8 Şubat 2013 Cuma

KUR'AN’DA GEÇEN ZÜRRİYET KELİMESİNE KUR'AN'IN YÜKLENDİĞİ ANLAM!


RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA!

Kuran’da  Geçen hiçbir kelime hiç bir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi, Hiç bir kelime de hiçbir kelimeden bağımsız değildir. Bir kelime  değişik ayetler içerisinde  geçtiği zaman o ayetlerde kendi anlamını   yansıtarak  yeni bir boyut kazandırır. Başka bir ifadeyle, Bir kelime başka bir kelimeyle birleştiği zaman o kelimeye başka bir anlam kazandırır. İsterseniz önce bunlardan Kuran’da geçen ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

 VAHİY ANLAMINDA KULLANILAN ASA

7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."

7/105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder."

7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."

7/ 107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).

Burada Kullanılan asa kelimesi konuya başka bir anlam katmıştır. Burada kullanılan asa kelimesi Allah’tan aldığı vahiylerin Firavun’un Bilginlerine karşı bilgi olarak kullanılmasıdır.

KENDİ GÜCÜ ANLAMINDA KULLANILAN ASA

20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."

20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."

İki Farklı konuda asa kelimesi geçmektedir. Bir konuda geçen asa kelimesi Musa’nın dünyalık dayanağı olan  dünya yaşamındaki onun ayakta kalmasını onun gücünü temsil eden, Dünyalık  Malı mülkü    anlamında  asadır.  

Dikkat edilirse bu asayı yere bırakınca,” Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).”

Musa’nın dünya yaşamında negatif enerji oluşturan kaybolan gücü karşısında endişeye korkuya sebep olan bir asanın konu içerisinde anlamlaştığını görüyoruz. Yine  Güç ve kuvvet anlamında kullanılan bir ayeti daha aktarırsak konunun daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim.

34/ 14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Burada geçen asa kelimesi de  Muhteşem bir ordusu olan Süleyman’ın  dayandığı Dünyalık güçlerin laçkalaştığını  çöktüğünü anlatmaktadır. Her halde bir devlet başkanı, aynı zamanda bir peygamber olan Süleyman’ın  Gerçek anlamında olan ölümünün  asası üzerinde birkaç  yıl ölü olarak beklemesini   düşünmek ve anlamak saf dillik olurdu.

Bunun mantıklı, hikmetli bir açıklaması yapıldığında da onların diyeceği Allah dilerse bunu yapamaz mı? Elbette  Allah her şeyi dilediği gibi yapar. inanan bir kişi için bunda bir problem yok. Ancak Haşa Allah kendi koyduğu yasalarla çelişen  nerde ne yapacağı belli olmayan ve söylediklerinin  gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan bir konuma sokulmuş olur.

Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerde Ve kuranda nasıl bir çelişkisizlik varsa, Allah’ın yaratmış olduğu kainatta da  tam bir uyum ve mutabakat vardır.

4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

67 / 3- O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Demek ki Kuran’da  geçen bir  kelimenin anlamı ve konuşlandığı yerdeki değiştirdiği çehreyi  göremezsek kuran ateistlerin dediği gibi çelişkiler yumağı bir kitap olarak karşımıza çıkar. Ama kelimenin anlamı bilinip ayet ve konu içerisinde geçtiğinde konuya farklı bir anlam kazandırır.

Tıpkı Yeşil kelimesini ele aldığımız zaman  yaprak kelimesi ile kullandığımızda “ karşımıza  yaprağa yeşil rengini  veren “ yeşil yaprak olur. Ama bunu elbisede kullandığımız zaman “ yeşil elbise” olarak karşımıza çıkar.

Şimdi yine  Asa kelimesinin Kuran içerisinde ikinci bir taşıdığı anlama geçelim.

7/ 107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

Buradaki Atılan asa ile yer yerinden oynuyor. Firavunu ayakta tutan ana  direkler çatırdamaya başlıyor. Onların ortaya koymuş oldukları ideolojiler ve putlar   bilginler ve toplum karşısında sarsılıyor. O zaman konu içerisinde de gözlendiği gibi  Musa’nın Allah’tan almış olduğu bilgileri vahiyleri anlatmaktadır. Peygamberlerin getirmiş oldukları belgeler de bu değil mi?

7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."

Elçilerin, Getirdikleri sihir değil vahiylerdir. İşte Musa’nın burada kullandığı asa  kendi gücünün Allah’ın gücü ile entegre olmasıdır. Yani Musa’nın  büyük bir  sempozyumda büyük bir kalabalıkta Allah’tan aldığı vahiyleri anlatmakta insanları  yaratıklara değil, Allah’a ibadet ve kulluğa davet ederek doğru olan bir yaşamın projesini ortaya koymaktadır.

Öyleyse asa kelimesi Yaratandan bağımsız bir halde güç teşkil ederse bu insana korku ve endişeden başka bir şey ifade etmez. Ama asa kelimesi vahiyle anlamlaşırsa hayatın yaşamın çehresi değişir insanı korkudan üzüntüden ölümlülükten ebediliğe taşır. Bu açıklamalardan  sonra konumuzun aslını teşkil eden zürriyet kelimesinin de bundan farklı bir şey olmadığı o kelime de konulduğu yerde anlamlaştığını kuran nasıl izah etmektedir. Beraber görelim.

ZÜRRİYET KURAN AYETLRİNDE HANGİ ANLAMLARDA KULLANILMIŞ.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ52/21

52/21- İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.


Soy sop ırk nesep zürriyet nesil kelimeleri Biyolojik olarak genetik bilgilerin bir başka ifadeyle (DNA) moleküllerinin  aynı soy bağını  takip eden Kendisinden sonraki nesillere aynı özellik aktarılarak devam eder gider. 

İnsanlar,  Bir tek babadan türemiş olsaydı  genetik özellikleri de mutlaka aynı olurdu. İlerde belki bu konuda insanlar uzmanlaştıkça farklı renklerde ve farklı biyolojik karakterlerde oldukları ortaya çıkınca insanların bir tek adem ve bir tek havadan türemediği de ortaya çıkacaktır.

49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.

Burada Bir erkek ve bir dişiden yarattık derken, erkeğin sperması ile kadının yumurtasının alakasından ana rahminde döllenerek Yaratılışını kastetmektedir. Belki yumurtanın tavuğun altında bekleme sürecini doğal ortamda hazırlayarak kuluçka makinelerinde civciv olarak çıkarıldığı gibi,  Erkek sperması ile kadının yumurtasının rahim dışında rahim koşulları oluşturularak  çocuk meydana gelebilir. 

Ama bir gerçek var ki Bir çocuğun oluşabilmesi için olmazsa olmazlardan olan erkek siperimi ile kadın yumurtasının  birleşmesi ile oluştuğunun bilinmesidir. Belki buna da itiraz edilebilir. Kopyalama yöntemi ile oluşur diyebilirler ama bu da fıtratın bozulması demektir. Kuran onu şöyle dile getirmektedir.

4/118- Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: "Andolsun, kullarından 'miktarları tespit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.

4/119- Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.

Bu ayetler insan oğlunun bozularak bütün yaratılışın doğal seyrinin dışına çıkarak ekini ve nesli yok etmelerini kainatta ve dünyada bir fesadın haberini bize vermektedir.

Hucurrat suresinde bahsedilen  “ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık.” Derken farklı ırkların farklı farklı biyolojik sülalelerin var oluşuna dikkat çekmektedir. Yaratılış farklılığının ve dört çeşit kan gurubu oluşunun da  var oluşu da zürriyet farklılığına da dikkat çekmektedir. 

Vahiyle evrende  olan yasalar asla birbirlerine çelişkili olmazlar. Eğer dört çeşit kan varsa bu bir tek insandan alınan kan örneği dört kan gurubunu oluşturamaz bu Allah’ın değişmez bir yasasıdır.

Eşyayı incelediğimiz zaman onun yapısında var olanlar bizim karşımıza delil belge ayet olarak  çıkar. Vücuttan alınan bir kan damlası nasıl vücutta bulunan bütün dokulardaki  vücut organlarının uyumlu olarak çalışıp çalışmadığı hakkında bize net bir bilgi veriyorsa, İnsanların fosil kalıntılarından da farklı insan soylarından ve zürriyetlerinden de geldiğini mutlaka bir gün gelip ortaya çıkacaktır.

Bu konunun ayrıntılarını  bu konuda uzmanlaşan bilim, bir başka ifadeyle zikir ehline bırakıyorum. Şimdi Kuran’da bahsedilen  bir başka zürriyetten daha bahsedilmektedir. Bu zürriyet de yine insanların öz yapısında var olan takva ve iblisin zürriyetinden söz edeceğiz. 

Belki konunun açıklanmadan bu ön kabulle bunu söylememiz doğru olmaya bilir ama, ayetleri aktardıktan sonra bu biyolojik bir zürriyet değil, hayata bakışın insanlardaki birbirlerine tamamen zıt iki zürriyetten ve iki soydan  Bir başka ifadeyle iki din farklılığından bahsedeceğiz.

Önce Kuran’da nesep olan biyolojik soyun dışında bahsedilen bir aile kavramını kuranda geçen Nuh, oğlu ve Allah arasında geçen bir kıssayı anlatalım.

11/ 42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."

11/43- (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.

11/44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.

11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."

11/46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

Bu aile farklı bir aile  İşte Allah’ın insanları denemek için yarattığı insan tiplerini davranış ve yaşam biçimiyle ayırmaktadır.

76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

17/61- Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?"

17/62- Demişti ki: "Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek az dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.

Bazı Kuran okuyucu kardeşlerimizin, Peygamberler birbirlerin zürriyetindendir ayetini Biyolojik soy bağı anlamında  olduğunu söylemekte ve anlamaktadırlar. Elbette Kuran’da Peygamberlerin biyolojik olarak takip eden aynı babadan  oğuldan olanlar mutlaka var. 

Ve olması da gayet doğaldır. Davut’la- Süleyman, Yakup’la Yusuf  hem biyolojik hem de aynı din mensubu olarak Bir birlerinin zürriyetlerindendirler. Ama Farklı biyolojik soydan olup da Rabbani yolda yürüyenler aynı zürriyetten oldukları gibi, İblisin tekliflerini kabul ederek Rabbani yolun  dışında yol edinenler de aynı soy bağından olduğunu kuran bize anlatmaktadır.

3/33- Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;

Burada Önemli bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Adem kelimesi ilk insan ilk peygamber değil, insanlar içerisinde  insan olan ve aynı zamanda peygamber olan bir ademden bahsedilmektedir. Eğer bu ayette geçen Adem kelimesi insanların genelini ifade eden bir kelime olmuş olsaydı, Diğer peygamberlerle beraber anılıp, Üstünlüğünden söz edilmezdi. Diğer insanların Kuran’ın da ifadesine göre büyük bir çoğunluğu yanlış yoldadırlar.

17/89- Andolsun, bu Kuran’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.

Demek ki, Adem kelimesi, insanların bu konuda genel anlamını ifade eden bir kelime değil, insanlar içerisinde vahye muhatap olan ve insanlara peygamber olarak gelen bir ademden söz ettiği anlaşılıyor.

36/41- Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir ayettir.

İNKAR EDENLERİN SOYU VE ZÜRRİYETİ

18/50- Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

“İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi,”  Ayette geçen cin kelimesi müşahhas somut bir varlık, ama iblis kelimesi soyut bir varlıktır. Cin kelimesi  Allah’ın dünya hayatında ibadet ve kullukla sorumlu tuttuğu bir varlık olup, davranış bozukluğu sebebiyle Rabbani yoldan ayrılmış olan insanları temsil etmektedir. 

Öyleyse  cinler de bir insan kategorisindendir. İblis ise İnsanın öz yapısında var olan, insanı rabbin yolundan alıkoymakla görevli bir melektir.  İblisin soyu Rabbin yolunda giden Kafiri münafığı zalimi Yahudi’si Hıristiyan’ı  olarak Kuran’ın genel bir çerçeve altına aldığı insanlardır.

Cin insanın yaratılış gayesine yabancılaşan onları rabbani yolun dışında bir yaşama götüren  iblisin teklifleri sonucunda cehennemi kendisine yurt edinen insanlara verilen genel bir isimdir.

17/ 61- Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?"

17/62- Demişti ki: "Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek az dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.

Eğer Kuran’da Biyolojik soy bağı ile peygamberler bir birlerinin zürriyetinden ise İbrahim peygamber tek başına bir ümmet babası ve anası müşriklerdendi. Nasıl oluyor da babası müşrik olan birinin kendisi bir Müslüman ve peygamber olabiliyor?

6/ 74- Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."

6/75- Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.

16/ 120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.

Eğer İbrahim peygamber Biyolojik anlamda diğer peygamberlerin zürriyetinden olmuş olsaydı, Babası müşrik olmazdı. O müşrik bir toplumun içerisinde bir fert olarak tek başına rabbani yolda olandır. Karısı da dahil hiçbir kimse onun yolunu izlemedi.

4/54- Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik.

Eğer bu ifade biyolojik anlamda yakınlık aile ise nasıl olur da İbrahim tek bir ümmet olur? Bu sorgulanması gerekmez mi?

4/162- Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz.

4/163- Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vah yettiğimiz gibi, sana da vah yettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vah yettik. Davud'a da Zebur verdik.

4/164- Ve gerçekten sana daha önceden hikayelerini anlattığımız elçilere, anlatmadığımız elçilere (vahyettik). Allah, Musa ile de konuştu.


58/19 Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Konuyu özetleyecek olursak, İki Yol ve iki amaç vardır. Bu da her insanın öz yapısında var olan takva ve iblis tohumundan nemalanırlar. Takvadan nemalananlar, Yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın rabliğini kabul ederek Onun göndermiş olduğu peygamberlerin, getirmiş oldukları vahiyler çerçevesinde hayatlarını şekillendirirler. 

Takva ağacının meyvesi Muttaki mümin Müslüman’dır. İşte Turi sinada  Musa’ya sağ yanından bir ağaçtan seslendik diye ifade edilen ağaç takva ağacıdır.

28/30- Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi.

İkinci ağaç ise iblisin tekliflerini ilkeleştiren onun vesveseleriyle hayatını şekillendiren insanlardır ki, O ağaç bütün insanlara yasaklandığı halde o meyveyle nemalanan insanların beslendiği ağaçtır. İşte ademe yasaklanan ağaç da bu ağaçtır.

2/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

Bu ağaç  meyve olarak müşrik kafir, münafık şeytan  olarak meyvelerini verir. Bunlar da bir birlerinin soyundandır.  Birbirlerinin velisidir ailesidir kardeşleridir. Zürriyetindendir. Bu biyolojik anlamda olabileceği gibi, din ve yaşam olarak da olabilmektedir.

49/ 10- Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.

Demek ki Aynı aileden, Biyolojik olarak oğul ve karındaş anlamında kardeş olsa da Allah iman edip Salih amel işleyenleri  ayrı bir yere koyarak hiç biyolojik bir bağ olmasa da onlara kardeş kelimesini kullanmaktadır.

Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

MERSİN- ANAMUR


http://kuranianlamametodu.blogspot.com












İSRA SURESİNİN ELLİ DOKUZUNCU AYETİN TEFSİRİ!


Rahman Rahim Olan Allah’ın adıyla

17/59- Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.

Genelde müfessirler bu ayetten geçmiş peygamberlere mucize verildiğini, son peygambere ise Allah mucizeyi ahret aleminde ümmetinin şefaati için kullanacağı konusunda görüşlerini beyan etmişlerdir.

Kuran’da   Peygamberlere vahyin dışında mucize verildiğine dair hiçbir ayet geçmez.Mucizeler Allah’a aittir.

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

 MUCİZE NE DEMEKTİR?

Konumuz ile ilgili ayet;  mucize kelimesinin ne anlama geldiğinin açıklanması ile ancak anlaşılabilir. İslam toplumlarında klasik olarak mucize, Peygamberlerin kendi peygamberliklerini iddia ve ispat etmek için göstermiş oldukları harikulade şeylerdir diye tarif edilmiştir.

Nebilere Allah, vahyin dışında İnsanları aciz bırakacak hiçbir mucize vermemiştir. Hazreti İsa’nın  ölüleri diriltmesi, körleri görür hale getirmesi, çamurdan kuş yapıp ona üfürdüğünde kuş olması,  hep mecazi anlamında kullanılan ifadelerdir. 

Konumuz bu olmadığı için, sadece Hazreti İsa’nın ölüleri nasıl  dirilttiğini kuran bütünlüğü içerisinde anlamını vermeye çalışalım. Zaten Kuran’da  diğer mucize olarak anlatılan olaylar buna benzediğinden sanırım meramımızı anlatmaya, yeterli olacaktır.

5/110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm."

ÖLÜ KELİMESİNİN KARŞILIĞI KURANDA NEDİR?
Ölü Kelimesi, Kuran’da iki  Anlamda kullanılmıştır. Birinci anlamda kullanılan ölü; Hayati fonksiyonlarını yitirmiş bütün canlılar için kullanılan ölüdür ki, Bu ölümü gerçekleşen insanlar veya canlılar yemezler içmezler bu sebeple de hayattan bağları kesilmiş  olanlardır. Bunlar asla ahret alemi dışında bir daha dirilmeyecek ve yer yüzüne gelmeyeceklerdir.

21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

İkinci anlamda Kullanılan ölü ise, İnsanlar için kullanıldığında  Yaratılış gayesinden uzaklaşarak Vahiyden nasibini almamış, İlahi mesajlardan uzaklaşarak dünyevileşen insanlara verilen bir addır. Bunların profilini kuran şöyle çizmektedir.

2/170- Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?

2/171- İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

İnsanlar İlk yaratılırken, Allah’ı rab kabul edecek donanımda yaratılmışlardır. Yeryüzünde ve kainatta Allah’ın kendisine muhatap aldığı dünya hayatında tek yetkili ve sorumlu varlık insandır. Bu sebeple Halifenin bir anlamı da Yaratılmış olan bütün varlıklardan farklılaşarak Kendisine verilen Akıl ve iradeyle  onlara diz çöktüren  anlamını da vermektedir.

Söylediklerimizi Biraz daha açmaya çalışırsak, Allah Yerleri ve gökleri yaratmış, ve hala yaratmaya devam ediyor. Ama İnsanı  Sen bu yarattıklarımı yönet, onlardan istifade et  ye iç, Ama yeryüzünde azgınlık yapma , ekini ve nesli yok etme.  

Adam gibi sana verdiğim bir yaşam sürecinde yaşa. Diyerek kendisi  tabiri caizse tiyatrodaki bir senarist gibi  konuma gelmiştir. Yani  dileyen oyuncularını, bilemedikleri yerlerde kendilerine gönderilen nebi ve resullerle bilgilendirerek düzgün rol oynayabilmelerini sağlayarak  gözetlemektedir.

yaşamın anlamı onlarda kaybolmuş anlamında olan ölülerdir. Bu ifade Kuran’da  Rabbani yolun dışında olan herkes için kullanılmıştır. Onların dirilmesi de yaratılışta vermiş  olduğu “Rabbim Allah’tır.”  Sözüne tekrar  dönmesi anlamındadır.  Kuran’dan bir ayetle örneklendirelim.

2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

Uzun lafın kısası Hazreti İsa Peygamberin dirilttiği ölü bu anlamdadır. Hazreti İsa Allah’tan aldığı vahiyleri ruhsuz ölü bedenlere anlattığı zaman diriliyor. ve vahyin yolunda hayatını devam ettirmeye başlıyor. Yoksa Diriltmek de hem mecazi hem de gerçek anlamında Allah’a aittir.

İkinci Olarak mecazi anlamdaki diriltilme Hayvanlar için kullanılan diriltilmedir. İbrahim peygamberdeki kuşların diriltilmesi Onların eğitilerek verdiğin emirler karşısında duyarlı hale gelerek sana hizmet ve verdiğin emirlere itaat etmesidir.

2/260- Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

Burada Hayvanlardan dört tanesini kendisine kodlanmış olan bilgiler doğrultusunda eğiterek verdiğin emirlere itaat edecek şekilde alıştırılıp eğitilmesi anlamındaki diriltmedir ki, Günümüzde de olduğu gibi, Köpeklere eroin ve esrar buldurulması, depremlerde  ceset ve canlı insan arattırılması  köpeklerin  eğitilme sonucunda yapabilecekleri bir iştir. 

Burada sadece bir örnek verdik, Dünya üzerinde insanlığın hizmetinde olan bir çok hayvan çeşitleri eğitilerek kendi hizmet alanlarında onlardan müthiş bir şekilde istifade edilmektedir. 


İşte Hazreti İbrahim’in şahsında gerektiği zaman hayvanlar kendi yapabilecekleri marifetleri alanında eğitilerek duyarsız halden duyarlı hale gelerek dirilme ifadesi kullanılmıştır.Ayetteki ölü kuşların diriltilmesi bu anlamda kullanılmıştır.

DİŞİ DEVENİN MUCİZE OLUŞU  NE DEMEKTİR?

Müfessirler genelde  ayette geçen dişi deveyi, Salih peygamberin dağdan mucize olarak Dişi deve  doğurttuğunu Salih peygamberin bir mucize gösterisi olarak, anlatmaktadırlar. Oysa Kainatta yaratılmış olup da mucize olmayan hangi bir şey var ki? Dişi deve mucize olmasın? Her şey mucizedir. Bu ayette geçen devenin  de Salih peygamberin mucize olarak gösterdiği deve değil, Bildiğimiz Allahın Yarattığı, yükünden sütünden, tüylerinden, etinden istifade edilen bir devedir.

7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar" dedi.

Her toplumun kendilerine göre farklı ilahları olduğu gibi, Salih peygamberin kavmi de dişi deveyi ilahlaştırmışlardır. Yani Devenin asıl görevi sütünden gübresinden etinden tüylerinden istifade edilmek için yaratılmış olduğu halde, onlar deveyi kendi konumunun dışına çıkararak tapınılır hale getirmişlerdir.

11/64- "Ey kavmim, size işte bir ayet olarak Allah'ın devesi; onu serbest bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülük (vermek niyeti)yle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap sarıverir."

Allah yerlerde ve göklerde yaratılmış olan ne varsa insan oğlu için yaratmıştır.

22/36- İri cüsseli develeri size Allah'ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta durup) boğazlanırken Allah'ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.

16/12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.^

Deve insana bu konumuyla, secde etmektedir. Bir taraftan Allah deveyi insanların istifadesi için yarattığını söylerken, Bir taraftan insanlar onu, kendi yaratılış gayesinden çıkarıp tapınılır hale getirmeleri Kur'an'la çelişmektedir. Kur'an çelişkiler yumağı bir kitap değildir.

Helak; Yeryüzünde  halife olarak yaratılan insanların, Allah'a ibadet ve kullukla  ilgili görevleri vardır. Denenme kendisine sunulan alternatiflerden  doğru olanı kendi özgür iradeleriyle seçip o yolda yürüyerek maratonu tamamlamasıdır. 

Fakat insan bu asıl görevinden uzaklaşarak farklı kulvarlarda zamanını geçirmesi asıl kendisine yüklenen görevleri yerine getirmesinden kaçması  Ve geriye dönüşü mümkün olmayan bir konuma girmesi, ve ahret aleminde de kendisine ayrılan payı unutarak cehennemdeki yerini hazırlaması onun veya onların helaki olmaktadır.

İşte Kuran’da Anlatılan Nuh, Lut,  ad kavimlerin halakını mecazi bir şekilde böyle anlatmaktadır. Eğer bu anlamın dışında gerçek anlamında yerle bir edilmesi olarak anlaşılırsa denenmeni bir anlamı kalmaz   kurandaki diğer ayetlerle çelişirdi oysa kuranda asla çelişki yoktur.

AYETLERİN KORKUTMAK İÇİN GÖNDERİLMESİ:

Dünya hayatı Allah’ın adalet  dağıtığı yer değil, Dünya hayatı Allah’ın halife olarak yarattığı insanlara adaletle davranmaları için sınava tabi tuttuğu yerdir.

