KUR’AN’DA
GEÇEN MELE-İ ALA NE DEMEKTİR?
RAHMAN
VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!
Kur’an içerisinde “Mele-i ala” ifadesi iki
ayette geçmektedir. Birisi Saffat suresi sekizinci ayet, diğeri ise Sad suresi
altmış dokuzuncu ayettedir. Bunların her ikisini alt alta yazarak bu ifadenin
ne demek olduğunu Kur’an bütünlüğü içerisinde yüklenen anlamı, yakalamaya ve anlamaya çalışalım.
37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip
dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;
38/69- “Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp
dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”
Kur’an içerisinde geçen bir ayetin veya ayette
geçen bir kelimenin, ne anlama geldiğini doğru bir şekilde anlayabilmek için,
Kur’an’ın o ayet ve o kelimeye ne anlam yüklediğini bilmek bulmak lazımdır.
Kur’an’da geçen her kelime ayrı bir anlam
taşımaktadır. Hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi hiçbir
kelime de hiçbir kelimeden, bağımsız değildir.
Bir de, kelimeler Konuldukları veya
kullanıldıkları yerde kullanılan konuya veya ayete göre farklılaşarak, farklı
anlam taşımaktadırlar. Mesela, Suyun içerisine şeker koyarsan, ikisinin
karışımı ile başka bir boyut kazanırlar. Yani şekere şeker değil, suya su
değil, şeker ve suyun karışımı olan “şekerli su” olarak karşımıza çıkar. Yani o
karışımda hem suyun özellikleri hem de şekerin özellikleri bulunur.
Aynen onun gibi, Kur’an’da kullanılan
kelimeler yalnız başına farklı bir anlama geldiği halde, bulunmuş olduğu ayette
ve konuda o konunun özelliklerinden de etkilenerek farklı bir anlama
gelebilmektedir. Daha doğrusu Kur’an’ı doğru anlamanın yolu, Kur’an’nın konuşma
dili, çözülmesi gerekmektedir.
Şimdi konumuz ile ilgili kelimenin ne anlama
geldiğini Konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde ayetlerin hem Arapça metnini, hem
Türkçe okunuşunu, hem de tercümesini vererek, doğru bir şekilde, anlamaya
çalışalım.
يَسَّمَّعُونَ إِلَى
الْمَلَإِ الْأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ
37/8-Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ ve yukzefûne minkulli
cânib(cânibin).
37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip
dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;
SAFFAT SURESİNDE ÖNCE VE SONRA GELEN AYETLER!
Şimdi bu ayetleri tek tek ele alarak tefsir
etmeye çalışalım.
37/4- Tartışmasız, sizin İlahınız gerçekten
birdir.
İlah kelimesi, Kur’an bütünlüğü içerisinde
değerlendirdiğimiz zaman, Rab kelimesi ile eş anlamda kullanıldığını
görmekteyiz. Eğer bu kâinatın bir tek yaratıcısı varsa bu kâinatı düzenleyen
sevk ve idare eden hele insanlara yol gösterip, onları eğiten gözeten rızık
veren de bir tek Allah’tır.
37/5- Göklerin, yerin ve ikisi arasında
bulunanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir.
Dikkat ederseniz arkasından gelen ayette de
İlah kelimesini, rab kelimesi ile güçlendirmektedir.
29/61-
Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade
kıldı?” diye soracak olursan, şüphesiz: “Allah” diyecekler. Şu halde nasıl
oluyor da çevriliyorlar?
İnsanların büyük bir
çoğunluğu, yerlerin ve göklerin yaratıcısı Allah olduğunu kabullenip bildikleri
halde, Allah’ın peygamberler aracılığı ile kendilerine bilgi gelmesini kabul
etmemektedirler. Ayette “Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?” İfadesi
Yerleri ve gökleri yaratan Allah’tır. Fakat Allah insanların Dünya hayatında
nasıl yaşayacaklarının kuralını koymaz, anlayışını getirmektedirler. Necim
suresinde yeryüzünde kanun koyan, hüküm koyan ve insanların kendilerine ilah
put edindikleri o putları Allah şöyle eleştirir.
53/ 18- Andolsun, o,
Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.
Bu ifade Nebi ve resulleri Diğer insanlardan
farklı bir boyuta ulaştırıp, onlara vahyi bilgiler vererek İnsanların
bilmedikleri, insanların görmedikleri, bazı bilgileri vahyederek onları diğer
insanlardan ayırarak, kendi rabliği ile eğitilen örnek bir insan olarak
karşımıza çıkarmaktadırlar.
53/19- Gördünüz mü-haber verin; Lat ve
Uzza’yı.
Ama, sizin ilah rab olarak kabul ettiğiniz ve
senenin belirli günlerinde bel büküp eğildiğiniz isimleri zikredilen o putlar
da Allah tarafından yaratılmışlardır. Üzerlerine bir sinek konsa onları kovmaya
güçleri yetmez, veya sinek onların üzerlerinden bir şey alıp kaçsa onu
yakalayamazlar. Bunlar mı sizin rabbiniz? Diye insanları aklını kullanmaları
için, silkelemektedir.
22/ 73- Ey
insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında
tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir
sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da
ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.
53/20- Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(n herhangi
bir güçleri var mı)?
Allah, necim suresinin bundan önceki
ayetlerinde, İnsanlar içerisinden elçi olarak seçtiği bir peygamberi eğiterek
ona vahyi bilgilerle insanların bilmedikleri şeyleri öğretip, onu önemli bir
makama ulaştırmasından söz eder. Ve Allah kendisi ile insanların kendilerine
put ilah rab olarak kabul ettikleri Lat, Uzza, Ve Menat’ı örnek vererek
mukayese edip, aklını kullanan insanları düşünmeye davet eder.
İnsanlara hayatı veren, onları diriltip hesaba
çekecek olan, düşünmeyi aklını kullanmayı sapmayı bağışlanmayı insanlara
seçenek olarak sunan, önlerine koyan Allah olsun, Ama insanlar kanun koyan
kural koyan sevk ve idare eden Allah’ı değil, Allah’ın yarattıklarını, Rab
edinsinler. Haşa bu durumda siz Allah olsaydınız ne yapardınız?
Allah’ı ilah edinmek, Rab kabul etmek demek, Allah’ın
sözünün üzerine söz söyleyen, Allah’ın koyduğu kanun üzerine kanun koyan,
hiçbir varlık kabul etmemek demektir. Bu gün, gerek Ehli kitap toplumlarında,
gerekse kendisini Müslüman sanan, İslam toplumlarında, Allah’ın dışında
peygamberlerini âlimlerini papazlarını rab kabul etmeleri Büyük bir haksızlık
ve büyük bir sapmadır.
Allah, Peygamber ve doğru yolda olan
müminlerin konumunu şöyle özetler.
2/ 285- Elçi,
kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a,
meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında
hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz
bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır” dediler.
Allah Katında değerli olan, elbette
kendisine inanan kendisine güvenen ve kendisinin sözünü dinleyenlerdir. Kur’an
bunu insanlara şöyle açıklar.
16/ 75- Allah,
(Kendisi’ne ortak koştuğunuz ilahlar konusunda) hiçbir şeye gücü yetmeyen ve
başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir rızık
verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden kimseyi örnek olarak
gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’ındır; fakat onların çoğu
bilmezler.
16/76- Allah şu örneği verdi: İki kişi;
bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin
üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu,
adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?
37/6- Şüphesiz Biz dünya göğünü ‘çekici bir
süsle’, yıldızlarla süsleyip-donattık.
Dünya göğü insanların görebilecekleri, kendi
ufuk alanı içerisinde, bulunan bitkilerinden hayvanlarından dağlarından
ovalarından tutun da, ay yıldız güneş ve diğer gezegenlerin hepsini içerisine
alan yaratıklar anlamındadır.
Yani İnsanları doğru yola götürebilecek
insanların lehinde yaratılmış olanlar varsa, aynı zamanda İnanları yanlış yola
götürebilecek aleyhinde, süslü ve çekici şeyler de yaratılmıştır.
37/7- Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan
koruduk;
Azgın şeytandan korunmuş olan, Allah’ın
yarattığı kâinat ile gönderdiği Kur’an’dır. Kur’an bunu şu ayetlerle belgeler.
1-KÂİNATTA ÇELİŞKİ YOKTUR.
67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’
(mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın
yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte
gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir.
2-KUR’AN’DA ÇELİŞKİ YOKTUR.
4/ 82- Onlar
hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından
olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar)
bulacaklardı.
3-YARATILAN KÂİNAT İLE GÖNDERİLEN
VAHİYLER ARASINDA DA ÇELİŞKİ YOKTUR.
30/ 30- Öyleyse sen yüzünü
Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki
insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme
yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip
dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;
İşte çelişkisiz bir kâinat yaratılışı,
çelişkisiz bir Kur’an çelişkisiz bir kâinat ile çelişkisiz bir Kur’an’ın tam
bir uyum içerisinde olması, düşünen aklını kullanan insan için, şeytanın ona,
katma ve çıkarma yaparak bozması mümkün değildir.
Kur’an, İnkâr edenlere, yani cinlere ve
şeytanlara meydan okuyarak, “Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her
yandan kovulup atılırlar;” Yani ister vahiyde bir çarpıklık arasınlar, ister
evrenin yaratılışında bir çarpıklık arasınlar, asla çarpıklık ve çelişki
bulamadıklarını bulamayacaklarını vurgulamaktadır.
Cin suresinde cinlerden inkâr edip ve Kur’an’ı
dinlediklerinde şu itirafı yaptıklarını görmekteyiz.
72/ 7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi
Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”
Kur’an, cinleri genel olarak iki ana çatıda,
iki ana kategoride değerlendirmektedir. Belki yine okuyucuların bazılarından
konuyu uzatıyorsun diye tepki duyacağım, ama eleştirenler eleştirsinler.
Doğruları ortaya koymak için delil belge koymadan anlatamam. Önce olayı cin
kelimesine Kur’an’ın ne anlam yüklediğini tarif etmekle başlayalım.
CİN NEDİR?
Cin; Yaratılışta Rabbim Allah’tır sözünden
cayan ve iblisin teklifleri ile gayrı rabbani yolda yaşamını ve tercihini kullanan,
Ehli kitap ve puta tapıcı olan insanların genel başlık altında sıfat almış
halidir.
Burada cinler üzerinde Kur’an’ın
anlattıklarını uzun uzun anlatacak değilim. Web sayfamda bunları ayrı makaleler
halinde geniş geniş anlatmaya çalıştım. Konunun iyi anlaşılması için lazım olduğu
kadar değinmeye çalışayım.
EHLİ KİTAP OLAN CİNLER;
72/ 2- “O (Kur’an), ‘gerçeğe ve doğruya’
yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz’e hiç
kimseyi ortak koşmayacağız.”
72/3- Elbette, Rabbimiz’in şanı Yücedir. O, ne
bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
Allah’a ortak koşmak demek Dünya yaşamında
kendilerine gerek peygamberleri gerek rahipleri gerek şeyhleri efendileri rab
kabul etmek demektir. Yani, Allah’ın sözüne denk söz söyleyici veya onun
sözlerinin üzerinde söz söyleyenleri kendilerine rab kabul edenleri kast
etmektedir.
9/ 30- Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur”
dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların
ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini
taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
9/31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve
rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar,
tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan
başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.
PUTA TAPICI OLAN CİNLER;
Bunların temel özellikleri Allah’a inanan ve
inanmayanlar olmak üzere ayrıldıkları halde, ortak olan yönleri onların,
Cibril’e, peygamberliğe Allah’tan gelen kitaplara ve ahiret âlemine
inanmamalarıdır. Onlar şöyle derler.
23/ 35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline
geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı
va’dediyor?”
23/36- “Heyhat, size va’dedilen şeye heyhat…”
23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim
(yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz
diriltilecekler değiliz.”
Bu ayetlerle cinlerin gerek Ehli kitap
olanlarını gerekse de puta tapıcı olanlarını tanıtmış olduk.
72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu
güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”
İşte Kur’an’ı dinleyen ve kabul eden cinler,
Evrenin yaratılışı ile gönderilen Kur’an’ın o mükemmelliği karşısında şoke
olarak şöyle demektedirler.” “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü
koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.” Bizim asıl konumuz olan
ayette şöyle diyordu.
37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip
dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;
Demek ki; “Mele-i Ala” tefsirlerde anlatılanlar
gibi yüce melekler topluluğu değil, Bizzat Allah’ın yarattığı çelişkisiz kainat
ile Allah’ın gönderdiği vahyi bilgiler imiş.
72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun
oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini
izleyen bir şihab bulur.”
Doğru Tektir. Ama yanlışlar ise, çoktur. Eğer
Yanlış olan bir şeyi birisi sana doğru diye sunarsa senin mutlaka ama mutlaka
ondan bir belge istemen gerekir. Allah belgesiz hiçbir şeyi kabul etmez.
6/ 116-
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan
şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle
yalan söylerler.’
72/10- “Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde
olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici)
bir hayır mı diledi?”
Hayır, Allah kimseye kötülük istemez. Allah
iyiliğe ve kötülüğe gidebilecek eğilimi ve gitme özgürlüğünü verir. Ve her iki
yola da gidebilecek malzemeleri de vererek Kişiler iyiliği de kötülüğü de
kendileri seçmektedirler. Yoksa Allah kimseye zulüm yapmaz
72/11- “Gerçek şu ki, bizden salih olanlar
vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların
fırkaları olmuşuz.”
Evet, Kim Müslüman olmuşsa başka yollardan
ayrılmış Rabbin yoluna girmiş ve kurtulmuştur.
72/12- “Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla
aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz
bırakamıyacağımızı anladık.”
Allah’ı inkâr etmek sureti ile asla Allah’a
bir zarar veya bir eksiklik acizlik veremeyeceğimizi anladık
72/13- “Elbette biz, o yol gösterici
(Kur’an’ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne
(ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından.”
Kur’an’ı dinleyen ve ona iman eden aklını
kullanan müşrik ve ehli kitap olan insanları kast etektedir.
37/9- Uzaklaştırılırlar. Onlara kesintisiz bir
azap vardır.
Kur’an ve evren çelişkisiz bir şekilde
yaratılmıştır. Kim çelişkisizliğin içerisine, bir katma, veya bir çıkarmada
bulunacak olsa onun yanlış olduğunu ortaya koyan bir ayet karşımıza
çıkmaktadır.
Mesela Bir oyuncak kutusundan bir parçayı
çıkarsan veya fazla bir parça koysan, o orada o oyuncağın bütünlüğünü bozuyorsa
evren ve Kur’an bütünlüğü de aynen öyledir.
72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun
oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini
izleyen bir şihab bulur.”
Ama şimdi kim kusur aramaya kalkar ve
insanlara yanlışlıklar olduğunu öne sürerek kandırmaya çalışırsa, karşılarına
mutlaka onların yanlış olduğunu belgeleyen bir ayet, çıkar. “şihap” bilgi ve belge ayet demektir.
37/10- Ancak (sözü hırsızlama) çalıp-kapan
olursa, artık onu da delip geçen ‘yakıcı bir alev’ izler (ve yok eder).
Genelde İslam müfessirlerinin büyük bir
çoğunluğu, bu ayetten Peygambere vahiy gelirken dumansız ateşten yaratılıklarını
sandıkları cinlerin, vahiyler gelirken çaldıklarını söylemişler ve
anlamışlardır. Oysa Yukarıda da ayetlerle izah etmeye çalıştığım gibi Cinler
dumansız ateşten yaratılmış varlıklar değil, onlar da insandırlar. Eğer Bu
ayeti anlamak için yedinci kat semalara çıkan cinleri değil de, insan olan
cinler olarak anlamış olsalardı insanın semalarda olmadığını anlarlar, bu bakış
tarzlarını değiştirirlerdi.
37/11- Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından
onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları,
cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık.
Şimdi Allah İnsanların Allah’tan başka
taptıkları ilahlarla yaratan ve hayat veren Allah’ı mukayese etmelerine davet
etmektedir. Yaratan ile yaratılan hiç bir olabilir mi?
37/12- Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve
onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar.
Düşünen her insan elbette onların ne kadar
yanılgıda olduklarını anlar ve bilir.
37/13- Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt
almıyorlar.
37/14- Bir ayet (mucize) gördüklerinde de,
alay konusu edinip eğleniyorlar.
37/15- “Bu, açıkça bir büyüden başkası
değildir” dediler.
37/16- “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik
olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?”
37/17- “Veya önceki atalarımız da mı?”
37/18- De ki: “Evet, üstelik boyun bükmüş
kimseler olarak (diriltileceksiniz).”
37/19- İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan
ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar.
37/20- Derler ki: “Eyvahlar bize; bu, din
günüdür.”
37/21- “Bu, sizin yalanladığınız (mü’mini
kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.”
Allah inkâr edenlerin profilini bu ayetlerle
ortaya koymaktadır.
Ne zaman O inkâr edenler Ahiret âleminde
diriltilip O uyarıcıların verdikleri bilgileri görünce arttık yanılmış
olduklarını anlarlar. Fakat diriltilişteki anlamaları bilmeleri öğrenmeleri
onlara fayda vermeyecektir.
ا
كَانَ لِي مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَإِ الْأَعْلَى إِذْ يَخْتَصِمُونَ
38/69-Mâ kâne liye min ilmin bil meleil a’lâ iz
yahtesımûn(yahtesimûne)
38/69- “Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp
dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”
Bu Ayeti doğru olarak ne anlatmak istediğini
anlayabilmek için bakara yirmi dokuzuncu ayetten otuz dördüncü ayete kadar ne
anlatmak istediğini anlamak gerekmektedir.
2/ 29- Sizin için yerde olanların tümünü
yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak
düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.
Allah, yerlerde ve göklerde yaratılmış olan ne
kadar varlık varsa, insanlar için yaratmıştır. İnsanlar yaşamlarını ve dualarını
bu kendilerinin emirlerine verilen ve kendilerine secde eden meleklerle
sürdürmektedirler. İnsanların Duası kendilerinin vermiş olduğu karar yönünde
İstekleri ve arzularının istikametinde yönelmeleri ve tercihleri yönünde
arzuladıkları şeyleri eyleme götürmeleridir.
25/ 77- De ki:
“Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten
yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.”
İşte insanlar hangi yola
gideceklerine karar verirlerse bu yollarda eylemlerini meleklerle
gerçekleştirmektedirler. Aşağıda Allah, bakara suresinin otuzuncu ayetinden
otuz dördüncü ayetine kadar melekleri lisanı haliyle konuşturarak bizlere bilgi
sunmaktadır. O zaman kâinatta yaratılmış olan varlıkları Allah temel olarak iki
ana, kısma ayırmaktadır. Melekler- ve insanlar. Melekler, Kur’an’da doksan üç
yede geçen ayetlerden yorumlanan ayetlerle tanımlamaya çalışalım.
Melek; İnsanların biyolojik
ve psikolojik yapısı da dâhil olmak üzere, insanların dışında insanların
emirlerine amade olarak yaratılmış lehlerinde ve aleyhlerinde hizmet sunan,
bütün varlıklara genel bir başlık altında Kur’an melek tabirini kullanmıştır.
Şimdi konumuzla ilgili
aşağıya nakletmiş olduğumuz ayetleri tefsir etmeye veya yorumlamaya çalışalım.
2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben,
yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle
yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar
akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin
bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
İşte Mele-i Ala’nın tartışması ve son nebi ve
elçinin tartışma konusunda bilmediğini söylemesi budur. Aslında Ayette
bahsedilen “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada
bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler.” Bu
ifade Meleklerin yerini ve konumunu belirtmektedir.
Melekler kendilerine kodlanış olan bilgilerin
dışında bir şey bilmezler. Ve kendilerine kotlanmış olan bilgilerin dışında
görev de yüklenmemişlerdir. O zaman Meleklerin Bakara otuzuncu ayette
bahsedildiği gibi, Allah yaratılacak olan insanın, hakkında itiraz etmeleri
değil, onları Allah lisanı haliyle konuşturarak melekler ve insanlar hakkında
bize bilgi sunması anlamındadır. Meleklerin konumunu başka bir ayette Allah
şöyle tanımlar.
66/6- Ey iman
edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve
taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi
emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.
Elekler insanlar için
yaratılmıştır. İnsanlar dünya yaşamında gerek takva yolunda gerekse de fısk
yolunda işlevlerini melekler kanalı ile sürdürmektedirler. Allah İnsanlarla
insanların ışında olan varlıkları şu ayetlerle bariz bir şekilde açıklar.
76/1- Gerçek şu ki, insanın
üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan
(dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.
33/72- Gerçek şu ki, Biz
emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten
kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim,
çok cahildir. 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk
da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan
yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
En son yaratılan ve ona
sorumluluk yükleyerek denemeye tabi tuttuğu tek varlık insandır. Allah
insanların dışındaki hiçbir varlığın kendilerine verilen görev dışında bir
görev ve sorumluluğu olmadığını bu ayetlerle hüsnü tahlil sanatı yaparak anlatmaktadır.
2/31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti.
Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana
isimleriyle haber verin” dedi.
Yine Allah bu ayette olayları sanat kullanarak
anlatmaktadır. “Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti.” Bu ifade geçmişi anı ve geleceği aynı anda
kullana sanatı yaparak insanlara gerek vahyi bilgiler, gerekse eşyanın yapısına
yerleştirilmiş teknolojik bingileri öğretmekten söz etmektedir. Bu bilgiler
insanların ilk yaratılışında öğretilmeye başlamış şimdi öğretilmekte ve kıyamete
kadar da öğretilmeye devam edecektir.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize
öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
Bu ayette yine meleklerin kendi dilleri ile
kendilerine verilen bilgilerin dışında hiçbir bilgileri olmadığını söyleterek
onların yerini konumunu bize bildirmektedir.
2/33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara
isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de
dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim,
gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
2/34- Ve meleklere: “Adem’e secde edin” dedik.
İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece)
kafirlerden oldu.
Bu ayette İblis de meleklerden olduğu halde, o
da insanların emirlerini yerine getirdiği halde, Kur’an onu farklı bir konumda
değerlendirerek İnsanların sapma yolunda hizmet sunan bir melek olduğu için
onun tekliflerini ve onunla yaşam süren insanların davranış ve yaşam biçimlerini
kabul etmemektedir. Etmediği için de, onaylamama anlamında kâfirlerden oldu. İfadesi
ile bize anlatmaktadır.
72/6- “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı
adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını
arttırırlardı.”
72/7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi
Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”
72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu
güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”
72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun
oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini
izleyen bir şihab bulur.”
Yukarıda vermiş olduğum ayetler içerisinde
Mele-i ala konusunda anlayabildiğim kadarıyla Kainatın çelişkisizliği ve
gönderilen ilahi mesaj hakkında ayetler birleşmektedir.
Allah’ın İnsanları acze bırakan iki Mucizesi
vardır. Birincisi Evren veya kâinat mucizesi, Kur’an buna Mikail ifadesini
kullanmaktadır. İkincisi de Allah’ın peygamberlere vahiy iletme mucizesidir.
Bir ayetle Bunu belgelemeye çalışalım.
2/98- Her kim
Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık
şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır.”
Mikail, Allah’ın yarattığı
evrendir. Evren Sünnetullah çerçevesi içerisinde seyrini sürdüren, çarpıklığı
ve çelişkisi olmayan Allah’ın mükemmel bir mucizesidir.
67/3- O, biri diğeriyle
‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan
Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin.
İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık)
görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir.
Allah’ın Yarattığı kâinat hakkında bilgi
vermesi ve âdeme veya insanlara, isimlerin öğretilmesi olarak algılanması
gereken Cibril olgusudur. Genelde Klasik İslam müfessirleri bu öğretilme
olayının Cebrail ile, yapıldığını söylemişler ve öyle anlamışlardır. Oysa
Kur’an’ın hiçbir yerinde vahyi bilgiler Cebrail ile gelir diye bir ayet yoktur.
Konumuzu daha iyi anlayabilmek için bu
bilgileri vermek istiyorum. Yoksa insanlar bir konu hakkında detaylı bir
bilgiye ulaşmazlarsa o konu ile ilgili anlatılanları da kavrayamamaktadırlar.
Bilgi Kur’an’a göre insanlara iki kaynaktan gelmektedir. Birisi vahyi bilgiler,
diğeri ise evrensel bilgilerdir. Şimdi bunları Kur’an’dan bir ayet örneği ile
izah etmeye çalışalım.
42/51-
Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir
vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine
vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Ayette geçen bu üç konuşma
şeklini şıklara ayırarak anlamaya çalışalım.
a)- Vahiyle konuşma şekli= Bu
sadece nebilerle yani peygamberlerle konuşma şeklidir.
b)-Perde arkasından konuşma
şekli=Bu konuşma şekli vahyi bilgilere iman etmeyen onlar meleklerin resullüğü
aracılığı ile eşyaya yöneldikleri zaman bilgiyi eşyadan öğrenmesi anlamında
konuşma şeklidir.
Bunu biraz açmak istiyorum.
İnsanlar doğru bilgilere ya nebilerin resullüğü ile ulaşırlar ya da meleklerin
resullüğü ile ulaşırlar. Yine bu söylediğimizi bir ayetle örneklendirmeye
çalışalım.
22/75- Allah, meleklerden
elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
Genelde ateistlerin ve deistlerin Allah ile
konuşmaları bu yöntem ile olmaktadır. Bu konuşma şekli, İnansın ve inanmasın
eşyanın bilgisine ulaşmak için insanlar yöneldikleri zaman bu bilgilere doğru
bir şekilde meleklerin aracılığı ile ulaşmaktadırlar. “Meleklerin Âdeme secdesinin”
de bir anlamı budur. Kur’an bu konuyu şöyle özetler.
2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben,
yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle
yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar
akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin
bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
2/31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti.
Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana
isimleriyle haber verin” dedi.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize
öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
2/33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara
isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de
dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim,
gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
2/34- Ve meleklere: “Adem’e secde edin” dedik.
İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece)
kafirlerden oldu.
Konumuzla ilgili özet olarak anlatılmak
istenen meleklerin görevi, İnsanlar eşyaya yöneldikleri zaman kendilerine
kodlanmış olan bilgileri sunmakla insanlara secde etmiş olmaktadırlar.
Şu ifade “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti.”
İnsanların yaratılışı ile beraber başlayan öğrenme süreci şu anda hala
öğretilmekte ve kıyamete kadar da öğretilmeye devam edecektir.
c)- Elçi aracılığı ile konuşma şekli= Ayette
geçen bu konuşma şekli Allah’ın nebilere vahyetmesi ile gelen bilgilerin
elçilere öğretilen şekilde insanların nebilerden öğrenmesi, elçi aracılığı ile
konuşma şeklidir. Nebilik, Her örnekten bir örnek verilmesi ve hiçbir eksiğin
bırakılmadan vahyi bilgilerin hepsini içerisinde barındıran insanların nebilere
gelen vahiyleri deriler ve kâğıtlar üzerine yazarak bir taraftan da
ezberleyerek günümüze kadar korunmuş olan kitap Müslüman olanlar için bir elçi
görevini üslenmektedir.
Allah Peygamberlik ayetini nesh ederek ondan
daha güzel olan Kur’an ayetini insanlar için yol gösterici ve kılavuz olarak getirmiştir.
33/ 40-
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın
Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
Tekrar “Mele-i Ala” ile
ilgili anlattıklarımızı özetlemeye çalışalım.
Saffat suresi sekizinci
ayette “Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup
atılırlar;” İfadesinden önce Yerlerin ve göklerin yaratılışı hakkında Allah
bilgi vererek kalbinde maraz olan inkarcıların Allah’ın yaratışı karşısında çarpıklık arayanlara, aklını kullanan ve doğru
yolda yürümek isteyen insanlara hiçbir şekilde zarar vererek hiçbir şey
yapamayacaklarını onları kandırmak için yaldızlı sözler söyleyip kandırma
çalışmalarının, geçerli delili olmadığını anlatmaktadır.
Sad suresinin altmış
dokuzuncu ayette de “ “Mele-i Ala
(yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”
Gönderilen vahiylerde çelişki
arayanlara da Allah Kur’an ile meydan okumaktadır.
2/ 23- Eğer kulumuza
indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir
sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi
(kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.
2/24- Ama yapamazsanız -ki kesin olarak
yapamayacaksınız- bu durumda kâfirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile
taşlar olan ateşten sakının.
Allah İki ayette yaratılan evren ile
gönderilen vahiyler arasında tam bir uyumluluk olduğunu Gözünü dört açan hiçbir
insanı gerek evren ve gerekse de gönderilen vahiyler konusunda çarpıtma yapan
müşriklerin cinlerin şeytanların asla onları kandıramayacaklarını Allah bize
anlatmaktadır.
Yani mele-i Ala Allah’ın yarattığı çelişkisiz
evren ile Allah’ın gönderdiği çelişkisiz vahyi bilgilerdir.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana
aittir. En doğrusunu yerleri ve gökleri yaratan vahyi bilgilrle insanları
eğiten rabbim bilir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder