18 Eylül 2016 Pazar

======ÜÇÜNCÜ BÖLÜM===== KUR’AN’I DOĞRU ANLAMA VE ALGILAMADA TARİHSELLİK VE EVRENSELLİK!!!!






RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!

Aşağıda bir alıntı olarak naklettiğimiz Kur’an’ı anlama konusunda üç farklı görüş olduğunu görmekteyiz.  

1-TARİHSELCİ GÖRÜŞ!
2-EVRENSELCİ GÖRÜŞ!
3-KUR’AN HEM TARİHSEL HEM EVRENSEL DİYEN GÖRÜŞ!

Biz Kur’an’ı kendi bütünlüğü içerisinde tarihselciliğe evrenselciliğe ve hem tarihselciliğe hem de evrenselciliğe hangi bakışla, nasıl baktığını, kendi anlatışından, örnekler vererek anlamaya ve anlatmaya çalışalım.

1-TARİHSELCİ GÖRÜŞ!

İslami hükümlerin, İslam’ın gelmiş olduğu coğrafyayı ve çıkmış olduğu tarih dilimini ilgilendirdiği görüşüdür. Bunun için de bazı deliller getirmişlerdir. Bunların bir kısmını ele alalım:


1. İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek bir sorun olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun olmadığı için üzerinde durmamıştır.


2. İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir. İslam, neticede tarihin bir diliminde ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu hükme bağlamamış olması tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve coğrafik ve hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları zorunlu hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.


3. İslam hukukunda nesih kavramı, hükümlerin daha peygamber zamanına bile tarihsel olduğunun en büyük delilidir. Peygamber döneminde dahi hükümler birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki dönemlerde hükümlerin birbirini yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir. Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kur’an’da geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.

4. Sosyal değişme insan hayatında her zaman olacaktır. Devamlı değişen şartlar ve durumlara aynı hükmü bindirmek insanlığın geleceğini duraklamak olabileceği gibi üretimi de durdurur.

1-TARİHSELCİ GÖRÜŞÜN KUR’AN’LA KIRİTİĞİ!

Yukarıda dört şık altında ele alınmış olan, tarihselci görüşün nerelerde hata yaptıklarını, nerelerde doğru söylediklerini her şıkkı ayrı ayrı ele alarak, incelemeye çalışalım.


1-İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek bir sorun olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun olmadığı için üzerinde durmamıştır.

Birinci şıktaki şu ifadeye bakın.” İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer sorunlara değinmemiştir.”

En büyük yanılgı, İslam’ın sadece Kur’an’nın indiği döneme hasredilmesidir. Oysa İslam’ın hükümleri İnsanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte ilk peygamberle beraber, gelmeye başlamıştır. Son peygamber gelinceye kadar peş peşe gelen peygamberler, tıpkı bir ağacın büyüyüşü gibi büyüyerek gelmiştir. Ağaç, bir çekirdeğin topraktan patlayıp çıkarak patlayıp çıkışı, filizlenip kök salması ve meyvesini verip olgunlaşması gibi, bir süreç içerisinde, filizlenip olgunlaşarak meyvesini fıtrata ters düşmeden vererek tamamlanmıştır.

48/29- Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur: İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.

İslam’ın ilk temeli ilk insan topluluğunun var oluşu ile ilk peygamber olan Âdem ile birlikte atılmıştır. İlk insan topluluğunda bilgi, sıfır idi! Ancak, İnsanların ihtiyaçları onunla birlikte paralel olarak arttıkça bilgiler ve sorunlar da artarak devam ede gelmiştir. İşte bu bilgi Allah Tarafından iki farklı şekilde insanlara gelmiştir. Birincisi, vahyi bilgiler, ikincisi eşyanın bilgisine ulaştıkça gelen evrensel bilgilerdir.

2/31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
2/33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
Kur’an, Âdeme, isimlerin öğretilmesini, ilk insan yaratılışının başlangıcından, son insan yaratılışına kadar geçen süreç içerisinde, geçmişi, anı ve geleceği, aynı anda kullanma sanatı yaparak, gerek teknolojik bilgilerin gerekse de vahyi bilgilerin eksiksiz bir şekilde hepsinin öğretilmesini kastetmektedir. Vahyi bilgiler ilk peygamber olan Âdem ile birlikte peş peşe gelen elçilerle son nebi ve resule kadar devam etmiştir. Ama teknoloji ile ilgili bilgiler kıyametin sonuna kadar öğretilmeye devam edecektir.
33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
Eşyanın isimlerinin öğretilmesi hala öğretilmeye devam etmekte ve kıyamete kadar insanlar eşyanın bilgisini öğrenmeye yöneldikçe, öğretilmeye devam edecektir. Ancak Peygamberlerle gelen vahyi bilgiler artık son peygamberle noktalanmış, Allah nebilik ayetini nesh ederek, yeni bir dönem yeni bir çağ başlamıştır.
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
Nesh etme olayını genelde İslam müfessirlerinin büyük bir çoğunluğu tarafından yanlış olarak, algılanmış ve yanlış anlatılmıştır. Allah ayeti nesh etmeden söz ederken iki farklı anlama gelmektedir. Birincisi, gönderilen, peygamberlerin getirmiş olduğu vahyi bilgilerle gelen haramlar ve helaller yozlaştırılarak orijinalinden, saptırılarak Allah’ın haram kıldıkları bazı şeyleri helal, helal kıldıkları bazı şeyleri de haramlaştıran din anlayışlarını kaldırıp, yerine yeni bir peygamberle doğrusu ile düzeltilmesi anlamında kullanılan neshtir.

İkinci anlamı ise Teknolojik gelişmelerde gelişim devamlı başlangıçtan rakamların birden basamaklar halinde yükselmesi gibi devam eden süreçte, sayılara ihtiyaç duyuldukça rakamların sayısının artması gibidir. Bir örnek verecek olursak, Eskiden tarihi kalıntılardan kaleleri, genelde, dağların tepelerine kuruyorlardı. Bunun sebebi kaleler saldırılara karşı en güvenli olan yer dağların tepeleri idi. Ancak şimdi olsa bu çok anlamsız olurdu. Bunun sebebi ise savaş uçakları on bin metre kadar yüksekliğe çıkabilmekte en yüksek olan Everest tepesi bile deniz seviyesinden yüksekliği sekiz bin sekiz yüz seksen beş metredir. Kaleler o tepeye yapılsa bile havadan rahatlıkla bombalanabilmektedir.
İşte artık uçaklar icat edilince kaleleri dağların tepelerine yapmanın hiç bir anlam ve önemi yoktur. Şimdi yeni bir Kur’an gelmiş olsaydı Allah, kaleleri dağların tepelerine kurulmasını nesh ettik derdi.
Aynen Onun gibi, Kur’an’ın korunması, yazı kültürü sanatı ve teknolojinin gelişmesiyle gündeme gemleye başladı. Bir taraftan yazının bulunuşu yeni bir çağ açarken, bir taraftan yazının belgelenmesi ve koruma altına alınması da yeni bir döneme yeni bir çağa imzasını atmıştır. Eğer yazı icat edilmeseydi ve onu yazıp koruyan iman eden Müslümanlar olmasaydı, bu Kur’an nasıl korunacaktı?
15/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.
Elbette Kur’an Allah tarafından indirilmiş bir kitaptır. Allah Evrende her şeyi bir sebep ve sonuç ilişkisine göre düzenlemiştir. Halife olan insan eğer yola gitmede kendi iradesini kullanarak, gerek rabbani yolda, gerekse şeytani yolda, yolunu kendi özgür iradesi ile seçerek yürümektedirler. Kur’an’ı koruyup korumamak da insanlar eliyle ve iradesi ile olmaktadır. Bunu bir ayet örneği ile biraz daha açıklamaya çalışalım ki, Kur’an’nın konuşma dili çözülüp, anlaşılabilsin.
8/17- Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü’minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
Yeryüzünde, yetkili ve sorumlu tek varlık insandır. Eğer İnsan bir kötülük yapmak ister ve yaparsa, onun kötülük yapabilme eğilimini ve malzemelerini yaratan Allah’tır. Kim iyilik yapmak ister ve yaparsa, onun iyilik yapma eğilimini ve malzemelerini yaratan da Allah’tır. İşte Kur’an iyilik yapanlara ve kötülük yapanlara onu ben yaptım demesindeki hikmet budur. İki Ayet ile Kur’an bu olayı şöyle izah etmektedir.
4/77- Kendilerine; “Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin” denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.”
4/78- Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?
Bu ayet kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyip de Müslüman’ım demenin bedelini ödemeye gelince bu riski üslenmeyip sözünden caymak isteyen münafıkların durumunu fotoğraflayıp, ortaya koymaktadır. Elbette savaş dünyevileşen insanlar için çok ürkütücü ve korkutucu bir olaydır. Dikkat ederseniz ayette onlar için şu ifade kullanılır.
“Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler.”
Allah’tan korkan ve kendisinin Müslüman olduğunu iddia eden bir kişinin kitabında bu yoktur. En çok Allah’tan korkan insanlar, En çok Allah’ın sözünü dinleyen ve yaşayan insanlardır.
Yetmiş sekizinci ayette anlatılmak istenen şudur.
” Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler.”
Bu Münafık olanların peygambere iman ettim dediği halde Peygamberin verdiği bir emir yüzünden başlarına bir felaket geldiğinde bu sendendir senin yüzünden başımıza bu felaket geldi derler. Oysa O peygamber kendi istek ve arzusuna göre konuşmaz ve bir emir vermez. O bir emir verip ve o emirden dolayı sana bir kötülük gelmişse O emri sana Allah verdi ve sana o kötülük Allah’tan geldi. Eğer, Onun verdiği bir emiri yerine getirip de size bir iyilik gelmişse Yine o Allah’ın verdiği bir emirle o emri size vermişti.
“Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?”
O peygamber Allah’ın bir kelimesi ve Allah’tan bir ruh’tur. O Allah neyi emretmişe onu söyler ve yaşar. Dolayısı ile size gelen kötülüklerde iyiliklerde, onun size eksisi ve artısı yoktur. Tüm kötülükleri ve iyilikleri yaratan Allah’tır. Mesajı verilmektedir.
4/79- Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.
Bu ayette geçen ifade, Bir önceki ayetin muhalifi gibi görülse de başka bir konumu ele almaktadır. “Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir.” Allah, hem kötülük yoluna gidebilecek eğilimi ve malzemeleri yaratmış, hem de iyilik yoluna gidebilecek eğilimi ve malzemeleri yaratmıştır. Ancak Allah Sana kötülük yoluna gitmeyi tercih etmeni emretmemiştir. Allah, İman edip, Salih ameller işleyip, iyilik yolunda gitmeni istemiştir.
Sen Kötülük ve kötülük yolunu tercih etmenle başına gelen felaketler senin seçiminle olmuştur. Bu Allah’tan değil kendi seçimin neticesinde kötülük başına gelmiştir.
İslam toplumlarında en büyük yanlışlıklardan birisi, peygamber şeraitlerinin farklı şeraitler içerisinde olduğu, anlayışıdır. İnsanlar, hayata bakışlarını böyle kurguladıkları ve algıladıklarından dolayı, tarihselcilik anlayışı ön plana çıkmıştır. Oysa farklı şeriat ve farklı ümmet içerisinde olanlar, peygamberlerin şeriatları ve ümmetleri değil, Peygamber şeriatlarından nasiplerini almamış olan insanların şeriat farklılıklarıdır.

5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir.”

Kur’an içerisinde yaklaşık dört ayette şeriat kelimesi geçmektedir. Ümmet ve şeriat kelimesine Kur’an, ne anlam yüklemişse bizim onun dışında bir anlam yüklemek haddimiz değildir. Şimdi Bu iki kelimeyi Kur’an’daki ayetlerden ona ne anlam yüklediğini doğru olarak anlayabilirsek Tarihselcilerin görüşlerinin Kur’an ile ne kadar çeliştiğini rahatlıkla görüp, anlayabileceğiz.

Şeriat nedir?

42/ 21- Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri’ ettiler (bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır.

45/ 17- Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecavüz ve azgınlıktan’ dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
45/18- Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.
Kur’an’da tanımlanan şeriat, Vermiş olduğum ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlık tarihinin başlangıcı ile başlayan, Allah’ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu hayat tarzı yaşam biçimlerinin vahiylerle nerde nasıl davranılacağının yolunu yöntemini belirleyen ilahi mesajla hayatı anlamlı hale getirmektir.
Ümmet Nedir?
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak elli dört yerde ümmet kelimesi geçmektedir. Bunlardan birkaç tane ayeti naklederek Kur’an’nın ümmet kelimesine yüklemiş olduğu anlamı yakalamaya çalışalım.
2/213- İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
6/38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.
16/120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.
Ümmet; Kelimesi vermiş olduğumuz ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Gerek insanlardan gerekse de hayvanlardan aynı yol yöntem üzerinde yol edinen insanlar ve hayvanlar için kullanılmış bir kelimedir.
Ümmet kelimesini biraz daha anlaşılır hale getirirsek, insanlar ilk yaratıldığı zaman hepsi istisnasız “Rabbim Allah’tır” demişlerdi.
7/172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerinde olanlar bu yolda olanlardır. Bu yolda olanların yaşam biçimlerini hayat tarzlarını vahiyler belirler. Yani siyasi hayatta, eğitimde, idare edende, idare edilende, evlilikte kadının ve erkeğin bulunmuş olduğu konumlarda kimin nerede nasıl davranacağının yolunu yöntemini vahiyler belirler.
Ama, vahyin dışında yol alanlar her biri o tevhitten uzaklaşmış kendi aralarında parça parça olarak farklı ümmet ve farklı şeraitlere ayrılarak, din farklılıkları oluşturmuşlardır. Maide suresinin kırk sekizinci ayette bahsedilen, “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir.”

Farklı şeriat, peygamberlerin getirdikleri şeriat değil, Peygamberlerin dışında yol alan diğer insanların, kendi aralarında uyguladıkları din ve yaşam biçimi anlamındaki şeraitlerdir. Yani olayın özü peygamberlerin getirdikleri şeraitler tek bir ümmet tek bir şeriattır. Peygamberlerin dışındaki olanlar, farklı ümmet, farklı şeraitlerde olanlardır.

Kur’an’ın dışından gelen bilgiler, gerek ehli kitabın, gerekse puta tapıcıların etkileşimi ile Kur’an’da olmayanları Kur’an adına sanki Kur’an’dan’mış gibi söylemeleri Kur’an’daki ayetlerin, hikmet ve mantık ölçüleri içerisinde, anlaşılmasına gölge düşürmektedir.

Genel olarak bütün müfessirlerde Maide suresi kırk sekizinci ayetteki,  “sizden her biriniz için farklı şeraitler ve farklı ümmetler kıldık” ayetini sanki peygamberler arasında uygulanan şeraitler farklılığı anlamında anlamışlardır. Bu anlayış tamamen Kur’an’ın anlatışına terstir. Hem yerleri ve gökleri yaratan bir tane Allah olsun; Hem Allah peygamberler aracılığı ile gönderdiği din ve şeraitlerinde farklılıklar bulunsun. Bu anlayış düşünen aklını kullanan insanlar için olacak şey değildir.

Peygamberler arasındaki şerit farklılığı anlayışı, Kur’an’da geçen bazı ayetlerin de yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Örneğin Adem peygamberin şeraitinde kardeş evliliği helal,  Nuh peygamberden sonra gelen peygamberler şeraitinde haram kılınmıştır, inancını getirmişlerdir. Tevrat’ta recim cezasının olduğunu ama Kur’an ile bu cezanın kaldırılıp, yüz değnek vurulması kuralının getirildiği inancını ortaya koymuşlardır.

Çift tırnaklı hayvanlar Yahudilere haram, Müslümanlara ise helal, domuz, Hıristiyanlara helal Müslümanlara haram anlayışını, getirmişlerdir. Daha örnekleri dilediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Oysa Allah temiz ve güzel olan bütün şeyleri bütün peygamberlere helal, pis ve murdar olan bütün şeyleri de istisnasız bütün peygamberlere haram kılmıştır.

2-TARİHSELCİ GÖRÜŞÜN İKİNCİ ŞIKKININ, KUR’AN’LA KRİTİĞİ!!!!

2. İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir. İslam, neticede tarihin bir diliminde ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu hükme bağlamamış olması tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve coğrafik ve hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları zorunlu hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.

İkinci şıkta dikkat çeken en önemli nokta şurasıdır.” İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun ilanından başka bir şey değildir.”

Tarihselcilerin düştükleri en büyük yanlışlıklarından birisi, Kur’an ayetlerinin anlatmak istediklerini Kur’an’dan değil, peygamber ve sahabeler tarafından uygulandığı zannedilip tarihi rivayetlerden aktarılanı belge olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Oysa Kur’an kendisinden başka belge kabul etmez.

2/134- Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.
Dikkat ederseniz, hadisler ve içtihatlar Kur’an’ın indiği dönemden iki yüz, iki yüz elli sene sonra gündeme gelmeye başlamıştır. Eğer Kur’an’dan olmayan vahyin orijinlinden sapmış olan bir din anlayışını getirip de Kur’an’ın ortaya koyduğu orijinal bir din anlayışı gibi görürseniz, böyle yanlış algılama ve sorunlarla karşılaşırsınız.
Kur’an, Müslüman olanların anayasa kitabıdır. Tarihi de, sosyolojiyi de, psikolojiyi de, savaşı da, barışı da, evrenin yaratılışının ne zaman olduğunu, kıyametin sonunun ne zaman geleceğini, en güzel bilen Allah’tır. Tarihselcilerin düştükleri en büyük hatalardan birisi de, Vahyi belgeye dayanmadan tarihi rivayetlerden esinlenerek, olaylara bakmalarıdır. İlim, belge ister, delil ister. Bana tarihi bir olay söyleyin ki, o konuda uzman olduklarını iddia eden birkaç tane tarihçi, o tarihi olayı biri birinden etkilenmeden anlatarak, aynı görüşü paylaşabilsinler. Paylaşamazlar. Çünkü insan eksiktir. Çünkü insan nankördür, bundan dolayı bu anlayış, insan yapısına terstir.
Kur’an Geçmişte, anda ve gelecekte, olmuş ve olabilecek olayları gayb haberi sözü ile ifade ederek örnek bir peygamber ve o peygamberin önderliğinde, örnek bir toplumun yaşamış olduğu hayatı, kıble olarak almamızı ister.
2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Vermiş olduğum ayet, doğru olarak anlaşılabilmiş olsaydı, Kur’an’ın dışından gelen uydurma rivayetlerle din ortaya koymaya çalışılmazdı. Bu gün İslam toplumunun çekmiş olduğu sıkıntıların kaynağı da bu değil midir? Allah, yazı kültürü ve sanatının, gelişmediği dönemlerde peygamberleri peş peşe dizerek insanlara neyin helal, neyin haram neyin doğru neyin yanlış olduğunu, iman eden ve salih amel işleyen insanlara, nerede nasıl davranacaklarının yolunun kılavuzluğunu yaptırmıştır.
Kur’an insanlık tarihinin var oluşu ile beraber başlayan bir dinin, Aktivitesini çeşitli konularda vahyin kurallarına uyan ve uymayan toplumların, başlarına gelen kötülükleri ve güzellikleri, çeşitli örnekler vererek, hem kendi bulunduğu toplumlara, hem de kendisinden sonra gelecek olan toplumlara,  ibret dersi vermektedir.
Artık her örnekten bir örnek verilmiş ve hiçbir şey,  eksik bırakmamış ve insanlar için yeterli bir açıklaması yapılan Kur’an gibi bir kitapla, Hem kendi inmiş olduğu topluma, hem de kendisinden sonra gelecek olan toplumlara, bir ölçü bir yaşam biçimi kaynağı olarak korunmuş bir şekilde ortada beklemektedir.
6/ 38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.
İşte Allah bu kitaptan insanları hesaba çekecektir.  Kur’an her çağda her dönemde insanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek ilahi bir mesaj, ilahi bir kılavuzdur. Peygamberlik olayının nesh edilip sadece Kur’an ile insanların doğru yolda yürümelerinin hikmeti de burada yatmaktadır.
43/ 43- Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
43/44- Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
15/ 9- Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.
Vermiş olduğum ayetler gösteriyor ki, insanların doğru yolda yürüyebilmelerinin tek seçeneği, vahye uymak ve vahiyle hayatı anlamlaştırmaktır. Şu anda peygamberlik yok, ama peygamberlere gelen vahiyler var. Eğer Peygamberden sonra gelen yakın kuşakların içtihatları Kur’an’ın emri gibi kabul edilmiş olsaydı, tarihselcilerin görüşlerine katılmamak mümkün değildi. Ama ne yazık ki Sonra gelen kuşakların aktardıkları bilgilere gerek Yahudi olanların gerekse Hıristiyan olanların uydurmuş oldukları hadisler karıştırılmıştır.
Kur’an gelmezden önce, şu anda içtihatlardaki yapılan yanlışlıkların aynısı, geçmiş Vahiyden uzaklaşmış olan kavimler de yapmışlardır. Kur’an onların ellerinde yazılı bir belge veya Kur’an gibi korunmuş olan bir kitap olmadığından kavimlerin yapmış oldukları bu yanlışları Allah yeni bir peygamberle düzeltmiştir. İsterseniz Kur’an’dan bunlara bir iki tane örnek vererek doğru olanı anlamaya çalışalım.
18/ 22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: “Üç’tüler, onların dördüncüsü köpekleridir.” Ve: “Beştiler, onların altıncısı köpekleridir” diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. “Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez.” Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
18/23- Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme.
18/24- Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.”
18/25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
18/26- De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”
18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
Kur’an bu ayetlerde önemli olarak iki yanlışa dikkat çekmektedir. Birincisi kehf ve rakım ehlinin sayılarının kaç olduğu konusunda halkın uydurdukları sayılara dikkat çekmekte, ikincisi de, kehf ve rakım ehlinin mağarada kaldıkları süreye dikkat çekmektedir.
Şu anda indirilen dine değil de, uydurulan dine iman edenler rakım ehlinin üç yüz yıl kaldıklarını veya sayıları konusunda yedi kişi olduklarını söylemektedirler.   Vahiysiz din yaşayan İslam toplumları da onlar hakkında söyledikleri bu değil mi? Şu anda İslam âlimi diye bilinen ve kendilerinin âlim olduklarını iddia edenlerin genel olarak büyük bir kısmına sorsan ashab-ı kehf’in mağarada üç yüz yıl kaldıklarını söylerler.
Şimdi bir başka örnek daha vermeye çalışalım.
40/34 - Bundan önce size delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiği hakikatte şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de "Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez" dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.

Kur’an’ı Kur’an ile anlamamanın menfi sonuçlarından birisi de, yozlaşmış olan halkın söyledikleri ile Allah’ın söylediklerinin ayırt edilememesidir. Dikkat ederseniz mümin suresinin otuz dördüncü ayetinde bahsedilen ifade, vahyin orijinal anlayışından sapan insanların söyledikleridir. Yusuf’tan sonra peygamber gelmeyeceğini söyleyen Allah değil, kalpleri marazlı olan sapmış olan halktır. Ama ahzab suresinin kırkıncı ayetinde bahsedilen ise Allah’ın bizzat kendisinin söylediğidir. İsterseniz ayeti tekrar yazalım.

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

Şimdi bu iki ayette bahsedilen ifade, düşünen aklını kullanan insanlar tarafından aynı anlamı ifade etmesi mümkün mü?

“ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.”

“Nihayet vefat ettiğinde de "Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez" dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.”


Ayette ifade edilen bu iki farklı ifadeyi tutar da ikisini de söyleyen Allah veya ikisini de söyleyen halk olarak anlaşılırsa doğru bir anlayış olabilir mi?

Basında haber olarak “Müftünün keçisini çalmışlar” diye yazılır, fakat halkın ağzında müftü keçi çaldı diye dolaşır. Bu da aynen öyledir.

Tarihselcilerin söylediği gibi, eğer Kur’an bulunduğu dönemde ve bulunmuş olduğu coğrafyada anlaşılıp orada kalmış olsaydı, Kur’an’dan sonra gelen toplumların hali ne olacaktı?

