RAHMAN
VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
KURAN
KENDİ KENDİSİNİ TEFSİR ETMİŞTİR.
Önce
Kuran’ın ne olduğunu bir tanımlamaya çalışalım.
Kuran;
Allah’ın Kendisine muhatap aldığı insanlara, dünya hayatının her alanında,
kendileri ile Allah, kendileri ile diğer insanlar ve kendileri ile kendileri
dışında yaratılmış olan varlıklar arasında nasıl bir iletişim kurularak dünya
hayatında düzgün, ahiret hayatında üzülmeyecek bir sonuca ulaştıran Allah’ın kurguladığı
ve Muhammed resul ile gönderdiği bir hayat projesinin adıdır.
17/9-
Şüphesiz, bu Kur’an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan
mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.
Kuran, Arapça olarak
indirilmiş bir kitaptır. Bunun da sebebi Arapçanın kutsal oluşundan değil,
Muhammed’in Arap toplumu içerisinde Arapça dil bilen ve konuşan birisi
olduğundandır. Nasıl bir mucide gelen ilham ona bilmediği bir konuda bir fısıltı
geldiğinde onu etrafında olan insanlara kendi dilinden izah edip açıklıyorsa,
Muhammed’e gelen vahyi bilgileri de Muhammed kendi dili ile etrafında olan
insanlara açıklıyordu.
41/2- (Bu Kur’an,) Rahman
ve Rahim’den indirilmiştir.
41/3- Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli
biçimlerde, birer birer) ‘fasıllar halinde açıklanmış’ Arapça Kur’an (veya
okunan) Kitap’tır;
Peki, sizce Muhammed’e bu Kuran hangi dilde
indirilmeliydi? Kuran onlara da şu cevabı vermektedir.
41/44- Eğer Biz
onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde
derlerdi ki: “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça
olmayan bir dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır.
İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara
karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.”
Vermiş olduğumuz ayet
örneklerinde, Kuran eğer kendi anladığı dilde inmemiş olsaydı Muhammed yabancı
bir dilde olan Kuran’ı onların anlayacağı bir dile onlara açıklaması gerekirdi.
Kendilerinin anlayacağı dilde geldiği halde bu sefer başka dilde neden
indirilmedi diye yakınmaktadırlar. Bu da kalpleri marazlı olanlar onlar hangi şekilde
inerse insin ona itiraz edeceklerdi.
Bakınız Kuran Kuran’ın nasıl
indirildiğini şöyle anlatır.
2/97- De ki: “Cibril’e kim
düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden
öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin
kalbine indiren O’dur.
Genelde İslam toplumlarında
Kuran’daki geçen altı bin iki yüz otuz altı ayetin tamamı Cebrail tarafından
Allah’ın peygambere iletildiği anlayışı hâkim olmuştur
Oysa Kuran’da geçen hiçbir
ayette vahiyleri Cebraillin getirdiğine dair bir ayet yoktur. Kuran içerisinde
topu topuna üç yerde Cibril kelimesi geçer. Birisi vermiş olduğumuz Bakara doksan
yedinci ayet diğerleri de bakara doksan sekiz ve tahrim suresi dördüncü
ayetlerdir.
Böylece de Kuran’ın Kuran ile
nasıl tefsir edildiği ile ilgili makalemizin başlığına uygun olan anlayışa
girmiş bulunuyoruz.
Şimdi söylediğimiz her sözün,
Kuran’daki bir ayetle karşılığının tescillenmesi gerekir. Eğer Kuran’da
kullanılan bir kelime veya bir ayeti doğru olarak anlayabilmişsek mutlaka ama
mutlaka Başka ayetlerle ve aynı zamanda pratik olan hayat evren yasaları ile de
uyum halinde olur. Bu söylediklerimizi Kuran’dan değişik sure ve ayetlerden
örnekler vererek ispatlamaya çalışalım.
42/51- Kendisiyle Allah’ın
konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde
arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu)
başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ayette Kast edilen mana
şudur. Allah Bütün insanlarla konuşur. Ancak hayata farklı bakan insanlarla üç
farklı şekillerde konuşur.
1-Peygamberlerle konuşma
şekli; Bu konuşma şekli direk aracısız olarak ilka ve ilham yoluyla konuşma
şeklidir. Sadece böyle konuşma şekli nebilerledir. İşte örnekleri.
81/19- Şüphesiz o (Kur’an),
üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah’tan getirdiği) sözüdür;
Gerçekten elçi olan Muhammed
bu Kuran’ı Cebrail aracılığı ile mi? Yoksa Allah ile direk olarak mı?
Konuşuyormuş? onu anlamaya çalışalım.
53/4- O (söyledikleri),
yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
53/5- Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin)
bir güç sahibi öğretmiştir.
Mütercimin ve genelde mütercimlerin
beşinci ayette Vahyi bilgileri Cebrail tarafından öğretildiği konusunda
birleşmektedirler.
Oysa yukarıda örneklerini
vermiş olduğumuz ayetlerde Allah ile direk aracısız olarak konuştuğu
anlaşılmaktadır.
Cibril: Allah ile nebiler
arasında vahiy getirip götüren melek değil, bizzat Allah’ın nebilerle konuşma
olgusunun adıdır. Şimdi ikinci konuşma şeklini anlamaya çalışalım.
2- “perde arkasından” konuşma şekli; Bu
konuşma şeklini anlayabilmek için, Kuran içerisinde geçen perde kelimesinin
hangi anlamında kullanıldığını anlama ile çözüme ulaşacaktır. Şimdi Kuran
içerisinde bir sörf yaparak perde kelimesi geçen ayetlere şöyle bir göz atalım.
Perde kelimesi Kuran
içerisinde on üç yerde geçtiğini görmekteyiz. Ama perde kelimesi geçen her ayet
kendi öz anlamını yitirmeden konuşlandığı yerde ve ayette o ayete yeni bir
boyut kazandırmaktadır. Şimdi bunlardan bir kaç tane anlaşılması açısından
örnekler vermeye çalışalım.
17/ 45- Kur’an okuduğun zaman
seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.
Eğer, bu ayette kullanılan
perdeyi Musa ile Allah’ın tefsirlerde anlatıldığı ve anlaşıldığı gibi anlarsak
Kelimeyi yerinden oynatarak zulmetmiş oluruz.
Demek ki, Bu ayette geçen
perde kelimesi, İnkâr edenler için kullanılmış bir kelimedir. Her ayet Kuran
içerisinde o kadar mucizevî bir şekilde yerine oturtulmuş ki, Ciltlerle izah
edilmeye zemin hazırlamaktadır. Ancak bu ayette kastedilen manayı başka sure ve
ayetlerden örnek vererek kısacık da olsa bakış açısını yakalamaya çalışalım.
Kuran, insanları temel olarak
iki kısma ayırmaktadır. Birincisi Rabbin yolunda, rabbin terbiyesi ile hayatını
düzenleyenler. İkincisi de rabbin terbiyesi dışında hayatını düzenleyenlerdir.
Bir başka ifadeyle şeytan ve şeytanın yolunda yürüyenlerdir.
Rabbin terbiyesi dışında olanlarla
Allah’ın konuşması, Gelen nebileri ve resulleri kabul etmemeleri ve bundan
dolayı da gelen vahiylere karşı gözlerinin kör kulaklarının sağır ve kalplerini
de kendi istekleri ile hikmetle hayata bakmayı kapadıklarından dolayı Allah onlara
kalplerini mühürledik ifadesi kullanmaktadır.
18/ 57- Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle
hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri
(amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu
kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık
koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet
bulamazlar.
Dünya hayatında İnsanlar
nasıl hayata bakmak ister ve bakarsa, Allah Onların bakış açısına göre
yollarını açar ve kendi yollarının dosdoğru olduğunu sanırlar. Şu anda Dünya
hayatında binlerce din ve yol farklılıklarında yürüyen insanlara sorsan
onlardan istisnasız hepsi yollarının dosdoğru olduğunu söylerler ve sanırlar.
Nitekim Kuran onların durumlarını bize şöyle açıklamaktadır.
43/ 36- Kim Rahman (olan
Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla
bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları
yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını
sanırlar.
43/- Sonunda Bize geldiği zaman, der ki:
“Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne
kötü yakın-dost(muşsun sen).”
Yine konuyu uzatarak okuyuculardan tepki
alacağımı biliyorum. Konuyu dağıttın ve uzattın diye, ama bunların da konunun
aydınlanması için bilinmesi gerektiği kanaatindeyim. Şimdi tekrar konumuza
dönelim,”Perde arkasından Allah insanlarla nasıl konuşur? Perde kelimesi Konu
ve ayet içerisinde konuşlandığı yer ve anlam, Allah’tan gelen peygamberler
aracılığı ile gelen vahiylere, ahiret hayatına ve kitaplarına iman etmeyen
insanların beyin antenlerinin kapanması anlamında olduğu anlaşılıyor.
Peki, inkâr edenler Dünya hayatında
nimetlerden istifade ediyorlar. İşte o nimetlerden istifade edebilmeleri için,
eşyanın bilgisine yönelerek, Allah’ın kodlamış olduğu bilgileri çözerek eşya
ile düzgün iletişim kurduklarında onlara nimetler harıl harıl yağmaktadır.
Maalesef bu gün batı Perde arkasından Allah ile konuşmasını iyi becermiş ve
Dünya hayatında güç ve kuvvet üstünlüklerini göstermişlerdir.
Meleklerin âdeme secdesini de kuran bu anlamda
kullanmıştır.. Kim bahçesine gerekli gayreti gösterir usulüne uygun şekilde bakarsa
inansın veya inkâr etsin gösterdiği performansa uygun olarak karşılığını
almaktadır.
11/15- Kim
dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda
tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.
Yani Her kim ister nankör
isterse iman etsin hiçbir ayırım yapılmadan Allah Dünya hayatındaki
çalıştığının karşılığını vermektedir. İşte Allah’ın perde arkasından konuşarak
inkâr edenlere dünyalık çabalarının karşılığını vermesini perde arkasından
konuşma olarak özetlemiştir.
3-Üçüncü olarak Allah’ın
konuşma şekli “elçi aracılığı ile konuşmasıdır.” Bu konuşma şekli Vahiyle
Allah’ın konuştuğu nebi ve resuller aracılığı ile konuştuklarının ikinci elden
ulaşan ve bu vahiylerin getirdiklerini kabul eden insanlar eliyle olmaktadır.
Yani her iman eden mümin Allah ile elçi aracılığı ile konuşmaktadır. Daha açık
bir ifade ile her Vahiy orijinli bozulmamış Tevrat, İncil, kuran ve semavi
olarak Allah’tan gelen kitapları okuyanlar Allah ile elçi aracılığı ile
konuşmakta ve konuşmuş olmaktadır.
KURAN’DA GEÇEN BAZI KISSALAR
VE VERMEK İSTEDİĞİ MESAJ NEDİR?
Anne karnından başlamak üzere
doğan çocuklar nasıl bir süreç içerisinde olgunluk yaşına ve ölümüne kadar bir
süreç içerisinde değişim geçiriyorsa, Kuran da insanlık tarihinin
başlangıcından bu tarafa insanların değişim geçirerek değiştiği her konumda yapılması
gerekenleri zamana zemine uygun olarak güncellemektedir.
Çocuk, anne karnında (belki
tıp ve biyoloji ile ilgili konularda o konuların uzman olmadığım için
yanılabilirim ama yanıldığım noktalarda beni bağışlamanızı istiyorum.) Bütün
canlılık dönemine ulaştığında göbek bağı ile annenin almış olduğu besinleri alarak
besleniyorsa, Doğduktan sonra belirli bir zaman dilimi içerisinde çocuk
hayatını anne sütü ile beslenerek idame ettirmektedir. Bu süreç belirli
zamandan sonra anne sütünden ayrılarak eğitimde yine anne ve etrafındaki
insanların kültüründe ergenlik dönemine kadar bağımlı olarak yaşamaktadır.
İşte bu süreçten sonra,
ergenlik dönemi gelmekte ve çocuk birçok değişimler geçirerek yeni bir yaşam ve
yeni bir hayat tarzı ile hayata merhaba demektedir.
4/6- Yetimleri, nikâha
erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma
gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk
yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca
ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman,
onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
Ayette geçen
” Yetimleri, nikâha
erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz
mü, hemen onlara mallarını verin.”
Bu mal, dünyalık malları da
kapsam içerisine alsa da asıl kastedilen anlam onun içerisinde fıtratında gizli
olan “rabbim Allah’tır” sözünün kendi özgür iradesine verilerek denemenin özgür
bir ortamda sağlanmasını gündeme getirmektir.
Bu konu ile ilgili iki ayet
var onun ikisini de aktarmak istiyorum.
6/ 152- “Yetimin malına, o
erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın.
Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği
dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun.
Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki
öğüt alıp-düşünürsünüz.”
17/ 34- Erginlik çağına
erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına
yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.
Her insanın yaratılışında hem
Allah’ı rab edinecek bir eğilim ve cevher, hem de Allah’ın dışında olanları rab
edinecek bir eğilim ve cevher vardır. Ancak bu cevherler her çocukta ergenlik
çağına gelinceye kadar sesiz sedasız beklemektedir.
İşte İnsanların asıl
yaratılış gayesi kendisini yaratan Allah’a ibadet ve kulluk yapmaktır. Denenme
farklı seçeneklerden ve yollardan doğru olanı seçmek ve yapmak yanlış olanları
seçmemek ve yapmamaktır. İşte Allah insanların niçin yaratıldığını şöyle beyan
der.
67/ 2- O, amel (davranış ve
eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü
ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
İnsanlar ergenlik çağına
geldikleri zaman onu şu sorumluluklar ve değişim beklemekte ve oluşmaktadır.
Şimdi bunları maddeler halinde ayetlerden yaşamdan örnekler vererek izah etmeye
çalışalım.
