21 Ekim 2014 Salı

ÜMMİ KELİMESİNE KURAN’IN YÜKLEMİŞ OLDUĞU ANLAM NEDİR?





  

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!

Ümmi; kelimesi Kuran içerisinde yaklaşık olarak altı yerde zikredilmektedir. Kuran içerisindeki, kelimeleri, ayetleri, konuları ve kıssaları, doğru anlamanın önünde en büyük engellerden birisi, Kuranın konuşma dilinin çözülememesinden kaynaklanmaktadır. Ümmi kelimesine Kuran’ın tanımladığı dışında bir anlam yüklenmesi de bunlardan birisidir.
Kuran’da geçen bir kelimenin ne anlama geldiği Arapça sözlüklerden değil, Kuran’ın o kelimeye Kuran bütünlüğü içerisinde yüklediği anlama bakmak gerekir. Bunu da yakalayabilmek için o kelimenin hangi ayetlerde geçtiğini konu içerisinde o kelimeye ne anlam yüklendiğini bilmekle ancak doğru bir anlayışa varılabilir.
İslam toplumlarında, “Ümmî asıl mana itibarıyla "Anneye mensup, ya da anneden doğduğu gibi anlamlara geldiği gibi, Arapçada okuma yazma bilmez anlamında kullanılır. Şimdi ümmi kelimesine kuran ne anlam yüklemiş onu yakalamaya çalışalım. Ümmi kelimesine okuma yazma bilmeyen anlamı yükledikleri için Kuran içerisinde geçen ayetleri de, tefsir ederken bu anlayışla yaklaştıkları için, dolayı, ayetleri de o anlayışa uygun olarak yorum yapmışlardır.
Oysa hazreti Muhammed, Peygamber oluncaya kadar, tarihi rivayetlere göre ticaretle uğraşmış bir kişidir. Ticaretle uğraşan bir kişinin okuma yazma bilmemesi kabul edilir bir şey olmaması gerekir. Şimdi, İlk inen Alak suresinin ilk ayetine genelde müfessirler şu yorum yapmışlardır
96/1- Yaratan Rabbin adıyla oku.
Cebrail geldi, Muhammed’i kuvvetle sıkarak “ oku “ dedi. O da ben okuma bilmem dedi. Tekrar kuvvetler sıkarak “oku” dedi o yine ben okuma bilmem dedi. Üçüncü sefer, kaburga kemiklerini çatlatırcasına sıkarak, “oku “ dedi başladı okumaya.
Böyle bir anlayış ne Kuran’a ne akla, ne de Allah’ın sünnetine ne de pratik hayatta, böyle bir olayın olması mümkün değildir.
Şimdi Kuran içerisindeki ayetlerden örnekler vererek Ümmi kelimesinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.
ÜMMİ TOPLUM KİMDİR?
62/2- O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.
Son nebi ve resulün Mekkede doğup büyüdüğü ve orada kendisine nübüvvet geldiği Kuran ve tarihi rivayetlerle de doğrulanmaktadır. Mekke toplumlarının temel özellikleri, Allah’tan gelen peygamberlere, kitaplara ve ahiret âlemine inanmamaktadırlar. Onlar sadece yaşanan hayatın dünya hayatı olduğunu zannetmektedirler.
23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”
45/24- Dediler ki: “(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi “kesintisi olmayan zaman’ (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.” Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.
Mekke toplumu içerisinde Allah’a İnanmayan ateistler, bir başka ifadeyle Puta tapıcılar olduğu gibi, bir taraftan da Allah’a inandığı halde Allah’ın gönderdikleri peygamberlere kitaplara ve ahiret âlemine iman etmeyen deistler de vardır. Bunların her ikisi de ümmi kelimesinin karşılığını temsil eder. Bu her iki guruba ait Kuran’ın onlara Yapmış olduğu eleştirilere örnekler vermeye çalışalım.
2/28- Nasıl oluyor da Allah’ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz.
Bu ayet ateistler için söylenmiş olan bir ayettir. Çünkü Allah’ı ateistlerden başka inkâr eden yoktur. Şimdi Allah’ı Kabul ettiği halde Allah’ın rabliğini kabul etmeyenlere karşı Kuran’ın söyleyişine bir bakalım.
39/38- Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.”
43/87- Andolsun, onlara: “Kendilerini kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette: “Allah” diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi gerek ateistler gerekse de deistler Kuran’a göre puta tapıcılar diye sıfatlaştırılmaktadır. Yani Dünya hayatında yaşamın kurallarını ya kendileri koyarlar ya da kendileri koyanların koydukları kuralları takip edenlerin hepsini içerisinde almaktadır. İşte son nebi ve resul böyle bir toplumun ve kültürün içerisinde doğmuş ve peygamber olunca ve peygamberlik döneminin büyük bir kısmını böyle bir topluluk içerisinde geçirmiştir.
Bu topluluğun adı Kuran dilinde Puta tapıcılar, Müşrikler, ata dini mensupları, Ümmiler, bilmeyenler kafirler, diye geçmektedir.
KİTAP EHLİ OLANLAR KİMLERDİR?
Kitap ehli; isminden de anlaşıldığı gibi, Allah’a peygamberliğe, kitaplarına meleklerine ve ahiret âlemine inandım dediği halde vahyin orijinalinden saparak gelen vahiyleri satarak, gizleyerek zan ve tahminle kendi uydurmuş oldukları dini Allah’tan olmadığı halde bu Allah’tandır deyip Allah adına din uyduranlara Kuran’ın verdiği bir isimdir.
Müşrik; Allah’ın insanlar için nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu Vahiy orijinli dini kabul etmeyerek veya beğenmeyerek veya ekleyerek veya çıkararak Dünya hayatında Yaşam kuralı koyan veya yaşam kuralı koyanları takip eden bütün insanlara verilen bir sıfattır.
Bu tanımın içerisine, Kitap ehli de girmektedir.
9/30- Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
9/31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.
PEYGAMBER OKUMA YAZMA BİLİYORDU, ANCAK KİTAP EHLİ DEĞİLDİ.
Ümmi kelimesi okuma yazma bilmez anlamında değil, hiçbir kitaba bağlı olmayan demektir. Bir başka ifadeyle kendisinden önce gelen semavi dinlerin hiç birisine bağlı olmayan, anlamındadır.
Şimdi, hz. Muhammed kedisine vahiy gelmeden önce Yahudi ve Hıristiyan toplumu içerisinde değil, Mekke müşriklerinin içerisinde yaşamıştır. Kuran İçerisinde geçen bu kelimenin o konu ile ilgili ayetler içerisinde nasıl yer aldığını ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
2/ 78- Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.
Belki, Ümmi kelimesini bu ayette de okuma yazma bilmeyen olarak algılayabilirler.  Oysa Ümmilik semavi kitaplardan uzak olanlara verilen bir isim olduğunu aşağıdaki ayetlerde izah edildiğini göreceğiz.
3/ 20- Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim ettim.” Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: “Siz de teslim oldunuz mu?” Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.
Bu ayette peygamberin hitap ettiği topluluğu üç sınıfa ayırmaktadır.
1-Kitap-ehli olanlar, Bunlar daha önce de izah ettiğim gibi, kendinden önce hazreti Musa’ya ve hazreti İsa’ya inandıklarını iddia eden Yahudiler ve Hıristiyanlardır.
2-Ümmi olanlardır. Bunlar Allah’ın peygamber, kitap gönderdiğine inanmayan ve ahiret âlemi diye bir hayatın olduğunu kabul etmeyenlerdir. İşte hazreti Muhammed bu toplum ve kültürün içerisinde belirli bir yaşa gelinceye kadar yaşamıştır.
3-İman edenler=  Genelde ümmi yani hiçbir kitabı kabul etmeyen Mekke müşriklerinden iman edenler için kullanılmış bir ifadedir.
2/ 62- Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
5/ 69- Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

Aslında Kuran bu ifadeyi Kullanırken ümmilerden yani Allah’a peygamberlere kitaplara ve ahiret hayatına iman etmeyip de gerçekleri gördüğü zaman hazreti muhammendin mesajı ile dirilerek inanır hale gelmesi olarak kullanmıştır.

3/ 75- Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların “ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur” demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler.
Ayette görüldüğü gibi, Kitap ehli olanlarla, ümmileri Kuran biri birisinden net bir şekilde ayırmaktadır. Aslında kitap ehlinin ümmi olanlara düşmanlığı Ümmilerin ahiret hayatına iman etmemeleri Kitap ehli olanların da iman etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Şimdi bu ayeti okuma yazma bilenlerle, okuma yazma bilmeyenler diye ayırsak, Kuran mantığı ile uyum sağlayabilir mi?
7/ 157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
Bu ayette bahsedilen Ümmi elçi hiçbir kitaba tabi olmamış ve kitap ehli olmayan bir toplumun içerisinden çıkan bir elçiden söz etmektedir. Bakınız Kuran eğer o elçi ümmi değil de kitap ehli olan bir toplumdan olmuş olsaydı, şu itirazı yapacaklarını haber vermektedir.
29/ 48- Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.
Burada “sen hiç kitap okuyan değildin” ifadesi okuma yazması olmayan anlamında değil, hiçbir kitaba tabi olmayan anlamında kullanılmıştır.
“Sağ elinle o kitabı yazmıyordun” İfadesi de kuranın insan uydurması bir kitap olmadığını anlatmak için bu kitabı sen yazmadın bu kitap Allah tarafından muttaki olanlar için yol gösterici ir kitap olduğunu ortaya koymaktadır.
4/ 82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
10/ 37- Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.
10/38- Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.”
Gördüğünüz gibi, Düşünen aklını kullanan bir kimse için bütün dünyadaki insanlar ve cinler toplanıp bir araya gelseler bu Kuran’ın benzerini getiremezler.
2/ 23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.
İşte Kuran’ın “sen onu sağ elinle yazmıyordun “ ayetinin anlamı sen kendi gücünle bu kitabı ortaya koymadın Biz onu sana öğrettik, anlamındadır. Sağ el kişilerin kendi güç ve kuvvetini temsil eden bir ifadedir.
Eğer sen hiçbir kitaba tabi olmayan bir toplumdan elçi olarak gönderilmeyip de Yahudi ve Hıristiyan dinine mensup bir toplumdan gönderilmiş olsaydın, diyeceklerdi ki, bu geçmiş Yahudi ve Hıristiyanların masallarını bize aktarıyor, diyeceklerdi. Ama hiçbir kitap ehli olmayan geçmişlerin din ve yaşam biçimlerini doğru bir şekilde bilemeyen bir kişinin çıkıp da ben Allah’tan sizler için gönderilmiş bir peygamberiyim dediği zaman geçerli bir cevabı ortaya koyamamış olurdu. Bakınız Kuran’ın başka bir ayetinde ümmi kelimesinin hiçbir kitaba tabi olmayan anlamında kullanıldığını desteklemektedir.
11/ 49- Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.
42/ 52- Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.
7/ 158- De ki: “Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
Bu ayet de gösteriyor ki, Yukarıdan beri aktarmış olduğum ayetlerle ve açıklamamızla ümmi kelimesinin okuma yazma bilmeyen bir peygamber değildir.  Ancak, okuma yazma bildiği halde kitabi olmayan, kitap nedir iman nedir bilmeyen, bir elçinin Allah’ın vahyetmesi sonucunda bilen gayıp haberlerini önceden insanlara sunan ve zamanı zemini geldiğinde tık tık ortaya çıkan bir peygamber olduğu anlaşılmalıdır.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN -ANAMUR


14 Ekim 2014 Salı

BEŞER KELİMESİNİN KURAN'DAKİ KARŞILIĞI NEDİR?





RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!

Öncelikle Kuran’da kullanılan bütün kelimeler farklı anlamda kullanıldığını bilmemiz gerekir.  Kâinatta bulunan hiçbir varlık hiçbir varlığın aynısı olmadığı gibi, Kuran’da geçen, hiçbir kelime de hiçbir kelimenin aynısı değildir. Ama şu bir gerçek ki hiçbir varlık hiçbir varlıktan bağımsız olmadığı gibi hiçbir kelime de hiçbir kelimeden bağımsız değildir.

Belki renkleri aynı büyüklükleri birbirine yakın olan yüzlerce koyunu dışardan görenler bu farklılıkları fark edemeyebilir ama uzman bir çoban onların farklılığını tek tek ortaya koyabilir.

Kuran’da geçen kelimelerin de farklılığını ancak Kuran hakkında tefekkür edip düşünenler kelimeler arsındaki benzerlikleri ve farklılıkları ayırt edebilirler. Belki Kuran hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmayanlar Âdem kelimesi ile insan beşer halife kelimelerini aynı sanabilirler. Oysa her bir kelimenin kendi aralarında birbirlerine benzese de nüans farklılıklarıyla birebirlerinden ayrılmaktadırlar.

Şimdi Kuran’da genel bir başlık halinde âdem kelimesi şemsiyesi altında geçen kelimeleri kurandan ayetlerle ne anlama geldiklerini farklılıklarıyla ortaya koymaya çalışalım.

HALİFE:

Kuran’da on bir yerde halife kelimesi geçmektedir. İki farklı  anlama gelmektedir.

1-Yaratılmış olan bütün varlıklara hükmetme yeteneği ile dilediğini dilediği şekilde kendi verdiği kararla yapabilme anlamındaki anlamıdır. Bu anlamdaki halife insanların dışındaki insanların emrine amade olan meleklerin âdeme secde etmesi bu anlamdaki halifedir. Bir ayetle belgelemeye çalışalım.

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

2-insanlar içerisinde Allah’ın rabliğini kabul eden ve o yolda ölümü dirimi namazı ibadetleri yerlerin ve göklerin yaratıcısına ait olduğu bilincinde olan peygamber ve peygamber taraftarlarıdır. Yani her Müslüman Allah’ın dinini insanlara kendi elinden geldiği kadar uygulama ve uygulatma konusunda yetki ve sorumluluk sahibi olmasıdır. Bir ayetle belgelemeye çalışalım.

38/26- "Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır."

ÂDEM: Âdem kelimesi Kuran’da yirmi dokuz yerde zikredilmektedir. Âdem kelimesi, Kuran’da iki farklı anlamda kullanılmıştır.

1-insanların genel adı olarak davranış ve yaşam biçimlerinin farklılaşarak genel bir başlık olarak bütün insan türlerine ait ne varsa hepsini kapsayan bir kelimedir. Bir kaç tane örnek verelim.

Kadın, erkek, kâfir Müslüman cin şeytan çocuk beşer, insan, münafık, Yahudi, Hıristiyan v.s


2/31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.

Âdeme isimlerin öğretilmesi, insanlık tarihinin başlangıcı ile başlayan öğrenme süreci gerek vahyi bilgilerle gerekse de eşyanın bilgisine ulaşmakla öğrenilen bilgiler ve teknolojinin gelişmesi ile öğretilen bilgilerdir.

2/ 33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”

2- İkinci anlamda kullanılan Âdem ise, âdemler içerisinde vahye muhatap olarak anılan peygamber anlamındaki âdemdir. Buna bir ayetle örneklendirmeye çalışalım

3/33- Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;

İNSAN: Kuran’da iki yüz seksen üç yerde insan kelimesi geçmektedir. İnsan kelimesinin anlamı hem takva yoluna eğilimli hem de fısk yoluna eğilimli nötr bir varlıktır.

Bütün âdemle ilgili ve âdem başlığı altında türeyen isimler insandan Davranış ve yaşam biçimi ile sıfatlaşarak isim almışlardır.

İnsan; kendi kararı ile gitmiş olduğu her iki farklı yolda göstermiş olduğu performansa göre sıfatlaşarak isim almaktadır. Kâfir kelimsi insanın inkârının sonucunda inkâr eden insan anlamında insanı sıfatlaştırmaktadır. Nasıl kalem kelimesine kırmızı mavi yeşil kelimeleri yüklediğinde kalemin rengini belirterek sıfatlaşmasıdır. Kırmızı kalem dendiği zaman kırmızı takısı sıfattır kalemin rengini temsil etmektedir.

Ağaç kelimesi bir isimdir. Ama yeşil ağaç dediğimiz zaman yeşil sıfattır ağacın yeşil olduğunu anlatır.

O zaman insan kelimesinin önüne gelen bütün takılar insanın sıfatlarıdır. İnsanın kişiliğini karakterini cinsini rengini dinini belirten sıfatlardır. Münafık insan, kafir insan erkek insan tabi i insanı simgeleyen sıfatlar da yalnız olarak kullanıldığı zaman sıfat olduğu halde insana atıf yapılmaktadır. Mesela zalim. Denildiği zaman zulmeden insanı çağrıştırır münafık dendiği zaman içi başka dışı başka olan insanı tanımlar.

Şimdi Kuran’da insanı çağrıştıran bazı sıfatları nakletmeye çalışalım.

Cenin bebek çocuk kadın erkek mert cesur, peygamber âlim deli budala akıllı kafir münafık, Yahudi Müslüman Hıristiyan halife beşer, âdem şeytan cin, müşrik ehli kitap, Türk, İngiliz, Kırgız. Vs.

İşte Kuran’da kullanılan bir kelimenin ne maksatla hangi anlamda kullanıldığını konu içerisinde ve Kuran bütünlüğünde arayarak çelişki yaratmadan ait olduğu yere koymak gerekir. Konumuzun mevzuu olan asıl kelime “Beşer” kelimesidir. Belki bu kelimenin ne anlama geldiğini izah etmek için diğer kelimelerin de ister istemez ne anlamlara geldiğini izah etmekle mümkün olacaktır. Şimdi diğer kelimelerden örnekler vererek beşer kelimesinin geçtiği yerde beşer kelimesine Kuran’ın yüklemiş olduğu anlamı yakalamaya çalışalım.

Belki her makalemde Kâinatta yaratılmış olan varlıkları tanımlarken temel olarak iki kısma ayrıldığını devamlı vurgulamışımdır.”Melekler ve Âdemoğlu şemsiyesi altında İnsanlar” Kâinatta bu iki varlıktan başka varlık yoktur. Karşımıza çıkan kelimeler, Ya âdem kelimesinden sıfatlaşmış bir isimdir. Ya da melek kelimesinden sıfatlaşmış bir isimdir. Eğer biz karşımıza çıkan bir kelimenin hangi varlıktan türetilmiş bir isim olduğunu anlayamazsak ne Kuran’da geçen ayetleri, ne Kuran’da geçen konuları, ne de Kuran’da geçen kıssaları doğru olarak anlamamız mümkün olmaz.

Şimdi Kuran’da geçen bazı ayetlerden örnekler vererek ayetler içerisinde geçen kelimelerin ne anlama geldiklerini Kuran’a ters düşmeden anlamaya ve anlatmaya çalışalım.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
51/وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
51/56-Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
 Vermiş olduğum ayet örneğinde İki farklı kelimeden söz etmektedir. “Cinler ve insanlar” Sizce bu iki farklı kelime melekler kategorisinden mi? Yoksa âdem oğlu şemsiyesi altında Âdem kategorisinden midir?
Şu gerçeği hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Adem şemsiyesi altıda olan varlıklar ergenlik yaşından bunaklık ve ölüm dönemine kadar, kendilerine emanet yüklenmiş ve bu emanete sahip çıkıp çıkmayacaklarını denemek için İmtihana tutulmaktadırlar.
33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
Burada kendilerine emanet yüklenen neden Adem demiyor da insan kelimesi kullanılıyor? Çünkü adem kelimesi kapsamına deliler çocuklar ve bunaklar da girmektedir de ondan, Bu kelimelerin hiç birisi insan kelimesine eş değer değildir. İnsan kelimesi Çocukluk çağından ergenlik çağına geçtiği zaman ona iblis olgusu yüklenmektedir. Eğer iblis olgusu insanlara yüklenmemiş olsaydı insanlar da diğer melekler kategorisine girer denemenin imtihanın bir anlamı kalmazdı.
7/19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
Âdem ve eşi, ancak erginlik yaşında kullanılması gereken bir deyimdir. Bu ifade Bütün ergenlik çağına gelmiş olan bütün erkekler ve kadınlar için de geçerlidir. İşte iblis olgusu o çağda Ademe yüklenmekte ve adem sıfatlaşarak insan ismini almaktadır.
Hiçbir zaman unutulmaması gerekir ki, Emanet insana bu çağda yüklenmekte, yasak ağaç bu çağda oluşmakta, adem ve eşi cennetten bu çağda çıkmakta, helal ve haram kavramları bu çağda gündeme gelmekte, dolayısı ile iki farklı seçenek ve iki farklı ilham insanlara bu çağda gelmektedir. Dolayısı ile peygamberlik bu çağdan sonra gelmektedir. Yani İsa’ya kitap ve hikmet beşikte iken değil bu çağdan sonra verilmektedir.
Ayette geçen İnsanlar ve cinler, Adem kelimesinden sıfatlaşmış ve o iki kelimenin iki farklı konumunu bize anlatmaktadır. Adem insan olmadan cin kelimesi sıfatlaştıramaz. Çünkü cin kelimesi insan kelimesinden sıfatlaşarak türeyen bir kelimedir. İnsan dediğimiz zaman aklımıza hem takva yoluna eğilimli hem de fısk yoluna eğilimli yol seçmemiş nötr bir varlık algılamalıyız.
Cin: Yol seçmemiş insanların, yol seçim tercihini iblisin teklifleri yolunda kullanmayı tercih eden insanların genel bir adıdır. Neden Allah ben insanları ve kafirleri bana ibadet etsinler diye yarattım demiyor da, “Ben insanları ve cinleri bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım diyor.? Bu sorunun cevabını iyi yakalamak gerekir.
Çünkü cin kelimesi sadece kâfirleri değil, İblisin soyundan olan bütün sıfatlaşmış olan puta tapıcılardan tutan da ehli kitap olanları ve müşrik olanların tümünü içerisinde barındırmaktadır. Şimdi bu açıklamalarımızın ardından Kuran’da geçen cinlerle ilgili ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.
72/1- De ki: “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik”
72/2- “O (Kur’an), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz’e hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”
72/3- Elbette, Rabbimiz’in şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
72/4- “Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah’a karşı ‘bir sürü saçma şeyler’ söylemişler.”
72/5- “Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.”
72/6- “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.
Buraya kadar bahsedilen cinler Ehli kitap olan cinlerdir. Dikkat ederseniz Allah’a kitaplarına peygamberlerine ahiret günün iman ettikleri halde Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli dinden saparak satarak gizleyerek zan ve tahminle Allahtan olmadığı halde bu Allah’tandır. Diyen ehli kitap olan cinlerdir. Bakınız kuran bu tip ehli kitap olanları şöyle tanımlamaktadır.
9/30- Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
9/31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.
Gördüğünüz gibi Allah’ın rabliğini bırakarak Allah’ın dışında olanları rab edinenleri de kuran müşrik olarak tanımlamakta ve onların yaşadıkları hayatı yaptıkları davranışları kabul görmemekte ve onlardan razı olmayacağını bildirmektedir.



72/7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”
72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”
72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”
72/10- “Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?”
72/11- “Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.”
72/12- “Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamıyacağımızı anladık.”
Yedinci ayetten buraya kadar bahsedilen cinler de Ahiret hayatını kabul etmeyen cinlerdir. Bir başka ifadeyle puta tapıcı olanlardır. Bir başka ifadeyle deistler ve ateist olanlardır. Deistler Allah’a inanırlar fakat Allah’ın gönderdiği kitaplara peygamberlere Cibril ve ahiret gününe inanmazlar. Ateistler de deistlerden tek farkı onlar Allah’ım varlığını da kabul etmezler.
72/7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”
Bu ifade ikinci gurup cinlerin nasıl bir konumda olduklarını bize anlatmaktadır. Kuran içerisinde bu tip cinlerle ilgili birçok ayetler vardır. Öyleyse zari at suresi elli altıncı ayetin ne demek istediğini yeniden anlamaya çalışalım.
51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Ben yol seçiminde tercihini puta tapıcılar ve ehli kitap olan insanlardan yana kullananlarla daha tercihini yapmamış insanları ibadet etsinler bana kul olsunlar diye yarattım.  Olarak anlaşılması gerekirdi.
Yani dünya üzerinde adem zürriyetinde türeme ne kadar insan çeşidi varsa onların hepsi attığı her adımdan konuştuğu her sözden yaptığı her işten Allah’a karşı  ibadet ve kullukla sorumludurlar.

MELEKLER; insanların biyolojik yapıları ve psikolojik yapıları da dahil olmak üzere insanların dışında insanlar için yaratılmış ve insanların emirlerine amade olarak verilmiş insanların lehinde ve aleyhinde hizmet sunan bütün varlıkların genel adıdır.
Melekler kendilerine kodlanmış olan bilgilerle insanlara secdelerini yaparlar ve hizmetlerini sunarlar. Onlarda insanlar gibi hem takva hem de iblis olgusu yoktur. Akıl ve irade de yoktur. Onlar kendilerine nasıl bir görev yüklenmişlerse onları yerine getirirler.
2/31- Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.
2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
İşte adem oğlu ile meleklerin farkını Allah böyle izah etmektedir. Adem yerlere ve göklere yönelip yerlerde ve göklerde yaratılanlar arasında çelişkisizliği yakalayabilirken aynı zamanda kendilerine gönderilmiş olan vahiyler arasında da çelişkisizliği yakalayabilen düşünen akleden ve tefekkür eden bir varlıktır.
Melekler evrende genellemesi bile sayılamayacak ilim dallarında insanlara kendilerine kodlanmış olan bilgilerle insanlara hizmet sunmaktadırlar. Her melek kendilerine kodlanmış olan görevleri eksiklik yapmadan insanlara hizmet olarak vermektedir. Baz melekler mecazi anlamda ikişer dörder katlı oldukları zikredilerek farklı işleri yapabilecek donanımda yaratılışı da dile getirilmektedir.
Mesela, Öküzleri insanlar hem çift sürerek hem etlerini yiyerek hem yüklerini taşıyarak hem de diledikleri başka konularda onlardan hizmet almaktadırlar.
Kuran içerisinde yaklaşık olarak doksan üç ayette melek ismi zikredilmektedir. Yukarıda meleklerle ilgili ayette meleklerin kendilerine kodlanmış olan bilgiler dışında bilgileri olmadığını ve kesinlikle kendilerine verilen görevde suiistimal etmediklerini anlatmaktadır. İşte o tanımı destekleyen bir ayet daha geçmektedir.
16/49- Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar.
BEŞER KELİİMESİNE KURAN’IN YÜKLEDİĞİ ANLAM NEDİR?
Beşer kelimesi Kuran içerisinde yaklaşık olarak otuz altı yerde geçmektedir. Şimdi bunlardan birkaç tane ayet örneği verdikten sonra Kuran’ın beşer kelimesine yüklemiş olduğu manayı izah etmeye çalışalım.
21/34- Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?
18/110- De ki: “Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin İlahınızın tek bir İlah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.”
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
11/ 27- Kavminden, ileri gelen inkarcılar: “Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz” dedi.
12/ 31- (Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf’a da:) “Çık, onlara (görün)” dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir” dediler.
Beşer kelimesi ile ilgili Kuran’dan birkaç ayet aktardırk. Şimdi bu kelimenin tarifini geçen ayetlerden yorumlamaya çalışalım.
Beşer: Gerek takva yolunda gerekse iblis yolunda inanmış ve adımını atmış insanların o yolda sıfatlaşmış ismidir. Bu isim hangi yolda inanç ve yaşam tarzını hayatı ile bütünleştirdiği ancak konu içerisinde anlaşılabilir.
Bazıları beşer kelimesi ile insan kelimesinin aynısı olduğunu zannetmektedirler. Hiçbir kelime hiç ir kelimenin aynısı değildir. Tabiri yerinde ise beşer insanın çocuğudur. Yani beşer insan kelimesinden türeyen bir kelimedir. Nasıl adem kelimesi insan kelimesi aynı değilse İnsan ademden türeme bir sıfattır.
Eğer karımıza karşımıza çıkan br kelimede akıl ve irade kokuyorsa, veya yaptığı davranışlar ona bir sorumluluk yüklüyorsa o kelime mutlaka ama mutlaka âdem zürriyetindendir. Eğer bir kelimede akıl ve irade kokmuyorsa veya o yaptıklarından dolayı imtihana çekilmiyor ve ceza ve mükâfat görmeyecekse o mutlaka ama mutlaka meleklerdendir.
Yeryüzünde ve kainatta kendilerine emanet yüklenen tek varlık insanlardır. İnsanlar sıfatlarını seçmiş olduğu inanç ve yaşam biçimlerine göre alırlar ve isimleşirler. Mesela, Kafir dediğimiz zaman bu kelimenin melekten türemediğini herkes bilir. Bu kelime Allah’ın insana yüklediği emaneti ihlal eden gerçekleri saklayan inkar eden insanlara verilen bir sıfattır. Doğru olanı, kafir insandır.
Müslüman kelimesi yaratılışta verdiği söze sadakat gösteren kendisine yüklenen emanetin bilincini sorumluluğunu taşıyan ve kendisini yaratan Allah’a teslim olan bir insandır. Hiçbir Müslüman olana kafir ve hiçbir kafir olana Müslüman denemez. Ama kafir ve Müslüman olanlara beşer denebilir. Çünkü insanın beşer sıfat almış bir ismidir. Beşer kelimesinin Müslüman mı? Kafir anlamında mı kullanıldığı ancak ayetlerden ve konu içerisinde o kelimeye yüklenen anlamdan anlayabiliriz.
Beşer kelimesi iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi yolunu rabbani yolda tercih edip İnanlara verilen sıfat, ikincisi de yolunu veya tercihini gayrı rabbani yolda seçenlere yüklenen sıfat olmak üzere! Şimdi bunlardan her iki yolu tercih edenlere ayetlerden örnek vererek söylediklerimizi belgelemeye çalışalım.
1-Seçimini rabbani yönde kullananlara kullanılan beşer.
17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”
2-Yol seçimini gayrı rabbani yolda kullananlara kullanılan beşer.
23/24- Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış önde gelenler dediler ki: “Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz.”
3-Yol seçimini her iki yolda olanları ayırt etmeden kullanılan beşer kelimesi.
21/34- Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?
Sonuç olarak, Kuranda geçen her kelimenin ne anlamda kullanıldığını anlayabilmek için o kelimenin kullanıldığı ayet, konu ve kuran bütünlüğündeki ait olduğu yeri keşfederek Kuranının o kelimeye orada yüklediği anlamı yakalamak gerekir. Eğer O kelimenin anlamını doğru olarak anlayabilirsen hem kurana hem sünnetulllaha hem de akla ters düşmez.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN - ANAMUR.