Adalet İlkesi insanın kendisinden zayıf olan insanlara ve toplumlara Kendi gücünü zulüm ve baskı aracı olarak kullanmamayı emreder. İşte Kavmin önde gelenlerinin halkı güç ve kuvvetleriyle  kendilerinin hakkı olmadıkları halde onları köleleştirmeleri ve kendi özgür iradeleriyle yer yüzünde dolaşmalarını engellemeleri  zalimliktir. ve zulümdür.

Allah Takva sahiplerinin güç ve iktidar olmasıyla  İnsanları köleleştiren, birlik ve beraberliği bozan ve ekini ve nesli yok etme çabasında olan zalimlerin elinden onları kurtarmak için güç kullanmayı kendi kullarına emretmektedir.

Ayet Kelimesi Yeryüzünde Allahın yaratmış olduğu zerreden küreye kadar ne varsa istisnasız genelleme olarak hepsine verilen bir isimdir. İşte Kuran’da  bu ayette geçen “Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.” Ayetler güç ve kuvvet ayetini temsil etmektedir.

Allah’ın kendi dinini tamamlaması, Ve insanlardan iman edenlerin elçi ve nebi olarak gönderilen önderlerini vahyin kontrolünde yaşanan bir hayatın  güç ve kuvvet haline gelerek  örnek bir yaşamı ortaya koymuşlardır.

2/ 143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Kuran’da ve sosyal hayatta reel olarak görüldüğü gibi, Güçlü olanların büyük bir kısmı güçsüz olanlar üzerinde kendi gücünü zulüm ve işkence aracı olarak kullanmaktadırlar. Oysa insanların farklı yaratılması bazılarının imtiyazlı bazılarının da imtiyazsız olması anlamına gelmez. Zayıf olanların sorumluluğu daha az, güçlü olanların da güçlü oluşundan dolayı daha çok sorumluluk yüklenmiştir. Mesela, hakkı olmadığı halde zayıf ve güçsüz olanları yerinden yurdundan sürmeleri, kendi dinlerini kendi özgürlükleri içerisinde yaşamalarına fırsat tanımamaları yaratan Allah tarafından onlar gözetlenmekte ve ahret hayatında yaptıkları zulüm ve işkencelerden dolayı tek tek hesaba çekilecek olmaları onlar için dezavantajdır.

49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.

Bu dünya hayatında herkes insan olarak denenmekte ve yapmış oldukları küçük ve büyük bütün amelleri mercek altına alınıp, kendisine ahret aleminde  yaptıkları izlettirilerek hak ettikleri yere gideceklerdir. Sakın ola ki insanlar karanlıkta ve Allah’ın görmediği bir yer olduğunu sanıp orada kötülükleri planlamasınlar. Allah kalplerden geçenleri ve ertelediklerini bile bilmektedir.

6/59- Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.

82/1- Gök, çatlayıp-yarıldığı zaman,

82/2- Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman,

82/3- Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman,

82/4- Ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman;

82/5- (Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir.

82/6- Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir?

82/7- Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı.

82/8- Dilediği bir surette seni tertib etti.

Sonuç Olarak, İsra elli dokuzuncu ayette bahsedilen, Geçmiş peygamberlere kendi peygamberliğini iddia ve ispet etmek için  mucize verip son nebi ve resul olan  Muhammed’e  verilmedi anlayışı  kuranın söylediği bir şey değil, uydurma olan bir sözdür.

Ayet kelimesi bu ayette hak ve adaletten sapan, toplum içerisinde  çeteleşerek  masum insanları  döven öldüren, tecavüz eden ,  saldırgan  insanların bu tutumlarına son verdirmek ve onları ait olduğu yerde ve konumda tutmak için güç ve kuvvet gereklidir.

33/60- Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapan (yalan haber yayan)lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler.

33/61- Lanete uğratılmışlar olarak; nerede ele geçirilseler yakalanırlar ve öldürüldükçe (sürekli) öldürülürler.

33/62- (Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.

Evet Allah İnsanlara gücü, mustazaf olanları ezsin , köleleştirsin diye değil, ezilen ve köleleştirilmiş insanları kalbinde maraz olanların ve münafık insanların elliden kurtararak ait olduğu yere yerleştirmek için kullanmamızı istemektedir.

Doğrular Allah'a yanlışlar bize aittir. En doğrusunu Allah bilir.



Ali Rıza Borazan

Mersin-Anamur