmadıklarından Firavunun bilginlerinin ortaya koydukları bilgiler
karşısında büyülenip, Şok geçirdiler.
7/117- Biz de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye
vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını
derleyip-toparlayıp yutuyor.
Musa Konuşma sırasını sona bırakmakla en güzelini
yapmıştır. Çünkü doktor hastasına teşhis koymak için önce hastanın bilgisine
başvurur. Daha sonra ondan edindiği bilgilere göre hastalığı teşhis eder ve
tanısını ortaya koyar. Toplanan dinleyici halk Musa’yı dinlemeden önce akılları
firavunun büyücüleri tarafına çelinmişti. Oysa Her iki taraf dinlenmeden bir
karara varmak doğru değildi. Kuran bu konu hakkında şöyle buyurur.
39/ 18- Ki
onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini
hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.
Musa’nın ortaya attığı
bilgiler Yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan aldığı vahyi bilgilerdir. Her
insan kendisinde var olan fıtrat Vahyi bilgiler karşısında onun doğru olduğunu
tasdik eder ve rahatlar, Ancak kalplerinde eğrilik olanlar o sesi inkar
ederler.
Musa, Firavunun bilginlerinin
sözlerini dinleyip de onların yanlış yönlerini tek tek ortaya koyunca Musa
gerek halk tarafından takdir toplamış, gerekse de firavunun bilginleri
tarafından takdir toplayarak yenilgilerini kabul etmişlerdir. Onların
asalarının yılan, Musa’nın asasının ejderha olması bu anlamı ifade etmektedir.
Vahyin ortaya koyduğu yaşam biçimi ile insanların ortaya koydukları yaşam biçimi
hayat tarzının ne kadar vahyin karşısında eriyip yok olduğu halk tarafından görülmüş
oldu.
21/ 18- Hayır, Biz hakkı
batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın
ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire geldiklerinizden dolayı
eyvahlar size.
7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün
yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
İşte bu düello batıl ile hakkın çarpışması
idi. Musa’nın getirdiği bilgiler Karşısında Firavunun bilginleri uzmanları şok
geçirerek kendi yollarının ne Kadar yanlış olduklarının farkına vararak Onların
doğru yolu bulduklarını ve Yerleri gökleri yaratan Allah’ın koyduğu yaşam
biçimini hayat tarzını kabul ettiklerini itiraf ederek şöyle söylemektedirler.
7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük
düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
7/121- “Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.
7/122- “Musa’nın ve Harun’un Rabbine�”
Şu ayet de Aynen bunların konumlarını
anlatmıyor mu?
72/ 1- De ki: “Bana gerçekten şu vahyolundu:
Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık
uyandıran bir Kuran dinledik”
72/2- “O (Kuran), ‘gerçeğe ve doğruya’
yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz’e hiç
kimseyi ortak koşmayacağız.”
Bütün peygamberlerin Allah’tan aldıkları
vahiylerle ortaya koydukları dinin adı İslam teslim olanların adı da
müslümandır. Musa’nın insanlara anlattığı din de İslam Muhammed’in insanlara
anlattığı dinin adı da İslam’dır. Aralarında hiçbir farklılık yoktur.
Allah’ı kabul etmek Allah’ın rabliğini kabul
etmedikten sonra Allah katında hiçbir anlam ve önemi yoktur. Allah’ı firavun da
kabul ediyor ve firavunun büyücüleri de kabul ediyordu. Ama Firavun Ben sizin
rabbinizim diyordu. Rab demek, Terbiye eden düzenleyen koruyan gözeten kollayan
demektir. Allah’ın rabliği Nebilerin getirdikleri vahiy orijinli dini
kabullenmek ve yaşamaktan geçer. Firavun ve büyücülerinin kabul etmediği bu
idi. Allah’ın peygamberlerine kitaplarına ve ahiret gününe iman etmiyorlardı.
Yukarıda cin suresinden aktarmış olduğum iki
ayette, son nebi ve resulden dinledikleri Kuran onların Müslüman olmalarına
vesile olmuştu. Oradaki Kuran dinleyen müfessirlerin genelde anladıkları ve
anlattıkları gibi beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılan
varlıklar değil, Onlar da yaratılışta vermiş oldukları “Rabbim Allah’tır”
sözünden cayan Ehli- kitap ve kâfir olan insanlardır. Çünkü İnsan olmayan bir
varlığa insan olan bir peygamberin kuran anlatması çelişki yaratırdı.
17/ 95- De ki:
“Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz
de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”
Aynen onlar gibi Firavunun
bilgin büyücüleri de Musa’nın anlattığı vahiyler karşısında hayranlıklarını
gizleyemeyerek Biz de Musa’nın ilahına teslim olduk diyerek secdeye
kapanmışlardır.
28/ 38- Firavun dedi ki: “Ey
önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman,
çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın
ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.”
Allah’tan başka ilah kabul
etmek demek Allah’tan başka dünya yaşamını kurgulayan düzenleyen insanların
söyledikleri ile Dünya yaşamını kabul etmek demektir. İşte Firavunun
taraftarları ve bilginleri Firavunu ilah olarak terbiyeci olarak kabul
etmişlerdi. Oysa Firavunu da yaratan ona ölümü ve hayatı bahşeden bir de
yerleri ve gökleri yaratan Allah var idi. Onlar maalesef bundan habersizdiler.
7/123- Firavun: “Ben size izin vermeden önce
O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla
şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı)
bileceksiniz.”
Firavun Musa’nın getirdiği ilahi mesajı kabul
etmediği gibi, Kendi yandaşlarından kabul edenleri istememektedir. “Benim
rabbim Allah’tır” demek Dünya hayatında hayata bakışın tamamen değişmesi
demektir. Ne kendi kendisine bir kural koyabilir ne de Allah’tan başka onun için
kural ve kanun koyucu birisini tanıyabilir. Firavunu da endişelendiren bu
idi. İşte bütün peygamberlerdeki yaşam
biçimi şu ayetle özetlenmiştir.
6/ 162- De ki:
“Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.”
7/124- “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”
Dikkat ederseniz, Allah’ın dini dışındaki
bütün dinler, İnsanların kendi dinleri dışındaki dinlerde olanlara tahammül
gösterememektedirler. Allah Müslüman olanları kendi eğitim ve terbiyesi ile
eğitmekte dünya yaşamında İnsanlara kendi dinine saldırmadıkları sürece onlarla
dostça geçinmeyi önermektedir. Oysa firavunun dininden ayrıldı diye kendi
büyücülerine tehditler savurmakta ve onlara korku salmaktadır.
60/ 8- Allah,
sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara
iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü
Allah, adalet yapanları sever.
Firavun ve firavunun yolunda
giden bütün insanlar kendi dinlerinin dışında olanlardan asla razı olmaz ve
onlara adaletli davranmazlar.
7/125- (Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimiz’e
döneceğiz” dediler.
Doğru yolun ne olduğunu Musa’nın getirmiş
olduğu vahiylerden anlayan Firavunun bilgin büyücüleri, Firavunun tehditleri
karşısında soğukkanlılıklarını muhafaza ederek Biz zaten Rabbimize kavuşmuşuz.
Sen öldürsen de değişmez öldürmesen de değişmez demektedirler.
7/126- “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde
Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam
almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.”
İşte gerçeği görüp de Allah’a teslim olan
bilgin büyücülerin hali budur. Daha önce de Firavunun yaptığı zulmün farkın
dalarmış. Gördüğünüz gibi Firavun onlardan intikam almasının sebebi, Müslüman
olmalarıdır.
7/127- Firavun kavminin önde gelenleri,
dediler ki: “Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları,
seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (Firavun)
Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç
şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”
Firavunun yandaşları firavuna arka çıkmaya ve
Musa ve inananlara karşı birleşerek Firavuna fitne vermeye çalışıyorlar. “Musa
ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını
terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?”
Firavun da yapacak olduğu zulmü ve kuracak olduğu tuzağı şöyle tarif ediyor.
Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç
şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”
Burada Erkek çocuk diye bahsettiği, Kendi
hükümlerine karşı baş kaldıran ve kıyam edenler anlamındadır. Yoksa burada cinsiyet
ayırımı anlamında değildir. Tıpkı Amerikanın Saddam ve Kaddafi’yi kesip
öldürdüğü gibidir. Eğer Saddam ve Kaddafi amerikanın sözünün üzerine söz
kondurmamış olsaydı onları keser öldürür müydü?
7/128- Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin
ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı
kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir” dedi.
Muttaki; Takva yolunda Allah’tan gelen
emirleri kendilerine ilke edinenler demektir. Müslüman için Dünya hayatında
yaşamak ile ölmek arasında hiçbir farklılık yoktur. Öyleyse Müslüman Öldürülse
de gideceği yer cennettir. Kalsa da imtihan edilmeye devam edecektir. Bakınız
tövbe suresinde şöyle der.
9/ 52- De ki:
“Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını
mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle
size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz
biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Allah’ın kendi katından
dokunacak olan azap ahiret âlemindedir. Müslüman olanlar eliyle dokunacak olan
azap da Dünya hayatında mağlup edip aşağılanmalarıdır. Ama İnkâr edenler galip gelirlerse
Dünya hayatında az bir süre daha güzellikler içerisinde yaşayıp iman edenlere
zulüm ve işkence yapmaya devam ederler.
7/129- Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de,
geldikten sonra da eziyete uğratıldık.” (Musa:) “Umulur ki, Rabbiniz
düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak,
böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek” dedi.
Artık firavunun tarafları ile Musa’nın
tarafları belli olmuş, Musa Allah’tan kendisine gelen vahiylerle kendi taraflarını
eğitip güçlendiriyordu. Kasas suresinde bu olay şöyle anlatılır.
28/ 4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde
(Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü;
onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp
kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
28/5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere
lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.
28/6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde
‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’, Firavun’a, Haman’a ve askerlerine,
onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.
Musa’nın Firavundan istediği, iman etmek
isteyenleri iman etmelerine engel olmamasıdır. İnkâr edenler yeryüzünde iktidar
sahibi olduklarında ekini ve nesli yok ederler. Ama Müslüman olanlar iktidar
sahibi olduklarında Orada adalet hak ve hakikat yerini bulur.
2/ 204- İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya
hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı
şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.
2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını
çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye
çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.
2/206- Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde,
büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü
bir yataktır o.
7/130- Andolsun, Biz de Firavun aile
(çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün
kıtlığına uğrattık.
Burada asıl dünya hayatında tek düze bir şey
olmadığını, Dünya hayatının inişli çıkışlı bir yol olduğunu vurgulamaktadır.
İnsanlar bolluk zamanda genelde nankörleşir darlık zamanda da Allah’a
yalvarırlar. Nitekim ayette şöyle der.
31/32- Onları
kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan
gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece
onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor.
Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez.
7/131- Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu
bizim için” dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve
beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah
Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
Tıpkı Karun gibi, demişti ki,
28/77- “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret
yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan
ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah,
bozgunculuk yapanları sevmez.”
28/78- Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi
dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden
önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı
bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan
kendi günahları sorulmaz.
7/132- Onlar: “Bizi büyülemek için mucize
(ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz”
dediler.
Bunlar inkarı kendilerine yazmışlar.
6/35- Eğer
onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde
bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer
Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden
olma.
7/133- Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler
(ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan
musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular.
17/98- Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi
inkar etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan
sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine
karşılık cezalarıdır.
17/99- Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan
Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe
olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak
direttiler.
17/100- De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet
hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcama endişesiyle gerçekten
(cimrilik edip elinizde) tutardınız. İnsan pek cimridir.
17/101- Andolsun, Biz Musa’ya apaçık dokuz
ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğulları’na sor; onlara geldiği zaman
Firavun ona: “Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum” demişti.
17/102- O da: “Andolsun, bunları görülecek
belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de
bilmişsin; gerçekten ben de seni yıkılmış-harab olmuş sanıyorum” demişti.
7/134- Başlarına iğrenç bir azap çökünce,
dediler ki: “Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer
bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve
İsrailoğullarını seninle göndereceğiz.
Firavun ve halkının kıtlık ve yokluk
zamanlarında nasıl inkar ettikleri rablerine yakınlaştıklarını görüyoruz.
7/135- Ne zaman ki, onların erişebilecekleri
bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular.
Ne zaman ki üzerlerindeki sıkıntı gitti onlar
yine eski hallerine dönerler.
7/136- Biz de onlardan intikam aldık ve
ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle
onları suda boğduk.
Burada suda boğma mecazi bir anlatım
sanatıdır. Kuran’da su nimet anlamında kullanılmıştır. Onlar nimetler arttıkça
dünyevileşerek ahiretten pay almayı unuttuklarını anlatmaktadır.
7/137- Kendisine bereketler kıldığımız yerin
doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz’afları)
mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel sözü (vaadi),
sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve kavminin
yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir
ettik.
İktidarın el değiştirmesinden söz etmektedir.
7/- İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler
ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah
yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi.
Denizden geçmeleri, Artık firavun ve
yandaşlarının yenilgiye uğratılarak iktidardan düşmeleri anlamında kullanılmıştır.
Mustazaf olanlar iktidar sahibi olunca şımarmaya başlamış Musa’dan başka şeyler
istemeye başlamışlardır.
7/139- Onların içinde bulundukları şey (din)
mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
Musa kavmin sapmakta olduğunu görünce o
dünyalık mallara meyletmeleri karşısında Musa tekrar onları uyarmaktadır. Dünya
hayatında mal mülk ve zenginlik geçicidir ahiret ise ebedidir. Siz ebedi olanı
tercih edin ifadesini kullanmıştır.
7/140- “O sizi âlemlere üstün kılmışken, ben
size Allah’tan başka bir İlah mı arayacağım?”
İman edip Salih amel işleyenler dünya
hayatında her zaman üstündürler. Ölseler de kalsalar da Allah katında onlar
değerlidirler. Allah Katında değerli olan bir insan için ondan daha önemli
başka ne olabilir ki?
7/141- “Hani size dayanılmaz işkenceler yapan,
kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi
kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı.”
Musa Onlara nasihatler etmeye devam ediyor.
7/142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve
ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye
tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve
bozguncuların yolunu tutma” dedi.
Burada anlatılmak istenen otuz gece ve on daha
ekleme ya bir rahatsızlık ya da itikâf ile ilgili bir olayı anlatmaktadır. Musa
belli ki kavminden epey bir zaman herhangi bir nedenle uzak kalmıştır. Yerine
de kardeşini vekil kılmıştır.
7/143- Musa tayin edilen sürede gelince ve
Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana göster, Seni göreyim” dedi. (Allah:)
“Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen
de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa
bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe
ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.
Öncelikle şunun bilinmesi gerekmektedir. Musa
da olduğu gibi, bütün nebiler Allah ile direk konuşmaktadırlar. Ancak Allah’ı
hiçbir peygamber görmemiş ve göremezler de. Çünkü Allah insanlara vermiş olduğu
dünya gözü Allah’ı görmeye yetenekli değildir.
Musa’ya dağa bakmaya yönlendirmesi de İnsanlar
etrafa doğaya yerlere ve göklere bakıp incelediği zaman onlarda gören gözler
için muazzam bir çelişkisizlik ve Allah’ın sanatını yaratış gücünü onlarda
görmektedir. Bakınız mülk suresinde bu olay nasıl izah edilmiştir?
67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’
(mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın
yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü)
çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir.
İşte Musa Allah’ın yarattıklarında bu inceliği
kavradı ve Allah kendi güç ve kuvvetinin yarattığı şeylerde var olduğunu
gösterdiğini anlatmaktadır.
Nasıl bir mucit, kendi sanatını ve gücünü
icadında gösteriyorsa veya nasıl bir ressam kendi sanatını resme yansıtıyorsa,
Allah da kendi sanatını ve gücünü yaratığı evrende veya gönderdiği vahiylerde
yansıtmaktadır.
7/144- (Allah:) “Ey Musa” dedi. “Sana verdiğim
risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana
verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”
Her peygamber kendilerine gelen vahiylerle
hayatlarını anlamlaştırdıkları gibi Musa da kendisine gelen vahiylerle hayatını
anlamlaştıranlardandır. Musa’nın insanlardan farklı ve seçkin kılınması ona
vahiylerin gelmesi ve vahyin kontrolünde hayat yaşamasıdır. Nitekim son nebi ve
resule yüklenen görev ve sorumluluk ne ise Musa’ya da yüklenen görev ve
sorumluluk aynıdır. Hakka suresinde şöyle nebisini Allah tanımlar.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri
uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve
kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46- Sonra onun can damarını elbette
keserdik.
Belki peygamberler arasında farklılıklar
olduğunu düşünenler için onunla ilgili belgeyi de gösterelim de mazeretleri
olmasın.
2/136- Deyin
ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına
indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman
ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim
olmuşlarız.”
7/145- Biz ona Levhalarda her şeyden bir öğüt
ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl
ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek
yakında göstereceğim” (dedik).
Musa’ya Levhalardan her şeyin yeterli bir
açıklaması verilmesi ile Kuran’da her örnekten bir örnek verilmesi arasında
hiçbir farklılık yoktur.
17/89-
Andolsun, bu Kur’an’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda
bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.
7/146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük
taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona
inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler,
azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların
ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.
Yeryüzünde kibirlenmek ve büyüklenmek İblisin
kendilerine verdiği ilhamla hayatlarını anlamlaştıranlar içindir. Nitekim iblis
Allah’a karşı şöyle dememiş miydi?
7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni
secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni
ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda
büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük
düşenlerdensin.”
Dikkat ederseniz İblis kâinatta insan
yaratıldıktan sonra gündeme gelmektedir. Eğer insan diye bir varlık olmamış
olsaydı iblis gündeme gelmezdi. Eğer İblis diye bir olgu olamış olsaydı insan
diye bir varlık olmazdı. Öyleyse iblis insansız olmaz insan da iblissiz olmaz.
O zaman İblis insanın içerisinde kibirlenmeyi gururlanmayı ve inkârı teklif
sunmakla diğer meleklerden ayrılmakta aynı zaman da insana iblis olgusu
yüklenmekle de İnsanın kötülüklere karşı meyletme arzusu oluşmaktadır.
Öyleyse nerde bir kötülük varsa orada iblis
rolünü oynamış demektir. Ve insan kibir gurur ağacının meyvesinden yiyerek
insanı cinleştirmiştir.
7/147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı
yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla
mı cezalandırılacaklardı?.
Ahiret âleminin varlığını Allah nebiler
aracılığı ile bildirmiştir. Kuran’da geçen bütün ayetlerin iddia ve ispatı
ahiret âlemi ile ilgili bilgiler dışındakiler yapılmış ve yapılmaya kıyametin
sonuna kadar devam edecektir
7/148- (Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın
kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah)
edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da
yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı)
edindiler de, zulmedenler oldular.
7/149- Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı
pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten
şaşırıp-saptıklarını görünce: “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi
bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız” dediler.
7/150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün
olarak döndüğünde onlara: “Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin
emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?” dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini
başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) “Annem oğlu, bu topluluk
beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye
giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler
topluluğuyla birlikte kılma (sayma)” dedi.
Bu Araf suresinin 147- 150 arasını bundan
sonra açıklayacağım Araf suresinin son bölümünde gelen ayetlerle geniş olarak
tefsirini yapacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder