30 Temmuz 2014 Çarşamba

KURAN'IN KURANLA TEFSİRİ-39-ARAF SURESİNİN TEFSİRİ!



RAHMN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!
Araf suresi Kuran sıralamasına göre yedi nüzul sırasına göre de otuz dokuzuncu sure olup mekkede indirilmiştir. İki yüz altı ayetten ibarettir.
7/1- Elif, Lam, Mim, Sad.
Genelde surelerin başlarında Kura’da geçen harflerden örnekler vererek, Kuran nasıl bu harflerden meydana eliyorsa diyerek, bilinmeyenleri izaha başlamaktadır.
7/2- (Bu,) Bir Kitap’tır ki onunla uyarman için ve mü’minlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.
Son nebi ve resul, Bir taraftan Toplumlardaki süre gelen cehalet nedeniyle yapılan yanlışlıklar. Bir taraftan iman edenlere yapılan zulümler nedeniyle bir takım sıkıntılara çıkmazlara düşmekteydi. Allah Resulünü rahatlatmakta ve şöyle söyleyerek uyarmaktadır.
75/16- Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.
Allah Her örnekten bir örnek verdiği ve hiçbir eksiğin bulunmadığı ve muttakiler için yol gösterici olan ve sadece insanların Kuran gibi bir kitaptan sorgulanacağı bir kitaptan bahsetmektedir.
2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.
43/43- Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
43/44- Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.
43/45- Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Biz, Rahman (olan Allah)ın dışında tapılacak birtakım ilahlar kıldık mı (hiç)?
7/3- Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?
Yerleri ve gökleri yaratan ve onları yöneten bir tek ilah vardır o da Allah’tır. İnsanların dışında bulunan bütün varlıklar istisnasız ona secde etmektedirler. Onun emrinin dışına çıkmamaktadırlar. Ama insanlara gelince Allah’tan başka bir takım ilahlar edinerek onun terbiyesi altına girmektedirler. Allah da kendisine iman edenlere veli edinilecek rab edinilecek ve sadece ve sadece kendisinden nebiler aracılığı ile gelen vahiylere uyulması gerektiğini altını kalın çizgilerle çizerek vurgulamaktadır.
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
18/28- Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.
Allah Kendi yolunda gidenlerin veya gitmek isteyenlerin profilini şöyle çizmektedir.
2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, herşeye güç yetirendir.
2/285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır” dediler.
Dünya üzerinde yüzlerce binlerce yol farklılıklarının olması, insanların Allah’tan gelen vahiyler dışına çıkılarak veli olarak Allahtan başka veliler edinilmesinden dolayı ortaya çıkmaktadır. Allah Dinde teşri makamını sadece ve sadece kendisinin olduğunu söylemekte helalı ve haramı sadece ve sadece kendisi koyduğunu vurgularken, Maalesef peygamberleri Allah’ın koyduğu yerden kaldırarak onu teşri makamına koyarak ilahlaştırmaları Puta tapıcılığın bir başka versiyonunu öne sürmektedirler.
Doğru yol sadece ve sadece Rabbin nebiler aracılığı ile gönderdiği vahiy orijinli yoldur. Peygamberler Kendileri kendirlerine gelen vahiy yoluna uymuşlar ve iman edenlere de vahye uymaya davet etmişlerdir. Hiçbir peygambere Allah’ı bırakıp da kendilerine uymaya davet etmezler bu onlara yakışmaz da.
33/38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
33/39- Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
5/116- Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen.”
5/117- “Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.”
Âlim bilen demektir. Bilen ise insanları kendisine değil belgeye davet eder. Belge de Allah’ın ayetleridir. İşte Allah sadece, İman edenlere Peygamberleri örnek edinmelerini söylemiştir. Oların söyledikleri ve konuştuklarının vahiy olduğunu ve vahyin dışında bir şey söyleme haklarının olmadığını vurgulamaktadır.
69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.
69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.
Emek ki, Tek doğru yol Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderilen vahiy yoludur. Allah bütün insanları bu yolda görmek istemektedir.
HELAK EDİLMENİN ANLAMI;
7/4- Biz nice ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken Bizim zorlu azabımız onlara geliverdi.
Yukarıda Doğru yolun ne olduğunu Ayetlerden örnekler vererek izah etmeye çalıştık, Kuran’da Yıkıma uğratma helak edilme ifadelerini bundan önce tefsirini Yapmış olduğum surelerde geniş geniş anlatmaya çalıştım. Bu ayette de yıkım uğratmayı Allah’ın tabiat kuvvetlerini devreye sokarak değil, vahiylere krşı duyarsız olanların ölümlerini ve ahiret hayatında başlarına glecek felaketleri izah etmektedir.


7/5- Zorlu azabımız onlara gelince yakarabildikleri: “Biz gerçekten zulme sapanlardandık” demelerinden başka olmadı.
İşte bu serzeniş inkâr eden ve vahyin yolunda hayat yaşamayanları ahiret hayatlarındaki serzenişleridir. Bakınız inkâr edenlerin başlarına gelecek olan felaketi neml suresinde Allah şöyle anlatmaktadır.
27/78- Şüphesiz senin Rabbin, onların arasında Kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve üstün olandır, bilendir.
27/79- Sen, artık Allah’a tevekkül et; çünkü sen apaçık olan hak üzerindesin.
27/80- Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
27/81- Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.
27/82- O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.
Debbe; İnkâr edenlerin dünya hayatında yapmış oldukları amellerin kalplerinden geçenler ile birlikte bir kameraya kayıt edilerek ahiret âleminde, kendilerine belge olarak gösterilmesidir. Bu ayeti başka bir ayetle Kuran desteklemektedir.
17/13- Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
7/6- Andolsun, kendilerine (peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere (peygamberlere) de elbette soracağız.
Ahiret âleminde Hem kendilerine gönderilen peygamberlere hem de kendilerine yapmış oldukları yanlış davranışların ve inkarlarının mutlaka sorulacağı vurgulanmaktadır.
11/61- Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir.”
11/62- Dediler ki: “Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.”
Bütün kavimlerde söylenen bu sözler geçerlidir.

7/7- Andolsun (yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve Biz gaibler (onlardan uzakta olan habersizler) de değildik.
Dünya hayatında, Sakın ola ki yaptıkları çirkin sözler ve davranışlardan kimsenin haberdar olmadığını sanmasınlar. Allah mutlaka iki kişinin üçüncüsü üç kişinin de mutlaka dördüncüsü olarak yalarında dır.
58/6- Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır.
58/7- Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir.

7/8- O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır.
Tartı kelimesi kilo gram anlamında değil, İnsanların yapmış oldukları iyi ve kötü davranışların değerlendirilmesi anlamındadır.
2/219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.” Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;

7/9-Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmede geldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır.
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramış.
Her yiyeceğin ve içeceğin faydalı ve zararlı yönleri olduğu gibi, Her insanın da yaptıkları davranışların doğru ve yanlış olanları da vardır. İşte Nasıl yiyeceklerde ve içeceklerde zararlı yönleri, faydalı yönlerinden fazla olanlar haram kılınıp onların yenilim içilmesi haram kılınmışsa, İnsan davranışlarının da kötü davranışları iyi davranışlarını kuşatmışsa onlara cennete girmeyi de haram kılmıştır.
Her insanın öz yapısında hem sapma yolun gidebilme eğilimi olduğu gibi, hem de bağışlanma ve hidayete gelme eğilimi de bulunmaktadır. İşte Allah insanları bununla imtihana tabi tutmaktadır. Kim sapmadan gelen tekliflere karşı kendisini korur vahyin yolunda yürümeyi başarabilirse o kurtulmuş, Kim de takva yolundan gelen uyarılara karşı duyarsız kalarak şeytanın yolunda yürümeyi kendisine ilke edinmişse o da helak olmuştur.
Her aklı başında olan insanın cinsiyeti milliyeti ırkı dini ne olursa olsun, İnsanı sapmaya ve hidayete ermeye götüren hem teklifler vardır. Hem de karar verdiği istikamette malzemeler vardır.
Allah İnsanlara kendi özgür iradeleriyle sonuçlarına katlanmak koşulu ile dilediği yolda yürümesini kendi özgür iradelerine bırakmıştır. Dünya hayatında Sapanlara yapmış oldukları yanlış davranışlarından dolayı insanların ve doğa yasalarının verdiği cezadan başka ceza vermemektedir. Hâşâ Tabiri caizse Allah her iki yolda gitmek isteyenlere iltimas geçmeden gittikleri istikamette yollarını açmaktadır.
43/33- Eğer insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı (Allah’ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.

7/10- Andolsun, sizi yeryüzünde yerleşik kıldık ve orda size geçimlikler yarattık. Ne az şükrediyorsunuz?
İnsan kendi yaratılışına ve kâinata baktığı zaman Ne kadar şükretmiş olsa yine de azdır. Yerlerde ve göklerde ne varsa insanoğlu için yaratılmıştır. İnsanın nefes aldığı hava içmiş olduğu su, meyveler bitkiler sebzeler hayvanlar, yaratılmamış olsaydı insanın hali ne olurdu?
Ama Allah Dünya hayatında Kimin şükredip kimin şükretmeyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.
67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Allah, İnanan ve inanmayan, mazlum ve zalim demeden herkese, yeryüzüne yönelip rızkını aradığı zaman herkese rızkını vermektedir. Rahman, dünya hayatında mümin ve kâfir ayırt etmeden rızkını veren, Rahim ise Ahiret hayatında sadece mümin olanlara merhamet eden anlamındadır.
Allah, Güç ve kuvvet olmayı, zayıf mustazaf ve mazlum olanlara zulüm yapmak için değil, Adaletli davranmak için vermiştir. Yeryüzü, Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, Yeryüzü güçlü olanların zayıf olanlara adaletli davranmaları için imtihana tabi tuttuğu yerin adıdır.
7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
Yeryüzünde, donanım manevra ve kabiliyet yönünden, İnsan en mükemmel olarak yaratılmış olan varlıktır. İnsanın halife olması yeryüzünde yaratılmış olan bütün yaratıklar karşısında en üstün olarak yaratılışından kaynaklanmaktadır.
95/ 4 - Doğrusu, Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

Yeryüzünde yaratılmış olan varlıklardan insanlara en yakın olan yaratık hayvanlardır. İnsanlarla hayvanlar arasında Üç temel farklık vardır. Akıl, Takva, iblis. Yani Hayvanlarda bu farklılık arz eden olgu olmayanca Onlarda düşünme irade kavramı da yoktur.  Dolayısı ile İmtihan diye bir şeyde onlar için olamaz. Nitekim Kuran’da, İnsanlarla hayvanlar arasındaki farka şöyle dikkat çekmektedir.
7/ 179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
İnsanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklarda akıl ve irade yoktur. Hangi varlık ne ile görevlendirilmişse O varlığa kendi görev alanı içerisindeki bilgiler kodlanarak görevlerinde eksiklik ve kusur yapmadan seyirlerini sürdürmektedir. İşte Kuran Bunların Hepsine istisnasız genel bir başlık halinde Melek tabirini kullanmaktadır.
Meleklerin Ademe secde etmesi namaz kılması anlamında değil, insanın emrine teslim olması veya emrine amade olması anlamındadır. O zaman yerlerde ve göklerde yaratılmış olan insanların dışındaki bütün varlıklar meleklerdir. Gökteki güneş ay ve yıldızlar yerdeki dağlar denizler bitkiler ve hayvanlar hepsi melekler kategorisine girmektedirler.
7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
Kuran içerisinde on iki yerde İblis kelimesi geçmektedir. İnsanlarla Melekleri ayıran İnsana farklı bir seçenek teklif sunmakla insanı insan olma boyutuna taşıyan İnsana yüklenmekle gündeme gelmektedir.
O zaman İblisi Tanımlayacak olursak, İnsanı yaratılışta vermiş olduğu Rabbim Allah’tır sözünden caydırmakla görevli olup, İnsana İsyan etmeyi inkâr etmeyi Ve insanı rabbin yolundan ayırarak dilediği kötülükleri işlemesi için teklif sunan bir melektir.
Eğer insanda iblis olusu olmamış olsaydı,İnsanların kötülük yapmaları mümkün olmayacak diğer melekler gibi Allahın emirlerine secde edeceklerdi.
7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”
Ne iblis, insansız barınacak veya işlev görecek bir yeri vardır. Ne de insan iblissiz kötülük yapabilecek bir konumu vardır. İnsanı insan yapan ve insanı diğer meleklerden ayıran özellik iblis olgusunun insanda var olması ile gündeme gelmektedir. Eğer, İnsan İnkar ediyorsa, İblis ona inkarı tetiklemektedir. Dolayısı ile İnsanın yapmış olduğu bütün negatif davranışların arka planında mutlaka iblis dürtüsü yatmaktadır.
7/14- O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.
İblisin İnsanların diriltilip kaldırılacaklara kadar yaşama isteği veya süre istemesi iblis istediği için mi veriliyor Yoksa zaten iblis insanoğlu dünya da var oldukça genetik olarak var olmaya devam ettiği için mi süre tanınıyor?
Allah Burada ne iblis ile pazarlık yapar ne de iblis istedi diye iblise kıyamete kadar süre tanır. Zaten insan var oldukça var olacak olan iblisi lisanı haliyle konuşturarak Hüsnü tahlil sanatı yapmıştır. Yani Sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak bize anlatmıştır.
7/15- (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.
Evet, iş bitirilip hükme bağlandı, iblis insan var oldukça var olmaya devam edecek ve insanları Allah’ın yolundan saptırabildiğini saptıracak.
7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
İblis; Melekler kategorisinden olup,diğer meleklerden nüans farkıyla ayrılarak görevi sadece insanı yaratılışta verdiği sözden caydırarak Allah’ın yolundan saptırmakla görevli bir melektir. Diğer melekler takva meleği hariç, İnsan ister iblisin teklifleriyle küfür yolunu seçse de onlar insanlara hizmet etmektedirler. Rahmanın yolunu seçseler de insana hizmet etmektedirler.
Doğru olan da o değil mi? İblise insan desek insan değildir. İblise melek desek o da değildir. O zaman insanı bir tanımlayalım.
İnsan, Hem iblisin tekliflerine meyilli hem de takvanın tekliflerine meyilli Kendi aklıyla kendi kararını hangi yolda gidebileceğine karar verebilen nötr bir varlıktır. O zaman insan hem takva hem akıl hem de iblis üçlüsünün bir yorumudur. Nasıl helva şeker un yağın bir yorumu ise Helvaya ne yağ ne şeker ne de un diyemiyorsak Helva her üçünün harmanlanıp başka bir sıfatla karşımıza çıkmış halidir. Adı helvadır.
7/17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
İnsanlara vermiş olduğu vesveseler çeşitliliği ile, İnkar etmeyi, Allahtan olmadığı halde Allah adına din uydurmayı, peygamberleri âlimleri şeyhlerini efendilerini rabler edinmeyi, Allah var deyip deist olmayı, velhasıl değişik yollardan girerek Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli dinden saptırmayı ifade etmektedir.
7/18- (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”
İşte, İnsanları saptırmakla görevli olan iblis, ve onun teklifleri sonucunda cinlenen şeytanlaşan ve rabbin yolundan sapan bütün insan davranışlarını Allah onaylamamakta ve onlardan asla razı olmamaktadır. Onların dünya hayatında yerleri aşağılamaları, ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle cezalandırılmalarıdır.
7/19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
Âdem ve eşine Allah iki teklifte bulunmaktadır. Ya dünya hayatında Allahın size helal kıldığı şeylerden yer içer ve yaparsınız,  Ahiret âleminde ebedi cenneti hak edersiniz. Ya da size yasaklanmış olan haramlardan yer içer ve yaparsanız zalim olarak dünya hayatında yaşarsınız ahiret hayatında da ebedi cehennemi hak ederek ceza çekersiniz.
Yukarıda Ademe sunulan iki teklif, Her insanın çocukluk çağından çıkarak ergenlik çağına gelmesi ile, Gündeme gelmektedir. Yani Attığı her adımdan konuştuğu her  sözden yaptığı her davranıştan yetkili ve sorumlu olması onun cennetten çıkışını  Temsil etmektedir. Yoksa çocukluk çağında, ne yasak ağaç ne de helal ağaç vardır. Bir başka ifadeyle çocukluk döneminde, ne iblis olgusu ne de takva olgusu vardır.Zaten devam eden ayetlerde onları izah etmektedir.


20/ 115- Andolsun, Biz bundan önce Adem’e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
20/116- Hani Biz meleklere: “Adem’e secde edin” demiştik, İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi, o, ayak diremişti.
20/117- Bunun üzerine dedik ki: “Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.”
20/118- Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır.”
20/119- Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.”
20/120- Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?”
20/121- Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.
20/122- Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.
20/123- Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.”
7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
Önce Şunu bilmek gerekir. İblis ve takva olgusu Adem ve eşi kelimesi kullanmaya başlayınca gündeme gelmektedir. Bir başka ifadeyle erginlik yaşına gelmiş olan erkek ve kadının Sorumluluk yüklenmeye başlayınca iblis ve şeytan kelimesi aktif rol almaya başlamaktadır. İnsan olmasa ne iblis ne de şeytan diye bir varlık gündeme gelmez.
Her insanın yaratılıırken Allah ile bir sözleşmesi bulunmaktadır. O söz de, “ Rabbim Allah’tır” sözüdür.
7/ 172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Ama Ne zaman, İnsana İblis Olgusu yerleştirildi, Artık insana, İblis vermiş olduğu o sözü unutturmaya başlamaktadır. Yukarıda insan kelimesini tanımlarken, Hem iblisin teklifleri yönüne eğilimli hem de takva olgusunun teklifleri yönüne eğilimli nötr bir varlık diye tanımlamıştık. İnsan günah ve sevap işlemeden nötr bir haldedir.
Ne zaman insan, takva yolunda sevap işlemeye veya iblisin yolunda günah işlemeye adım attı o zaman bulunmuş olduğu konumdan insanın çıkışını anlatmaktadır bir başka ifadeyle cennetten çıkışını anlatmaktadır. Bir başka ifadeyle çocukluk döneminden erginlik dönemine girerek sorumluluk yüklenme dönemine girmektedir.
7/21- Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.
Şeytan Hiçbir zaman en yalan söylüyorum sizi kandırıyorum diye insanlara teklif sunmaz. Hep Doğru söylüyorum diyerek gelir.
Dikkat edildiği zaman Şeytan iblisin teklif sunmasıyla insanın o teklife istek duyması şeytanı gündeme getiriyor. Eğer İblisin tekliflerine karşı insanlar istek duymamış olsaydı şeytan diye bir varlık gündeme gelmezdi. Öyleyse iblis ve şeytan insanlardan ayrı varlıklar değil, iblisin ve şeytanın boy atıp filizlendiği yer insandır.
Şeytan; İblisin tekliflerinin ilke haline gelmesi ve bu ilkeleri kabul eden insanlara verilen insanın sıfatlaşmış bir ismidir.
Ya insanlar İblisin teklifleri yönünde tercihini kullanır, yaratılışta vermiş olduğu sözün muhalefetinde yaşam sürer. Ya da takvanın teklifleri yönünde tercihini kullanır Allah’ın razı olduğu bir hayat görüşünü tercih eder.
Kuran’ın yasak ağaç diye bahsettiği, Tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlaşılan gibi elma ağacı veya buğday ağacı değil, Yasak ağaç İbisin teklifleri ve bu teklifleri kabul eden insanların dal budak salarak batıl toplumun meyvesini veren bir ağaçtır. Bunun karşılığında da bir de helal ağaç serbest ağaç vardır.
28/ 30- Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah Benim;” diye seslenildi.
Kuran bunları anlatırken hep sanatsal mecazi bir üslupla anlatmaktadır. İşte sağ yanındaki ağaç takva ağacıdır. Bu ağaçtan nemalananlar Allah’ın razı olacağı bir konuma gelirler. Bu ağaç Allah’tan başka ilah edinmeyen, muttaki, Müslüman mümin yardım sever namaz kılan yetimleri koruyan gözleyen mazlum olanları zalimlere karşı koruyan gözleyen insan üretir.
7/22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”
Dikkat ederseniz, İblis kötülük yapmak için teklif sunuyor. İnsan da bu teklifi kabul etme olayı şeytan olgusunu gündeme getiriyor.
7/23- Dediler ki: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.”
Eğer Yasak ağaçtan yiyip de, Onu temizleyecek takva ağacının meyveleri olmamış olsaydı Bütün insanların yeri ebedi cehennem olurdu. Allah İnsanlara günah işlediklerinde tövbe etmeyi ve bağışlanmayı da vermiş ki Dileyen de bağışlanma yolunu tercih edebilsin.
7/24- (Allah) Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.”
İşte her erkek ve kadının kendi öz yapısına yerleştirilmiş olan iblis, fısk fücur, ve nefis diye ifade edilen günah ve inkara gitmeyi pompalayan bir tetikleyicinin oluşu ile  Bunlardan kaçınmayı Rabbim Allah’tır diyerek rabbin terbiyesi altına girmeyi teklif sunan bir de takva olgusunun var olması ile insanlar yeryüzünden elli bir vakte kadar deneneceklerdir.
İblis ile takva birbirine nasıl düşman ise peygamberler ve onun yolundu yürüyenlerle şeytan ve şeytanın yolunda gidenler arasında büyük bir düşmanlık oluşmuştur.  İşte iblisin kıyamete kadar yaşamasının temelinde bu mantık yatmaktadır. İblis ve şeytan var oldukça insan da var demektir. İnsan var oldukça da iblis ve şeytan da var demektir.
7/25- Dedi ki: “Orda yaşayacak, orda ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.”
Allah, En güzel bir biçimde yaratılan insanların tahlilini yaparak Bize izah etti. Ve ölen insanların tekrar diriltilip hesaba çekileceğinin altını çizerek öğüt vermektedir.
7/26- Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
Her İnsan yaratılışta bir başka ifadeyle fıtratında Hem şeytanın yolunun ve meyvelerinin cevheri tohumu olduğu gibi, Hem de rahmanın yolunun cevheri ve tohumları bulunmaktadır. Tabiri caizse insan hangi tohumun meyvelerinden yemek isterse o tohumu nemlendirir filizlendirir büyütür ve meyvelerini vermesini sağlar.
İşte Allah’ı veli edinenlere Onun göndermiş olduğu nebi ve resullere iman edenlere Diyor ki, İblis ve şeytanın ürettikleri meyvelerden yemeyin. Onlardan size asla hayır gelmez. Onlar size çekici ve süslü gelse de onların ürettikleri sonucu felaket olan bir azaba ağır ağır sizi yaklaştırır. Size hayırlı olarak yaratığım meyvelerden yiyin. Zina yasak ve kötü bir yoldur. Siz zina yaparak arzularınızı değil, nikâhlanarak evlenerek ihtiyaçlarınızı karşılayın. İçki kumar, fal okları putlar sizi hayra ulaştırmaz Bunlardan kaçının sizin en güzel elbiseniz takva elbisesidir.
7/27- Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.
Kuran Bütün insanoğluna kesin bir uyarı göndermektedir. Sizden öncekileri Nasıl yaratılışta insana verdiği sözü yani, takva elbisesini kaldırarak inkârın isyanın velhasıl kötülüklerin haram yiyiciliğin elbisesini giydirerek sizden öncekileri felakete uğratmışsa sakın sizi de belaya uğratmasın.
Buradaki Cennetten çıkarma Dünya hayatında İblis olgusunun ergenlik çağına her insanın girmesi ile Günah işlemeyen bir konumdan günah işleyen bir konuma geçerek deneme sürecinin başlaması olarak anlatmıştık.
“Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir.”
Ayete geçen bu bölüm üzerinde biraz durmak istiyorum. Şeytan ve taraftarları, dünyevileşen insanlardır. Dünyada Eşyanın konuşma dilini çözen ve teknolojide ileri gitmiş olan insanlar genelde cinlerdir. Cin deyince sakın ola ki insanların dışında dumansız ateşten yaratılmış olan varlıklar aklınıza gelmesin. Onlar Yaratılışta vermiş oldukları Rabbim Allah’tır sözünden cayarak iblisin teklifleriyle dünya yaşamını düzenleyen şeytanlaşmış insanlardır.
72/ 6- “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”
İnsanlardan bazı adamların cinlere, yani rahmanın yolundan sapan insanlara dünya hayatındaki teknolojik yönden ileri giderek Onlara karşı aşırı güven beslemeleri ve onlara tapacak konumuna getirmelerinden kaynaklanmaktadır. Dünya üzerinde ne kadar ilim v teknoloji yönünden ileri gitmiş ülkeler varsa, diğer ülkelerden zeki akılı insanlara yüksek ücretler vererek onlarla ekonomik üstünlüğünü sağlamaktadırlar.
Dünya hayatında kim çalışırsa üstünlüğü Allah ona vermektedir. Müslüman’ım diyenlerin en büyük kayıpları Eşyanın dilini çözmek için yeteri kadar çalışmamaları nedeniyle Müspet bilimlerde çok geri kalmışlardır. Batı Vahiy dinini kabul etmemişler ama Allah’ın eşyaya koyduğu bilgilere ulaşarak evreni kendilerine hizmet ettirmeyi becermişlerdir.
Adamlar uçak yapıp sana satıyorlar ama sattıkları uçakları kendi kurallarına göre kullanmazsan düşürebiliyorlar. Maalesef Müslüman oluğunu iddia eden İslam ülkeleri onlara bağımlı kalarak yenik düşmektedirler.
7/28- Onlar, ‘çirkin bir hayasızlık’ işlediklerinde: “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti” derler. De ki: “Şüphesiz Allah, ‘çirkin hayasızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”
12/ 40- “Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisi’nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”
Allah İnsanlara hem sapma eğilimini, hem de bağışlanma eğilimini hem de aklını da vererek kişileri kendi özgür iradeleriyle baş başa bırakmıştır. Allah kimseyi ne saptır ne de bağışlar. Sapmanın ve bağışlanmanın yollarını ve sonucunda başlarına gelebilecek felaketleri bildirir ve insanların yol seçmelerinde özel bir müdahalede bulunmaz. Halife olmanın denenmenin anlamı da budur.

7/29- De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.”
Yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, Yeryüzü Allah’ın güç ve iktidar sahibi olan insanlara kendi ellerinin altındakilere adaletle davranmayı emrettiği yerdir. İşte Allah bununla insanları denemeden geçirmektedir.
Yeryüzü bütün insanların kendi dinlerinin kurallarına göre secde ettikleri mescitleridir. Rahmanın yolunda olanların mescitleri olduğu gibi Rahmanın yolunun dışında olanların da mescitleri vardır. Allah istiyor ki; Sadece kendi kurallarına göre insanlar yaşamını sürdürsün Allah katışıksız hurafelerden uzak halis bir dine iman etmelerini ve yaşamalarını istemektedir. İşte Allah böyle insanlardan razı olacaktır.
2/ 150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
Bu gün insanlar yükselmek kariyer elde etmek iin yönlerini batıya çeviriyorlarsa,  Allah’ın razı olacağı insanlar da tevhidin doruk noktasına ulaştığı hanif İbrahim dinine yönelmeleri gerektiğini vurgulamaktadır.
Kurtuluş ancak, ister deist ister ateist ister ehli kitap olsunlar Her türlü şirkten uzaklaştırılmış olan İbrahim dinine Allah yöneltmek istiyor. Asla başka kurtuluş yolu yoktur.

7/30- Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı hak etti. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.
Allah Katında Bütün insanlar Allah’a eşit uzaklıktadırlar. Allah insanın kendisi sapıklığı istemedikçe onu saptırmaz. İnsanın kendisi istemedikçe Allah onu hidayete erdirmez. Bununla ilgili açıklamaları daha önce geniş olarak izah etmiştik.
Allah İnsanların isterlerse sapmaları yönünde şeytanları gönderdiği gibi hidayete ermeleri yönünde de peygamberleri göndermiştir. İnsanların kendileri istemedikçe ne şeytanların ne de peygamberlerin onlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur.
16/ 99- Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.
16/100- Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir.

7/31- Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
Allah dünya hayatında Biri birine zıt insanlar için iki farklı rızık yaratmıştır. Haram olanlar- helal olanlardır. Allah Helal olanlardan saçıp savurmadan yemeyi içmeyi ve yapmayı serbest kılmıştır.  Devam eden ayette de bunu genişleterek anlatmaktadır.
7/32- De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.
Allah temiz ve güzel olan rızkları dünya hayatında iman eden ve Salih amel işleyenler için yaratmıştır. Ahiret âleminde bunlardan daha güzeli onları beklemektedir. İnkâr eden ve sapanlar için ahiret âleminde asla onlara bunlar haram kılınmıştır.
13/ 18- Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!..

7/33- De ki: “Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan ‘isyan ve saldırıyı’ kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah�a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
Ayette bahsedilen yasaklar sırlanarak sayılmaktadır.
53/ 32- Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.

7/34- Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)
Her insan için kendisine ayrılmış bir süre vardır. O sürenin ne bir saat önünde ne de bir saat sonuna alınıp ertelenemez.
4/ 78- Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?

7/35- Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.
91/ 7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Her insan ergenlik çağına geldiği zaman Yaptığı her yanlış karşısında kendi öz yapısında var olan takvadan veya vicdanından bir ses gelir. Yaptığın yanlıştır diye. İşte kendisine gelen bu uyarı sesi Allah’ın vahiylerle kontrol altına almış oldukları nebi ve resullerle de desteklenmektedir. Eğer insan varsa mutlaka saptıran da varır sapanları uyaran da vardır. Allah uyarıcı göndermediği bir kavimi helak etmeyecekse ki öyledir. Demek ki Allah her kavme mutlaka ama mutlaka bir uyarıcı gelmiştir.
26/ 208- Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.


7/36- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.
Yalanlama sapma yoldan çıkma inkâr zulüm fahşa aklına n kadar kötülük varsa işte onların tetikleyicisi hep iblisin insana verdiği vesveselerden kaynaklanmaktadır. Kim kendisine gelen uyarıcılara karşı duyarlılığını kaparsa ve iblisin teklifleri yönünde hayat yaşarsa işte onların yerleri ebedi cehennemdir.
7/37- Öyleyse, Allah�a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitaptan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: “Allah’tan başka taptıklarınız nerede?” “Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular” diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.
Buradaki tehdide muhatap olanlar Kitap- ehli olanlardır. Bunlar dünya hayatında Allah kendilerine gönderilen kitaplarda Allah’tan başkalarını rabler edinmeyeceksiniz dediği halde bunar peygamberlerini âlimlerini şeyhlerini efendilerini rabler edinerek müşrik kâfir olmuşlardır.
Kitap-Ehli; Allah’ın varlığına birliğine kitaplarına peygamberlerine ahiret gününe meleklerine iman ettikleri halde, Allahtan gelen vahiy orijinli dinden saparak, Allah adına din uyduranlara kuranın verdiği bir isimdir.
Buradaki elçilerin hayatlarına son vermek için gelmeleri ölüm meleklerini kastetmektedir. Genelde İslam müfessirleri Ölüm meleğini Azrail diye anlamışlar ve anlatmışlardır. Oysa Kuran’ın hiçbir yerinde Azrail ifadesi geçmez.
32/ 11- De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.”

7/38- (Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat artırılmış bir azap ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek.
22/ 18- Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
3/ 21- Allah’ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
Doğru yola gelen ve doğru yoldan sapanların ham maddesi insanlardır. İnsanlardan hem cin, şeytan, kâfir münafık zalim türemekte, hem de mümin Müslüman peygamberler türemektedir. Cin kelimesi genelde İslam müfessirleri ve toplumlar tarafından yanlış anlaşılmış ve yanlış aktarılmıştır. İnşallah Allah izin verir de ölmezsek Bundan sonra nüzul sırasına göre gelen cin suresinde Cin kelimesi üzerinde kuranın anlatmak istediği kavramı geniş olarak anlatacağım inşallah.
Dünya üzerinde bulunan insanlar ya müslümandır. Ya da Müslüman değildir. Kuran’da Müslüman olmayan bütün insanlara Allah genel başlık olarak cin tabirini kullanıştır.

7/39- (Bu sefer) Önde gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: “Sizin bize göre bir üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın.”
Allah her insana aklını takvasını ve fıskını vererek dünya hayatında kendilerine ayrılmış olan zaman süreci içerisinde denemektedir. İnsanın kendisi istemedikçe Bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler, Onu ne saptırmaya gücü yeter ne de hidayete gelmeye gücü yeter. İnsan saparsa da kendi isteği ile sapmıştır. Hidayete gelirse de kendi isteği ile hidayete gelmiştir.
Ama onlar ahiret hayatında sıkıştıklarında suçu bir biri üzerine atarak kurtulmaya çalışacaklardır. Oysa Allah yanında söz değişikliğe uğratılmayacaktır. Bunların konuşmalarını Kaf suresinde şöyle anlatır.
50/ 21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
40/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”
50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”
50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”
Evet, Ahiret hayatında herkes kazandıklarını önünde kaydedilmiş bir kamerada istisna yapılmadan büyük küçük demeden hepsini kaydedilmiş olarak bulacaklardır. Orada onlara ne Allah ne peygamberler ne şeyhleri efendileri şefaat edeceklerdir. Sadece şefaat edecek olan ellerinde güzel amellerinin kaydedildiği kitap veya kameralardaki güzel davranışlardır.
7/40- Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız.
İnkâr eden ve zulmedenler için ebedi bir cehennem vardır. İman eden ve Salih amel işleyenler için de ebedi cennet vardır. Ne cehennemde yanıp da cennete gitme olayı ne de cennetten cehenneme gitme olayı vardır. Her ikisi de süresiz olarak mükâfat ve cezanın görüleceği yerdir.
2/ 80- Dediler ki: “Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir.” De ki: “Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”
2/81- Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
2/82- İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.

7/41- Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.
Allah Dünya hayatında inkâr eden ve zulmedenlere karşı özel bir müdahale ve ceza vermemiştir. Üstelik tabiri caizse Onların inkârlarına çanak tutmuştur. Bir başka ifadeyle yollarını açmıştır.
43/ 33- Eğer insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı (Allah’ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.
Allah iman eden ve Salih amel işleyenlerin ödülünü ahiret âleminde vereceği gibi inkâr eden ve zulmedenlerin cezasını da ahiret âleminde verecektir. Allah’ın insanların dualarına icabet etmesi, İnsanların istek ve arzularının istikametinde çabasının karşılığını vermesi anlamındadır. Çabası olmayan bir dua ışığı olmayan bir lamba gibidir.
7/42- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.
Allah hiçbir kimseye kendinin kaldıramayacağı yük vurmamıştır. Herkesin kendi gücü nispetinde ihlas ve samimiyetle Göstermiş olduğu performansa göre derecelerle ödüllendirecektir.

7/43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz’in elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek.
İşte İman eden ve imanlarını Salih amellerle buluşturanların mükâfat olarak ödüllendirileceği yer, Ahiret hayatında cennettir. Allah dünyada yaptıklarından hoşnut olmuş onlar da cennette onlara verilen ikramdan hoşnut olmuşlardır.
58/ 22- Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
7/44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz’in vadettiğini gerçek buldunuz mu?” Onlar da: “Evet” derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.”
Dünya hayatında deli, mecnun, örümcek kafalılar, cinlenmiş dedikleri insanlar ile inkar eden ve zulmeden insanları ahire hayatında karşı karşıya getirerek  Allah konuşturmaktadır. “Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz’in vadettiğini gerçek buldunuz mu?”
Onlara dünya hayatında o kadar uyarıcılar gelmiş olmasına rağmen hakka karış tecavüzde bulunmaları nedeniyle bir türlü uyarıcıların söylediklerine karşı kulaklarını tıkamışlar ve gülmüş geçmişlerdi. Oysa Allah kesin olarak vaadinde duracağına dair söz vermişti. Ve o söz gerçekleşmiş ve inkâr edenler o gerçek söz karşısında şok geçirerek şöyle demektedirler.
Bir başka surede inkar edenlerin konumu şöyle dile getirilir.
50/ 19- O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) “İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir” (denildiği zaman da).
50/20- Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
50/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”
50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”
50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”


7/45- “Ki onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır.”
İşte İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin profilini bize anlatarak öğüt vermektedir.
7/46- İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: “Selam size” derler, ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.’
7/ وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الأَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِسِيمَاهُمْ وَنَادَوْاْ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَن سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
7/46-Ve beynehumâ hicâb(hicâbun) ve alel a'râfi ricâlun ya'rifûne kullen bi sîmâhum ve nâdev ashâbel cenneti en selâmun aleykum lem yedhulûhâ ve hum yatmeûn(yatmeûne).

Dünya hayatında iki sınıf iki ağırlık olarak hayat sürenler ve yaşayanlar, Ahiret hayatında iki sınıf ve iki farklı insanlar olarak toplanacaklardır.
Bu aynen dünya hayatında öğrencilerden derslerine çalışarak her sınavda iyi not alanlarla çalışmayıp haylazlık edenlerin de her sınavda kırık not alarak yılsonunda Sınıfta kalanlar ile sınıf geçenlerin farlılığı gibi ahiret hayatında farklılıklar olacaktır.
Burada inkar eden ve zulmedenler ile, iman eden ve Salih amel işleyenleri ayırt eden orada görevli melekler vardır. Ayetin orijinalinde rical un geçse de insanları kendi amelleri ile beraber gelenlerin derecelerine ve sınıflarına göre ayırt eden bir cihaz olması gerekir. Nasıl marketlerde Binlerce çeşit malın fiyatlarını bilen bir cihaz varsa ahiret hayatında da onları yüzünden okuyan cihazlar olacaktır.

7/47- Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma” derler.
Bu sesleniş, İman eden ve Salih amel işleyerek sarp yokuşa göğüs gererek Allah’ın huzurda toplanan cennetlikler için söylenen bir sözdür. Dünya hayatında onlar Bu şekilde dualarını yaparak bu mertebeye gelmişlerdi.
7/48- Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.”
Zümer suresinde Dünya hayatında elçiler tarafından uyarılıp da dinlemeyen cehennemlikleri konuşturarak anlatmaktadır.
39/ 68- Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.
39/69- Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.
39/70- Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilendir.
39/71- İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: “Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” Onlar: “Evet.” dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.
39/72- Dediler ki: “İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür.”

7/49- “Kendilerine Allah’ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve mahzun olmayacaksınız.”
Dünya hayatında küçümsedikleri Rabbim Allah diyen o Müslümanlar  Allah’ın  rızasına mazhar olmuş olarak cennete girin denilerek inkar edenleri kıskandıracak bir fotoğraf ortaya çıkmaktadır.
7/50- Ateşin halkı cennet halkına seslenir: �Bize biraz sudan ya da Allah�ın size verdiği rızıktan aktarın.� Derler ki: �Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır.�
Dünya hayatında asıl kâfirlerin lüks hayatları Müslüman olanlara haram kılınmışsa Ahiret hayatında da Müslüman olanlara verilen güzel nimetler kâfirlere haram kılınmıştır.
7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
İnkar edenler ve zulmedenler, Dünya hayatında kendilerine yüklenmiş olunan emanete hıyanet etmişler ahiret hayatından pay almayı unutmuşlardır.
5/13- Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.

7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.
Dünya üzerinde bulunan insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ı Kabul ettikleri halde Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde Bu topluluğun karşılığı deistlerdir. Dünyada bulunan insanların da çok az bir kısmı ateistler ve Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta deyince yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman olduğunu sansalar da maalesef onar Kuran’ın ifadesiyle kitap ehlinden bakası değildirler.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.

“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”

7/54- Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş�e, Ay�a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.
Yerlerin ve göklerin yaratılışının altı günde olması bizim yirmi dört saat anlamında gün değil, Altı aşamada olduğu vurgulanmadadır.
İlim adamlarının tespitlerine göre Kâinatın yaratılmasından bu tarafa yaklaşık on beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir.
Allah’a göre zaman yoktur. Zaten kâinatın yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır. Zaman kavramı İslam toplumlarında anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün olamıyor.
22/47- Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.


7/55- Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.
7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.
7/58- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”
7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?”
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.
7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”
7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız.”
70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”
72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımız’dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.
73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”
75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler.
76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”
77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”
80- Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?
81- “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”
82- Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka olmadı.
83- Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı.
84- Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
85- Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.”
86- “O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”
87- “İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
88- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi.
89- “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.”
90- Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.”
91- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
92- Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar.
93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?”
94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.
95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
96- Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
97- O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
98- Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
99- (Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
100- (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
101- İşte bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar.
102- Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük.
103- Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
104- Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”
106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).”
107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”;
110- “Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”
111- Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”;
112- “Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”
113- Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?”
114- “Evet” dedi. “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”
115- Dediler ki: “Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”
116- (Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
117- Biz de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
121- “Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.
122- “Musa’nın ve Harun’un Rabbine�”
123- Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.”
124- “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”
125- (Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimiz’e döneceğiz” dediler.
126- “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.”
127- Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: “Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (Firavun) Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”
128- Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir” dedi.
129- Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.” (Musa:) “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek” dedi.
130- Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
131- Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
132- Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler.
133- Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular.
134- Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: “Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğulları�nı seninle göndereceğiz.
135- Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular.
136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
137- Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz’afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğulları�na olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik.
138- İsrailoğulları�nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi.
139- Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
140- “O sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir İlah mı arayacağım?”
141- “Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı.”
142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi.
143- Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana göster, Seni göreyim” dedi. (Allah:) “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.
144- (Allah:) “Ey Musa” dedi. “Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”
145- Biz ona Levhalarda herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim” (dedik).
146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.
147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
148- (Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular.
149- Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız” dediler.
150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: “Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?” dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)” dedi.
151- (Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.”
152- Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, ‘yalan düzüp-uyduranları’ böyle cezalandırırız.
153- Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.
154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında “Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır” (yazılıydı).
155- Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da ‘dayanılmaz bir sarsıntı’ tutuverince, dedi ki: “Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim Velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
156- Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım.”
157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
158- De ki: “Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
159- Musa’nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır.
160- Biz onları (İsrailoğulları�nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: “Asan’la taşa vur” diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.
161- Onlara: “Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin ve kapısından secde ederek girin, (Biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) artıracağız” denildiğinde,
162- Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten ‘iğrenç bir azap’ indirdik.
163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.
164- Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde “Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler diye” dediler.
165- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık.
166- Onlar, kendisinden sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’ onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.
167- İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.
168- Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik, ki dönsünler.
169- Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: “Yakında bağışlanacağız” diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?
170- Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz.
171- Bir zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) “Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız.”
172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
173- Ya da: “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin?” dememeniz için.
174- İşte Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız, umulur ki dönerler.
175- Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.
176- Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.
177- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür.
178- Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da hüsrana uğrayanlardır.
179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
180- İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkara) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.
181- Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.
182- Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.
183- Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.
184- Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.
185- Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
186- Allah’ın saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
187- Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: “Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir.” Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: “Onun ilmi yalnızca Allah’ın Katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.”
188- De ki: “Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.”
189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah’a dua ettiler: “Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız.”
190- Ama O, onlara (Adem’in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O�na ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.
191- Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?
192- Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe.
193- Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.
194- Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.
195- Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.”
196- Hiç şüphesiz, benim velim kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.
197- O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.
198- Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile.
199- Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.
200- Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
201- (Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.
202- (Şeytan’ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar.
7/203- Onlara bir ayet getirmediğin zaman: “Sen onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana” derler. De ki: “Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.”
7/204- Kuran okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.
7/205- Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.
7/206- Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.

KURAN’IN KURN’LA TEFSRİ;

39- ARAF SURESİ TEFSİRİ İKNCİ BÖLÜM;

7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
İnkâr eden ve zulmedenler, Dünya hayatında kendilerine yüklenmiş oluan emanete hıyanet etmişler, ahiret hayatından pay almayı unutmuşlardır.
5/13- Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.

7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.
Dünya üzerinde bulunan insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ı Kabul ettikleri halde Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde Bu topluluğun karşılığı deistlerdir. Dünyada bulunan insanların da çok az bir kısmı ateistler ve Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta deyince yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman olduğunu sansalar da maalesef onlar Kuran’ın ifadesiyle kitap ehlinden başkası değildirler.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.


3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.

“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”

7/54- Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş�e, Aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.
Yerlerin ve göklerin yaratılışının altı günde olması bizim anladığımız, yirmi dört saat anlamında gün değil, Altı aşamada olduğu vurgulanmadadır.
İlim adamlarının tespitlerine göre Kâinatın yaratılmasından bu tarafa yaklaşık on beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir.
Allah’a göre zaman yoktur. Zaten kâinatın yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır. Zaman kavramı İslam toplumlarında anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün olamıyor.
22/47- Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Ayette bahsedilen “bir gün” kelimesi bizim anladığımız yirmi dört saat anlamındaki gün değil bir an kadar kısa anlamını ifade eden bir kavramdır.
7/55- Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.
Dua; İki eğilime karşı istek duyan insanların, kendi özgür iradeleriyle istek duydukları yönde göstermiş oldukları çaba ve gayretleridir. İnkâr edenlerin duası iblisin istekleri istikametinde yapmış oldukları çaba ve gayretleridir. İman edenlerin duaları ise Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde göstermiş oldukları çaba ve gayretleridir.
İslam toplumlarında, anlatılan ve anlaşılan dua kesinlikle Kuran’ın dua kelimesine yüklemiş olduğu anlamdan tamamen uzaktır. Nasıl beden ile can kelimesi ayrı ayrı hiçbir anlam taşımıyorsa, Dua kelimesi isteklerin fiili hayata götürmeden de bir anlam ifade etmez. Allah Herkese Kendi duası yönünde çaba ve gayretine göre cevap verir.
2/186- Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.
Allah insanlar isterlerse küfür yolunda isterlerse kendi yolunda gitmek isterlerse her iki yönde de yollarını açmakta ve onların dualarına icabet etmektedir. Ama Allah Kendi istediği yolda dualarını yapanlardan razı olmaktadır. İşte denenmenin adı da bu anlamdadır. Allah insanlardan Müslüman olarak yaşamalarını ve Müslüman olarak can vermelerini istemektedir. Ancak inkar edenlerin inkarları yönündeki yollarını açmakta ve onların dualarına da icabet etmemektedir. İşte bu tip insanların ne dualarından hoşnut olmakta ne de kendilerinden hoşnut olmaktadır.
17/10- Ve şüphesiz, ahirete inanmayanlar için de acı bir azap hazırlamışızdır.
17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.
İşte inkâr edenlerin duası cehennemi elde etmek içindir. Eğer ahiret âleminin varlığına onlar inanmış olsaydı cehennemde ebedi olarak azap çekmelerini isterler miydi? Şeytan onların üzerine bir kabuk bağlayarak gerçekleri onlara göstermemektedir.
43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.
İçkinin, kumarın fuhuşun kötü sonuçlarını insanlar gördükleri halde nasıl öyle bir yanlışı yapıp kendilerine süslü gösterilmiştir.
Demek ki, Rahmanın yolunda olanlar dualarını rahmanın razı olacağı şekilde hayatlarını yaşama götürerek yapmaktadırlar, Şeytanın yolunda yürüyenler de dualarını şeytanın razı olacağı şekilde yapmaktadırlar.
7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.
İnsanlarda, İnsanları inkâra isyana bozgunculuk çıkarmaya teklif sunan iblis olgusu olmamış olsaydı, Yeryüzünde ne bozgunculuk çıkar, ne de insanlar arasında savaş, hırsızlık, ahlaksızlık, zulüm, öldürme diye bir şey olurdu. İnsanlarda diğer melekler gibi kendilerine kodlanan bilgilerle seyirlerini düzenlerlerdi. Tabi ki İmtihan da olmazdı. Bu kötülüklerin teklif sunucusu iblistir. Kim iblisin tekliflerine yeşil ışık yakıp onun istekleri doğrultusunda hayatını düzenlerse Yeryüzü fesada uğrar. Ama kim takvanın tekliflerine yeşil ışık yakarsa Yeryüzü düzene konulduğu gibi korunmuş olur
7/58- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
Ayette Kuran, mecaz sanatı kullanmış. Nasıl güzel aile kültüründen güzel davranışlı insanlar çıkıyorsa, Kötü ailelerden de kötün insanlar çıkar benzetmesini yapmaktadır. Ama bu demek değildir ki, İyi ailelerden tamamı ile iyi insanlar, kötü ailelerden de tamamı ile kötü insanlar çıkar demek değildir.
Eğer İnsan kendilerine verilmiş akılını iyi kullanabilirlerse kötü ailelerden de iyi inanlar çıkabilmektedir. Değilse kötü ailelerden doğan çocuklar haksızlığa uğramış olurlardı. Kim dilerse kendisini rabbin yoluna götürecek malzeme de bulur yer de bulur kim dilerse de şeytanın yoluna gidecek malzemeler  bulur yer de bulur.
7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”
7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?”
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Araf elli dokuzuncu ayetten altmış dördüncü ayete kadar Nuh kavmini bize anlatılmaktadır. Bundan önceki surelerde kavimlerin helaki ile ilgili konularda Nuh tufanını geniş geniş anlatmaya çalışmıştım.
Önce, Kuran’da geçen kavimlerin helakı ile ilgili konularda, Mükâfatın ve cezanın dünya hayatında olmadığını, ahiret hayatında olduğunu bilmek ve anlamak lazımdır. Eğer Nuh kavmi,  Semud kavmi, Lut kavmi, Gibi kavimler tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlatılan ve anlaşılanlar gibi olmuş olsaydı, Şimdi o kavimlerin yapmış oldukları zulümlerden daha çok dünyada zulümler işlenmekte ve insanlar yakılıp yok edilip öldürüldükleri halde öyle bir helak şekli göremiyoruz.
Kuran, kendi içerisinde çelişkisiz bir kitaptır. Eğer bir ayette, “Biz dünya hayatında zulmedenlerin cezasını vermeyiz” Diyor da başka bir ayette Onları dünya hayatında işledikleri suçlardan dolayı helak ettik diyorsa Biz ya bu ayetleri doğru anlayamamışızdır. Ya da kuran kendi içerisinde çelişkili bir kitap olmalıdır. İnananlar için Kuran elbette çelişkisiz bir kitaptır. Kuran’ın kendi yapmış olduğu açıklamayı biz doğru anlayamamışız demektir. Başka bir alternatif yoktur.
16/61- Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
Her insan Ergenlik yaşı ile bunaklık ve ölüm dönemine kadar kendisine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde denenmektedir. Dünya hayatı bir sınav salonu, Ahiret hayatı ise bu denenmenin arkasından ürünlerinin alınacağı devşirme yeridir. Kim dünya hayatında, Allah’a iman eder ve onun gönderdikleri vahiyler çerçevesi içerisinde hayatını düzenlerse, Onun ahirette konaklama yeri ebedi olan cennettir. Kim de Allah’ı veya gönderdiklerini inkâr eder Rabbin terbiyesi dışında yaşarsa onların konuklanma yeri de ebedi cehennemdir.
Dünya hayatında Her iki yola gidene de Allah yollarını açacak imkânlar da vermiş gidebilecek eğilimi de vermiştir. İnsanların Dünya hayatındaki cezaları ya evren yasalarına uymamaları, ya da insanların kurallarına uymamaları sonucunda evrenden ve insanlardan gelmektedir.
22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
10/19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
20/129- Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.
29/53- Azap konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.
Vermiş olduğum ayet örneklerinden de anlaşıldığı gibi, ceza ve mükâfat ahiret âlemimdedir. İşte Allah’ın vaadi budur ve Allah kesin olarak vaadinden dönmez.
3/9- “Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.”
39/19- Azap sözü kendisi üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur)? Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?
39/20- Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez.
Yukarıda değişik ayetlerden örnekler vermeye çalışıştık. Bu ayetlere göre Nuh kavminin helaki nasıl anlaşılmalıdır? Sorusuna cevap aramaya çalışalım.
1-Dünya hayatında yapılan suçlar nedeni ile Allah cezalandırmıyor. Ceza ahiret âlemine ertelenmektedir.
2- Ceza ve mükafatın hiret âleminde mutlaka verileceğini Allah vaat etmektedir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir.
3-Peki Allah neden? Nuh kıssasını anlatırken İnkâr edenleri suda boğduk iman edenleri gemiyle kurtardık ifadesi kullanıyor? Çünkü Allah’a göre zaman kavramı yok Ahirette bize göre gelecek bir zaman için olan olay Allah katında bir andır. Ahiret hayatında olacak olan bir cezayı şimdi veriyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır.
4-7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Ayette Gemi Mecazi anlamda kullanılmıştır. Dünya hayatında İman edenler Nuh peygamberin getirmiş olduğu vahiy gemisine binerek Yaşamlarını vahyin çizgisinden sapmadan yürümüşler ve ahiret âleminde cennet denilen yere gelip konaklamışlardır. İnkâr edenler ise vahiyden nasiplerini almak istemedikleri için kör ve sağır olarak hayatlarını sürdürmüşler ahiret hayatında da acı bir cehennem azabı onları beklemektedir.
7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.
7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”
7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız.”
7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”
7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımız’dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.
Dikkat ederseniz genel olarak bütün uyarıcı olarak gelen elçilerde bir sünnet olarak halkın önde gelenlerle elçiler arasında bu söylemler devam edip gelmiştir. Allah’ın sünneti Kuran’da iki farklı anlamda kullanılmıştır.
Birincisi Toplumsal sünnet- İkincisi de Yaratılış sünnetidir. Şimdi Kavimlerle İlgili geçen konuların düzgün anlaşılabilmesi için Bu iki farklı sünnetin ne demek olduğunu Kuran’dan ayetlerden örnekler vererek anlatmaya çalışalım.
TOPLUMSAL SÜNNET;
Kuran içerisinde on iki yerde sünnet kelimesi geçmektedir.
17/ 71- Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.
17/72- Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.’
17/73- Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi.
17/74- Eğer Biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
17/75- Bu durumda, Biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra Bize karşı bir yardımcı bulamazdın.
17/76- Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
17/ 77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.
Resullerin sünnetlerinden olanlar, 1- Kavmin önde gelenleri Peygamberleri yalanlamışlar, 2- Onlara deli Mecnun, sapmış kâhin şair sözleriyle eleştirmişlerdir.
35/ 43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
Hayata İnsanlar bakışlarını hangi açıdan bakarlarsa o yönde inanmaya ve o yönde yaşamaya başlarlar. Kendi bakış açısını ve gidiş tarzın değiştirmeyen insanın gidiş tarzını da Allah asla değiştirmez.
2-YARATILIŞ SÜNNETİ;
7/185- Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
İşti Bizim evrensel yasalar deyip durduğumuz Sünnetullah bu anlamdadır. Güneşin her gün doğudan doğup batıdan batması, yağmur yağacağı zaman mutlaka havanın bulutlanması, akşam olduğu zaman havanın kararması, güneş doğduğu zaman gündüz olması Yüzmek bilmeden denize girersen denizin boğması evleri depremlerin şiddetlerine göre dayanıklı yapmazsan evlerin yıkılarak altında kalınması hep Allah’ın yaşamış olduğumuz hayattaki değişmez sünnetleridir.


7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
7/74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”
7/75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler.
7/76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”
7/77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
7/78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
7/79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”
Bu ayetlerde gündeme gelen konu Salih peygamber ve kavmidir. İşlemiş oldukları suçların en büyüğü  Allah’ın mucize olarak yaratmış olduğu deveyi kesmeleri ve böylece  kesen ve kesenin yanında bulunanlarla beraber helak olmalarıdır.
Genelde bu konu tefsirlerde, Allah Salih peygambere Dağdan mucize olarak bir deve doğurtturur. O beldede su deveyle bölüşüldüğünden dolayı halkın su içme ihtiyaçlarına zarar verip azalttığından dolayı deveyi içlerinden birisi öldürdüğü anlatılmaktadır. Allah da deveyi kesmelerinden dolayı o kavmi helak etmektedir.
Bu konuyu bir de şuara suresinden aktaralım.
26/142- Hani onlara kardeşleri Salih: “Sakınmaz mısınız? demişti.
26/143- “Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.”
26/144- “Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.”
26/145- “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum;
26/146- “Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?”
26/147- “Bahçelerin, pınarların içinde,”
26/148- “Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?”
26/149- “Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz.”
26/150- “Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.”
26/151- “Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin.”
26/152- “Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar).”
26/153- Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
26/154- “Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim.”
26/155- Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.”
26/156- “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.
26/157- “Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.”
26/158- Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Burada asıl anlaşılmasında güçlük çekilen konu, Ayet veya mucize kelimesinin doğru anlaşılamaması, ikincisi de deveyi kestiler ifadesi neyi anlatmaktadır.
Ayet; Allah’ın kainatta görülen veya görülmeyen bilinen veya bilinmeyen ister kötülük iter iyilik ne varsa zerreden küreye kadar, peygamberlere gelen vahiyler de dahil olmak üzere ne varsa hepsinin adıdır. Veya her birine verilen isimdir.
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
Öyleyse Dişi deveyi Salih peygamber mucize olarak kendisi göstermemiş. Bildiğimiz Allah’ın etinden sütünden yavrularından tüyünden istifade edilen bildiğimiz bir devedir. Bu konuyu burada geniş olarak anlatmayacağım.
Eğer bu konu hakkında detaylı bir bilgi edinmek isteyen olursa benim web sayfamda Salih peygamberin kavminin kestikleri deveyle ilgili bir makalemden bilgi edinebildiler. Ancak burada kısacık da olsa deve kesmenin ne anlama geldiğini, Kuran bu ifadeyi hangi anlamda kullandığını anlatmaya çalışacağım.
Salih kavmine baktığımız zaman, Deveyi kesenler içlerinden önde gelen inkârcı bozguncu gelen uyarıcılara karşı kin ve öfke kusan birisidir.   nu destekleyen yardım eden yataklık edenler de aynı konumdadırlar. Deveyi kesmek mecazi alamda kullanılmıştır. Yani Allah’ın Deveyi koyduğu konumdan kaldırarak onu tapınılır hale getirilmesinden dolayı Allah böyle bir ifade kullanmıştır. Bakınız Hac suresinde develerin kesilip etlerinden yenmesini ve yedirilmesini Allah takdirle karşılamaktadır.
22/ 36- İri cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.
Allah bir kavim deve kestiği zaman o kavi helak ediyor, Bir kavim deve kestiği zaman Allah o kavmi övüyor. Demek ki “deve kesme” olayı doğru anlaşılamadığı için çarpık bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa kuranda çelişki yoktur.
4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kâinatta canlı ve cansız ne varsa bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. Deve yük taşıyacak etinden yenecek yünleri eğrilip ip yapılacak ne varsa insan içindir. Bunlar başka bir amaç için kullanılıp insanlar bunlardan istifade etmezlerse Allah’ın yarattıklarına zulüm yapmış olular. Allah korkutmaktadır.
Binmek için almış olduğun arabaya binmezsen olduğu yerde çürütürsen hem arabaya hem de kendine zulüm yapmış olmaz mısın? İşte Allah’tan’ gelen emirleri nebiler aracılığı ile duydukları zaman onları inkara götürmekte ve Dünya hayatına bu bakışla bakanlar ve yaşayanlar kör ve sağır olarak ömürleri biterek ahiret hayatında da kendilerini yaratan Allah’a Nankörlük yaptıklarından dolayı hem dünya hayatında mutsuz , hem de ahiret hayatında ebedi bir cehennemle
7/ 80- Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?

7/81- “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”
7/82- Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka olmadı.
7/83- Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı.
7/84- Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
Kuran’da anlatılan kıssalara baktığımız zaman, İşlenen suçların en ön planda olanlara dikkat çekerek onların helak oluşlarını anlatmaktadır. Çünkü diğer suçlar o büyük suçun gölgesi altında kaybolup gitmektedir. Mesela; Allah “Şirk koşulmasını bağışlamam” der. Neden? Çünkü diğer günahlar şirk koşmanın yanında güneş doğduğu zaman yıldızların kaybolduğu gibi kaybolmaktadırlar.
4/ 48- Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.
Aslında Allah kendisine verilmiş zaman dilimi içerisinde kendisini düzeltir ve değiştirirse bağışlamadığı bağışlayamayacağı bir suç yoktur. Ancak Bu suçları işleyen kişiler kendilerini bağışlamaz veya bağışlayamazlar.
Salih kavmin helak olmasının sebebi  Devenin su içme hakkına tecavüz etmeleriydi, Yani deveyi yaratılış gayesinin dışarısına çıkarmalarıydı. Lut kavinin helak oluşunun nedeni de, Erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını kadınlardan değil de erkeklerden görmeleriydi. Hayata böyle yanlış bir bakış, Onların yolunu yöntemini bu anlayışla çizmeleriydi.
Hicir suresinden Lut kavmi hakkında Kuran’dan  bir kıssayı aktarmaya çalışalım.
15/ 57- Dedi ki: “Ey elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?”
15/58- Dediler ki: “Gerçekte biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğa gönderildik.”
15/59- “Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız.”
15/60- “Ama karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır.”
15/61- Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde,
15/62- (Lut) Dedi ki: “Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.”
15/63- “Hayır” dediler. “Biz sana, onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik.”
15/64- “Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.”
15/65- “Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin.”
15/66- Ve onlara şu emri verdik: “Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir.”
15/67- Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.
15/68- (Lut onlara) “Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp-dillere düşürmeyin” dedi.
15/69- “Allah’tan korkup-sakının ve beni küçük düşürmeyin.”
15/70- Dediler ki: “Biz seni ‘herkes(in işin)e karışmaktan’ alıkoymamış mıydık?”
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.”
15/72- Ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.
15/73- Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi.
15/74- Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.
Lut’a gelen elçiler, Tefsirlerde anlatılanlar gibi melekler değil, Allah’ın nebi ve resullükle görevlendirdiği peygamberlerdir.
Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, “Rabbani yolu”  peş peşe dizdiği nebiler ve resuller aracılığı ile son nebi ve resule kadar ayakta tutmuştur. Kuran bütünlüğü içerisinde dikkat ederseniz, her peygamber kendilerinden önce gelen peygamberleri tasdik edip doğrulamış ve kendilerinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemişlerdir.
61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.”
Bu ayette ki anlatım mecazi bir anlatımdır. Bir peygamber kendi kızlarını inkârcı yoldan çıkmış zorba ve zalim olan kızlarına peşkeş çekecek değil herhalde. Cinselliğinizi Allah’ın helal kıldığı yöntemler dâhilinde giderin, anlamındadır. İşte böyle yoldan çıkan bir kavmin İşledikleri suçlar nedeni ile doğru düzgün bir yaşamaya yönelmemektedirler. Ahiret hayatında Kendilerini yaratan Allah cehennemle hesaplarını görecektir.
7/85- Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.”
Şuayp peygamberin kavminde Ölçü ve tartıda yapılan taşkınlıklar gündeme gelmektedir. Aldatarak mal satma, aldatarak mal alma, Enflasyon, döveliyasyon insanların mallarının değerinden düşürülerek haksızlığa uğratılma konusunu ele almaktadır. Bu konu geniş bir makale ve bir kitap yazacak kadar geniş bir konudur. Ancak kısacık da olsa bazı ölçü ve tartılarda ön plana çıkan yanlışlıkları gündeme getirmeye çalışalım.
1-Kasıtlı veya kasıtsız olarak, düzgün olmayan karşıdaki kişilerin atlatılmasına zemin hazırlayan bütün kusurlu ölçeklerden kaçınmak lazımdır.
2- Yaş mahsullerden kurutularak satılan, sulu mamullerden suyunun giderildikten sonra satışa sunulan malların olgun hale gelmesine veya kuruma noktasına gelinceye kadar yaşlığını gizleyerek satmamak lazımdır.
3-Borç verilen paralar enflasyon olduğu dönemlerde değer kaybetmektedir. Borç verildiği dönemde paranın alım gücü neyse borcu öderken alım gücü aynı olacak şekilde ödemek gerekir. Alacaklı olan kişinin bağışlaması bunun dışındadır.
4- Bilerek kasıtlı olarak Vermiş olduğu paranın karşılığında vermiş olduğu paranın üzerine para ekleyerek geri alınmasını Allah kesinlikle yasaklamaktadır. Bunun bir adı riba bir adı da faizdir.
2/ 275- Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.
Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Ayetin orijinalinde riba geçiyor ama, bu günkü toplum dilinde Ribanın karşılığı faizdir.
7/86- “O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”
Çok peygamberlerin öldürülmesi veya onları destekleyen yardım eden yataklık eden iman eden ve Salih amel işleyenlerin çok az olmuştur. Önde gelen makam mevki koltuk sahibi olan zalimler peygamberlerin sözlerini desteklemeleri ve onlara yardım etmeleri nedeni ile zalim olanların önde gelenleri onlara korku salarak sindirmişler korkutmuşlar veya daha da olmadı öldürmüşlerdir.
İkinci alternatif olarak, İman etmek isteyenleri, fikri mücadele vererek iman etmek isteyenlerin göremedikleri yerden görerek onları ikna etme yollarına girmektedirler. Şu anda ateist olanlar Kuran hakkında detaylı bilgiye sahip olmayanları kandırmaları gibidir.
7/ 16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
72/ 9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”
İblisin cinlerin şeytanın doğru yolun ortasına oturması Bilgi sahibi olmayan insanları bazı bilemedikleri yerden girerek onları kandırması anlamındadır.
7/87- “İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
Batıl olan bir topluma hak geldiği zaman ayrışma başlar. Yani inkâr eden ve zulmeden bir kavme bir peygamber geldiği zaman İman eden ve Salih amel işleyen insanlar çıktığı gibi, inkârlarına devam eden ve zulmeden insanlar da olmaya devam etmektedir.
7/88- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi. 
Hep dikkat ederseniz, İnkar etmeleri ve gelen uyarıcıları yalanlamaları edeni ile, Onlara körlük ve imana karşı yoksulluk yakalarını bırakmaz hale gelmektedir.
7/89- “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.”
İşte bütün peygamberler, genelde Ya “ Rabbim Allah’tır deyip yeryüzünde güç sahibi olmuşlar ve topluma adaleti getirmişler ya da iman eden ve o peygamberleri destekleyen olmadığı için güçsüz kalmışlar öldürülüşlerdir. Ya ölümü göze alacaksın Dünya hayatında başarırsan onurlu bir şekilde yaşayacaksın ahiretin de sana ödül olarak verilecek, ya da ölümden korkacaksın hem dünyada hem de ahirette perişan olacaksın. İşte bütün nebiler ve Allah dostları birinci şıkkı tercih etmişlerdir. Bu iki gurup biribiriyle asla barışık yaşamamışlardır.

33/38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
7/90- Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.”
İnkar edenler,  hem kendileri uyarıcıları kabul etmedikleri gibi, Uyarıcılara karşı sevgi besleyen onlara destek verenleri de tehdit etmektedirler. Bu demektir ki, Hem kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemek, hem de kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirenlere karşı savaş açmaktır.
4/76- İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.
7/91- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
Yani, Bütün rabbani yolun dışında giden kavimlerin  inkar etmeleri ve büyüklenmeleri  dolayısı ile Rabbin terbiyesi altına girmeyi  kabul etmediler. Böylece Dünya hayatında ecellerinin sonun kadar Kör ve sağır olarak yaşayıp Ahiret âleminde dirildiklerinde İse ancak yollarının yanlış olduklarının farkına vardılar ama ne yazık ki o da onlara bir yarar sağlamadı.
7/92- Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar.
İşte İnkâr edenlerin dünya hayatında gidiş tarzlarını ve sonucunda dirilip hesaba çekilirken konumlarını en güzel belirleyen şu ayeti aktarmadan geçemeyeceğim.
2/ 259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
Dikkatinizi çekmek istiyorum, ayette bahsedilen tefsirlerde anlatılan gibi ” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” ifadesi dünya hayatında ölüp de diriltilme değil, Dünya hayatında yüz yıl yaşayıp ahiret aleminde diriltilmesidir. İşte dünya hayatındaki yüz yıllık bir zaman ahiret hayatında olanlar için bir an veya bir saat gibi kısa bir zamanla izah edilmektedir.
7/93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?”
Nebiler ve uyarıcıların görevi, Allah’tan kendilerine verilmiş olan emirleri tebliğ ederler. İnsanların üzerinde insanların kendileri istemedikçe ne şeytanların ne de uyarıcıların onlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur.
5/99- Elçiye tebliğden başka (yükümlülük) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da bilir.

7/94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.
İnsanlar hem iyiliğe meyilli hem de kötülüklere meyilli bir varlıktır. Dünya hayatı da bazen sıkıntılar yokluklar içerisinde, bazen de bolluk ve bereketler içerisinde yer değiştirip duran bir denenme salonudur. Doğru olanı İnsan kıtlık ve yokluk içerisinde geçen zamanlarda sabretmek ve bolluk ve bereketler içerisinde geçen zamanlarda da şükretmekle görevlidir.
2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.

7/95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
7/96- Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
7/97- O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Helak edilme olayını, şimdiye kadar geçen helak ile ilgili ayetlerde izah etmeye çalıştık. Dünya hayatında Allah’ın insanların suç işlemesi nedeniyle insanlar ya insanlardan ceza görürler ya da evren yasalarına uymadıkları zaman uymamanın bedelini öderler. Allah Cezayı ahiret âlemine ertelemektedir.
Her insana Allah bir ecel tayin etmiştir. Kendisine verilen bir zaman dilimi içerimside süreç ister iman etsin isterse de inkâr etsin bir gün gece veya gündüz ölüm gelecektir. İnkar edenler Kendilerine haşa başka bir ilahtan bir kitap mı geldi ki, inkarlarının ve yapmış oldukları zulmün karşılığını görmeyeceklerine dair ellerinde bir belgeleri mi var?
7/98- Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
7/99- (Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
Kâfir Olanların tuzağı, Dünya hayatında bencilleşerek İman eden ve Salih amel işleyenlere karşı hayat hakkı tanımayıp yeryüzünde onları öldürüp yaşatmamaktır. Peki, Allah’ın onlara hazırladığı tuzak nedir? Dünya hayatında böyle davrananlara hakkı görmemeleri için gözlerini köreltmesi kulaklarını sağırlaştırması kalpleri de mühürleyerek Ahiret âleminde ebedi olan bir cehenneme atmasıdır.
8/30- Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.

7/100- (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
Allah, Dünya hayatında Bütün insanlara eşit mesafededir. İmtihana tabi tuttuğu aklı olan her insana Hem takva yolu eğilimini, hem de iblisin veya kötülüklerin yolu eğilimi ve malzemelerini vererek insanları kendilerine verilen bir süreç içerisinde denemektedir.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah isteseydi Bütün insanları tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde yaratır dünya hayatında ne savaş olur ne öldürme ne zulüm ne de bozgunculuk olurdu. Allah Bu sınavda kim kendisine verilen emanete sahip çıkarak dünya hayatında kendisine verilmiş olan rolü en güzel oynarsa o ahiret hayatında ebedi cennetle ödüllendirilecek. Kim de kendisine verilen emanete hıyanet eder zulmederse ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle cezalandırılacaktır.
5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Allah katında bir tek doğru yol vardır. O yolun o dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslümandır. Bunlar bir zürriyet olarak İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah’ın göndermiş olduğu nebilerin yol göstericiliği içerisinde devam edip gelmektedir. Zürriyet deyince sakın ola ki yanlış anlaşılmasın Bunlar biyolojik anlamda zürriyet değil iman eden ve Salih amel işleyenler anlamında olan zürriyettir.
52/21- İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.
Allah hiç bir zaman Kimseyi saptırmaz, ama sapma özgülüğü verir. Allah hiç kimseye hidayet vermez, ama hidayete gelme özgürlüğü verir. Allah Hiç kimseyi cehenneme atmaz, ama cehenneme gitme Özgürlüğü verir. Allah kimseyi cennete atmaz ama cennete gitme özgürlüğü verir.
Yani Dünya da ahiret de insanlarını emrine sunulmuş insanlar kendi seçimlerini kendileri yapmaktadır.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
DEVAM DECEK


  
KURAN’IN KURN’LA TEFSRİ;

39- ARAF SURESİ TEFSİRİ İKNCİ BÖLÜM;

7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
İnkâr eden ve zulmedenler, Dünya hayatında kendilerine yüklenmiş oluan emanete hıyanet etmişler, ahiret hayatından pay almayı unutmuşlardır.
5/13- Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.

7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.
Dünya üzerinde bulunan insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ı Kabul ettikleri halde Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde Bu topluluğun karşılığı deistlerdir. Dünyada bulunan insanların da çok az bir kısmı ateistler ve Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta deyince yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman olduğunu sansalar da maalesef onlar Kuran’ın ifadesiyle kitap ehlinden başkası değildirler.
7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.


3/ 7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Tevil kelimesi Kuran’da görmüş olduğunuz gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar Nebilerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları haberlerdir.

“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler de, Yani bu Kuran’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar da dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler.”

7/54- Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş�e, Aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.
Yerlerin ve göklerin yaratılışının altı günde olması bizim anladığımız, yirmi dört saat anlamında gün değil, Altı aşamada olduğu vurgulanmadadır.
İlim adamlarının tespitlerine göre Kâinatın yaratılmasından bu tarafa yaklaşık on beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir.
Allah’a göre zaman yoktur. Zaten kâinatın yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır. Zaman kavramı İslam toplumlarında anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün olamıyor.
22/47- Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Ayette bahsedilen “bir gün” kelimesi bizim anladığımız yirmi dört saat anlamındaki gün değil bir an kadar kısa anlamını ifade eden bir kavramdır.
7/55- Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.
Dua; İki eğilime karşı istek duyan insanların, kendi özgür iradeleriyle istek duydukları yönde göstermiş oldukları çaba ve gayretleridir. İnkâr edenlerin duası iblisin istekleri istikametinde yapmış oldukları çaba ve gayretleridir. İman edenlerin duaları ise Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde göstermiş oldukları çaba ve gayretleridir.
İslam toplumlarında, anlatılan ve anlaşılan dua kesinlikle Kuran’ın dua kelimesine yüklemiş olduğu anlamdan tamamen uzaktır. Nasıl beden ile can kelimesi ayrı ayrı hiçbir anlam taşımıyorsa, Dua kelimesi isteklerin fiili hayata götürmeden de bir anlam ifade etmez. Allah Herkese Kendi duası yönünde çaba ve gayretine göre cevap verir.
2/186- Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.
Allah insanlar isterlerse küfür yolunda isterlerse kendi yolunda gitmek isterlerse her iki yönde de yollarını açmakta ve onların dualarına icabet etmektedir. Ama Allah Kendi istediği yolda dualarını yapanlardan razı olmaktadır. İşte denenmenin adı da bu anlamdadır. Allah insanlardan Müslüman olarak yaşamalarını ve Müslüman olarak can vermelerini istemektedir. Ancak inkar edenlerin inkarları yönündeki yollarını açmakta ve onların dualarına da icabet etmemektedir. İşte bu tip insanların ne dualarından hoşnut olmakta ne de kendilerinden hoşnut olmaktadır.
17/10- Ve şüphesiz, ahirete inanmayanlar için de acı bir azap hazırlamışızdır.
17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.
İşte inkâr edenlerin duası cehennemi elde etmek içindir. Eğer ahiret âleminin varlığına onlar inanmış olsaydı cehennemde ebedi olarak azap çekmelerini isterler miydi? Şeytan onların üzerine bir kabuk bağlayarak gerçekleri onlara göstermemektedir.
43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.
İçkinin, kumarın fuhuşun kötü sonuçlarını insanlar gördükleri halde nasıl öyle bir yanlışı yapıp kendilerine süslü gösterilmiştir.
Demek ki, Rahmanın yolunda olanlar dualarını rahmanın razı olacağı şekilde hayatlarını yaşama götürerek yapmaktadırlar, Şeytanın yolunda yürüyenler de dualarını şeytanın razı olacağı şekilde yapmaktadırlar.
7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.
İnsanlarda, İnsanları inkâra isyana bozgunculuk çıkarmaya teklif sunan iblis olgusu olmamış olsaydı, Yeryüzünde ne bozgunculuk çıkar, ne de insanlar arasında savaş, hırsızlık, ahlaksızlık, zulüm, öldürme diye bir şey olurdu. İnsanlarda diğer melekler gibi kendilerine kodlanan bilgilerle seyirlerini düzenlerlerdi. Tabi ki İmtihan da olmazdı. Bu kötülüklerin teklif sunucusu iblistir. Kim iblisin tekliflerine yeşil ışık yakıp onun istekleri doğrultusunda hayatını düzenlerse Yeryüzü fesada uğrar. Ama kim takvanın tekliflerine yeşil ışık yakarsa Yeryüzü düzene konulduğu gibi korunmuş olur
7/58- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
Ayette Kuran, mecaz sanatı kullanmış. Nasıl güzel aile kültüründen güzel davranışlı insanlar çıkıyorsa, Kötü ailelerden de kötün insanlar çıkar benzetmesini yapmaktadır. Ama bu demek değildir ki, İyi ailelerden tamamı ile iyi insanlar, kötü ailelerden de tamamı ile kötü insanlar çıkar demek değildir.
Eğer İnsan kendilerine verilmiş akılını iyi kullanabilirlerse kötü ailelerden de iyi inanlar çıkabilmektedir. Değilse kötü ailelerden doğan çocuklar haksızlığa uğramış olurlardı. Kim dilerse kendisini rabbin yoluna götürecek malzeme de bulur yer de bulur kim dilerse de şeytanın yoluna gidecek malzemeler  bulur yer de bulur.
7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”
7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.
7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.
7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.
7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?”
7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Araf elli dokuzuncu ayetten altmış dördüncü ayete kadar Nuh kavmini bize anlatılmaktadır. Bundan önceki surelerde kavimlerin helaki ile ilgili konularda Nuh tufanını geniş geniş anlatmaya çalışmıştım.
Önce, Kuran’da geçen kavimlerin helakı ile ilgili konularda, Mükâfatın ve cezanın dünya hayatında olmadığını, ahiret hayatında olduğunu bilmek ve anlamak lazımdır. Eğer Nuh kavmi,  Semud kavmi, Lut kavmi, Gibi kavimler tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlatılan ve anlaşılanlar gibi olmuş olsaydı, Şimdi o kavimlerin yapmış oldukları zulümlerden daha çok dünyada zulümler işlenmekte ve insanlar yakılıp yok edilip öldürüldükleri halde öyle bir helak şekli göremiyoruz.
Kuran, kendi içerisinde çelişkisiz bir kitaptır. Eğer bir ayette, “Biz dünya hayatında zulmedenlerin cezasını vermeyiz” Diyor da başka bir ayette Onları dünya hayatında işledikleri suçlardan dolayı helak ettik diyorsa Biz ya bu ayetleri doğru anlayamamışızdır. Ya da kuran kendi içerisinde çelişkili bir kitap olmalıdır. İnananlar için Kuran elbette çelişkisiz bir kitaptır. Kuran’ın kendi yapmış olduğu açıklamayı biz doğru anlayamamışız demektir. Başka bir alternatif yoktur.
16/61- Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
Her insan Ergenlik yaşı ile bunaklık ve ölüm dönemine kadar kendisine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde denenmektedir. Dünya hayatı bir sınav salonu, Ahiret hayatı ise bu denenmenin arkasından ürünlerinin alınacağı devşirme yeridir. Kim dünya hayatında, Allah’a iman eder ve onun gönderdikleri vahiyler çerçevesi içerisinde hayatını düzenlerse, Onun ahirette konaklama yeri ebedi olan cennettir. Kim de Allah’ı veya gönderdiklerini inkâr eder Rabbin terbiyesi dışında yaşarsa onların konuklanma yeri de ebedi cehennemdir.
Dünya hayatında Her iki yola gidene de Allah yollarını açacak imkânlar da vermiş gidebilecek eğilimi de vermiştir. İnsanların Dünya hayatındaki cezaları ya evren yasalarına uymamaları, ya da insanların kurallarına uymamaları sonucunda evrenden ve insanlardan gelmektedir.
22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
10/19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
20/129- Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.
29/53- Azap konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.
Vermiş olduğum ayet örneklerinden de anlaşıldığı gibi, ceza ve mükâfat ahiret âlemimdedir. İşte Allah’ın vaadi budur ve Allah kesin olarak vaadinden dönmez.
3/9- “Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.”
39/19- Azap sözü kendisi üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur)? Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?
39/20- Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez.
Yukarıda değişik ayetlerden örnekler vermeye çalışıştık. Bu ayetlere göre Nuh kavminin helaki nasıl anlaşılmalıdır? Sorusuna cevap aramaya çalışalım.
1-Dünya hayatında yapılan suçlar nedeni ile Allah cezalandırmıyor. Ceza ahiret âlemine ertelenmektedir.
2- Ceza ve mükafatın hiret âleminde mutlaka verileceğini Allah vaat etmektedir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir.
3-Peki Allah neden? Nuh kıssasını anlatırken İnkâr edenleri suda boğduk iman edenleri gemiyle kurtardık ifadesi kullanıyor? Çünkü Allah’a göre zaman kavramı yok Ahirette bize göre gelecek bir zaman için olan olay Allah katında bir andır. Ahiret hayatında olacak olan bir cezayı şimdi veriyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır.
4-7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Ayette Gemi Mecazi anlamda kullanılmıştır. Dünya hayatında İman edenler Nuh peygamberin getirmiş olduğu vahiy gemisine binerek Yaşamlarını vahyin çizgisinden sapmadan yürümüşler ve ahiret âleminde cennet denilen yere gelip konaklamışlardır. İnkâr edenler ise vahiyden nasiplerini almak istemedikleri için kör ve sağır olarak hayatlarını sürdürmüşler ahiret hayatında da acı bir cehennem azabı onları beklemektedir.
7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.
7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”
7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız.”
7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”
7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımız’dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.
Dikkat ederseniz genel olarak bütün uyarıcı olarak gelen elçilerde bir sünnet olarak halkın önde gelenlerle elçiler arasında bu söylemler devam edip gelmiştir. Allah’ın sünneti Kuran’da iki farklı anlamda kullanılmıştır.
Birincisi Toplumsal sünnet- İkincisi de Yaratılış sünnetidir. Şimdi Kavimlerle İlgili geçen konuların düzgün anlaşılabilmesi için Bu iki farklı sünnetin ne demek olduğunu Kuran’dan ayetlerden örnekler vererek anlatmaya çalışalım.
TOPLUMSAL SÜNNET;
Kuran içerisinde on iki yerde sünnet kelimesi geçmektedir.
17/ 71- Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.
17/72- Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.’
17/73- Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi.
17/74- Eğer Biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
17/75- Bu durumda, Biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra Bize karşı bir yardımcı bulamazdın.
17/76- Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
17/ 77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.
Resullerin sünnetlerinden olanlar, 1- Kavmin önde gelenleri Peygamberleri yalanlamışlar, 2- Onlara deli Mecnun, sapmış kâhin şair sözleriyle eleştirmişlerdir.
35/ 43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
Hayata İnsanlar bakışlarını hangi açıdan bakarlarsa o yönde inanmaya ve o yönde yaşamaya başlarlar. Kendi bakış açısını ve gidiş tarzın değiştirmeyen insanın gidiş tarzını da Allah asla değiştirmez.
2-YARATILIŞ SÜNNETİ;
7/185- Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
İşti Bizim evrensel yasalar deyip durduğumuz Sünnetullah bu anlamdadır. Güneşin her gün doğudan doğup batıdan batması, yağmur yağacağı zaman mutlaka havanın bulutlanması, akşam olduğu zaman havanın kararması, güneş doğduğu zaman gündüz olması Yüzmek bilmeden denize girersen denizin boğması evleri depremlerin şiddetlerine göre dayanıklı yapmazsan evlerin yıkılarak altında kalınması hep Allah’ın yaşamış olduğumuz hayattaki değişmez sünnetleridir.


7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
7/74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”
7/75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler.
7/76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”
7/77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.”
7/78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
7/79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”
Bu ayetlerde gündeme gelen konu Salih peygamber ve kavmidir. İşlemiş oldukları suçların en büyüğü  Allah’ın mucize olarak yaratmış olduğu deveyi kesmeleri ve böylece  kesen ve kesenin yanında bulunanlarla beraber helak olmalarıdır.
Genelde bu konu tefsirlerde, Allah Salih peygambere Dağdan mucize olarak bir deve doğurtturur. O beldede su deveyle bölüşüldüğünden dolayı halkın su içme ihtiyaçlarına zarar verip azalttığından dolayı deveyi içlerinden birisi öldürdüğü anlatılmaktadır. Allah da deveyi kesmelerinden dolayı o kavmi helak etmektedir.
Bu konuyu bir de şuara suresinden aktaralım.
26/142- Hani onlara kardeşleri Salih: “Sakınmaz mısınız? demişti.
26/143- “Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.”
26/144- “Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.”
26/145- “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum;
26/146- “Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?”
26/147- “Bahçelerin, pınarların içinde,”
26/148- “Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?”
26/149- “Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz.”
26/150- “Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.”
26/151- “Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin.”
26/152- “Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar).”
26/153- Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
26/154- “Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim.”
26/155- Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.”
26/156- “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.
26/157- “Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.”
26/158- Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Burada asıl anlaşılmasında güçlük çekilen konu, Ayet veya mucize kelimesinin doğru anlaşılamaması, ikincisi de deveyi kestiler ifadesi neyi anlatmaktadır.
Ayet; Allah’ın kainatta görülen veya görülmeyen bilinen veya bilinmeyen ister kötülük iter iyilik ne varsa zerreden küreye kadar, peygamberlere gelen vahiyler de dahil olmak üzere ne varsa hepsinin adıdır. Veya her birine verilen isimdir.
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
Öyleyse Dişi deveyi Salih peygamber mucize olarak kendisi göstermemiş. Bildiğimiz Allah’ın etinden sütünden yavrularından tüyünden istifade edilen bildiğimiz bir devedir. Bu konuyu burada geniş olarak anlatmayacağım.
Eğer bu konu hakkında detaylı bir bilgi edinmek isteyen olursa benim web sayfamda Salih peygamberin kavminin kestikleri deveyle ilgili bir makalemden bilgi edinebildiler. Ancak burada kısacık da olsa deve kesmenin ne anlama geldiğini, Kuran bu ifadeyi hangi anlamda kullandığını anlatmaya çalışacağım.
Salih kavmine baktığımız zaman, Deveyi kesenler içlerinden önde gelen inkârcı bozguncu gelen uyarıcılara karşı kin ve öfke kusan birisidir.   nu destekleyen yardım eden yataklık edenler de aynı konumdadırlar. Deveyi kesmek mecazi alamda kullanılmıştır. Yani Allah’ın Deveyi koyduğu konumdan kaldırarak onu tapınılır hale getirilmesinden dolayı Allah böyle bir ifade kullanmıştır. Bakınız Hac suresinde develerin kesilip etlerinden yenmesini ve yedirilmesini Allah takdirle karşılamaktadır.
22/ 36- İri cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.
Allah bir kavim deve kestiği zaman o kavi helak ediyor, Bir kavim deve kestiği zaman Allah o kavmi övüyor. Demek ki “deve kesme” olayı doğru anlaşılamadığı için çarpık bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa kuranda çelişki yoktur.
4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kâinatta canlı ve cansız ne varsa bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. Deve yük taşıyacak etinden yenecek yünleri eğrilip ip yapılacak ne varsa insan içindir. Bunlar başka bir amaç için kullanılıp insanlar bunlardan istifade etmezlerse Allah’ın yarattıklarına zulüm yapmış olular. Allah korkutmaktadır.
Binmek için almış olduğun arabaya binmezsen olduğu yerde çürütürsen hem arabaya hem de kendine zulüm yapmış olmaz mısın? İşte Allah’tan’ gelen emirleri nebiler aracılığı ile duydukları zaman onları inkara götürmekte ve Dünya hayatına bu bakışla bakanlar ve yaşayanlar kör ve sağır olarak ömürleri biterek ahiret hayatında da kendilerini yaratan Allah’a Nankörlük yaptıklarından dolayı hem dünya hayatında mutsuz , hem de ahiret hayatında ebedi bir cehennemle
7/ 80- Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?

7/81- “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”
7/82- Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka olmadı.
7/83- Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı.
7/84- Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
Kuran’da anlatılan kıssalara baktığımız zaman, İşlenen suçların en ön planda olanlara dikkat çekerek onların helak oluşlarını anlatmaktadır. Çünkü diğer suçlar o büyük suçun gölgesi altında kaybolup gitmektedir. Mesela; Allah “Şirk koşulmasını bağışlamam” der. Neden? Çünkü diğer günahlar şirk koşmanın yanında güneş doğduğu zaman yıldızların kaybolduğu gibi kaybolmaktadırlar.
4/ 48- Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.
Aslında Allah kendisine verilmiş zaman dilimi içerisinde kendisini düzeltir ve değiştirirse bağışlamadığı bağışlayamayacağı bir suç yoktur. Ancak Bu suçları işleyen kişiler kendilerini bağışlamaz veya bağışlayamazlar.
Salih kavmin helak olmasının sebebi  Devenin su içme hakkına tecavüz etmeleriydi, Yani deveyi yaratılış gayesinin dışarısına çıkarmalarıydı. Lut kavinin helak oluşunun nedeni de, Erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını kadınlardan değil de erkeklerden görmeleriydi. Hayata böyle yanlış bir bakış, Onların yolunu yöntemini bu anlayışla çizmeleriydi.
Hicir suresinden Lut kavmi hakkında Kuran’dan  bir kıssayı aktarmaya çalışalım.
15/ 57- Dedi ki: “Ey elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?”
15/58- Dediler ki: “Gerçekte biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğa gönderildik.”
15/59- “Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız.”
15/60- “Ama karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır.”
15/61- Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde,
15/62- (Lut) Dedi ki: “Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.”
15/63- “Hayır” dediler. “Biz sana, onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik.”
15/64- “Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.”
15/65- “Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin.”
15/66- Ve onlara şu emri verdik: “Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecektir.”
15/67- Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.
15/68- (Lut onlara) “Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp-dillere düşürmeyin” dedi.
15/69- “Allah’tan korkup-sakının ve beni küçük düşürmeyin.”
15/70- Dediler ki: “Biz seni ‘herkes(in işin)e karışmaktan’ alıkoymamış mıydık?”
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.”
15/72- Ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.
15/73- Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi.
15/74- Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.
Lut’a gelen elçiler, Tefsirlerde anlatılanlar gibi melekler değil, Allah’ın nebi ve resullükle görevlendirdiği peygamberlerdir.
Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, “Rabbani yolu”  peş peşe dizdiği nebiler ve resuller aracılığı ile son nebi ve resule kadar ayakta tutmuştur. Kuran bütünlüğü içerisinde dikkat ederseniz, her peygamber kendilerinden önce gelen peygamberleri tasdik edip doğrulamış ve kendilerinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemişlerdir.
61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.
15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.”
Bu ayette ki anlatım mecazi bir anlatımdır. Bir peygamber kendi kızlarını inkârcı yoldan çıkmış zorba ve zalim olan kızlarına peşkeş çekecek değil herhalde. Cinselliğinizi Allah’ın helal kıldığı yöntemler dâhilinde giderin, anlamındadır. İşte böyle yoldan çıkan bir kavmin İşledikleri suçlar nedeni ile doğru düzgün bir yaşamaya yönelmemektedirler. Ahiret hayatında Kendilerini yaratan Allah cehennemle hesaplarını görecektir.
7/85- Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.”
Şuayp peygamberin kavminde Ölçü ve tartıda yapılan taşkınlıklar gündeme gelmektedir. Aldatarak mal satma, aldatarak mal alma, Enflasyon, döveliyasyon insanların mallarının değerinden düşürülerek haksızlığa uğratılma konusunu ele almaktadır. Bu konu geniş bir makale ve bir kitap yazacak kadar geniş bir konudur. Ancak kısacık da olsa bazı ölçü ve tartılarda ön plana çıkan yanlışlıkları gündeme getirmeye çalışalım.
1-Kasıtlı veya kasıtsız olarak, düzgün olmayan karşıdaki kişilerin atlatılmasına zemin hazırlayan bütün kusurlu ölçeklerden kaçınmak lazımdır.
2- Yaş mahsullerden kurutularak satılan, sulu mamullerden suyunun giderildikten sonra satışa sunulan malların olgun hale gelmesine veya kuruma noktasına gelinceye kadar yaşlığını gizleyerek satmamak lazımdır.
3-Borç verilen paralar enflasyon olduğu dönemlerde değer kaybetmektedir. Borç verildiği dönemde paranın alım gücü neyse borcu öderken alım gücü aynı olacak şekilde ödemek gerekir. Alacaklı olan kişinin bağışlaması bunun dışındadır.
4- Bilerek kasıtlı olarak Vermiş olduğu paranın karşılığında vermiş olduğu paranın üzerine para ekleyerek geri alınmasını Allah kesinlikle yasaklamaktadır. Bunun bir adı riba bir adı da faizdir.
2/ 275- Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.
Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Ayetin orijinalinde riba geçiyor ama, bu günkü toplum dilinde Ribanın karşılığı faizdir.
7/86- “O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”
Çok peygamberlerin öldürülmesi veya onları destekleyen yardım eden yataklık eden iman eden ve Salih amel işleyenlerin çok az olmuştur. Önde gelen makam mevki koltuk sahibi olan zalimler peygamberlerin sözlerini desteklemeleri ve onlara yardım etmeleri nedeni ile zalim olanların önde gelenleri onlara korku salarak sindirmişler korkutmuşlar veya daha da olmadı öldürmüşlerdir.
İkinci alternatif olarak, İman etmek isteyenleri, fikri mücadele vererek iman etmek isteyenlerin göremedikleri yerden görerek onları ikna etme yollarına girmektedirler. Şu anda ateist olanlar Kuran hakkında detaylı bilgiye sahip olmayanları kandırmaları gibidir.
7/ 16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
72/ 9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”
İblisin cinlerin şeytanın doğru yolun ortasına oturması Bilgi sahibi olmayan insanları bazı bilemedikleri yerden girerek onları kandırması anlamındadır.
7/87- “İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
Batıl olan bir topluma hak geldiği zaman ayrışma başlar. Yani inkâr eden ve zulmeden bir kavme bir peygamber geldiği zaman İman eden ve Salih amel işleyen insanlar çıktığı gibi, inkârlarına devam eden ve zulmeden insanlar da olmaya devam etmektedir.
7/88- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi. 
Hep dikkat ederseniz, İnkar etmeleri ve gelen uyarıcıları yalanlamaları edeni ile, Onlara körlük ve imana karşı yoksulluk yakalarını bırakmaz hale gelmektedir.
7/89- “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.”
İşte bütün peygamberler, genelde Ya “ Rabbim Allah’tır deyip yeryüzünde güç sahibi olmuşlar ve topluma adaleti getirmişler ya da iman eden ve o peygamberleri destekleyen olmadığı için güçsüz kalmışlar öldürülüşlerdir. Ya ölümü göze alacaksın Dünya hayatında başarırsan onurlu bir şekilde yaşayacaksın ahiretin de sana ödül olarak verilecek, ya da ölümden korkacaksın hem dünyada hem de ahirette perişan olacaksın. İşte bütün nebiler ve Allah dostları birinci şıkkı tercih etmişlerdir. Bu iki gurup biribiriyle asla barışık yaşamamışlardır.

33/38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
7/90- Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.”
İnkar edenler,  hem kendileri uyarıcıları kabul etmedikleri gibi, Uyarıcılara karşı sevgi besleyen onlara destek verenleri de tehdit etmektedirler. Bu demektir ki, Hem kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemek, hem de kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirenlere karşı savaş açmaktır.
4/76- İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.
7/91- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
Yani, Bütün rabbani yolun dışında giden kavimlerin  inkar etmeleri ve büyüklenmeleri  dolayısı ile Rabbin terbiyesi altına girmeyi  kabul etmediler. Böylece Dünya hayatında ecellerinin sonun kadar Kör ve sağır olarak yaşayıp Ahiret âleminde dirildiklerinde İse ancak yollarının yanlış olduklarının farkına vardılar ama ne yazık ki o da onlara bir yarar sağlamadı.
7/92- Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar.
İşte İnkâr edenlerin dünya hayatında gidiş tarzlarını ve sonucunda dirilip hesaba çekilirken konumlarını en güzel belirleyen şu ayeti aktarmadan geçemeyeceğim.
2/ 259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
Dikkatinizi çekmek istiyorum, ayette bahsedilen tefsirlerde anlatılan gibi ” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” ifadesi dünya hayatında ölüp de diriltilme değil, Dünya hayatında yüz yıl yaşayıp ahiret aleminde diriltilmesidir. İşte dünya hayatındaki yüz yıllık bir zaman ahiret hayatında olanlar için bir an veya bir saat gibi kısa bir zamanla izah edilmektedir.
7/93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?”
Nebiler ve uyarıcıların görevi, Allah’tan kendilerine verilmiş olan emirleri tebliğ ederler. İnsanların üzerinde insanların kendileri istemedikçe ne şeytanların ne de uyarıcıların onlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur.
5/99- Elçiye tebliğden başka (yükümlülük) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da bilir.

7/94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.
İnsanlar hem iyiliğe meyilli hem de kötülüklere meyilli bir varlıktır. Dünya hayatı da bazen sıkıntılar yokluklar içerisinde, bazen de bolluk ve bereketler içerisinde yer değiştirip duran bir denenme salonudur. Doğru olanı İnsan kıtlık ve yokluk içerisinde geçen zamanlarda sabretmek ve bolluk ve bereketler içerisinde geçen zamanlarda da şükretmekle görevlidir.
2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.

7/95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
7/96- Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
7/97- O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Helak edilme olayını, şimdiye kadar geçen helak ile ilgili ayetlerde izah etmeye çalıştık. Dünya hayatında Allah’ın insanların suç işlemesi nedeniyle insanlar ya insanlardan ceza görürler ya da evren yasalarına uymadıkları zaman uymamanın bedelini öderler. Allah Cezayı ahiret âlemine ertelemektedir.
Her insana Allah bir ecel tayin etmiştir. Kendisine verilen bir zaman dilimi içerimside süreç ister iman etsin isterse de inkâr etsin bir gün gece veya gündüz ölüm gelecektir. İnkar edenler Kendilerine haşa başka bir ilahtan bir kitap mı geldi ki, inkarlarının ve yapmış oldukları zulmün karşılığını görmeyeceklerine dair ellerinde bir belgeleri mi var?
7/98- Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
7/99- (Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
Kâfir Olanların tuzağı, Dünya hayatında bencilleşerek İman eden ve Salih amel işleyenlere karşı hayat hakkı tanımayıp yeryüzünde onları öldürüp yaşatmamaktır. Peki, Allah’ın onlara hazırladığı tuzak nedir? Dünya hayatında böyle davrananlara hakkı görmemeleri için gözlerini köreltmesi kulaklarını sağırlaştırması kalpleri de mühürleyerek Ahiret âleminde ebedi olan bir cehenneme atmasıdır.
8/30- Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.

7/100- (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
Allah, Dünya hayatında Bütün insanlara eşit mesafededir. İmtihana tabi tuttuğu aklı olan her insana Hem takva yolu eğilimini, hem de iblisin veya kötülüklerin yolu eğilimi ve malzemelerini vererek insanları kendilerine verilen bir süreç içerisinde denemektedir.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah isteseydi Bütün insanları tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde yaratır dünya hayatında ne savaş olur ne öldürme ne zulüm ne de bozgunculuk olurdu. Allah Bu sınavda kim kendisine verilen emanete sahip çıkarak dünya hayatında kendisine verilmiş olan rolü en güzel oynarsa o ahiret hayatında ebedi cennetle ödüllendirilecek. Kim de kendisine verilen emanete hıyanet eder zulmederse ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle cezalandırılacaktır.
5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Allah katında bir tek doğru yol vardır. O yolun o dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslümandır. Bunlar bir zürriyet olarak İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah’ın göndermiş olduğu nebilerin yol göstericiliği içerisinde devam edip gelmektedir. Zürriyet deyince sakın ola ki yanlış anlaşılmasın Bunlar biyolojik anlamda zürriyet değil iman eden ve Salih amel işleyenler anlamında olan zürriyettir.
52/21- İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.
Allah hiç bir zaman Kimseyi saptırmaz, ama sapma özgülüğü verir. Allah hiç kimseye hidayet vermez, ama hidayete gelme özgürlüğü verir. Allah Hiç kimseyi cehenneme atmaz, ama cehenneme gitme Özgürlüğü verir. Allah kimseyi cennete atmaz ama cennete gitme özgürlüğü verir.
Yani Dünya da ahiret de insanlarını emrine sunulmuş insanlar kendi seçimlerini kendileri yapmaktadır.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

ARAF SURESİ TEFSİRİNE DEVAM;

7/101- İşte bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar.
Allah Son nebi ve resulüne, kendilerinden önce gelen kavimlerin kıssalarından örnekler vererek Kendi kavminden de kendisine gelebilecek kötülüklere karşı uyarmaktadır. Peygamberlerde İslam toplumlarında anlaşılanlar gibi ne ellerinde sihirli büyülü değnekleri var, ne de onların kendisine kötülükler yapmak isteyenlere karşı özel olarak Allah’ın vermiş olduğu mucizeler vardır. Onlar, sadece Allah’ın kendilerine göndermiş olduğu vahyi bilgilerle diğer insanlardan ayılmaktadırlar.

7/102- Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük.
Bu ayet şu ayetle tefsir edilmektedir.
7/172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Bütün insanlar yaratılırken, Diğer meleklerin Allah’ı tespih ve takdis ettikleri gibi insanlar da tespih ve takdis etmişlerdi. Ama Ne zaman insanlara vermiş olduğu sözden caydırmak için yüklenmiş olan iblis olgusu gündeme geldi, İnsanlar Allah’tan başka ilah edinmeye ve sapmaya başladılar.
Allah’ı Rab edinmek demek, Onun nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu dini, yaşamak demektir. Yani Allah’ı rab edinen her insan şu ayetin de muhatabı olmaktadır.
6/162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Ne yazık ki, İnsanların büyük çoğunluğu, İblisin teklifleri ile rabbin yolundan saparak şeytanın yolunu kendilerine ilke edinmişlerdir. Kuran’ın bütünlüğü içerisinde bu olayı değerlendirdiğimiz zaman çok az insan yaratılışta vermiş olduğu, “Rabbim Allah’tır” sözüne sadakat göstererek yaşamını sürdürmektedir.
7/103- Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
Kuran’da En çok anlatılan konulardan birisi de Musa ile firavun kıssalarıdır. Öğüt almak isteyenler için, Çok güzel örnekler vardır. Musa çocukluk çağını ergenlik yaşına kadar Firavunun yanında geçiren, Daha sonra da Şuayip peygamber yanında sekiz ila on yıl civarında yaşamında değişkenlik yaparak yeni bir kimlikle peygamber olup tekrar firavunun karşısına çıkmaktadır. Aşağıda geçen ayetlerle Musa ile firavunun mücadelesi başlamaktadır.
7/104- Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
Musa, Firavun kültüründe yetişmiş birisi olarak, Firavunu en iyi tanıyan yaptıkları zulüm ve taşkınlıkları en iyi bilen biri olarak Allah’ın kendisine yüklemiş olduğu Tebliğ görevini yapmakla başlamaktadır. “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
7/105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”
Burada Nebi ve resul kelimesi üzerinde biraz durmak istiyorum. Nebi; Vahye muhatap olan Bütün yaşamının kurallarını Allah’tan alan kendisine yüklenen görevde asla suiistimal yapmayan İnsanlara verilen isimdir.
Resul; Allah’tan almış olduğu emirleri; insanlara aktaran elçilerdir. Her nebi, Allah’tan kendisine gelen emirleri Başkalarına aktarması ile aynı zamanda bir elçi konumu yüklenmiş olmaktadır. Öyleyse her Nebi Aynı zamanda bir resuldür. Bir başka ifadeyle elçidir. Ama her resul bir nebi değildir. Resuller nebiler dışında insanlardan olduğu gibi aynı zamanda meleklerden de olmaktadır.
İnsanlardan Resul; Nebilere gelen vahiyleri kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabullenen ve o Vahiyleri başkalarına aktaranlar da resuldür. Nebilerle arasındaki tek fark Nebiler vahiyleri direk Allah’tan alır ve aktarırlar ama nebilerin dışındaki resuller nebiler aracılığı ile gelen vahiyleri aktarırlar. Dolayısı ile ikinci el gibidirler.
Meleklerden resuller; Melek tarif edilirken insanların dışında insanların fiziki ve psikolojik yapısı da dâhil olmak üzere Allah’ın insanların hizmetlerine verdiği bütün yaratıkların  adıdır. Demiştik.
اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
22/75-Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
22/75- Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
Resul; bizim dilimizdeki karşılığı elçi demektir. Peki, insanlardan Elçiler olur da, meleklerden nasıl elçi olur? Bu konuları değişik makalelerimde geniş olarak anlatmaya çalıştım. Ancak burada da kısacık değinip tekrar konumuza dönelim.
Bir elma ağacının Allah’ın kodlaması ile ürettiği elma meyvesini insanlara sunması Meleklerin Allah ile insanlar arasında bir elçi olmasının bir delilidir. Veya takvadan gelen, İnsanın yapmış olduğu her yanlışa karşı insanlara uyarı vermesi onun elçilik görevini yapmasından kaynaklanmaktadır. Daha örnekleri çoğaltabiliriz ancak konunun uzamaması açısından bu kadarla yetinelim.

7/106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).”
Size Birisi gelse ben Allah’tan gönderilmiş nebi ve resulüm dese, siz ona elinde bir belge var mı diye sormaz mısınız? Elbette sorarsınız. İşte firavun da bunu yapmıştır. Musa’dan belge istemiştir.

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Kuran’da anlaşılası zor konulardan biri bu ayette geçen asa kelimesinin ne anlama geldiği konusunda bilginin olmayışı ile onunla ilgili konular,  Kuran doğru olarak anlaşılamamıştır.
Genelde Müfessirlerin anlattıkları gibi halk peygamberlerin peygamber olduklarını belgeleyen olağan üstü harikulade göstermiş oldukları mucizeler olarak anlamışlar ve anlatmışlardır. Oysa Kuran’a göre Mucizeler Allah’a aittir. Peygamberlere sadece Vahyi bilgiler dışında mucize verilmemiştir.
29/50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Evet, Mucizeler, bir başka ifadeyle ayetler, sadece ve sadece Allah’a aittir. Peygamberlerin getirdikleri ise sadece Allah’tan aldıkları vahyi bilgilerdir.
Şimdi ayeti bu bilgiler ışığında anlamaya çalışalım.
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Asa kelimesi; Kuran’da iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi Dünya hayatında makam mevki, güç otorite yakınları çevresi koltuğu ve malları anlamındaki asadır Şimdi o asa ile ilgili geçen bir ayeti konu içerisinde naklederek anlatmaya çalışalım.
DÜNYALIK GÜÇ VE KUVVETİ ANLAMINDA KULLANILAN ASA!
20/17- “Sağ elindeki nedir ey Musa?”
20/18- Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.”
20/19- Dedi ki: “Onu at, ey Musa.”
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Şimdi, Bir asayı Musa fırlatıyor ejderha oluyor, bir asayı fırlatınca yılan oluyor. İsterseniz bu iki farklı ayetin hem Arapçasını hem Türkçe okunuşunu hem de tercümesi ile birlikte ele alarak arada kullanılan kelimenin farkını anlamaya çalışalım.
أَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى
20/20-Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِي
7/107-Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Şimdi İki farklı konu ve iki farklı ayette Asa kelimesinin fonksiyonlarından bahsettik. Birinci konuda Musa elindeki asayı atınca yılan oldu ve kaçmaya başladı. İkinci konuda Musa elindeki asayı atınca, kendisine karşı çıkan bilginlerin asalarını ejderha olup diğerlerinin attığı asaları yutu.
Bu ifadeler Kuran’da mecazi anlamda kullanılan ifadelerdir. İslam müfessirlerinin genelde ağız birliği yaparak bunlar Musa’nın kendisine halkın iman etmeleri için Allah’ın verdiği fizik yasalarını altüst eden mucizeler değil, Musa’nın elindeki vahiy asası bir başka ifadeyle vahiy gücüdür.
İşte Kuran’da geçen kelimelerin Kuran’daki karşılığını bilmek gerekirken O kelimenin hangi konuda hangi anlama geldiğinin de belirlenmesi gerekir. Allah Asa kelimesini sembolleştirerek “Sağ elindeki nedir ey Musa?” Musa da şöyle cevap veriyor.

” Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.” Sağ el kelimesinin Kuran’da karşılığı Dünyalık güç ve kuvveti temsil eder. Yani Musa koyularını davarlarını bahçelerini ve neyi varsa onları saymaya başlıyor. Allah da Ona şöyle diyor.” Onu at, ey Musa.” Ve işte o anda olanlar oluyor.” Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Siz olsanız, otuz yıl kırk yıl dünya hayatında kazanmış olduğunuz çocuklarınızı, evlerinizi arabalarınızı bahçelerinizi terk etmenizi isteseler. Eğer olayın iç yüzünü bilmeseniz nasıl bir sarsıntı yaşarsınız? İşte Musa da bir sarsıntı yaşamaktadır. O elinden kaybolup giden mallarıdır. Musa elindeki mallarının kaybolmasından ürküp kaçmaktadır.
7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
Musa Kendisine verilen vahyi bilgileri Topluma anlatırken Her insanın takvadan gelen seslerle tıpa tıp örtüştüğünü düşünen ve aklını kullanan aklıselim sahibi insanlar bunları fark etmekteydi.
7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”;
Firavunun destekçileri ve onun önde gelen kalpleri haktan kaymış olan insanlar Musa’nın bir büyücü olduğunu söyleyip halkı onun getirdiği ilahi nizam karşısında etkilenmelerinden alı koymk için, “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”; sözüyle ona karşı düşmanlık beslemelerini öne sürmektedirler.
 7/110- “Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”
Firavunun yandaşları ve önde gelenleri, Musa’nın söyledikleri kendisinin sizi topraklarınızdan sürmek iktidarı ele getirmek için uydurduğu sözlerdir.
7/111- Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”;
Halk Ve firavun yakınları Firavun’a şöyle bir teklifte bulunuyorlar. Biz Musa ve kardeşinin doğru söyleyip söylemediğini anlayabilmek için Onun gibi bilgin olanları karşı karşıya getirip her ikisini dinledikten sonra ancak bilebiliriz
7/112- “Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”
Bu teklif de firavun ve yakınları tarafından kabul görerek iş hükme bağlanıyor.
7/113- Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?”
Öncelikle bilinmesi gereken Musa ve kardeşinin sihirbazlığı ile firavunun Bilginlerinin sihirbazlığı bu günkü tefsirlerde anlatılanlar gibi sihir büyü olayı değil, aksine bir ideoloji dünya yaşamı dünya düzeni tartışmasıdır.
Firavunun Bilginleri Musa’nın ortaya koyduğu ideolojiden daha üstün bir ideoloji koyabilirlerse Firavundan ödül istemektedirler. Firavun da bunu kabul etmektedir.
7/114- “Evet” dedi. “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”
Bilginler,  Musa’yı yenerse alacakları ödül yakın kılınmak yani devletin önemli mevkilerine getirilmek olacak.
Artık anlaşma sağlanmış Musa ve kardeşi bir tarafta Firavunun büyücüleri bir tarafta her iki taraf da konferansa hazırlanmaktadırlar. Taha suresinde bu hazırlık çalışması şöyle anlatılır.
20/ 57- Dedi ki: “Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”
20/58- “Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’ tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun” dedi.
20/59- (Musa) Dedi ki: “Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).”
20/60- Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya getirdi, sonra geldi.
20/61- Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”
20/62- Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.
20/63- Dediler ki: “Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”
20/64- “Bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.”
7/115- Dediler ki: “Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”
Burada atmak istedikleri değnek olan asa değil, Dünyalık yaşam biçimlerini ortaya koydukları ideolojileridir. Yani konuşmaya önce sen mi biz mi başlamak istersiniz demeleri onu anlatmaktadır.
7/116- (Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
Konuşmaya ilk başlayan taraf Firavunun bilginleri olduğu görülmektedir. İnsanlar Musa’nın vahyi bilgileri hakkında bilgi sahibi olmadıklarından Firavunun bilginlerinin ortaya koydukları bilgiler karşısında büyülenip, Şok geçirdiler.
7/117- Biz de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
Musa Konuşma sırasını sona bırakmakla en güzelini yapmıştır. Çünkü doktor hastasına teşhis koymak için önce hastanın bilgisine başvurur. Daha sonra ondan edindiği bilgilere göre hastalığı teşhis eder ve tanısını ortaya koyar. Toplanan dinleyici halk Musa’yı dinlemeden önce akılları firavunun büyücüleri tarafına çelinmişti. Oysa Her iki taraf dinlenmeden bir karara varmak doğru değildi. Kuran bu konu hakkında şöyle buyurur.
39/ 18- Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.
Musa’nın ortaya attığı bilgiler Yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan aldığı vahyi bilgilerdir. Her insan kendisinde var olan fıtrat Vahyi bilgiler karşısında onun doğru olduğunu tasdik eder ve rahatlar, Ancak kalplerinde eğrilik olanlar o sesi inkar ederler.
Musa, Firavunun bilginlerinin sözlerini dinleyip de onların yanlış yönlerini tek tek ortaya koyunca Musa gerek halk tarafından takdir toplamış, gerekse de firavunun bilginleri tarafından takdir toplayarak yenilgilerini kabul etmişlerdir. Onların asalarının yılan, Musa’nın asasının ejderha olması bu anlamı ifade etmektedir. Vahyin ortaya koyduğu yaşam biçimi ile insanların ortaya koydukları yaşam biçimi hayat tarzının ne kadar vahyin karşısında eriyip yok olduğu halk tarafından görülmüş oldu.
21/ 18- Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire geldiklerinizden dolayı eyvahlar size.
7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
İşte bu düello batıl ile hakkın çarpışması idi. Musa’nın getirdiği bilgiler Karşısında Firavunun bilginleri uzmanları şok geçirerek kendi yollarının ne Kadar yanlış olduklarının farkına vararak Onların doğru yolu bulduklarını ve Yerleri gökleri yaratan Allah’ın koyduğu yaşam biçimini hayat tarzını kabul ettiklerini itiraf ederek şöyle söylemektedirler.
7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
7/121- “Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.
7/122- “Musa’nın ve Harun’un Rabbine�”
Şu ayet de Aynen bunların konumlarını anlatmıyor mu?
72/ 1- De ki: “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kuran dinledik”
72/2- “O (Kuran), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz’e hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”
Bütün peygamberlerin Allah’tan aldıkları vahiylerle ortaya koydukları dinin adı İslam teslim olanların adı da müslümandır. Musa’nın insanlara anlattığı din de İslam Muhammed’in insanlara anlattığı dinin adı da İslam’dır. Aralarında hiçbir farklılık yoktur.
Allah’ı kabul etmek Allah’ın rabliğini kabul etmedikten sonra Allah katında hiçbir anlam ve önemi yoktur. Allah’ı firavun da kabul ediyor ve firavunun büyücüleri de kabul ediyordu. Ama Firavun Ben sizin rabbinizim diyordu. Rab demek, Terbiye eden düzenleyen koruyan gözeten kollayan demektir. Allah’ın rabliği Nebilerin getirdikleri vahiy orijinli dini kabullenmek ve yaşamaktan geçer. Firavun ve büyücülerinin kabul etmediği bu idi. Allah’ın peygamberlerine kitaplarına ve ahiret gününe iman etmiyorlardı.
Yukarıda cin suresinden aktarmış olduğum iki ayette, son nebi ve resulden dinledikleri Kuran onların Müslüman olmalarına vesile olmuştu. Oradaki Kuran dinleyen müfessirlerin genelde anladıkları ve anlattıkları gibi beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılan varlıklar değil, Onlar da yaratılışta vermiş oldukları “Rabbim Allah’tır” sözünden cayan Ehli- kitap ve kâfir olan insanlardır. Çünkü İnsan olmayan bir varlığa insan olan bir peygamberin kuran anlatması çelişki yaratırdı.
17/ 95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”
Aynen onlar gibi Firavunun bilgin büyücüleri de Musa’nın anlattığı vahiyler karşısında hayranlıklarını gizleyemeyerek Biz de Musa’nın ilahına teslim olduk diyerek secdeye kapanmışlardır.
28/ 38- Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.”
Allah’tan başka ilah kabul etmek demek Allah’tan başka dünya yaşamını kurgulayan düzenleyen insanların söyledikleri ile Dünya yaşamını kabul etmek demektir. İşte Firavunun taraftarları ve bilginleri Firavunu ilah olarak terbiyeci olarak kabul etmişlerdi. Oysa Firavunu da yaratan ona ölümü ve hayatı bahşeden bir de yerleri ve gökleri yaratan Allah var idi. Onlar maalesef bundan habersizdiler.
7/123- Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.”
Firavun Musa’nın getirdiği ilahi mesajı kabul etmediği gibi, Kendi yandaşlarından kabul edenleri istememektedir. “Benim rabbim Allah’tır” demek Dünya hayatında hayata bakışın tamamen değişmesi demektir. Ne kendi kendisine bir kural koyabilir ne de Allah’tan başka onun için kural ve kanun koyucu birisini tanıyabilir. Firavunu da endişelendiren bu idi.  İşte bütün peygamberlerdeki yaşam biçimi şu ayetle özetlenmiştir.
6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
7/124- “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”
Dikkat ederseniz, Allah’ın dini dışındaki bütün dinler, İnsanların kendi dinleri dışındaki dinlerde olanlara tahammül gösterememektedirler. Allah Müslüman olanları kendi eğitim ve terbiyesi ile eğitmekte dünya yaşamında İnsanlara kendi dinine saldırmadıkları sürece onlarla dostça geçinmeyi önermektedir. Oysa firavunun dininden ayrıldı diye kendi büyücülerine tehditler savurmakta ve onlara korku salmaktadır.
60/ 8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
Firavun ve firavunun yolunda giden bütün insanlar kendi dinlerinin dışında olanlardan asla razı olmaz ve onlara adaletli davranmazlar.
7/125- (Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimiz’e döneceğiz” dediler.
Doğru yolun ne olduğunu Musa’nın getirmiş olduğu vahiylerden anlayan Firavunun bilgin büyücüleri, Firavunun tehditleri karşısında soğukkanlılıklarını muhafaza ederek Biz zaten Rabbimize kavuşmuşuz. Sen öldürsen de değişmez öldürmesen de değişmez demektedirler.
7/126- “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.”
İşte gerçeği görüp de Allah’a teslim olan bilgin büyücülerin hali budur. Daha önce de Firavunun yaptığı zulmün farkın dalarmış. Gördüğünüz gibi Firavun onlardan intikam almasının sebebi, Müslüman olmalarıdır.
7/127- Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: “Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (Firavun) Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”
Firavunun yandaşları firavuna arka çıkmaya ve Musa ve inananlara karşı birleşerek Firavuna fitne vermeye çalışıyorlar. “Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?”  Firavun da yapacak olduğu zulmü ve kuracak olduğu tuzağı şöyle tarif ediyor. Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”
Burada Erkek çocuk diye bahsettiği, Kendi hükümlerine karşı baş kaldıran ve kıyam edenler anlamındadır. Yoksa burada cinsiyet ayırımı anlamında değildir. Tıpkı Amerikanın Saddam ve Kaddafi’yi kesip öldürdüğü gibidir. Eğer Saddam ve Kaddafi amerikanın sözünün üzerine söz kondurmamış olsaydı onları keser öldürür müydü?
7/128- Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir” dedi.
Muttaki; Takva yolunda Allah’tan gelen emirleri kendilerine ilke edinenler demektir. Müslüman için Dünya hayatında yaşamak ile ölmek arasında hiçbir farklılık yoktur. Öyleyse Müslüman Öldürülse de gideceği yer cennettir. Kalsa da imtihan edilmeye devam edecektir. Bakınız tövbe suresinde şöyle der.
9/ 52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Allah’ın kendi katından dokunacak olan azap ahiret âlemindedir. Müslüman olanlar eliyle dokunacak olan azap da Dünya hayatında mağlup edip aşağılanmalarıdır. Ama İnkâr edenler galip gelirlerse Dünya hayatında az bir süre daha güzellikler içerisinde yaşayıp iman edenlere zulüm ve işkence yapmaya devam ederler.
7/129- Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.” (Musa:) “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek” dedi.
Artık firavunun tarafları ile Musa’nın tarafları belli olmuş, Musa Allah’tan kendisine gelen vahiylerle kendi taraflarını eğitip güçlendiriyordu. Kasas suresinde bu olay şöyle anlatılır.
28/ 4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
28/5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.
28/6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde ‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’, Firavun’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.
Musa’nın Firavundan istediği, iman etmek isteyenleri iman etmelerine engel olmamasıdır. İnkâr edenler yeryüzünde iktidar sahibi olduklarında ekini ve nesli yok ederler. Ama Müslüman olanlar iktidar sahibi olduklarında Orada adalet hak ve hakikat yerini bulur.
2/ 204- İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.
2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.
2/206- Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.

7/130- Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
Burada asıl dünya hayatında tek düze bir şey olmadığını, Dünya hayatının inişli çıkışlı bir yol olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlar bolluk zamanda genelde nankörleşir darlık zamanda da Allah’a yalvarırlar. Nitekim ayette şöyle der.
31/32- Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez.
7/131- Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
Tıpkı Karun gibi, demişti ki,
28/77- “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.”
28/78- Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.

7/132- Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler.
Bunlar inkarı kendilerine yazmışlar.
6/35- Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.
7/133- Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular.
17/98- Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır.
17/99- Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler.
17/100- De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcama endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. İnsan pek cimridir.
17/101- Andolsun, Biz Musa’ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğulları’na sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: “Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum” demişti.
17/102- O da: “Andolsun, bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de bilmişsin; gerçekten ben de seni yıkılmış-harab olmuş sanıyorum” demişti.

7/134- Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: “Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz.
Firavun ve halkının kıtlık ve yokluk zamanlarında nasıl inkar ettikleri rablerine yakınlaştıklarını görüyoruz.
7/135- Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular.
Ne zaman ki üzerlerindeki sıkıntı gitti onlar yine eski hallerine dönerler.
7/136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
Burada suda boğma mecazi bir anlatım sanatıdır. Kuran’da su nimet anlamında kullanılmıştır. Onlar nimetler arttıkça dünyevileşerek ahiretten pay almayı unuttuklarını anlatmaktadır.
7/137- Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz’afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik.
İktidarın el değiştirmesinden söz etmektedir.
7/- İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi.

Denizden geçmeleri, Artık firavun ve yandaşlarının yenilgiye uğratılarak iktidardan düşmeleri anlamında kullanılmıştır. Mustazaf olanlar iktidar sahibi olunca şımarmaya başlamış Musa’dan başka şeyler istemeye başlamışlardır.
7/139- Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
Musa kavmin sapmakta olduğunu görünce o dünyalık mallara meyletmeleri karşısında Musa tekrar onları uyarmaktadır. Dünya hayatında mal mülk ve zenginlik geçicidir ahiret ise ebedidir. Siz ebedi olanı tercih edin ifadesini kullanmıştır.
7/140- “O sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir İlah mı arayacağım?”
İman edip Salih amel işleyenler dünya hayatında her zaman üstündürler. Ölseler de kalsalar da Allah katında onlar değerlidirler. Allah Katında değerli olan bir insan için ondan daha önemli başka ne olabilir ki?
7/141- “Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı.”
Musa Onlara nasihatler etmeye devam ediyor.
7/142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi.
Burada anlatılmak istenen otuz gece ve on daha ekleme ya bir rahatsızlık ya da itikâf ile ilgili bir olayı anlatmaktadır. Musa belli ki kavminden epey bir zaman herhangi bir nedenle uzak kalmıştır. Yerine de kardeşini vekil kılmıştır.
7/143- Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana göster, Seni göreyim” dedi. (Allah:) “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.
Öncelikle şunun bilinmesi gerekmektedir. Musa da olduğu gibi, bütün nebiler Allah ile direk konuşmaktadırlar. Ancak Allah’ı hiçbir peygamber görmemiş ve göremezler de. Çünkü Allah insanlara vermiş olduğu dünya gözü Allah’ı görmeye yetenekli değildir.
Musa’ya dağa bakmaya yönlendirmesi de İnsanlar etrafa doğaya yerlere ve göklere bakıp incelediği zaman onlarda gören gözler için muazzam bir çelişkisizlik ve Allah’ın sanatını yaratış gücünü onlarda görmektedir. Bakınız mülk suresinde bu olay nasıl izah edilmiştir?
67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
İşte Musa Allah’ın yarattıklarında bu inceliği kavradı ve Allah kendi güç ve kuvvetinin yarattığı şeylerde var olduğunu gösterdiğini anlatmaktadır.
Nasıl bir mucit, kendi sanatını ve gücünü icadında gösteriyorsa veya nasıl bir ressam kendi sanatını resme yansıtıyorsa, Allah da kendi sanatını ve gücünü yaratığı evrende veya gönderdiği vahiylerde yansıtmaktadır.





7/144- (Allah:) “Ey Musa” dedi. “Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”
Her peygamber kendilerine gelen vahiylerle hayatlarını anlamlaştırdıkları gibi Musa da kendisine gelen vahiylerle hayatını anlamlaştıranlardandır. Musa’nın insanlardan farklı ve seçkin kılınması ona vahiylerin gelmesi ve vahyin kontrolünde hayat yaşamasıdır. Nitekim son nebi ve resule yüklenen görev ve sorumluluk ne ise Musa’ya da yüklenen görev ve sorumluluk aynıdır. Hakka suresinde şöyle nebisini Allah tanımlar.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.
Belki peygamberler arasında farklılıklar olduğunu düşünenler için onunla ilgili belgeyi de gösterelim de mazeretleri olmasın.
2/136- Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.”

7/145- Biz ona Levhalarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim” (dedik).
Musa’ya Levhalardan her şeyin yeterli bir açıklaması verilmesi ile Kuran’da her örnekten bir örnek verilmesi arasında hiçbir farklılık yoktur.
17/89- Andolsun, bu Kur’an’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.

7/146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.
Yeryüzünde kibirlenmek ve büyüklenmek İblisin kendilerine verdiği ilhamla hayatlarını anlamlaştıranlar içindir. Nitekim iblis Allah’a karşı şöyle dememiş miydi?
7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”
Dikkat ederseniz İblis kâinatta insan yaratıldıktan sonra gündeme gelmektedir. Eğer insan diye bir varlık olmamış olsaydı iblis gündeme gelmezdi. Eğer İblis diye bir olgu olamış olsaydı insan diye bir varlık olmazdı. Öyleyse iblis insansız olmaz insan da iblissiz olmaz. O zaman İblis insanın içerisinde kibirlenmeyi gururlanmayı ve inkârı teklif sunmakla diğer meleklerden ayrılmakta aynı zaman da insana iblis olgusu yüklenmekle de İnsanın kötülüklere karşı meyletme arzusu oluşmaktadır.
Öyleyse nerde bir kötülük varsa orada iblis rolünü oynamış demektir. Ve insan kibir gurur ağacının meyvesinden yiyerek insanı cinleştirmiştir.

7/147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?.
Ahiret âleminin varlığını Allah nebiler aracılığı ile bildirmiştir. Kuran’da geçen bütün ayetlerin iddia ve ispatı ahiret âlemi ile ilgili bilgiler dışındakiler yapılmış ve yapılmaya kıyametin sonuna kadar devam edecektir
7/148- (Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular.
7/149- Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız” dediler.
7/150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: “Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?” dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)” dedi.
Bu Araf suresinin 147- 150 arasını bundan sonra açıklayacağım Araf suresinin son bölümünde gelen ayetlerle geniş olarak tefsirini yapacağım.






Hiç yorum yok: