20 Şubat 2016 Cumartesi

İKİNCİ BÖLÜM; KUR'AN’IN KONUŞMA DİLİ VE KUR'AN KISSALARI NASIL ANLAŞILMALIDIR?






RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!

Kur’an; Söylemle eylemin buluştuğu doğru bir yaşam biçimi doğru bir hayat tarzını,  insanlar için ortaya koyan Allah’ın bir projesidir. Her dilin ve her edebi sanatın kendisine göre bir konuşma dili ve anlatım sanatı varsa, Kur’an’ın da kendisine göre bir konuşma dili ve anlatım sanatı vardır. Eğer, Kur’an’da geçen kelime ve ayetlerin konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde o kelimeye ve o ayete, yüklemiş olduğu anlam anlaşılamazsa Kur’an’da geçen, kıssalar ve konuların da doğru anlaşılması mümkün değildir. Bu gün elinize herhangi bir tefsir veya herhangi bir fıkıh kitabı alın, hep kendi içerisinde çelişkiler halinde olduğunu, rahatlıkla görebilirsiniz.

Ama Kur’an, hem kendi içerisinde çelişkisiz bir kitaptan bahsederken, Hem de evrenin çelişkisizliğini göz ardı etmeden evren yasaları ile Kur’an’da geçen ayetlerin, bir başka ifadeyle vahiy yasalarının, tam bir mutabakat içerisinde olan, bir din ortaya koyar. Genelde yazmış olduğum makalelerin hepsinde şu değişmez kuralları rahatlıkla, görebilirsiniz. Kur’an’ın anlattığı din, Kur’an ile Kur’an’ın kâinatla kâinatın ve Kur’an’la kâinatın çatışmadığı Allah’ın insanlara sunduğu dindir. Şimdi bu konu ile ilgili dört ayeti nakletmek istiyorum.

4/82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Bu ayetleri sürekli vermemin sebebi, Her şey bu kurala bağlı olarak düzenlenmiştir. Ağırlığı tartan bir terazi, uzunluğu ölçen metre, basıncı ölçen barometre varsa doğru yolu ölçen de Kur’an vardır. Şimdi Kur’an’ı doğru anlamanın önünde, en büyük engel, mucize ve helak kavramlarının, Kur’an’ın anlattığının dışında anlaşılmış olmasıdır. Şimdi; Kur’an’ın anlatmış olduğu mucize ve helak kavramlarını açıklayarak, Kur’an içerisinde geçen kıssaları anlamaya çalışalım.

MUCİZE VE HELAK NEDİR?

Kur’an’ın orijinal olan metninde mucize kelimesi yerine genelde ayet kelimesi kullanılmıştır. Meallerde ayet kelimesini mütercimler ve mealciler mucize diye tercüme etmişlerdir.

Kur’an içerisinde meallerde farklı rakamlar olsa da yaklaşık olarak yirmi dört yerde ayet kelimesi yerine kullanılan mucize kelimesi geçmektedir. Örnek olsun diye Bir tanesini hem Arapça metnini hem Türkçe okunuşunu hem de mealini, vermeye çalışalım.

7/ 132- Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler.

وَقَالُواْ مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِن آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
7/132-Ve kâlû mehmâ te’tinâ bihî min âyetin li tesharenâ bihâ fe mâ nahnu leke bi mu’minîn(mu’minîne).
Dikkat ederseniz, mucize kelimesi Kur’an’ın orijinal olan metninde ayet olarak geçer. Ama toplum dilinde ve algılayışında Mucize veya ayet kelimesi işittiklerinde Peygamberlerin kendi peygamberliklerini iddia ve ispat etmek için, fizik kurallarını alt üst eden bir gösterilerinden söz edilir veya algılanır.

Oysa Kur’an’a göre peygamberlerin insanlara belge olarak getirdikleri sadece vahyi bilgilerdir. Kur’an’da peygamberlerin getirdikleri vahyi bilgiler dışında gösterdikleri hiçbir mucizeden bahsedilmez.

29/ 50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.
17/ 92- “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
İnkâr eden kâfirler, peygamberden mucize istiyor. Peygamberin de verdiği cevap, “De ki: “Ayetler (mucizeler) yalnızca Allah’ın Katındadır. “De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
Bazı Kur’an müfessirleri, demişler ki, Bizim peygambere mucize verilmedi. Fakat bizim peygamberden önce gelen bütün peygamberlere mucize verildi. Bizim peygambere mucize ahiret hayatında ümmetinin kurtuluşu için verilecek sözü ile her yanı çelişkilerle dolu bir anlatımla Kur’an’dan delillerini, şu ayetle ortaya koymaktadırlar.
17/ 59- Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
Kur’an’da mucize kelimesi yerine kullanılan kelime ayet, delil, belge beyine kelimeleridir. Ayet kelimesine Kur’an iki farklı anlam yüklemektedir. Önce ayet kelimesini Kur’an’ın nasıl tanımladığını bir yorumlamaya çalışalım.
Ayet; Allah’ın Göndermiş olduğu vahyi bilgileri içine alan, kelimelerden ayetlerden surelerden tutun da, onların kitap haline gelmiş olanlara ayet ismi verildiği gibi, Allah’ın evren ve evrende yaratmış olduğu varlıkların, zerreden küreye kadar içine alan,  aynı zamanda, insan yaşamında olumlu veya olumsuz sosyolojik psikolojik biyolojik olayların tümüne verilen bir isimdir.
O zaman bu tanıma göre Kur’an’da geçen helak kelimesi bir ayet olduğu gibi, evrende yaratılmış güneş bir ayettir. İnsan bir ayettir. Savaş bir ayettir. Barış bir ayettir. Sinek bir ayettir. Hayvanlar bir ayettir. Deve  bir ayettir. İnek de bir ayettir. İşte Ayet kelimesi insanları aciz bırakan, Bütün insanların toplanıp da bir araya gelseler, yapamayacağı şeylerin adıdır.
Örnek olarak arı bir ayettir. Bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler bir arı yaratamazlar. Domates bir ayettir, bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler bir domates yaratamazlar. Ankebut suresi elli birinci ayette anlatılmak istenen odur.” Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?”
2/ 23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağır.
Bu açıklamalar ve vermiş olduğum ayet örneklerinden sonra, açıklamak için verdiğim İsra elli dokuzuncu ayetin ne demek istediğini kısacık anlatmaya çalışalım.
17/ 59- Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
İsra suresinin elli dokuzuncu ayetini, bir makale olarak enine boyuna uzunluğuna genişliğine web sayfamda anlatarak yayınladım. Fakat burada üç bölüm halinde ayette geçen ifadelerin ne demek istediğini kısacık anlatmaya çalışacağım.
1-“Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı”
Bu ayetin muhatabı son peygamberdir. Kur’an eylemle söylemin bir toplum halinde yaşanıp kendisinden sonra gelecek olan nesillere peygamber ve onu destekleyen Müslümanların istisnasız her konuda, Kur’an’ın emrinin uygulanır halde yaşandığı bir toplum arzulamaktadır.
Eğer Geçmiş peygamber kavimlerde olduğu gibi, peygamberleri inkâr ve iman edenlerin söylem ve yaşamları insanların çoğunluğu tarafından engellenmiş olsaydı, seninle de biz bu dini yaşanılır hale dönüştürmezdik. Ama öyle olmadı seni etten duvarla ören insan topluluğu, seni desteklediler ki İslâm’ı yaşanılır hale getirdik.
2-“ Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular.
Kur’an geçmiş kavimlerden Salih kavminin nasıl helak edildiğini örnek olarak verir. Allah deveyi insanlar için etinden sütünden derisinden yük taşımasından tutun da, daha sayamadığımız birçok yönünden yararlansınlar diye yarattığı halde Salih kavmi devenin bu yararlarından istifade etme yerine, o yararlardan uzaklaşarak dişi deveyi, tapınılır hale getirmişlerdir. Bir başka ifadeyle onu ilah edinmişlerdir.
Bu olay Musa kavminde Samiri’nin önderliğinde buzağıyı ilahlaştırmaları gibi Allah’ın insanlara hizmet için yarattığı hayvancağızı ilalaştırmışlardır. Allah Kelimeleri konuldukları yerden kaldırıp onu başka bir yere koyanlara zalim ifadesi kullanmaktadır.
4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’ saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: “Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ‘Raina’ bizi güt, bize bak” derler. Eğer onlar: “İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’ deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.
Kelimeleri konuldukları yerden oynatmak demek Allah’ın koyduğu bir değeri değerinin altında ve değerinin üstünde bir yere taşımak demektir. İşte Salih kavmi aynen Yahudilerin yaptığı gibi deveye, Allah’ın koyduğu bir değeri, değerin üzerinde bir değer vererek kelimeleri yerinden oynattıkları için vahye karşı gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri mühürlenmiş olmaları haline Kur’an Helak ettik ifadesi kullanmaktadır.
3-“ Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.”
Ayetin Bu bölümünde, Allah’ın insanlara verdiği Güç ve kuvvette ayet ifadesi kullanmaktadır. Allah azı insanlara vermiş olduğu güç ve kuvveti, insanlara zulüm yapmak için değil, güç ve kuvveti mazlum olanlar üzerinde işkence aracı kullananların üzerine korku salarak mazlumu zalimin elinden kurtarmak için verdiğini dile getirmektedir. Yani Allah bir topluluğa güç ve kuvvet üstünlüğü vermişse o gücü insanlara zulüm yapmak için değil, zulüm yapmak isteyen bozguncuların zulmüne son vermek ve adaleti tesis etmek için verdiğini anlatmaktadır.
Yeryüzü; Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü Allah’ın halife olan ve güçlü olan insanlara adaletle davranıp davranmayacağının imtihana tabi tutulduğu yerin adıdır.
Mucize kavramı ile ilgili sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah bir peygambere İslam müfessirlerinin anlattığı gibi, mucize vermişse diğer peygamberlere de vermiştir, bir peygambere mucize vermemişse diğer peygamberlere de vermemiştir. Çünkü Kuran’a göre peygamberler arasında hiçbir ayırım yoktur.
2/ 136- Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.”
Evet, Allah katında bütün peygamberler arasında hiçbir farklılık yoktur.  İslam toplumlarının anladığı ve algıladığı gibi Allah hiç bir peygambere vahyi bilgiler dışında evren yasalarını altüst eden mucizeler vermemiştir. Onların peygamberliklerinin kanıtı getirmiş oldukları vahyi bilgilerle yaşamlarının tutarlılığı ve gayıp haberleri ile ilgili söylediklerinin istisnasız sonuç vermesidir.
İnsanların, geçmiş peygamber kıssalarında anlatılan bazılarının ölüleri diriltme, bazılarının ateşte yanmaması, bazılarının denizi asası ile yarması gibi Kur’an’a göre müteşabih, edebi sanatlara göre mecazi olarak anlatılan olayları mucize gibi görmelerinden kaynaklanan yanlış bir algılamadır. Şimdi Kur’an kıssalardan bu gibi algılamaların neden yanlış olduğunu Allah’ın gönderdiği vahyi bilgiler ve yarattığı, evrensel yaslar çerçevesinde örnekler vererek belgelemeye ve anlatmaya çalışacağım inşallah. 
KUR’AN’DA GEÇEN KISSALAR KUR’AN DİLİYLE NASIL ANLAŞILMALIDIR?
1-MUSA PEYGAMBERİN DENİZİ YARMA OLAYI NASIL GERÇEKLEŞTİ?
6/ 63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Ayette geçen deniz kelimesi konu içerisinde hangi anlamda kullanıldığının mutlaka, anlaşılması gerekir. Kur’an kendi kültürü ve kendi anlatım sanatı içerisinde bir kelimeye hangi anlamı yüklemişse, anlayabildiğimiz zaman o ayet ve konuyu ancak doğru olarak anlayabiliriz. Bir de Ayet içerisinde geçen asa kelimesini, Kur’an’ın o konuda o ayette yüklediği anlamı yakalamak gerekir. Dilerseniz önce Kur’an’da asa ve deniz kelimelerinin hangi anlamda kullanıldığını Kur’an bütünlüğü içerisinde sörf yaparak, Kur’an kültürü ile çözmeye çalışalım.
KUR’AN’DA ASA KELİMESİNİ HANGİ ANLAMLARDA KULLANMIŞ?
Allah; yerlerde ve göklerde yarattığı bütün şeyleri çiftler halinde yaratmıştır. Önce bununla ilgili ayeti naklederek çift kelimesinin ne demek olduğunu anlamaya çalışalım
51/ 49- Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz..
İnsanlar yaratılırken, erkek ve kadından yaratılmışlardır.  Konunun iyi anlaşılması açısından birkaç örnek vermeye çalışalım. Gece- Gündüz, erkek dişi, dünya ahiret, iyilik kötülük, mikrop anti mikrop, hastalık sağlık gibi örnekler verebiliriz.
Asa; Genel anlamı Güç ve kuvveti temsil eder. Kur’an genel olarak asa kelimesini iki farklı anlamda kullanmıştır. Birinci anamı, Dünyalık dayanılan onu ayakta tutan güç, anlamında olan asadır. İkincisi de, vahyi bilgiler anlamında kullanılan asadır. Şimdi Kur’an içerisinde, bu iki anlama gelen asayı Kur’an’da geçen ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.
DÜNYADA DAYANILAN GÜÇ ANLAMINDA KULLAILAN ASA;
20/17- “Sağ elindeki nedir ey Musa?”
20/18- Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.”
20/19- Dedi ki: “Onu at, ey Musa.”
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Belki ayetler içerisinde geçen kelimelerde ufak tefek çeviri hatası olsa da, konu içerisinde geçen ayetlerden Musa’nın dünya hayatında onu ayakta tutan ve yaşamını kolaylaştıran, dünya yaşamını temsil eden mallardan mülklerden söz edildiği rahatlıkla anlaşılmalıdır.
Asa kelimesi her zaman her konuda dünyalık dayandığı güçleri temsil etme anlamına gelmez. Biz ancak Asa kelimesinin dünyalık dayanılan güç anlamında mı? Yoksa vahiylerden aldığı güç anlamında mı?  Kullanıldığını konu içderisinde geçen ayetlerden, anlayabiliyoruz. Dilerseniz asanın, dünyalık güç anlamına gelen bir ayet örneği daha verelim.
34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Genelde İslam müfessirlerinin büyük çoğunluğu, bu ayette geçen asa kelimesini meşe ağacından veya andız ağacından yapılan ve dayanılan değnek anlamında asa olarak anlamışlardır. Ayeti yorumlarken, asaya yüklemiş oldukları anlama göre yorumlamışlardır.
Oysa Ayette tamamen farklı bir olay anlatılmaktadır. Belki konu uzayacak ama okuyucuların beni bağışlamasını istirham ediyorum. Bunlar anlaşılmazsa Kur’an’da geçen kıssaların da anlaşılması mümkün olamaz.
Burada geçen asa kelimesi devlet gücü ve otoritesi anlamında kullanılan bir asadır. Şimdi bu ayeti ayrı şıklarla açıklamaya çalışalım.
1- “Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman.
Ayetin bu bölümünde Süleyman peygamberin her türlü imkâna sahip, güç ve kuvvet sahibi bir devlet otoritesinin çöküşünü sembolize etmektedir.
2- “ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi.”
Ayetin Bu bölümünde Süleyman peygambere yürekten bağlı olup itaat eden halkın itaatsizleştiğini sembolize etmektedir.
3-“ Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki,”
Ayetin bu bölümünde Süleyman’ı ayakta tutan halk Süleyman’a desteğini çekince Süleyman’ın sözü dinlenmez hale gelişi anlatılmaktadır.
4-“ şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.”
Cinlileri gözlerinde büyüten halkın, Gayptan haber veremeyeceğini eğer gayıp tan haber Vermiş olsaydı Süleyman’ın öldüğünü(debdebeli hayatın çöküşünü) bilmiş olsalardı ölmeden, önce haberleri olup istemeyerek çalıştıkları ordudan çekerler giderlerdi ifadesi kullanılmaktadır.
34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı
Süleyman peygamberin yukarıda dört şıkta anlatılmak istenen olayı özet olarak şöyle toparlayabiliriz.
Süleyman’ın ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümüne onu etten duvarla destekleyen inanmış Müslüman olanlar desteklerken halkın yozlaşıp, bozularak, bakanlıkların, Genel müdürlüklerin ve müdürlüklerin yozlaşması ile Otoritenin sarsılarak sözünün dinlemez hale gelmesi anlatılmaktadır.
Asa, ayet içerisinde devlet otoritesini temsil etmektedir.  Ağaç kurdu, halkı, temsil etmektedir. Yıkılıp düşmesi de Artık debdebeli hayatın, imparatorluğun çöküşünü haber verilmektedir.
Süleyman’ın tahtı çökmeden önce cinlerin tahtının çökeceğini bilememesi, Gayptan haber verdiği sanılan cinlerin sanıldığı gibi, cinlerin gaybı bilemediklerini Kur’an bize haber veriyor. Dikkat edilirse cinler burada beş duyularla algılanamayan varlıklar değil, yaratılışta vermiş olduğu “Rabim Allah’tır “ sözünden cayarak gayrı rabbani yolda yürüyen kitap ehli ve puta tapıcı insanlardır.
VAHİYİ BİLGİLER ANLAMINDA KULLANILAN ASA,
7/103- Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
7/104- Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
7/105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”
7/106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).”
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”;
7/110- “Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”
7/111- Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”;
7/112- “Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”
7/113- Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?”
7/114- “Evet” dedi. “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”
7/115- Dediler ki: “Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”
7/116- (Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
7/117- Biz de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
7/121- “Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.
7/122- “Musa’nın ve Harun’un Rabbine�”
7/123- Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.”
7/124- “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”
7/125- (Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimiz’e döneceğiz” dediler.
7/126- “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.”
Kur’an’da en çok bahsedilen kıssa Musa kıssasıdır. Şimdi olayı Kur’an’dan başka surelerde geçen onunla ilgili kıssaları da bütünleştirerek halkın anlayabileceği şekilde anladığım kadarı ile güncellemeye çalışayım inşallah.
Öncelikle Musa ve Firavun’un büyücülerinin attıkları ağaçtan değnek olan asanın yılan ejderha olması değil, Kur’an bunları edebi sanatlarda anlatılan mecazi anlatım, Kur’an’ın anlatım şekli ile müteşabih bir anlatımdır. Genelde bütün müfessirler sihir büyü olarak anlamışlar ve anlatmışlardır. Bir peygamber sihirbaz değildir. Peygamberlerin Allah’tan aldıkları vahyi bilgiler dışında bir mucizeleri de yoktur.
Daha önceki Musa’nın attığı asa yılan olup Musa korkuya kapılıp ondan kaçmıştı. Ama bu attığı asa, Musa vahyi bilgilerle donatılıp firavun ve yandaşlarına karşı kardeşi Harun’la beraber vahyi bilgilerle çıkmaktadırlar. Olay şöyle gelişmektedir.
20/42- “Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
20/43- “İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor.”
20/44- “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.”
20/45- Dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı ‘taşkın bir tutum takınmasından’ ya da ‘azgın davranmasından’ korkuyoruz.”
20/46- Dedi ki: “Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum.”
20/47- “Haydi ona gidin de deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğulları’nı bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azap verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.”
20/48- “Gerçekten bize vahyolundu ki: Doğrusu azap, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir.”
20/49- (Ona gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında, Firavun onlara) Dedi ki: “Sizin Rabbiniz kim ey Musa?”
20/50- Dedi ki: “Bizim Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.”
20/51- (Firavun) Dedi ki: “İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?”
20/52- Dedi ki: “Bunun bilgisi Rabbimin Katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.”
20/53- “Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.”
20/54- “Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.
20/55- Sizi ondan yarattık, ona geri vereceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.
20/56- Andolsun, Biz ona ayetlerimizin tümünü gösterdik; fakat o, yalanladı ve ayak diretti.
20/57- Dedi ki: “Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”
20/58- “Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’ tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun” dedi.
20/59- (Musa) Dedi ki: “Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).”
20/60- Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) biraraya getirdi, sonra geldi.
20/61- Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”
20/62- Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.
20/63- Dediler ki: “Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”
20/64- “Bundan ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.”
20/65- “Ey Musa” dediler. Ya sen (asanı) at veya önce biz atalım.”
20/66- Dedi ki: “Hayır, siz atın.” Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.
20/67- Musa, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.
20/68- “Korkma” dedik. “Muhakkak sen üstün geleceksin.”
20/69- “Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.”
20/70- Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” dediler.
20/71- (Firavun) Dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”
20/72- Dediler ki: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.” Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.”
20/73- “Gerçekten biz Rabbimiz’e iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir.”
20/74- “Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir.”
20/75- “Kim O’na iman edip salih amellerde bulunarak O’na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır.”
Araf ve Taha suresinden Musa ve firavunun mücadelesi konusunda iki alıntı yapmaya çalıştık. Dikkat ederseniz konuya girerken Allah şöyle buyurur.
7/103- Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
Mucize konusunu bu konulara girmeden önce anlatmaya çalışmıştım. Peygamberlere vahyi bilgiler dışında hiçbir mucize verilmemiştir. Ayette dikkat ederseniz,” Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik” bu ifade geçmektedir. Peygamberler büyücü sihirci değildir. Oks pokus yapmakla eğer toplumlar yenik düşürülmüş olsaydı, hiçbir peygamber öldürülemez ve hiçbir peygamber hiçbir zaman, yenik düşürülemezdi. Musa peygamber Firavun ve önde gelenlerin karşısına Allah’tan almış olduğu vahyi bilgilerle çıkmaktadır.
Büyü ve sihir karşıdaki kişileri sözle etkileyerek onu kendi tesiri altında bırakmak demektir. Bununla ilgili olmuş bir olayı anlatarak kıssanın anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışalım.
Bir gün şöhretli bir adamın kızı, psikolojik olarak hastalanır. Çevreden nefesi büyüsü sihri güçlü bir hocaya gitmesini tavsiye ederler. Adam da kızını alır o hocaya götürür. Hoca iğneden ipliğe kadar geçmiş başından neler geçtiğini sorar ve not alır. Sonunda hoca der ki senin kızına çok büyük bir büyü yapılmış, ben bunun altından kalkamayacağım der ve kendisinin de üzerinde daha bilgili, bir hocaya gitmelerini önerir. Adamcağız yine tavsiye edilen hocanın yanına varır. Zaten daha önce o hocaya gelecek olan adam ve kızı hakkında telefonla not aldığı iğneden ipliğe kadar bilgiler verilir.
Hoca adama kızına kapıdan girer girmez ismini söyler ve daha önceki hocadan almış olduğu bilgilerle, kızın başından geçen olayları onlara anlatınca şok olurlar. Artık ondan sonrası kolaylaşmıştır hoca ne derse yalan yanlış inanacak konuma gelirler. Gerçekten olayın çözüm yolunu bu hocanın bildiğini sanırlar ne yazarsa eline muska diye yazıp verdiği kâğıt o kızcağızı iyileştirmek için yeterli bir sebeptir. Kızcağız o psikolojik rahatsızlıktan kurtulur. Siz olsanız sizden başka hiç kimsenin bilmediği başınızdan geçen şeyleri en ince ayrıntılarına kadar size birisi bildirse ne düşünürsünüz? Onlar o şok olma olayında kendi verdikleri bilgilerle önceki gittikleri hocadan o bilgileri almış olduklarını akıllarına bile getirmeden tam bir teslimiyetle teslim olup inanmaktadırlar.
İşte sihir büyü, bilgilerle karşısındaki etkileme metodudur.
Musa ile Firavun’un bilginleri ve büyücüleri arasında da Dünya yaşamı konusunda bir bilgi yarışması olmaktadır. Musa önce asanızı siz atın demekle Hayata ve dünya yaşamına nasıl bakmakta olduklarını onlara sorar. Ve halk da onların söyledikleri dünya yaşamı ile verdikleri bilgiler karşısında büyülenirler. Ve büyücülere karşı önce inanırlar.
Daha sonra sıra Musa’ya gelir, aralarında şöyle bir an yaşanır.
20/67- Musa, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.
20/68- “Korkma” dedik. “Muhakkak sen üstün geleceksin.”
20/69- “Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.”
Burada Musa’nın sağ elindeki attığı asa vahyi bilgilerdir. Firavun’un bilgin ve büyücülerinin attığı asa da kendi dünyalık ideolojileri ve görüşleridir. Dikkat ederseniz Musa’nın getirmiş olduğu vahyi bilgiler karşısında teslimiyetleri Musa’ya değil, Musa’ya o bilgileri veren Allaha’dır. Kur’an, kıssaları ve olayları anlatırken bir roman ve hikâye gibi anlatmaz. Konunun ipuçlarını verir diğer yerlerini o konuda uzmanlaşmış insanlara bırakır. Asıl konunun can alıcı noktası, Firavun ve büyücülerle aralarında geçen şu konuşmalardır.
20/70- Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” dediler.
20/71- (Firavun) Dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”
20/72- Dediler ki: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.” Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.”
Peygamberler mucize getirmezler. Peygamberler Allah’ın ayetlerine mucizelerine insanları yöneltmeye çalışırlar. Daha önce de bahsettiğim gibi, Peygamberlerin fiziki yasaları alt üst eden olağan üstü bir mucizeleri yoktur. Göstermemişlerdir de. Ancak Peygamberler Allah’ın göndermiş olduğu vahyi bilgilerle sünnetullah olan mucizelerine insanları yöneltirler.
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Allah peygamberin yerini ve konumunu şöyle tanımlıyor.
“Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
Peygamberlerin kâfirlerin istedikleri gibi mucizeleri, vahyi bilgilerden başka olmamıştır. İşte Allah ile diğer insanlar arasında peygamberler sadece bir elçidirler. Dileyen getirdiklerini kabul eder ve vahiylerle hayatını yaşamını düzenler. Hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında mutlu olur. Dileyen de inkâr eder yaşamını ve hayatını vahyi bilgiler dışında sürdürür. Hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında mutsuz olur. Allah insanlara böyle muazzam bir özgürlük vermiştir.
Sonuç olarak, Firavun’un büyücüleri ve Bilginlerinin atıp da yutulan asası ağaçtan olan asası değil, onların dünyalık ideolojileridir. Musa’nın atıp da ejderha olan asası da vahyi bilgilerdir. Bilginler o bilgilerin insan sözü olmadığını ve olamayacağını anladıklarından dolayı Musa ve Harun’un rabbine biz de teslim olduk diyerek Firavun’a karşı cephe alıyorlar. Anladığım kadarıyla olayın özü budur. *****
1-MUSA PEYGAMBERİN DENİZİ YARMA OLAYI NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Kur’an’da geçen asa kelimesinin hangi anlamlara geldiğini Kur’an’ın konuşma dilinden anlatmaya çalıştım. Şimdi de, Asa ile denize vurunca denizin yarılıp ikiye ayrılması iman edenlerin kurtulup Firavun ve askerlerinin suda boğulması ne anlama geliyor onu anlamaya çalışalım.
26/52- Musa’ya: “Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz” diye vahyettik.
26/53- Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
26/54- “Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;”
26/55- “Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.”
26/56- ‘Biz ise uyanık bir toplumuz” (dedi).
26/57- Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık;
26/58- Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da.
26/59- İşte böyle; bunlara İsrailoğulları’nı mirasçı kıldık.
26/60- Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
26/61- İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler.
26/62- (Musa:) “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.”
26/63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
26/64- Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
26/65- Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
26/66- Sonra ötekileri suda boğduk.
Asa kelimesinin ne anlama geldiğini Kur’an bütünlüğü iççisinde anlamaya çalıştık. Şimdi de deniz kelimesinin ne anlama geldiğini anlamamız lazım ki konu düzgün olarak anlaşılabilsin.
DENİZ KELİMESİ HANGİ ANLAMLARA GELMEKTEDİR.?
Kur’an’a göre deniz kelimesi iki anlama gelmektedir? Birincisi su kütlelerinin toplanıp içerisinde balıkların yaşaması ve gemilerin yara yara gezmesi anlamına gelen denizdir. İkincisi de dünya hayatı anlamına gelen içerisinde her türlü insanın yaşayıp imtihana tabi tutulduğu denizdir. Şimdi bunların her birine Kur’an’dan örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
BİRİNCİ ANLAMI;
16/14- Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
54/24- Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler O’nundur.
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak, kırk dört ayette deniz kelimesi geçmektedir. Deniz kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde eşyanın yaratılış biçimine ters düşmeden anlaşılması gerekir.
Allah İnsanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklara melek tabirini kullanmaktadır. Öyleyse deniz de bir melektir. Eğer deniz kendisine kodlanmış olan bilgilerle hareket ediyorsa, deniz kendisine verilen bir emiri yerine getirir, öyle de olması gerekir. Bakınız size iki biri birine zıt gibi görülen ayet hakkında bilgi vermeye çalışalım.
45/12- Allah; Kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O’nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
45/13- Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Yine burada Kur’an’ın melek kelimesine ne anlam yüklediğini bir hatırlamaya çalışalım.
Melek; insanların fiziki ve psikolojik yapısı da dahil olmak üzere, insanların lehinde ve aleyhinde insanların emrine amade olarak yaratılmış, zerreden küreye kadar insanlar dışında bütün varlıkların genel adıdır.
“sizin için denize boyun eğdirdi.” Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi.”
Dikkat ederseniz deniz kelimesi de yerlerde ve göklerde olan varlıklar içerisinde yer almaktadır. Gökler ve yer insanlar için boyun eğdirilmişse Deniz de insanlar için boyun eğdirilmektedir. Öyleyse deniz Kendisine yaratılırken nasıl bir bilgi kodlanmışsa kendisine verilen o bilgi çerçevesinde görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Deniz, Müslüman geçerken yarılıp açılması, inkar edenler geçerken de kapanıp boğulmaları Kur’an’da mecazi bir anlatımdır.
DENİZ KELİMESİNİN İKİNCİ ANLAMI;
10/90- Biz, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlah’tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi.
Bu ayette bahsedilen dünya haayatı anlamında olan denizdir. Ölüm anı geldiği zaman artık Allah’tan başka sığınacak kurtarıcı olmadığını anladığı zaman artık Musa’nın ve Harun’un rabbine ben de inandım dedi. Ancak ondan kabul edilmedi. Bu ayet bütün insanlar ölüm anında ahiret alemi onlara gösterilmekte iman etmediği ahiret alemine, iman eder duruma gelmektedir. Ne yazık ki ölüm anındaki tövbe ve şirkle gidiş Allah katında asla kabul görmeyecektir.
4/ 159- Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır.
4/ 18- Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.
26/63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
DÜNYA HAYATINDA İNSANLARA CEZA İKİ KAYNAKTAN GELMEKTEDİR.


Kur’an’a göre suç işleyenlerin cezası ahiret aleminde verilecektir. Önce bu ifadenin altı kalın çizgilerle çizilip bilinmesi gerekir. Şimdi söylediğimiz bu ifadeyi Kur’an’da geçen ayetlerle ispat etmeye çalışalım.
Kur’an’ın doğru anlaşılmasını engelleyen konulardan en önemlisi Helak edilme konusudur. Konumuzla ilgili Kur’an kıssalarında anlatılan Nuh kavmi, semut kavmi Lut kavmi Musa kavminin helak edilme olayının temelini bu anlayış oluşturmaktadır. Öncelikle Dünya hayatında suç işleme nedeniyle Allah’ın özel bir cezası olmadığı gibi, sevap işleme nedeniyle de Allah’ın onlara özel bir mükâfatı da yoktur. Dünya hayatı bir deneme ahiret hayatı ise bu denenmenin sonucunda mükâfat veya ceza alma yeridir.
76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
76/4- Doğrusu Biz kafirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık.
76/5- Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler.
Dünya hayatında insanlar halife olarak yaratılmışlardır. Allah yerlerde ve göklerde yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlunun emrine vererek kendilerine ayrılan bir zaman dilimi içerisinde denenmektedirler. İnsanlara yukarıda verdiğim ayet örneklerinde olduğu gibi Allah insanlara iki farklı yol göstermiştir. Birincisi yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın insanlar için çerçevesini peygamberler aracılığı ile çizdiği yol, Kur’an buna rabbani yol der. İkincisi de Rabbani yolun dışında olan yollardır. Rabbani yolda olanlar insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa kendilerine gönderilen peygamberlerin getirdiği vahiy orijinli mesajlarla hayatlarını düzenlerler. Bu yolda olanların dinine İslam teslim olanların adına da Kur’an, Müslüman ismini vermiştir.
5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’a’dır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Ayette geçen” Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” Derken peygamberler arasındaki şeriat ve yöntem farklılığı değil peygamberler yolunun dışında olanlar, için ayrı şeriat, ayrı yol yöntem farklılığı anlamını taşımaktadır.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa rabbani yolda olanların yol çizgisi Allah tarafından belirlenir. Onların ölümü dirimi, yaşamı namazı hayatları ibadetleri yerleri ve gökleri yaratan Allah içindir.
6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
Bütün Müslüman’ım diyenler böyle söyleyip yaşadığı zaman tevhit oluşur. Otorite ve söz sahibi sadece ve sadece Allah’tır. Onun sözünden başka hiçbir söz orada geçerli değildir.
Farklı ümmet ve farklı şeraitler içerisinde olanlar gayrı rabbani yolda olanlardır. Bunlar Allah’ı ya reddedenlerdir ya da Allah’a ortak koşanlardır. Yani Allah’ın verdiği bir emir karşısında başka emirleri de kabul edip kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul edenlerdir.
Allah katında hüsnü kabul görecek olan din, sadece kendisinin ortaya koyduğu dindir. O dinin adı insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa İslam, teslim olanların adı da Müslüman’dır. Maalesef bu dinde olanlar sürekli çok azınlığı teşkil etmiştir, sürekli de az olmaya devam edecektir bu Allah’ın sünnetidir. Kur’an’a göre, en doğru en güzel yol İslam olduğu halde bu yolu sahiplenenler maalesef çok azı teşkil etmiştir.
6/ 116- Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’
1-İNSANLAR ELİYLE GELEN CEZALAR.
35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.
Bu ayet gösteriyor ki, Suç işleyenlerin cezası ahiret aleminde verilecektir.
22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
Bu Ayette de anlatılmak istenen İnsanlar dünya hayatında suç işleyip işlememekte söz sahibidirler. İnsanlar içerisinde kendi özgür iradeleri ile rabbani yolu seçen ve bu yolda yürüyenler mazlum olanları zalim olanlara karşı koruyup gözleme güçlü olan Müslümanlar tarafından yeryüzünde adaleti tesis etme aç olanları yedirip giydirip doyurma Allah’ın yeryüzüne serdiği nimetlerle olmaktadır.
Yani Yeryüzünü bozan da insanlardan olmaktadır. Yeryüzünü koruyan mamur eden de insanlar eliyle olmaktadır. Allah’ın insanların zulmüne ve mazlumları korumasına özel bir müdahalesi yoktur.
42/14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
42/21- Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri’ ettiler (bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır.
Vermiş olduğum ayetler gösteriyor ki, Allah dünya hayatını bir deneme salonu, ahiret hayatını ise bir mükâfat ve ceza salonu olarak yaratmıştır.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah bir taraftan dünya hayatını bir deneme salonu yaptım desin, bir taraftan da dünya hayatında deneme anında daha deneme bitmeden insanları cezalandırsın. Asırlardır tefsirlerde anlatılan, Lut, Nuh, semut, Salih,  Ve Musa kavminin helak edilmesi, başka bir anlamı ifade etmektedir.
 2- EVREN YASALARINA UYMADIĞIN ZAMAN EVRENDEN GELEN CEZALAR.
Kendisine ehliyet verilen bir sürücü, Eğer yollarda trafik kurallarına uygun olarak seyrini düzenlemezse ya arabasını bir yardan aşağı atarak ölür, ya da arabasını başka bir araca çarparak kendi canı ile beraber onun canını da yakar. Trafik işaretleri, sürücülerin gerek ışıklarda nasıl bir tutum takınacaklarını belirlerken, bir taraftan da yol çizgi ve işaretleri kişilerin nerede sollayıp nerede sollamayacakları en ince ayrıntılarına kadar düzene koymuştur.
Kırmızı ışık yandığı zaman durulur, sarı ışık yandığı zaman hazır olunur, yeşil ışık yandığı zaman da geçilir. Genelde çok kazalar, Kurallara uyulmadığından meydana geldiği görülmektedir. Aynen onun gibi, Allah evrende İnsanların düzgün yaşayabilmeleri için bir yasa koymuştur.
Sen evrende yaşarken doğanın getirdiği olumlu veya olumsuz olan şartlara göre kendini hazırlaman gerekir ki, başına felaket gelmesin. Zarar görmeyesin diye Allah sana o felaketlere karşı koruna bilme bilinci yerleştirmiş.
Dünya insanlar için kendilerine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde yaşama yeridir. Dünyanın her yeri aynı değildir. Bazı yerler çok soğuk bazı yerler çok sıcak bazı yerler deprem bölgesi, bazı yerler çok yağışlıdır. İşte Her insan yaşamış olduğu bölgeye göre kendisinin düzgün yaşayabilmesi için donanımını şartlara göre hazırlaması gerekir.
Sürekli deprem olan bölgelerde depremin şiddetine göre yapacağı evleri inşa etmesi gerekir. Eğer. Sekiz şiddetinde deprem olan bir bölgede evinin dayanıklılığını sekiz şiddetinden az dayanacak şekilde yaparsan deprem olduğu zaman sen deprem şiddetine dayanamayan evin göçüğü altında kalır ölürsün. Demek ki bu başına gelen felaket Allah’ın sana iyilik yapmandan veya kötülük yapmandan dolayı gelen bir cezası değil, sen evini depreme dayanıklı şekilde yapmaman sonucu gelen bir cezadır.
Deprem bölgesinde yaşayan Allah düşmanı ve Allah dostu iki kişi olsa deprem olduğu zaman deprem o iki kişiden birisine sen Allah’ın dostusun seni ben göçük altında bırakmam. Birisine de sen Allah’ın düşmanısın seni göçük altında bırakayım diye bir tercihi olabilir mi? Deprem senin iyi adam kötü adam olduğuna değil, senin kendisine karşı sağlam tedbir alıp almadığına bakar. Eğer binanı kendisine karşı dayanıklı şekilde yapmışsan sana dokunmaz, eğer dayanıklı şekilde yapmamışsan seni göçük altında bırakır.
Denizde gemilerin sağlıklı bir şekilde seyir edebilmeleri için gemileri denizde yüzme kuralları vardır. Gemilerin fırtınalara karşı ne kadar dayanaklı olup olmadığını, ne kadar yük atılıp atılmayacağını bilmeden denizde yüzmeye kalkarsan gemiyi denizde batırırsın.
Eğer yüzmek bilmeden denize girersen denizde boğulursun. Birisine sordum. Bir peygamber gemiden denize düştü yüzmek de bilmiyor. Deniz o peygamberi boğar mı dedim? Adam hiç böyle bir soru ile belli ki karşılaşmamış bocaladı bir cevap veremedi. Ben de dedim ki bir deniz bir insanın peygamber olup olmadığını nereden bilsin? Yüzmek bilmiyorsa deniz onu, elbette boğar. Deniz onun peygamber mi, firavun mu olduğuna bakmaz onun yüzmek bilip bilmediğine bakar yüzmek biliyorsa kurtulur, yüzmek bilmiyorsa boğulur.
Konunun iyi anlaşılması için, bir örnek daha verelim. İki tane Muz serası olan adamın birisi Müslüman, diğeri ise ateist veya deisttir. Allah’ı inkâr eden adam, serasına gereğine uygun şekilde ilacını gübresini ısı donanımını en itinalı bir şekilde yerine getiriyor. Diğer Müslüman adam ise bunların hiç birisini gereği gibi yerine getirmiyor.
Soruyorum size Allah Müslüman olanı mı serada başarılı kılar daha fazla gelir alır? Yoksa Müslüman olmayanı mı başarılı kılar? Elbette Kim bahçe yetiştirmenin kurallarına uyarsa başarılı olan odur. Bahçe kendisi ile iyi diyalog kurulup kurulmadığına bakar onun Müslüman olup olmadığına bakmaz.
Daha örnekleri çoğaltabiliriz. Demek ki Allah Evrene değişmez bir yasa koymuş, Kim evrenin yasalarına uygun şekilde hareket ederse Allah onu dünya hayatında başarılı kılar. Kim evren yasalarına uygun olarak hareket etmezse o da inansın veya inanmasın başarısız olur.
42/ 20- Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.
Demek ki, Dünya hayatında Allah rızkı yaymış kim gereği gibi bu rızıklara yönelir ve gerekli çabayı gösterirse Allah kişilerin gösterdiği performansa göre rızkı, insan ayırımı yapmadan vermektedir.
Konu içerisinde yazdıklarımızı özetleyecek olursak, Allah’ın insanların doğru yola ve yanlış yola gidişlerinde gönderdiği peygamberler ve saptırıcılar dışında özel bir müdahalesi yoktur.  İnsanlara müdahale iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi insan olma yasalarına uymadığın zaman müdahale insanlardan gelmektedir.
Bu müdahaleyi Kur’an yine iki kısma ayırmaktadır. İnsanın hiçbir suçu olmadığı halde yeryüzünde sadece “ Rabbim Allah’tır” dediği için sürülüp öldürenler vardır. Bu müdahale şekli inkâr edenlerin yanlış tutum ve davranışları sonucu ekini ve nesli yok etmektedirler. Allah bunların cezasını eğer iman edenler güç ve kuvvet haline gelirlerse insanlardan dünya hayatında görecekler Ahiret hayatında da Allah cezalarını ayrıca verecektir.
9/ 52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Ayette o kadar güzel olay izah edilmiş ki, Dünya hayatında inkar edenlerin cezası Müslümanlar eliyle eğer güçleri yeterse, eğer Müslüman olanların gücü yetmeyip de yenilirlerse kafir olanların zulümlerinin cezası ahiret aleminde Allah tarafından verilecektir.
İkinci ceza, dünya hayatında ceza Sünnetullah dediğimiz Allah’ın evrene koyduğu yasalara uymama sonucunda gelen cezalardır. Bu cezalar iman eden veya iman etmeyen diye ayırım yapmadan, kim o kurallara uyarsa başarı ödülünü evrenden alır. Kim o kurallara uymazsa da evrenden cezasını izah edildiği gibi görür.
Şimdi Kur’an’da geçen helak edilmiş kavimlerin doğru anlaşılmasında en büyük etken yukarıda saydığımız kurallara uygun olarak anlaşılması gerekir. Yoksa kelimeler yerinden oynatılıp, gerçek anlayış özünden saptırılmış olur. Şimdi ilgi alanımızı oluşturan Musa peygamberin denizi yarması nasıl olmuş onu anlamaya çalışalım.
AYETTE GEÇEN ASA İLE DENİZE VURULUP DENİZİN YARILMASI NE ANLAMA GELMEKTEDİR?  
26/63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Asa kelimsinin ne anlama geldiğini daha önce izah etmiştim. Tekrar anlamını yaparak konuyu anlamaya çalışalım. Asa kelimesi Kur’an dilinde, güç ve kuvvet anlamını temsil eder. İki anlama gelmektedir. Birincisi Dünyalık dayanılan güç anlamındadır. Ama verdiğimiz ayet örneğinde, dünyalık dayandığı güç anlamını ifade etmez. İkinci anlamı ise Allah’tan aldığı vahiyi bilgi gücü anlamında kullanılan asadır, demiştik. İşte bu ayette bahsedilen asa Vahyi bilgiler anlamında kullanılan asadır.
Çünkü bu ayette bahsedilen asanın denize vurulup da denizin ikiye ayrılması Kur’an dilinde müteşabih, edebi sanatlar dilinde mecazi anlam taşımaktadır. Kur’an’da bahsedilen bir ayetin doğru anlaşılabilmesi için Şu şartların birbirleri ile çatışmaması gerekir. 1- Kur’an, 2- evren yasaları, 3- akıl, 4- pratik hayat.
Kur’an’da anlatılan bütün kıssalar genelde aynı özellikte anlatılmışlardır. Eğer Bir kavim işlemiş olduğu suç nedeni ile Dünya hayatında cezalandırılacak olmuş olsaydı Şu ayetle çelişirdi.
35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.
Kur’an’da konu şöyle anlatılmaktadır.
26/60- Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
26/61- İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler.
26/62- (Musa:) “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.”
26/63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
26/64- Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
26/65- Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
26/66- Sonra ötekileri suda boğduk.
Kur’an bütünlüğüne serpiştirilmiş olan Bu konu ile ayetlere baktığımız zaman, Firavunun güçlü bir ordusu, şatafatlı bir zenginliği var. Hiçbir peygamber müşrik olan topluluklara geldiklerinde davul zurna ile karşılamamışlardır. Onlar ya dövülmüşler ya sürülmüşler ya da öldürülmüşlerdir. Dünya hayatında Allah kendi yolunda giden kullarına ve peygamberlerine vahyi bilgilerden başka özel bir yardımı olmamıştır. Bunun karşılığında da inkar edenlere karşı da zulümlerine karşılık özel bir cezası da olmamıştır. Yine konumuzu aydınlatan bir ayeti nakletmeye çalışayım.
42/14- Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Ayette geçen şu bölüm dikkat çekicidir.” Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
İslam toplumlarında Önde gelen müfessirlerin de dahil yanıldıkları konulardan en önemli olanı, suç işleyen kavimlerin suç işleyişinden dolayı Allah’ın Dünya hayatında onları tabiat kuvvetleri ile yerle bir etmesi olayıdır. Allah izin verirse, Kur’an’da geçen helak edilmiş kavimlerin helak edilişinin ne anlama geldiğini Kur’an’ın kendi dili ve üslubu ile ayrı ayrı anlatmaya çalışacağım.
Asırlardır, Kur’an tozlu raflarda saklanmıştır. Eğer açılıp okunmuşsa da, ya ölülere sevap olsun diye okunmuş ya da güzel namelere dönüştürerek müzik olsun diye okunmuştur. Kur’an yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın kendisine iman edenler için bir yaşam kılavuzu ve hayat kitabıdır. Şu Anda bu nesil geçmiş nesillerin anlamak için ellerine alsalar da kirli bilgiler yüzünden anlamada büyük meşakkatler çekmektedirler.
Ata dini mensuplarının din anlayışları ve yollarının yanlışlığını fark eden Bazı Kur’an okuyucuları, yeni Kur’an’ı okuma ve anlama sarhoşluğu içerisinde sadece geçmiş olan din anlayışına karşı çıkmak adına doğru ve yanlış demeden hepsini çöpe atarak tepkilerini göstermişlerdir. Oysa geçmiş bilgilerden doğru olanları ve yanlış olanları da bulunmaktadır. Bütün peygamberler geldikleri zaman geçmiş bilgilerin doğru olanlar aynı kalmak koşulu ile yanlış olanları doğrularıyla değiştirmişlerdir.
7/ 157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
Ayette Tevrat ve İncil ehli olanlardan hanif olanların konumları bize anlatılmaktadır. Şu anda insanların vahyin orijinlinden sapmış olan kendi elleri ile İznik konsülünde, eski ahit (Tevrat) yeni ahit (İncil) diye yazdıkları kitaplar Allah’ın Musa’ya ve İsa’ya göndermiş olduğu kitap değildir. Bütün peygamberlerin getirmiş oldukları dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslüman’dır. Birisine helal edilmiş olan bir şey diğerine de helaldir birisine haram edilmiş bir şey diğerine de haramdır.
Kendilerinin Tevrat ve İncil ehli olduklarını zanneden bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar, Allah’ın helal kıldığı bazı şeyleri haram, haram kıldığı bazı şeyleri de helal kılıyorlardı. İşte son peygamber onların helal olduğu halde haramlaştırdıkları bazı şeyleri helal haram olduğu halde helal ettikleri bazı şeyleri doğru yerine koyuyordu.
6/ 146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Allah bir kavme helal ettiğini başka bir kavme haram etmez. İşte Kur’an’ın konuşma dilini eğer çözemezsek bu ayeti doğru olarak anlamamız mümkün değildir. Allah Yahudilik dini diye bir din göndermediğini ve dolayısı ile Allah’ın Yahudi onlara helal kıldığı temiz şeyleri haram kılmayacağını, bilmek gerekir. Onlar ayette zikredilen şeyleri Müslüman olanlara Helal kıldığı halde Yahudi olanlara haram kılmasının anlamı onlar kendi kendileri helal olan şeyleri yememekle haram kılmışlardır.
2/ 168- Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır.
Demek ki, tez olan şeyler helal pis ve murdar olan şeyler de haramdır. İstisnasız herkes için bu böyledir.
Kavimlerin helakı ile ilgili konuya üçüncü makalemde devam edeceğim inşallah.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.
ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN ANAMUR
20-2-2016