1- İnsanlara emanet
yüklenmektedir.
33/ 72- Gerçek şu ki, Biz
emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten
kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim,
çok cahildir.
Buradaki Yüklenen emanet
Yaratılışta vermiş olduğu sözün arkasında durması ve yaşamını ibadetlerini
ölümünü namazını Allah adına okuyarak ve yaşayarak Erginlik çağından bunaklık
ve ölümüne kadarki süreçte arkasında olmasıdır.
7/ 172- Hani Rabbin,
Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine
karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar:
“Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan
habersizdik” dememeniz içindir.
İnsan yaratılışı Allah’ı rab
kabul edecek şekilde yaratılmıştır. Ancak insanları diğer varlıklardan ayıran
temel özelliklerden birisi İnsana Yaratılışta vermiş olduğu sözden caymayı
teklif sunan bir varlığın insanoğluna yüklenmesidir. İşte Bütün insanların
doğuştan ergenlik dönemine kadar, yerlerde ve göklerde yaratılmış olan melekler
gibi doğuştan ergenlik çağına kadar. Tertemiz ve günahsız olmasıdır.
7/ 20- Şeytan, kendilerinden
‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve
dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek
olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
İşte tam bu dönem her
insanın, yaşamının farklı bir boyuta taşındığı dönemdir. Ergenlik bu dönemde olmakta,
Yasak ağaç bu dönemde gündeme gelmekte, Dünyadaki cennetten bu dönemde
çıkarılmakta evlenme çağı bu dönemde oluşmakta, iki farklı seçenek ve iki
farklı yol bu dönemde karşısına çıkarılmakta kitap ve hikmet bu dönemden sonra
verilmekte, asıl önemli olanı iblis ve takva olgusu bu dönemde
yerleştirilmektedir.
Eğer, İblis olgusu insanlara
yerleştirilmemiş olsaydı ne denenme ne cennet ne cehennem ne de akıl ve irade
olgusu da insanlarda olmazdı. Asıl insanların denenmesine vesile olan onu asıl
yaratılış gayesinden uzaklaştırmayı teklif sunan iblistir.
İblis: Yaratılıştaki vermiş
olduğu “Rabbim Allah’tır sözünden caydırmayı teklif sunmakla görevli bir
melektir. Gerçi insan her eylemini meleklerin kendisine yardımı ile
gerçekleştirmektedir. Bu da demek oluyor ki, insan Allah’ın emirlerini yaparken
meleklerin hizmeti ile gerçekleştirmekte, insan Allah’ın emirlerine muhalefet
etmeyi de meleklerin hizmeti ile gerçekleştirmektedir.
O zaman ayette geçen iki
melek olmamak veya cennete girememek bu iblis olgusunun insana verdiği
teklifleri kabul etmek ve yaratılıştaki vermiş olduğu sözden cayarak şeytan ve
dostlarını veli edinerek ebedi cennete girmeyi ve orada sürekli kalmayı
engellemek içindir.
2- İnsanlar halife konumuna
bu dönemde erişmektedir.
Halife kelimesinin iki farklı
anlamı olmakla beraber konu içerisindeki anlamı üzerinde durmaya çalışacağım.
Halife; Yerleri ve gökleri
yaratan Allah’ın, İnsanların hem Allah’ın yolunda hem de şeytanın yolunda,
kendi özgür iradeleri ile yol seçebilmeleri ve seçmiş oldukları farklı
yollardan dilediklerini seçerek seçmiş oldukları yollarda özgürce
davranmalarıdır. İşte farklı yollarda iki farklı seçenekle yol almak
isteyenlerin her iki yolda da gitmeleri halinde hizmet edecek meleklerin olması
onları halife konumuna taşımaktadır.
2/ 29- Sizin için yerde
olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi
gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, herşeyi bilendir.
2/ 30- Hani Rabbin meleklere:
“Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni
şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve
kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin
bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
Meleklerin âdeme secde etmesi
İnsanların ister küfür yolunda isterse da hak yolunda seçmiş oldukları yollarda
emirlerine amade olarak hizmet etmesi anlamındadır.
Eğer, Söylemiş olduğum doğru
olmamış olsaydı İnkâr eden ve şeytanın yolunda yürüyenler devamlı iman eden ve
Salih amel işleyenlere karşı, mağlup olurlardı. Oysa görülüyor ki inkâr edenler
dünya hayatında üstünlüğü sağlamış, İman eden ve Salih amel işlemek isteyenlere
nefes aldırmaz konuma gelmişlerdir.
Rahman, Dünya hayatında
Müslüman ve kafir ayırt etmeden çaba ve gayretinin karşılığını veren Rahim ise
iman eden ve Salih amel işleyenlere karşılını ahiret hayatında veren Allah
anlamındadır.
DİLEYENE İKİ FARKLI YOL İKİ
FARKLI MALZEME VE İKİ FARKLI SONUÇ VARDIR.
Dünya hayatı, İki farklı yola
gitmek isteyenlerin iki farklı ağaçtan yiyerek yarış halinde oldukları bir
sınanma bir denenme salonudur. Kim dünya hayatında kendilerine verilmiş olan
yetenek ve donanımı gerekli gayret ve çabayı gösterirse dünya hayatında üstün
olan, iktidar ve güç sahibi odur.
Allah bütün insanlara Hiçbir
ayırım yapmadan Hem Rabbani yolda yürümeyi teklif sunan takvasını, hem de tağuti
yolda yürümeyi teklif sunan fıskını vererek Hangi yola gitmeye karar verirse o
yolda gidebilecek aklını da malzemeleri de vererek, Kendilerine verilen bir
zaman dilimi içerisinde imtihana tabi tutulmaktadır.
Ama Aklını Asıl yaratılış
gayesine uygun olarak kullanmayan insanlara hayvanlar gibi hatta daha aşağılık
olduğunu vurgulayarak aklı en karlı en faydalı geçmiş ve geleceği bilen
Allah’ın yol göstericiliğinde göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde kullanmayı
insanlardan istemektedir.
25/43- Kendi istek ve
tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil
olacaksın?
25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir
ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır,
onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.
İKİ YOL VARDIR. DOĞRU YOL- YANLIŞ YOL!
33/4- Allah,
bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini
annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz)
eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz)
çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise,
hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.
Bu ayette kalp derken kan pompalayan et
parçası olan kalp değil, asıl insanın yol yöntem seçmesinde karar verme mercii
olan beyindir. Her insana bir olay karşısında müspet veya menfi iki ses
gelmektedir. Bu seslerden birisi takvadan diğeri ise iblisten gelmektedir. İşte
bu iki farklı seslerden hangi sesin teklifine evet der onay verirse beyin o
insanın kararına saygı duyar ve insanın karar verdiği doğrultuda onu destekler.
Şimdi Bunları pratik hayattan örnekler vererek ayetlerle açıklamaya çalışalım.
Bir insan hiç kimsenin olmadığı bir yerde evde
otelde gemide uçakta her nerede olursa olsun kendisine helal olmayan para veya
nikahı altında olmayan bir kadın ilişti. Adama iblisten gelen ses veya ilham
şöyle bir teklif sunar. Nasıl olsa kimse seni görmüyor ve izlemiyor. Bu parayı
al veya bu kadınla yat, kendi isteklerinde kullan der. Takvadan gelen bir ses der
ki, Ey insan bu parayı sen alamazsın ve bu kadını veya kadın arzulamışsa sen
erkekle yatamazsın diye bir uyarı gelir Senin bu yaptığın yanlış der. Bu ypmış olduğun yanlış davranış Allah
tarafından kameraya alınmakta ve Allah seni izlemektedir. Bu yanlış davranışı yapma
diye uyarır.
Ne yazık ki, İnsan bu uyarıya rağmen o haram
olan başkasına ait parayı zimmetine geçir zina olayını işlerse artık o hayata
yanlış bakış ve yaşamla adımını atmaya başlar. Onu her yaptığı yanlış davranış
yasak ağaç meyveleri ile beslenerek daha çok yanlışa daha çok dünyevileşmeye
daha çok hakkı batılla örtmeye kalkarak devam eder. Artık her yaptığı yanlışa
karşı bir uyarı sesi veren takva sesine karşı kulağı işitmez gözleri görmez
kalbi de hakka karşı kendisinin mühürlemesi ile mühürlenip şeytani yolda
yürüyen bir insan konumuna gelir.
4/76- İman
edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar
öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek
zayıftır.
DOĞRU YOLDA YÜRÜYNLERİN
HAYATA BAKIŞLARI VE YAŞAM BİÇİMLERİ!
Doğru yol, Allah’ın göndermiş
olduğu Nebi ve resullerin getirmiş oldukları vahiylerle hayatın
anlamlaşmasıdır. Her nebi ve resul bulunmuş oldukları toplumlara, Kendilerinin
Yerleri ve gökleri yaratan Allah’a teslim olduklarını ve yaşamını Allah’ın
koyduğu kurallar içerisinde düzenlediklerini söylerler yaşarlar ve kendileri
gibi diğer insanların da söylemesini ve yaşamasını isterler.
2/285- Elçi, kendisine
Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine,
kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini
(diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı
(dileriz). Varış ancak Sanadır” dediler.
