29 Aralık 2014 Pazartesi

ÂDEM’İN CENNETTEN ÇIKARILIŞI!







RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!

Kuran’ın anlaşılmasında en büyük engel Kuran içerisinde geçen kelimelere Kuran dışında olan verilerle sözlüklerle anlam verilmeye çalışılmasından dolayı ayetlerin konuların ve kıssaların anlaşılmasında güçlük çekilmektedir.

Kuran; Son nebi ve resulün gelişi ile, son nebi ve resulün ölüşü arasında yirmi üç yıllık bir dönemin kültürünü yansıtır. Ne Kura’nın inişinden önceki Arap kültürü, ne de Kuran’ın inişinden sonra gelen Arap kültürü Kuran’da geçen kelimelerin anlamını vermeye gücü yetmez. Kuran’da geçen kelimelere, Kuran’ın kendisi anlam yüklemiştir. İşte biz o kelimelere Kuran’ın dışına çıkmadan ne anlam yüklediğini ancak Kuran içerisinde geçen konular ve ayetlerin o kelimeye yüklediği anlamı bularak ayetleri konuları anlamaya ve açıklamaya çalışacağız.

ÂDEM!
Âdem kelimesine Kuran hangi anlamları vermiş, Kuran bütünlüğü içerisinde geçen ayetleri tarayarak, Kuran’ın kendi içerisinde o kelimeye hangi anlamları yüklemiş, onları bulmaya çalışalım.

Âdem kelimesi Kuran içerisinde yaklaşık olarak yirmi dokuz ayette geçmektedir. Genelde tefsirlerde anlatılan âdem ilk insan, ilk peygamber, ilk yaratılan insan olan âdem olarak anlaşılır ve öyle kabul edilir. Dolayısı ile böyle bir yanlış anlayış, Kuran’da geçen birçok ayetlerin yanlış yorumlanmasına neden olmuştur.

Önce Kuran’ı doğru anlamak için, Kuran hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmak gerekir. Eğer Bu yöntem bilinmezse Kuran içerisinde geçen kelimeler ve ayetler içerisinde birçok çelişkiler olduğu sanılır. Oysa Kuran’ın ifadesine göre Kuran Allah tarafından gönderilmiş kendi içerisinde çelişmeyen ve kendi içerisinde tutarlı olan bir kitaptır.

4/82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Kuran’da geçen her kelimenin ve her ayetin konulduğu yerde bir tek anlamı vardır. Kuran’da kullanılan hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi, Kuran’da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimden de bağımsız değildir. Dolayısı ile Bir kelime bir ayet içerisinde kullanıldığı zaman O ayet içerisinde etkileşim yaparak, O ayetin farklı anlamlara gelmesine yol açar. işte Kuran buna müteşabih ifadesini kullanır.

O kelimenin veya o ayetin doğru bir şekilde anlaşılması için, Kandamlasının laboratuarda tahlil edildiği gibi, kelimenin de Kuran bütünlüğü içerisinde tahlilden geçirilmesi gerekir. Müşahhas bir örnek verecek olursak Suyun içerisine şeker koyduğumuz zaman meydana gelen bileşiğe ne su ne de şeker diyebiliriz. Bileşiğin adı şekerli sudur. Yağı unu, şekeri harmanlaştırıp usulüne uygun olarak bir araya getirdiğimiz zaman o karışıma ne un, ne şeker ne de yağ diyebiliriz. Onun adına ancak helva diyebiliriz.

İşte Suyun içerisinde inceleme ve tahlil edilmeden dışardan bakan, zikir ehli olmayan insanlar onun şekerli su veya helvanın içerisindeki malzemelerin neler olup olmadığını bilemezler. Buları bilenlere bu konuda uzmanlaşanlara Kuran zikir ehli ifadesini kullanır. İşte Kuran iki zikir ehlinden söz eder. Birisi Kuran’ı anlamada uzmanlaşanlara zikir ehli, diğeri ise Eşyanın bilgisine ulaşanlara zikir ehli der.

İsterseniz bir de Kelimelerin ayet içerisinde kullanıldığı zaman ayetlerin anlamında nasıl bir değişiklik yaparak anlamlarını farklı boyutlara taşıdığına bir bakalım.

Asa kelimesi, dayanmış olduğu güç ve Kuvvet anlamını taşımaktadır. Ama farklı konular içerisinde konulara göre de anlamı farklılaşmaktadır.

DÜNYALIK DAYANILAN GÜÇ ANLAMINDA KULLNILAN ASA!

20/ 18- Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.”
20/19- Dedi ki: “Onu at, ey Musa.”
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Asa kelimesi Kuran bütünlüğü içerisinde, bu konuda bu ayetler içerisinde anlamı, dünyadaki toplamış olduğu mallar, dayandığı dünyalık güçleri anlamına gelmektedir. Yani makamı çocukları koyunları evi vs. dir. Asa kelimesinin ikinci anlamı ise, Musa’nın peygamber oluşu ve almış olduğu vahyi bilgilerle eğitilmesi ile toplumun karşısında attığı asanın vahyi bilgiler anlamında kullanılan asadır.
VAHYE BAĞLI KULLNILAN ASA!
7/ 104- Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”
7/105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”
7/106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).”
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Musa, birinci asayı atması ile ikinci asaya kavuşmaktadır. Allah onu vahiyi bilgilerle eğiterek zorba zalim kâfir müstekbir olan güçlü orduları ile donatılmış, halkı fırkalara bölen, köleleştiren kendisine karşı kıyam edeni kesip öldüren Firavun’un karşısına çıkarmaktadır.
Bu konuda ve bu ayetlerde asa kelimesi anlamını farklı bir boyuta taşıyarak “asanın ejderha olması” vahyi bilgilerin Firavun’un bilginlerinin bilgileri karşısında mecazi bir anlatımla ejderha ifadesi kullanarak onların bilgilerinin ne kadar cılız zayıf ve anlamsız kaldığını vurgulamak için, ejderha olarak tanımlamakta  ve onların attığı aslanları da yılan olarak tanımlamaktadır. Yani büyük yılanın, küçük yılanı yutmasını Kuran böyle bir üslupla anlatmaktadır.
3/7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Ayette geçen “ilimde derinleşenler” ifadesini kullandığı insanlar, zikir ehli olan insanlardır.“Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır”

Yukarıda Kuran’ın anlaşılması konusunda Kuran’da geçen bir kelime veya bir ayetin nasıl anlaşılması gerektiği ile verdiğim kısa bilgilerden sonra, Bizim asıl konumuz olan Adem ve Ademin eşinin cennetten çıkarılması ile ilgili konuyu doğru anlayabilme için, Kuran’da geçen adem kelimesi ile ilgili bilgi toplamaya devam edelim.

2/31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.

Daha önce birçok makalelerimde bahsettiğim gibi, Kâinatta yaratılmış temel olarak iki varlık olduğunu söylemiştim. Birincisi melekler-ikincisi de Âdem şemsiyesi altında olan insanlardır. Yerlerde ve göklerde görebildiğimiz veya göremediğimiz yaratılmış olan bütün varlıklar, ya melekler kategorisindendir, ya da âdem şemsiyesi altıda olan insanlar, kategorisindendirler.

Yaratılmış olan varlıkların hangi kategoriye ait olup olmadıklarını, bilebilmemiz için, onların yerini ve konumunu tanımamız gerekir. melekler kategorisinde olan varlıklarda, denenme, iki seçenek, akıl ve irade, yoktur. İnsanlar kategorisine giren varlıklarda denenme akıl irade ve iki yol iki seçenek önlerinde bulunmaktadır.

Melekler, kendilerine kodlanmış olan bilgilerle sağa sola sapmadan yalpalamadan kendilerine yüklenmiş olan görev istikametinde görevlerini icra ederler ve yerine getirirler. Ama insanlar her iki yola iki seçeneğe eğilimli bir varlıktır. İnsanlar,iki seçeneğe gidebilme donanımı yeteneği ile, hem rabbin istediği istikamette, hem de rabbin istemediği istikamette tercihlerini kullanmakta ve yürüyebilmektedirler.

66/6- Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.

O zaman, Melek kelimesini tanımayarak  Adem şemsiyesi altında olan insanlardan farklılıklarını ortaya koyarak, yerlerini ve konumlarını ayırt etmeye çalışalım.

“Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler. “


Melek; İnsanların fiziki biyolojik sosyolojik ve psikolojik yapıları da dâhil olmak üzere, insanlar için yaratılan ve insanların yönelmeleri ile insanların hem kendi lehlerinde hem de insanların kendi aleyhlerinde hizmet sunan dolayısı ile secdelerini hem Allah’a hem de âdem’e yapan bütün varlıkların genel adıdır.

Adem; Kendisine verilmiş olan iki yol iki seçenekten hangisini seçip seçmeyeceğinin yetki ve sorumluluğu kendisine ait olan, renkleri ile, cinsleri ile, din ve yaşam biçimi farklılıkları ile sıfatlaşmış bütün insan çeşitlerini içerisinde barındıran İbadet ve kullukla sorumlu bir varlığın, üst kimliğine verilen bir isimdir.

Kuran, Âdem soyundan olan insanları temel olarak iki başlık altında ele almaktadır. Birincisi, iblisin soyundan olan, din ve yaşam biçimini iblisin teklifleri doğrultusunda kullanan, kendi tercihi ile yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden cayarak yabancılaşan insanlardır. Bu yolda olan insanlara Kuran ana başlık altında cinler ifadesi kullanmaktadır.

İkincisi de, kendi kararı ile tercihini takva yolunda seçen ve gelen nebilerin getirmiş olduğu vahiy orijinli dinle yaşamını buluşturan ölümü dirimi, namazı ibadetleri hayatı, yerleri ve gökleri yaratan Allah adına olan Müslümanlardır.

Öyleyse Bu iki tip din ve yol seçimi ile farklılaşan insanları iki kategoride değerlendirebiliriz. Müslüman olanlar- ve cinler. Kuran’da geçen şu ayeti o zaman nasıl anlamamız gerekir?

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

İşte Burada Kuran’ın insan kelimesine yüklemiş olduğu anlamı yakalamak lazımdır.

İnsan; hem Müslüman olmaya eğilimli hem de cin olmaya eğilimli yol seçmede kararını vermemiş kişilere verilen Âdem’in sıfat almış halidir.

Yani Cin kelimesi veya Müslüman kelimesi geçtiği zaman mutlaka ama mutlaka insan kelimesinin vermiş olduğu iki yol iki seçenekten karar sonucu aldığı bir sıfattır.

Ayetin tercümesinde bir sıkıntı yok. Ancak ayeti şöyle anlamamız gerekiyor. Yol seçmemiş veya yol seçiminde karar vermemiş insanlarla, yol seçerken tercihini, iblisin teklifleri yönünde vermiş olan insanları, ancak ve ancak bana ibadet ve kulluk etsinler diye yaratım. Şeklinde anlaşılması daha uygun olur kanaatindeyim.

Belki benim de aklıma gelen soru işareti, diğer Kuran üzerinde çalışan kardeşlerime de gelebilir. Neden Allah, “Ben insanları ve cinleri bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım” ifadesi yerine, neden ben Müslüman olanları ve cinleri ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım ifadesi kullanmamıştır?

Kanaatime göre Müslüman olanlar zaten ibadet ve kulluk bilincinde olmamış olsalardı onları da bu kapsamın içine alırdı, diye düşünüyorum.

Bu açıklamalardan sonra Adem kelimesi kendi soyu içerisine dahil olan bütün isimleri üst başlık olarak içerisinde barındırmaktadır.

Kadın, erkek, kâfir, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, deli akıllı, âlim zalim, Türk Kürt, cin şeytan çocuk deli kanlı, peygamber, firavun gibi Âdem şemsiyesi altında sıfatlaşarak isimler almaktadırlar. Şimdi yukarıda vermiş olduğumuz ayeti tekrar buraya naklederek anlamaya çalışalım.

2/31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.

Âdeme isimlerin öğretilmesi, Yukarıda âdem kapsamına giren bütün insan çeşitlerinin düşünmesi aklını kullanması eşyaya ve vahyi bilgilere yönelmesi sonucunda gerek takva yoluna gerekse iblisin teklif sunduğu yollarda karar vermesi ve bu bilgilerle kültürel teknolojik olarak ilerlemesi ve mesafe kat ederek evrenin yasalarını çözmesi demektir.

Kuran genelde bütün kelimeleri iki anamda kullandığı gibi Âdem kelimesini de iki farklı anlamda kullanmıştır.

Âdem, Ana başlık olarak Bütün sıfatlaşmış insan çeşitlerini içerisine aldığı gibi, Bu insan çeşitleri içerisinde vahiyle muhatap olan nebi ve resul olma özelliğini taşıyan peygamber olan âdemi de içine almaktadır. Şimdi, Kuran içerisinde bu iki farklı anlama gelen âdem kelimesi ile ilgili, ayetlerden örnekler vererek konumuzu doğru olarak anamaya çalışalım.

PEYGAMBER OLAN ÂDEM;

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kuran içerisinde yaklaşık olarak yirmi dokuz ayette Âdem kelimesi geçmektedir. Bunlardan sadece iki tanesi peygamber olan Âdem diğerleri de insanların soyunu ve genelini temsil eden adem olarak karşımıza çıkmaktadır.

19/ 58- İşte bunlar; kendilerine Allah’ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah’)ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar.

3/ 33- Gerçek şu ki, Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;

Peygamberlik gökten zembil ile gelmez. İnsanlar içerisinden Allah her hangi birisine gel kulum seni insanlara peygamber seçiyorum da demez. Peygamberlik olayı bir mucit, icadını gerçekleştirmek için nasıl o konu üzerinde yoğunlaşarak çaba ve gayretini göstererek bir takım ilhamlar gelerek bilmediği konuları Allah bildirerek gerçekleştiriyorsa, Peygamberlik de aynen öyledir. Yalnız aralarında bir fark vardır. Peygamberler peygamber olduktan sonra, kendi ön görü ve istekleri ortadan kalkarak sadece Allah’ın bilgilendirmesi ile toplum içerisinde yerlerini alırlar.

Mucitler icatlarını tecrübî bilgilere dayanarak yaparlar ama peygamberlerde bu tecrübî bilgilerin katkısı da olmakla beraber, peygamber olduktan sonra o diğer insanlardan farklı bir boyuta taşınarak insanlar arasında yerlerini almaktadırlar.  Şimdi peygamberler ile ilgili Kuran’dan bazı ayetlerden örnekler vererek konuyu daha iyi anlamaya çalışalım.

2/ 97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır.”
İman edenlerle inkâr edenleri temel olarak ayıran olay, Allah’ın İnsanlar içerisinden kendi vahiyleri ile muhatap olarak seçtiği nebilik ve resullük olayıdır. İnkâr edenlerin karşı çıktıkları, cibril olgusudur. Cibril Allah’ın nebilerle konuşma olgusunun adıdır. Veya Allah’ın nebilerle konuşması vahyetme olayının adıdır. İşte inkâr edenler Böyle bir olayın olmayacağını sanmaktadırlar. Ve bundan dolayı onlar ahiret âlemine, peygamberlik olayına, Allah’tan gelen peygamberlere kitaplara meleklere inanmadıklarından dolayı hayata bakışlarını bu yönde gözlemlediklerinden Kuran’da bu tip insanlar, ölü olarak nitelendirilmişlerdir.
42/51- Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
Allah insanlarla üç şekilde konuşur. Dolayısı ile üç çeşit insanlarla konuşmaktadır. Birincisi, Vahiyle konuştukları insanlar bu tip insanlar peygamberlerdir. İkincisi elçi aracılığı ile konuştukları insanlar müminlerdir. Üçüncüsü de perde arkasından konuştukları da inkâr eden kâfirlerdir.  Bu ayeti değişik makalelerimde geniş olarak açıklamaya çalışmıştım.

Kuran peygamberlerin yerini ve konumunu anlatırken şöyle ifadeler kullanmaktadır.

69/ 40- Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?
69/42- Bir kâhinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
69/43- Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
Bütün peygamberlerin kendirline gelen vahiylerden başka ne ellerinde sihirli bir değnek, ne de herhangi bir mucizeleri vardır. İşte Peygamberleri şairlerden ve kâhinlerden ayıran özellik onların ortaya koydukları mucize olan bir kitap, geçmişle ve gelecekle ilgili söylemiş oldukları gayıp olan bilgilerin tıpa tıp Allah’ın bildirmesi ile belgelenen doğru bilgilerdir.
İşte Kuran peygamber olan Âdemle peygamber olmayan âdemleri birebirinden şöyle ayırmaktadır.
3/ 81- Hani Allah peygamberlerden ‘kesin bir söz (misak)’ almıştı: “Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız.” Demişti ki: “Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?” Onlar: “İkrar ettik” demişlerdi de “Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım” demişti.
Kuran yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi, peygamberlerin yerini ve konumunu böyle tanımlıyordu. Ali İmran otuz üçüncü ayette geçen âdem ile, Meryem suresi elli sekizinci ayette geçen âdem kelimesi peygamber olan Âdemin profilini bize vermektedir. Kuran’da geçen bütün âdem kelimesi ana başlık altında ele alınan  Peygamber olmayan âdemlerdir. Yani insan soyunu temsil eden âdemlerdir. Şimdi de o âdem kelimesi ile ilgili ayetlerden örmeler vermeye çalışalım.
KURN’DA PEYGAMBER OLMAYAN ÂDEMLERE  ÖRNEKLER!
Kuran içerisinde yaklaşık yirmi dokuz yerde geçen âdemin iki ayetin dışında olan âdemlerin hepsi peygamber olmayan âdem için kullanılmıştır. Şimdi bunlardan birkaç tane ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.
20/ 115- Andolsun, Biz bundan önce Âdem’e ahit vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
Yukarıda peygamberlerin profilini Kuran ortaya koyarken Bütün peygamberlerin ahitlerinde durduğu üzerinde bilgi vermiştik. Şimdi, verdiği ahitte durmayan Adem demek ki peygamber olmayan adem olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bütün insanlar yaratılırken “Rabbim Allah’tır “ demişlerdi. İşte bu sözden dönen âdemler peygamber olan Adem dışında olan ademlerdir.
7/ 172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
İşte İnsan yaratılırken vermiş olduğu o sözden cayması İnsanın denemeye tabi tutulması ile gündeme gelmektedir.
7/ 20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
İblis olgusu insana yerleştirilmesi ile birlikte İnsan iblisin insana verdiği vesveselerle yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden cayarak Allah ile ilk yaptığı sözleşmeyi bozmak için ilk adımı atmış bulunaktadır.
Eğer, İblis olgusu insanlara yerleştirilmemiş olsaydı, insanlar da kendilerine verilen görevleri diğer melekler gibi yerine getirmede kusur etmezlerdi. İnsanı denemeye tabi tutan ve diğer meleklerden ayıran temel özellik İblis ile sunulan görevi yerine getirme konusunda alternatif olarak insanlara yerleştirilmesidir.
Kuran içerisinde Meleklerin imtihana tabi tutulduğu veya tutulacağına dair hiçbir ayet yoktur. Ama insanlara gelince vardır.
67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Denenmek iyi olmak kötü olmak seçenekler karşısında insanların önlerine alternatifler sunulması ile mümkün olabilmektedir. Eğer ortalıkta kötülüklerden başka yaşam olmamış olsaydı, insanları kötülüklerden başka yol seçmeleri mümkün olmazdı. Eğer ortada iyiliklerden başka yol olmamış olsaydı insanların kötülük yapmaları da mümkün olmazdı.
Demek ki, insanın öz yapısında hem kötülüklere gitme isteği veya dürtüsü vardır. Kuran buna iblis ifadesi kullanmaktadır. Hem de insanları iyilikleri yapma isteği ve dürtüsü vardır. Kuran buna da takva ifadesi kullanmaktadır.
İşte İnsanı halife yapan kendi seçimi kendisine bırakılan ve dünya hayatında kendisine verilen bir süreç içerisinde denenmesine vesile olan, iki farklı seçenekten hangi yolu seçip seçmeyeceği kendisine sunulan imkânlarla insanlar denenmektedir.
Kuran’da Geçen peygamber olan Âdem, bu seçeneklerden bağışlanmayı, Yaratılışta vermiş olduğu söze sadakat göstermeyi ve yasak ağacın meyvelerinden yememeyi, takva yolunda yürümeyi ve helal ağaçtan yemeyi, ilke edinmiş ve Allah da dünya hayatında onu onurlu bir makama ulaştırmış ve peygamber yapmıştır.
Dünya üzerindeki, insanların yapmış oldukları bütün kötülüklerin anası İblistir. İnsan yapısında İblis varsa kötülük yapma eylemi de var demektir. İblis yoksa kötülük yapma eğilimi ve eylemi de yok demektir.
Şimdi Kuran’da geçen peygamber olmayan âdem ile ilgili ayetlerden örnekler vermeye devam edelim.
5/ 27- Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.”
Burada geçen peygamber olan Âdem’i de içine alan ve bütün âdemlerin karakteristik özelliğini ortaya koymaktadır. Her insan kendi kendisine yetkili ve sorumludur. Her insanda Müslüman olan oğul olabildiği gibi, Müslüman olmayan oğul da olabilmektedir. İşte Kuran’ın bu ayette vermek istediği mesaj, İblisin yolunda gidenlerin yaşadıkları hayatı yaptıkları ibadeti kestikleri kurbanları Allah’ın kabul etmeyeceği, Ama takva yolunda gidenlerin yaşadıkları hayatı yaptıkları davranışları ve kestikleri kurbanları kabul göreceği mesajını vermektedir. Âdemin iki oğlu ifadesi ile tensili bir anlatım ortaya koymaktadır. Bir ayetle bu örneği doğrulamaya çalışalım.
2/ 264- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.
Demek ki, Bir ibadetin Allah katında hüsnü kabul görebilmesi için, mutlaka ama mutlaka iman etmesi ve imanının gereği olarak Allah’ın nebilerle göndermiş olduğu vahiy orijinli dinin kurallarına göre yaşayıp imanını Salih amele götürülmesi gerekiyormuş.

3/ 59- Şüphesiz, Allah Katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” demesiyle o da hemen oluverdi.

İsa’nın babasız olduğu ile ilgili delil olarak bu ayeti göstermektedirler. Kendi anlayışlarına göre de Âdem ilk insan ilk peygamber oluşundan dolayı İsa’yı da babasız olarak anlamaktalar ve kabul etmektedirler. Oysa İsa eğer bu anladıkları gibi yaratılmışsa İsa’nın anası var babası yok, bu nasıl bir benzetme ki babası anası olmayan bir ademe babası olmayıp anası olan bir İsa’nın yaratılış biçimini ortaya koyarak  “Allah Katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir.” İfadesinden İsa’nın babasız olduğu sonucuna varabiliyorlar. Bu Kuran anlayışı ile asla örtüşmez.

İsa da diğer âdemler gibi nasıl yaratılmışsa o da bir anadan bir babadan meydana gelmiştir. Anlamında kuran bu ifadeyi kullanmıştır.

ÂDEMİN CENNETTEN ÇIKARILMASI NE ANLAMA GELMEKTEDİR?

Kuran içerisinde geçen diğer kelimelerin çift anlamlı olarak kullanıldığı gibi, cennet kelimesi de çift anlamlı olarak kullanılmıştır. Cennet kelimesinin birinci anlamı dünya hayatında insanların Doğuşu ile ergenlik yaşına kadar geçen süreç olarak yaşadığı iyi veya kötü davranışlarının değere tabi tutulamadığı çocukluk hayatı anlamında kullanılan cennettir. İkinci anlamı ise Ahiret hayatında iman eden ve Salih amel işleyen Müslüman olanların ebedi olarak mükâfat göreceği ahiret cennetidir. Kuran bu iki cenneti farklı olarak anlatmıştır.

Bizim asıl konumuzu ilgilendiren Âdem’in çıkarıldığı cennet, çocukluk çağından ergenlik çağına geçişi sembolize eden sorumsuzluk döneminden sorumluluk dönemine girilen attığı her adımın konuştuğu her sözün vebalinin sorumluluğunun yüklendiği konumudur.

Kuran içerisinde yaklaşık olarak yüz yirmi sekiz ayette cennet kelimesi geçmektedir. Şimdi Kuran içerisinde geçen cennet kelimelerinin Âdemin çıkarıldığı cennet kavramı ile ahiret âleminde olan süresiz cennet ile ilgili ayetlerden örnekler vererek konumuz ile ilgili âdemin cennetten çıkarılışı meselesini anlamaya çalışalım.

2/35- Ve dedik ki: “Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”

Öncelikle Her insanın denenme süreci, akıl baliğ çağından bunaklık ve ölüm dönemine kadar geçen süreçtir. Bu konuda Buna Kuran okuyan veya Kuran’ın dışında dinden olanların itiraz edeceğini sanmıyorum. Kuran içerisinde Âdem ile ilgili geçen bütün sıfatlaşmış olan isimler, İnsan olma sıfatından sonra gündeme gelmektedir. Kuran İnsan kelimesini tanımlarken, Hem takva yoluna eğilimli hem de iblisin yolun eğilimli nötr bir varlık olarak tanımlamıştır.

Her insanın doğuşu ile ergenlik yaşına gelişi arasında geçen dönem meleklerin konumu gibidir. Yani hiçbir sorumluluğu olmayan yapmış olduğu iyi veya kötü davranışların hesabının verilmeyeceği bir dönemdir. Bu dönem içerisinde ölen çocuklar imtihana tabi tutulmadan öldüklerinden dolayı onlara ne cennet ne de cehennem vardır. Onlar denemeye tabi tutulmayan konumda olduklarından dolayı toprak olacaklardır.

Yukarıda vermiş olduğum ayette geçen,” “Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”

Bu ifade artık çocukluk döneminden insan olma dönemine geçişin ve kendisine sorumluluk emanet yüklenen bir konuma gelişin profilini çizmektedir.

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Çocukluk döneminde yerlere göklere dağlara emanetin yüklenmediği gibi çocuklara da emanet yüklenmemiştir. Ama ne zaman onlar ergenlik yaşına geldiler, iblis ve takva olgusu yüklendi o zaman artık kendilerine emanet yüklenerek yeryüzünde kendilerine verilmiş olan bir zaman dilimi içerisinden yaşadığı hayattan sorgulanıp hesaba çekileceklerdir.

17/34- Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.

Burada Yetim ergenlik yaşına gelmemiş çocukları, kastetmkte, malları da, Allah’ın onlara yerleştirmiş olduğu fıtratlarındaki yol seçme özgürlüğü ve hazineleri anlamına gelmektedir.

4/6- Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

“şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin.”

İşte Adem ve eşinin cennetten çıkışı bu dönemde olmaktadır.

7/ 19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Adem ve eşinin cennetten çıkışının sebebi, onların erkek ve kadın her ikisinin de ergenlik yaşına geldiği zaman iblis olgusunun onlara yerleştirilmesidir. Dolayısı ile ilk erkekler ve ilk kadınlar cennetten çıktıkları gibi şimdi de cennetten çıkmaktalar ve kıyamete kadar da erkekler ve kadınlar cennetten çıkmaya devam edeceklerdir.

Eğer, Dünya hayatında Kullanılan cennet kelimesi ahiret âlemindeki gibi olmuş olsaydı orada ne kıskançlık ne şeytan ne iblis olmayacaktır. İnsanı insan yapan ve insanın asıl denenmesine vesile olan olay her insana İblis olgusunun yerleştirilmesidir.

7/ 20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”

Eğer, İblis olgusu insanlarda olmamış olsaydı, İnsanlar da melekler konumunda olurlar kendilerine kodlanmış olan görevlerin dışına çıkmadan Allah’a secdelerini yaparlar ve görevlerinde kusur etmezlerdi. İnsanı insan yapan ve insanı hem zalim cahil konumuna, hem de merhamet konumuna götürebilen iki eğilimin her insanda var olmasından kaynaklamaktadır.

Allah, iblis ve diğer meleklerle tutup da pazarlık yapmaz. İblisin Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni alması Kuran’ın sanatsal bir üslup içerisinde olayları anlatmasından kaynaklanmaktadır.

Kuran’da, Allah’ın hüsnü tahlil sanatı yaparak iblisle ilgili Araf suresinde geçen bir konuşma olayını aktaralım.

7/ 12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”
7/14- O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.
7/15- (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.
7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
7/17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
7/18- (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”
İblis inşalardan ayrı bir varlık değil, insanların yapısında ergenlik döneminde aktif hale gelen insanların yasak ağaçtan yemeyi teklif sunan bir parçanın adıdır. İşte insanoğlu var oldukça bu parça da var olmaya devam etmesi iblisin ölüp de dirilinceye kadar insanoğlunda işlevini yürütmeye devam etmesini İblisin yaşama süresi izni alması olarak anlatmış. Yoksa iblis bu izni almamış olsaydı da var olacaktı almış olması da onu yaşatmaktadır. Çünkü iblis olgusu olmamış olsaydı insan da olmazdı. Şimdide ahiret âleminde olan cennetin kuran profilini nasıl ortaya koymaktadır onu incelemeye çalışalım.
7/ 42- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.
7/43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz’in elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek.
7/44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz’in vadettiğini gerçek buldunuz mu?” Onlar da: “Evet” derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.”
Ahiret âleminde olan cennetten çıkma yoktur orada ne kan var ne savaş var ne de kin kıskançlık vardır. Orada İman edenlere istedikleri her şeyin verileceği mutlu bir ebedilik, onların yaptıkları iman ve güzel amellerin karşılığı ve ödülü olacaktır.

Sonuç olarak, Âdem ve eşinin dünya yaşamında cennetten çıkması çocukluk döneminden, bir başka ifadeyle, sorumluluğun olmadığı bir dönemden sorumluluğun yüklendiği bir döneme geçişi Kuran bize anlatmaktadır.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım da bana aittir. En doğrusunu en güzelini yerleri ve gökleri eksiksiz yaratan Allah bilir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN -ANAMUR






21 Aralık 2014 Pazar

BAKARA İKİ YÜZ ELLİ DOKUZUNCU AYETİN YORUMU;



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
Konumuz bakara suresinin iki yüz elli dokuzuncu ayetin tefsiri idi. Ancak bir ayetin doğru anlaşılmasına Önemli olan etkenlerden birisi de Ayetin kendisinden önce ve kendisinden sonra gelen ayetlerle beraber düşünerek anlaşılmalıdır. Bu sebeple iki yüz elli sekiz, iki yüz elli dokuz ve iki yüz altmışıncı ayetleri bir araya getirerek anlamaya ve anlatmaya çalıştık.
2/258- Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
2/260- Hani İbrahim: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona:) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için” dedi. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Önce Ayetin yorumu veya tefsirine geçmeden önce, Kuran’da geçen ayetlerin veya konuların doğru olarak anlaşılması için Kuran’da kullanılan kelimelerin Kuran’daki karşılığının Kuran tarafından o kelimeye konu içerisinde ne anlam yüklendiğinin bilinmesi ve anlaşılması gerekir.
Devamlı üzerine basa basa vurgulayarak anlatmak istiyorum. Kuran’da geçen bir ayetin ne dediğinden ziyade ne demek istediğinin anlaşılması gerekir. İkinci olarak da, edebi sanatlarda anlatılanlar gibi bir gerçek anlatım vardır, bir de mecazi anlatım vardır. Gerçek anlatım, Bir kelimenin veya bir cümlenin farklı anlamlara gelmeyen, anlatım şeklidir. İkinci anlatım da şekli de mecazi anlatım şeklidir. Yani kendi anlamı dışında farklı anlamlara gelebilen anlatım şeklidir.

Bir örnekle edebi sanatlarda anlatılan bir deyimi anlamaya çalışalım.

Adamın kolu uzun, Bu cümle kullanıldığı yere göre birkaç anlama gelmektedir. Adamın kolu uzun canım, nereye varsa işini halledebiliyor. Bu cümlede geçen kolu uzun kelimesi adamın makam mevki güç yönünden toplum içerisinde önemli bir mevkii ve saygın olduğunu anlatır.

Maşallah adamın kolları öyle uzun ki, Adam bahçede elma toplarken merdivene bile ihtiyaç kalmadan ağacın dallarındaki elmaları toplayıp kolayca sepete koyabiliyor. Bu cümlede geçen kolları uzun kelimesi, fiziki anlamda kollarının uzunluğundan söz edilmektedir.

Filan adama çok dikkat edin kolu uzun ha! bir markete veya bir mağazaya varsa hemen kıymetli eşyaları çantasına aşırıverir. Buradaki kolu uzun deyimi de adamın hırsız olduğunu anlatır.

Demek ki Türk edebiyatında Arap edebiyatında veya başka dillerin kullanıldığı edebiyatlarda kullanılan kelime ve ayetlerin ne anlamda kullanıldığını tespit  edebilmek için o kültürü bilmek ve kullanıldığı yerde anlamlaştığına bakmak gerekir.

Edebi sanatlarda kullanılan bir deyimi anlayabilmek için nasıl o toplumun kullandığı kültürü bilmek gerekirse ve o konuda bilgi sahibi olmadan o deyim anlaşılamıyorsa Kuran’da geçen kelimelerin de Kuran kültürünü bilmeden O kelime ve ayetlerin hangi anama geldiği anlaşılması mümkün değildir. Bu sebeple Kuran kelime ve ayetleri iki farklı anlama geldiğini bize anlatmaktadır. Muhkem olanlar, müteşabih olanlar.

Konumuz Muhkem ve müteşabih nedir ne değildir, değil ama, ister istemez Tefsirini yapacak olduğumuz ayeti Kuran bütünlüğü içerisinde doğru bir şekilde anlayabilmek ve doğru bir yere koyabilmek için bunların mutlaka bilinmesi ve çözümlenmesi gerekmektedir.

Şimdi ilgili ayeti vererek Konunun anlaşılması açısından ayetin ne demek istediğini anlamaya çalışalım.


3/7- Sana Kitab’ı indiren O’dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz’in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Edebi sanatlarda kullanılan kelimenin veya deyimlerin gerçek anlamının Kuran’daki karşılığı muhkem olan ayetlerdir. Mecaz anlamında kullanılan kelime ve deyimlerin Kuran’daki karşılığı da Müteşabih olan ayetlerdir.

Müteşabih olan ayetler Kuran bütünlüğü ve konu içerisinde ne anlama geldiğini anlayabilmek için Kuran içerisinde hiç olmazsa konu ile alakalı olan bütün ayetlerin bilinmesi gerekir ki, O konuda hangi anlamda kullanıldığı bilinebilsin. İşte Ayette İlimde derinleşenler bilir derken, Kuran onu kastetmektedir.

Şimdi kısa bilgilerden sonra Bakara iki yüz elli dokuzuncu ayetin tefsirini bu bilgiler çerçevesinde anlamaya çalışalım. Konumuzu ilgilendiren ayeti tekrar naklederek analiz, ve tahlil  yaparak anamaya çalışalım.

2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”

Şimdi ayeti parçalara ayırarak O parçalarda geçen kelimelerin Kuran bütünlüğü içerisinde ilgili ayetlerle kelimelerin ne anlama geldiğini arayarak maddeler halinde sınıflandırıp, anlamaya çalışalım.

1-“Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?”

Ayetin birinci şıkkını anlayabilmek için eskilerin siyak ve sibak dediği, bizim de kendisinden önce ve kendisinden sonra gelen ayetler dediğimiz, ayetlerle bağlantsını beraber düşünerek kastedilen anlamı yakalamamız gerekir. Bu sebeple üç ayeti beraber ele alarak anlamaya çalışalım.

2/ 258- Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bo zulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.”
2/260- Hani İbrahim: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona:) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için” dedi. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bakara suresinde arka arkaya gelen bu üç ayet Biri birlerini anlayabilenler için çok güzel tefsir etmektedir. Bakara iki yüz elli sekizinci ayette İbrahim’le ölüp de dirilmeyi inkâr eden zengin ve mülk sahibi birinin tartışmasını gündeme getiriyor. Özet olarak Kuran bütünlüğü içerisinden süzülüp gelen Peygamberlerin insanlara anlatmış oldukları temel mesaj insanların öldükten sonra diriltilip hesaba çekilmesi olayıdır. Dikkat ederseniz arka arkaya gelen bu üç ayet değişik misallerle Ölüm ve öldükten sonra dirilme olayını evire çevire anlatarak bizlere mesaj vermektedir.
Allah Kuran bütünlüğü içerisinde gezip dolaştığımız zaman Öldükten sonra dirilme ve hesaba çekilmeyi insanlara anlatabilmek için evire çevire düşünebilenler için misal vermektedir.  Eğer Ölümden sonra diriliş ve hesaba çekiliş olmamış olsaydı, Ne Hâşâ Allah’ın bir anlamı, ne Allah’ı rab edinmenin bir anlamı, ne de imtihan edilmenin bir anlamı kalırdı.
Furkan suresinde Peygamberlere ölüp de dirilmeyi inkar eden kafirlerin durumunu Kuran bize şöyle anlatmaktadır.
25/30- Ve elçi dedi ki: “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar.”
25/31- İşte böyle; Biz, her peygambere suçlu-günahkarlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
25/32- İnkar edenler dediler ki: “Kur’an Ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?” Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup’ okuduk.
25/33- Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım.
25/34- O yüzükoyun cehenneme doğru sürülüp-toplanacak olanlar; işte onlar, yer bakımından çok kötü, yol bakımından sapmış olanlardır.
35- Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik ve onunla birlikte kardeşi Harun’u yardımcı kıldık.
25/36- Böylece onlara: “Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin” dedik; sonunda onları (Firavun ve çevresini) kökünden darmadağın ettik.
25/37- Nuh’un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azap hazırladık.
25/38- Ad’ı, Semud’u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri (yok ettik).
25/39- Biz (onlardan) her birine örnekler verdik ve her birini darmadağın edip mahvettik.
25/40- Andolsun, onlar, üstüne felaket yağmuru yağdırılmış bulunan o ülkeye uğramışlardır; yine de onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar dirilmeyi ummuyorlardı.
25/41- Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: “Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu mu?”
25/42- “Eğer onlara karşı kararlılık göstermeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.” Azabı görecekleri zaman, kim yol bakımından daha sapıkmış, öğreneceklerdir.
25/43- Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.
Furkan suresinde zikredilen bu ayetler düşüne bilenler için muhteşem mesajlar vermektedir. İnkâr edenlerle iman eden ve Salih amel işleyenler arasında olan düşmanlığın temel sebebi İman edenler için bir ahiret hayatı ve orada hesaba çekiliş ve amellerin karşılığının eksizce ödenerek ceza ve mükâfatın karşılığı verilecek olan yerdir.
İşte İnkâr edenler, Ahiret hayatı ve orada diriltilip hesaba çekileceğine,  inanmamaktadırlar.
27/66- Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri ‘ard arda toplanıp pekiştirildi,’ hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.
27/67- İnkar edenler dedi ki: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz mi dirilip-çıkartılacakmışız?”
27/68- “Andolsun, bu (azap ve dirilme tehdidi), bize ve daha önce atalarımıza va’dolunmuştur. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir.”
27/69- De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkarların nasıl bir sona uğradıklarını görün”
Demek ki, İnkar edenlerin hayata bakış tarzları Ölen insanlar dirilmez, şimdiye kadar ölüp de geriye gelenler var mı? Allah yıkılıp giden yerleri nasıl diriltecekmiş ifadeleri ile Dünya yaşamlarındaki hayata bakış şekilleri böyledir.
Yine Mümi’nun suresinden bir alıntı yaparak inkâr edenlerin profilini netleştirmeye çalışalım.
23/35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va’dediyor?”
23/36- “Heyhat, size va’dedilen şeye heyhat…”
23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”
İşte Konumuz olan bakara iki yüz elli dokuzuncu ayette bahsedilen inkarcı bir kişinin, Ölümden sonra dirilişin olmayacağını sorular sorarak kanaat getirmektedir. Allah da Öldükten sonra bir dirilişin olduğunu ve orada inkâr edip de diriltilen bir kişinin gaybi bir haberi bize nebiler aracılığı ile bildirerek bilgilendirmektedir.
2-“Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı,”

Burada Ölen ve yüz yıl ölü bırakılan tefsirlerde anlatıldığı gibi, ne Üzeyir’dir ne de meshtir. Burada yüz yıl ölü bırakılan şahıs inkârcı bir kâfirdir.

Ayette geçen “onu yüz yıl ölü bıraktı,” İfadesini anlayabilmek için Kuran içerisinde ölü kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını ve hangi anlamlara geldiğini yakalamak gerekir.  Ölü kelimesini Kuran’da iki farklı anlamda kullanıldığını görmekteyiz. Birinci anlamı hayati fonksiyonlarını yitirmiş olanlar anlamında kullanılan ölüdür. Bu ölü bir daha yeryüzüne  gelip diriltilmeyecek anlamında ölüdür. Bu ölenler ahiret âleminde diriltilecek olanlardır.

21/ 95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Yine Kuran’da ikinci anlamda kullanılan ölü de asıl yaratılış gayesinden nasibini almamış insanlarda kullanıldığında vahiylere karşı duyarsız hayvanlarda kullanıldığında eğitilmemiş anlamında kullanılan ölüdür.

İki farklı örnek vererek bunları açıklamaya çalışalım.

2/ 73- Bunun için de: “Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun” demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

Kesilip de ineğin bir parçası ile vurmakla ölen insan Allah’ın sünnetinde gerçek anlamda dirilmez. Kuran buradaki ölüyü Hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamında kullanılan ölü değil, Yaratılış gayesinden uzaklaşmış, gelen vahiyi bilgilere karşı duyarsız anlamında kullanılan bir ölüdür. Yoksa “Ölüp diriltenin Allah olması” ayeti ile uyum sağlamazdı. Aynı ifade İsa’nın dirilttiği ölü de bu anlamdadır.

5/ 110- Allah şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir” demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm.”

“Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun.” Bu ifade İsa’nın hayati fonksiyonlarının yitirmiş anlamında ölüler değil vahye karşı duyarsız olanların diriltilmesi anlamında kullanılan ölüdür. Yoksa bakara iki yüz elli sekizde geçen ayetteki şu ifadeye ters düşerdi. “ Benim Rabbim diriltir ve öldürür”

Şimdi insanları dışında olan varlıklardan bitkilerden ve hayvanların veya kuşların diriltilmesinden Kuran örnekler vermektedir. Bitkilerin diriltilmesine bir örnek verelim.

41/ 39- O’nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir.

Şimdi de Asıl bizim konumuzu ilgilendiren ayetle bağlantılı olarak Allah’ın diriltme konusunda İbrahim’e gösterdiği Kuşların diriltilmesi neymiş onu anlamaya çalışalım.

2/260- Hani İbrahim: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona:) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için” dedi. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bu ayette” “Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için” dedi. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler.”

Kuş bu ayette hayvanlara ait işlevlerin eylem ve fiil haline geçmeleri anlamındadır. Eğer Tefsirlerde anlatılanlar gibi horoz, hindi ördek, keklik gibi kuşların parçalanarak kesilip doğranarak kıyma yapılarak her bir parçasını ayrı ayrı dağlara konulmuş anlamında olmuş olsaydı Hem Kurani yasalara hem de Sünnetullah yasalarına ters düşerdi. Kuran’ın doğru anlaşılmasına fesat çıkarırdı. Buradaki kuş değişik hayvan cinslerinin eğitilerek duyarlı hale getirilip onlardan istediğin istikamette hizmet alman demektir.

Köpeğin eğitilip insanların bilemeyeceği anlayamayacağı yerlerdeki eroin esrar bonzai gibi insanlığa zehir saçan uyuşturan zararlı maddeler köpekleri eğitilip kendilerine insanların alıştırılmaları ile ne hizmetler sunduklarını görebiliyoruz. Güvercinler eğitilip mektup taşıyarak, kargoların olmadığı zamanlarda hizmet verdiklerini biliyoruz.

Atların eğitilerek seni savaşlarda düşmanlara karşı koruduklarını senin istediğin istikamette hizmet sunduklarını biliyoruz. Arıları eğitip alıştırdığın zaman ballarını dağlarda ağaç koğuklarına yapmalarını bırakıp senin yaptığın kovanlara gelip yapmaları onların dirilmeleri ve sana hizmet vermeleridir. Bakara iki yüz altmışıncı ayette anlatılmak istenen mesaj budur.

3-“sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın,”

Bu diriltme ahiret âlemini inkâr eden ve ahiret hayatına iman etmeyen inkârcının ahiret âleminde diriltilmenin bir sahnesi gösterilip, Allah’ın bildiği ve bu bilgilerini nebilerle paylaştığı diriltilme olayıdır. Şimdi bu diriltilme ile ilgili Kuran’dan örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
İman eden ve Salih amel işleyenlerin profili ile, inkâr eden ve zulüm edenlerin profilini Kuran şöyle anlatmaktadır.

79/34- Ancak o, ‘herşeyi batırıp gömen büyük-felaket’ (kıyamet) geldiği zaman.
79/35- O gün, insan, neye çaba harcadığını düşünüp-anlar.
79/36- Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir.
79/79/37- Artık kim taşkınlık edip-azarsa,
79/38- Ve dünya hayatını seçerse,
79/39- Şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir.
79/40- Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa,
79/41- Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.
79/42- “O ne zaman demir atacak?” diye, sana kıyamet-saatini soruyorlar.
79/43- Onunla ilgili bilgi vermekten yana, sende ne var ki…
79/44- En sonunda o (ve onunla ilgili bilgi), Rabbine aittir.
79/45- Sen, yalnızca ondan ‘içi titreyerek korkanlar’ için bir uyarıcısın.
79/46- Onu gördükleri gün, sanki, bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden başkasını yaşamamış gibidirler.
Nazi at suresinden aktarmış olduğum son ayetinde” Onu gördükleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden başkasını yaşamamış gibidirler.”
Bakara iki yüz elli dokuzdaki ifade de aynısı değil mi?
-“sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım””
İşte Kuran’ın anlatım sanatı budur. Buradaki gün de bizim anladığımız yirmi dört saati içerisinde barındıran gün değil, Allah’a göre sadece bir an anlamında kullanılan bir gündür.
22/47- Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va’dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Deme ki diriltilme olayı dünyada değil ahiret âleminde imiş. Tefsirlerde anlatılan Üzeyir hikâyesinin Kuran ile zerre kadar, Kuran ile yakından uzaktan alakası yoktur. O sadece bir israiliyattır. Diriltilme dünyada değil ahiret âlemindedir.
4-“böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış;”

Yiyecek ve içecek ahiret âlemine kişilerin dünya hayatında işlemiş oldukları ameller anlamındadır. Bunu da birkaç ayetle açıklamaya çalışalım.

12/37- Dedi ki: “Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim.”

Haşa insan veya bir peygamber Allah mı ki, yrtmış olduğu gaybi bilgileri bilebilsin? Buradaki, “Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm.”””
Peygamberlerin Allah’ın bildirmesi ile bildikleri ahiret âleminde inkâr edenlerin, cehennemle haşır neşir olduklarını blmesidir.

17/13- Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.

İnsanların yapmış oldukları bütün amellerinin eksiz olarak küçük büyük demeden kayıt altına alınarak orada o amellerine göre derecelerle yargılamalarıdır.

18/48- Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulmuşlardır. Andolsun, siz ilk defa yarattığımız gibi Bize gelmiş oldunuz. Hayır, Bizim size bir kavuşma-zamanı tespit etmediğimizi sanmıştınız değil mi?
18/49- (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: “Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp herşeyi sayıp-döküyor?” Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
 27/82- O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.

Dabbe Dünya hayatında inkâr edenlerin inkârlarını, kalplerinden geçenleri ve ertelediklerini bile kayıt altına kamera kayıt sistemine alınması anlamındadır.

5-“eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi.”

Burada eşek kelimsini Kuran inkâr edenlerin bedeni anlamında kullanmıştır.

62/5- Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.

İnkâr edenler şöyle diyorlardı. Şu erimiş çürümüş kemikler mi diriltilecekmiş?

36/78- Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?”

17/98- Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır.

6-“O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.”

50/20- Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
50/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”
İşte Ahiret âlemine inanmayan ölüp de dirilişini orada gördükleri zaman artık inkârları mümkün olmayacaktır. Görmeyen gözleri görür hale gelecek. İşitmeyen kulakları iştir hale gelecek. Kendi istekleri ile mühürledikleri kalpleri de mührü açılarak olayı net bir şekilde görecekler ve şöyle diyecekler.
6/27- Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.
6/28- Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir.
6/29- Onlar dediler ki: “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz.”
6/30- Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:) “Bu, gerçek değil mi?” dedi. Onlar: “Evet, Rabbimiz hakkı için” dediler. (Allah:) “Öyleyse inkar edegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın” dedi.
32/12- Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, Salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen.
Nebe suresinde inkar edenlerin ahiret âleminde diriltilip o azabın dehşetini hissettikleri zaman şöyle diyeceklerini Kuran bize anlatır.
78/38- Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.
78/39- İşte bu, hak gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.
78/40- Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan da: “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek.
Sonuç olarak bakara iki yüz elli dokuzuncu ayetteki verilmek istenen mesaj, bir inkârcının dünya hayatında  inkarla bakıp yüz yıl yaşadığı halde,  O yaşamış olduğu hayatı Kuran ölü hayat olarak tanımlayıp ahiret hayatında diriltilince, Ölüp de dirilmeye iman etmeyen bir inkarcının diriltilerek başına gelen felaketleri dünyada olanlara o hayata varmadan Kuran dileyenlere öğütle anlatarak kendilerine çeki düzen vererek vahiyle yaşayıp Müslüman olarak ölmelerini Allah  istemekte, Son pişmanlığın fayda vermeyeceği öğüdünü, mesajını vererek bizi bilgilendirmektedir.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN -ANAMUR