13 Ocak 2014 Pazartesi

YUNUS PEYGAMBER BALIĞIN KARNINDA ÖLMEDEN NASIL YAŞADI?




  

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!


Kuran’da kıssalar içerisinde yanılış anlaşılan konulardan birisi de yunus peygamber hakkında söylenenlerdir. Kuran’ın ne söylemek istediği ancak kendi sistematiği içerisinde anlaşılabilir. Onun için Kuran’ın ne söylemesinden çok Kuran’ın ne söylemek istediğinin anlaşılması gerekiyor.


Yunus peygamberle ilgili Kuran’daki ayetleri bir arada düşünüp ve kuran bütünlüğü evren yasaları ile akıl süzgecinden geçirip tartmadıkça Yunus kıssası hakkında bildiklerimiz doğru olmaz. Evet, anlatılan mitolojik hikâyelerde Kuran’dan da alıntılar yaparak Samiri’nin yaptığı gibi meşru olmayan şeyler meşru gösterilmeye çalışılmıştır. Fakat asıl gösterilmesi gereken hedef çarpıtılarak Kuran’daki ayetler masallarda menkıbelerde sadece insanları yanlışa götürmek için malzeme olarak kullanılmıştır.


Şimdi Kuran’da geçen yunus peygamber ile bilgileri derleyerek ( kuran, akıl, ilim ve pratik hayat) ayetlerin içerisinde geçen yunus hakkında ne denmek istendiğini yakalamaya çalışalım.


68/48- Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.

Ayette geçen çağrı (dua) kelimesinin ne anlama geldiğini detaylı bir biçimde açıklayacak değiliz. Ama çağrının bir dua olduğu ve bu duanın da kişinin isteğinin yönünde çerçevelenerek fiili hayatta karşılık bulmasının adı olduğunu söylemekle yetineceğiz.


Buradaki Yunus hakkında söylenen hayra alamet olarak söylenen bir söz değildir. Yunus hayatta gezinirken hayata bakış penceresinin doğru olmadığı, Allah tarafından övülmeyen yerilen bir davranış olduğu bellidir.

37/139- Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.

37/140- Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.

37/141- Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.

37/142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.

37/143- Eğer (Allah’ı çokça) tespih edenlerden olmasaydı,

37/144- Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

37/145- Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.

37/146- Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.

37/147- Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.

37/148- Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.


Yunus peygamber hakkında o kadar söylenmiş olan söz mesaj nasihat varken toplumların beyinlerinde yankılanan Yunus, balık tarafından yutulup mucize olarak ölmeden balık tarafından dışarı atılmasıdır.

37/142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.

Yunus’u yutan balık ne? Neden yunus balık tarafında yutulup sonra balık onu kusup dışarı atıyor? Neden yunus kınanıyor? Yunus hakkında Kuran’ın söyledikleri insanlara ne gibi mesajlar veriyor? Bunlar düşünülmemiş sadece yunusun balık tarafından yutulup dışarı mucize olarak atılması menkıbelerde anlatılıp durulmuştur.


YUNUS GİBİ OLMA

Ne vardı yunus’ta? O da bir peygamber değimliydi? Bizlere Kuran’da peygamberler arasında ayırım yapmayın diyordu. Rabbimiz burada ne anlatmak istiyordu? Yunus gibi olma sözünü kalbin derinliklerine işleyip orada derin bir iz bırakarak bir daha silinmemecesine o sözü vurguluyordu?


Evet, yunus peygamber olmadan ve iman etmeden önce isyan etmiş Allaha başkaldırmış kelimeyi konulduğu yerden kaldırmıştı. Böylece hem kendi nefsine hem de insanlara kötü bir örnek davranış sergilemişti. Bu durumda da Allah’ın dünya hayatına kendisinin ibadet ve kulluk için gönderildiğini unutmuş böylece zulmedenlerden olmuştu.

Aslında Yunus gibi olma sözü asırlardır bir ezberi bozuyordu. Peygamberler önceden Allah tarafından seçilir anlayışını silkeleyerek rafa kaldırıyordu. Eğer Peygamberler önceden kendi iradelerinin dışında peygamber olarak seçilmiş olsaydı. Bütün insanlar Allah katında yaratılırken rol farkı dışında eşit yaratılma ilkesini ters yüz ederdi. Allah insanlara eşit mesafededir. Yol çerçeve olarak çizilmiş insanların imtihana tabi tutulanlara deneme süresi içerisinde eşit şartlara endekslenerek yarışmaktadırlar.


Bir başka deyişle icadı icat eden mucit Allah’ın ona verdiği aklı kullanarak Allah’ın verdiği nimetler içerisinde kafa yormasıyla Allah onun icadını gerçekleştiriyor. Allah ona o mucitliği verdi de diğerlerine kapadı mı? Elbette kişilerin kabiliyet yönleri farklı olabilir. Ama birine fizik ilmi kabiliyeti verdiyse diğerine matematikte veya kimyada veya tıp ilminde kabiliyet vermiştir. Ama mutlaka vermiştir.


İşte Aklını kullanmayanlar verilen bu nimetlere karşı nam kör oluyorlar. Bu sebeple yunus da dünya hayatında diğer insanlar gibi Allah’a ibadet ve kulluk yapmak için yaratıldığı halde. Maalesef bu çizginin dışına çıkarak yaratılışta verdiği rabbim Allah’tır sözleşmesini bozarak Allah’tan gelen şu ayetin muhatabı olmuştu.
37/141- Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.


Bu hitap; Yunus’un şahsında yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın verdiği nimetler karşısında şımararak nefsini malını mülkünü, makamını, ilahlaştırarak Allah’ın insanlara yüklediği emanete sahip çıkmayan bütün insanlara bir mesaj vermektedir.


33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.


Ayette geçen insanların yüklendiği emanet insanların dünya hayatında denendiğini başıboş dolaşmak için gelmediğini kırmızı ışığı ihlal edenin cezalanacağını doğru yolda gidenlerin ise mükâfatlandırılacağına işaret etmektedir. Arkasından gelen ayet bu emanetin tanımını yapmaktadır.

33/73- Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azaplandıracak, mümin erkeklerin ve mümin kadınların tövbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.


İşte Kuran’daki kelimeler Kuran’ın tanımladığı gibi anlaşılmazsa ayette geçen kast edilen mana da yakalanamaz.


Bu emaneti, neden melekler kabullenmekten kaçınmış da insanlar kabullenmiş? İnsanlar yaratılırken Allah insanlara böyle bir seçenek koyup insanlara sordu mu? Melekler kabullenmeyip insanlar kabulleniyor? Kuran’ın anlatım sanatlarının başında edebiyatta kullanılan intak sanatı gibi sanatsal bir üslupla lisanı haliyle anlatmaktadır. Bu ayette geçen iki muhatap vardır. Birisi melekler. Diğeri insanlar meleklerde akıl irade yok onlar kendilerine verilen görev çerçevesinde ne emir verilmişse ancak onu yerine getirirler.



Onlarda takva ve bunun zıttı olan nefis yok. Bu sebeple herhangi bir şey hakkında seçme hakları da yoktur.


2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.


2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."


Bir konuyu anlatırken o konunun düzgün anlaşılması için içerisinde geçen kelimeleri Kuran’dan anlatmak zorunda kalıyorum. Konumuz melek ve insan değilken yunusun yaptığı bir yanlışın asıl nedenini sorgulayarak neticeye ulaşmaya çalışıyorum. Ne olur okumaktan sıkılmayın bu bilgiler olmasa konu anlaşılmaz.


O zaman melekle insan arasında yaratılış bakımından büyük farklılıklar vardır. Birisi verilen emre itiraz etmeden kendisine verilmiş kotlanmış bilgiler çerçevesinde seçenek seçmeden yerine getiriyor. Bunun adı melektir. Diğeri ise önünde iki yol iki amaç konmuş bunlardan seçme hakkı kendisine verilmiş, Bunun adı da insandır. Bu bakımdan insan emanet yüklenmiş. Yani attığı her adımın yaptığı her davranışın hesabını verecektir.


Yunus Kuraya katılıp da kaybettiği şey işte bu iki seçenekten Allah’ın peygamberler aracılığı ile sınırlarını çizdiği kendisine vahiylerle çizilen yolda yürümesi emredildiği halde bu çizginin dışına çıkmasını kuran böyle edebi bir üslupla anlatıyor.


37/140- Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.

37/141- Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.

37/142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.

İşte yunusun Kaçtığı dolu gemi dünya hayatında Allah’ın insanları yola gitmede kendi özgür iradesiyle önündeki iki seçenekten batıl yolu seçmesiydi. Allah İnsanlara aklını dünya hayatını vermiş doğru yola ve yanlış yola gidecek eğilimi de vererek üstelik her iki yöne gidecek malzemeleri de vererek onları hangi yola giderse yollarını açarak kolaylaştırmıştır.


37/142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.


Dünya nimetleri içerisinde Yunus Allah’ın tarif ettiği yolu kaybetmişti. O kendisine verilmiş olan ilahi mesajı unutmuş nefsinin esaretinde yola koyulmuştu. Eğer yunus kendi gidişatını değiştirmeyip böyle devam etmiş olsaydı, o şeytanın adımını izleyerek asıl Allahın tarif ettiği yola gelemeyecek böylece küfrün içerisinde debelenip duracak böylece hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında helak olup gidecekti. Ama yunus kendi gidişatını değiştirdi. İman etti ve kendisini yaratan rabbine teslim oldu. Böylece hem kendisi kurtuldu. Hem de, yol gösterici olarak halkının karşısına çıkarak yüz binlerin kurtuluşuna vesile oldu.

21/87- Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.


Kişinin duası istediği yönde kendisini kanal ize etmesidir. Yunus dünya hayatındaki yapmış oldukları davranışların yanlış olduğunun farkına vararak eksenini değiştirmiş, bu yeni İslam kimliği dünya hayatında ona yeni bir makam ve mevki kazandırmıştı. Bu makam Allah’ın övdüğü bir makamdı. O da artık övülen peygamberler arasına ismini yazdırmıştı.


6/85- Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi Salihlerdendir.


6/86- İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini âlemlere üstün kıldık.

6/87- Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik.


BALIĞIN KARNINDA YUNUS ÖLMEDEN NASIL YAŞADI?


Kuran’daki kıssaları anlamada en çok çekilen sıkıntı müteşabih ayetlerin anlatım esprisinin kavranamamasından kaynaklanıyor. Kuran’da geçen balık kelimesi tatlı sularda insanların beyaz et ihtiyacını karşılayan balıklar olduğu gibi bir de mecazi anlamda nimet azık rızk anlamında da kullanılmıştır. Eğer balık kelimesinin kullanıldığı yerde hangi anlamda kullanıldığı anlaşılamazsa kastedilen mana çarpık bir boyuta ulaşır. “Adamın burnu havada “ sözcüğü eğer mecazi anlamda değil de gerçek anlamda anlaşılmış olsaydı. Ne olurdu? onu siz düşünün.

İşte yunus balığın karnında ise, ve bu gerçek anlamında kullanılmışsa, bu ifade Allah’ın koyduğu yasaları delerek Allahın kendi koyduğu sünnetine muhalefet olarak karşımıza çıkardı. Allah hem evreni yaratmış. Evren içerisinde binlerce milyonlarca yaratılan varlıkların manevra kabiliyetlerini kendi içlerinde ve evrenin diğer varlıklar içerisinde birbirlerine tezat teşkil etmeden dolaşmaların sağlayacak bir düzen kurmuştur.

67/3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?


67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Gerçekten Yunus; balığın yutup da karnında mı kaldı? Kaldıysa bu ne kadar bir süre olurdu? Tıp ilmi buna nasıl bir cevap verir? bu sorgulanması gerekir.


BİLGİ FORMUNDAN BİR ALINTI


Bir insanın nefesini tutma süresi en çok suya dalmada söz konusu olur. İnsanlar binlerce yıl denizin 30 metre altına kadar kendi ciğer güçleriyle daldılar, sünger ve inci avcılığı yaptılar. Ne var ki istedikleri kadar sağlam ve güçlü olsunlar nefeslerini tutarak su altında birkaç dakikadan fazla kalabilmeyi başaramadılar.

İnsanlar, dalgıç elbiseleri ile dalmaya 1800′lü yılların başlarında başladılar ama bu sefer de bir hortuma bağımlıydılar. Su altında tüplerle özgür ve yatay yüzebilmek 1940′lardan sonra mümkün olmuştur. Gözünü hep havaya dikmiş olan insan, uçmaya başladıktan neredeyse yarım asır sonra deniz altında tüple serbestçe yüzmeye ve bunun sonucu olarak deniz altını keşfetmeye başlamıştır.
Gerçi günümüzde tüpsüz serbest dalışta yarışmacılar 5 dakikayı aşıp, 100 metreden fazla derine inebiliyorlar ama çok özel bir teknik uygulamayı gerektiren bu süreler ve derinlikler, normal insanın nefes alma kapasitesinin arttırıldığı anlamına gelmez.


Nefes alıp verme ölüm anına kadar süren bir yaşam süresidir. Solunum durması ölüm belirtisi olarak kabul edilir. Oysa vücut oksijen almadan da bir iki dakika yaşayabilir. Bu nedenle suda boğulanlara ya da soluk borusu tıkandığı için solunumu duranlara uygulanacak yapay solunum, ölmek üzere olan kişinin yaşamını kurtarabilir.


Soluk verildiğinde ciğerlerdeki havanın tümünün boşaldığı sanılır ama ciğerlerde epey bir miktar hava kalır. İnsan kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, her bir ciğerinde kalan havayı l ,5 litrenin altına düşüremez. İnsanlar akciğerlerini tam kapasite ile çalıştırmazlar. Her nefes alış verişte ciğerlerindeki havanın altıda birini kullanırlar dolayısıyla rezerv bir solunum güçlen vardır.


Sağlıklı, genç bir insan nefesini yaklaşık 3 dakika tutabilir. Eğitimle bu süre çok az daha uzatılabilir ama bu süreden sonra insanda şuur kaybı başlar. İşte bu sırada vücudun koruma mekanizması devreye girer ve uzun süre soluksuz kalmasına izin vermez. İnsan kendini zorlayarak morarıncaya kadar nefesini tutsa bile boğulmaz, yalnızca bayılır ve hemen o anda solunum yeniden başlar.

İnsan vücudu fazla miktarda oksijen depolayamaz. İnsanda oksijen yetersizliğini ikaz edecek sensörler de yoktur. Dağcılığa yeni başlayanlar yükseldikçe oksijenin azaldığını fenalaşmaya başlayınca anlarlar. Vücut alyuvar sayısını arttırarak yükseklerdeki oksijen azlığına alışmayı sağlar. İnsanı nefes almaya zorlayan vücuttaki oksijenin azalması değil kandaki karbondioksit oranının artmasıdır. Bu oranın artmasıyla beyindeki nefes alma mekanizması tetiklenir ve insan daha sık nefes almaya başlar.

Suya dalmadan önce derin derin nefes alanlar oksijen depoladıklarını sanırlar ama aslında vücutlarındaki karbondioksit seviyesini düşürürler. Bu sayede nefeslerini 30 saniye daha fazla tutabilirler.

FORM.BBS.TR. SİTESİNDEN BİR ALINTI

Modern Çağın Yunus Peygamberi Gerçekten Yaşadı Mı?


Bir balığın karnında 40 gün kalıp daha sonra yeniden yeryüzüne dönen Hz. Yunus Peygamberin öyküsünü bilmeyeniniz yoktur. Bu inanılmaz dini anlatının bir benzerinin 19ncu yüzyılda gerçekleştiği birçok kitapta anlatılmaktadır. Pekiyi modern çağlarda geçtiği iddia edilen bu öykü ne kadar gerçek ve güvenilirdir?

ALINTI
James Bartley, Balina Karnında

Bu öykü hala inananlar ile inanmayanlar arasında tartışılmaktadır. 1891 Şubatında İngiltere’nin Liverpool limanından yola çıkan bir balina gemisi olan “Star of the East-Doğu Yılıdız” Güney Atlantikin Falkland Adaları açıklarında ava başlamıştır. Bir balina gördüler ve iki bot onu öldürmek için gönderildi. Birinci bot başarılı bir şekilde balinayı zıpkınladı. Fakat balina yüzerek uzaklaştı. Botu beş mil kadar beraberinde çekti. Daha sonra balina suya daldı ve tekrar deniz üzerine ancak botun bulunduğu yerden çıktı. Bottakiler kendilerini denize attılar. Sonunda zıpkıncılar balinayı gemiye çekebildiler. Fakat balina tarafından sürüklenen birinci bot alabora olmuş ve ters dönen teknedeki tüm gemiciler denize düşmüşlerdi. İki gemici dışında diğerleri kurtarılabildi. İki gemici denizde kaybolmuşlardı.


Bir kaç saat sonra balina güverteye alındı ve denizciler onu parçalamaya başladılar. Balinayı güvertede yükseterek mideye kadar yüzmüş oldukları bir sırada midede bir şeylerin kımırdadığını gördüler. Derhal mideyi yardılar ve kaybolan gemicilerden 35 yaşındaki James Bartley’i bilincsiz fakat nefes alırken mideden çıkardılar. İki hafta kendine gelemeyen gemici sonunda iyileşti. Üçüncü haftada yeniden işine geri döndü.


İngiltere’ye dönen Bartley Londra Hastanesine yatırıldı. Balinanın mide asidi sebebiyle derisi beyazlamş ve parşomen kağıdı gibi dökülmekteydi. Üzerinde saç ve kıl kalmamıştı. Sağlığına kavuşmasına rağmen eski görüntüsüne dönemeyecekti.

Yukarıda anlattığımız öykü Tevratta geçen Yunus Peygamberin balina karnında üç gün üç gece (bazı kaynaklara göre 7 gün 7 gece, bazılarına göre 40 gün 40 gece) kalması öyküsünü anımsattığı için kendisine Modern Yunus adı verilecek ve bir çok gizem araştırmacısının kitabında 1800lü yıllarda çok bilinen bu öykü yer alacaktır.
ALINTI
Balığın Karnındaki Hz. Yunus



Pensilvanya’da bulunan Messiah College öğretim üyelerinden Prof. Edward Davis yıllar sonra bu olayın gerçekliğini yeniden araştırmaya başlayacaktır. Öyküde adı geçen “Star of the East” adlı geminin aslında bir balina gemisi değil bir kargo gemisi olduğunu kayıtlardan çıkaracaktır. Kaptanın karısı böyle bir olayın olduğunu inkar edecektir. Geminin kayıtlı olduğu Llyod Firmasının gemiciler ve sözleşmeler listesinde Modern Yunus, James Bertley’in adı hiç geçmemektedir. Ayrıca bir balinanın midesinde insanın yaşayabileceği kadar hava bulunmamaktadır, balinanın boğazı insanın geçemeyeceği kadar dardır ve pratik olarak bu mideden kesilerek bir insanın çıkarılma imkanı da yoktur. Prof. Davis sonuçlarını internetten tüm düyaya açıklayacaktır


KURAN'IN SÖYLEDİKLERİYLE İLİM ASLA ÇATIŞMAZ!


Kıssa’da geçen balık ne anlama geliyor? balık kelimesi ile ilgili geçen ayetleri bir araya getirerek düşünmeye çalışalım.

7/ 163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.


18/61- Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu.


18/ 63- (Genç-yardımcısı) Dedi ki: "Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu."


21/ 87- Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.


37/ 141- Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.

37/142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.

68/ 48- Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.


Balık kelimesi ile ilgili geçen ayetlere baktığımız zaman, balığın dünyadaki verilmiş olan nimetler olduğu nimetler içerisindeki şımarıklıkla insanlar yaratılış gayesinin dışına çıkarak helak olmalarıdır. Para insanlara mutluluk getirmiyor. Şans oyunlarından haram yollarla elde edilen milyarları alanları incelediğiniz zaman hangisini mutlu etmiş? hangisi önceki halinden daha iyi olmuş bir bakınız.


Tarih boyunca peygamberlere karşı çıkan dünyalık saltanatlarının sallanmasından korkanlar hep halkın önde gelen müstekbirleridir. Bunlar şımarmış insanlardır. Bunların o halleri zaten oturdukları koltukların şatafatından kaynaklanmaktadır.

17/ 16- Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

Onların helak olmalarını Allah emretmiyor. Onlar helakinin kuyusunu kendileri hazırlıyorlar.

Kuran’da yunus ile ilgili ayetleri aktarmaya çalıştık. Olayla ilgili düşündüğümüz zaman Kuran yunus’un iki halinden bahsetmektedir. Birisi cehalet dönemi, bu Kuran’da yerilen kınanan dönemdir. Diğeri ise vahyin aydınlığına kavuşarak cehaletten kurtulup Allah’ın yaşadığı hayatı övdüğü peygamberlik dönemdir.


Kuran, Bütün peygamberlerin şahsında, isimleri zikredilmemiş olalar da dâhil olmak üzere,  gelen vahiylerin  özetini yaparak, cehalet karanlığı içerisinden kurtulmanın reçetesini karşımıza çıkmaktadır.


Muhammet peygamber, yunusun peygamberin yaşadığı hayat hakkında gerçek bir bilgiyi nereden bilsin? Kuran geçmiş kavimlerin ve peygamberlerin başına gelen olayları anlatarak hem vahyin muhatabına hem de ona iman edenler için mesaj vermektedir.


68/ 48- Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.

Bilindiği gibi hayat inişli çıkışlı bir yoldur. Yer yer kıtlık yokluk açlıkla insanlar karşılaştığı gibi, yer yer de insanlar bollukla güllük gülistanlık bir hayatla da karşılaşabilmektedirler. Sabır tavsiyesi iman ettiği halde başına bir takım belalar gelen hayatın zorlukları ile karşılaşmaları onları yıpratmaması gerektiğini Hele hele inanancı uğruna yerinden yurdundan sürgün edilerek küfür içinde yaşayan toplumların yaptığı zulümler karşısında onlara boyun eğmeden orta yolda buluşmadan doğru yoldan sapmadan başına gelenlere sabretmesi tavsiye edilmektedir.

Yunus ile ilgili ayetlere baktığımız zaman Kısacık olarak Muhammet peygambere ders vermek amacıyla hayata bakışın ve hayatta nasıl bir yöntem uygulaması gerektiğinin profilini çizmektedir.


Yunus da gönderilmiş bir peygamber olduğunu, ancak peygamber olmadan bir takım cehalette bulunarak, Dünya Hayatını bir gemiye, nimetleri de bir balığa benzeterek, insanlar içerisinde nimetlerin verdiği sarhoşlukla o kendisine gösterilen vahiy orijinli yoldan saparak doğru yolda yürümenin mutluluğunu yakalayamamıştı. Ne zaman ki kendisini ve gittiği yolu sorguladı ve Allah’ın tanımladığı vahiy çizgisine geldi Allah kendi nimetlerini ona ilim ve hikmet vererek onu bir peygamber kıldı. Bunu kuran şöyle anlatıyor.


37/145- Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.

37/146- Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.

37/147- Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.

Allah’ı tespih etmek eline dizilmiş tespih tanelerini saymak değil Allahın gönderdiği vahiylerle, Allahın yarattığı kâinat arasındaki mutabakatı yakalayarak hem gönderilen vahiylerdeki çelişkisizliği hem de evrendeki çelişkisizliği yakalayarak düzgün bir yol tutturmasıdır. Bu sebeple Allah her peygambere ilim ve hikmet vererek onları desteklemiştir.

Allah yunus gibi olma ifadesiyle Yunusun düştüğü yanlışlıklara sen de düşme ifadesini kullanırken bir taraftan da o kavmiyle beraber bu yanlışlıktan dönerek Allahın övgüsüne mazhar olmalarıdır.

98- Ama (azap geldiği sırada) iman edip imanı kendisine yarar sağlamış -Yunus kavminin dışında- bir ülke olsaydı ya! Onlar iman ettikleri zaman dünya hayatında onlardan aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar yararlandırdık.


İman Etmek Allahın gönderdiği dinin İnsanlara Allahın vermiş olduğu akıl ile test edip doğruluğuna kabullenmedir. Allahın yarattığı evrende başına felaketler gelmeden yürüyebilmek için evrenin yasalarına uymak gerekiyor. Bilindiği gibi evrende yürürken insanların yapması gereken ve yapmaması gereken bir takım davranışlar vardır. Bunu bir başka ifadeyle anlatacak olursak haramlar ve helaller vardır. Âdemde bu yasak ağaç, Yahudilerde cumartesi yasağı, Salih peygamberde dişi deve gibi tanımlanmıştır.


Her şeyin bir kullanma Kılavuzu vardır. Bu kullanma kılavuzuna uymadığın zaman başına bir takım belalar gelmesi kaçınılmazdır. Trafikte kırmızı ışık kuralını ihlal ettiğin gibi veya yemek pişirirken pişme sınırının aşıldığında yanması gibi yakıt deposuna koyulan yakıtın bittiği zaman arabanın çalışmaması gibi aklına daha hangi işi yaparsan yap o kuralları bilip hayata geçirmediğin sürece dünya hayatında başına bir takım azaplar gelecektir.


İşte yunus ve yunus kavmi kendilerine dünya hayatında Allahın gönderdiği dünyayı kullanma Kılavuzunu bulup kendilerine bunu rehber olarak kabullenmeselerdi Kılavuza uymamanın bedellerini ödeyerek azap içerisinde olacaklardı.

“ Onlar iman ettikleri zaman dünya hayatında onlardan aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar yararlandırdık.”

Hep yazdığım makalelerde konunun uzunluğundan şikâyet ediyorlar. Yine aynı şikâyete maruz kalmamak için kıssadan alınması gereken hisseyi özetlemeye çalışayım.

Sonuç Olarak, Yunus peygamber hakkında İslam toplumların beyinlerinde kalın bir iz bırakan balığın yunusu yutarak, süresi belli olmayan bir zaman dilimi içerisinde balığın karnında kalmıştır. Allah’ı tespih edişiyle balığın onu sahile kusması inancı artık değişmesi gerekir. İlim akıl Kuran’a ve pratik hayata göre bu olay Kuran’da mecazi anlatım sanatıyla anlatılmış bir olaydır. Yoksa gerçek anlamında olmuş olsaydı yukarıdaki anlatılan ilmi verilerle uyum sağlamazdı. Balık dünyanın çekici süsleri gemi de dünya hayatıdır. Dolu gemi de yanlış yolda giden çoğunluğun oluşturduğu insan topluluklarıdır. Kuranda geçen Yunus ile ilgili kıssayı bir de bu açıdan düşünerek Kuran’ı okumanızı tavsiye ederim.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN-ANAMUR
Kuranianlamametodu.blogspot.com
alirizaborazan@hotmail.com


İNEK BACAĞI VURMAKLA ÖLEN İNSAN NASIL DİRİLİR?






 

 

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

 

 

2 /73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.



ÖNCE HAZRETİ MUSA KISSASINDA BU OLAY SEYYİT KUTUP NASIL ANLATILMIŞ?
***********************************************************************************

2/67- Hani Musa, kavmine: "Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor" dedi de kavmi kendisine: "Bizimle alay mı ediyorsun? " deyince, o da onlara: "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.


2/68- Onlar: "Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın" dediler. Musa da: "Rabbim `o sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır' diyor, haydi size emredileni yapın" dedi.


2/69- Onlar: "Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin" dediler. Musa da: "Rabbim, `o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir' diyor." dedi.


2/70- Onlar: "Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın. Biz sığırları birbirinden ayırt edemez olduk. Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız" dediler.


2/71- Musa: "Rabbim, `o, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş, toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir sığırdır' diyor" dedi. Bunun üzerine onlar "İşte şimdi hakkı ile anlattın" diyerek tanımlanan sığırı kestiler, neredeyse bunu yapmayacaklardı.
2/72- Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu birbirinize atmaya kalkmıştınız. Oysa Allah gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.
Bu amaçla "Kesilen sığırın bir parçasını o öldürülen adamın cesedine değdirin" dedik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir.


Bu küçük kıssa, az önce okuduğumuz ayetlerden anlaşılabileceği gibi, birkaç bakımdan incelenebilir. Bu ayetlerde dikkatimizi çeken ilk husus, yahudilere atalarından miras kalan karakterlerini açığa vurmalarıdır. Yine bu ayetlerde yaratıcının gücü, ölümden sonra dirilme gerçeği, hayatın ve ölümün özelliği kanıtlanmaktadır. Ayrıca bu kıssanın başlangıcı, sonucu ve konumu bakımından sergilediği ifade sanatı da dikkatimizi çeken noktalar arasındadır.


Yahudi tabiatının temel karakteristik özellikleri bu sığır kıssasında açıkça görülür. Bu özelliklerin en başta geleni kalpleri ile yüce Allah arasındaki ilişkinin kopuk oluşudur. Ki bu ilişki, ipince şeffaflığın, görünmeyene inanmanın, Allah'a güvenin ve peygamberlerin getirdiği mesajları onaylama yeteneğinin kaynağını oluşturur. Bu özelliklerin diğerleri de; yükümlülükleri üstlenmekten kaçınma, çeşitli bahaneler ve mazeretler uydurma, kalp bozukluğu ile dil kabalığından kaynaklanan alaycılıktı!


Sebebine gelince; peygamberleri kendilerine: "Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor" dedi. Bu söz, bu biçimi ile içeriğini onaylayıp yerine getirilmesi için yeterlidir. Çünkü sözü söyleyen peygamberleri aynı zamanda kendilerini yüce Allah'ın rahmeti, gözetimi ve direktifi ile onur kırıcı bir işkence hayatından kurtarmış olan liderleridir. Üstelik bu peygamber, bu direktifin kendi emri, kendi görüşü olmadığını, bu emrin kendilerini hidayeti doğrultusunda ilerletmek isteyen yüce Allah’tan geldiğini belirtiyor.


Buna karşılık verdikleri cevap, küstahlıktan, edepsizlikten ve şanlı peygamberlerini alaycılıkla, dalgacılıkla suçlamaktan ibaret oldu. Sanki peygamber olması bir yana, yüce Allah'ı tanıyan sıradan bir insanın bile yüce Allah'ın adını ve emrini alay ve maskaralık malzemesi yapması düşünülebilirmiş gibi Peygamberlerine şöyle soruyorlar:

"Bizimle alay mı ediyorsun?"

Hz. Musa'nın bu küstahlığa karşı cevabı Allah'a sığınmak; onları tatlı dille sitemli ve dolaylı bir üslupla yüce Allah karşısında takınılması gereken edebe çağırmak, Onun hakkındaki asılsız düşüncelerin ancak bu edebi bilmeyen ve takınamayan cahillere lâyık olduğunu kendilerine anlatmak olmuştur.


"Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım."

Aslında bu sitemli ifade onları kendine getirmeye, Rablerine döndürmeye ve peygamberlerinin emrini yerine getirmelerini sağlamaya yeterli idi. Fakat unutmayalım ki, Yahudiler ile karşı karşıyayız!


Evet.. Onlar peygamberlerinin bu yalın sözü üzerine ellerini herhangi bir sığıra uzatıp onu kesebilirlerdi; bunu yapmalarında herhangi bir güçlük yoktu. Böyle yapsalar Allah'ın emrine uymuş ve peygamberlerinin sözünü tutmuş olacaklardı. Fakat itirazcı ve kaypak karakterleri hemen depreşiverdi. Bunun sonucu olarak peygamberlerine şu soruyu yönelttiklerini görüyoruz:


"Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın, dediler."


Bu soru bu biçimi ile şunu ortaya koyuyor: Onlar, Hz. Musa'nın, bu emirle kendileri ile alay ettiğinden halâ kuşku duyuyorlar. Sebebine gelince; her şeyden önce, "Bizim için Rabbine dua et" demekle, yüce Allah'ın sadece Hz. Musa'nın Allah'ı olduğunu, aynı zamanda kendilerinin de Rabbi olmasının söz konusu olmadığını, meselenin kendilerini değil, sadece Hz. Musa ile onun Allah'ını ilgilendirdiğini söylemek istiyorlar. Ayrıca Hz. Musa'dan boğazlanacak sığırın "nasıl" olduğunu Rabbinden öğrenmesini istiyorlar. Burada sorulan bu soru her ne kadar hayvanın niteliğini öğrenmeye dönük gibi görünüyorsa da aslında karşı gelme ve alay etme anlamı taşır.


"Nasıl bir şeydir o?". O bir sığırdır. Peygamberleri bunu onlara işin başında hiçbir nitelik ve özellik belirtmesine yer vermeksizin söylemişti. Bir sığır. O kadar!


Burada Hz. Musa'nın onları doğru yola döndürmek amacı ile sorularına soruyla cevap verme yoluna başvurmamaya özen gösterdiğini görüyoruz. Eğer böyle yapıp onların sapık soru sorma üslubunu benimsemiş olsaydı, kendileri ile kelimelerle oynamak anlamına gelebilecek biçimsel bir tartışmaya girme tehlikesi ile karşılaşabilirdi. Hz. Musa, bunun yerine onlara, Allah tarafından sapıtmış aptallarla başa çıkmakla görevlendirilmiş eğitici bir öğretmene yakışacak bir ağırbaşlılıkla cevap veriyor:


"O sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır."


Yani söz konusu sığır ne çok yaşlı ve ne de körpe bir danadır, bu ikisi arasında bir yaştadır. Hz. Musa, bu kısa açıklamanın arkasından onlara şu kesin ifadeli nasihati yöneltir:


"Haydi (artık) size emredileni yapıverin"


Sözü uzatmak istemeyenler için bu kadar açıklama yeterli idi. Yeterli idi, çünkü peygamberleri onları iki kere doğru yola çekmiş, kendilerine soru sormanın ve emir almanın gerekli edep kurallarını tanıtmıştı. Artık ne çok kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı herhangi bir sığırı yakalayarak omuzlarına bindirilen yükümlülükten arınmaları, bu hayvanı keserek Rablerinin emrini yerine getirmeleri, kendilerini karmaşıklığın ve baskının sıkıntısından kurtarmaları beklenirdi. Fakat Yahudi bildiğimiz yahudidir! Nitekim yine sorularına devam ediyorlar:


"Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin, dediler:'


Yine "Bizim için Rabbine dua et..." teranesi, Yahudiler bu soru ile konuyu didiklemeye giriştikleri ve ayrıntıya girmeyi istedikleri için kendilerine verilecek cevabın da ayrıntıya girmesi kaçınılmazdı. Okuyoruz:

"Rabbim `o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir' diyor."


Böylece kendi elleri ile kendi tercih alanlarını daralttılar. Daha önce, istedikleri herhangi bir sığırı kesebilecekleri halde şimdi sıradan bir sığırı kesmekle işleri bitmiyordu. Bunun yerine ne kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı bir sığır bulmak zorunda idiler. Üstelik bu sığır, alacasız sapsarı renkte olmalı idi. Ayrıca ne zayıf ve ne de şişman olacak, "Görenlerin gözlerine hoş gelecekti." İnsanların gözleri ancak sağlıklı, canlı, hareketli, gürbüz ve parlak tüylü bir inek görünce hoşnut olabilirdi. Çünkü insanlar genellikle canlı ve ölçülü görüntülerden hoşlanır, buna karşılık sünepe ve uyumsuz görüntülerden nefret ederler.


Artık işi inatla kurcalamaları fazlası ile yeterli idi. Fakat yollarına devam ederek meseleyi daha karmaşık ve kendileri için daha zor hale getiriyorlardı. Yüce Allah buna karşılık işlerini daha da zorlaştırıyordu. Şimdi bir kere daha söz konusu sığırın "nasıl" olması gerektiğini soruyorlardı:


"Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın."


Bu anlamsız ve inatçı sorularını, meselenin kendileri için içinden çıkılmaz hale gelmesine, zira sığırları birbirinden ayırt edemez duruma düşmelerine bağlıyorlar: "Sığırları birbirinden ayırt edemez olduk."


Üstelik bu defa cahilliklerinin farkına varmış olacaklar ki, şöyle diyorlar:


"Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız."


Ama artık bu işin kendileri için daha karmaşık ve daha zor bir hale gelmesi, serbest tercih alanlarının daha da daraltılması ve sınırlandırılması, kesecekleri sığırda daha önce aranmayan ve öngörülmeyen yeni nitelikler aranması kaçınılmazdı. Okuyoruz:


"Rabbim: `O, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş, toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir sığırdır' diyor dedi."


Görülüyor ki, artık kesilecek sığır sadece orta yaşlı, sapsarı, parlak görüntülü olmakla kalmayacaktı. Hatta bunlara ek olarak zayıf, çift sürmede kullanılmamış ve sulama işlerinde hizmet görmüş olmaması da yeterli değildi. Bütün bunlar yanında beneksiz ve alacasız olması da gerekiyordu.


Ancak şu anda, yani iş iyice karmaşık hale geldikten, aranan şartlar üst üste yığıldıktan ve serbest tercih alanı iyiden iyiye daraldıktan sonra akılları başlarına gelir gibi olduğunda şöyle diyorlar:


"İşte şimdi hakkı ile anlattın”


"İşte şimdi" imiş, Sanki o ana kadar kendilerine anlatılanlar hak gerçek değilmiş. Ya da o ana kadar anlatılanların gerçek olduğunun farkına varamamışlardı da akılları şimdi başlarına gelmiş!
"Sonunda tanımlanan sığırı kestiler. Az kalsın bunu yapmayacaklardı."

İşte o zaman, yani kendilerine verilen emri uygulayıp yükümlülüklerin gereğini yerine getirdikten sonra, yüce Allah söz konusu emrin ve yükümlülüğün amacını kendilerine açıklıyor:


"Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu birbirinize atmaya kalkıştınız. Oysa Allah gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.


Bu amaçla `Kesilen ineğin bir parçasını öldürülen adamın cesedine değdirin' dedik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir."

Burada kıssanın ikinci yönüne, yani yüce Allah'ın kudretini, tekrar diriliş realitesini, ölüm ile hayatın mahiyetini kanıtlayan kısmına geliyoruz. Kıssanın bu bölümünde hitap üçüncü şahıstan ikinci şâhısa yöneltiliyor.

Yüce Allah burada sığır kesmenin hikmetini Hz. Musa'nın kavmine açıklıyor. Onlar aralarından birini öldürmüşlerdi. Herkes bu cinayetten kendini uzak tutarak suçu bir başkasına atıyordu. Ortada bir şahit yoktu. Bu yüzden yüce Allah gerçeği doğrudan doğruya öldürülen adamın dilinden açıklamayı murat etti. Sığırın kesilmesi bu adamın diriltilmesine vesile kılınmıştı. Kesilen hayvanın bir parçası cesede değdirilince adam yeniden canlanıverdi. Böylece kendisini kimin öldürdüğünü haber verme, öldürülüş olayının etrafını saran kuşku bulutlarını dağıtarak en güvenilir kanıtla gerçeği açığa çıkarma fırsatı doğmuştu.


Acaba böyle bir vesileye niçin gerek duyulmuştu? Çünkü yüce Allah vesilesiz olarak da ölüyü diriltebilirdi. Sonra kesilmiş inekle yeniden diriltilen ölü arasında ne gibi bir ilişki vardı? Sığır eski Yahudiler arasında da adet olduğu üzere kurban olarak kesiliyor ve bu kurbanın bir parçası aracılığı ile ölen adamın cesedine yeniden can geliyor.


Aslında kesilen hayvanın vücudundan alınan parçada ne hayat var ve ne de yeniden canlandırma gücü. O sadece yüce Allah'ın gücünü o adamlara gösteren zahiri bir vesileden ibarettir. O Allah'ın gücü ki, insanlar onun nasıl işlediği hakkında hiçbir bilgiye sahip değildirler., Onlar bu gücün etkilerini ve sonuçlarını görüyorlar, fakat ne mahiyetini ve ne de nasıl işlediğini kavrayamıyorlar.


"İşte Allah böylece ölüleri diriltir"


Yani, burada bizzat gördüğümüz fakat nasıl olduğunu bilemediğiniz bu diriltmede olduğu gibi yüce Allah hiçbir zorluk ve sıkıntı çekmeden ölüleri diriltiverir.


Ölümün tabiatı ile hayatın tabiatı arasında insanların başlarını döndürecek derecede korkunç bir mesafe var. Fakat ilahi kudretin yanında böyle "uzaklık" gibi kavramlara yer yoktur. Nasıl olur?


Bunu hiç kimse anlayamaz; hiç kimsenin bunu kavraması mümkün değil. Bu şaşırtıcı realitenin özünü ve biçimini kavramak ilâhi sırlardan biridir ve bu niteliği ile biz faniler âleminde buna imkân yoktur. İnsan aklı sadece bu sırrın kanıtladığı realiteleri kavrayabilir,
Ve oradan ders alabilir.


"O, size düşünesiniz diye ayetlerini gösterir."


Şimdi de bu kıssanın sergilediği edebî güzelliğe ve daha önceki ayetler ile arasında bulunan uyuma sözü getirelim.


Hikâyemiz kısacıktır. Onun baş tarafını okurken kendimizi bir meçhulün, bir bilinmeyenin karşısında buluyor arkasından ne geleceğini bilmiyoruz. Yani kıssanın baş tarafını okurken, yüce Allah'ın Yahudilere niçin bir sığır kesmelerini emrettiğini anlayamıyoruz. Nitekim Yahudiler de işin başında bu emrin sebebini bilmiyorlardı. Yüce Allah böylelikle onların itaat, söz dinleme ve teslimiyetlerinin derecesini ölçmüş oluyordu.


Sonra kıssanın akışı içinde Hz. Musa (selâm üzerine olsun) ile kavmi arasında ardı ardına karşılıklı konuşmalar oluyor. Fakat bu arada Hz. Musa ile Rabbi arasında neler cereyan ettiğini belirtmek üzere bu karşılıklı konuşmalara ara verildiğini görmüyoruz. Oysa bu konuşmaların her defasında Yahudiler, Hz. Musa'dan, Rabbine bir soru sormasını istiyorlar. O da istenen soruyu gerçekten soruyor ve aldığı cevabı onlara iletiyordu. Fakat kıssanın akışı içinde "Musa, Rabbine sordu" ve "Rabbi, Musa'ya cevap verdi" şeklindeki ifadelere rastlanmıyor. Doğaldır ki, Allah'ın yüceliğine yakışan bu sükût, bu lâfa karışmama ve karıştırılmama üslubudur. Bu üslubun Yahudilerce benimsenen bir inatçı polemik üslubu ile aynı paralelde olması, tabii ki, söz konusu olamazdı!


Kıssanın sonu bir sürprizle, beklenmeyen bir olayla noktalanıyor. Nitekim Yahudiler de böyle bir gelişme beklemedikleri için sürprizle karşılamışlardı. Bu sürpriz gelişme, boğazlanan bir sığırın vücudundan koparılmış bir parçanın, başka bir deyimle ne canlı olan ve ne de hayat unsuru içeren bir vücut parçasının basit bir dokunuşuyla ölmüş bir cesedin dirilmesi ve konuşmaya başlamasıdır!


İşte bu özellikleri dikkate alınca Kuran'ın ilginç kıssalarından birini oluşturan bu kısacık kıssada edebi ifadenin güzelliği ile konunun anlatım hikmetinin buluştuğunu görürüz.


Gerek Yahudilerin kalplerinde hassasiyet, ürperti ve korku uyandırması gereken bu son kıssanın tasvir ettiği canlı manzaranın arkasından ve gerekse daha önce gözler önüne serilen canlı tabloların, olayların, ibretlerin ve derslerin arkasından bütün beklentilere ve öngörülere ters bir sonuçla karşı karşıya geliyoruz:
********************************************************************************



SEYİT KUTUP BÖYLE TEFSİR ETMİŞ NE KADAR HAYATTAN KOPUK BİR KURAN ANLAYIŞI!


İNEK PARÇASI VURMAYLA ÖLEN ADAM DİRİLMEZ!

Böyle bir ifade şekli klasik din anlayışa sahip olanları ayağa kaldıracak. Bunu iyi biliyorum. Ama uzun yıllar Kuran’ın anlaşılması konusundaki gayretlerim Kuran’ı doğru anlamanın bazı kuralları olması gerektiğini bana öğretti. (Kuran, ilim akıl ve pratik hayat) bu dört hasletin asla çelişmeyeceği bir anlayış bizi Kuran’ı doğru anlamaya götürür.


Önce kuran bilgileri, bir vücut gibi ağlarla örüldüğü, hiçbir kelime ve ayetin yalnız başına kullanılmadığı ve her kelime ve ayetin bir başka kelime ve ayetlerle bağımlı olduğunun bilinmesi gerekir.


Bakara suresinde 67-73 arasında geçen ayetlerin ne anlatmak istediği manayı yakalayabilmek için kuran’da onunla ilgili kıssa ve konulardan haberdar olunması gerektiği gibi evren yasalarıyla da tartarak konunun ait olduğu yere konulup ne anlatmak istediğinin düzgün bir şekilde anlaşılması gerekir.


Asıl olayın kökü Musa peygamberin kavmini bırakarak Allah ile diyalog kurmasıyla başlamıştır.


2/ 142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi.


Harun Musa peygamberin kardeşi olup, Musa peygamberi gittiği yolda ilk destekleyen Musa peygamber adına toplumda konuşan onun tercümanı olan kişidir. Musa peygamberin kavminden ayrılmasıyla kendisine inanan kavim yolunu şaşırarak Samiri’nin önderliğinde buzağı heykeli yaparak halk buzağıya tapmaya başladı. Fakat Musa peygamber kavminin karşısına tekrar döndüğünde kavminin bu yanlış gidişinden rahatsız olarak vahyin kontrolünden çıkarak elindeki levhaları attı ifadesiyle anlatılan olay şöyle gelişmeye başladı.


2/ 150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: "Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) "Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)" dedi.


Burada Musa peygamberin yapmış olduğu hareket yanlıştı. Ve kuran bu yanlışlığı

 “Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:)”

Levhalar, Allah’tan aldığı vahiyleri temsil ediyordu. Vahyin güdümünden çıkarak Harun’un yakasından tutup ona hakaret etmesi sanki kavminin yanlış gidişinden Harun’un sorumluymuş gibi davranması şeytanın işlerindendi. Çünkü Harun kavminin bu yanlış gidişinin uyarısını yapmış kendi üzerine düşen görevi yerine getirmişti. Ve daha sonra Musa öfkesi yatışınca tekrar vahyin kontrolüne giriyor.


2/ 154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı).


Okuyucular Musa peygamberin vahyin kontrolünden çıkma ifadesini belki yadırgayabileler diye peygamberlerin hepsine kovulmuş şeytanın musallat olduğunu belgeleyen bir ayeti hatırlatmak yerinde olacak kanaatindeyim.


22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


Dikkat ederseniz Kuran’da bir konuyu anlatabilmek için Kuran’ın bütün surelerine serpiştirilmiş olan malzemelerden derleyip toplayarak o konunun Kuran’da ait olduğu yere koymaya çalışıyoruz. Aynen evrende serpiştirilmiş malzemelerle bir mamulün icat edilmesi gibi. Şimdi Yine konumuza kaldığımız yerden devam edecek olursak olay şöyle gelişiyor.


20/ 83- "Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten' nedir ey Musa?"
Bu Ayet kavmi ile Musa peygamberin bir müddet ayrı kaldığını hastalık yalnızlaşma itikâf dünyalık işler olabilir. Her halde şah damarından insana yakın olan Allah’ın yedinci kat göklerde arayarak yanına gidecek hali yoktur.


20/84- Dedi ki: "Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim."
İnsanları en çok Allah’a yaklaştıran olay yalnız kalarak bütün dünyalık zevk ve arzulardan uzaklaştığı andır. Ressamın resmini icra etmesi, mucidin icadını gerçekleştirebildiği an o yoğunlaşma anıdır. Muhammet peygamberin ve ashabı kehf’in yoğunlaşarak Allah ile yakınlaşmasını Yusuf peygamberin atılan zindanda kendisini teskiye ederek Allah’a yakınlaşması Kuran’daki örneklerdendir.


20/85- Dedi ki: "Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı."


Bu Ayette bahsedilen fitne Allah’ın tanımladığı gerçek yolun dışına çıkarak insanlara Allah’ı bırakıp da peygamberi de yolun gidişine malzeme olarak kullanarak halkı mala mülke tapmaya çağıran ve bunun bir sembolik olarak altından heykeli dikilen buzağıya destek vermeleridir.


20/86- Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?"


Ayette Musa peygamberin belirli bir müddet kavminin yanından ayrılmasıyla kendisiyle beraber ilahi bir vahiy yolunda sözleşerek halkın bu sözleşmeden caymaları ilahi yolu terk ederek dünyalık bir takım eğlence süs eşyalarına dalarak verdikleri sözden vazgeçmeleri Musa peygamberi çok üzmüştü. Ve üzüş onu öyle boyutlara çıkarmıştı ki; o da bir an vahyin kontrolünden çıkarak nefsinin esaretine yenik düşürmüştü.


20/87- Dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı."

,
Her yoldan sapanın mutlaka yanlış yola gitmesi için bir tetikleyicisi ve önderi vardır. Kuran bütünlüğünde olayı değerlendirdiğimiz zaman firavun halkını zayıflatarak onları ilahi yoldan uzaklaştırıp kendi dinine ve yoluna sürüklemesi, Salih kavminde deveye tapan halkın Allah’ı bırakarak kendi önderlerinin izini takip ederek yoldan sapmaları, gibi burada da Samiri’nin insanları dünyalık zevklere çağırarak halkın da bu davete icabet etmeleriydi.


20/88- Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, "İşte, sizin de ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler.


Her dönemin kendisine ait bir putu bir ilahı vardır. Musa döneminde Dünyalık süs zevk buzağının sevgi ve ihtiramda halkın onu aşırı boyutlara çıkararak onu tapınılır hale getirmesidir. İnsanların dikkati ilahi yoldan uzaklaştırılıp dünyalık zevk ve süslere çekiliyorsa onu günümüze taşıdığımız zaman bu günün buzağısı, markalı arabalar dayalı döşeli evler, kuş sütünün dahi eksik edilmediği sofralar, Zenginliklerinin üzerine zenginlik katarak ilah haline gelen seralar makamlar mevkilerdir. Musa kavminin buzağıya tapışından onu ilahlaştırıp heykelini dikmelerinden hiç bir farkı yoktur.


Put İnsanların tahtadan tunçtan betondan heykeller yapıp ona senenin belirli günlerinde saygılarını göstererek tazimde ihtiramda bulunup, bel büküp eğilmeleri değildir. Asıl puta tapmak o putu oraya diktiren onun ilahlaşmasına sebep olan bir zihniyetin sembolize edilmesidir. İnsanların gelip o yapmış oldukları putların karşısında eğilmeleri onların dünya hayatındaki bakış açılarının ne olduğunu temsil etmektedir.


20/89- Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?


Aklını kullananlar, bilirler ki; Allah’ın yarattıklarının hiç biri Allaha eş olamazlar ve onlar insanı öldüremezler diriltemezler öldürmeyi Allah yaratmasaydı insanlar ölmeyecekti Allah diriltmeyi yaratmasaydı insanlar diriltilmeyecekti. Dünya hayatında ne varsa Allah’ın insanlara sunduğu bir ikramdır. Tutup da Allah’a olan bu ham’dı övgüyü yaratıklardan herhangi bir varlığa vermek şirktir. En büyük zulümdür. Allah ise şirk koşanı ve zulüm yapanı asla bağışlamaz.


20/90- Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.


Gördüğünüz gibi Harun, Kavmine karşı kendi üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Allah’ın insanlardan istediği de budur. İnsanlar yola gitmede ister menfi isterse müspet yönde kendi özgür iradeleri ile baş başa bırakılmıştır. Asla ne peygamberin ne de şeytanın insan üzerinde zorlayıcı engelleyici bir gücü yoktur. Halka; Samiri teklif sunmuş Samiri’nin teklifini halk kabul etmiş. Çünkü ahiret onlara uzun gelmiş ama Harun Allah’ın yoluna davet etmiş. O buzağıyı ilah edinmemelerini teklif etmiş halk da bu teklifi kabullenmemiştir. İşte Musa peygamberin Harun hakkındaki bu yanlış davranış vahiyden değil şeytanın onu kışkırtmasıdır.


20/91- Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız."


Demek ki halk Musa peygamberin kendisine vekil olarak tayin ettiği Harun’u pek önemsememişler onun telkinlerini de dinlememişlerdir. Kuran burada halkın söylemek istediği bir olayı lisanı haliyle anlatma sanatı yaptığı hatırlanmalı ve düşünülmelidir. Musa peygamber halkın karşısına geldiği zaman yanlış bir davranış olan puta tapma olayını değiştireceklerini nerden bilsinler ki böyle geleceği okuyabiliyorlar? Bu sanatı kuran başka bir ayette de kullanmış.


33/37- Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, Kendisi'nden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyit ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.


“Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun;”

Bu ifade hâşâ Allah’ın şeytandan koruduğu, güvenilir olan bir peygambere yakışmaz. Ancak Allah peygamberin gelecekte olması gereken bir olguyu sanki peygamber bunu biliyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır. Yoksa peygamber birisinin karısını boşasa da onu ben alsam diye düşünmez. Düşünemez de. O zaman Allah onu peygamberlik makamından indirirdi.




20/92- (Musa da gelince:) "Ey Harun" demişti. "Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (Onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?"
Bakınız Musa’nın kuranda levhaları attı diye bahsetmenin nedenini oluşturmaktadır Allah hazreti Musa peygamberin yapmış olduğu bu davranışı onaylamıyor. Harun’a karşı haksız davranışı levhaları elinden attı ifadesiyle tatlı bir dille yapılan yanlışlığı bize izah ediyor.
20/93- "Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?"
Aşağıdaki ayette zaten Harun bunun cevabını vermektedir.


20/94- Dedi ki: "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: "İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden endişe edip korktum."


Harun’un bu cevabından sonra Musa peygamber sakinleşiyor. Öfkesi gidiyor. Ve attığı levhaları tekrar alarak yani, vahyin kontrolüne girerek, yaptığı yanlışlığın farkına varmıştı.


2/154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı)


20/95- (Musa) Dedi ki: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?"


Artık Harun’un verdiği cevap onu yatıştırmış. Musa yaptığı yanlışın farkına varmıştı. Şimdi asıl hesaplaşma; halkı saptırmada önderlik eden samiri’ye sıra gelmişti.

 
20/96- Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi."


Kuran’da bu ifade şeytanlar ve cinler için de kullanılmaktadır. Samiri de tam bir şeytandı. Halkı ahiret âlemi için malını mülkünü gerektiği zaman canını dahi vermeye söz alan Musa peygamber, samiri’nin dünyalık vaatlerle kandırması onların eksen kaymasına neden olmuştu.


3/14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.


Ancak bu olayı aklını kullanan kısacık hayatta bazı zorluklara sabır ederek uzun bir gelecek vadeden Allah ile yapılan sözleşmeye gönülden inanlar kabullenir.


9/111- Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran’da O'nun üzerine gerçek olan bir vaadidir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.


20/97- Dedi ki: Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız."


Kuran burada Musa peygamber ile Samiri’nin mücadelesinde ince bir noktaya temas etmektedir. Musa peygamberi asıl kavgası savaşı insanların teklifleri sonucu kendi yoluna çağırdığı halkın kabul etmesiyle zorlama olmadıktan sonra kâfir olanlara değil asıl savaş Allaha eş koşmaya Allah’ın dışındaki Yaşam biçimi uydurulan ideolojilere karşı savaş vardır.

Samiri dünya hayatında kendi yolunu bu yönde seçmesi onun dünya hayatında denenmesidir. Halkı da şeytanın yoluna çağırabilir bunda da bir problem yok. İşte Musa peygamberin asıl mücadele vermesi gereken fitnenin halka ne olduğu anlatılarak halkı fitneden korumayı onlara teklif sunmasıdır.” "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir.” Bu ifade onun kendi kendisine bırakılarak ona yanlışlıkla uyan halkın bilgilendirilmesi yönünde çarpıcı açıklamalarda bulunularak halkı puta tapmaktan uzaklaşmaya vesile olmaktır.


Samiri ile bu hesaplaşma yapıldıktan sonra Halkın karşısına Musa peygamber çıkıyor. Ve hitapta bulunuyor.


2/67- Hani Musa kavmine: "Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. "Bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. (Musa) "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.


Burada Hazreti Musa peygamberin yukarıdan beri Kuran’ın anlattıklarını anlatmaya çalıştığımız Samiri’nin önderliğinde hazreti Musa kavminden ayrılarak dünyalık süsler ve zevkler onları sarhoş ederek ilahi sözleşmeyi bozarak ahiret âlemindeki verilecek olan bir bedeli uzak süre olarak saymışlardır. Dünya hayatında mala mülke zevke eğlenceye düşmeyi hepsini içinde barındıran buzağı heykeli sembolleştirmesiyle bize anlatılıyor.

Aslında “ Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti.”

Diye bahsedilen sığır mecazi anlamda kullanılan samirinin önderliğinde yapılan buza heykeline tapmaktan men etmeye çalışıyordu.

.
İnsanların dünya hayatına geliş gayeleri Allah’a ibadet ve kulluk içindi.

51/56- “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.”

Fakat halk bu görevi unutmuş. Allah’a kulluktan uzaklaşarak, Dünyalık bir takım zevkler uğruna Allah’ın haram kıldığını kendilerine helal Allah’ın helal kıldığı bazı şeyleri de kendilerine haramlaştırması Allah’ın insanların bu yaratış biçimine uygun yaşamasına gölge düşürüyordu. Aşağıdaki ayetlerde yanlış yolda gidenlerin fotoğrafını bize kuran görüntüleyerek ders veriyor.


9/41- Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.


9/42- Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helake sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.


9/43- Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin?

Bu Ayetlerde Ahiret’e iman etmeyen veya inanmadığı halde inandım diyerek İslam’ın nimetlerinden nemalanmaya çalışanların fotoğrafını bize göstermektedir.


Harun’un uyarılarına karşı aldırmayan halk Musa peygamber gelerek halkın karşısında etkili çarpıcı bir anlatımla halka tekrar doğru yolu anlatarak onları ikna etmeye çalışıyordu. Gittikleri yolun yanlış olduğunu kanıtlamaya belgelerle izah etmeye çaba gösteriyordu.


Musa peygamber ortaya bir inek problemi attı ve bunu halkın düşünerek çaba göstererek çözmesini istiyordu. Asıl Problem İnek kesmeyi Halk nedir ne değildir diye bunu sorgulamaya başlıyor. Tıpkı bir öğretmen ve bir öğrenci ilişkileri gibi
Öğretmen bir problem soruyor öğrenciler de takıldıkları yerde öğretmenin önderliğinde problemi çözmeye çalışmaları gibi.
Halk Musa’nın sorduğu problemi takıldıkları yerde sorarak cevabını bulmaya çalışıyorlar.


ALLAHIN KESİLMESİNİ EMRETTİĞİ İNEK NEDİR?


2/68- "Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın" dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) "Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emir olunduğunuz şeyi yerine getirin" dedi.


2/69- (Bu sefer) dediler ki: "Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin." O: "(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir" dedi.


2/70- (Onlar yine:) "Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz" dediler.


2/71- (Bunun üzerine Musa, Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir" dedi. (O zaman): "Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.


Musa peygamber’in sormuş olduğu bu problemi Halkın Musa’ya Musa’nın da Allaha sorarak peygamber halk diyalogu ile çözüyorlar.
Meğer Musa peygamber halka sanatsal bir üslup ile halkın anlayacağı dilden Samiri’nin önderliğinde Allah’ı bırakarak Harun’un uyarılarına karşı aldırış etmeden böğüren yani kusursuz ünü her tarafa duyulan halkın nefsine hoş gelen yakın bir seferi tercih eden dünyalık zevkler onları sarmıştı. Ahiret Allah peygamber tamamen unutulmuş ve zenginlik sarhoşluğu içerisinde doğruyu göremez olmuşlardı.


İşte Musa peygamberin halktan Allah’ın istediğini böyle sanatsal bir üslupla anlatarak halkın tapmakta oldukları buzağı heykelinden vazgeçip Allaha tapmalarını istiyordu. Fakat onlardaki bu yanlışlığı güzel bir dille uzun bir zamanda anlatabilmişti. böylece onlara Allah’ın kesmelerini emrettiği inek samirinin önderliğinde kendilerinin de destekleyerek hakkın karşısında batılı tercih edişleriydi. Yani Halktan hazreti Musa peygamberin istediği inek kesme diye sorduğu problemin cevabı taptıkları buzağıydı. Tarif edilen nitelikteki İnek taptıkları Buzağı idi.  onlar da bunu kavradılar. Ve buzağıya tapma eğiliminden kurtularak Allah’a tapmayı başardılar ve vahiyle dirildiler.


DİRİLTİLEN ÖLÜ NASIL BİR ÖLÜDÜR?


Ölü kelimesi Kuran’da iki anlamda kullanılmıştır. 
Birinci alamı, Hayati fonksiyonlarını yitirerek bir daha dünya hayatına gelmeyecek olan ölüdür. İşte Kuran’da onunla ilgili ölüye ayet örneği!


2/180- Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı).


Buradaki bahsedilen ölü hayati fonksiyonlarını yitirmiş olup da bir daha dünya hayatına geri dönmeyecek olan anlamında ölülerdir.


21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Kuran’ın gerçek anlamında ölen fakat onların yaşadıkları hayatı taltif etme ve onlardan hoşnut olma anlamında hazreti İsa peygamber için onu öldürmediler onu katımıza yükselttik ifadesiyle gerçek olarak öldüğü halde öldürmediler asmadılar ifadesi kullanılmıştır.


4/ 157- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.


4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.


Gerçek olarak hazreti İsa peygamber öldüğü halde onu katımıza yükselttik ifadesiyle mecazi anlatım kullanarak izah etmiştir. Aynen şehitler öldüğü ve hayati fonksiyonlarını yitirdiği halde diridirler ölü değildir ifadesi kullanması gibidir.


2/ 154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.



İkinci Anlamda kullanılan ölü ise; Dünya hayatında asıl yaratılış gayesini unutarak veya rabbim Allah’tır sözleşmesini bozarak vahyin kontrolünden çıkarak dünya hayatında yaratılış dışında bir hayata girerek gözleri gördüğü halde görmemesi kulakları olduğu halde işitmemesi ve kalbinin de duyarlılığının kaybolması anlamında ölü ifadesi kullanılmıştır.


2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.


İşte Kuran’da Hazreti İsa peygamberin dirilttiği ölüler 5/110, Hazreti İbrahim peygamberin dirilttiği kuşlar,2/260, köhne bir köye varıp da yüz yıl ölü kalıp da dirilen o adam 2/259 dünya hayatında dirilen gerçek anlamında ölüler değil onların gerçek yaşamdan uzaklaşıp dünya hayatını tabulaştırarak duyarsız anlamında kullanılan ölülerdir. Yoksa kuran çelişkili bir kitap değildir. Bir yerde ölüler dirilmez desin bir yerde dirilir desin bu olacak şey değildir. Kuran’da çelişki yoktur.


4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.


HALKIN BİR KİŞİ ÖLDÜRÜP DE DİRİLTTİĞİ ÖLÜ KİMDİR.


2/72- Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.
Musa peygamberin halktan ayrıldığı zaman samirinin teklifi ile bir buzağı heykeli yaparak halkın ve samirinin bel Büküp eğilerek taptıkları buzağı onları ilahi mesajın tanımladığı hayattan uzaklaştırarak kısacık dünyalık zevkler uğruna onları sağılaştırmış dilsizleştirmiş yaratılış gayesinden uzaklaşma anlamında ölmüştü.

Burada öldürülen samiri gerçek anlamında öldürülmüş değil, rabbani yoldan ayrılması anlamda onun ölmesidir.
.
2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.


Yukarıda anlattıklarımız kıssanın ana çatısını oluşturan olay; samiri ve halkın doğru olmayan ve Allah’ın kesinlikle onaylamadığı bir davranışı yapmışlardı. Bu yanlış davranış halk ile beraber samirinin altından yaptıkları buzağı heykeli idi. Musa peygamber halkı ikna etmiş taptıkları buzağı heykelinin ne olduğunu öğreninceye kadar sorgulama devam ederek en nihayet olayı tam olarak ayet tanımlayınca çözmüşlerdi.


2/ 71- (Bunun üzerine Musa, Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir" dedi. (O zaman): "Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.


a)O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan,

b)salma ve alacası olmayan bir inektir" dedi.

c)O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır.

d)Bize rengini bildirsin." O: "(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir" dedi.


Musa peygamberin kesilmesini emrettiği inek neymiş? Samirinin önderliğinde kendilerinin de destek vererek altından yaptıkları buzağı heykeli imiş. İşte inekler insanların istifadesi için Allah onlara sunmuştu. Bunlar buzağıyı kendilerine etinden sütünden çift sürmesinden su çektirilmesi için kullanılması gerekirken, onlar anlamsız altın ve lüks masraflarla bomboş duran bir heykel yapıp tapmışlardı. O put üzerinden sinek bir şey alıp kaçsa yakalayamayan veya söz dinlemeyen duymayan bir heykele tapmaları doğru değildi.


Samiriyi buzağıya tapmak ve onun putunu yapmasıyla destek veren halk samiriyi manen öldürmüşlerdir. Nasıl destek verilerek onun manen dünya hayatında ölümüne sebep olmuşlarsa, bunun tam aksine ondan desteğini çekerek, onun yalnızlaştırıp dirilmesine vesile olacaklardır. Buzağıyı ilah edinen baş aktör rolünde oynayan Samiri’nin yanlış yolda gidişini Musa peygamberin Anlattığı vahiy diyalogu ile halk ile Samiri arasındaki ilişki bozulmuş Yoksa hayati fonksiyonlarını yitirme anlamında dirilme olmuş olsaydı isra suresinin doksan beşinci ayetiyle çelişki arz ederdi.


2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.


İneği kesmenin buzağıya tapmaktan vaz geçmek anlamındadır. Bakınız bu olay Salih peygamberin devesi ile ilgili kıssada da geçmektedir.

26/154- "Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim."

26/155- Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir."


26/156- "Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.


26/157- "Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular."

26/158- Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.


İki Kıssada bir benzerlik var ama olay farklı anlatılmaktadır. Allah Yerlerde ve göklerde canlı ve cansız ne varsa insanoğlunu istifadesine sunmuştur. Bütün varlıklar insan içindir. Eğer İnsanlar için yaratılan bir varlığı tutarda tapınılır hale getirirsen Allah’ın verdiği bir değeri yerinden kaldırmış olursun. Burada ki Salih kavmi deveyi bir bozguncu önderin rehberliğinde deveye tapmaya başlamışlar. Deveyi öldürdüler. Deveyi kestiler demesi ondan kaynaklanmaktadır. Deve insanlar için etinden sütünden tüyünden yükünden üremesinden yararlanılması için vermişti insanlar deveyi kendi ihtiyaçları alanlında kendi menfaatleri doğrultusunda istedikleri gibi kullanma hakları vardır.


İsterlerse keserler sucuk salam yaparlar isterlerse yük taşırlar kimse böyle yaptı diye onu kınayamaz Allah’ın kınadığı deveyi konulduğu yerden kaldırılarak ona tapmalarıdır. Bakınız başka bir ayette develerin kesilmesini Allah nasıl övüyor.


22/36- İri cüsseli develeri size Allah'ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah'ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.


Kavmin birisi deveyi kesiyor helak oluyor. Birisi de deveyi kesip muttaki Allah’ın onayladığı bir davranış oluyor.


İşte Salih kavminin helakini yani Allah’ın sözünden uzaklaşmasını arttıran devenin kesilip yenmesi değil deveyi konulduğu yerden kaldırmalarıdır. Yani Allaha olan saygıyı Allaha olan sevgiyi Allaha olan kulluğu yapmaları gereken yerden kaldırıp, deve sevgisini ön plana çıkarmalarıdır. 


4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve 'Raina' bizi güt, bize bak" derler. Eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve 'Bizi gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.


Burada başrollerde oynayan Musa peygamber, yerine kendisi ayrıldığı zaman vekil bırakılan Harun peygamberdir. Harun o zamanlarda peygamber değil fakat Musa peygamberin yardımcısıdır. Samiri ise vahyin kontrolünden çıkan halkın baş aktörlüğünü yapan kişidir. Halkın desteği ile şeytani yolda bir buzağının ilahlaştırılmasında baş aktörlüğü oynayandır. Eğer o halkın Allaha tapmaktan kendisi ve diğer halkı vaz geçirip buzağıya tapmaya teklif sunmasaydı belki de buzağı heykeli yapılıp insanların dünya yaşamını puta tapmakla işgal etmeyecekti.


Allah insanlara aklını takvasını fıs kını da vererek önüne doğru yola ve yanlış yola da gidebilecek malzemeleri de koyarak insanları tek başına yola gitmede yetkili ve sorumlu kılmıştır. İster vahiy getiren insanları doğru yola çağıran peygamberler olsun, isterse de şeytan ve şeytani yolda giden adamlar olsun, kişilerin yolunu kendileri istemedikleri sürece zorla değiştirme gücüne sahip değildirler.


16/ 98- Öyleyse Kuran okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

16/99- Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.


16/100- Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.


Kuran’da anlatılan Salih kavminin kestiği deveyle, samirinin önderliğinde Musa kavminin kestikleri inek arasında bir benzerlik vardır. Salih kavminde deveyi kesmenin deveyi ait olduğu yerden kaldırmak ve ona tapmaktır. Musa kavminde buzağıyı kesmek altından döktürüp put haline gelmiş inek sevgisini bağırlarına sindirmiş olan halkın bundan vazgeçerek sevgiyi ihtiramı buzağıdan uzaklaştırarak Allaha yöneltmektir. Yani Salih kavmi deveyi kesiyor helak oluyor. Ama Musa kavmi buzağıyı kesiyor ve kurtuluyor. Yani buzağıyı ait olduğu yere koyuyorlar.


İşte Buzağıyı ait olduğu yerden kaldırıp da onu tapınılır hale getiren halkın bu davranışlarından vaz geçmesiyle dirilmişlerse. Hala Samiri bu buzağı sevgisini kalbinde taşıyıp o davranışından vazgeçmediği sürece ölüdür. Bu sebeple kulağı olduğu halde işitmeyen gözü olduğu halde görmeyen kalbi de hissetmeyen anlamında o ölüdür. Halkın kendisini destekleyerek nasıl onu Allah’ın yolunun dışında bir yolda manen onu öldürmüşlerse. Musa peygamberin telkinleriyle vahye karşı duyarlı hale gelen halk O telkinlerle Sam iri’ye yaklaşıp onu vahyin kontrolüne getirmeleri kesilen ineğin bir parçasıyla vurun ifadesiyle özetlenen dirilişi sembolize etmektedir.

Oradaki ölünün dirilmesi gerçek anlamında dirilme olarak anladığımız zaman hem evrenin yasalarına hem de vahyin yasalarına ters olmaktadır.

Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir. En doğrusunu Allah bilir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN- ANAMUR

Kuranianlamametodu.blogspot.com