Gelen nebi ve resullerin
alınlarında sen Allah’ın nebisi ve resulüsün diye yazmaz. Tıpkı mucitlerin
alınlarında sen mucitsin diye yazmadığı gibidir. Nasıl mucitler icatlarını bir
belge olarak insanlara onu sunduktan sonra onun mucitliğini insanlar kabul
ediyorlarsa, Peygamberler de kendi peygamberliklerini insanların bilmedikleri
konularda Allah’ın onlara bildirmesi ile Olağan üstü insan aklının
kavrayamadığı çelişkisiz bir bilgi getirmeleridir. Düşünen aklını kullanan
insanlar onun bir peygamber olduğunu ancak test ettikten sonra kabul edip iman
edebilirler.
Gelen peygamberler, genelde Kendi öz fıtratlarında var olan ve yaratılışta
vermiş olduğu sözün arkasında olup daha peygamber olmadan onların güvenirliği
konusunda toplumun gönüllerinde taht kurmuş olan insanlardır. Ancak Her
peygamber çocukluk çağında böyle saf ve temiz ailelerin yanında eğitilmemiş
olabilirler. Onlar da mutlaka ama mutlaka yaratılışını yerleri ve göklerin
yaratılış biçimini düşünerek o çelişkisiz kâinatın karşılığında çelişkisiz bir
şekilde vahiy yasası, olması gerektiğini düşünerek peygamber olmuşlardır. Buna
İbrahim peygamberi örnek olarak gösterebiliriz.
Ya da Firavun gibi zalim bir
hükümdarın yanında eğitim alıp ergenlik yaşına geldikten ve Şuayip peygamberin
yanında belirli bir müddet eğitim gördükten sonra peygamberlik makamına
yükselmiş olan Musa’yı örnek verebiliriz.
Ama gerçek olan odur ki, Her
peygamber, peygamber olmadan önce bir takım yanlışlıklar yapmış ama peygamber
olduktan sonra vahyin gözetiminde yanlışlıkları Allah tarafından düzeltilerek
toplumun karşısına söylemleri ile eylemleri uyum halinde olan birer insan
olarak karşılarına çıkmışlardır.
22/52- Biz senden önce hiçbir
Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan,
onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama
Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini
sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Allah İnsanlık tarihinin
başlangıcından bu tarafa Göndermiş olduğu bir tek din vardır o dinin adı İslam,
teslim olanların adı da müslümandır. Tabiri caizse Bu dinin mimarı Allah’tır.
Allah kendi dinini Peygamberleri peş peşe dizerek ardı arkası kesilmeden son
nebi ve resule kadar devam ettirerek gerçekleştirmiştir. Bu yolda olanlar Tek
bir ümmet tek bir şeriat içerisinde olanlardır.
5/48- Sana da (Ey Muhammed,)
önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı
(Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana
gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz
için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek
ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık
hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa
düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Müslüman’ım diyenler Tek bir ümmet
tek bir şeriat içerisindedirler. Müslüman olanların yaşamını hayatını ölümünü
dirimini namazını Allah belirler ve Allah’ın belirlediğine iman ederler.
6/161- De ki: “Rabbim
gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif (muvahhid)
dinine… O, müşriklerden değildi.”
6/162- De ki: “Şüphesiz benim namazım,
ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
6/163- “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle
emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.”
İnsanlar, ilk yaratılışında insanlar
içerisinde Allah’ın nebi ve resul seçtiği Âdem ile İnsanlar içerisinden
peygamber seçtiği Muhammed arasında gelmiş geçmiş bütün nebiler ve resullerin
getirdikleri haramlar ve helaller arasında hiçbir farklılık yoktur. İslam
toplumlarında skandal denecek kadar, yanlış bir anlayış olarak, Allah’ın
göndermiş olduğu peygamberler arasında farklı şeraitler olduğu anlayışı
Allah’ın rabliğine gölge düşürmektedir.
Oysa Allah Bütün peygamberleri kendi katından
gelen bilgilerle hareket etmelerini emreder. Allah bir peygambere haram
ettiğini diğer peygamberlere de haram etmiştir. Allah bir peygambere Helal
ettiğini diğer peygamberlere de helal etmiştir.
5/ 4- Sana,
kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: “Bütün temiz şeyler size
helal kılındı.” Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı
hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah’ın adını anarak- yiyin.
Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
Yani, Allah kendisine iman
eden müminleri iblis ve onun soyunu takip eden insanlardan uzak durmalarını,
yasak ağaçtan yememelerini içmemelerini ve iblisin insanlara sağından solundan
önünden arkasından yaklaşarak mümin olanlara yapmamaları istenen şeyleri
yapmalarını teklif sunmasıyla yapmasını istediği yanlış olan şeylerden
kaçınarak yapmaması gerekmektedir.