Tarihselci görüşün söylediklerinin doğru olabilmesi için, Peygamberlerin aktardıkları bazı şeylerin halk tarafından yanlış anlaşılması veya yanlış yaşanması durumunda, yanlış olanların doğru olanlarla düzeltilmesi için mutlaka ama mutlaka peygamberlik olayının devam ettirilmesi gerekirdi. Ahzap suresi kırkıncı ayette bahsedildiği gibi, artık bir daha peygamber gelmeyecektir.

Peki, halkın yanlış yaptıkları konularda ve yanlış içtihatlarını düzeltmede hakem rolünü kim oynayacak? Allah haşa böyle bir zaafa düşer mi?  İşte Kur’an kendisinden sonra gelen kuşakların sorunlarını çağlara göre açıklayan aynı zamanda evrensel birkitaptır. Yeter ki o çağda sorun olanları vahyin çizgisinden sapmadan güncelleyebilen uzmanlar olsun.

3-ÜÇÜNCÜ ŞIKKIN KUR’ANLA KIRİTİĞİ, NESH OLAYI!

3. İslam hukukunda nesih kavramı, hükümlerin daha peygamber zamanına bile tarihsel olduğunun en büyük delilidir. Peygamber döneminde dahi hükümler birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki dönemlerde hükümlerin birbirini yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir. Hz. Ömer’in zekât verilecek sınıflardan birisini Kur’an’da geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.

İslam toplumlarında yapılan en büyük yanlışlıklardan birisi, de nesh olayının yanlış anlaşılmasıdır.  Üçüncü şıkta geçen şu ifade yanlışlığına bakın.” Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kur’an’da geçtiği halde şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli örnektir.”

Tarihselcilerin yanıldıkları bu şıkkı anlayabilmek için Kur’an’da geçen nesh kavramını bilmek gerekir. Nesh; Kur’an’a göre iki farklı anlamda kullanılmıştır.


Nesh etmek, Kur’an'a göre, insanların vahyin orijinlinden saparak, bir söylem ve eylemin kaldırılarak, o konu hakkında benzerinin ve daha güzelinin gelişiyle terk edilmesi demektir. Bu söylediğimizi Kur’an’dan örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

NESH ETMEYİ KUR’AN İKİ ANLAMDA ELE ALMIŞTIR.

a)-vahyi bilgilerin peygamberler öldükten sonra helali haram, haramı, helal yapan kavimlerin yeni bir peygamber gelmesi ile kelimelerin, ait olduğu yere konmasıdır.

b)-teknolojinin gelişmesi ile yaşamı kolaylaştıran yeni icatların çıkışı ile eski icatların tedavülden kalkmasıdır.

NESH ETMENİN BİRİNCİ ANLAMI;

a)-vahyi bilgilerin peygamberler öldükten sonra helali haram, haramı, helal yapan kavimlerin yeni bir peygamber gelmesi ile ait olduğu yere konmasıdır.


2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.

İslam toplumlarında anlaşılan nesh, sanki Allah bir şeyi önceden yanlış söylemiş veya bilememiş, sonradan bu yaptığı yanlışın farkına vararak düzeltmesi veya söylediğinden vaz geçerek değiştirmesi, anlamında anlaşılmıştır.

Allah bu noksanlıklardan uzaktır. Nesh ile ilgili ayet, konu içerisinde kendisinden önce ve sonra  gelen ayetlerden ne demek istediğini anlamak gerekir.

2/105- Kitap Ehlinden olan kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir. 

İşte bu ayet nesh edilen ayetin ne olduğunu bize açıklamaktadır.

Kur’an'daki ayetlerin ne demek istediği Kur’an'da onunla ilgili geçen, diğer ayetlerden anlaşılması gerekir. Kur’an bir olayı bir konuyu anlatırken, masal ve hikâye gibi anlatmamıştır. Onları bir arada toplu halde de işlememiştir. Onunla ilgili ayetler Kur’an'ın her tarafına serpiştirilmiştir. Doğru olan bir anlayışı ortaya çıkarabilmek için, o konu hakkında Kur’an’da geçen ilgili ayetlerin bir araya getirilip, o konunun bina inşa edilir gibi, düzgün bir şekilde inşa edilmesi gerekir.

Bir bina yapacağın zaman, taşını bir yerden, çimentosunu bir yerden, demirini bir yerden kerestesini bir yerden kirecini başka bir yerden alıp bir usta ve işçiler nezaretinde yapılıyorsa, Kur’an'daki bir konu da aynen öyle inşa edilmektedir. Yazdığım makalelerde bu olayları sık sık tekrar ediyorum ki, anlaşılsın diye!

Nesh ile ilgili ayeti doğru olarak açıklayabilmek için, önce ayette kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğini, Kur’an'da arayarak bulmakla mümkün olur kanaatindeyim.

” Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız ”

Nesh edilen ayet nedir? Onu yakalamaya çalışalım

Ayet: Allah'ın kâinatta yaratmış ve göndermiş olduğu  zerreden küreye kadar var olan her şeydir. Kur’an'da kullanılan kelimeler ve ayetler ayet olduğu gibi. Kur’an'ın dışında yaratılmış olan, maddeler ve insan yaşamını olumlu veya olumsuz etkileyen her şey de birer ayettir. Olaya bu açıdan baktığımız zaman, nesh etme olayını daha güzel kavrayabiliriz, kanaatindeyim.

Kur’an'da geçen bir ayet, ayet olduğu gibi, deve de bir ayettir. Yanlış din anlayışı da,  bir ayettir. Doğru din anlayışı da bir ayettir. Haram da bir ayettir. Helal da bir ayettir. Savaş ve barış da bir ayettir. Ayet içerisinde geçen daha güzeli ve benzeri olan da bir ayettir.

Asıl toplumun yanlış anlayıp da Allah'ın gönderdiği dinlerin bozulmasına vesile olan anlayış, Allah'ın din olarak peygamberlerle gönderip sonradan bu dinleri beğenmeyip değiştirmesi anlayışıdır. Ayetin kendinden önce gelen ayetlere dikkat ettiğimiz zaman, muhatap olan, ehlikitap ve onların algıladıklar ve yaşadıkları yanlış din anlayışlarıdır. 

Yani Hazreti Musa peygambere ve hazreti İsa peygambere gelen vahiy orijinli dinin, mensupları tarafından saptırılarak veya yozlaştırılarak yaşadıkları dindir. Nesh etmek, doğru olan dinle yanlışların düzeltilerek yanlış olan din anlayışının hükmünün kaldırılmasıdır. Yoksa orijinal olan Musa’ya veya İsa’ya gelen dinin hükmü değildir.

7/ 157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Onların helallerini haram, haramlarını helal yapan din, orijinal olan İsa ve Musa’ya gelen dinin, helali ve haramı değil, kendilerinin ortaya koydukları yozlaşmış bozulmuş olan, dinlerin helali ve haramıdır.


İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, Allah'ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu dinin adı İslam, gönderilmiş olan peygamberlere bağlılığını gösterenlerin adı da Müslüman’dır. Öyleyse, peygamberler arasında helal ve haram farklılığı yoktur. Şartlar farklılığı vardır. Bu şartlar farklılığı aynı peygamberin yaşam döneminde olduğu gibi, farklı peygamberlerin dönemlerinde de yaşam ve şartlar farklılığı vardır.

At eti haram değilse, Allah yasaklamamışsa, kimsenin At eti yenmez haram deme hakkı yoktur. Ancak atı kesip yersek, hayatımızın olmazsa olmazlarını oluşturan yaşamı sekteye uğratır. 

Atı binek olarak, savaşta barışta yük taşımada, çift sürmede odun getirmede işimizi kolaylaştırırken, onu çok az bir ihtiyaç için yok etmek bizim hayatımızın zorlaşmasına neden olduğu için kesip yemeyiz. Bizim et ihtiyacımız için özel yaratılmış hayvanları kesip yeriz. Eğer kesip yemek o saymış olduğumuz gerekçelerden daha ön plana çıkarsa onu da keser yeriz, burada şartlar değişmiştir.

16/ 118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Bu hitap son peygamberedir. Ona neyin helal neyin haram olduğu Kur’an'ın diğer ayetlerinde açıklanmıştır.

5/ 4- Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.

6/ 145- De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir. 

İşte Kur’an'ın yasakladığı bütün yiyecekler kendilerinden önce gelen toplumlara da yasaktır. Kur’an'ın yenmesini helal kıldığı bütün şeyler de, kendilerinden önceki gelen toplumlara helal kılınmıştır.

Bu Ayet örneklerinde de olduğu gibi, Kur’an iki kötüden mutlaka birisini, seçmek gerekirse daha az kötüyü, iki iyiden birisini seçmek gerekirse mutlaka daha çok iyiyi seçmemizi öğütler.

Kur’an'ın nesh ettiği ayet, konu içerisinde bahsettiğimiz bu değildir. Konu içerisinde bahsedilen ayet, bozulmuş olan Musa ve İsa dininin doğru olanları aynı kalmak koşulu ile bozulan yerlerinin kaldırılarak, yerlerine doğru olanların getirilmesidir.  

Allah insanlara Yahudilik ve Hıristiyanlık dini göndermemiştir. Onlar kendileri bu ismi kendilerine vermişlerdir. Onlar biz Hıristiyanlarız dediler. Ama Allah onlara Müslüman olun demiştir. Allah İbrahim dinini örnek alın demiştir.

3/ 67- İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan’dı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslüman’dı, müşriklerden de değildi.

Kur’an'da, her dilde olduğu gibi bir anlatım sanatı vardır. Bir ayetin buraya tercümesini aktardıktan sonra, ayetin ne demek istediğini anlatmaya çalışalım.

6/ 146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.

Bu ayet örneğinde Yahudi olanlara Allah helal olan, tertemiz şeyi haram etmez. Ancak onlar helal olan bir şeyi yemediklerinden dolayı Allah onlara haram ettik ifadesi kullanır. Bu Kur’an’ın anlatım sanatıdır.

“Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık.” 

Zaten Kur’an'ın bütünlüğü içerisinde olaylara hikmetle bakamayanlar, Allah Yahudi olanlara bu sayılanların haram edildiğini sanmışlardır.

Allah insanlara iki yol göstermiştir. Birisi hak yol, doğru olan yoldur. Diğeri ise batıl yol, yanlış olan yoldur. Allah evrene iki yolda yürüyenler için malzemeleri yaratmıştır. Ama insanlara demiş ki, haram olanlardan yemeyin çünkü bunlar fısk ve murdardır. Temiz ve helal olanlardan yiyin demiştir.

Allah'ın yarattığı şeyler özel durumlar hariç aynı şartlar altında bir kavme helâl, bir kavme haram olamaz. Bu Kur’an Ve evrenin yasalarıyla uyuşmaz. İşte orada Yahudiler, Allah'ın dinini tanımayıp, kendi zan ve tahminlerine göre, bir din uydurduklarından dolayı kendi kendilerine haram etmelerinden dolayı Allah, haram ettik ifadesini kullanmaktadır. İşte orada ayetin ne dediği değil, ne söylemek istediği anlaşılmazsa kavram kargaşalığı ortaya çıkar.

74/ 31- Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kâfirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.

Dilediğimi saptırırım ayetinde olduğu gibi. Dilemek Kişilerin istediği yola gitmede Allah donanımlı bir hale getirdikten sonra yol seçme özgürlüğü ile olayları kendi isteklerine bırakılmasıdır.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.”

Yoksa Allah birini dileyip saptırırsa birini dileyip hidayete getirirse birini dileyip bağışlarsa, haşa Allah’ın adil sıfatı ortadan kaldırılmış olur.

Nasıl Allah insanlar arasından her hangi birisini insanların özgürce yol seçme anlayışı dışında, gel kulum seni diliyorum saptırıyorum, gel kulum seni diliyorum hidayete getiriyorum, gel kulum seni diliyorum bağışlıyorum. Anlayışı doğru değil ise, Yahudi olanlara Allah'ın helal ve temiz kıldığı şeyleri de haram etmesi  Kur’an'ın anlatış  esprisine uyum sağlamaz.

Allah hidayete ermeyi, sapmayı, bağışlamayı, helal ve temiz olanları, haram olanları, yaratır. Bunu imtihana tabi tutmak için yarattığı insanların özgür iradesine sunar. İnsanlardan dileyen sapar dileyen hidayete gelir. Dileyen bağışlanmak ister. Dileyen haram yer dileyen de helâl olanlardan yer. Allah onların özgür iradelerine dünya hayatında, müdahalede bulunmaz.

O zaman Allah’ın nesh ederek bir benzerini ve daha güzelini meydana getirdiği ayet nedir? Ehli Kitap ve müşriklerin anladığı ve yaşadığı din anlayışlarının doğru olanları yerinde kalmak koşulu ile yanlış olanlarının yerini, doğruları ile değiştirilmesidir.

İşte aradan yuvarlak hesap bin beş yüz yıl geçmiş olan Kur’an'ın inişi ile şimdiki zaman arasında geçen toplumlardaki din anlayışlarının yeniden gözden geçirilerek, Kur’an'ın anlattığı din anlayışı keşfedilerek, doğru yerlerin aynen kalmak koşulu ile yanlış olan yerlerin doğrularla yeniden düzenlenmesi gerekir.

Allah, peygamberlik ayetini nesh ederek, bir daha peygamber gelmemek üzere noktalamıştır.

33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir.

Yerini Her çağa hitap edecek her insanın alıp da kendisine bir kılavuz olan hayat kitabına bırakmıştır. Her insan elbette ki her ayeti anlayamaz, ama anlayamadığı yerleri de o konuda uzmanlaşan zikir ehlinden öğrenirler.

İnsanlar dünya hayatında değişik zekâ meziyet ilgi ilim, uğraşı alanlarına eğilim göstererek hepsi Allah'ın yarattığı kâinatı keşfetmede küreselleşen dünyanın bir tuğlasını oluşturmuşlardır. Tıpta, biyolojide, inşaatta, fizikte, insanlar insanların hayatta daha güzel çağdaş müreffeh bir hayat yaşamalarında bir görev yapmaktadırlar. 

Bir insan aynı zamanda bir tıp ilmini, aynı zamanda bir din ilmini, aynı zamanda bir kimya ilmini başarmasına ne ömrü yeter, ne de beyni bunları kavramaya yeter. Genellemesini bile sayamadığımız milyonlarca çeşit yaratıkları ayrı ayrı keşfetmek ayrı ayrı insanların ilgilenmesi ile çözülecek olan olaylardır.

NESH ETMENİN İKİNCİ ANLAMI;
b)-teknolojinin gelişmesi ile yaşamı kolaylaştıran yeni icatların çıkışı ile eski icatların tedavülden kalkmasıdır.

İlk Kur’an’ın sesli olarak okunuşu, kayıt altına bin sekiz yüz seksen beş yıllarında oldu. Bunun sebebi ilk plak veya kasetçalar o tarihlerde icadedilmiş olmalı ki, Kur’an’ın sesli okunuşu,  kayıt altına alınabilsin.

Allah, Kur’an’ı (zikri) biz indirdik onun koruyucuları da biziz derken, Peygambere gelen vahyi bilgiler, teknolojinin gelişmesi ile onu yazacak bir adam, yazacak bir kalem, yazılacak bir kâğıdın olması ile ancak mümkün olabilirdi. Eğer, kâğıt ve kalem icat edilmemiş olsaydı bu Kur’an diğer kitaplar gibi, bozulmuş olurdu. Kur’an’ın korunuşu belgelenmesi ve ezberlenmesi ile ilgilidir. Kur’an’ın konuşma dili ile Vermiş olduğum ayet örneğini başka bir ayetle açıklamaya çalışalım.

8/17- Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü’minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

15/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.

Şimdi, bu iki ayeti karşılaştıralım. Bir taraftan Allah Müslümanlar ile kâfirlerin savaşında ok atmayı ve kâfirleri öldürmeyi kendisinin yaptığını söylüyor. Bir taraftan da “Kur’an’ı biz indirdik biz koruduk” diyor.

Kur’an’a hikmet ve mantık ölçüleri içerisinde baktığımız zaman, Allah dünya hayatında halife olarak İnsanları yaratmış, onların ne yol seçimlerine ne de onların yaptıkları davranışlara savaşlara asla müdahil olmamıştır. Elbette Allah sapma yolunu yaratırken sapma yoluna gidecek yol göstericileri de yaratmıştır.

Hidayete gelme ve bağışlama yolunu yaratırken hidayete gelmeyi teklif sunan yol gösterici peygamberleri de göndermiştir. Hidayete gelme ve bağışlanma yolunda yol gösterici olan peygamberler sadece teklif sunarlar. Sapma yolunda da şeytan ve dostları da sadece teklif sunarlar. Ama Allah sapanları ben saptırdım hidayete gelenleri de ben hidayete erdirdim der. Haşa Allah haklı değil mi? Çünkü, yerleri ve gökleri yaratan sapmayı ve hidayete gelmeyi insana ilham eden Allah’tır. Ama sapmak ve hidayete gelmek, insanların kendi tercihleridir.

Bu açıklamalardan sonra, Kur’an’dan önce gelmiş olan kitaplar, Allah onları korumadığı için bozulmamıştır. İnsanlar onları korumadıkları için bozulmuşlardır. Ama Allah, İnsanları o kitaplar bozuldu diye başını boş bırakmamış, tekrar peygamber göndermeye devam etmiştir.

Ne zaman; Allah’ın göndermiş olduğu Kitap bir taraftan teknoloji gelişince belgelenmiş koruma altına alınmış, bir taraftan da ezberlenmiş, artık tekrar peygamber göndermesine gerek kalmamıştır. Yani Allah, Peygamberlik ayetini nesh etmiş, yerine bütün insanların istedikleri zaman alıp okuyabilecekleri Kur’an ayetini getirmiştir.

33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir.

Allah, Artık bir daha peygamber gelmemek üzere, kapıları kapatmıştır. Kim Son nebi ve resulden sonra ben peygamberim diyorsa o sahtekârdır, yalancıdır.

Yaşadığımız hayatın neresine bakarsak bakalım, insanlara hizmet sunan icatların bir yenisi çıktıkça bir önceki icatlar, kullanılmaz duruma gelmektedir. Taşımacılıkta eskiden at eşek develerle taşınan yükler, taşıtların her türlüsü ortaya çıkınca artık onlar kullanılmaz duruma gelmiştir. Demir çimento icat edilmediği dönemlerde binalar köprüler kemerler ve kilit taşı yöntemi ile inşa ediliyordu. Ama çimento demirler çıkınca betonarme binalar ve köprüler onlarla yapılmaya başladı.

Yazılan kitapların matbaalarda basılması ve kütüp hanelerde barındırılması şu anda bilgi sayar ve tabletlerin çıkması ile kalem kâğıt masraflarından insanları kurtarmakta ve büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Küçücük bir bilgi sayarla kütüphaneler dolusu bilgileri kayıt altına almak onları dosyalamak ve onları dilediğimiz zaman hangisini okumak istersek anında önümüze açıp okuyabilmekteyiz. Bu da gösteriyor ki, insanlar zamanla kitap hamallığı yapmaktan kurtulacak bilgilere süratle elindeki tabletlerden ulaşabileceklerdir.  

4- TARİHSELCİ GÖRÜŞÜN DÖRDÜNCÜ ŞIKKININ KUR’AN’LA KRİTİĞİ!

4. Sosyal değişme insan hayatında her zaman olacaktır. Devamlı değişen şartlar ve durumlara aynı hükmü bindirmek insanlığın geleceğini duraklamak olabileceği gibi üretimi de durdurur.

İşte bu bakış açısı da Kur’an’ın evrensel oluşuna gölge düşürmektedir. Aslında yukarıda nesh olayı ile bu anlayışın yanlış olduğuna değinmiştik. Kur’an’a göre iki farklı yol vardır. Bunu sürekli o konu ile ilgili mevzular geçtikçe tekrarlamak zorunda kalıyorum. Birincisi Rabbani yoldur. Bu yolun tabiri caizse mimarı Allah’tır. Bu yolun bizzat, fiili aktörleri de peygamberlerdir. Her peygamber kendilerinden önce gelen peygamberleri doğrulaması ve tasdik etmesi, kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemesi doğru yolda yürüyenlerin tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde oluşlarının bir delilidir. Allah bütün peygamberlere şunu söylemelerini istemektedir.

6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”

Tarihselci görüşün, Rabbani yoldan sapan insanların oluşturdukları seküler ve laik toplum oluşturmalarının adına sosyal değişim ifadesi kullanmaktadırlar. Oysa Kur’an rabbani yolun dışında yol alan insanlara Daha insanlık tarihinin başlangıcından itibaren ademin iki oğlunun örneğini vererek batıl yolda olan insanların profilini çizerek bütün insanlık tarihinin başlangıcı ve bitişi arasındaki gelmiş ve gelecek olan insanlardaki sosyal değişimi örneklendirerek anlatmıştır.

5/ 27- Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.”
5/28- “Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
5/29- “Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.”
5/30- Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.
Bu ayetlerde, verilmek istenen temel mesaj, insanların yol seçmelerini insanların kendi öz yapılarında var olan iblis ve takva dürtüsü şekillendirmektedir.   Tarihselcilerin sosyal değişme diye bahsettiği olay insanların kendilerini rabbani yoldan uzaklaştırarak gayri rabbani yolda tercihlerini kullanarak, laikleşmesi ve seküler toplum haline gelmesi demektir.
İlahi mesajdan nasibini almamış toplumların zaten Kur’an’ın söyledikleri ile, ilgi ve alakası yoktur. Kur’an bu tip insanları kendisine muhatap bile almaz. Bu tip toplumlar ya müşrik olan toplumlardır. Ya da ehli kitap olan toplumlardır. Kur’an’daki bir hükmü müşrik veya ehli kitap olan bir topluma uygulamaya kalkarsan elbette tepki alırsın. Ya toplum kendisini değiştirecek Allah’ı rab edinip onun söylediklerini yaşam biçimi olarak kabul edecek, ya da küfür yolunu seçecek dünya hayatında üzerine bir pislik yağarak, kör ve sağır olarak dünya hayatında görevi sonlanıp ahiret hayatında da ebedi cehennemi boylayacaktır.
Kur’an’ın söylediklerini iyi anlayamamış ve iyi algılayamamış olanlar, ateistlerin deistlerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların, güzel amel işlediklerinde cennete gireceğini söylemektedirler. Oysa Kur’an, bir kişinin cennete girmesinin şartını İman ve salih amel ile bütünleştirme kuralına bağlamaktadır. İman etmeden ne güzel bir amel işe yarar, ne de güzel bir amel iman etmeden bir işe yarar. Kur’an okuyanlar iyi bilirler Kur’an iman ve salih ameli hep birlikte genelde zikretmiştir.
İşte Adem’in iki oğlundan Kurbanı kabul edilen ve edilmeyen diye bahsederken bu olaya dikkat çekmektedir. Yani tağut yolunu tercih ederek hayat yaşayanların güzel amel işleseler bile anlamsız olacağı vurgulanmaktadır. Buna Kur’an’dan bir örnek verelim.
2/ 264- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.
Sonuç olarak Kur’an insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte başlayan yaşam serüveni içerisindeki olayları doğru bir şekilde bize aktarmakla tarihseldir. Her emrin yaşanan şartlara göre güncellemesini yapması da evrenseldir. Yani Kur’an hem tarihsel hem de evrenseldir. Kendisine iman edenleri dosdoğru yolda son nebiye kadar nerde nasıl bir davranış sergileneceğini nebiler ve resullerini göndererek peygamberleri ardı arkası kesilmeden doğru yol çerçevesi çizilerek yaşanmış. Peygamberlik olayı ortadan kaldırılınca her örnekten bir örnek verilen, hiçbir eksik bırakılmadan Allah’ın insanlar eliyle koruduğu ve kıyamete kadar da korunacak, Kur’an gibi bir kitapla çağlara hitabeden her asırda güncellenebilen bir kitap bırakılmıştır.
Doğrularım Allah’a Yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
ANAMUR- MERSİN