8/72- Gerçek şu ki, iman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler
ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin
velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye
kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden
yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar
arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı
görendir.
Müslüman olanların velisi
Allah’tır. Ve aynı zamanda Allah’ı veli edinen Müslümanlar da birebirlerinin
velileridir. Nasıl bir vücutta bulunan bir organ yara almışsa bütün vücudu
ilgilendiriyorsa Müslüman olanlardan bir kişinin sıkıntısı başta müminlerin
nebisi ve resulü olmak üzere diğer müminlerin de acısı sıkıntısı olmalıdır.
9/128- Andolsun size,
içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere
şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
Bütün nebiler ve müminlerin
emir sahipleri bir vücudun beyni gibidir. Vücudun bir hücresi veya bir organı
hasar gördüğünde beyin ondan haberdar ise Müslüman olanların resullerinin de
her hangi bir Müslüman’ın başına gelen bir sıkıntı veya olumsuzluklardan
haberdar olması gerekmektedir.
Müslüman olanlar, ister az
olsunlar isterse de çok olsular yürekler tevhit akidesi etrafında bir birlerine
destek olarak ayrılmadan parçalanmadan birlik ve beraberlik içerisinde
olmalıdırlar. Maalesef asırlardır İslam toplumları bu tevhidi
oluşturmadıklarından dolayı parça parça olarak küfrün ağzında yem olmuşlardır.
Küfür hiçbir zaman Müslüman
olanların birlik içerisinde olmasını istemezler. Küfür kendi inkârlarını
pekiştirmek güç ve iktidarını sürdürmek için onları mezheplere tarikatlara
cemaatlere meşreplere partilere bölerek onları bir birine düşürerek işlerini
görmektedirler. Ve öyle hale gelmişler ki, Bir de peygamberi kalkan olarak
kullanıp ”Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.” Deyip hadis uydurarak bölünmüşlüğü
meşru hale getirmişlerdir.
28/4- Gerçek şu ki, Firavun
yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp
bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp
kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Küfür Kendi zulmünü devam
ettirebilmesi için, kendisinin karşısında güç ve iktidar sahibi kimsenin
olmasını istemez. Küfür bir taraftan zulmünü yaparken ben iyilik yapıyorum
diyerek yapar. Bir taraftan da Müslüman olanları kendi içlerinde fırkalara
ayırarak kendisi suya sabuna dokunmadan onları kendi elleri ile kendi
kendilerini yok edip bitirme taktiği uygular.
Allah firavun ve Musa
örneğini verir. Ve bütün dünyadaki küfür
güçlerinin aynı mantık içerisinde hareket ettiğini iman edenlere mesajını
vererek devamlı azmış olan kavimlere karşı onları uyarmaktadır. Peki, o zaman
Müslüman’ım diyenler nasıl bir metot izlemeli ki, Bu ezilmişliğin,
horlanmışlığın pençesinden kurtularak kendi kimliğini bulmalı ve göstermemdir.
1-MÜSLÜMANIM DİYEN İSLAM
ÜLKELERİ ÖNCE KADERCİLİK ANLAYIŞINDAN KURTULMALIDIR.
İnsan; İster rahmanın yoluna
gidebilme, eğilimi isterse şeytanın yoluna gidebilme eğilimi ile nötr bir
varlıktır.
Allah, Her insana takvayı
fıskı ve aklı vermiş, önüne de her iki yola gidebilecek malzemeleri de vererek
insanları dünya hayatında kendi özgür iradeleri ile dilediği yolda gitmeyi
sonuçlarına katlanmak koşulu ile kendi tercihlerine bırakmıştır.
Dünya hayatında Allah’ın
Müslüman olanlara nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiylerden başka özel
bir yardımı ve desteği yoktur. İnsanlar ister iman etsin isterse inkâr etsin
Allah’ın dünya ve kâinata yerleştirmiş olduğu nimetlere ortaktırlar. Kim bu
nimetlerden gereği gibi yararlanıp gayret gösterirlerse Dünya hayatında güç ve iktidar
ondadır.
Belki bu söylediklerim İslam
toplumlarının alışageldikleri şeylerden değildir, ama gerçekler gizlenmemesi
gerekmektedir. Kim ziraatla, ticaretle, teknoloji ile tıpla hangi dalda olursa
olsun, gerekli gayreti ve eşyanın yapısına uygun olarak çabasını gösterirse
Allah inansın veya inanmasın ayırım yapmadan çaba gösterenin çabasının karşılığını
eksiz olarak vermektedir.
11/15- Kim dünya hayatını ve
onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve
onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.
Dünya hayatı inkar edenlerle
iman eden ve Salih amel işleyenlerin, yarış alanıdır. Eğer Müslüman olanlar
eşyanın yapısı ile gerekli diyalogu kuramazsa mağlup olan onlardır. Eğer
eşyanın bilgisine ulaşarak güç ve iktidar sahibi olurlarsa üstün olanlar
onlardır.
Allah Kendisini veli edinen
müminleri eğitmekte eğer Allah’ın sözünü dinler ve yeryüzünde kapılardan secde
ederek şehre girerse Allah onları dünya hayatında mutlu ahiret hayatında da
üzülmeyecek bir makama eriştirecektir.
2/58- Ve hatırlayın, demiştik
ki: “Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde
ederek kapısından girerken ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin; (Biz de)
hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) arttıracağız.”
İşte bu ayetin açıklamasını,
şu ayet anlayabilenler için ne güzel açıklamış.
2/35- Ve dedik ki: “Ey Adem,
sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol
yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Allah’ın insanlardan endişe
ettiği şey, iblisin tekliflerine boyun eğerek insanı secde etmekten alıkoyan
yasak ağaca dadanmasıdır. Dolayısı ile güzellikleri kötülüklerle yerini
değiştirmeleridir.
İcatlarını gerçekleştiren
mucitler ve toplumlar, sanmayın ki, onlara gökten zembil ile o maharetler
veriliyor. Hayır, onlar o yüksek makamlara gelinceye kadar ne sıkıntı ve
çabalar göstermektedirler. Eğer sen eşyaya veya Kuran’ın tabiri ile meleklere
gereği gibi ilgi gösterirsen onlardan da gereği gibi hizmet alırsın. Batı maalesef
kilisenin mistik diktasından kurtularak kendi yaşam alanları içerisinden din
anlayışını kaldırıp eşyaya yönelince dünya sahnesinde yerlerini alabildiler.
Oysa Müslüman olanların
onlardan farklı olarak kendi ellerinde olan vahiy orijinli kitapları
bulunmaktadır.
Kuran, iman eden müminleri
iki kaynağa yöneltmektedir. Birinci kaynak vahyi bilgilerdir. Bu bilgiler iman
edenleri yerlerin ve göklerin yaratılışı ve onlardan gereği gibi
yararlanabilmek için mutlaka ama mutlaka onun konuşma dilini çözmemizi ve
onlardan gerektiği gibi istifade etmemizi bize önermektedir. İkinci olarak da
dünya hayatında eşyanın bilgisine ulaşmakla dünya hayatında güç ve kuvvet
sahibi olunabileceğini bildirerek ya mucit olmayı ya da mucit olanlardan
istifade etmeyi bizden istemektedir.
3/159- Allah’tan bir rahmet
dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar
çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma
dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a
tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
Allah resulü dünya hayatına
ait müspet bilimlerde tıpta biyolojide kimyada fizikte sanatta astronomide her
dalda bir bilgi sahibi olunacağı zaman o konuda uzmanlaşanlara yöneltmekte ve
onlarla istişare yapmayı önermektedir.
Her insan ister ki, her işin
ehli kendisi olsun, ama ne yazık ki insan ömrü bunların hepsini ne yapmaya gücü
yeter ne de bunları öğrenmeye yetecek kadar zamanı olurdu.. İşte Allah
insanların ilgi alanlarını farklı yönlere gidebilecek nitelikte yaratmış ve
onları genellemesi bile sayılamayacak kadar ilim dalında uzmanların oluşunu
sağlamıştır. Bir taraftan insanlardan tıp dalına yönelmek isteyenleri
yaratmamış olsaydı bu gün insan üzerinde oluşan hastalıkların iyileştirilmesi
mümkün olmazdı. Bir taraftan diğer ilim dallarına yönelen insanlar olmamış
olsaydı, insanlar uçak araba, gemi tren üretemezler ve insanlar binek olarak
hala eşek katır deve kullanamaya devam ederlerdi.
Sonuç olarak, Allah inkâr edenlere
nasıl bir yetenek vermişse bu yetenekleri iman eden ve Salih amal işleyenlere
de aynısını vermiştir. Müslüman olanlar ellerini havaya açıp dualarını fiili
hayata dönüştürmeden Allah’tan istekler sıralamak yerine, Allah’ın kendileri
için yaratmış olduğu evrene yönelerek vermiş olduğu nimetleri elde etmenin
yollarını aramaları gerekir. Allah bizim kaderimize böyle yazmış dersen Allah’a
iftira etmiş olsun. Allah kimsenin kaderine yol seçme ve davranışları ile kaderini
kendisine bırakmıştır.
Öyleyse yoksulluk fakirlik
aklı doğru yerde doğru olarak kullanmak, ekonomik sosyal ve kültürel yöndeki
kaderini Allah yazmaz ve çizmez insanlar kendisi çizerler.
Doğrularım Allah’a
yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder